#dikkat ettiklerim
Explore tagged Tumblr posts
Text
|Rasülümüz kandilleri yakmadan perdeleri örtermiş.
Normal da mahremiyet açısından genel de yaparız , ama bakış açımızı değiştirip sünnet niyetiyle yaparsak ibadet işlemiş oluruz.
44 notes
·
View notes
Text
Merhaba beni duymucak insanlar bugün takip ettiklerim bana dönüş yapmamış olsun çokta önemli değil yine bir kaç kişiyi daha takip etcem.Takip ederken dikkat ettiğim konular muhafazkar olması hoş insanlari dışından anlayamazsın en azından muhafazakar gözükenleri takip etcem.Onlari nasıl ayırt ettiğimi anlatayım o zaman madde madde belirtiyorum lütfen dikkat kesilin
1 kapalı giyinecek
2 öpüşme postları paylasmicak
3Dini sözler paylaşacak
4 Bütun aşklarini ifşa edenleri paylasmicak
5 Esra erolu post yapmicak
Bu kadar bugünde bu kadar külturlenin bu maddelerde beni duymucak insanlar😃
0 notes
Text
Takip ettiklerimize dikkat edelim.
İyi işler(!) yapıyorlar: geziyorlar, güzel video çekiyorlar, tezhip yapıyorlar, kahve içiyorlar kitap okuyorlar, yemek yapıyorlar, tarif veriyorlar, güzel giyiniyorlar, indirim kuponu veriyorlar ve onlar da “bizim” gibi başı kapalı, böyle insanları takip ediyoruz. sonra? arkadaşımızdan öte arkadaş oluyorlar. "Influence edildim şunun tarafından eheh" diyerek, gevrek gevrek aldığımız kıyafetleri mutfak eşyalarını paylaşıyoruz. Ama sadece verdiği kuponu kullanmakla kalmıyor, düşündüğü gibi düşünmeye başlayabiliyoruz. düşüncelerimiz de o kişi tarafından "influence" ediliyor.
birkaç “profil insan” takip ediyoruz, sonra onlar diyorlar ki; İstanbul sözleşmesi yaşatır!
“duyarlı” insanlar oldukları için (!), biz de diyoruz ki; "biz bağnazız herhalde? bu da böyle düşünüyor…" Böyle bir algı var.
Yazmış ya düşünen şair İsmet Özel şiirinde;
“Eskiler iz sürerdi
Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar."
Zaten var. Hazır var, tecrübi bir birikim var, şaşmaz bir hakikat var, iz bırakabilmiş sağlamlıkta bir kurtuluş var, çözüm var. Hakikatin izini sürmek yerine kendince bir “şey” , ne olduğunu bilmediği bir "şey" arayışına girmek, seni eksiltiyor canım kardeşim. Ben veya sen veya onlar! Hepimiz için geçerli.
Şu zamanın insanı olarak; kendimiz bulalım, kendimiz yapalım istiyoruz. Bulmak istediğimiz şey, kendi yapacağımız bir şey olsun. Bir “buluş”...
Algılarımızı mahkum ediyoruz. Algı konusunda kendimizi kimsenin kiracısı haline getirmeye gerek yok.
Hakikat izcisi olamazsan da sabitelerden şaşmayan hakikat izcilerini ara bul.
98 notes
·
View notes
Text
BENDENİZ 1974’TEN BERİ BABAM VE ANNEMİN 3’ÜNCÜ ÇOCUĞU, ABİMİN VE ABLAMIN KARDEŞİYİM
1980’de kardeşimin abisi olsum. Aynı sene ilkokullu, 1985’te ortaokullu, 1988’de liseli, 1993’de fakülteli, 1998’de eşimin eşi, 2001’de Afrikalı, 2007’de Ada’lı, 2010’dan itibaren ise Dünya’lı oldum.
Bu arada tabii ki yeğenlerimin dayısı ve amcasıyım. Hâsılı büyüklerimin küçüğü, küçüklerimin de büyüğüyüm.
Hem ümmet hem müridim.
Şu fani alemde, yıllar evvel bir ulu zatın öğütleri üzerine hayatı boyunca okuyabildiği kadar kitap okuyan, konuşabildiği kadar LİSAN (!) konuşan, görebildiği kadar memleket gören, tanıyabildiği kadar insan tanıyan ve bütün bunları yaparken AKLINI ve KALBİNİ çalıştırmaya dikkat eden bir faniyim.
Sevenlerim – sevmeyenlerim bana kısaca “Ahmet Kemal” diye hitap ederler.
Bu dünya içinde tek hayalim ADAM olmaktır!
İftihar ettiklerim: DİNİM, DAVAM, İDEALLERİM, SEVDİKLERİM ve taşıdığım SOY İSMİM.
Bütün bunlar uzun olan kimliğim. Kısaca kim miyim? Yaratılmış herkes gibi bir KERVANCI; kendi yükünü taşıyan!
https://ahmetkemaloncu.com/hakkimda/
1 note
·
View note
Text
olmak istediğim ve olmak istemediğim kişilerin toplamı ait olmadığım sokaklardan geçerken, etrafta dikkat ettiklerim her adım attığımda etrafa saçtığım parçalar hariç, onlar benden değil birinin anısında sokaktan geçen rolsüz ve doğaçlama bir figüran var olduğunu kanıtlamak için, yaşayan insanların yanında ben kendime sizin nezdinizde bir anlam veremiyorum
özgürlükçü düşüncenin estetik kaygıyla buluşması gibi, şiire takılıyorum ne zaman bir şeyler söyleyecek olsam arabesk bir iç çekişle çıkıyor sesim kendinden bahsederken asla ne söyleyeceğini tam olarak kestiremiyor insan "size anlattığım benin bir parçası olmak istedim kendi çapımda" demek elimde değil
bir şeylerin ötesinde, bağımsız onlardan zaman değil mekan değil şahıslar değil denenmiş ve söylenmiş her şeyden kaçan ben, kendimce vurucu bir cümle olsun istiyorum sonlara doğru elle tutulsun tanımadığım benden beni etkileyebilecek bir şeyler bekliyorum
0 notes
Note
Vera selam nasılsın? Baban nasıl oldu, umarım iyidir. Sana bir konuda danışmak istiyorum. Bir süredir bookstagram hesabı açmayı düşünüyorum, açarsam anonim takılmayı düşünüyorum ama yapabilir miyim bilmiyorum. Bana biraz tavsiye verir misin sen ne zamandir bookstagram hesabı kullanıyorsun, hesabını nasıl büyüttün?vs
Selam anonim. Daha iyi çok şükür birkaç ayda tam düzelmez ama iyiye gidiyor:) Bookstagram ortamını tavsiye ederim insana fazlasıyla iyi geliyor. Ama çok sabır ve aktiflik gerektiriyor. Kitap okumayı , kitaplar hakkında muhabbet etmeyi seviyorsan büyük keyif alırsın. Tek sıkıntısı artık reklam vermeyen veya para vermeyen hesapların tutmaması. Büyük hesapların hepsi reklamlar için olsun onlara hediye gelen kitaplar olsun para veriyor ve karşılığında yayınevleri,yazarlar onları büyültüp onlarda bookstagram hesaplarının reklamını yapıyorlar. Yani o büyük hesaplar kitap okumuyorlar bile sadece reklam amaçları. Dikkat ederseniz hep aynı kitaplar dönüyor ve aynı cümleler var yorumlarda.Biz küçük hesaplar ise gerçek kitap okuyucuları ve amacımız insanlara örnek olup onların iyi kitaplar okumasını sağlamak. Bizim için bookstagram para felan değil hem eğlenmek hem de insanlar ile iletişim halinde olup güzel işler başarmak. Ben 2015 yılında başladım , bir hesabım o zamanlar baya büyümüştü şuan popüler olan hesaplar o kadar küçüklerdi ki herkese takip için yalvarıyorlardı. Şimdi popüler olmayanlara laf söyleyip takmıyorlar. O zamanlar annem sosyal medya ile ilgilenmemi istemediği için kapatmak zorunda kalmıştım. Birkaç yıl sonra yeniden açtım ama eskisi kadar aktif olamıyordum ve eskisi gibi hevesimde kalmamıştı o zamanlar mezundum, ailevi sorunlarım vardı vesaire kısacası büyük bir bunalımın içindeydim ve o zamanlar kitap kapaklarında hep popüler amacı boş , prim olan erkekler basılıyordu bu duruma o kadar sinirleniyordum ki. Bir gün duramadım bir yayınevinin gönderisine yorum yaptım tabi yalnız değildim benimle beraber gerçek kitap okuyucuları seslerini çıkarıp tepkilerini ortaya koyuyorlardı. Tabi o kişilerin fazları, yaşı 17'yi geçmeyen , okumayı sadece badboy kitaplarından öğrenmiş kız çocukları da boş durmadı. Sanki o adamlar babalarının oğullarıymış gibi tepkiler verdiler. Öyle minik bir linç yemedim hatta bir tane kız olayı wattpad'e taşıyıp herkesi üzerime salmıştı minik minik çılgın kalabalık tarafından bolca küfür ve linç yemiştim. O gün tövbe ettim bookstagram olayına. O olaydan sonra yıllarca açmadım bookstagram daha sonra 2019 yılında fuarda çalıştığım arkadaşlarımın ısrarı ile bu hesabımı açtım. İlk zamanlar gönülsüzce sırf onlar istediği için paylaşım yaptım bir ara gönderileri arşivleyip aktif bile olmadım daha sonra priv tarzı hesap yapacaktım tabi o zamanlar ruhu güzel adam vardı ve onunla o hesaptan konuşuyorduk o yüzden paylaşım yapmasam da aktiftim. Tabi takip ettiklerim bookstagram hesaplarıydı onlar paylaşım yaptıkça benimde ruhum kendine geldikçe ve arkadaşlarımın ısrarı ile yeniden başladım bookstagram ortamına. Yıllarca düşük takipçi ile takıldım daha sonra büyük bookstagramları gördükçe sinirim bozuldu onlar boş hesapken çok takip ediliyor ben insanlara örnek olmaya çalışıp düşük takipçili takılıyordum. Takipçi etkinliklerini duydun mu bilmiyorum o zamanlar baya istek geliyordu şu tarihteki etkinliklere katılmak istermisiniz diye felan ani bir inatla katılmaya karar verdim. İşte o günden sonra o takip etkinlikler sayesinde bu hale geldim. Ki hedefim var o hedefime ulaşırsam daha etkinliklere katılmam. Ayrıca bir ara hesabım çalındı , öyle olunca ilgilenemedim bu da takipleri azalttı. Şuan tek hedefim insanlara örnek olup onları iyi kitap okumaya yönlendirmek. Sözün özü bookstagram ortamı çok çaba, çok sabır, çok hayal ve sakinlik isteyen bir ortam.
