#egzama hastalık belirtisi
Explore tagged Tumblr posts
52erwerw53-blog · 15 years ago
Text
Cilt kuruluğu nedenleri
Cilt kuruluğuyla ilgili 8 soru ve 8 cevap.
Cildinizde gerilme hissi, pul pul soyulmalar, kepeklenme, çatlaklar ve kaşıntı varsa cildiniz kurumuş olabilir! Her türlü nemlendiriciyi ve kozmetik ürünü denemenize rağmen cilt kuruluğundan kurtulamıyorsanız bir dermatologa başvurmanız gerektiğini unutmayınız.
Dermatoloji Uzmanı Dr. Eda Kumbasar; cilt kuruluğuyla ilgili bilgiler verdi...
1- Kimlerde cilt kuruluğu görülür?
İnsanlar yaşlandıkça daha çok ortaya çıkan bir tablo olan kuru deri 'Kserozis' olarak bilinir. Yaşlanmayla beraber daha kuru ve daha az yağlı bir cilt oluşur. Derinin üst tabakasının yaklaşık yüzde 10 kadarlık bir kısmını su oluşturur. Bu tabakadaki suyun azalması deride çatlama, kaşıntı ve kuruluğa neden olur. Cilt kuruluğu olan kişilerin çoğunda altta yatan bir hastalık yoktur.
Kuru cilde sahip olan kişilerin büyük çoğunluğunu ise sık duş alan kişiler oluşturur. Son yıllarda insanlarda duş alma sıklığı arttıkça kserozis sıklığının da arttığı dikkati çekmektedir.
2- Cilt kuruluğunun sebepleri nelerdi?
Kuru cilde neden olan çevresel etkenler; sıcak su, deterjanlar, giysilerden dolayı oluşan sürtünme, sık hava yolculuğu, rüzgara maruz kalmak, çevre kirliliği, klima ve diğer kimyasal maddeler olarak sıralanabilir. Atopik egzama, kalıtsal bazı hastalıklar, ihtiyosis, sedef gibi cilt hastalıkları, metabolik faktörler, tiroit bezinin yeterince çalışamaması, aşırı kilo kaybı ve ilerleyen yaş kuru deriye neden olan diğer faktörlerdir.
3- Cilt kuruluğu nasıl anlaşılır, belirtileri nelerdir?
Deri kuruluğunun ilk belirtisi, deride donuk gri beyaz bir renktir. Kuruluk arttıkça renk değişikliğine ek olarak ciltte gerilme hissi, pul pul soyulmalar, kepeklenme, deri yüzeyinde pürüzlenme, çatlaklar, yarıklanmalar oluşur. Kaşıntı, kuru derinin neden olduğu diğer bir şikayettir. Kuruluk tedavi edilmezse sonunda egzamalar oluşabilir.
4- Cilt tipinin (kuru, yağlı, karma) nasıl olduğunu anlamak mümkün mü?
Deride kepeklenme, gerilme hissi ve kaşıntı şikayetleri varsa kuru cilt tipi olarak değerlendirilir. Akneye meyilliyse, gün içerisinde ve sabah uyandığında ciltte parlama oluyorsa, gözenekler genişleme ve siyah noktalar varsa yağlı cilt olarak değerlendirilir. Bazı kişilerde ise yüz bölgesinde özellikle yer yer kuruma, kepeklenme fakat belli bölgelerde ise yağlanma, parlama şikayeti olur. Bu tip ciltler ise karma cilt olarak değerlendirilir.
5- Cilt kuruluğu özellikle hangi bölgelerde görülür?
Su kaybının regülasyonu, vücudun bölgelerine göre farklılıklar gösterir. Kuruluk kollarda, bacaklarda ve gövdede daha belirgin olur; çünkü bu bölgelerde daha az yağ bezleri vardır. Yüz diğer vücut bölgelerine göre daha su geçirmezdir. Deri geçirgenliğinde ise lipitlerin (yağların) kritik rolleri vardır. Sık duş alındığında doğal deri lipitlerinin yeniden oluşabilmesi için yeterli süre olmadığı için kuruluk özellikle yağ bezleri daha az olan kol ve bacaklarda daha belirgin olur.
6- Cildi kuruyan biri, kuru ciltler için olan ürünleri mi almalı, yoksa öncesinde dermatologa mı başvurmalı?
Cilt kuruluğu olan kişiler mutlaka bir dermatoloji uzmanına danışmadırlar. Kişinin şikayetleri, belirtilerin süresi ve şiddeti, tedavinin şeklini belirler. Bazı olgularda sadece nemlendiriciler yeterli olurken, belirtilerin şiddetli olduğu olgularda antihistaminik ilaçlar, topikal kortikosteroid kremler vermek gerekebilir. Çok sayıda ve markada nemlendirici olduğundan rasgele bir nemlendirici kullanımı doğru değildir. Hastanın deri tipine ve şikayetlerine uygun nemlendiriciler önerilmelidir.
7- Cildi kuru olanlar ne tür kozmetik ürünler kullanmalı?
Kuru cilt problemi olan hastalar yağ içinde su emülsiyonu dediğimiz deriyi daha yoğun nemlendiren ürünler kullanabilirler. Deride iritasyon problemi olmayan kişiler ise üre ihtiva eden kozmetik nemlediricilerden fayda görebilirler. Banyo sonunda kullanılan vücut yağları derinin nem kaybını engeller. Bu tip kozmetik ürünlerin de oldukça faydası vardır.
8- Soğuk-sıcak hava, mevsimler, güneş, sauna, hamam, kese ve vücut peelingi cildi nasıl etkiler?
Kuru deri, stratum korneum tabakasının nem içeriğinin azalmasıdır. Sıcağa ve soğuğa maruz kalan ciltte transepidermal su kaybı artar ve bu artış cildin kurumasına neden olur. Ayrıca kış mevsimi de cilt kuruluğuna neden olur. Dönemsel kuruluk dendiğinde 'kış kaşıntısı' olarak da bilinen soğuğa bağlı kserosis akla gelir. Kış aylarında düşük neme bağlı olarak gelişen bu tablodan korunmak için mutlaka koruyucu giysiler giyilmeli, nemlendiriciler kullanılmalıdır. Güneş de, hem ısı hem de ışın etkisiyle derinin nem kaybına neden olur. Kozmetik açıdan kaba ve kuru bir deri görüntüsüne mahkum olmamak için yaz ve kış ayları boyunca güneş koruyucu ürünler kullanmak gerekir. Güneş koruyucular deri hasarını ve derinin kurumasını engeller. Suyla sık temasta bulunmak derinin nem kaybına neden olduğundan, kişilerin çok sık kese ve peeling uygulamaları yaptırması da sakıncalıdır. Kese ve peeling sırasında deride oluşan sürtünmeye bağlı iritasyon, kuruluğun şiddetini daha da artırır.
Kaynak:MOTHER & BABY 
0 notes
oyazyocom-blog · 7 years ago
Photo
Tumblr media
http://oyaziyo.com/egzama-hastaligi-belirtileri-nelerdir/
Egzama Hastalığı Belirtileri Nelerdir ?
Deride görülen döküntülü, kaşıntılı, şişkin ve kırmızı kabuklanmış döküntülerin görüldüğü bir rahatsızlıktır. Genellikle ellerde, ayaklarda, yüzde ve sırt bölgesinde ortaya çıkar. Ortalama 1 yaşlarında görülüp ergenliğe kadar sürer. Çoğu egzama belirtisi 2.5 yaşından sonra ortadan kaybolmaktadır. Buda rahatsızlığın kendi kendine geçebildiğini gösterir.
Egzama hastalığı net olarak bir nedene bağlı değildir. Birçok tipi ve nedeni bulunmaktadır. Alerji, astım, zehirli sarmaşık, parfüm, temizlik malzemesi, saman nezlesi ve psikolojik olarak da ortaya çıkabilmektedir. Bunlara ek olarak aşırı kaşınmak da egzamaya neden olabilmekte. Bu şekilde ortaya çıkan egzamaya nörodermatit denir. Ölümcül olmayıp sadece günlük hayatı etkileyen bir rahatsızlıktır. Düzenli bir ilaç tedavisi ile kontrol altına alınabilir. Her yıl ortalama %2 oranında çocukta bu hastalık saptanmaktadır.
Ayrıca bu hastalığın tanısının konulabilmesi için mutlaka bir dermatolog tarafından muayene olmanız gerekmektedir. Tıptaki adı atopik dermatit olan bir hastalık için derinin dikkatle incelenmesi yeterlidir. Atopik dermatit teşhisi için deriye sert bir cisim ile bastırılır. Eğer beyaz bir kabartı meydana gelir. Bu da tanı için yeterlidir. Kesin tanı için cilt testiyle beraber kandaki İgE denilen antikor miktarına bakılır.
Belirtileri ve tanı şekli net olan dermatitten korunmak için makyaj ürünlerinize, temizliğinize, kullandığınız kozmetik ürünlerine ve hatta tükettiğiniz gıdalara kadar dikkat etmeniz gerekmektedir. Korunma yolları basit ve etkilidir. Görsel açıdan kötü bir görüntü yarattığından dolayı gündelik yaşamı oldukça etkilemekte. Fakat basit nüanslar ile bu hastalığın size ulaşmasını engelleyebilir ve korunabilirsiniz. Kalıcı makyajdan kaçının, kaliteli ve tescilli bakım ürünlerini tercih edin, alerjinizin olduğu besinleri tüketmekten kaçının, temiz ve hijyenik giysiler giyinip düzenli bir beslenme planı uygulayın. Böylelikle hem egzamadan hem de diğer hastalıklardan korunarak sağlıklı bir yaşam hedeflemiş olacaksınız.
0 notes
petpatiler-blog · 7 years ago
Text
Yeni Gönderi Yayınlandı!! Pet Patiler
Yeni Gönderi Yayınlandı!! http://www.petpatiler.com/kopekler-neden-tuy-doker/
Köpekler Neden Tüy Döker - Köpeklerde Tüy Dökme Sorunu
Köpekler neden tüy döker ? Evlerinde köpek besleyen hayvan severler için en önemli sorunlardan biri muhtemelen tüy dökme sorunudur. Köpekler yıl boyu tüy dökerler. Yenilerine yer açmak ve sağlıklı tüylere sahip olmak amaçlı köpeğinizin vücudu eski tüylerini üzerinden atarak döker. Ancak yıl boyunca olan bu tüy dökülmelerinin yanı sıra mevsimsel olarakta tüy dökülmesi görülebilir. Hava şartlarına bağlı olarak sıcak havalara uyum sağlamak için de köpeğinizin tüyleri dökülebilir. Bu tüy dökme oranları köpeğinizn cinsine göre değişebilmektedir. Kalın kürklü köpekler bahar mevsimlerinde daha çok tüy dökerler.
Tüyleri en fazla dökülen köpek cinsleri Akita, Alaska Malamut, Amerikan Eskimo, Çin Aslanı, Alman Kurdu, Labrador ve Husky yer almaktadır.
Ancak köpeğiniz normal şartların üzerinde aşırı tüy dökümü yapıyorsa bu bir hastalık belirtisi veya farklı bir problemin habercisi olabilir.
Köpekler Neden Tüy Döker ?
Köpeklerin tüy dökme sebeplerini maddeleyecek olursak;
Köpeğinizde bir parazit olma ihtimali vardır. Pire, kene, bit gibi parazitler olabilir.
Köpeğiniz deri enfeksiyonlarından birini geçiriyor olabilir. (Mantar, egzama gibi.)
Beslenmesi ile ilgili alerjik bir durum olabilir.
Tiroid, böbrek ve ciğer rahatsızlıkları olabilir.
Dişi köpeklerde emzirme, hamilelik dönemlerinde tüy dökülmesi biraz daha fazla görülebilir.
Köpeğinizin sürekli olarak kullandığı bazı ilaçlar tüy dökülme miktarında artış gösterebilir.
Köpeğinizin stresli olması sebebiyle tüy dökülmesi meydana gelebilir.
Kimyasal maddeler ile temastan dolayı dökülme görülebilir.
Bağışıklık sisteminde rahatsızlıklar görülebilir.
Köpeğinizde aşağıdaki belirtileri gördüğünüzde bir veteriner hekime danışmanız önerilir.
Köpeğinizin cildinde kızarıklıklar, kaşıntılar farkettiğinizde,
Köpeğinizin vücudunda yaralar gördüğünüzde,
Bölgesel tüysüz kalmalar, bölgesel dökülmeler gördüğünüzde,
Köpeğinizin sürekli olarak belirli bir bölgesini yaladığını farkettiğinizde veteriner hekiminize danışmanızda fayda olacaktır.
Köpekerde Aşırı Tüy Dökülmesinin Önlenmesi – Köpekler Neden Tüy Döker Sorununun Çözümü
Köpeğinizin tüyleri illa ki dökülmeye devam edecektir. Ancak sizin bunu en aza indirmeniz mümkün. Bunun için yapabileceklerinizi sizin için sıraladık.
İlk olarak köpeğinizin tüylerini tarayarak başlayabilirsiniz. Köpeğinizin cinsine ve tüy yapısına göre belirli aralıklarla tarama ve fırçala işlemi yapmanız tüylerin çevreye dökülmesini azaltacaktır. Dökülen ölü ve yıpranmış tüyleri tarak yardımı ile toplamanız köpeğinizin tüylerinin daha parlak ve sağlıklı görünmesine fayda sağlar. Tüylerin birbirine girmesini engeller ve böylelikle tüylerin arasında kene, pire gibi parazitlerin türemesini engellemiş olursunuz.
Köpeğinizin beslenmesine dikkat etmelisiniz. Köpeğinizin cinsi, kilosuna göre veterinerinizin belirlemiş olduğu mama miktarına uymalısınız. Köpeğinizin cinsine ve yaşına göre hazırlanmış mamaları kullandığınızda tüy dökülme oranı bir hayli azalacaktır.
Köpeğinizi belirli aralıklarla yıkayabilirsiniz. Yine köpeğinizin cinsine göre bu yıkama şekli ve yıkama sıklığı değişecektir. Veterinerinizin uygun gördüğü şekilde köpeğinizi yıkayıp iyice kurulayarak tüy dökülmesini azaltabilirsiniz.
  Faydalanılan Kaynak
www.sevgilikopegim.com/2015/03/03/kopegim-tuy-dokuyor/
0 notes
gdfg5345-blog · 8 years ago
Text
Kış aylarında sık görülen 5 cilt hastalığı
Kış aylarında sık görülen 5 cilt hastalığı  Kış mevsiminde havaların soğuması, rüzgar, hava kirliliği, kapalı ortamlarda daha çok zaman geçirme, daha az su içilmesi ve terlemenin azalması… Tüm bu faktörler ciltte kuruluğun artmasına, bunun sonucunda da çeşitli cilt hastalıklarının gelişmesine veya alevlenmesine neden oluyor. Kış aylarında cildimizi tehdit eden bir başka etken ise stres! Güneşin kış aylarında yüzünü daha az göstermesi birçok kişide depresif duygu durumuna neden oluyor. Bu yüzden stresle tetiklenen cilt hastalıklarının da görülme sıklığı artıyor. Ciltte oluşan kızarıklık, çatlama, kaşıntı ve pullanma gibi yaşam kalitesini düşüren sorunların artmaması için bir dizi önlem almak çok önemli. Dr. Hülya Sağlam kış mevsiminde sık görülen 5 cilt hastalığını anlattı, bu hastalıkların oluşturduğu yakınmalara karşı önerilerde bulundu. 1. Seboreik egzema Egzama; stres, gıda ve birçok çevresel faktörle tekrarlanan kronik bir hastalık. Soğuk hava, nem kaybı, rüzgar, uzun süren sıcak suyla yapılan banyolar…  Bu etkenler en çok yüz bölgesinde; kızarıklık, kaşıntı, pullanma ile görülen ve halk arasında “yağ egzeması” olarak bilinen seboreik dermatit şikayetini artıyor. Yakınmalar ayrıca saçlı deri ve göğsün üst bölgesinde de çok görülüyor. Ne yapmalısınız?  - Rüzgarlı havada dışarıda zaman geçirmemek gibi çevresel faktörlere karşı önlemler almaya özen gösterin. - Cildinize her gün düzenli olarak yağlı olmayan nemlendirici krem sürün. - Seboreik egzemaya yönelik, eczanelerden temin edilen özel krem ve şampuanları tercih edin. - Hekiminizle düzenli olarak iletişim kurun, çünkü krem ve şampuanların zaman zaman hekim kontrolünde değişmesi gerekebiliyor. 2. Sedef Sedef stresle tetiklenen kronik bir cilt hastalığı. Ayrıca  kış mevsiminde  oluşan gribal enfeksiyonlar da bu hastalığı tetikleyebiliyor. Güneşle azalan sedef hastalığı, havaların soğumasıyla birlikte şiddetini artırıyor. Kaşıntı bazen çok şiddetli olabiliyor, genellikle diz, dirsek ve saçlı deride tutulum gelişebiliyor. Kızarıklık ve sedef rengindeki kabuklanmalar hastalığın tipik görüntüsünü oluşturuyor. Ne yapmalısınız? - Güneş ışınlarının sedef gibi cilt hastalıklarına yararlı etkisi var. Her gün 15 dakika düzenli olarak güneş ışınlarından faydalanmayı ihmal etmeyin. - Kapalı ortamda çalışıyorsanız öğle saatleri arasında dışarı çıkıp temiz hava ve güneşten faydalanmaya çalışın. - Düzenli olarak hekiminizi  ziyaret edip hastalığınızın kontrol altında olmasını sağlayın. 3. Kontakt Dermatit Havaların soğuması kontakt dermatit hastalığını da tetikleyebiliyor. Özellikle soğuktan daha çok etkilenen ellerde kuruma, çatlama ve kaşıntı şikayetleri oluyor. Ellerde oluşan bu sorunlar yaşam kalitesini  bozan önemli bir problem haline gelebiliyor. Ne yapmalısınız? - Dışarı çıkarken soğuktan korunmak için mutlaka eldiven giyin. - Ellerinizi eczaneden temin ettiğiniz zeytinyağlı veya gliserinli el sabunlarıyla yıkayın. - Ellerinize her su değdiğinde el kremi sürmeyi alışkanlık haline getirin. - Bulaşık yıkarken ve iş yaparken içi pamuklu eldiven giymeyi unutmayın. - Hastalığın tekrar nüks etmesini önlemek için dermatoloğunuzun tedavi için verdiği ilaçları düzenli olarak kullanmayı asla ihmal etmeyin. 4. Kaşıntı hastalığı Kaşıntı toplumda bir sağlık probleminin belirtisi olarak bilinse de aslında kendisi de” tek başına bir hastalık olabiliyor” ve tüm vücutta oluşabiliyor.  Kaşıntı hastalığının kış aylarının başlangıcında görülme sıklığı artıyor, bunun en önemli nedeni ise soğuk havanın cildimizi kurutması. Kış aylarında ısıtıcılar nedeniyle havanın kuruması, az su içilmesi, güneş ışınlarının yeryüzüne daha az ulaşması, stres ve enfeksiyonlardaki artış, özellikle ilerleyen yaşlarda, genel bir kaşıntı şikayetine neden oluyor. Ne yapmalısınız? - Sıcak suyla banyo yapmayın, - Hamam ve saunaya girmeyin, - Duştan sonra vücudunuza nemlendirici krem sürmeyi alışkanlık haline getirin, - Bol su içmeye özen gösterin, - Baharatlı yemeklerden kaçının, - Stresten uzak kalmaya çalışın. 5. Pernio Pernio soğuğa maruz kalınması sonucunda el, ayak, kulak ve burun gibi vücudun uç bölgelerindeki damarlarda daralmaya bağlı oluşan beslenme bozukluğu nedeniyle gelişiyor. Bu hastalıkta ciltte kızarıklık, kabuklanma ve yanma hissi oluşuyor. Ne yapmalısınız? - Soğuk havada sokağa çıkarken eldiven kullanmayı ve yün çorap giymeyi ihmal etmeyin. - Kan dolaşımını bozduğu için sıkı giysilerden kaçının. - Kan dolaşımını artırması nedeniyle düzenli egzersiz yapmayı alışkanlık haline getirin. 
0 notes
eavb33-blog · 8 years ago
Text
Kış aylarında sık görülen 5 cilt hastalığı
Kış aylarında sık görülen 5 cilt hastalığı  Kış mevsiminde havaların soğuması, rüzgar, hava kirliliği, kapalı ortamlarda daha çok zaman geçirme, daha az su içilmesi ve terlemenin azalması… Tüm bu faktörler ciltte kuruluğun artmasına, bunun sonucunda da çeşitli cilt hastalıklarının gelişmesine veya alevlenmesine neden oluyor. Kış aylarında cildimizi tehdit eden bir başka etken ise stres! Güneşin kış aylarında yüzünü daha az göstermesi birçok kişide depresif duygu durumuna neden oluyor. Bu yüzden stresle tetiklenen cilt hastalıklarının da görülme sıklığı artıyor. Ciltte oluşan kızarıklık, çatlama, kaşıntı ve pullanma gibi yaşam kalitesini düşüren sorunların artmaması için bir dizi önlem almak çok önemli. Dr. Hülya Sağlam kış mevsiminde sık görülen 5 cilt hastalığını anlattı, bu hastalıkların oluşturduğu yakınmalara karşı önerilerde bulundu. 1. Seboreik egzema Egzama; stres, gıda ve birçok çevresel faktörle tekrarlanan kronik bir hastalık. Soğuk hava, nem kaybı, rüzgar, uzun süren sıcak suyla yapılan banyolar…  Bu etkenler en çok yüz bölgesinde; kızarıklık, kaşıntı, pullanma ile görülen ve halk arasında “yağ egzeması” olarak bilinen seboreik dermatit şikayetini artıyor. Yakınmalar ayrıca saçlı deri ve göğsün üst bölgesinde de çok görülüyor. Ne yapmalısınız?  - Rüzgarlı havada dışarıda zaman geçirmemek gibi çevresel faktörlere karşı önlemler almaya özen gösterin. - Cildinize her gün düzenli olarak yağlı olmayan nemlendirici krem sürün. - Seboreik egzemaya yönelik, eczanelerden temin edilen özel krem ve şampuanları tercih edin. - Hekiminizle düzenli olarak iletişim kurun, çünkü krem ve şampuanların zaman zaman hekim kontrolünde değişmesi gerekebiliyor. 2. Sedef Sedef stresle tetiklenen kronik bir cilt hastalığı. Ayrıca  kış mevsiminde  oluşan gribal enfeksiyonlar da bu hastalığı tetikleyebiliyor. Güneşle azalan sedef hastalığı, havaların soğumasıyla birlikte şiddetini artırıyor. Kaşıntı bazen çok şiddetli olabiliyor, genellikle diz, dirsek ve saçlı deride tutulum gelişebiliyor. Kızarıklık ve sedef rengindeki kabuklanmalar hastalığın tipik görüntüsünü oluşturuyor. Ne yapmalısınız? - Güneş ışınlarının sedef gibi cilt hastalıklarına yararlı etkisi var. Her gün 15 dakika düzenli olarak güneş ışınlarından faydalanmayı ihmal etmeyin. - Kapalı ortamda çalışıyorsanız öğle saatleri arasında dışarı çıkıp temiz hava ve güneşten faydalanmaya çalışın. - Düzenli olarak hekiminizi  ziyaret edip hastalığınızın kontrol altında olmasını sağlayın. 3. Kontakt Dermatit Havaların soğuması kontakt dermatit hastalığını da tetikleyebiliyor. Özellikle soğuktan daha çok etkilenen ellerde kuruma, çatlama ve kaşıntı şikayetleri oluyor. Ellerde oluşan bu sorunlar yaşam kalitesini  bozan önemli bir problem haline gelebiliyor. Ne yapmalısınız? - Dışarı çıkarken soğuktan korunmak için mutlaka eldiven giyin. - Ellerinizi eczaneden temin ettiğiniz zeytinyağlı veya gliserinli el sabunlarıyla yıkayın. - Ellerinize her su değdiğinde el kremi sürmeyi alışkanlık haline getirin. - Bulaşık yıkarken ve iş yaparken içi pamuklu eldiven giymeyi unutmayın. - Hastalığın tekrar nüks etmesini önlemek için dermatoloğunuzun tedavi için verdiği ilaçları düzenli olarak kullanmayı asla ihmal etmeyin. 4. Kaşıntı hastalığı Kaşıntı toplumda bir sağlık probleminin belirtisi olarak bilinse de aslında kendisi de” tek başına bir hastalık olabiliyor” ve tüm vücutta oluşabiliyor.  Kaşıntı hastalığının kış aylarının başlangıcında görülme sıklığı artıyor, bunun en önemli nedeni ise soğuk havanın cildimizi kurutması. Kış aylarında ısıtıcılar nedeniyle havanın kuruması, az su içilmesi, güneş ışınlarının yeryüzüne daha az ulaşması, stres ve enfeksiyonlardaki artış, özellikle ilerleyen yaşlarda, genel bir kaşıntı şikayetine neden oluyor. Ne yapmalısınız? - Sıcak suyla banyo yapmayın, - Hamam ve saunaya girmeyin, - Duştan sonra vücudunuza nemlendirici krem sürmeyi alışkanlık haline getirin, - Bol su içmeye özen gösterin, - Baharatlı yemeklerden kaçının, - Stresten uzak kalmaya çalışın. 5. Pernio Pernio soğuğa maruz kalınması sonucunda el, ayak, kulak ve burun gibi vücudun uç bölgelerindeki damarlarda daralmaya bağlı oluşan beslenme bozukluğu nedeniyle gelişiyor. Bu hastalıkta ciltte kızarıklık, kabuklanma ve yanma hissi oluşuyor. Ne yapmalısınız? - Soğuk havada sokağa çıkarken eldiven kullanmayı ve yün çorap giymeyi ihmal etmeyin. - Kan dolaşımını bozduğu için sıkı giysilerden kaçının. - Kan dolaşımını artırması nedeniyle düzenli egzersiz yapmayı alışkanlık haline getirin. 
0 notes
sivilcevetedavisi-blog · 8 years ago
Text
Vücutta kaşıntı neden olur,sebepleri nelerdir?
Vücutta kaşıntı neden olur,sebepleri nelerdir?
Bilhassa yaz aylarında insanların başına bela olan kaşıntı vücutta belirli dönemlerde görülebilir. Bu kaşıntılar uzun vakit sürebilir ve rahatsız edici bir hal alabilir. Bazen kaşıntılar kısa müddet içerisinde geçebilirken bir takım vaziyetlerde geçmez ve kızarıklık ve kabartılarda kaşıntıya eşlik edebilir. Kaşıntı tek başına bir hastalık olmadığı gibi bir takım vaziyetlerde hastalıkların belirtisi veyahut neticesi da olabilir. Ciltte kaşıntıya kapı aralayan bir takım vaziyetler vardır.
Bunların başında;
Egzama gibi cilt hastalıkları
Haşere ısırıkları
Cildin alerjiye bağlı olarak tepki geliştirmesi
Bağırsak parazitleri
Mantar enfeksiyonu
Hormonal değişimler
Bağışıklık sisteminin zayıf olması
Böbrek, karaciğer hastalıkları yada hassasiyeti
Bütün bu vaziyetler cildinizde kaşıntıya kapı aralayabilir. Bu etkenlerin yanında daha bir sürü kaşıntıya kapı aralayan etken mevcuttur. Strese veyahut sıcaklığa bağlı olarak isilik veyahut kurdeşen dökebilirsiniz. Bu rahatsızlıklar da tüm vücutta kaşıntıya kapı aralayabilmektedir.
Kaşıntınızın nedenini bulup doktora müracaat etmelisiniz. Uygun rehabilitasyon metodu bulunup rehabilitasyon edildiğinde, kaşıntınızın geçip vücudunuzun deşarj olduğunu göreceksiniz.
  Rehabilitasyon süreci süresince kaşıntınızı en üye indirmek için dikkat edebileceğiniz bir takım şeyler vardır.
Bunlar;
Soğuk duş almak
Cildi sık sık nemlendirmek
Cildin soluk almasını engelleyecek, ciltte kaşıntıyı arttıracak türde elbiselerden uzak durmak
Parfümsüz cilt ürünleri kullanmak
Kaşıntının olduğu bölgeye soğuk kompres uygulamaktır.
Antihistaminik ya da steroidli kremleri gibi kaşıntı ilaçlarını da kaşıntınızı azaltmak için kullanabilirsiniz. Kaşıntınızın azalmasıyla birlikte sizde biraz deşarj olduğunuzu fark edeceksiniz.
Kuru Cilt
Ciltte kaşındı vaziyeti olduğu zamanlarda ciltde bir döküntü olup olmadığını kontrol etmek gerekir.
Şayet cildinizde kaşıntıya eşlik eden bir döküntü vaziyeti yoksa kaşıntının sebebi cildin kuru olması olabilir. Cilt kuruluğu cilt tipinin kuru olmasından, yaşın ilerlemesine bağlı olarak ve dış şartlardan kaynaklı olabilir. Bulunduğunuz ortamın nem oranının düşük olması, sık sık duş alarak cildi nemsiz bırakmak, klima ve merkezi ısıtma gibi ortamdaki nemi azaltıcı araçlar, aşırı rüzgâra maruz kalmak gibi negatif koşullar ciltte müesseseye ve kaşıntı yapabilir. Bu sürecin oluşmaması ve şayet oluştuysa hızlı bir şekilde geçmesi için cildinizi bol bol nemlendiriniz.
Cilt Hastalıkları ve Enfeksiyonlar
Bir hayli cilt hastalığının yan tesiri olarak kaşıntı görülebilir. Bu cilt hastalıklarının başında sedef, mantar, kurdeşen, suçiçeği, egzama, kepek, mantar, uyuz, bit gibi bir çok rahatsızlık gelmektedir. Cilt hastalıklarından kaynaklı olarak olan kaşıntılarda, kaşıntının olduğu bölgelerde kırmızı lekeler, pullanma ve kabartı görülebilmektedir.
Cildinizde kaşıntıya eşlik eden başka belirtiler fark ettiğiniz taktirde kesinlikle doktorunuza müracaatınız. Doktorunuzun uygulayacağı tedavi kaşıntınızın da geçmesini sağlayacaktır.
Alerji
Cilde temas eden maddelerden ve tüketilen besinlerin vücuda dokunmasından kaynaklı olarak vücut reaksiyon geliştirebilir.Bu vaziyet alerjik bir durumdur ve alerji sebebiyle oluşan kaşıntılar genelde bu sebeplerden kaynaklı olur.Lastik eldivenler, Nikel takılar , cilde dokunabilecek kimyevi içeren ürünler,kumaş boyaları alerji vaziyetinizi arttırabilir ve kaşıntınızın artmasına yol açabilir. Kaşıntınıza yanma hissi de eşlik edebilir.
Astımı ve egzaması bulunan kişilerin vücudu daha hassastır. Bu yüzden alerjik temas egzaması vaziyetine karşı yatkınlıkları bulunabilir.
Bu gibi vaziyetlerde öncelikle yapılacak şey doktorunuza müracaat ederek, cildin nelere karşı alerjisi olduğunu öğrenmek gerekir.
Rehabilitasyon süresince anti alerjik ürünler kullanarak, cildinizi düzenli olarak nemlendiriniz.
Kurdeşen
Cilt hücreleri alerjenlere karşı üretilen histamin isimli bir kimyevi salgılar. Bu kimyevi çok fazla salgılandığında kurdeşen meselesi ortaya çıkar. Kurdeşen akut ve kronik olmak üzere iki türdür. Vücutta kendini kırmızı veyahut beyaz olmak üzere kabarcıklar halinde gösterir. Oluşan bu kabarcıklar engellenmesi zor bir kaşıntı yaratır.
Kurdeşenin oluşmasında rol oynayan ansızın fazla etken vardır. Akut kurdeşen vücutta varlığını çok uzun müddet göstermez. Akut kurdeşen grip soğuk algınlığı haşere ısırması gibi nedenlerden olabileceği gibi domates, ton balığı, muz benzeri besinlerin tüketilmesinden kaynaklıda oluşabilir.
Kronik kurdeşen bağışıklık sisteminde oluşan bir açıklıkta antikorların vücuda saldırıp fazla histamin salgılanması ile oluşur. Kronik kurdeşen vasati 6 hafta kadar sürer. Kronik kurdeşen sürdüğü sürece içki kullanmamaya ve karaciğerinizin yorulmasına kapı aralayacak durum ve yiyeceklerden uzak durmaya özen gösteriniz. Stres, yüksek tansiyon ve alkol kullanımı kurdeşenin seyiri uzatıp kötüleştirecektir.
Menopoz
Menopozla beraber vücutta bir sürü farklık olur. Bu farklıklardan biride hormonal değişimlerdir.
Vücutta değişen hormonlarla beraber ciltte genel bir kaşıntıya kapı aralar. Bu kaşıntının hormonal değişimlerin sinir uçlarını etkilediğinden kaynaklı olduğu düşünülmektedir. Beslenmenize dikkat ederek bu vaziyeti azaltabilmeniz olasıdır. Su tüketimini arttırmalısınız, günde en az 10 bardak su tüketmelisiniz. Omega -3 içeren gıdaların tüketimine dikkat etmelisiniz, sigara ve içki tüketimini bırakmalısınız. Cildinizde oluşabilecek kurumalara karşı cildinizi nemlendirmeye dikkat ediniz ve uyku düzeninize dikkat ediniz. Güneşin zarar veren olduğu saatlerde olası oldukça hanede kalmanızda da fayda vardır. En ehemmiyetli etkenlerden biride strestir. Bu dönemde ruh halinizi etkileyecek dış etkenlere karşı kendinizi savununuz.
Gebelik
Gebe kadınlarda dönem dönem kaşıntı meselesi yaşanabilmektedir. Bu kaşıntı karın, göğüs ve kollarda daha bariz kendini göstermektedir. Bu kaşıntıların; vücudun kilo artışıyla birlikte cildin esnemesi ve bu esnemeyle birlikte gelen çatlaklardan kaynaklı oluşabileceği gibi  gebelikle gelen hormonal değişimlerin, kaşıntı meselenini tetikleyebileceği de düşünülmektedir. Gebelik egzama gibi cilt meselelerini da tetikleyebilir. Gebelikten kaynaklı oluşan cilt kaşıntıları, gebeliğin bitişiyle beraber son bulacaktır.Sık duş alarak bu sürecin rahat  geçmesini sağlayabilirsiniz.
Güneş Işınları
Güneşin zararlı ışınlarına maruz kaldıktan kısa bir süre içerisinde vücudunuzda döküntüler oluşmaya başlayabilir. Bilhassa göğüs, kollar ve sıcak bölgelerde kırmızı noktalar görünür. Kırmızı noktalara kaşıntı eşlik ederse eğer vücudunuzun güneş ışınlarına karşı alerjik bir tepki oluşturduğunu anlarsınız. Güneş alerjisi oldukça yaygın karşılaşılan bir durumdur. Güneşe 15 dakika kadar kısa bir süre dahi maruz kalmak vücudun reaksiyon geliştirmesi için yeterli olabilir. Güneş alerjisinden savunmak için güneşe çıkarken dikkatli olunuz ve kendinizi güneşten mümkün oldukça savununuz. Güneş alerjisi dışında ciltte oluşan güneş yanıkları da cildin kızarmasına ve kaşınmasına kapı aralayabilir.
İlaçlar
İlaç kullanım esnasında vücuda dışarıdan kimyasal alımı söz konusudur. Vücut dışarıdan gelen bu kimyasal maddelere karşı tepki oluşturur. Penisilin içeren ilaçlarda, ağrı kesiciler, mantar ilaçları, aspirin ve antibiyotik ilaçlar vücutta kaşıntı ve döküntüye kapı aralayabilmektedir. Vücudunuzun ilaçlardan kaynaklı olarak alerjik bir reaksiyon geçirdiğini düşünüyorsanız eğer mutlaka doktorunuza müracaatınız. Ve eğer doktorunuz uygun görürse başka bir ilaca geçebilirsiniz.