0 notes
Text
PAYLAŞTIM MI BİLMİYORUM
Teknoloji çağında, hayatımızı çoğunlukla internet üzerinde geçiriyoruz. Yenilikler hiç garipsemeden ayak uyduruyor ve bizi yönetmelerine izin veriyoruz. Orada eğitim görüyor, çalışıyor ve eğleniyoruz. Hayatımızın her anını ele geçiriyor, bizler ise buna olanak sağlıyoruz. Bir yandan çok büyük bir şans, diğer yandan ise başımıza gelebilecek en kötü şey. Yararları ve zararları var, her şeyde olduğu gibi.
Her şey elimizin altında. Merak ettiklerimize kolayca ulaşabiliyoruz, bu güzel bir şey ancak her bilgi doğru olmayabiliyor. Doğal olarak bu bilgi kirliliği bizim daha çok dikkat etmemizi gerektiriyor . Kimin ne yaptığını görüp, bizler de paylaşabiliyoruz. Böylece istediğimiz herkesle iletişim halinde oluyoruz. Bunu yaparken hayatımızı kaçırıyoruz. Bir süre sonra bağımlılık oluyor, zorunda hissediyor ve duramıyoruz. İnsanlar bizi mutlu görsünler diye sürekli gülümsüyor ve kendimizi sahteliğe mahkum ediyoruz. Öğreniyor, eğleniyor, çalışıyoruz. Bu bize çok fayda sağlıyor ancak bunu da abartıyoruz. Sporumuzu internet üzerinden yapıyor, alacağımız şeyleri sitelerden sipariş ediyoruz. Bunları yaparken duruşumuzu önemsemiyoruz, hareketsiz kalıyor ve sağlıksız bireyler oluyoruz. Çoğu kez de alışveriş yaparken dolandırılıyoruz.
Bunların hiçbirisini önemsemiyoruz çünkü alıştık. Önümüze koyulan sistemi sorgusuz kabullenmek kolayımıza geliyor. Herkes gibiysen, yaşarsın. İnternet bazen de tam bu noktalarda fikirlerimizin ortak olduğu insanları karşımıza çıkarıyor. O kişilerle birlik olup çok şey başarabiliyoruz. Hiç tanımadığınız kişilerle, aynı cümleleri kullanarak bağırıyor, insanların hayatlarını kurtarıyoruz.
Özetle internet, her şey gibi. Yararı da çok, zararı da. Önemli olan durabilmek. Fazlasından uzaklaşmak. Yararlarını kendimize göre belirlemek. Dışarı çıkamıyorsanız eğer market alışverişini internetten yapmak çok güzel bir fikir. Buna mecbur değilseniz, zevkine her seferinde yapıyor iseniz yararı, zarar yapmışsınız demektir. İnternet değil. biz üstünüz. Unutmayın; siz yoksanız, internet de yoktur.
0 notes
Note
Kimseyle konuşmaman dikkat çekici doğrusu hiç kimse yoksa ileti atmak isterim 😇
normal sohbet ettiklerim tabii ki var ama diğer yönden yok. iletim herkese açıktır, mesaj atabilirsin 🤞🏻
0 notes
Photo
@bir_ogretmeninkitapligi #okudumbitti📚📚📚 Alpagut Budun ~ Hakan Yusuf YILMAZ~ Uyanış Yayınevi ~ 200 Sayfa . "İnsan hangi saatte neyi merak edeceğini seçebiliyor muydu?" . Herkese Merhaba 🌼 Polisiye severler sizi buraya alalım. Efsane bir kurgu geliyor. Uzun zamandır merakla okumayı beklediğim bir kitaptı Alpagut Budun. Çünkü yorumlarına güvendiğim arkadaşlarım o kadar güzel şeyler söylediler ki kitap için. Mutlaka okumam lazımdı. Okuduğumda da tüm bu yorumlara hak verdim. . İstanbul Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği'nde görev yapan Hakan adını başarıyla sonuçlandırdığı işleriyle duyurdu. Sadece İstanbul'da değil çevre illerde de duyulan bir ünü vardı. Hakan iyi bir polis olmasının yanında inanılmaz da takıntılı bir birey. Bu detayla birlikte 80 yaşında yangın sonucu ölen bir faili meçhul cinayeti çözmek için özel görevlendirme ile Kastamonu'ya gelir. Yeni bir çalışma arkadaşıyla davanın derinliklerine inmeye başlar. Yeni ve beklenmedik keşiflere ulaşır. . Öncelikle şunu söylemem gerek öyle kurgusunu önceden tahmin edebileceğiniz bir kitap değil. Okumaya devam ederken sanki olayı çözmüş gibi olduğunuzu düşünebilirsiniz ki ben de öyle sanmıştım. Son sayfayı okuduğumda fark ettim ki hâlâ tam çözememişim. Tam bitti artık derken son sayfayı çeviriyorsunuz ve 'Devamı Gelecek' yazısıyla karşılaşıyorsunuz. Öyle heyecanlı bir yerde bitti ki kitap ikincisi için sabırsızlanıyorum. . Ayrıca mesleğe ait detaylar oldukça dikkat çekici ve ayrıntılıydı. Konu ve kurgu güzel yazarın dili de oldukça sade ve akıcıydı. Bu yüzden kendisini hemen okutan bir polisiye. Çok severek okudum. En kısa zamanda devam kitabını da okuyacağım. Şiddetle tavsiye ettiklerim arasındadır. . Sevgiyle . Kaleminiz daim olsun @hakanyusufyilmazz . #alpagutbudun #hakanyusufyılmaz #uyanisyayinevi - #regrann https://www.instagram.com/p/CCSmzCFJHSj/?igshid=atmk18hqwp7o
0 notes
Text
Muhasebede Dönem Sonu İşlemleri
2019 yılında dijital işlem vergisi, değerli konut vergisi, konaklama vergisi, turizm payı ve geri kazanım katılım payı adları altında beş yeni vergi/vergi benzeriyle tanıştık. Vergi hukukçuları ve uygulayıcıları olarak altı torba kanunla yapılmış 74 maddelik bir mevzuat setini anlamaya ve uygulamaya çalıştık. En azından benim tespit ettiklerim bunlar. Belki daha fazlası da vardır. Vergiciler için yoğun bir yıl oldu 2019.