İç Hastalıkları
Bazı hastalıklar bütün vücudu etkiler ve yan tesir olarak yerel olmayan tüm vücudu saran bir kaşıntı alana getirir. Bu hastalıklar;
Karaciğerden meydana gelen rahatsızlıkları
Tiroid bezinin çok yada az çalışması
Çölyak hastalığı
Kronik böbrek hastalıkları
Kansızlık
Lenfoma’dır
Fazla kaşımaktan dolayı cildi tahriş etmekten kaçınınız. Kaşıntının uzun sürmesi halinde doktorunuza müracaat ederek kaşıntının sebebi ve rehabilitasyon için izlenecek yolu belirleyiniz.
.
Kaşıntı İçin Ne Vakit Doktora Görünmeli
Kaşıntı engellenemez bir hal aldığında
Kaşıntı çok şiddetlendiğinde
Kaşıntı uzun müddettir sürüyor, günlerdir geçmiyor ve daimi tekrarlıyorsa
Kaşıntının sebebiyle alakalı rastgele bir fikriniz yoksa
Yeni ilaç kullanmaya başladıysanız
Kaşıntıya eşlik eden göğüs ağrısı, soluk almakta zorlanma, sarılık, ciltte iltihaplanma gibi başka belirtilerde gözüküyorsa kesinlikle savsaklamamalı ve en kısa vakitte doktora görünmelisiniz.
Vücutta kaşıntı neden olur,sebepleri nelerdir?
0 notes
alternatif-tip · 8 years ago
Link
Deri Hastalıkları Ve Tedavi Yolları Döküntü Deride geçici olarak ortaya çıkan oluşumlar ve renk değişiklikleri "döküntü" olarak bilinir. Döküntüler çeşitli biçimler alabilirler... Bir hastalığın başlangıcında ortaya çıkan döküntüye birincil döküntü denir. Hastalığın doğal seyri sırasında ya da tedaviye yanıt olarak görünüş ve özelliği değişir. Yeni döküntülere ya da ilk döküntünün görünümündeki bu değişmelerle aldığı yeni biçime ikincil döküntü adı verilir. Nedenleri Döküntüler çeşitli hastalıkların belirtisi olabilir. Döküntü bedenin tümünü etkileyen bir durumun dış belirtisi olabilir. Ateşli hastalıklar duygusal rahatsızlıklar ya da alerji döküntü yapabilir. Ancak döküntüler "dermatit" denilen bir çeşit iltihap olan bir deri rahatsızlığının da belirtisi olabilir. Mantar hastalığı egzama ve isilik bu tür iltihaplardır. Belirtiler Birincil döküntülerin en yaygını doktorların "makül" dedikleri kırmızı lekeler ya da alanlardır. Sınırlı bir alanda derinin rengindeki herhangi bir anormal değişme "maküler döküntü" olarak nitelendirilir; kırmızılığın kendisine ise "eritem" adı verilir. Bazen kızamığın başlangıç evresinde olduğu gibi döküntüler birbirinden ayrı yüzlerce küçük lekeden oluşur. Bazen de lekeler büyüyüp birbirleriyle birleşir ve böylece büyük lekeler oluşur. Döküntünün üstüne parmakla bastırıldığında solmaz ama bazen geçici bir beyaz alan kalır. Bu tifo gibi birkaç hastalığın ayırt edici özelliği olduğundan teşhis için önemlidir. Tedavi Döküntülerde asıl nedene yönelik tedavi uygulanmalıdır. Ancak kaşıntı çok rahatsızlık veriyorsa ucuz ve etkili kalamin merhemi kullanılabilir. Kalamin de yeterli olmazsa doktorantihistaminli tablet ya da şurup verebilir. Ancak her kaşıntıda antihistaminli kremler kullanılmamalıdır. Antihistaminin de alerjiye yol açabildiği ortaya çıkmıştır. Sivilce ya da püstüller patlarsa ya da ülserler varsa enfeksiyonu önlemek için mikrop öldürücü kremler ya da losyonlar gerekli olabilir. Tedaviye karşın geçmeyen yineleyen ya da belirgin bir neden yokken ortaya çıkan döküntüler ayrıntılı bir incelemeyi gerektirir. Testlerde nedenin ya da altta yatan bir hastalığın tanılanması mümkündür. Bu konuda önemli bir nokta da başkasına verilmiş olan ilacın döküntüler birbirine benzese de kullanılmamasıdır. Deri Döküntüsünün Sebepleri Deri döküntüleri yaygın görülür ve farklı sebeplerden kaynaklanabilir. Deri döküntülerinin çoğu tehlikeli değildir, kendi kendine iyileşebilirler. Hayatı tehdit eden deri döküntüleri nadir görülür ama bu tür döküntüler söz konusuysa mutlaka tespit edilmeli ve zaman kaybetmeden doktora gidilmelidir. Döküntünün kendi kendine iyileşmemesi vakit kaybetmeden doktora gitmek için bir sebeptir. Kaynağına bağlı olarak çeşitli türde döküntüler bulunur. En yaygın döküntü türü çocuklarda görülen egzamadır. Bu döküntü türünün diğer adı atopik dermatittir. Egzama dirsek ve diz çevresindeki deride kuruluğa, çatlağa ve şişliğe neden olur. Daha ciddi egzama vakalarındaysa tüm vücutta kızarıklık, şişlik ve pullanmalar oluşur. Bazı döküntüler kimyasal, sabun ya da deterjan gibi maddelerle temasın yol açtığı tahrişten kaynaklanır. Kızarıklık, şişlik, kaşıntı görülür ve tahriş edici kontakt dermatit olarak adlandırılır. Güneş yanığı bile tahriş edici dermatit türü olabilir. Çünkü güneş yanığı kırmızıdır ve iyileşirken kaşıntıya neden olur. Alerjik kontakt dermatit, herhangi bir alerjenle temastan kaynaklanan deri döküntüsüdür. Alerjen lastik, saç boyası ya da bazı mücevherlerin içinde bulunan bir metal olan nikel gibi maddeler olabilir. Zehirli sarmaşık, meşe ağacı ve sunmakta bulunan bir yağ ya da uruşyol da bu tür döküntüye neden olur. Bazı deri döküntüleri bulaşıcı hastalık, alerjik reaksiyon, otoimmün hastalıklar, beslenme bozuklukları ve kanser gibi bir dizi rahatsızlıkla birlikte görülür. Çocuklar ve bebeklerde en yaygın tür pişiktir. Pişik sürekli bez kullanımı, derinin idrar ya da dışkıyla teması ve sürekli ıslaklıktan kaynaklanır. Bu döküntü türü bebek kremi ve çocuklar için özel olarak üretilmiş cilt bakım losyonları kullanımı, derinin temiz ve kuru tutulmasıyla kolayca kontrol edilebilir. Bebekte ya da çocuktaki döküntüyü kontrol altında tutulamıyorsa canının daha fazla yanmaması için bir an önce doktora götürülmelidir. Bütün deri döküntülerinin aynı olduğu düşünülmemelidir, her birinin kaynağı farklıdır ve farklı yöntemlerle tedavi edilirler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
alternatif-tip · 8 years ago
Link
Deri Hastalıkları Ve Tedavi Yolları Döküntü Deride geçici olarak ortaya çıkan oluşumlar ve renk değişiklikleri "döküntü" olarak bilinir. Döküntüler çeşitli biçimler alabilirler... Bir hastalığın başlangıcında ortaya çıkan döküntüye birincil döküntü denir. Hastalığın doğal seyri sırasında ya da tedaviye yanıt olarak görünüş ve özelliği değişir. Yeni döküntülere ya da ilk döküntünün görünümündeki bu değişmelerle aldığı yeni biçime ikincil döküntü adı verilir. Nedenleri Döküntüler çeşitli hastalıkların belirtisi olabilir. Döküntü bedenin tümünü etkileyen bir durumun dış belirtisi olabilir. Ateşli hastalıklar duygusal rahatsızlıklar ya da alerji döküntü yapabilir. Ancak döküntüler "dermatit" denilen bir çeşit iltihap olan bir deri rahatsızlığının da belirtisi olabilir. Mantar hastalığı egzama ve isilik bu tür iltihaplardır. Belirtiler Birincil döküntülerin en yaygını doktorların "makül" dedikleri kırmızı lekeler ya da alanlardır. Sınırlı bir alanda derinin rengindeki herhangi bir anormal değişme "maküler döküntü" olarak nitelendirilir; kırmızılığın kendisine ise "eritem" adı verilir. Bazen kızamığın başlangıç evresinde olduğu gibi döküntüler birbirinden ayrı yüzlerce küçük lekeden oluşur. Bazen de lekeler büyüyüp birbirleriyle birleşir ve böylece büyük lekeler oluşur. Döküntünün üstüne parmakla bastırıldığında solmaz ama bazen geçici bir beyaz alan kalır. Bu tifo gibi birkaç hastalığın ayırt edici özelliği olduğundan teşhis için önemlidir. Tedavi Döküntülerde asıl nedene yönelik tedavi uygulanmalıdır. Ancak kaşıntı çok rahatsızlık veriyorsa ucuz ve etkili kalamin merhemi kullanılabilir. Kalamin de yeterli olmazsa doktorantihistaminli tablet ya da şurup verebilir. Ancak her kaşıntıda antihistaminli kremler kullanılmamalıdır. Antihistaminin de alerjiye yol açabildiği ortaya çıkmıştır. Sivilce ya da püstüller patlarsa ya da ülserler varsa enfeksiyonu önlemek için mikrop öldürücü kremler ya da losyonlar gerekli olabilir. Tedaviye karşın geçmeyen yineleyen ya da belirgin bir neden yokken ortaya çıkan döküntüler ayrıntılı bir incelemeyi gerektirir. Testlerde nedenin ya da altta yatan bir hastalığın tanılanması mümkündür. Bu konuda önemli bir nokta da başkasına verilmiş olan ilacın döküntüler birbirine benzese de kullanılmamasıdır. Deri Döküntüsünün Sebepleri Deri döküntüleri yaygın görülür ve farklı sebeplerden kaynaklanabilir. Deri döküntülerinin çoğu tehlikeli değildir, kendi kendine iyileşebilirler. Hayatı tehdit eden deri döküntüleri nadir görülür ama bu tür döküntüler söz konusuysa mutlaka tespit edilmeli ve zaman kaybetmeden doktora gidilmelidir. Döküntünün kendi kendine iyileşmemesi vakit kaybetmeden doktora gitmek için bir sebeptir. Kaynağına bağlı olarak çeşitli türde döküntüler bulunur. En yaygın döküntü türü çocuklarda görülen egzamadır. Bu döküntü türünün diğer adı atopik dermatittir. Egzama dirsek ve diz çevresindeki deride kuruluğa, çatlağa ve şişliğe neden olur. Daha ciddi egzama vakalarındaysa tüm vücutta kızarıklık, şişlik ve pullanmalar oluşur. Bazı döküntüler kimyasal, sabun ya da deterjan gibi maddelerle temasın yol açtığı tahrişten kaynaklanır. Kızarıklık, şişlik, kaşıntı görülür ve tahriş edici kontakt dermatit olarak adlandırılır. Güneş yanığı bile tahriş edici dermatit türü olabilir. Çünkü güneş yanığı kırmızıdır ve iyileşirken kaşıntıya neden olur. Alerjik kontakt dermatit, herhangi bir alerjenle temastan kaynaklanan deri döküntüsüdür. Alerjen lastik, saç boyası ya da bazı mücevherlerin içinde bulunan bir metal olan nikel gibi maddeler olabilir. Zehirli sarmaşık, meşe ağacı ve sunmakta bulunan bir yağ ya da uruşyol da bu tür döküntüye neden olur. Bazı deri döküntüleri bulaşıcı hastalık, alerjik reaksiyon, otoimmün hastalıklar, beslenme bozuklukları ve kanser gibi bir dizi rahatsızlıkla birlikte görülür. Çocuklar ve bebeklerde en yaygın tür pişiktir. Pişik sürekli bez kullanımı, derinin idrar ya da dışkıyla teması ve sürekli ıslaklıktan kaynaklanır. Bu döküntü türü bebek kremi ve çocuklar için özel olarak üretilmiş cilt bakım losyonları kullanımı, derinin temiz ve kuru tutulmasıyla kolayca kontrol edilebilir. Bebekte ya da çocuktaki döküntüyü kontrol altında tutulamıyorsa canının daha fazla yanmaması için bir an önce doktora götürülmelidir. Bütün deri döküntülerinin aynı olduğu düşünülmemelidir, her birinin kaynağı farklıdır ve farklı yöntemlerle tedavi edilirler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
alternatif-tip · 8 years ago
Link
  HIV enfeksiyonunun nasıl ilerlediğini belirtmeden önce bazı noktalara değin­mekte yarar vardır. HîV enfeksiyonu bulaşmış kişi bu (virüsü yaşamı boyunca taşır ve bulaştırıcıdır. Virüs sürekli olarak ürer. Virüs üremesinin etkileri ise çok sonra belir­ginleşmeye başlar. Hastada belirti ve klinik bulgular ortaya çıktığında, HIV enfeksiyonunun belirti veren evresine girilmiş olur. Birincil enfeksiyon belirtileri olgu­ların çok küçük bir bölümünde bulaş­madan hemen sonra ortaya çıkar. Virü­sün vücuda girmesinden sonraki 3-6 ay içinde akut enfeksiyon bulgu ve belirti­lerinden bağımsız olarak HlV’e karşı antikorlar oluşur. Virüsü alan kişide uzunca bir süre hiçbir belirti görülme­yebilir (belirtisiz enfeksiyon). Bazen ilk belirti yaygın lenf bezi büyümesidir (lenfadenopati). Buna İngilizce terimle­rin kısaltılmasıyla oluşturulmuş LAS (lenf bezi büyümesi sendromu) ya da PGL (inatçı ve yaygın lenf bezi büyü­mesi) gibi adlar verilir. HIV enfeksiyonunun daha da ilerle­mesiyle hastalığın tipik belirtileri ortaya çıkar. Önce ağız boşluğunda kandida tü­rü mantar enfeksiyonları, dilde beyaz plaklar halinde çok küçük kabarcıklar, kilo kaybı, düşmeyen ateş, saç dökülme­si, düşünsel işlevlerin zayıflaması, zona ve akciğer veremi görülebilir. Bu belirti ve hastalıkların tümüne birden “AİDS bağlantılı kompleks” (ARC-AIDS Rela-ted Complex) adı verilir.Daha ileri evrede fırsatçı enfeksi­yonlar, tümörler ve ağır sinir sistemi bozukluklanyla ortaya çıkan hastalıklar görülür. Buna “AİDS bunama komplek­si” (ADC-AIDS dementia complex) de­nir. Sonuçta hasta tükenme sendromu (Wasting Syndrome) adıyla bilinen dö­neme girer. Bu dönemde kilo kaybı en ileri aşamadadır.HIV enfeksiyonunun gidişi bazı la-boratuvar testleriyle izlenebilir. Bunla­rın başlıcaları şunlardır: Mutlak CD4+ lenfosit sayısı, CD4+ lenfosit yüzdesi, kanda virüs ve antijenlerinin varlığı, kanda p24-karşıtı antikorların varlığvve kanda beta-2-mikroglobülin düzeyi. Kanda CD4+ lenfositlerinin azalması, AiDS’in ilerlediğinin en duyarlı göster­gesidir.• Birincil enfeksiyon – Birincil HIV enfeksiyonu çoğu kez belirtisizdir. Ama bulaşmadan sonraki 1-12 hafta içinde özgün olmayan bazı belirtiler gö­rülebilir. Ateş, terleme, fenalık duygu­su, yaygın kas ve kemik ağrıları, iştah­sızlık, bulantı, ishal, boğaz ağrısı ve lenf bezi şişmeleri bu dönemin başlıca belirtileridir. Bazı hastalarda baş ağrısı, ışıktan rahatsız olma, zihin karışıklığı ve beyin zan zedelenmesi belirtileri de görülebilir. Olguların yüzde 30-50’sinde deride mononükleoz ya da ür-tikeri andıran kırmızı lekeler vardır. Bu belirtiler 2-3 hafta içinde kendiliğinden geriler. Çok seyrek olarak birincil en­feksiyon ensefalit (beyin iltihabı) ya da menenjitle (beyin zan iltihabı) ortaya çıkabilir. Muayenede boyun, artkafa ve kol-tukaltı lenf bezlerinde büyüme, deri dö­küntüleri ve seyrek olarak karaciğer ve dalakta büyüme saptanır. Kan tahlili lenfosit sayısının düşük (lenfopeni), eritrosit çökme (sedimantasyon) hızının yüksek, transaminaz ve alkali fosfataz enzimlerinin artmış olduğunu gösterir. Ayrıca CD8+ lenfosit sayısı görece yüksek, CD4+/CD8+ oranı tersine dön­müştür.Virüsün vücuda girmesinden genellikle 2 hafta sonra kanda p24 antijeni belirir. Aynı dönemde birincil enfeksi­yon belirtileri de görülmeye başlar. HlV’e karşı antikorlar ise bu aşamadan 1-3 ay sonra ortaya çıkar.Belirtilerin yalnızca AİDS hastalı­ğına özgü olmaması nedeniyle akut en­feksiyon evresi genellikle gözden ka­çar. İleride virüsü taşıdığı kesinleşen hasta bu dönemdeki belirtileri güçlük­le anımsar. Hastalığa aymcı tam ko­nurken mononükleoz, kızamıkçık, grip, sitomegalovirüs enfeksiyonları, hepatit, toksoplazmoz, ikinci evre frengi gibi hastalıklar göz önünde tu­tulmalıdır. Ayrıca lenfom ve lösemi gibi kötü huylu tümör hastalıkları da ayırıcı tanı açısından önem taşır. Doğ­ru tanının konabilmesi için hastadan çok ayrıntılı bilgi alınması ve olası bu­laşma etkenlerinin ortaya çıkarılması zorunludur.Kanda HTV’e karşı antikorların ge­lişmesi ve dolayısıyla kan testinin olumlu sonuç vermesi akut enfeksiyon belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra­ya rastlar. Bu nedenle antikorların araş­tırılması, belirtiler kaybolduktan 4-6 hafta sonra yapılmalıdır.Birincil enfeksiyon belirtilerinin hastalığın gidişini belirlemek açısından çok önemli olmadığı söylenebilir. • Belirtisiz virüs taşıyıcılığı – Olgula­rın büyük bölümünde insanlar virüsü aldıkları ve bulaştıncı oldukları halde uzun süre hiçbir yakınmada bulunmaz­lar. Bu duruma belirtisiz taşıyıcılık (seropozitiflik) denir. Kişi normal ça­lışma ve toplumsal yaşamını sürdürür. Ama belirtisiz de olsa bu dönemde ya­pılacak laboratuvar araştırmaları hasta­da virüsün varlığını kanıtlayabilir. Bu aşamada hücresel bağışıklık sistemin­deki zayıflamayı gösteren CD4+ lenfo­sit değerinin düşmesi çok önemlidir.• Yaygın lenf bezi büyümesi (LAS) -HIV enfeksiyonunda sık görülen bir belirtidir. Nedeni başka hastalıklarla açıklanamayan, en az üç ay süren, ka­sıklar dışında vücudun iki ya da daha çok bölgesinde görülen yaygın lenf be­zi büyümesi AİDS’İ düşündürür. Büyü­me en sık koltukaltı ve boyun arkası lenf bezlerinde görülür. Yaygın lenf bezi büyümesinin hastalığın gidişinde kötüleşme belirtisi olmadığı artık anla­şılmıştır. Belirti vermeyen taşıyıcılarla LAS’lı taşıyıcılar arasında AiDS’e doğ­ru gidişte önemli bir fark gözlenmemiş­tir.Bununla birlikte yaygın lenf bezi büyümesi, HIV enfeksiyonunun çoğu kez ilk klinik belirtisi ve hastanın heki­me başvurmasının en önemli nedenidir. Bu durumda HIV enfeksiyonuna yol açabilecek etkenler dikkatle incelenme­li ve her koşulda kanda HlV’e karşı an­tikor araştırması yapılmalıdır. Hasta bulaşma tehlikesi yaratan etkenlerle karşılaşmamışsa bile lenf bezi şişmesi­ne yol açan öbür hastalıklarla birlikte, HIV enfeksiyonu da ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulur. Kanında virüsü taşıdığı saptanan hastada lenf bezinden örnek almak (lenf bezi biyopsisi) ge­nellikle gerekmez. Ama büyüme kötü huylu tümör gelişimini düşündürecek kadar ileri düzeydeyse biyopsi yapıl­malıdır.• Belirtili dönem Bu dönemde AİDS öncesi dönemde rastlanan AİDS bağ­lantılı kompleks (ARC) ve AiDS’e işa­ret eden belirtiler görülür.HIV enfeksiyonu ilerledikçe en sık görülen belirti ağız boşluğunda genel­likle kandida türü mantar hastalığıdır. Hastalığın başlıca dört tipi vardır: Ya­lancı zarlı, hücre sayısının artmasına bağlı olarak şişmeli, kızartılı ve dudak köşelerinde yara oluşumlu.Bunların içinde en sık görüleni ya­lancı zarlı kandida enfeksiyonudur. Kı­zarık ya da normal renkli ağız mukoza­sı üzerinde sarımsı ya da krem-beyaz renkli tabakalar biçiminde lezyonlar be­lirir. Bu tabakalar kaldırıldığında altta kırmızı, bazen kanayan mukoza görü­lür. Enfeksiyon daha çok yumuşak da­mak, bademcikler, dil sırtı ve dudak mukozasında görülmekle birlikte ağız boşluğunun her yerine yayılabilir.Enfeksiyonun şişmelere yol açan (hiperplastik) tipinde beyaz tabakalar mukozadan sıyrılamaz. Lezyonlar ge­nellikle dilin yan bölümlerinde, damak­ta ve ağız mukozasındadır.Hastalığın kızartılı (eritemli ya da atrofık) tipinde yaygın kızarıklıklar, da­ha ender olarak da damak ve dil sırtın­da lekeler ile ortaya çıkar. Bu lezyonla-nn rengi parlak kırmızıdan açık pembeye kadar değiştiğinden açık renkli ol­ması durumunda tanısı güçtür. Yaşlılarda kansızlık, dişlerin düz­gün kapanmaması, vitamin eksikliği gi­bi nedenlere bağlı olarak dudak kenar­larında yaralara rastlanabilir. Ama bu lezyonlarm gençlerde gözlenmesi HIV enfeksiyonunu düşündürmelidir. Ağız köşelerinde bıçak kesişi gibi çatlaklar ve beyaz tabakalı lezyonlar bu hastalı­ğın ilk belirtisi olabilir.ğızda kandida enfeksiyonu HIV enfeksiyonunun ilerlediğini gösteren çok önemli bir bulgudur. Ayrıca pneu-mocystis carinii asalağının yol açtığı Çok bulaşıcı bir zatürree gibi başka fır­satçı enfeksiyonların habercisidir.Ağız boşluğunda beyaz tabakalar oluşturan küçük çıkıntılar da HIV en­feksiyonunun tipik bir bulgusudur. Tıp­ta “villöz oral lökoplaki” adıyla bilinen bu lezyonlar hastada hiçbir yalanmaya yol açmaz. Hemen her zaman bir şerit gibi dilin çevresinde kain1. Yüzeyi be­yaz renkli ve ipliksi ince dikey çıkıntı­lar nedeniyle pütürlüdür. Bu oluşumlar mukozadan ayrılmaz. Olguların yüzde 85′inde lezyonlarm ortaya çıkmasından iki yıl sonra AİDS başlar. Bu orandan da anlaşılacağı gibi villöz oral lökopla­ki, AiDS’in gelişiminin önemli bir gös­tergesidir. HIV taşıyıcı hastalarda Herpesvirus varicella adlı virüsün yeniden etkinlik göstermesine sık rastlanır. Suçiçeği et­keni olan bu virüs yeniden etkinleşti­ğinde zonaya (Herpes zoster) neden olur. Zona AİDS hastalarının yüzde 10′undan fazlasında vardır. Bu hastalı­ğın yaygın biçimi az görülmekle birlik­te genellikle birkaç bölgede birden orta­ya çıkar.Yağlı deri iltihabında (yağlı egzama ya da seboreli egzama) kırmızı, kabuk­lu, kasıntısız lezyonlar görülür. Bazı hastalarda hafif gidişli olabilir, ama gö­ğüs, sut ve saçlı deride geniş alanlara yayılan ağır biçimleri de vardır.Hastalann büyük bölümünde HIV enfeksiyonu uzun süre belirtisizdir. Ge­ri kalan azınlıkta ise birincil enfeksiyo­nu izleyen aylar ya da yıllar içinde yay­gın belirtiler gözlenir. Hastalar çok ça­buk yorulduklarından, olağan günlük etkinliklerini azaltmak zorunda kaldık­larından yakınırlar. Yaygın gece terle­meleri yalnız hastalığın ileri evrelerinde değil, daha öncesinde de görülür. Vücut sıcaklığının uzun süre 38°C düzeyinde dolaşması ve aralıklı ishal dönemleri öbür yakınmalar arasındadır. Bu geneldüşkünlük önemli bir belirtidir; hastalı­ğın artık son aşamaya ulaştığını göste­rir.« Verem HIV taşıyıcı hastalarda git­tikçe daha sık görülen bir hastalıktır. Özellikle uyuşturucu bağımlıları ve Si­yahlar arasında yaygınlaşmaktadır. Hastalık genellikle eski bir verem oda­ğının yeniden alevlenmesi biçiminde ortaya çıkar. Birincil enfeksiyon olarak başladığı çok ender görülür. Bağışıklık sisteminin henüz büyük ölçüde yıkıma uğramadığı olgularda verem yalnız ak­ciğerlerde yerleşmiştir. Bağışıklık sis­teminin zayıfladığı ileri evrelerde ise akciğerlerde çok yaygın verem gelişir ve hastalık akciğer dışına da yayılır. Bu durumda AİDS tanısı hemen hemen ke­sindir. HIV enfeksiyonu kanla ilgili çeşitli bozukluklara yol açar. Kansızlık ve kanda trombosit sayısının azalması trombositopeni) buna örnektir. Özel­likle trombosit azlığı erken ortaya çıka­bilir ve uzun sürebilir. Bazı hastalarda klinik belirtiler vermekle birlikte ço­ğunlukla sessiz kain- ve bazı olgularda kendiliğinden geriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
alternatif-tip · 8 years ago
Link
Deri Hastalıkları Ve Tedavi Yolları Döküntü Deride geçici olarak ortaya çıkan oluşumlar ve renk değişiklikleri "döküntü" olarak bilinir. Döküntüler çeşitli biçimler alabilirler... Bir hastalığın başlangıcında ortaya çıkan döküntüye birincil döküntü denir. Hastalığın doğal seyri sırasında ya da tedaviye yanıt olarak görünüş ve özelliği değişir. Yeni döküntülere ya da ilk döküntünün görünümündeki bu değişmelerle aldığı yeni biçime ikincil döküntü adı verilir. Nedenleri Döküntüler çeşitli hastalıkların belirtisi olabilir. Döküntü bedenin tümünü etkileyen bir durumun dış belirtisi olabilir. Ateşli hastalıklar duygusal rahatsızlıklar ya da alerji döküntü yapabilir. Ancak döküntüler "dermatit" denilen bir çeşit iltihap olan bir deri rahatsızlığının da belirtisi olabilir. Mantar hastalığı egzama ve isilik bu tür iltihaplardır. Belirtiler Birincil döküntülerin en yaygını doktorların "makül" dedikleri kırmızı lekeler ya da alanlardır. Sınırlı bir alanda derinin rengindeki herhangi bir anormal değişme "maküler döküntü" olarak nitelendirilir; kırmızılığın kendisine ise "eritem" adı verilir. Bazen kızamığın başlangıç evresinde olduğu gibi döküntüler birbirinden ayrı yüzlerce küçük lekeden oluşur. Bazen de lekeler büyüyüp birbirleriyle birleşir ve böylece büyük lekeler oluşur. Döküntünün üstüne parmakla bastırıldığında solmaz ama bazen geçici bir beyaz alan kalır. Bu tifo gibi birkaç hastalığın ayırt edici özelliği olduğundan teşhis için önemlidir. Tedavi Döküntülerde asıl nedene yönelik tedavi uygulanmalıdır. Ancak kaşıntı çok rahatsızlık veriyorsa ucuz ve etkili kalamin merhemi kullanılabilir. Kalamin de yeterli olmazsa doktorantihistaminli tablet ya da şurup verebilir. Ancak her kaşıntıda antihistaminli kremler kullanılmamalıdır. Antihistaminin de alerjiye yol açabildiği ortaya çıkmıştır. Sivilce ya da püstüller patlarsa ya da ülserler varsa enfeksiyonu önlemek için mikrop öldürücü kremler ya da losyonlar gerekli olabilir. Tedaviye karşın geçmeyen yineleyen ya da belirgin bir neden yokken ortaya çıkan döküntüler ayrıntılı bir incelemeyi gerektirir. Testlerde nedenin ya da altta yatan bir hastalığın tanılanması mümkündür. Bu konuda önemli bir nokta da başkasına verilmiş olan ilacın döküntüler birbirine benzese de kullanılmamasıdır. Deri Döküntüsünün Sebepleri Deri döküntüleri yaygın görülür ve farklı sebeplerden kaynaklanabilir. Deri döküntülerinin çoğu tehlikeli değildir, kendi kendine iyileşebilirler. Hayatı tehdit eden deri döküntüleri nadir görülür ama bu tür döküntüler söz konusuysa mutlaka tespit edilmeli ve zaman kaybetmeden doktora gidilmelidir. Döküntünün kendi kendine iyileşmemesi vakit kaybetmeden doktora gitmek için bir sebeptir. Kaynağına bağlı olarak çeşitli türde döküntüler bulunur. En yaygın döküntü türü çocuklarda görülen egzamadır. Bu döküntü türünün diğer adı atopik dermatittir. Egzama dirsek ve diz çevresindeki deride kuruluğa, çatlağa ve şişliğe neden olur. Daha ciddi egzama vakalarındaysa tüm vücutta kızarıklık, şişlik ve pullanmalar oluşur. Bazı döküntüler kimyasal, sabun ya da deterjan gibi maddelerle temasın yol açtığı tahrişten kaynaklanır. Kızarıklık, şişlik, kaşıntı görülür ve tahriş edici kontakt dermatit olarak adlandırılır. Güneş yanığı bile tahriş edici dermatit türü olabilir. Çünkü güneş yanığı kırmızıdır ve iyileşirken kaşıntıya neden olur. Alerjik kontakt dermatit, herhangi bir alerjenle temastan kaynaklanan deri döküntüsüdür. Alerjen lastik, saç boyası ya da bazı mücevherlerin içinde bulunan bir metal olan nikel gibi maddeler olabilir. Zehirli sarmaşık, meşe ağacı ve sunmakta bulunan bir yağ ya da uruşyol da bu tür döküntüye neden olur. Bazı deri döküntüleri bulaşıcı hastalık, alerjik reaksiyon, otoimmün hastalıklar, beslenme bozuklukları ve kanser gibi bir dizi rahatsızlıkla birlikte görülür. Çocuklar ve bebeklerde en yaygın tür pişiktir. Pişik sürekli bez kullanımı, derinin idrar ya da dışkıyla teması ve sürekli ıslaklıktan kaynaklanır. Bu döküntü türü bebek kremi ve çocuklar için özel olarak üretilmiş cilt bakım losyonları kullanımı, derinin temiz ve kuru tutulmasıyla kolayca kontrol edilebilir. Bebekte ya da çocuktaki döküntüyü kontrol altında tutulamıyorsa canının daha fazla yanmaması için bir an önce doktora götürülmelidir. Bütün deri döküntülerinin aynı olduğu düşünülmemelidir, her birinin kaynağı farklıdır ve farklı yöntemlerle tedavi edilirler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
alternatif-tip · 8 years ago
Link
  HIV enfeksiyonunun nasıl ilerlediğini belirtmeden önce bazı noktalara değin­mekte yarar vardır. HîV enfeksiyonu bulaşmış kişi bu (virüsü yaşamı boyunca taşır ve bulaştırıcıdır. Virüs sürekli olarak ürer. Virüs üremesinin etkileri ise çok sonra belir­ginleşmeye başlar. Hastada belirti ve klinik bulgular ortaya çıktığında, HIV enfeksiyonunun belirti veren evresine girilmiş olur. Birincil enfeksiyon belirtileri olgu­ların çok küçük bir bölümünde bulaş­madan hemen sonra ortaya çıkar. Virü­sün vücuda girmesinden sonraki 3-6 ay içinde akut enfeksiyon bulgu ve belirti­lerinden bağımsız olarak HlV’e karşı antikorlar oluşur. Virüsü alan kişide uzunca bir süre hiçbir belirti görülme­yebilir (belirtisiz enfeksiyon). Bazen ilk belirti yaygın lenf bezi büyümesidir (lenfadenopati). Buna İngilizce terimle­rin kısaltılmasıyla oluşturulmuş LAS (lenf bezi büyümesi sendromu) ya da PGL (inatçı ve yaygın lenf bezi büyü­mesi) gibi adlar verilir. HIV enfeksiyonunun daha da ilerle­mesiyle hastalığın tipik belirtileri ortaya çıkar. Önce ağız boşluğunda kandida tü­rü mantar enfeksiyonları, dilde beyaz plaklar halinde çok küçük kabarcıklar, kilo kaybı, düşmeyen ateş, saç dökülme­si, düşünsel işlevlerin zayıflaması, zona ve akciğer veremi görülebilir. Bu belirti ve hastalıkların tümüne birden “AİDS bağlantılı kompleks” (ARC-AIDS Rela-ted Complex) adı verilir.Daha ileri evrede fırsatçı enfeksi­yonlar, tümörler ve ağır sinir sistemi bozukluklanyla ortaya çıkan hastalıklar görülür. Buna “AİDS bunama komplek­si” (ADC-AIDS dementia complex) de­nir. Sonuçta hasta tükenme sendromu (Wasting Syndrome) adıyla bilinen dö­neme girer. Bu dönemde kilo kaybı en ileri aşamadadır.HIV enfeksiyonunun gidişi bazı la-boratuvar testleriyle izlenebilir. Bunla­rın başlıcaları şunlardır: Mutlak CD4+ lenfosit sayısı, CD4+ lenfosit yüzdesi, kanda virüs ve antijenlerinin varlığı, kanda p24-karşıtı antikorların varlığvve kanda beta-2-mikroglobülin düzeyi. Kanda CD4+ lenfositlerinin azalması, AiDS’in ilerlediğinin en duyarlı göster­gesidir.