Yılın ilk günü okuyan olur mu bilmiyorum ama birkaç gün içinde yeniden günlük rutin işlere başlayacağımızı, bir taraftan 2019 kapanış işlemleriyle uğraşırken bir taraftan da 2020 yılının ilk işlemlerini yapacağımızı dikkate alarak, yıl sonu / yıl başı için bazı hatırlatmalar yapmakta yarar gördüm. Hepsi bilinen konular ama bir kere daha bazı konuları gözden geçirmekte yarar var. Defterlerin yazdırılması Fiziki ortamda defter tutanlar için, kayıtların yasal süresinde yapılmamasının ve defterlerin yazdırılmamasının önemli sonuçları olabiliyor. Başta usulsüzlük cezası ve katma değer vergisi indiriminin reddi riskleriyle karşılaşmamak için, defterlerin tamamlanarak yazdırılması ihmal edilmemeli. Taşınmaz ve iştirak satış kazancının fon hesabına alınması 2019 yılında taşınmaz veya iştirak hissesi satıp istisnadan yararlanacak olan kurumların; kazancın istisna olacak kısmını Nisan ayı sonuna kadar fon hesabına almaları gerekiyor. Daha zaman var ama ertelememekte de yarar var. Yurt dışı kazançların Türkiye’ye transferi 2019 yılında yurt dışı iştirak kazancı veya yurt dışı şube kazancı elde eden kurumların, istisnadan yararlanabilmesi için, elde ettikleri kazancı, Nisan ayı sonuna kadar Türkiye’ye transfer etmiş olmaları gerekiyor. Yurt dışı inşaat ve onarma işlerinden sağlanan kazançların konsolide edilmesi Yurt dışında yapılan inşaat, onarım, montaj işleri ile teknik hizmetlerden sağlanarak Türkiye’de genel sonuç hesaplarına aktarılan kazançlar, başka bir koşul aranmaksızın kurumlar vergisinden istisna. Kazancın Türkiye’ye getirilmesi zorunlu değil. Kazancın Türkiye’de genel sonuç hesaplarına intikal ettirilmesi yeterli. Gerekli kayıtların zamanında yapılması atlanmamalı. Çalışanlara yapılacak temettü ödemeleri Çalışanlarına 2019 yılı kurum kazancı üzerinden kâr payı, prim veya ikramiye ödeyecek kurumların, söz konusu tutarları 2019 yılı kazancından indirebilmeleri için bu ödemeleri Nisan ayı sonuna kadar personelin hesabına yatırmaları gerekiyor. Zaman var ama süreç şimdiden planlanmalı. Şüpheli alacaklar Ticari kazancın elde edilmesiyle ilgili alacaklardan, dava veya icra aşamasında olanlar için karşılık ayrılabiliyor, ayrılan karşılık da vergi matrahının hesaplanmasında dikkate alınabiliyor. Öte yandan, daha önce karşılık ayrılan şüpheli alacaklardan tahsil edilen olursa, bu tutar da gelir kaydediliyor. Bu ��erçevede; 2019 yılında şüpheli hale gelen alacak varsa bu alacaklar için 2019 bilançosunda karşılık ayrılması, 2019 öncesinde karşılık ayrılan şüpheli alacaklardan tahsil edilen varsa, bu tutarların gelir yazılması, Daha önce karşılık ayrılan şüpheli alacaklardan tahsili olanaksız hale gelen kısım varsa, bu tutarların değersiz alacak olarak değerlendirilmesi ve kayıtlardan usulünce çıkartılması, gerekiyor. Bütün bu işlemlerin son bir kere kontrol edilmesi ve zamanında gerekli kayıt ve işlemlerin yapılmasına dikkat. Yenileme fonu 2019 yılında sabit kıymet satıp yenilemek isteyenler yenileme fonu ayıracaklarsa, yenilemeye ilişkin bir yönetim kurulu kararı almalarında ve satıştan doğan kârı bilançoda açılacak bir fon hesabına koymalarında yarar var. Yenileme fonuna alınmış kârın üç yıl içinde kullanılmamış olması durumunda, üçüncü yılın vergi matrahına eklenmesi gerekiyor. Üç yıl önce ayrılmış yenileme fonu olan ve bu fonu kullanmayan işletmelerin de söz konusu kârı vergi matrahına eklemeyi unutmamaları gerekiyor. Peşin ödenen giderler ve peşin tahsil edilen gelirler Vergi Usul Kanunu gereği; 2019 döneminde ödenen gelecek yıllara ilişkin giderlerin bu yıl giderlerinden çıkartılarak aktifleştirilmesi, Daha önceki yıllarda ödenip peşin ödenen giderler içinde yer alan giderlerden 2019 yılına ilişkin olanlarının cari yıl giderlerine atılması, 2019 yılında tahsil edilen gelecek yıllara ilişkin gelirlerin pasifleştirilmek suretiyle bu yıl gelirlerinden çıkartılması, Daha önceki yıllarda peşin tahsil edilen gelirler hesabında bulunan ve 2019 yılı geliri olan kısmın bu hesaptan alınarak cari dönem hasılatına eklenmesi, unutulmamalı. Finansman giderleri Uzun bir konu ama özetle ifade etmek gerekirse; Satın alınan mallarla ilgili finansman giderlerinin, malın işletme stoklarına girdiği tarihe kadar oluşan kısmının mal maliyetlerine eklenmesi, Satın alınan sabit kıymetlerle ilgili finansman giderlerinden, sabit kıymetin iktisap edildiği dönemin sonuna kadar olan kısmının sabit kıymet maliyetlerine eklenmesi, gerekiyor. Daha sonra doğrudan gider yazmak veya maliyetlere atmak konusunda serbestçe karar verilebiliyor. Yılsonu itibariyle, mal maliyetlerinin doğru tespit edilip edilmediğine, finansman giderlerinin doğru giderleştirilip giderleştirilmediğine son bir bakmakta yarar var. Vadeli mevduat ve vadesi gelmemiş kredilerin faizleri Vergi Usul Kanunu gereği, mevduat veya kredi sözleşmelerine dayanan alacak veya borçlar, değerleme gününe kadar hesaplanacak faizleriyle birlikte dikkate alınıyor. Bu düzenleme gereği; Bankalardaki vadeli mevduat hesaplarının dönem sonu itibariyle hesaplanan faiz tutarlarının gelir kaydı, Kullanılan banka kredileri ile ilgili olarak dönem sonuna kadar oluşan faiz tutarının gider kaydedilmesi, unutulmamalı. Dokümantasyon Vergi uygulamalarında dokümantasyon zaman zaman işin esası kadar önemli olabiliyor. Genel olarak dokümantasyon konusuna girmeyeceğim ama kısaca; Yıllık beyannamede stopaj mahsubu yapacak olanların veya mahsup edemedikleri stopaj tutarının iadesini talep edeceklerin, söz konusu kesintilere, Yurt dışında elde edilerek Türkiye’de kazanca dahil edilen kazançlar üzerinden yurt dışında ödenen verginin, Türkiye’de hesaplanan gelir veya kurumlar vergisinden mahsubu söz konusu olacaksa, yurt dışında ödenen vergilere, Yurt dışında zarar eden şubesi veya iş yeri bulunan kurumların, bu iş yerlerine ilişkin zararı yurt içinde elde ettikleri kazançlarından mahsup edeceklerse, söz konusu zararlara, ilişkin dokümantasyon hazırlıklarına zaman kaybetmeden başlamasında yarar olduğunu hatırlatmak isterim. Read the full article
0 notes
Text
Pazar günü Kurban Bayramı olması dolayısıyla Pazar Sohbetini Cuma gününe aldık. Alaattin Diker yine bizi bir yolculuğa çıkarıyor. Şehrin, tarihin, düşüncenin yollarında…
Çoğumuz ismini mutlaka duymuşuzdur. En azından romanlara konu olan ve filmi çekilen köprüsünü. II.Dünya Savaşı’nda müttefikler Rhein Nehrini nasıl geçtiler? Savaşın akıbeti nerede belirlendi? Sonunda köprü neden çöktü? Hepimiz konu hakkında birşeyler duyduk ya da sinemada izledik: The Bridge at Remagen. Ve zihnimize çizilen bir zafer ve nihayet BARIŞ ile biten bir savaş…
Remagen kenti yaklaşık 2000 yıllık bir geçmişe sahip. Ren sahiline uzanıp Erpeler Tepesi, Marienfels Kalesi ve Yedi Dağlar‘ın güzel manzarasını seyredebilirsiniz. Remagen ilk 400 yıl boyunca bir Roma garnizon kasabasıydı. Burada, M.S. 1. yüzyıldan itibaren, 500 kişilik askeri birlik barındıran ‘Rigomagus’ adında bir kale duruyormuş. Bu geçmiş dönemin izleri bugün hâlâ, örneğin belediye binasının arkasında veya St. Peter Kilisesinin giriş alanında bulunabilir. Romalılardan sonra şehir geçici olarak önemini yitirir. Birkaç kez küçük esnaf ve zanaatkarların ve küçük şarap üreticilerinin merkezi konumuna getirilmeye çalışılır. Yüzyıl önce bölgeyi gezen seyyah Moritz Arndt kısaca şöyle anlatmış bu küçük şehri: “Rhein‘in iki yakasında sevimli bağlar ve meyve ağaçları arasında uzunan eski şehircik Remagen’dan geçiyoruz. Kasabanın aşağı kapısının önünde haşmetli Yedi Dağların uzantısı Apollinaris Dağı yükseliyor. Bu manzaranın ve bağlar ve ormanlar ile kaplı dağın tek özelliği büyüleyici cazibesi.”
Geçmiş zaman var ki hayali cihana değer! Çok şey değişmiş olsaydı, o geziye katılmayı ve yazara eşlik etmeyi hayal edebilirdik belki. Bu sevincin büsbütün yitirilmediğini, hayatın nehirle birlikte huzur içinde aktığını, doğanın korunduğunu görünce insan eskiye öykünmüyor. Hayatı ıskalamamak gerektiğini anlıyor. Gerçi Rhein nehrinde çocuklar hâlâ yüzebiliyor, içinde balık tutulabiliyor ama eski tarihi evler savaşta yıkılmış ve yerine modern binalar dikilmiş. Köln de aynı kaderi paylaşan şehirlerden. Hatta daha beter. Ancak şehir bizdeki gibi çarpık gelişmemiş, sadece modern binalar yapılmış. Şehrin üzerine tereddütün gölgesi düşmemiş mi?
Hayır, sahil boyunca yürürken öyle birşey hissetmedik. Cafe ve restoranları turistler doldurmuş ve kahvelerini keyifle yudumluyorlar; emekliler ve tatilciler hararetli sohbetlerin içine dalmışlar. Kimi dondurma, kimi pasta ��smarlamış. Ne de olsa emeklilik ve yasal izin hakkını kullanıyor insanlar. Yan masada oturan ihtiyar teyze Köln’den gelmiş. Teyze dediğime bakmayın; 1933 doğumlu bir altın kız o. Hollanda asıllı ama kocası Almanmış. 1940 yılında – askere alınan kocası yüzünden – Köln‘e yerleşmiş. Zar zor ‘kölş’ denilen yerel ağzı öğrenmiş ki ilk dikkatimi çeken o husus oldu. Beraber yolculuk ettiklerim onu pek anlamadılar zaten. Yaşlı kadın da mültecilerden ve Köln‘ün değişen yüzünden şikâyet etti sohbet boyunca. O konuştu, biz dinledik. Katıldığım tek nokta müslümanların artık işlerinin zor olduğu diyebilirim.
Nehrin kenarına eşit aralıklarla dizelenmiş sıralardan birine oturuyor ve akan suyu takip ediyoruz. İyi ki canlılık var diyerek seviniyoruz. Biliyoruz ki, hareketin olduğu yerde mutlaka bereket vardır! Önümüzden geçen yük gemilerinin taktıkları bayrakları seçmeye çalışıyoruz. Muhtemelen çoğu yakıt taşıyor. Kaza halinde nehir suyuna karışması kaçınılmaz sıvı gaz. Bayrakların ekserisi turuncu renk. Bazı kaptanlar özel arabalarını ‘güverteye’ koymuş. Vardıkları limanda sürecekler anlaşılan. Nehrin orta yerinde kayalıklar görmek mümkün. Bu adacıkları kuşlar işgal etmişler. Martılar, ördekler ve kırlangıçlar… Suya dalan gözlerimiz bazen nehirle birlikte akıyor. Bazen karşı sahilde gelip giden arabalara, ara sıra geçen trenlere takılıyor.