• Birincil enfeksiyon – Birincil HIV enfeksiyonu çoğu kez belirtisizdir. Ama bulaşmadan sonraki 1-12 hafta içinde özgün olmayan bazı belirtiler gö­rülebilir. Ateş, terleme, fenalık duygu­su, yaygın kas ve kemik ağrıları, iştah­sızlık, bulantı, ishal, boğaz ağrısı ve lenf bezi şişmeleri bu dönemin başlıca belirtileridir. Bazı hastalarda baş ağrısı, ışıktan rahatsız olma, zihin karışıklığı ve beyin zan zedelenmesi belirtileri de görülebilir. Olguların yüzde 30-50’sinde deride mononükleoz ya da ür-tikeri andıran kırmızı lekeler vardır. Bu belirtiler 2-3 hafta içinde kendiliğinden geriler. Çok seyrek olarak birincil en­feksiyon ensefalit (beyin iltihabı) ya da menenjitle (beyin zan iltihabı) ortaya çıkabilir. Muayenede boyun, artkafa ve kol-tukaltı lenf bezlerinde büyüme, deri dö­küntüleri ve seyrek olarak karaciğer ve dalakta büyüme saptanır. Kan tahlili lenfosit sayısının düşük (lenfopeni), eritrosit çökme (sedimantasyon) hızının yüksek, transaminaz ve alkali fosfataz enzimlerinin artmış olduğunu gösterir. Ayrıca CD8+ lenfosit sayısı görece yüksek, CD4+/CD8+ oranı tersine dön­müştür.Virüsün vücuda girmesinden genellikle 2 hafta sonra kanda p24 antijeni belirir. Aynı dönemde birincil enfeksi­yon belirtileri de görülmeye başlar. HlV’e karşı antikorlar ise bu aşamadan 1-3 ay sonra ortaya çıkar.Belirtilerin yalnızca AİDS hastalı­ğına özgü olmaması nedeniyle akut en­feksiyon evresi genellikle gözden ka­çar. İleride virüsü taşıdığı kesinleşen hasta bu dönemdeki belirtileri güçlük­le anımsar. Hastalığa aymcı tam ko­nurken mononükleoz, kızamıkçık, grip, sitomegalovirüs enfeksiyonları, hepatit, toksoplazmoz, ikinci evre frengi gibi hastalıklar göz önünde tu­tulmalıdır. Ayrıca lenfom ve lösemi gibi kötü huylu tümör hastalıkları da ayırıcı tanı açısından önem taşır. Doğ­ru tanının konabilmesi için hastadan çok ayrıntılı bilgi alınması ve olası bu­laşma etkenlerinin ortaya çıkarılması zorunludur.Kanda HTV’e karşı antikorların ge­lişmesi ve dolayısıyla kan testinin olumlu sonuç vermesi akut enfeksiyon belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra­ya rastlar. Bu nedenle antikorların araş­tırılması, belirtiler kaybolduktan 4-6 hafta sonra yapılmalıdır.Birincil enfeksiyon belirtilerinin hastalığın gidişini belirlemek açısından çok önemli olmadığı söylenebilir. • Belirtisiz virüs taşıyıcılığı – Olgula­rın büyük bölümünde insanlar virüsü aldıkları ve bulaştıncı oldukları halde uzun süre hiçbir yakınmada bulunmaz­lar. Bu duruma belirtisiz taşıyıcılık (seropozitiflik) denir. Kişi normal ça­lışma ve toplumsal yaşamını sürdürür. Ama belirtisiz de olsa bu dönemde ya­pılacak laboratuvar araştırmaları hasta­da virüsün varlığını kanıtlayabilir. Bu aşamada hücresel bağışıklık sistemin­deki zayıflamayı gösteren CD4+ lenfo­sit değerinin düşmesi çok önemlidir.• Yaygın lenf bezi büyümesi (LAS) -HIV enfeksiyonunda sık görülen bir belirtidir. Nedeni başka hastalıklarla açıklanamayan, en az üç ay süren, ka­sıklar dışında vücudun iki ya da daha çok bölgesinde görülen yaygın lenf be­zi büyümesi AİDS’İ düşündürür. Büyü­me en sık koltukaltı ve boyun arkası lenf bezlerinde görülür. Yaygın lenf bezi büyümesinin hastalığın gidişinde kötüleşme belirtisi olmadığı artık anla­şılmıştır. Belirti vermeyen taşıyıcılarla LAS’lı taşıyıcılar arasında AiDS’e doğ­ru gidişte önemli bir fark gözlenmemiş­tir.Bununla birlikte yaygın lenf bezi büyümesi, HIV enfeksiyonunun çoğu kez ilk klinik belirtisi ve hastanın heki­me başvurmasının en önemli nedenidir. Bu durumda HIV enfeksiyonuna yol açabilecek etkenler dikkatle incelenme­li ve her koşulda kanda HlV’e karşı an­tikor araştırması yapılmalıdır. Hasta bulaşma tehlikesi yaratan etkenlerle karşılaşmamışsa bile lenf bezi şişmesi­ne yol açan öbür hastalıklarla birlikte, HIV enfeksiyonu da ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulur. Kanında virüsü taşıdığı saptanan hastada lenf bezinden örnek almak (lenf bezi biyopsisi) ge­nellikle gerekmez. Ama büyüme kötü huylu tümör gelişimini düşündürecek kadar ileri düzeydeyse biyopsi yapıl­malıdır.• Belirtili dönem Bu dönemde AİDS öncesi dönemde rastlanan AİDS bağ­lantılı kompleks (ARC) ve AiDS’e işa­ret eden belirtiler görülür.HIV enfeksiyonu ilerledikçe en sık görülen belirti ağız boşluğunda genel­likle kandida türü mantar hastalığıdır. Hastalığın başlıca dört tipi vardır: Ya­lancı zarlı, hücre sayısının artmasına bağlı olarak şişmeli, kızartılı ve dudak köşelerinde yara oluşumlu.Bunların içinde en sık görüleni ya­lancı zarlı kandida enfeksiyonudur. Kı­zarık ya da normal renkli ağız mukoza­sı üzerinde sarımsı ya da krem-beyaz renkli tabakalar biçiminde lezyonlar be­lirir. Bu tabakalar kaldırıldığında altta kırmızı, bazen kanayan mukoza görü­lür. Enfeksiyon daha çok yumuşak da­mak, bademcikler, dil sırtı ve dudak mukozasında görülmekle birlikte ağız boşluğunun her yerine yayılabilir.Enfeksiyonun şişmelere yol açan (hiperplastik) tipinde beyaz tabakalar mukozadan sıyrılamaz. Lezyonlar ge­nellikle dilin yan bölümlerinde, damak­ta ve ağız mukozasındadır.Hastalığın kızartılı (eritemli ya da atrofık) tipinde yaygın kızarıklıklar, da­ha ender olarak da damak ve dil sırtın­da lekeler ile ortaya çıkar. Bu lezyonla-nn rengi parlak kırmızıdan açık pembeye kadar değiştiğinden açık renkli ol­ması durumunda tanısı güçtür. Yaşlılarda kansızlık, dişlerin düz­gün kapanmaması, vitamin eksikliği gi­bi nedenlere bağlı olarak dudak kenar­larında yaralara rastlanabilir. Ama bu lezyonlarm gençlerde gözlenmesi HIV enfeksiyonunu düşündürmelidir. Ağız köşelerinde bıçak kesişi gibi çatlaklar ve beyaz tabakalı lezyonlar bu hastalı­ğın ilk belirtisi olabilir.ğızda kandida enfeksiyonu HIV enfeksiyonunun ilerlediğini gösteren çok önemli bir bulgudur. Ayrıca pneu-mocystis carinii asalağının yol açtığı Çok bulaşıcı bir zatürree gibi başka fır­satçı enfeksiyonların habercisidir.Ağız boşluğunda beyaz tabakalar oluşturan küçük çıkıntılar da HIV en­feksiyonunun tipik bir bulgusudur. Tıp­ta “villöz oral lökoplaki” adıyla bilinen bu lezyonlar hastada hiçbir yalanmaya yol açmaz. Hemen her zaman bir şerit gibi dilin çevresinde kain1. Yüzeyi be­yaz renkli ve ipliksi ince dikey çıkıntı­lar nedeniyle pütürlüdür. Bu oluşumlar mukozadan ayrılmaz. Olguların yüzde 85′inde lezyonlarm ortaya çıkmasından iki yıl sonra AİDS başlar. Bu orandan da anlaşılacağı gibi villöz oral lökopla­ki, AiDS’in gelişiminin önemli bir gös­tergesidir. HIV taşıyıcı hastalarda Herpesvirus varicella adlı virüsün yeniden etkinlik göstermesine sık rastlanır. Suçiçeği et­keni olan bu virüs yeniden etkinleşti­ğinde zonaya (Herpes zoster) neden olur. Zona AİDS hastalarının yüzde 10′undan fazlasında vardır. Bu hastalı­ğın yaygın biçimi az görülmekle birlik­te genellikle birkaç bölgede birden orta­ya çıkar.Yağlı deri iltihabında (yağlı egzama ya da seboreli egzama) kırmızı, kabuk­lu, kasıntısız lezyonlar görülür. Bazı hastalarda hafif gidişli olabilir, ama gö­ğüs, sut ve saçlı deride geniş alanlara yayılan ağır biçimleri de vardır.Hastalann büyük bölümünde HIV enfeksiyonu uzun süre belirtisizdir. Ge­ri kalan azınlıkta ise birincil enfeksiyo­nu izleyen aylar ya da yıllar içinde yay­gın belirtiler gözlenir. Hastalar çok ça­buk yorulduklarından, olağan günlük etkinliklerini azaltmak zorunda kaldık­larından yakınırlar. Yaygın gece terle­meleri yalnız hastalığın ileri evrelerinde değil, daha öncesinde de görülür. Vücut sıcaklığının uzun süre 38°C düzeyinde dolaşması ve aralıklı ishal dönemleri öbür yakınmalar arasındadır. Bu geneldüşkünlük önemli bir belirtidir; hastalı­ğın artık son aşamaya ulaştığını göste­rir.« Verem HIV taşıyıcı hastalarda git­tikçe daha sık görülen bir hastalıktır. Özellikle uyuşturucu bağımlıları ve Si­yahlar arasında yaygınlaşmaktadır. Hastalık genellikle eski bir verem oda­ğının yeniden alevlenmesi biçiminde ortaya çıkar. Birincil enfeksiyon olarak başladığı çok ender görülür. Bağışıklık sisteminin henüz büyük ölçüde yıkıma uğramadığı olgularda verem yalnız ak­ciğerlerde yerleşmiştir. Bağışıklık sis­teminin zayıfladığı ileri evrelerde ise akciğerlerde çok yaygın verem gelişir ve hastalık akciğer dışına da yayılır. Bu durumda AİDS tanısı hemen hemen ke­sindir. HIV enfeksiyonu kanla ilgili çeşitli bozukluklara yol açar. Kansızlık ve kanda trombosit sayısının azalması trombositopeni) buna örnektir. Özel­likle trombosit azlığı erken ortaya çıka­bilir ve uzun sürebilir. Bazı hastalarda klinik belirtiler vermekle birlikte ço­ğunlukla sessiz kain- ve bazı olgularda kendiliğinden geriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
alternatif-tip · 8 years ago
Link
Deri Hastalıkları Ve Tedavi Yolları Döküntü Deride geçici olarak ortaya çıkan oluşumlar ve renk değişiklikleri "döküntü" olarak bilinir. Döküntüler çeşitli biçimler alabilirler... Bir hastalığın başlangıcında ortaya çıkan döküntüye birincil döküntü denir. Hastalığın doğal seyri sırasında ya da tedaviye yanıt olarak görünüş ve özelliği değişir. Yeni döküntülere ya da ilk döküntünün görünümündeki bu değişmelerle aldığı yeni biçime ikincil döküntü adı verilir. Nedenleri Döküntüler çeşitli hastalıkların belirtisi olabilir. Döküntü bedenin tümünü etkileyen bir durumun dış belirtisi olabilir. Ateşli hastalıklar duygusal rahatsızlıklar ya da alerji döküntü yapabilir. Ancak döküntüler "dermatit" denilen bir çeşit iltihap olan bir deri rahatsızlığının da belirtisi olabilir. Mantar hastalığı egzama ve isilik bu tür iltihaplardır. Belirtiler Birincil döküntülerin en yaygını doktorların "makül" dedikleri kırmızı lekeler ya da alanlardır. Sınırlı bir alanda derinin rengindeki herhangi bir anormal değişme "maküler döküntü" olarak nitelendirilir; kırmızılığın kendisine ise "eritem" adı verilir. Bazen kızamığın başlangıç evresinde olduğu gibi döküntüler birbirinden ayrı yüzlerce küçük lekeden oluşur. Bazen de lekeler büyüyüp birbirleriyle birleşir ve böylece büyük lekeler oluşur. Döküntünün üstüne parmakla bastırıldığında solmaz ama bazen geçici bir beyaz alan kalır. Bu tifo gibi birkaç hastalığın ayırt edici özelliği olduğundan teşhis için önemlidir. Tedavi Döküntülerde asıl nedene yönelik tedavi uygulanmalıdır. Ancak kaşıntı çok rahatsızlık veriyorsa ucuz ve etkili kalamin merhemi kullanılabilir. Kalamin de yeterli olmazsa doktorantihistaminli tablet ya da şurup verebilir. Ancak her kaşıntıda antihistaminli kremler kullanılmamalıdır. Antihistaminin de alerjiye yol açabildiği ortaya çıkmıştır. Sivilce ya da püstüller patlarsa ya da ülserler varsa enfeksiyonu önlemek için mikrop öldürücü kremler ya da losyonlar gerekli olabilir. Tedaviye karşın geçmeyen yineleyen ya da belirgin bir neden yokken ortaya çıkan döküntüler ayrıntılı bir incelemeyi gerektirir. Testlerde nedenin ya da altta yatan bir hastalığın tanılanması mümkündür. Bu konuda önemli bir nokta da başkasına verilmiş olan ilacın döküntüler birbirine benzese de kullanılmamasıdır. Deri Döküntüsünün Sebepleri Deri döküntüleri yaygın görülür ve farklı sebeplerden kaynaklanabilir. Deri döküntülerinin çoğu tehlikeli değildir, kendi kendine iyileşebilirler. Hayatı tehdit eden deri döküntüleri nadir görülür ama bu tür döküntüler söz konusuysa mutlaka tespit edilmeli ve zaman kaybetmeden doktora gidilmelidir. Döküntünün kendi kendine iyileşmemesi vakit kaybetmeden doktora gitmek için bir sebeptir. Kaynağına bağlı olarak çeşitli türde döküntüler bulunur. En yaygın döküntü türü çocuklarda görülen egzamadır. Bu döküntü türünün diğer adı atopik dermatittir. Egzama dirsek ve diz çevresindeki deride kuruluğa, çatlağa ve şişliğe neden olur. Daha ciddi egzama vakalarındaysa tüm vücutta kızarıklık, şişlik ve pullanmalar oluşur. Bazı döküntüler kimyasal, sabun ya da deterjan gibi maddelerle temasın yol açtığı tahrişten kaynaklanır. Kızarıklık, şişlik, kaşıntı görülür ve tahriş edici kontakt dermatit olarak adlandırılır. Güneş yanığı bile tahriş edici dermatit türü olabilir. Çünkü güneş yanığı kırmızıdır ve iyileşirken kaşıntıya neden olur. Alerjik kontakt dermatit, herhangi bir alerjenle temastan kaynaklanan deri döküntüsüdür. Alerjen lastik, saç boyası ya da bazı mücevherlerin içinde bulunan bir metal olan nikel gibi maddeler olabilir. Zehirli sarmaşık, meşe ağacı ve sunmakta bulunan bir yağ ya da uruşyol da bu tür döküntüye neden olur. Bazı deri döküntüleri bulaşıcı hastalık, alerjik reaksiyon, otoimmün hastalıklar, beslenme bozuklukları ve kanser gibi bir dizi rahatsızlıkla birlikte görülür. Çocuklar ve bebeklerde en yaygın tür pişiktir. Pişik sürekli bez kullanımı, derinin idrar ya da dışkıyla teması ve sürekli ıslaklıktan kaynaklanır. Bu döküntü türü bebek kremi ve çocuklar için özel olarak üretilmiş cilt bakım losyonları kullanımı, derinin temiz ve kuru tutulmasıyla kolayca kontrol edilebilir. Bebekte ya da çocuktaki döküntüyü kontrol altında tutulamıyorsa canının daha fazla yanmaması için bir an önce doktora götürülmelidir. Bütün deri döküntülerinin aynı olduğu düşünülmemelidir, her birinin kaynağı farklıdır ve farklı yöntemlerle tedavi edilirler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
alternatif-tip · 8 years ago
Link
  HIV enfeksiyonunun nasıl ilerlediğini belirtmeden önce bazı noktalara değin­mekte yarar vardır. HîV enfeksiyonu bulaşmış kişi bu (virüsü yaşamı boyunca taşır ve bulaştırıcıdır. Virüs sürekli olarak ürer. Virüs üremesinin etkileri ise çok sonra belir­ginleşmeye başlar. Hastada belirti ve klinik bulgular ortaya çıktığında, HIV enfeksiyonunun belirti veren evresine girilmiş olur. Birincil enfeksiyon belirtileri olgu­ların çok küçük bir bölümünde bulaş­madan hemen sonra ortaya çıkar. Virü­sün vücuda girmesinden sonraki 3-6 ay içinde akut enfeksiyon bulgu ve belirti­lerinden bağımsız olarak HlV’e karşı antikorlar oluşur. Virüsü alan kişide uzunca bir süre hiçbir belirti görülme­yebilir (belirtisiz enfeksiyon). Bazen ilk belirti yaygın lenf bezi büyümesidir (lenfadenopati). Buna İngilizce terimle­rin kısaltılmasıyla oluşturulmuş LAS (lenf bezi büyümesi sendromu) ya da PGL (inatçı ve yaygın lenf bezi büyü­mesi) gibi adlar verilir. HIV enfeksiyonunun daha da ilerle­mesiyle hastalığın tipik belirtileri ortaya çıkar. Önce ağız boşluğunda kandida tü­rü mantar enfeksiyonları, dilde beyaz plaklar halinde çok küçük kabarcıklar, kilo kaybı, düşmeyen ateş, saç dökülme­si, düşünsel işlevlerin zayıflaması, zona ve akciğer veremi görülebilir. Bu belirti ve hastalıkların tümüne birden “AİDS bağlantılı kompleks” (ARC-AIDS Rela-ted Complex) adı verilir.Daha ileri evrede fırsatçı enfeksi­yonlar, tümörler ve ağır sinir sistemi bozukluklanyla ortaya çıkan hastalıklar görülür. Buna “AİDS bunama komplek­si” (ADC-AIDS dementia complex) de­nir. Sonuçta hasta tükenme sendromu (Wasting Syndrome) adıyla bilinen dö­neme girer. Bu dönemde kilo kaybı en ileri aşamadadır.HIV enfeksiyonunun gidişi bazı la-boratuvar testleriyle izlenebilir. Bunla­rın başlıcaları şunlardır: Mutlak CD4+ lenfosit sayısı, CD4+ lenfosit yüzdesi, kanda virüs ve antijenlerinin varlığı, kanda p24-karşıtı antikorların varlığvve kanda beta-2-mikroglobülin düzeyi. Kanda CD4+ lenfositlerinin azalması, AiDS’in ilerlediğinin en duyarlı göster­gesidir.• Birincil enfeksiyon – Birincil HIV enfeksiyonu çoğu kez belirtisizdir. Ama bulaşmadan sonraki 1-12 hafta içinde özgün olmayan bazı belirtiler gö­rülebilir. Ateş, terleme, fenalık duygu­su, yaygın kas ve kemik ağrıları, iştah­sızlık, bulantı, ishal, boğaz ağrısı ve lenf bezi şişmeleri bu dönemin başlıca belirtileridir. Bazı hastalarda baş ağrısı, ışıktan rahatsız olma, zihin karışıklığı ve beyin zan zedelenmesi belirtileri de görülebilir. Olguların yüzde 30-50’sinde deride mononükleoz ya da ür-tikeri andıran kırmızı lekeler vardır. Bu belirtiler 2-3 hafta içinde kendiliğinden geriler. Çok seyrek olarak birincil en­feksiyon ensefalit (beyin iltihabı) ya da menenjitle (beyin zan iltihabı) ortaya çıkabilir. Muayenede boyun, artkafa ve kol-tukaltı lenf bezlerinde büyüme, deri dö­küntüleri ve seyrek olarak karaciğer ve dalakta büyüme saptanır. Kan tahlili lenfosit sayısının düşük (lenfopeni), eritrosit çökme (sedimantasyon) hızının yüksek, transaminaz ve alkali fosfataz enzimlerinin artmış olduğunu gösterir. Ayrıca CD8+ lenfosit sayısı görece yüksek, CD4+/CD8+ oranı tersine dön­müştür.Virüsün vücuda girmesinden genellikle 2 hafta sonra kanda p24 antijeni belirir. Aynı dönemde birincil enfeksi­yon belirtileri de görülmeye başlar. HlV’e karşı antikorlar ise bu aşamadan 1-3 ay sonra ortaya çıkar.Belirtilerin yalnızca AİDS hastalı­ğına özgü olmaması nedeniyle akut en­feksiyon evresi genellikle gözden ka­çar. İleride virüsü taşıdığı kesinleşen hasta bu dönemdeki belirtileri güçlük­le anımsar. Hastalığa aymcı tam ko­nurken mononükleoz, kızamıkçık, grip, sitomegalovirüs enfeksiyonları, hepatit, toksoplazmoz, ikinci evre frengi gibi hastalıklar göz önünde tu­tulmalıdır. Ayrıca lenfom ve lösemi gibi kötü huylu tümör hastalıkları da ayırıcı tanı açısından önem taşır. Doğ­ru tanının konabilmesi için hastadan çok ayrıntılı bilgi alınması ve olası bu­laşma etkenlerinin ortaya çıkarılması zorunludur.Kanda HTV’e karşı antikorların ge­lişmesi ve dolayısıyla kan testinin olumlu sonuç vermesi akut enfeksiyon belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra­ya rastlar. Bu nedenle antikorların araş­tırılması, belirtiler kaybolduktan 4-6 hafta sonra yapılmalıdır.Birincil enfeksiyon belirtilerinin hastalığın gidişini belirlemek açısından çok önemli olmadığı söylenebilir. • Belirtisiz virüs taşıyıcılığı – Olgula­rın büyük bölümünde insanlar virüsü aldıkları ve bulaştıncı oldukları halde uzun süre hiçbir yakınmada bulunmaz­lar. Bu duruma belirtisiz taşıyıcılık (seropozitiflik) denir. Kişi normal ça­lışma ve toplumsal yaşamını sürdürür. Ama belirtisiz de olsa bu dönemde ya­pılacak laboratuvar araştırmaları hasta­da virüsün varlığını kanıtlayabilir. Bu aşamada hücresel bağışıklık sistemin­deki zayıflamayı gösteren CD4+ lenfo­sit değerinin düşmesi çok önemlidir.• Yaygın lenf bezi büyümesi (LAS) -HIV enfeksiyonunda sık görülen bir belirtidir. Nedeni başka hastalıklarla açıklanamayan, en az üç ay süren, ka­sıklar dışında vücudun iki ya da daha çok bölgesinde görülen yaygın lenf be­zi büyümesi AİDS’İ düşündürür. Büyü­me en sık koltukaltı ve boyun arkası lenf bezlerinde görülür. Yaygın lenf bezi büyümesinin hastalığın gidişinde kötüleşme belirtisi olmadığı artık anla­şılmıştır. Belirti vermeyen taşıyıcılarla LAS’lı taşıyıcılar arasında AiDS’e doğ­ru gidişte önemli bir fark gözlenmemiş­tir.Bununla birlikte yaygın lenf bezi büyümesi, HIV enfeksiyonunun çoğu kez ilk klinik belirtisi ve hastanın heki­me başvurmasının en önemli nedenidir. Bu durumda HIV enfeksiyonuna yol açabilecek etkenler dikkatle incelenme­li ve her koşulda kanda HlV’e karşı an­tikor araştırması yapılmalıdır. Hasta bulaşma tehlikesi yaratan etkenlerle karşılaşmamışsa bile lenf bezi şişmesi­ne yol açan öbür hastalıklarla birlikte, HIV enfeksiyonu da ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulur. Kanında virüsü taşıdığı saptanan hastada lenf bezinden örnek almak (lenf bezi biyopsisi) ge­nellikle gerekmez. Ama büyüme kötü huylu tümör gelişimini düşündürecek kadar ileri düzeydeyse biyopsi yapıl­malıdır.• Belirtili dönem Bu dönemde AİDS öncesi dönemde rastlanan AİDS bağ­lantılı kompleks (ARC) ve AiDS’e işa­ret eden belirtiler görülür.HIV enfeksiyonu ilerledikçe en sık görülen belirti ağız boşluğunda genel­likle kandida türü mantar hastalığıdır. Hastalığın başlıca dört tipi vardır: Ya­lancı zarlı, hücre sayısının artmasına bağlı olarak şişmeli, kızartılı ve dudak köşelerinde yara oluşumlu.Bunların içinde en sık görüleni ya­lancı zarlı kandida enfeksiyonudur. Kı­zarık ya da normal renkli ağız mukoza­sı üzerinde sarımsı ya da krem-beyaz renkli tabakalar biçiminde lezyonlar be­lirir. Bu tabakalar kaldırıldığında altta kırmızı, bazen kanayan mukoza görü­lür. Enfeksiyon daha çok yumuşak da­mak, bademcikler, dil sırtı ve dudak mukozasında görülmekle birlikte ağız boşluğunun her yerine yayılabilir.Enfeksiyonun şişmelere yol açan (hiperplastik) tipinde beyaz tabakalar mukozadan sıyrılamaz. Lezyonlar ge­nellikle dilin yan bölümlerinde, damak­ta ve ağız mukozasındadır.Hastalığın kızartılı (eritemli ya da atrofık) tipinde yaygın kızarıklıklar, da­ha ender olarak da damak ve dil sırtın­da lekeler ile ortaya çıkar. Bu lezyonla-nn rengi parlak kırmızıdan açık pembeye kadar değiştiğinden açık renkli ol­ması durumunda tanısı güçtür. Yaşlılarda kansızlık, dişlerin düz­gün kapanmaması, vitamin eksikliği gi­bi nedenlere bağlı olarak dudak kenar­larında yaralara rastlanabilir. Ama bu lezyonlarm gençlerde gözlenmesi HIV enfeksiyonunu düşündürmelidir. Ağız köşelerinde bıçak kesişi gibi çatlaklar ve beyaz tabakalı lezyonlar bu hastalı­ğın ilk belirtisi olabilir.ğızda kandida enfeksiyonu HIV enfeksiyonunun ilerlediğini gösteren çok önemli bir bulgudur. Ayrıca pneu-mocystis carinii asalağının yol açtığı Çok bulaşıcı bir zatürree gibi başka fır­satçı enfeksiyonların habercisidir.Ağız boşluğunda beyaz tabakalar oluşturan küçük çıkıntılar da HIV en­feksiyonunun tipik bir bulgusudur. Tıp­ta “villöz oral lökoplaki” adıyla bilinen bu lezyonlar hastada hiçbir yalanmaya yol açmaz. Hemen her zaman bir şerit gibi dilin çevresinde kain1. Yüzeyi be­yaz renkli ve ipliksi ince dikey çıkıntı­lar nedeniyle pütürlüdür. Bu oluşumlar mukozadan ayrılmaz. Olguların yüzde 85′inde lezyonlarm ortaya çıkmasından iki yıl sonra AİDS başlar. Bu orandan da anlaşılacağı gibi villöz oral lökopla­ki, AiDS’in gelişiminin önemli bir gös­tergesidir. HIV taşıyıcı hastalarda Herpesvirus varicella adlı virüsün yeniden etkinlik göstermesine sık rastlanır. Suçiçeği et­keni olan bu virüs yeniden etkinleşti­ğinde zonaya (Herpes zoster) neden olur. Zona AİDS hastalarının yüzde 10′undan fazlasında vardır. Bu hastalı­ğın yaygın biçimi az görülmekle birlik­te genellikle birkaç bölgede birden orta­ya çıkar.Yağlı deri iltihabında (yağlı egzama ya da seboreli egzama) kırmızı, kabuk­lu, kasıntısız lezyonlar görülür. Bazı hastalarda hafif gidişli olabilir, ama gö­ğüs, sut ve saçlı deride geniş alanlara yayılan ağır biçimleri de vardır.Hastalann büyük bölümünde HIV enfeksiyonu uzun süre belirtisizdir. Ge­ri kalan azınlıkta ise birincil enfeksiyo­nu izleyen aylar ya da yıllar içinde yay­gın belirtiler gözlenir. Hastalar çok ça­buk yorulduklarından, olağan günlük etkinliklerini azaltmak zorunda kaldık­larından yakınırlar. Yaygın gece terle­meleri yalnız hastalığın ileri evrelerinde değil, daha öncesinde de görülür. Vücut sıcaklığının uzun süre 38°C düzeyinde dolaşması ve aralıklı ishal dönemleri öbür yakınmalar arasındadır. Bu geneldüşkünlük önemli bir belirtidir; hastalı­ğın artık son aşamaya ulaştığını göste­rir.« Verem HIV taşıyıcı hastalarda git­tikçe daha sık görülen bir hastalıktır. Özellikle uyuşturucu bağımlıları ve Si­yahlar arasında yaygınlaşmaktadır. Hastalık genellikle eski bir verem oda­ğının yeniden alevlenmesi biçiminde ortaya çıkar. Birincil enfeksiyon olarak başladığı çok ender görülür. Bağışıklık sisteminin henüz büyük ölçüde yıkıma uğramadığı olgularda verem yalnız ak­ciğerlerde yerleşmiştir. Bağışıklık sis­teminin zayıfladığı ileri evrelerde ise akciğerlerde çok yaygın verem gelişir ve hastalık akciğer dışına da yayılır. Bu durumda AİDS tanısı hemen hemen ke­sindir. HIV enfeksiyonu kanla ilgili çeşitli bozukluklara yol açar. Kansızlık ve kanda trombosit sayısının azalması trombositopeni) buna örnektir. Özel­likle trombosit azlığı erken ortaya çıka­bilir ve uzun sürebilir. Bazı hastalarda klinik belirtiler vermekle birlikte ço­ğunlukla sessiz kain- ve bazı olgularda kendiliğinden geriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
alternatif-tip · 8 years ago
Link
  HIV enfeksiyonunun nasıl ilerlediğini belirtmeden önce bazı noktalara değin­mekte yarar vardır. HîV enfeksiyonu bulaşmış kişi bu (virüsü yaşamı boyunca taşır ve bulaştırıcıdır. Virüs sürekli olarak ürer. Virüs üremesinin etkileri ise çok sonra belir­ginleşmeye başlar. Hastada belirti ve klinik bulgular ortaya çıktığında, HIV enfeksiyonunun belirti veren evresine girilmiş olur. Birincil enfeksiyon belirtileri olgu­ların çok küçük bir bölümünde bulaş­madan hemen sonra ortaya çıkar. Virü­sün vücuda girmesinden sonraki 3-6 ay içinde akut enfeksiyon bulgu ve belirti­lerinden bağımsız olarak HlV’e karşı antikorlar oluşur. Virüsü alan kişide uzunca bir süre hiçbir belirti görülme­yebilir (belirtisiz enfeksiyon). Bazen ilk belirti yaygın lenf bezi büyümesidir (lenfadenopati). Buna İngilizce terimle­rin kısaltılmasıyla oluşturulmuş LAS (lenf bezi büyümesi sendromu) ya da PGL (inatçı ve yaygın lenf bezi büyü­mesi) gibi adlar verilir. HIV enfeksiyonunun daha da ilerle­mesiyle hastalığın tipik belirtileri ortaya çıkar. Önce ağız boşluğunda kandida tü­rü mantar enfeksiyonları, dilde beyaz plaklar halinde çok küçük kabarcıklar, kilo kaybı, düşmeyen ateş, saç dökülme­si, düşünsel işlevlerin zayıflaması, zona ve akciğer veremi görülebilir. Bu belirti ve hastalıkların tümüne birden “AİDS bağlantılı kompleks” (ARC-AIDS Rela-ted Complex) adı verilir.Daha ileri evrede fırsatçı enfeksi­yonlar, tümörler ve ağır sinir sistemi bozukluklanyla ortaya çıkan hastalıklar görülür. Buna “AİDS bunama komplek­si” (ADC-AIDS dementia complex) de­nir. Sonuçta hasta tükenme sendromu (Wasting Syndrome) adıyla bilinen dö­neme girer. Bu dönemde kilo kaybı en ileri aşamadadır.HIV enfeksiyonunun gidişi bazı la-boratuvar testleriyle izlenebilir. Bunla­rın başlıcaları şunlardır: Mutlak CD4+ lenfosit sayısı, CD4+ lenfosit yüzdesi, kanda virüs ve antijenlerinin varlığı, kanda p24-karşıtı antikorların varlığvve kanda beta-2-mikroglobülin düzeyi. Kanda CD4+ lenfositlerinin azalması, AiDS’in ilerlediğinin en duyarlı göster­gesidir.• Birincil enfeksiyon – Birincil HIV enfeksiyonu çoğu kez belirtisizdir. Ama bulaşmadan sonraki 1-12 hafta içinde özgün olmayan bazı belirtiler gö­rülebilir. Ateş, terleme, fenalık duygu­su, yaygın kas ve kemik ağrıları, iştah­sızlık, bulantı, ishal, boğaz ağrısı ve lenf bezi şişmeleri bu dönemin başlıca belirtileridir. Bazı hastalarda baş ağrısı, ışıktan rahatsız olma, zihin karışıklığı ve beyin zan zedelenmesi belirtileri de görülebilir. Olguların yüzde 30-50’sinde deride mononükleoz ya da ür-tikeri andıran kırmızı lekeler vardır. Bu belirtiler 2-3 hafta içinde kendiliğinden geriler. Çok seyrek olarak birincil en­feksiyon ensefalit (beyin iltihabı) ya da menenjitle (beyin zan iltihabı) ortaya çıkabilir. Muayenede boyun, artkafa ve kol-tukaltı lenf bezlerinde büyüme, deri dö­küntüleri ve seyrek olarak karaciğer ve dalakta büyüme saptanır. Kan tahlili lenfosit sayısının düşük (lenfopeni), eritrosit çökme (sedimantasyon) hızının yüksek, transaminaz ve alkali fosfataz enzimlerinin artmış olduğunu gösterir. Ayrıca CD8+ lenfosit sayısı görece yüksek, CD4+/CD8+ oranı tersine dön­müştür.Virüsün vücuda girmesinden genellikle 2 hafta sonra kanda p24 antijeni belirir. Aynı dönemde birincil enfeksi­yon belirtileri de görülmeye başlar. HlV’e karşı antikorlar ise bu aşamadan 1-3 ay sonra ortaya çıkar.Belirtilerin yalnızca AİDS hastalı­ğına özgü olmaması nedeniyle akut en­feksiyon evresi genellikle gözden ka­çar. İleride virüsü taşıdığı kesinleşen hasta bu dönemdeki belirtileri güçlük­le anımsar. Hastalığa aymcı tam ko­nurken mononükleoz, kızamıkçık, grip, sitomegalovirüs enfeksiyonları, hepatit, toksoplazmoz, ikinci evre frengi gibi hastalıklar göz önünde tu­tulmalıdır. Ayrıca lenfom ve lösemi gibi kötü huylu tümör hastalıkları da ayırıcı tanı açısından önem taşır. Doğ­ru tanının konabilmesi için hastadan çok ayrıntılı bilgi alınması ve olası bu­laşma etkenlerinin ortaya çıkarılması zorunludur.Kanda HTV’e karşı antikorların ge­lişmesi ve dolayısıyla kan testinin olumlu sonuç vermesi akut enfeksiyon belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra­ya rastlar. Bu nedenle antikorların araş­tırılması, belirtiler kaybolduktan 4-6 hafta sonra yapılmalıdır.Birincil enfeksiyon belirtilerinin hastalığın gidişini belirlemek açısından çok önemli olmadığı söylenebilir. • Belirtisiz virüs taşıyıcılığı – Olgula­rın büyük bölümünde insanlar virüsü aldıkları ve bulaştıncı oldukları halde uzun süre hiçbir yakınmada bulunmaz­lar. Bu duruma belirtisiz taşıyıcılık (seropozitiflik) denir. Kişi normal ça­lışma ve toplumsal yaşamını sürdürür. Ama belirtisiz de olsa bu dönemde ya­pılacak laboratuvar araştırmaları hasta­da virüsün varlığını kanıtlayabilir. Bu aşamada hücresel bağışıklık sistemin­deki zayıflamayı gösteren CD4+ lenfo­sit değerinin düşmesi çok önemlidir.