Tam önümüzde bisikletten inen adam; “İşte, tam buradaydı köprü” diye sesleniyor birden. Dar bisiklet pantolonu giymiş, renkli güneş gözlüğü takmış ve yüzü güneşten kavrulmuş yetmiş yaşlarında bir adam. “Ludendorff Köprüsü” diye ekliyor. “Köprü, 1945 Nisan’ına dek savunuldu.” Yaklaşık aynı yaşlardaki kadından ses çıkmıyor. Sırt çantasında birşey arıyor sanki. “Son elma. Ben yiyorum.” Adam yüzünü nehire doğru çevirmiş vaziyette tepki göstermiyor. Köprü altına doğru yürüyor. Cebinden küçük bir fotoğraf makinası çıkardığını görüyorum. Kadın elmasını ısırıyor. Biz de ayağa kalkıp yürümeye başlıyoruz. “Özür dilerim” diyorum. “Barış Müzesi’ni duydunuz mu?” Gözlerini saran manasız bir ifadeyle, “Anlamadım” diyor. “Remagen muharebesi hakkında bir müze.” “Evet, evet. Hiç gitmedim ama buraya çok yakın. Biraz ileri gidin, sağa dönün, giriş tabelasını göreceksiniz.” “Kocam kesin ziyaret etmiştir müzeyi… O çok şeyi bilir…Bu tür şeylere ilgim az benim… O şimdi nerde?…”
Kadın sağına soluna bakıyor; yüksekce bir taş üzerine çıkıp resimler çeken kocasını görünce rahatlıyor… “25 yıl önce buraya ikizler ile gelmiştik. Oğlanlar 16 yaşındaydı o zaman. Unkel‘da yazlık kiralamıştık. Erpeley Tepesine çıktığımızı hatırlıyorum. O gün ne çok yağmur yağmıştı…” Mühendis koca bize doğru geldi. “Çok mu beklettim?” “Hayır. Biraz konuştuk. Çöpü lütfen arkandaki kutuya atar mısın?” Adam sessizce tekrar yanımızdan ayrıldı.” “İkizler; şimdi biri belediyede, diğeri gümrükte memur. Düzgün yetiştikleri için çok mutluyum. Şimdi öyle mi?…” Onaylamak için başımızı sallıyoruz. İyi günler dileyerek müzeye tırmanan merdivenlere yöneliyoruz…
1980 yılından beri köprünün kulelerinde, Barış Müzesi yer alıyor. Köprü tarihine ek olarak, o zaman ki Remagen Kampları‘nda esir tutulan askerler hakkında da bilgi veriyor. Gereksiz denilemez ama burası daha çok sergiye benziyor. Merdivenlerden çıkarken Amerikan vurgusuyla konuşan bir çift görüyoruz. Sanırım şehri kurtaran müttefiklerin çocukları! Siyah beyaz resimleri pür dikkat inceleyen biri erkek, biri kadın iki Fransız ile karşılaşıyoruz. Kendi dillerinde konuşuyorlar, belki tartışıyorlar. Remagen Köprüsü 1916-1918 yılları arasında inşa edilmiş. I.Dünya Savaşı biterken açılmış, hatta Alman Ordusu‘nun tahliyesinde bu köprü kullanılmış. Elbette, 30 yıl sonra yaptıkları köprünün tamamen yıkılacağı hiç kimsenin aklına gelmemiştir. 1944 yılı sonbaharından itibaren binlerce insanın bu köprü üzerinde öldürüleceği de. Köprü açılırken atılan nutuklarla Dünya Savaşı’ndan bin beter bir savaşı yine Almanların başlatacağını kim düşünebilirdi ki? Otuz yıl ömrü olan bir köprü, 20. yüzyıl Avrupa tarihini bir şerit gibi gözlerimizin önüne seriyor. Köprünün tarihi iki dünya savaşı ile içiçe geçmiş çünkü. Nereye baksan, o kanlı günleri hatırlıyorsun. Barışın kıymetini kavrıyorsun.
7 Mart 1945. Avrupa’daki savaşın sona ermesini önemli ölçüde hızlandıran gün. “Remagen Köprüsü” yanlışlıkla Amerikan öncü kuvvetlerinin eline düşer. Köprüyü havaya uçurmak için emir alan Alman komutan başarısız olur. Ve bir anda, Amerikalılar Ren‘i geçmeye başlar. Hitler kararlıdır: Köprüyü ne pahasına olursa olsun tahrip etmek, ABD birliklerini geri püskürtmek istemektedir. Akla gelebilecek her çareye başvurur: Dalgıçlar, savaş uçakları, roketler, dev bir topçu birliği harekete geçer… İşte aynı sahneler 1968’de, ‘Remagen Köprüsü’ filmi için Çekoslovakya‘da çekiliyordu. Bu çekim ‘Prag Baharı’nın sonu oldu bir bakıma. Çekimler sırasında Rus askerleri ülkeye girdi, Sovyet tankları yolları kapattı, askeri helikopterler film seti üzerinde dönüp durdu. En sonunda film ekibi ülkeden kaçmak zorunda kaldı…
Ne yazık ki, savaştan geriye tek açlık ve gözyaşı kalıyor. Kore gazisi babamın; ‘Allah, hiçbir millete savaş yüzü göstermesin’ duası hatırıma geliyor. Onun birçok kez anlattığı, binlerce Koreli kadın ve çocuğun kışla önünde tek bir yumurta ya da patates almak için sıraya girdikleri anları görüyorum Barış Müzesi‘nin karanlık dehlizinde. Remagen Köprüsü‘ne uzak olmayan çayırlık bir alanda Amerikalılar Alman esirler için çadırlardan ibaret kamplar kurmuşlar. Yaklaşık 300 bin Alman askeri 6 ay boyunca burada ağır şartlar altında tutulmuş. Kaçarken vurulanlar ya da hastalanıp ölenler olmuş. Sonuçta; mağlubun kaderi galibin elinde oluyor her zaman. Bu kampta gözetim altında tutulanlardan biri de Alman şair Günter Eich. Ünlü ‘Sayım’ şiirinde “başındaki şapka yukardan gelecek her tehlikeyi önlemez” der. İlerki yıllarda – belki yaşadığı acılar yüzünden – öznenin artık yaratılış tarafında durmadığını veya duramayacağını iddia eder. Nagazaki ve Hiroşima‘ya atılan atom bombalarından sonra şairin bu duyguya kapılması anlaşılabilir bir olay. Günümüzde bilerek ya da bilmeyerek yaratılışa aykırı yaşamıyor muyuz? Ağzımızın tadı bozulmadı mı? Marketten aldığımız her ürün doğal mı? Yakın gelecekte yapay kalpler, yapay beyinler, yapay akciğerler mümkün olacak! Özetle; yeni bir insan türü ortaya çıkacak…
This slideshow requires JavaScript.
Bugün askeri bölge sivil topluma açılmış. Dünyanın değişik ülkelerinden gelen gençler çadır kurup tatil yapıyor aynı topraklar üzerinde. Rhein yine insan oğluna hizmet etmek için akıyor. Bu kez zaman ve eşyanın durumu çok farklı. Nehire hükmediyoruz ama aynı zamanda kendimizi tabiata ait hissediyoruz. Çiceğiz, meyveyiz, dalız… Var yapılmaya değil, var olmaya adayız… Berrak suyun altında duran nehir yatağını görüyoruz. Taş adacıklar güneşin altında ışıldıyor, martılar havalanıyor, balıklar en derinde yüzüyor. En küçük bir hışırtı çıkarmadan nefes alıp veriyoruz. Ciğerlerimizi ormanın temiz havasıyla dolduruyoruz. Kim istemez ki, doya doya kaynak suyu içmek? İşte bu coğrafya en uygun yer. Çeşme suyunu bile gönül rahatlığı ile içebilirsiniz. Trenimizin kalkış saati yaklaşıyor. Hemen pencere kenarından bir yer kapıyoruz. Maksadımız Remagen‘ın 20.yüzyılda değişen çehresini son bir kez temaşa etmek. Alışveriş merkezleri, sanayi bölgeleri, ticari alanlar… Ve bir sürü fabrika… Birçoğu taş ya da kumdan fayans üretiyor. Sulama kanalları için taş borular ve aklıma gelmeyen birçok şey. Bukowski‘nin doğduğu şehir Andernach‘a varmak üzereyiz…
Alaattin DİKER
İki Yakası Biraraya Gelmeyen Şehir Pazar günü Kurban Bayramı olması dolayısıyla Pazar Sohbetini Cuma gününe aldık. Alaattin Diker yine bizi bir yolculuğa çıkarıyor.
0 notes
Photo
Bir Süredir Sosyal Medya Üzerinde Birçok Anladığımız Bildiğimiz Siyasi Parti'den Çok, Çeteleşme Mantıklı Marti, Birçok Alanda Dernekten Çok Mernek Ve Rengarenk Vasat Kişiler, Yanlarında Kendi Ayarlarında Ya da Muhtemelen Daha Düşük Ayar Kaplamalı Tenekeler İle Çok Daha Fazla Fink Atarken Slogan, Naraları da Oldukça Yavan, "Sinek Küçüktür Ama Mide Bulandırır" Noktasında Taciz Eder Oldular! DİKKAT!Bir Süredir Sosyal Medya Üzerinde Birçok Anladığımız Bildiğimiz Siyasi Parti'den Çok, Çeteleşme Mantıklı Marti, Birçok Alanda Dernekten Çok Mernek Ve Rengarenk Vasat Kişiler, Yanlarında Kendi Ayarlarında Ya da Muhtemelen Daha Düşük Ayar Kaplamalı Tenekeler İle Çok Daha Fazla Fink Atarken Slogan, Naraları da Oldukça Yavan, "Sinek Küçüktür Ama Mide Bulandırır" Noktasında Taciz Eder Oldular! DİKKAT! Burada Bahse Konu Ettiklerim Özellikle TURAN, TÜRK, ATATÜRK, KIZILELMA, KUVAİ MİLLİ YE KAVRAMLARI ÇERÇEVESİNDE OLANLARDIR; KALANI AYRI KONULARDIR! DİKKAT! Ülkemizde Uzunca Zamandır Dernek Ve Siyasi Partilerin %80'ninden Fazlası Maalesef Emperyal Odaklar VE Çevre Ülkelerin Direkt Ya da Dolayısı İle Misyoner Kişi VE Kuruluşlarca Kurdurulduğunu, Yönetildiği - Yönettirildiğini Yazmaya Gerek Var mı Bilemem Ama iş O Kadar Raddeden Çıkmış Ve Seviye O Kadar Bayağının da Altına Düşmüştür ki; BU HÂL, BÖLÜNEREK/PARÇALANARAK GÜÇ BİRLİĞİNİ TALAN İLE TURANCILIK ÜLKÜSÜNE KİŞİLER ÜZERİNDEN İTİBAR KAYBETTİRMEK PORJESİNİ TATBİKLE, TÜRK ULUSUNA, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNE KARA BULUTLAR, ZUL OLMAYA BAŞLAMIŞTIR! Özellikle TÜRK, ATATÜRK, TURAN KAVRAMLARI İLE OLUŞTURULAN AMBALAJ TEMALI BU BİRÇOĞU ALÇAKÇA TÜRK VE TÜRKLÜK DÜŞMANI MİSYONLARIN SOSYAL MÜHENDİSLİK AMELELİĞİNİ YAPAN SİYASİ KURUM, PLATFORM, DERNEKLERE ASİL VE YÜCE TÜRK ULUSU; AYNI MANTIKLA EŞ GÜDÜMLÜ ÇOĞU İNGİLTERE, İSRAİL VE BUNLARIN PİÇLEMESİ SUUD 'LARIN, DİĞER BAE GİBİ SAMİ PİÇLERİN, FARSLARIN, ÇİN' İN UZAKTAN YÖNETTİĞİ TARİKAT, DERGAH VB. LERE DE İLGİSİZ KALMAKLA, DIŞLAMA, RET ETMEK İLE GEREKEN CEVABI VERMEK ZORUNDADIRLAR! ⤵️ Yazının Devamı Yorumda Verilmiştir. ⤵️ https://www.instagram.com/p/B0yuNb5BQEIw809Fyf3SpotP28fJx2zDBLr2Ow0/?igshid=1gap76mjtb0pp
0 notes
Text
Cansın Çetin, 0202
Kimse Orijinal Değildir
Herkes şahsına münhasır olduğunu düşünür. Kimseye benzemediğini, ruh eşini bulabilse de eşsiz olduğunu… Acı haberi benden duymanızı istemezdim ama bu doğru değil. Bahsettiğim şey insanlar çift yaratılmıştır inanışıyla alakalı olan bir şey değil, yanlış anlamayın. Daha çok onar hatta yüzer tane oluşumuz. Hayatımızdaki kişi kadar bizden vardır aslında. Ve biz tanıdığımız kişilerde var oluruz. Doğuştan gelen bazı şeyleri inkar edemem tabii ki ama ben kimsenin orijinal olmadığına inanırım.
Hepimiz hayatımızdakilerin ortak eforuyla oluşuruz. Ben kendimi yetiştirdim cümlesini yanlış bulurum. Bence hepimiz isteyerek ya da istemeyerek birilerinden etkilenerek ruhumuzu ve aklımızı inşa ederiz. İllaki fiziksel olarak tanıdığınız birinden bahsetmiyorum ya da sık görüştüğünüz biri de olması gerekmez. Yıllar önce ölmüş olan bir düşünür olabilir, uydurma bir roman karakteri olabilir, yıllardır hiç görüşmediğiniz ilkokul öğretmeniniz olabilir. Bir şekilde bir parçasını kaparız ve ya direkt ya da yontarak kişilik pazılımıza ekleriz. Her zaman iyi özellikler olmuyor tabii ki bunlar. İyi, kötü ya da nötr; bir şekilde kendi zirvemize çıkmamız için merdiven basamaklarını oluştururken derinlerdeki karanlık mahzenimize de indirebiliyor bizi.
Bu olayı her zaman isteyerek yapmıyoruz. O nedenle aslında dikkat etmek gerekiyor çünkü algılarımızın bir filtresi yok ki takalım ve kötü ortamlardan, kalitesiz şekillerden etkilenmeyelim. Durun şimdi aklıma bununla ilgili bir atasözü de geldi ve ünlü girişle söyleyivereyim; ne demiş atalarımız, bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Tabii onlar bunu hangi taraftan bakarak söylediler bilmiyorum. Yani kişi kendine benzeyenleri bulup arkadaş olur mu yoksa zamanla arkadaşlarına benzer mi? Bu yazıyla ilgili olanı ikincisi. Peki o halde şey de var, üzüm üzüme bakarak kararır. Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan… Körle yatan şaşı veya daha otantik versiyonu itle yatan bitle kalkar. Evet, uzattıkça uzatasım gelen bu atasözleri biraz negatif bir taraftan bakıyor hep. Ama öyle olmak zorunda değil. Jimi Hendrix’i hayatına alıp gitar çalmaya başlamış insanları düşünün, Queen’i ve David Bowie’yi tanıyıp Lady Gaga’yı yaratan Stefani Joanne Angelina Germanotta’yı ya da daha içeri inip kendi babaannesinin anaçlığını alıp harika çocuklar yetiştiren anneyi düşünün.
Hiçbir parçam orijinal değil, tanıdığım herkesin ortak çabasıyla oluştum. Dostlarım ve düşmanlarım. Sevdiklerim ve nefret ettiklerim. Bu gün olduğum kişinin bir parçasılar. İsteseler de istemeseler de. İstesem de istemesem de. Peki siz ne düşünüyorsunuz? Katılıyor musunuz ya da tamamen farklı bir şey mi düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim. Bana kişisel adreslerimden; facebook.com/carpediembirdie, instagram.com/clockworklizard, [email protected] ya da blogumuzun adreslerinden; facebook.com/kukumavblog, [email protected] ulaşabilirsiniz.
Ve bu kez bir ilk yapıp bir şarkı armağan etmek istiyorum siz yazımı okuyan baykuşlara.
https://www.youtube.com/watch?v=bvjjc18nB14
1 note
·
View note
Text
Ateistler nasıl dua ediyor?
Risale-i Nur'da öyle metinler vardır ki, hayatınızı 'Çaaat!' diye değil ama, bir incecik 'çıt' diye ikiye böler. Yani, onları okumadan önce başka birisinizdir, okuduktan sonra başka. Bunu söylerken 'hidayet romanları'ndaki gibi şiddetli bir dönüşümden bahsetmiyorum arkadaşım. Hayır. Daha sessiz oluyor herşey. Kafanızda/kalbinizde bir daha kapatamadığınız bir kapı aralanıyor. Bir yeni görüş gözünüze katılıyor. Bütün aynılıklarınız içinde başka bir tefekkür tırtılı yolunu yontmaya başlıyor. Siz sonra sonra bunun meyvelerini devşiriyorsunuz. Belki 'sırran tenevveret'in bir nüktesini kendiliğiniz üzerinden de böyle temaşa ediyorsunuz. Evet. İşte öyle metinlerden birisi de, benim açımdan, 24. Mektub'un 1. Zeyli'dir. Yani dua bahsidir. Efendim, öncelikle ifade edeyim, elhamdülillah, müslüman bir ailede dünyaya geldim. Kendimi bildim bileli de dinimin şuurundayım. Fikrindeyim. Zikrindeyim. Hatta şükründeyim. Ancak, şunca yıllık müslümanlığım içinde, yaşamanın bizzat bir dua olduğunu, hatta her varoluşun da bir tarz duaya hizmet ettiğini Risale-i Nur'u okuyunca anladım. Zaten bilenler lütfen cehaletimi bağışlasınlar. Ben hakikaten âlemi hiç böyle düşlemiyordum. Benim için bir olagelen-olagiden akış vardı dünyada bir de dua ettiklerim. Bir sebepler dairesi vardı bir de dileklerim. Çalışmanın da bir çeşit dilemek olduğunu Risale-i Nur'la farkettim. Yoksa, eski zannımca, hâşâ, sanki Allah süregiden akışa sadece kabul ettiği dualarımla arasıra dahil oluyordu. Onları kabul ettikçe karışıyordu. Değiştiriyordu. Yoksa kainatı akışına bırakıyordu. İtikadımda işleyişin böyle olmadığını biliyordum. Ama sahada sanki başka bir eyleyişe imanım vardı. Mürşidim "Dua üç nevidir..." deyip "Esbabın içtimaı müsebbebin icadına bir duadır..." arşına kadar mevzuyu ballandırınca, Allah Allah, göğsümde bir ağaç canlandı. Dallandı. Uzamaya başladı. Neden-sonuç ilişkisinin varlığını anlamlandırmada yeni bir boyuta varıldı. Hem de ne boyut! Bu boyutun açılmasıyla kainatın tevhidle çelişik hiçbir yanı kalmadı. Çünkü kendime sorardım: "Herşeyi Allah yaratıyorsa bu sebep-netice ilişkileri neden var? Neden Allah mahlukatı arasına böyle bir işleyiş serpiştirmiş? Neden yağmuru buluta, tohumu toprağa, ışığı güneşe bağlamış?" Tamam. Sırr-ı imtihanın da bir cevabı vardı. Bu âlemde sınanıyorduk. Ve her sınanma bir 'örtme'yi bağrında saklardı. Örtüyü aşanlar ancak kazanırdı. 