• Yaygın lenf bezi büyümesi (LAS) -HIV enfeksiyonunda sık görülen bir belirtidir. Nedeni başka hastalıklarla açıklanamayan, en az üç ay süren, ka­sıklar dışında vücudun iki ya da daha çok bölgesinde görülen yaygın lenf be­zi büyümesi AİDS’İ düşündürür. Büyü­me en sık koltukaltı ve boyun arkası lenf bezlerinde görülür. Yaygın lenf bezi büyümesinin hastalığın gidişinde kötüleşme belirtisi olmadığı artık anla­şılmıştır. Belirti vermeyen taşıyıcılarla LAS’lı taşıyıcılar arasında AiDS’e doğ­ru gidişte önemli bir fark gözlenmemiş­tir.Bununla birlikte yaygın lenf bezi büyümesi, HIV enfeksiyonunun çoğu kez ilk klinik belirtisi ve hastanın heki­me başvurmasının en önemli nedenidir. Bu durumda HIV enfeksiyonuna yol açabilecek etkenler dikkatle incelenme­li ve her koşulda kanda HlV’e karşı an­tikor araştırması yapılmalıdır. Hasta bulaşma tehlikesi yaratan etkenlerle karşılaşmamışsa bile lenf bezi şişmesi­ne yol açan öbür hastalıklarla birlikte, HIV enfeksiyonu da ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulur. Kanında virüsü taşıdığı saptanan hastada lenf bezinden örnek almak (lenf bezi biyopsisi) ge­nellikle gerekmez. Ama büyüme kötü huylu tümör gelişimini düşündürecek kadar ileri düzeydeyse biyopsi yapıl­malıdır.• Belirtili dönem Bu dönemde AİDS öncesi dönemde rastlanan AİDS bağ­lantılı kompleks (ARC) ve AiDS’e işa­ret eden belirtiler görülür.HIV enfeksiyonu ilerledikçe en sık görülen belirti ağız boşluğunda genel­likle kandida türü mantar hastalığıdır. Hastalığın başlıca dört tipi vardır: Ya­lancı zarlı, hücre sayısının artmasına bağlı olarak şişmeli, kızartılı ve dudak köşelerinde yara oluşumlu.Bunların içinde en sık görüleni ya­lancı zarlı kandida enfeksiyonudur. Kı­zarık ya da normal renkli ağız mukoza­sı üzerinde sarımsı ya da krem-beyaz renkli tabakalar biçiminde lezyonlar be­lirir. Bu tabakalar kaldırıldığında altta kırmızı, bazen kanayan mukoza görü­lür. Enfeksiyon daha çok yumuşak da­mak, bademcikler, dil sırtı ve dudak mukozasında görülmekle birlikte ağız boşluğunun her yerine yayılabilir.Enfeksiyonun şişmelere yol açan (hiperplastik) tipinde beyaz tabakalar mukozadan sıyrılamaz. Lezyonlar ge­nellikle dilin yan bölümlerinde, damak­ta ve ağız mukozasındadır.Hastalığın kızartılı (eritemli ya da atrofık) tipinde yaygın kızarıklıklar, da­ha ender olarak da damak ve dil sırtın­da lekeler ile ortaya çıkar. Bu lezyonla-nn rengi parlak kırmızıdan açık pembeye kadar değiştiğinden açık renkli ol­ması durumunda tanısı güçtür. Yaşlılarda kansızlık, dişlerin düz­gün kapanmaması, vitamin eksikliği gi­bi nedenlere bağlı olarak dudak kenar­larında yaralara rastlanabilir. Ama bu lezyonlarm gençlerde gözlenmesi HIV enfeksiyonunu düşündürmelidir. Ağız köşelerinde bıçak kesişi gibi çatlaklar ve beyaz tabakalı lezyonlar bu hastalı­ğın ilk belirtisi olabilir.ğızda kandida enfeksiyonu HIV enfeksiyonunun ilerlediğini gösteren çok önemli bir bulgudur. Ayrıca pneu-mocystis carinii asalağının yol açtığı Çok bulaşıcı bir zatürree gibi başka fır­satçı enfeksiyonların habercisidir.Ağız boşluğunda beyaz tabakalar oluşturan küçük çıkıntılar da HIV en­feksiyonunun tipik bir bulgusudur. Tıp­ta “villöz oral lökoplaki” adıyla bilinen bu lezyonlar hastada hiçbir yalanmaya yol açmaz. Hemen her zaman bir şerit gibi dilin çevresinde kain1. Yüzeyi be­yaz renkli ve ipliksi ince dikey çıkıntı­lar nedeniyle pütürlüdür. Bu oluşumlar mukozadan ayrılmaz. Olguların yüzde 85′inde lezyonlarm ortaya çıkmasından iki yıl sonra AİDS başlar. Bu orandan da anlaşılacağı gibi villöz oral lökopla­ki, AiDS’in gelişiminin önemli bir gös­tergesidir. HIV taşıyıcı hastalarda Herpesvirus varicella adlı virüsün yeniden etkinlik göstermesine sık rastlanır. Suçiçeği et­keni olan bu virüs yeniden etkinleşti­ğinde zonaya (Herpes zoster) neden olur. Zona AİDS hastalarının yüzde 10′undan fazlasında vardır. Bu hastalı­ğın yaygın biçimi az görülmekle birlik­te genellikle birkaç bölgede birden orta­ya çıkar.Yağlı deri iltihabında (yağlı egzama ya da seboreli egzama) kırmızı, kabuk­lu, kasıntısız lezyonlar görülür. Bazı hastalarda hafif gidişli olabilir, ama gö­ğüs, sut ve saçlı deride geniş alanlara yayılan ağır biçimleri de vardır.Hastalann büyük bölümünde HIV enfeksiyonu uzun süre belirtisizdir. Ge­ri kalan azınlıkta ise birincil enfeksiyo­nu izleyen aylar ya da yıllar içinde yay­gın belirtiler gözlenir. Hastalar çok ça­buk yorulduklarından, olağan günlük etkinliklerini azaltmak zorunda kaldık­larından yakınırlar. Yaygın gece terle­meleri yalnız hastalığın ileri evrelerinde değil, daha öncesinde de görülür. Vücut sıcaklığının uzun süre 38°C düzeyinde dolaşması ve aralıklı ishal dönemleri öbür yakınmalar arasındadır. Bu geneldüşkünlük önemli bir belirtidir; hastalı­ğın artık son aşamaya ulaştığını göste­rir.« Verem HIV taşıyıcı hastalarda git­tikçe daha sık görülen bir hastalıktır. Özellikle uyuşturucu bağımlıları ve Si­yahlar arasında yaygınlaşmaktadır. Hastalık genellikle eski bir verem oda­ğının yeniden alevlenmesi biçiminde ortaya çıkar. Birincil enfeksiyon olarak başladığı çok ender görülür. Bağışıklık sisteminin henüz büyük ölçüde yıkıma uğramadığı olgularda verem yalnız ak­ciğerlerde yerleşmiştir. Bağışıklık sis­teminin zayıfladığı ileri evrelerde ise akciğerlerde çok yaygın verem gelişir ve hastalık akciğer dışına da yayılır. Bu durumda AİDS tanısı hemen hemen ke­sindir. HIV enfeksiyonu kanla ilgili çeşitli bozukluklara yol açar. Kansızlık ve kanda trombosit sayısının azalması trombositopeni) buna örnektir. Özel­likle trombosit azlığı erken ortaya çıka­bilir ve uzun sürebilir. Bazı hastalarda klinik belirtiler vermekle birlikte ço­ğunlukla sessiz kain- ve bazı olgularda kendiliğinden geriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
alternatif-tip · 8 years ago
Link
  HIV enfeksiyonunun nasıl ilerlediğini belirtmeden önce bazı noktalara değin­mekte yarar vardır. HîV enfeksiyonu bulaşmış kişi bu (virüsü yaşamı boyunca taşır ve bulaştırıcıdır. Virüs sürekli olarak ürer. Virüs üremesinin etkileri ise çok sonra belir­ginleşmeye başlar. Hastada belirti ve klinik bulgular ortaya çıktığında, HIV enfeksiyonunun belirti veren evresine girilmiş olur. Birincil enfeksiyon belirtileri olgu­ların çok küçük bir bölümünde bulaş­madan hemen sonra ortaya çıkar. Virü­sün vücuda girmesinden sonraki 3-6 ay içinde akut enfeksiyon bulgu ve belirti­lerinden bağımsız olarak HlV’e karşı antikorlar oluşur. Virüsü alan kişide uzunca bir süre hiçbir belirti görülme­yebilir (belirtisiz enfeksiyon). Bazen ilk belirti yaygın lenf bezi büyümesidir (lenfadenopati). Buna İngilizce terimle­rin kısaltılmasıyla oluşturulmuş LAS (lenf bezi büyümesi sendromu) ya da PGL (inatçı ve yaygın lenf bezi büyü­mesi) gibi adlar verilir. HIV enfeksiyonunun daha da ilerle­mesiyle hastalığın tipik belirtileri ortaya çıkar. Önce ağız boşluğunda kandida tü­rü mantar enfeksiyonları, dilde beyaz plaklar halinde çok küçük kabarcıklar, kilo kaybı, düşmeyen ateş, saç dökülme­si, düşünsel işlevlerin zayıflaması, zona ve akciğer veremi görülebilir. Bu belirti ve hastalıkların tümüne birden “AİDS bağlantılı kompleks” (ARC-AIDS Rela-ted Complex) adı verilir.Daha ileri evrede fırsatçı enfeksi­yonlar, tümörler ve ağır sinir sistemi bozukluklanyla ortaya çıkan hastalıklar görülür. Buna “AİDS bunama komplek­si” (ADC-AIDS dementia complex) de­nir. Sonuçta hasta tükenme sendromu (Wasting Syndrome) adıyla bilinen dö­neme girer. Bu dönemde kilo kaybı en ileri aşamadadır.HIV enfeksiyonunun gidişi bazı la-boratuvar testleriyle izlenebilir. Bunla­rın başlıcaları şunlardır: Mutlak CD4+ lenfosit sayısı, CD4+ lenfosit yüzdesi, kanda virüs ve antijenlerinin varlığı, kanda p24-karşıtı antikorların varlığvve kanda beta-2-mikroglobülin düzeyi. Kanda CD4+ lenfositlerinin azalması, AiDS’in ilerlediğinin en duyarlı göster­gesidir.• Birincil enfeksiyon – Birincil HIV enfeksiyonu çoğu kez belirtisizdir. Ama bulaşmadan sonraki 1-12 hafta içinde özgün olmayan bazı belirtiler gö­rülebilir. Ateş, terleme, fenalık duygu­su, yaygın kas ve kemik ağrıları, iştah­sızlık, bulantı, ishal, boğaz ağrısı ve lenf bezi şişmeleri bu dönemin başlıca belirtileridir. Bazı hastalarda baş ağrısı, ışıktan rahatsız olma, zihin karışıklığı ve beyin zan zedelenmesi belirtileri de görülebilir. Olguların yüzde 30-50’sinde deride mononükleoz ya da ür-tikeri andıran kırmızı lekeler vardır. Bu belirtiler 2-3 hafta içinde kendiliğinden geriler. Çok seyrek olarak birincil en­feksiyon ensefalit (beyin iltihabı) ya da menenjitle (beyin zan iltihabı) ortaya çıkabilir. Muayenede boyun, artkafa ve kol-tukaltı lenf bezlerinde büyüme, deri dö­küntüleri ve seyrek olarak karaciğer ve dalakta büyüme saptanır. Kan tahlili lenfosit sayısının düşük (lenfopeni), eritrosit çökme (sedimantasyon) hızının yüksek, transaminaz ve alkali fosfataz enzimlerinin artmış olduğunu gösterir. Ayrıca CD8+ lenfosit sayısı görece yüksek, CD4+/CD8+ oranı tersine dön­müştür.Virüsün vücuda girmesinden genellikle 2 hafta sonra kanda p24 antijeni belirir. Aynı dönemde birincil enfeksi­yon belirtileri de görülmeye başlar. HlV’e karşı antikorlar ise bu aşamadan 1-3 ay sonra ortaya çıkar.Belirtilerin yalnızca AİDS hastalı­ğına özgü olmaması nedeniyle akut en­feksiyon evresi genellikle gözden ka­çar. İleride virüsü taşıdığı kesinleşen hasta bu dönemdeki belirtileri güçlük­le anımsar. Hastalığa aymcı tam ko­nurken mononükleoz, kızamıkçık, grip, sitomegalovirüs enfeksiyonları, hepatit, toksoplazmoz, ikinci evre frengi gibi hastalıklar göz önünde tu­tulmalıdır. Ayrıca lenfom ve lösemi gibi kötü huylu tümör hastalıkları da ayırıcı tanı açısından önem taşır. Doğ­ru tanının konabilmesi için hastadan çok ayrıntılı bilgi alınması ve olası bu­laşma etkenlerinin ortaya çıkarılması zorunludur.Kanda HTV’e karşı antikorların ge­lişmesi ve dolayısıyla kan testinin olumlu sonuç vermesi akut enfeksiyon belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra­ya rastlar. Bu nedenle antikorların araş­tırılması, belirtiler kaybolduktan 4-6 hafta sonra yapılmalıdır.Birincil enfeksiyon belirtilerinin hastalığın gidişini belirlemek açısından çok önemli olmadığı söylenebilir. • Belirtisiz virüs taşıyıcılığı – Olgula­rın büyük bölümünde insanlar virüsü aldıkları ve bulaştıncı oldukları halde uzun süre hiçbir yakınmada bulunmaz­lar. Bu duruma belirtisiz taşıyıcılık (seropozitiflik) denir. Kişi normal ça­lışma ve toplumsal yaşamını sürdürür. Ama belirtisiz de olsa bu dönemde ya­pılacak laboratuvar araştırmaları hasta­da virüsün varlığını kanıtlayabilir. Bu aşamada hücresel bağışıklık sistemin­deki zayıflamayı gösteren CD4+ lenfo­sit değerinin düşmesi çok önemlidir.• Yaygın lenf bezi büyümesi (LAS) -HIV enfeksiyonunda sık görülen bir belirtidir. Nedeni başka hastalıklarla açıklanamayan, en az üç ay süren, ka­sıklar dışında vücudun iki ya da daha çok bölgesinde görülen yaygın lenf be­zi büyümesi AİDS’İ düşündürür. Büyü­me en sık koltukaltı ve boyun arkası lenf bezlerinde görülür. Yaygın lenf bezi büyümesinin hastalığın gidişinde kötüleşme belirtisi olmadığı artık anla­şılmıştır. Belirti vermeyen taşıyıcılarla LAS’lı taşıyıcılar arasında AiDS’e doğ­ru gidişte önemli bir fark gözlenmemiş­tir.Bununla birlikte yaygın lenf bezi büyümesi, HIV enfeksiyonunun çoğu kez ilk klinik belirtisi ve hastanın heki­me başvurmasının en önemli nedenidir. Bu durumda HIV enfeksiyonuna yol açabilecek etkenler dikkatle incelenme­li ve her koşulda kanda HlV’e karşı an­tikor araştırması yapılmalıdır. Hasta bulaşma tehlikesi yaratan etkenlerle karşılaşmamışsa bile lenf bezi şişmesi­ne yol açan öbür hastalıklarla birlikte, HIV enfeksiyonu da ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulur. Kanında virüsü taşıdığı saptanan hastada lenf bezinden örnek almak (lenf bezi biyopsisi) ge­nellikle gerekmez. Ama büyüme kötü huylu tümör gelişimini düşündürecek kadar ileri düzeydeyse biyopsi yapıl­malıdır.• Belirtili dönem Bu dönemde AİDS öncesi dönemde rastlanan AİDS bağ­lantılı kompleks (ARC) ve AiDS’e işa­ret eden belirtiler görülür.HIV enfeksiyonu ilerledikçe en sık görülen belirti ağız boşluğunda genel­likle kandida türü mantar hastalığıdır. Hastalığın başlıca dört tipi vardır: Ya­lancı zarlı, hücre sayısının artmasına bağlı olarak şişmeli, kızartılı ve dudak köşelerinde yara oluşumlu.Bunların içinde en sık görüleni ya­lancı zarlı kandida enfeksiyonudur. Kı­zarık ya da normal renkli ağız mukoza­sı üzerinde sarımsı ya da krem-beyaz renkli tabakalar biçiminde lezyonlar be­lirir. Bu tabakalar kaldırıldığında altta kırmızı, bazen kanayan mukoza görü­lür. Enfeksiyon daha çok yumuşak da­mak, bademcikler, dil sırtı ve dudak mukozasında görülmekle birlikte ağız boşluğunun her yerine yayılabilir.Enfeksiyonun şişmelere yol açan (hiperplastik) tipinde beyaz tabakalar mukozadan sıyrılamaz. Lezyonlar ge­nellikle dilin yan bölümlerinde, damak­ta ve ağız mukozasındadır.Hastalığın kızartılı (eritemli ya da atrofık) tipinde yaygın kızarıklıklar, da­ha ender olarak da damak ve dil sırtın­da lekeler ile ortaya çıkar. Bu lezyonla-nn rengi parlak kırmızıdan açık pembeye kadar değiştiğinden açık renkli ol­ması durumunda tanısı güçtür. Yaşlılarda kansızlık, dişlerin düz­gün kapanmaması, vitamin eksikliği gi­bi nedenlere bağlı olarak dudak kenar­larında yaralara rastlanabilir. Ama bu lezyonlarm gençlerde gözlenmesi HIV enfeksiyonunu düşündürmelidir. Ağız köşelerinde bıçak kesişi gibi çatlaklar ve beyaz tabakalı lezyonlar bu hastalı­ğın ilk belirtisi olabilir.