'Küfür' lafzının köken olarak 'örtme'yle bağlantısı da durumu açıklıyordu. Ancak sınanmanın da üstünde birşeyler sezinliyordum. Dua bahsi bu açıdan kurtuluşum oldu. Biz, tohumu toprağa atarken, ışık için güneşe yönelirken veya her sabah işe giderken yine bir duanın parçası oluyorduk. Şuurumuz olsun-olmasın. Sebepler içindeki her hareketimiz kulu ile ilahı arasındaki isteme-verme ilişkisinin bir parçasıydı. Burada bir de şu vardı: Esbabın işleyişi Vahidiyetle tayin edilmiş kanunlar içerisinde uygun adım ilerleyişlerden oluşuyordu. Dil ile yapılan dualarsa Ehadiyet gölgesindeki özel kurtarışlara dönük çağrılardı. Bu nedenle birincisinin karşılığı daha somut görülüyordu. İkincisinin karşılığı ise usûlüyle verilirdi. Birincisi genel-geçerdi. İkincisi kendi şartlarına mahsustu. Şu noktaya da dikkat et arkadaşım: Bize "Bak, sen dua ediyorsun gelmiyor, ben yapıyorum oluyor!" diyen cerbezeciler aslında şöyle demiş oluyorlar: "Bak, sen dille dua ediyorsun hemen gelmiyor, ben fiilen dua ediyorum oluyor!" Bizim de buna bir itirazımız yok zaten. Cidden de öyledir. Cenab-ı Hakk, tabir-i caizse, kanunları gölgesinde edilen duaları özel muamele isteyenlerden daha zâhir kabul eder. İstediklerini verir. Ötekilerin duası kabul edilmez sanma. Onlarınki de kabul edilir. Ya bu dünya ya ahiret için kaydedilir. Ancak 'özel muamele'nin usûlü 'kanunların gölgesi'yle bir değildir. Şartları daha ağırdır. Nitekim: Peygamberlerin dille ettikleri dualar da kabule karîn olur. Geriye kalan salihlerin durumu da derece derecedir. Ancak iş fiilî duaya gelince avam bazen âlimin de önüne geçer. Tarlasını düzenli eken güçlü-kuvvetli bir reçber bahçesine bakmakta zorlanan ihtiyar âriften daha çok karşılık alabilir. Devletin şartlarına riayet ederek başvuran bir sıradan vatandaş istediğini kolaylıkla alırken kendisine özel bir muamele yapılmasını dileyen mebus buna zorlukla ulaşabilir. Bu Cenab-ı Hakkın kullarına bir merhametidir. Eğer her yaratışını kavlî duadaki usûlün hassaslığına bağlasaydı bugün kolaylıkla yediğimiz bir nar meyvesini hakettirecek duayı milyonda birimiz edebilirdik. Öyle ihlası pek azımızda bulabilirdik. Gelgelelim, beşere merhamet ile kurulmuş bu düzen, pekçoğunun inkârını da beraberinde getiriyor. Nefes almaları bir tür "Beni hayatta tut Allahım!" duası olan ateistler onu aştıklarını sanıyor. Materyalizm dediğimiz illet buradan yeşeriyor. Kanunlar gölgesinde edilen duaların sıkça kabulü, kulun kendisini veya neden-sonuç ilişkilerini ilah olarak görmesine evriliyor. Hatta, öyle tuhaf ki, kendi duasını mü'minlerin duasının karşısına rakip çıkarmaya da cür'et ediyor. Eh, bu minvalde söylenecek çok şey var, fakat yazının ömrü bu kadarına yetti. Fiilî duanın kavlî duaya göre daha başka ne kemali var, onu da başka bir yazıda düşünelim beraberce, Allah'a emanet ol. Dualarında da bu kardeşini unutma sakın.
0 notes
Text
ONUR GÖRMEZ’LE ATİNA – YEME, İÇME VE GEZİ ÖNERİLERİ
Kılavuz:
Başında tire (-) olan yerler: Özellikle tavsiye ettiklerim.
**: Bu işaret araştırdığım ama gitmediğim yerlerin başına konuldu. Sorumluluk kabul etmiyorum J
YUNAN İŞİ HAMUR İŞİ – KAHVALTILIK - TATLI:
ð Spanakopita diye (sonunda pita varsa genelde bizdeki böreğe karşılık geliyor) ıspanaklı bir börek var. Çok gelenekselmiş şuymuş buymuş diye millet ölüp bitiyor. Babaannem sağ olsun ıspanaklı böreğin şahını yediğimiz için bizim için bir olayı yok. Ama gerçekten eli yüzü düzgün yapıyorlar börek işini. Ispanaklı böreğe bayıldığım için de ben çok severek yedim bunu. Gittiğiniz yerlerde deneyin.
-Ariston (ΑΡΙΣΤΟΝ ΛΟΜΠΟΤΕΣΗ) : Voulis 10. Syntagma meydanından aşağıya sağdaki ilk sokaklardan biri. Parlamentoya çok yakın.
ð Kourou (kuru) diye gerçekten kuru bir poğaça çeşitleri var peynirli, bu sürekli taze olarak arkadaki fırından çıkıyor. Alametifarikası bu genel olarak.
ð Pitaları da çok güzel.
ð Bir tane kuru alın, tadın. Ama pitaları bence daha güzel.
ð İngilizceleri çok iyi değil ve alakasız saatlerde çalışıyorlar.
ð Pazar günleri kapalı. O yüzden Pazara bırakmayın.
ð Kahvaltı yanında yolluk için de ideal.
-O Takis: Misaraliotou 14. Akropolis Müzesi’nin hemen arka sokağında.
ð https://www.instagram.com/p/B6iyaH2FwGv/
ð Burası da eski fırınlarından biri.
ð Benim ilk aşkım Ariston’du, ama burası bence daha iyi.
ð Her şeyi güzel. Özel bir tavsiyem yok. Ne yediysek beğendik çünkü. Damak zevkinize göre güzel gözüken şeyleri deneyin. Genelde beğenirsiniz.
o Tuzluları da çok iyi.
o Tatlıları da çok iyi.
ð Akropolis günü, ya gezi öncesi ya gezi sonrası burayı ziyaret edip enerji depolayabilirsiniz.
Meliartos: Ermou 65. İstiklal Caddesi üzeri.
ð Eli yüzü düzgün hamur işleri, tatlıları, yemekleri, kahveleri olan yol üstü durağı.
ð Özel bir şeyi yok. Ama çok yorgunsanız ve gidecek yer aramak istemiyorsanız burası güvenli bir seçenek.
**Philos: Solonos 32. Atina’nın turistik olmayan yüzünde.
ð Buraya gidemedik. Atina’da yaşayan arkadaşın tavsiye ettiği ettiği kahvaltıcı.
ð İnternet puanları da oldukça iyi.
ð Anladığım modern bir mutfakları var. Kahvaltı dışında da gidilebilir gibi. Brunch’a uygun.
Lukumades (LUKUMAΔΣ): Aiolou 21. Syntagma’dan Monastraki’ye doğru Ermou üzerinde yürürken sağ tarafta kalan sokaklardan birinde.
ð The Original! Lokma furyasını başlatan mekan. Türkiye’de lokmacılar patlamadan önce ilk burada açıldı. Ben 4 yıl falan önce gitmiştim buraya ilk.
o Gereksiz bilgi: Türkiye’ye bu furyayı getiren eleman rivayete göre bunlardan franchise istemiş; alamamış ve kendi işini sonra memlekette kurmuş.
ð Yani bence bu tarz lokma çok lüzumsuz ama Yunan nasıl yapıyor merak ediyorsanız uğrayabilirsiniz.
YEMEK – İÇKİ:
-Akropolis Müze Restoranı: Dionysiou Areopagitou 15.
ð Müzenin yanlış hatırlamıyorsam ikinci katında.
ð Müze için bilet almaya gerek olmadan, yalnızca buraya gittiğinizi söyleyerek bedavaya çıkabiliyorsunuz. Formaliteden bir bilet kesiyorlar, elinizi kolunuzu sallayarak çıkamıyorsunuz.
ð Muazzam bir Akropolis manzarasına sahip. Ha, tabii Atina’da istisnai bir şey değil bu. Aşağı yukarı Atina’da her yer Akropolis manzarasına sahip. Ama bununki ayrı güzel. Özellikle gün batırıp akşam ışıklarında görürseniz atmosferi oldukça güzel.
ð Cuma-cmtleri genelde akşam yemeklerinde rezervasyonsuz yer bulmak biraz zor. Atinalıların da özellikle geldiği bir yer çünkü.
ð Mutfak modern Yunan.
ð Fiyatlar Atina ortalamasının biraz üzerinde. Ama uçuk değil.
ð Ben her gidişimde burada, hele hava güzelse terasında kitabımı alıp şarabımı içiyorum.
ð Müzeyi uzun soluklu gezmek isteyen biri varsa ama diğeri de kısa kesmek istiyorsa kısa gezmek isteyen burada çok rahat 2-3 saat geçirebilir J
-Heteroclito: Petraki 30. Atina’nın İstiklali’nin Syntagma’dan aşağı inerken sol tarafında katedrale çıkan sokaklarından birinde.
ð Oldukça iyi bir şarap barı.
ð Geneli Yunan, oldukça iyi şarapları var. Yerel şarap tatmak için Atina’da daha iyi bir mekan yok.
ð Hafif şeyler yiyebilmek de mümkün. Gene yerel peynir, et ürünleri tabakları sunuyorlar.
o Aç gitseniz doymazsınız. Ama hafif bir altlık ile rahat idare edilir.
ð Burası “tarz” mekanlardan ama kasıntı değil.
ð Şaraplar Atina için pahalı, ama bizim için ucuz (verginin gözü kör olsun).
ð Az sayıda masası var. İyi havalarda dışarıya da masa atıyorlar.
ð Çocukları uyutup gidilebilir. Geç saatlere kadar açık.
-Dioskourio (ΔΙΟΣΚΟΥΡΟΙ): Dioskouron 13, Plaka. Akropolis’ten Agora’ya doğru giderken Agora manzaralı mekan. Anafiotika’ya yakın.
ð Burası açık havada oldukça güzel bir mekan. Bir yanı agora. Sokağa atılmış masaları var.
ð Porsiyonları büyük.
ð Yemeklerde özel bir şey yok. Ama turistik iki yer arasında, güzel manzaralı bir yer.
ð Yerliler de bolca takılıyor, çok turistik değil.
ð Öğle yemeği ya da ikindide bir-iki kadeh rakı/şarap, bir iki soğuk bira için ideal mekan.
ð Galiba Monastraki’de aynı isimli bir yer daha var. Orayla karıştırmayın.
Klepsydra (Κλεψύδρα): Klepsidras. Dioskourio’dan Anafiotika’ya doğru yürürken. Birbirlerine çok yakınlar.
ð Sıcak samimi kafe/lokanta.
ð Tarihi atmosferde gevşek gevşek bir şeyler yiyip içmek için birebir.
ð Dioskourio doluysa buraya, burası doluysa diğerine gidebilirsiniz.
ÖNEMLİ NOT: Ne bu Anafiotika derseniz, küçük Anafi demek. Bu bir ada. Burada yaşayan Yunanlar vaktinde gelip burayı mesken tutmuşlar ve adalarında olduğu gibi bir mimaride evler yapmışlar. Beyaz boyalı herkesin aklında olan Yunan evleri işte. Atina gibi bir metropolde gerçekten bir vaha. Daracık sokaklar, güzel grafitiler vs.. Dar sokaklarda gezip kaybolacaksınız, olayı o. Yalnız yamaca yapıldığı için bolca merdiven çıkıp inmek gerekiyor. Ama gözünüz korkmasın, Atina’nın en güzel yerlerinden biri. Kesinlikle görülmeli. Eğer gezerken etkilenmediyseniz, yeterince kaybolmamışsınız demektir. Yalnız dikkat, hâlâ yaşayanlar var, dolayısıyla fazla gürültü yapmadan dolaşmak iyi olur saygı açısından.
ð Anafiotika hakkında biraz fikir sahibi olmak isterseniz şu videonun içinde bazı yerler oradan: https://www.instagram.com/p/B5vMYGFFsJz/
Agora’nın karşısı: Tren hattı sırasınca dizilmiş sıra sıra bir sürü mekan var. Hepsi birbirinin aynı aşağı yukarı. Üzmüyor. Herhangi birine oturabilirsiniz. Kimileri ev yemeği de yapıyor. Mutfağa girip yemek seçebilirsiniz. Ben bir sefer burada domuz etli lahana dolması falan yemiştim. Yani bizim yemeklere kıyasla nasıllar bakma için fena olmuyor.
-**Karamanlidika: Ermou 119. Monastraki Meydanı’ndan aşağıya doğru Ermou’da. Anladığım burayı yeni açmışlar. Biz buradakini gördük. İnternete yazınca bir de “Sokratous 1” adresinde bir yerleri çıkıyor.
ð https://karamanlidika.gr/
ð Buraya bir türlü gidemedik. Listemde çok uzun zamandır var. Aşırı övülen bir mekan.
ð Adından tahmin edeceğiniz üzere Karamanlılar. Kayseri yöresi taraflarından falan yemekleri var.
ð Eli yüzü düzgün sucuk, et ürünü vs yapıyorlar. Kayseri pastırması falan.
ð İnternetten gördüğüm kadarıyla fiyatlar biraz pahalı Atina için ama mutlaka ziyaret edilecekler listemde benim.
Not: Bunun hemen karşısında sayılacak bir yerde Kilo-Shop diye kiloyla ikinci el kıyafet satan bir dükkan var. Biz birkaç kere gidip burada eşelendik. Oldukça eğlenceliydi. Alışveriş için bakınmak isteyenler için fena bir mekan değil.
**Ama Lachei (ΑΜΑ ΛΑΧΕΙ): Kallidromiou 69. Atina’nın turistik olmayan tarafında.
ð Burası da gitmediğimiz ama internet puanı iyi olan mekanlardan. Modern yunan yapıyorlar anladığım. Bahçesiyle ferah bir ambiyansı var.
ð Modern taverna havası da var gibi.
Arcadia: Makrigianni 23-27.
ð Akropolis Müzesi’nin yan sokağında sıra sıra yemek yerleri var. Onlardan biri bu.
ð Bu bölgenin fiyatları pahalı.
ð Bunun yemeklerinin eli yüzü düzgün. Eğer gezi yorgunluğunda çok aç kalırsanız ve hemen bir yere oturmak isterseniz. Akropolis tarafı için güvenli bir seçenek. Ama Akropolis tarafında aç kalırsanız ve yemeğe oturmak isterseniz tavsiyem kesinlikle Akropolis Müze Restoranı.
**Finewine Athens: Lisikratous 3.
ð Buranın önünden 100 kere geçtim. Bir kere oturamadım. Ama çok iyi bir yer olduğuna emin gibiyim. Bana öyle hissettirdi J
ð Açık olduğu saatler ilginç olabiliyor. Ben çok az açık denk geldim.
ð İyi bir yer olduğuna kalıbımı basarım.
Not: Burası “Choragic Monument of Lysicrates”in orada. Bu tiyatro anıtının arkasında da kafe-restoranlar var. Öyle çok bir olayları yok. Ama ambiyansları çok güzel. Havadarlar. Akşam-ikindi buralarda da bir kadeh bir şeyler içip soluklanıp devam edebilirsiniz.
KEBAPÇI
ð Atina’ya gelip kebap yememek olmaz. Burada suvlaki ya da dönerden bahsetmiyorum.
ð Monastraki Meydanı’nda ünlü kebapçılar var. En iyileri mi? Muhtemelen değil. Ama Bursa’ya gelenin İskender veya Uludağ Kebapçısı’na gitmesi gibi.
ð İki bilindik rakip var burada da: https://www.instagram.com/p/B53ILlbFbTR/ (görselleriyle ayrıntılar burada)
-O Thanasis ve Bayraktaris: Monastraki Meydanı.
ð İkisi de aynı yerde.
ð Haftasonu tüm Atina buraya akıyor. Özellikle Pazarları. Aşırı kalabalıktan kaçınmak için diğer günler gidilebilir.
ð Olayları “yoğurtlu”. Yunancası da böyle zaten. “Kebap” derseniz, bunun yoğurtsuzunu getiriyorlar.
ð İki tarafta da aynı şeyler var. Dilerseniz dönerlerini de deneyebilirsiniz.
ð Yanına biranızı söyleyin ve saatlerce oturun. Geleni geçeni, şenlikli Atina yaşantısını izleyin.
**O Kostas (Κώστας): Pentelis 5. Suvlakici.
ð Buraya da gidemedim. Çok uzun zamandır listemde.
ð Atina’daki en iyi suvlakici diyorlar.
**Hai-Fai (ΨΗΤΟΠΩΛΕΙΟ HI-ΦΑΙ): Skoufa 46.
ð Atina’da yaşayan arkadaşım tarafından tavsiye edilen suvlakici.
TAVERNA
-Taverna Aris (Ταβέρνα Άρης): Sofokleous 17-19. Monastraki Meydanı’nda Bayraktaris’e sırtınızı verin ve sağ taraftaki caddeye girin. Düz yürüyün, bir noktada tekrar sağa döneceksiniz. Et pazarının içinde (açık et satıyorlar, yok AB kokoreci yasaklayacak falan yalanmış)
ð Burası taze deniz ürünleriyle ünlü bir yer. Sürekli dımbırdatan bir abimiz de müzik yapıyor.
ð Fiyatlar görece ucuz.
ð Biz taze ahtapot ve büyük barbun yedik. Ahtapotu biraz yakmışlardı ama güzeldi. Barbunun da büyüğü değil küçüğü makbulmüş meğer onu da deneyerek öğrenmiş olduk.
ð Ortam oldukça otantik (mekan ünlenip turistikleşmiş olsa da).
ð Akşam 6-7 gibi kapatıyorlar. Gece içmesi mekanı değil.
ð Sırf ambiyansı için bir daha gideriz biz. Yemeklerine ölüp bitmesek de yemek başındaki ikramları, yemek sonunda ikram ettikleri tatlı ve şarapları, güler yüzlü hizmetleriyle mekanı baya sevdik.
-Cafe Avissina: Kinetou 7. Bit pazarının orada (bu arada açık olduğu saatlerde mutlaka bit pazarında da eşelenin, oldukça keyifli). Monastraki Meydanı’nda metro durağının sağında kocaman “flea market” yazıyor olması lazım, o çarşıya girin, ilerleyin. Gerçek bit pazarı sağ tarafınızda kalacak bir süre sonra. Oraya bakan yerlerden biri.
ð Buranın yemekleri iyi. Ama beni çok etkilememişti. Ama olay yemekleri değil!
ð Burada canlı müzik yapılıyor Rembetiko tarzı. Piyano, akordeon falan.
ð Ortamı oldukça etkileyici.
ð Arayıp ya da gün içinde uğrayıp hangi müzik ne zaman yapılacak öğrenip ona göre rezervasyon yaptırın. Mekan o zaman inanılmaz etkileyici oluyor.
ð Düz taverna olarak da fena değil; ama müzik yoksa özellikle gidin demem.
Stamatopoulo (Σταματοπούλου Παλιά Πλακιώτικη Ταβέρνα): Lisiou 26. Burası turistik ve tavernaların yoğun olduğu Plaka bölgesindeki ünlü yerlerden biri. Atina’da yaşayan ve kocası Yunan olan bir arkadaş burayı şöyle tanıtmıştı bize: Bölgedeki yerler çok turistik ve pahalı, burası da öyle ama en azından mezelerinin eli yüzü düzgün.
ð Mezeleri iyiydi.
ð Özellikle yediğimiz ızgara kalamarı çok beğendik.
ð Fiyatlar gerçekten Atina ortalamasının biraz üzerinde.
ð Müzik var. Düz Yunan müziği yapıyorlar. Eğer Türk grup varsa Türkçe de söylüyorlardı ki bizim başımıza geldi bu. Mavi Mavi falan çaldılar, Türkçe repertuara baya hakimler.
ð Kalantor Yunan da bu mekana geliyor. Bir noktada sirtaki falan oynanıyor. Ama tabak kırma görmedik.
ð Plaka biraz Çiçek Pasajı, Nevizade, Asmalı Mescit gibi bir yer akşamları. Hani turistsen burda bir kere silkeleniyorsun genelde. Silkelenmek dediysem hesapta giydirmece asla olmuyor; ama diğer yerlere göre biraz pahalı işte. Burası, bu bölgedeki güvenli seçeneklerden biri diyeyim.