ğızda kandida enfeksiyonu HIV enfeksiyonunun ilerlediğini gösteren çok önemli bir bulgudur. Ayrıca pneu-mocystis carinii asalağının yol açtığı Çok bulaşıcı bir zatürree gibi başka fır­satçı enfeksiyonların habercisidir.Ağız boşluğunda beyaz tabakalar oluşturan küçük çıkıntılar da HIV en­feksiyonunun tipik bir bulgusudur. Tıp­ta “villöz oral lökoplaki” adıyla bilinen bu lezyonlar hastada hiçbir yalanmaya yol açmaz. Hemen her zaman bir şerit gibi dilin çevresinde kain1. Yüzeyi be­yaz renkli ve ipliksi ince dikey çıkıntı­lar nedeniyle pütürlüdür. Bu oluşumlar mukozadan ayrılmaz. Olguların yüzde 85′inde lezyonlarm ortaya çıkmasından iki yıl sonra AİDS başlar. Bu orandan da anlaşılacağı gibi villöz oral lökopla­ki, AiDS’in gelişiminin önemli bir gös­tergesidir. HIV taşıyıcı hastalarda Herpesvirus varicella adlı virüsün yeniden etkinlik göstermesine sık rastlanır. Suçiçeği et­keni olan bu virüs yeniden etkinleşti­ğinde zonaya (Herpes zoster) neden olur. Zona AİDS hastalarının yüzde 10′undan fazlasında vardır. Bu hastalı­ğın yaygın biçimi az görülmekle birlik­te genellikle birkaç bölgede birden orta­ya çıkar.Yağlı deri iltihabında (yağlı egzama ya da seboreli egzama) kırmızı, kabuk­lu, kasıntısız lezyonlar görülür. Bazı hastalarda hafif gidişli olabilir, ama gö­ğüs, sut ve saçlı deride geniş alanlara yayılan ağır biçimleri de vardır.Hastalann büyük bölümünde HIV enfeksiyonu uzun süre belirtisizdir. Ge­ri kalan azınlıkta ise birincil enfeksiyo­nu izleyen aylar ya da yıllar içinde yay­gın belirtiler gözlenir. Hastalar çok ça­buk yorulduklarından, olağan günlük etkinliklerini azaltmak zorunda kaldık­larından yakınırlar. Yaygın gece terle­meleri yalnız hastalığın ileri evrelerinde değil, daha öncesinde de görülür. Vücut sıcaklığının uzun süre 38°C düzeyinde dolaşması ve aralıklı ishal dönemleri öbür yakınmalar arasındadır. Bu geneldüşkünlük önemli bir belirtidir; hastalı­ğın artık son aşamaya ulaştığını göste­rir.« Verem HIV taşıyıcı hastalarda git­tikçe daha sık görülen bir hastalıktır. Özellikle uyuşturucu bağımlıları ve Si­yahlar arasında yaygınlaşmaktadır. Hastalık genellikle eski bir verem oda­ğının yeniden alevlenmesi biçiminde ortaya çıkar. Birincil enfeksiyon olarak başladığı çok ender görülür. Bağışıklık sisteminin henüz büyük ölçüde yıkıma uğramadığı olgularda verem yalnız ak­ciğerlerde yerleşmiştir. Bağışıklık sis­teminin zayıfladığı ileri evrelerde ise akciğerlerde çok yaygın verem gelişir ve hastalık akciğer dışına da yayılır. Bu durumda AİDS tanısı hemen hemen ke­sindir. HIV enfeksiyonu kanla ilgili çeşitli bozukluklara yol açar. Kansızlık ve kanda trombosit sayısının azalması trombositopeni) buna örnektir. Özel­likle trombosit azlığı erken ortaya çıka­bilir ve uzun sürebilir. Bazı hastalarda klinik belirtiler vermekle birlikte ço­ğunlukla sessiz kain- ve bazı olgularda kendiliğinden geriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes
alternatif-tip · 8 years ago
Link
  HIV enfeksiyonunun nasıl ilerlediğini belirtmeden önce bazı noktalara değin­mekte yarar vardır. HîV enfeksiyonu bulaşmış kişi bu (virüsü yaşamı boyunca taşır ve bulaştırıcıdır. Virüs sürekli olarak ürer. Virüs üremesinin etkileri ise çok sonra belir­ginleşmeye başlar. Hastada belirti ve klinik bulgular ortaya çıktığında, HIV enfeksiyonunun belirti veren evresine girilmiş olur. Birincil enfeksiyon belirtileri olgu­ların çok küçük bir bölümünde bulaş­madan hemen sonra ortaya çıkar. Virü­sün vücuda girmesinden sonraki 3-6 ay içinde akut enfeksiyon bulgu ve belirti­lerinden bağımsız olarak HlV’e karşı antikorlar oluşur. Virüsü alan kişide uzunca bir süre hiçbir belirti görülme­yebilir (belirtisiz enfeksiyon). Bazen ilk belirti yaygın lenf bezi büyümesidir (lenfadenopati). Buna İngilizce terimle­rin kısaltılmasıyla oluşturulmuş LAS (lenf bezi büyümesi sendromu) ya da PGL (inatçı ve yaygın lenf bezi büyü­mesi) gibi adlar verilir. HIV enfeksiyonunun daha da ilerle­mesiyle hastalığın tipik belirtileri ortaya çıkar. Önce ağız boşluğunda kandida tü­rü mantar enfeksiyonları, dilde beyaz plaklar halinde çok küçük kabarcıklar, kilo kaybı, düşmeyen ateş, saç dökülme­si, düşünsel işlevlerin zayıflaması, zona ve akciğer veremi görülebilir. Bu belirti ve hastalıkların tümüne birden “AİDS bağlantılı kompleks” (ARC-AIDS Rela-ted Complex) adı verilir.Daha ileri evrede fırsatçı enfeksi­yonlar, tümörler ve ağır sinir sistemi bozukluklanyla ortaya çıkan hastalıklar görülür. Buna “AİDS bunama komplek­si” (ADC-AIDS dementia complex) de­nir. Sonuçta hasta tükenme sendromu (Wasting Syndrome) adıyla bilinen dö­neme girer. Bu dönemde kilo kaybı en ileri aşamadadır.HIV enfeksiyonunun gidişi bazı la-boratuvar testleriyle izlenebilir. Bunla­rın başlıcaları şunlardır: Mutlak CD4+ lenfosit sayısı, CD4+ lenfosit yüzdesi, kanda virüs ve antijenlerinin varlığı, kanda p24-karşıtı antikorların varlığvve kanda beta-2-mikroglobülin düzeyi. Kanda CD4+ lenfositlerinin azalması, AiDS’in ilerlediğinin en duyarlı göster­gesidir.• Birincil enfeksiyon – Birincil HIV enfeksiyonu çoğu kez belirtisizdir. Ama bulaşmadan sonraki 1-12 hafta içinde özgün olmayan bazı belirtiler gö­rülebilir. Ateş, terleme, fenalık duygu­su, yaygın kas ve kemik ağrıları, iştah­sızlık, bulantı, ishal, boğaz ağrısı ve lenf bezi şişmeleri bu dönemin başlıca belirtileridir. Bazı hastalarda baş ağrısı, ışıktan rahatsız olma, zihin karışıklığı ve beyin zan zedelenmesi belirtileri de görülebilir. Olguların yüzde 30-50’sinde deride mononükleoz ya da ür-tikeri andıran kırmızı lekeler vardır. Bu belirtiler 2-3 hafta içinde kendiliğinden geriler. Çok seyrek olarak birincil en­feksiyon ensefalit (beyin iltihabı) ya da menenjitle (beyin zan iltihabı) ortaya çıkabilir. Muayenede boyun, artkafa ve kol-tukaltı lenf bezlerinde büyüme, deri dö­küntüleri ve seyrek olarak karaciğer ve dalakta büyüme saptanır. Kan tahlili lenfosit sayısının düşük (lenfopeni), eritrosit çökme (sedimantasyon) hızının yüksek, transaminaz ve alkali fosfataz enzimlerinin artmış olduğunu gösterir. Ayrıca CD8+ lenfosit sayısı görece yüksek, CD4+/CD8+ oranı tersine dön­müştür.Virüsün vücuda girmesinden genellikle 2 hafta sonra kanda p24 antijeni belirir. Aynı dönemde birincil enfeksi­yon belirtileri de görülmeye başlar. HlV’e karşı antikorlar ise bu aşamadan 1-3 ay sonra ortaya çıkar.Belirtilerin yalnızca AİDS hastalı­ğına özgü olmaması nedeniyle akut en­feksiyon evresi genellikle gözden ka­çar. İleride virüsü taşıdığı kesinleşen hasta bu dönemdeki belirtileri güçlük­le anımsar. Hastalığa aymcı tam ko­nurken mononükleoz, kızamıkçık, grip, sitomegalovirüs enfeksiyonları, hepatit, toksoplazmoz, ikinci evre frengi gibi hastalıklar göz önünde tu­tulmalıdır. Ayrıca lenfom ve lösemi gibi kötü huylu tümör hastalıkları da ayırıcı tanı açısından önem taşır. Doğ­ru tanının konabilmesi için hastadan çok ayrıntılı bilgi alınması ve olası bu­laşma etkenlerinin ortaya çıkarılması zorunludur.Kanda HTV’e karşı antikorların ge­lişmesi ve dolayısıyla kan testinin olumlu sonuç vermesi akut enfeksiyon belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra­ya rastlar. Bu nedenle antikorların araş­tırılması, belirtiler kaybolduktan 4-6 hafta sonra yapılmalıdır.Birincil enfeksiyon belirtilerinin hastalığın gidişini belirlemek açısından çok önemli olmadığı söylenebilir. • Belirtisiz virüs taşıyıcılığı – Olgula­rın büyük bölümünde insanlar virüsü aldıkları ve bulaştıncı oldukları halde uzun süre hiçbir yakınmada bulunmaz­lar. Bu duruma belirtisiz taşıyıcılık (seropozitiflik) denir. Kişi normal ça­lışma ve toplumsal yaşamını sürdürür. Ama belirtisiz de olsa bu dönemde ya­pılacak laboratuvar araştırmaları hasta­da virüsün varlığını kanıtlayabilir. Bu aşamada hücresel bağışıklık sistemin­deki zayıflamayı gösteren CD4+ lenfo­sit değerinin düşmesi çok önemlidir.• Yaygın lenf bezi büyümesi (LAS) -HIV enfeksiyonunda sık görülen bir belirtidir. Nedeni başka hastalıklarla açıklanamayan, en az üç ay süren, ka­sıklar dışında vücudun iki ya da daha çok bölgesinde görülen yaygın lenf be­zi büyümesi AİDS’İ düşündürür. Büyü­me en sık koltukaltı ve boyun arkası lenf bezlerinde görülür. Yaygın lenf bezi büyümesinin hastalığın gidişinde kötüleşme belirtisi olmadığı artık anla­şılmıştır. Belirti vermeyen taşıyıcılarla LAS’lı taşıyıcılar arasında AiDS’e doğ­ru gidişte önemli bir fark gözlenmemiş­tir.Bununla birlikte yaygın lenf bezi büyümesi, HIV enfeksiyonunun çoğu kez ilk klinik belirtisi ve hastanın heki­me başvurmasının en önemli nedenidir. Bu durumda HIV enfeksiyonuna yol açabilecek etkenler dikkatle incelenme­li ve her koşulda kanda HlV’e karşı an­tikor araştırması yapılmalıdır. Hasta bulaşma tehlikesi yaratan etkenlerle karşılaşmamışsa bile lenf bezi şişmesi­ne yol açan öbür hastalıklarla birlikte, HIV enfeksiyonu da ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulur. Kanında virüsü taşıdığı saptanan hastada lenf bezinden örnek almak (lenf bezi biyopsisi) ge­nellikle gerekmez. Ama büyüme kötü huylu tümör gelişimini düşündürecek kadar ileri düzeydeyse biyopsi yapıl­malıdır.• Belirtili dönem Bu dönemde AİDS öncesi dönemde rastlanan AİDS bağ­lantılı kompleks (ARC) ve AiDS’e işa­ret eden belirtiler görülür.HIV enfeksiyonu ilerledikçe en sık görülen belirti ağız boşluğunda genel­likle kandida türü mantar hastalığıdır. Hastalığın başlıca dört tipi vardır: Ya­lancı zarlı, hücre sayısının artmasına bağlı olarak şişmeli, kızartılı ve dudak köşelerinde yara oluşumlu.Bunların içinde en sık görüleni ya­lancı zarlı kandida enfeksiyonudur. Kı­zarık ya da normal renkli ağız mukoza­sı üzerinde sarımsı ya da krem-beyaz renkli tabakalar biçiminde lezyonlar be­lirir. Bu tabakalar kaldırıldığında altta kırmızı, bazen kanayan mukoza görü­lür. Enfeksiyon daha çok yumuşak da­mak, bademcikler, dil sırtı ve dudak mukozasında görülmekle birlikte ağız boşluğunun her yerine yayılabilir.Enfeksiyonun şişmelere yol açan (hiperplastik) tipinde beyaz tabakalar mukozadan sıyrılamaz. Lezyonlar ge­nellikle dilin yan bölümlerinde, damak­ta ve ağız mukozasındadır.Hastalığın kızartılı (eritemli ya da atrofık) tipinde yaygın kızarıklıklar, da­ha ender olarak da damak ve dil sırtın­da lekeler ile ortaya çıkar. Bu lezyonla-nn rengi parlak kırmızıdan açık pembeye kadar değiştiğinden açık renkli ol­ması durumunda tanısı güçtür. Yaşlılarda kansızlık, dişlerin düz­gün kapanmaması, vitamin eksikliği gi­bi nedenlere bağlı olarak dudak kenar­larında yaralara rastlanabilir. Ama bu lezyonlarm gençlerde gözlenmesi HIV enfeksiyonunu düşündürmelidir. Ağız köşelerinde bıçak kesişi gibi çatlaklar ve beyaz tabakalı lezyonlar bu hastalı­ğın ilk belirtisi olabilir.ğızda kandida enfeksiyonu HIV enfeksiyonunun ilerlediğini gösteren çok önemli bir bulgudur. Ayrıca pneu-mocystis carinii asalağının yol açtığı Çok bulaşıcı bir zatürree gibi başka fır­satçı enfeksiyonların habercisidir.Ağız boşluğunda beyaz tabakalar oluşturan küçük çıkıntılar da HIV en­feksiyonunun tipik bir bulgusudur. Tıp­ta “villöz oral lökoplaki” adıyla bilinen bu lezyonlar hastada hiçbir yalanmaya yol açmaz. Hemen her zaman bir şerit gibi dilin çevresinde kain1. Yüzeyi be­yaz renkli ve ipliksi ince dikey çıkıntı­lar nedeniyle pütürlüdür. Bu oluşumlar mukozadan ayrılmaz. Olguların yüzde 85′inde lezyonlarm ortaya çıkmasından iki yıl sonra AİDS başlar. Bu orandan da anlaşılacağı gibi villöz oral lökopla­ki, AiDS’in gelişiminin önemli bir gös­tergesidir. HIV taşıyıcı hastalarda Herpesvirus varicella adlı virüsün yeniden etkinlik göstermesine sık rastlanır. Suçiçeği et­keni olan bu virüs yeniden etkinleşti­ğinde zonaya (Herpes zoster) neden olur. Zona AİDS hastalarının yüzde 10′undan fazlasında vardır. Bu hastalı­ğın yaygın biçimi az görülmekle birlik­te genellikle birkaç bölgede birden orta­ya çıkar.Yağlı deri iltihabında (yağlı egzama ya da seboreli egzama) kırmızı, kabuk­lu, kasıntısız lezyonlar görülür. Bazı hastalarda hafif gidişli olabilir, ama gö­ğüs, sut ve saçlı deride geniş alanlara yayılan ağır biçimleri de vardır.Hastalann büyük bölümünde HIV enfeksiyonu uzun süre belirtisizdir. Ge­ri kalan azınlıkta ise birincil enfeksiyo­nu izleyen aylar ya da yıllar içinde yay­gın belirtiler gözlenir. Hastalar çok ça­buk yorulduklarından, olağan günlük etkinliklerini azaltmak zorunda kaldık­larından yakınırlar. Yaygın gece terle­meleri yalnız hastalığın ileri evrelerinde değil, daha öncesinde de görülür. Vücut sıcaklığının uzun süre 38°C düzeyinde dolaşması ve aralıklı ishal dönemleri öbür yakınmalar arasındadır. Bu geneldüşkünlük önemli bir belirtidir; hastalı­ğın artık son aşamaya ulaştığını göste­rir.« Verem HIV taşıyıcı hastalarda git­tikçe daha sık görülen bir hastalıktır. Özellikle uyuşturucu bağımlıları ve Si­yahlar arasında yaygınlaşmaktadır. Hastalık genellikle eski bir verem oda­ğının yeniden alevlenmesi biçiminde ortaya çıkar. Birincil enfeksiyon olarak başladığı çok ender görülür. Bağışıklık sisteminin henüz büyük ölçüde yıkıma uğramadığı olgularda verem yalnız ak­ciğerlerde yerleşmiştir. Bağışıklık sis­teminin zayıfladığı ileri evrelerde ise akciğerlerde çok yaygın verem gelişir ve hastalık akciğer dışına da yayılır. Bu durumda AİDS tanısı hemen hemen ke­sindir. HIV enfeksiyonu kanla ilgili çeşitli bozukluklara yol açar. Kansızlık ve kanda trombosit sayısının azalması trombositopeni) buna örnektir. Özel­likle trombosit azlığı erken ortaya çıka­bilir ve uzun sürebilir. Bazı hastalarda klinik belirtiler vermekle birlikte ço­ğunlukla sessiz kain- ve bazı olgularda kendiliğinden geriler. Alternatif Tıp ve Alternatif Tedavi, bitkisel ürünler, sifamarket
0 notes