** Taverna Geros Tou Moria (Γέρος του Μοριά): Mnisikleous 27.
ð Burası yukarıdaki yerle yakın turistik bölgede. İşaretlemişim ama gitmedik.
RAKI MEZE (PAKI MEZE): Leof. El. Venizelou 334, Kallithea. Burası Atina’nın liman tarafında.
ð https://www.instagram.com/p/B50d0bNFkQg/
ð Taverna havası da var ama ondan ziyade deniz ürünü yemek için gidilebilecek bir yer.
ð Porsiyonları çok büyük. Fiyatları makul.
ð Yukarıdaki yerde bahsettiğim arkadaşın tavsiyesiyle gittik. Memnun kaldık.
ð Hayatımızda yediğimiz en iyi balık mıydı? Hayır. Ama eli yüzü düzgün mekan. Yolunuz o taraflara düşerse gidebilirsiniz.
**Barbaryannis (Mparmpagiannis): Emmanouil Benaki 94.
ð Burası turistik Atina’da değil. Yerlilerin gittiği bir mekanmış. Ben gitmedim. Ama çok övüldüğünü biliyorum.
**Maiandros (Μαίανδρος Εστιατόριο): Adrianou Sokağı üzerinde.
ð Burası oldukça turistik bir sokakta. Agora’nın yakınında.
ð İnternet puanları oldukça iyi.
ð Biz önünden birkaç defa geçtik. Ortamı güzeldi. Tüm kalabalıklığına rağmen eli yüzü düzgün gözüküyordu.
BAR – KOKTEYL – İÇKİ
-Brettos: Kidathineon 41. Plaka’da.
ð https://www.instagram.com/p/B58GqOWJACG/
ð Buraya mutlaka gidin. Cuma-Cmt akşamları ağzına kadar dolu. Ama diğer günler o kadar dolu değil. Gün içinde tadım vs de yapılıyor. O yüzden akşama bırakmadan da gidilebilir.
ð Hikayesi instagram linkinde var, İzmirli bir ailenin mekanı aslen. Kendi içkilerini damıtıyorlar. Kokteyllerinde de kendi içkilerini kullanıyorlar genelde.
ð Biz ne içtiysek oldukça beğendik.
360: Ifestou 2. Monastraki Meydanı’nda aslında, ama girişi hemen yan sokaktan yanlış hatırlamıyorsam.
ð Kokteyl bar. Kendilerine özgü kokteylleri var. Otelin üst katı yanlış hatırlamıyorsam. Gece geç saatlere kadar açık.
ð Çok güzel Akropolis manzarası var.
ð Mekanda biraz ergenler de takılıyor ama kalitesi dolayısıyla her yaş grubundan insan var.
ð Biraz pahalı ama kokteyl severler için güzel bir ortam.
**The Clumsies: Praxitelous 30.
ð Bize özellikle tavsiye edilen kokteyl bar. Gidemedik.
ð Atina’nın en iyilerinden, hatta en iyisi olduğu iddiası var.
**Baba Au Rum: Klitiou 6.
ð Gidemediğimiz ama bize tavsiye edilen bir başka kokteyl bar.
ð Bu da Atina’nın en iyisi ya da en iyilerinden rivayete göre.
ð Önünden geçtik; ilginç bir atmosferi var gibi.
BİR İKİ UFAK GEZİ NOTU:
ð Atina’da ayın ilk Pazar günü ören yerleri bedava (Akropolis müzesi hariç, o Turizm Bakanlığı’na bağlı değil).
ð Kışın ören yerleri erken kapanıyor. Ona göre planlamanızı yapın.
ð Akropolis’i sabah erken saatte gezmenizi tavsiye ederim. Yoksa kalabalık oluyor. Akşama bırakınca da insan kendisini baskı altında hissediyor.
ð Romalıların Agorası’nı değil de Atina Agorası’nı mutlaka ziyaret edin. İçinde Hefaistos Tapınağı oldukça etkileyici. Müzesi de bence güzel.
ð Ulusal Arkeoloji Müzesi, inanılmaz güzel. Mutlaka ama mutlaka ziyaret edin.
o Burası özellikle Syntagma’dan yürüyüş mesafesinde gözüküyor. Yürümeyin! Metro var, metroyla gidin.
§ Buraya yürüyerek gidip gelirseniz piliniz bitiyor. Başka yer gezemiyorsunuz. Ben iki kere bu hatayı yaptım.
ð Akropolis’ten Agora’ya kadar oldukça güzel bir rota var. Buraları mutlaka yürüyerek gezin ama biraz yorucu. Aralarda ziyaret edebileceğiniz bir sürü yeri yukarıda yazdım J
o Yürümek istemezseniz hemen Akropolis’in dibinde metro var. Oradan Monastraki’ye metroyla gidebilirsiniz.
o Biz hep yürüdük ama Atina’nın oldukça gelişmiş bir metro altyapısı var. Kullanın. Ucuz da.
ð Anafiotika’yı mutlaka görün. Gezin tozun.
ð İngilizce bilenlere: Rick Steves diye Amerikalı bir amca var. Bu adam Avrupa’yı bayağı bir dolaşmış. Uygulaması var telefon için. Atina için oldukça ayrıntılı bir rehberi var. ÜCRETSİZ. Yürüyüş turu çok iyi. Akropolis’i anlatan turu çok iyi. Genel tarihi de anlatıyor az biraz, tavsiye ederim. https://www.ricksteves.com/europe/greece/athens
o Akropolis’in iki girişi var. Onun anlattığından girmezseniz biraz karışabiliyor; ama anlıyorsunuz en nihayetinde.
o Arkeoloji Müzesi’ni anlattığı kayıt da çok iyi. Ama kayıt biraz eski olduğundan bazı yerler değişmiş biraz. O yüzden kaydı takip etmek zor oluyor ama ben oldukça faydalandım.
0 notes
Text
7 Aralık Yay Burcu Yeniayı
Yeni ufukları keşfetme farklı vizyonlara ulaşma vakti … 7 Aralık’ta saat 10.20’de Yay burcunun 15 derecesinde yeniay doğuyor. Yay, pozitif düşünceyi iyimser bakış açısını inançlarımızı akademik eğitimleri hak hukuk ve adaleti, basın yayın medya ve reklam alanlarını uzak yolları seyahatleri anlatır. Yeniay yöneticisi Jüpiter, kendi evinde olduğundan Jüpiteryen bir yeniay deneyimleyeceğiz. Yeniayda sosyal yaşamımız arkadaşlarımızla olan ilişkiler ve organizasyonlarımız hedeflerimiz hayallerimiz bilinçaltımız gizlediğimiz düşünceler aydınlanıyor ve yenileniyor. Yükselenimiz Oğlak ve o noktada yerleşen bir Satürn var. Sorumluluk ve görevimizin bilincinde adeta bir komutan misali hedef odaklı bir duruşla yaşamımızı yeniden inşa etmek niyetinde olabiliriz. Ancak biraz geniş perspektiften bakmak yerine kör noktaya takılı kalma potansiyelimiz var. Buna dikkat etmeliyiz. Farklı noktalardan bakma becerisi göstermek, bu yeniayda zor olsa da yapabilmeliyiz. Alışagelmiş basma kalıp geleneksel bir yolu izlemek bizi sadece tek noktada tutabilir. Zira Mars Neptün ile kavuşumda ve yeniaya gergin bir enerji gönderiyor. Bu noktada, bilgisine aşırı güven duymak, bilgisini fanatiklik çerçevesinde sunmak abartılı iyimserlik sonucunda alınacak kararların atılan adımların hayal kırıklıklarıyla sonuçlanmasına neden olabilir. Bizi olumsuz yönde etkileyecek arkadaşlarımızın yönlendirmelerine karşı da uyanık olmalıyız. Fark etmediğimiz gizli düşmanlar hedeflerimizi şaşırtabilir. Yada aşırı bir eylemsizlik enerjisi içinde kalıp zamanı durmuş gibi hissedebiliriz. Bana göre yeniayın en dikkat edilmesi gereken enerjisi bu. Doğru yönetilirse bu etkileşim, planları uygulayarak kişinin hayallerini gerçekleştirme potansiyeli sunar. Retro Merkür’ün Chiron ve Ay düğümleri ile olumlu bağlantısı, meslek ve kariyer yaşamımızda belirsiz beklemede kalan ve bizi yaralayan konuların artık bir iyileşme sürecine gireceğini anlatırken, aynı zamanda merak ettiklerimize, yanıtsız kalan soruların cevaplarına da yapacağımız derin araştırmalarla ulaştırılacağımızı göstermekte. Kadersel anlamda iş hayatında sonlanmalar olurken bu sonlar, bizi yeni hedeflere taşıyabilir. Uzmanı olduğumuz birikim yaptığımız konulardan yeni parasal imkanlar yaratmak isteyebiliriz. Bu noktada arkadaşlarımızla yada gruplarla birlikte hareket etme isteğimiz ön planda olsa da, yeniay Vertex noktalarını tetiklediğinden, aslında gruplar içinde bir görev üstlenmeyi beklerken hazır olmasak da, direkt sahnede vitrin önünde ve bizi liderliğe itecek konuların içinde bulabiliriz. Yay, geniş bir vizyon demektir. Daha geniş ve farklı çevrelere yayılmak demektir. Farklı görüşleri benimsemek demektir. Uzaklaşmak yükselmek demektir. Hedeflerimize ulaşmak hatta onları daha farklı bir boyuta taşımak için alacağımız kararları iyi planlamalıyız. Zira disiplinsiz aşırı iyimserlik ve hayalcilikle atılan adımlar bizim tökezlememize neden olabilir. Yaşam bir renk paleti. Farklı renkleri kullanmayı denemeliyiz. Her şeyin daha iyi olacağına dair inancımızı yüksek tutmalı ama bu inancı fanatiklik noktasında beslememeliyiz. Read the full article
0 notes