#devamı gelse mi?
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kafamdakileri ya da hissettimlerimi kelimelere dökemediğim zaman kafamı toparlayamıyorum. Filmlerin sonundaki isim geçişleri gibi tüm düşünceler ya da isimlendirilmiş her şey sürekli bir akış halinde ve birçoğunu yakalayamıyorum. Bir araya getirsem belki anlamlanacak ama böylesi çok boktan. Hayat insanı ters köşe yapmayı gerçekten seviyor, her an her şey değişebiliyor. Hem değişimden hem aynı kalmasından çok rajatsızım. Belki yanlış şeyler değişip yanlış şeyler aynı kaldığı içindir.
Kendime dair bir şeyleri bazen çok ama çok özlüyorum, ama artık o insan olmam mümkün mü ya da olmalı mı bilmiyorum. Sürekli kendime bir şeyleri hatırlatmak da can sıkıcı. Bugün insan istemsizce keşke diyor ya da farklı olsa nasıl olurdu diye düşünüyor diye konuştuk biriyle. İnsan engelleyemiyor da bazı konularda yapılabilecek bir şey varsa da ayrı sıkıcı. Ne istediğimi bilmiyorum galiba artık. Bazen her şey çok gri geliyor. Biraz sıfırlanmak istiyorum. Biraz duymamak biraz düşünmemek. Gerçekten sadece sıkıldım. Seslerden ismimi duymaktan konuşmalardan yapmam gerekenlerden yapmamam gerekenlerden. Kendimi affetmek ve biraz sabretmek izin vermek istiyorum, ama en zoru da bu gibi.
Ay var ya bazen içim şişiyo ya. Böyle bi şeyler diyorum falan sonra böyle bi öffffleyesiö geliyo. Kendimden şiştim. İyi kötü yaşıyoruz. Bi de o neşeyi yakalasak belki toplarız.
Bugün dolabımdan tişört ararken bile bi kriz yaşafım. Kaç yıllık tişörtlere bakarken ben gibi hissettiren bir şey yok diye geçti kafamdan. En ben olanı seçtim rahat hissetmek için o da ne demekse. İnsanın kendini kontrol edebilmesi lazım gibi sanki ha dostlar? Ama işte olmayınca da olmuyo. İşte bazen de böyle salop cümleye amayla başlayabilmek lazım. O kolyeyi çıkarttığımdan beri dalga dalga gelen bi değişim var da ben mi set çektim ya da henüz göremiyor muyum sonucu ya da olanı emin değilim. Her şeyin hayırlısı be, sadece bazen bazenlerin devamı gelse müthiş olacak
0 notes
Text
LIKIR LIKIR İÇ BENİ
DOYAMAZSIN TADIMA
#welcometoiboshow#postlarim#yuhbelkii#paradoksadam#umutbittigezegeniyakin#plaktakisesin#kaanbubelli#uaksude#devamı gelse mi?
103 notes
·
View notes
Photo
Demet Akalın - Nostalji mp3 indir
Nostalji şarkı sözleri:
Bakıyorum yine bi havalar,
Tam takır kuru bakır odalar.
Ben mesafeyi korudukça,
Bi daha bi daha demez mi bana.
Sebebi çok inan bana da,
Yeterim ona da, buna da.
Sözümün kadını, müziğin hanımı,
Aldırmam sağıma soluma.
Kralı gelse,
Nası cesaretse.
Yollanır özenle tacı elinde!
Yalvarma,
Vaktim Yok.
Dansım var iznin olursa.
Özlersen,
Nostalji 90’lar.
Dinlersin,
Tanita Tikara.
şarkı sözlerinin devamı: https://sarkiman.com/demet-akalin-nostalji.html
1 note
·
View note
Text
Allah'ın ibadete ihtiyacı mı var?
Kızlar yine fena değil. Elhamdülillah. Fakat erkek yeğenlerimin tamamı yarım mideli. Hatta çoğu zaman beslenmeleri için zorlanmaları gerekiyor. Yani annelerinin şevkinin bittiği yerde babalarının cebri başlıyor. Yapacak birşey yok. Aile olmak biraz böyle. Geçenlerde Hamza Enes olanı beni birşeyler atıştırırken gördü. İzledi. İzledi. İzledi. Sonra şöyle buyurdu: "Amca, öyle iştahlı yiyorsun ki, benim bile yiyesim geliyor!" Öhöm! Ancak beyzademi tanıyanların takdir edeceği üzere büyük bir iltifattır bu. Evet. Tıpkı bir kaplumbağanın tavşana bakıp "Öyle güzel koşuyorsun ki benim de koşasım geliyor!" demesi gibi birşeydir. Ne yalan söyleyeyim muhterem kârilerim. Uzun zamandan beri böyle gururlanmamıştım. (En azından göbeğim çıktığından beri.) 'Maşaallah' çektim kendime. Fazla varsa sizden de alırım bir dal. Sigara değil canım. Maşaallah. Allah hepimize sağlık versin. Huzur versin. İman versin. Âmin. İştah bunların derkenarı. Tek başına varolabilen birşey değildir o. Asgarî bir mutluluk düzeyi de ister. İlla zengin olmak bağlamında söylemiyorum. İnsan kuru ekmeği bile iştahla yiyebilir. Ondan yağlı köfteden fazla lezzet alabilir. Ramazan'da yaşıyoruz. Bir bardak suyu bile nasıl özlüyoruz. Asıl önemli olan kafa-beden-gönül sağlığıdır. Bu üçünün sağlığı yerinde olursa insan taşı sıksa bile mutluluk çıkarır. 'Mutluluk' dedim de aklıma geldi. Yeğenimle diyaloğumuzun devamı da var. İlgili olduğunu görünce, fırsat bu fırsat, tabağın kromunu kazır kertede bir gayretle dibindekileri süpürmemin hikmetini şöyle açıkladım: "Allah mutlu olsun istiyorum!" Aslında 'mutluluk' ifadesi Cenab-ı Hak için kullanılmaya çok uygun değil. Belki Bediüzzaman'ın şuunat bahsinde dediği gibi 'memnuniyet-i münezzehe' diye tabir etmeli. Yani kusurlardan tenzih etmeli. Yahut da en genel şekliyle "Allah razı olsun istiyorum!" denmeliydi. Fakat mutluluk kelimesini kullanarak yeğenimin dikkatini çekmeye çalıştım. Başarılı da oldum zannederim. Zira muhabbetimiz şöyle devam etti: "Sen böyle yeyince Allah mutlu mu oluyor?" "Elbette. Şöyle düşün: Okuldan eve geliyorsun. 'Açım!' diyorsun. Annen de sevdiğin yemeklerden yapıyor. Sen de iştahla yiyorsun. (Aynı benim yaptığım gibi.) Annen mutlu olmaz mı? Bir de aksini düşün: Annen özene bezene nice yemekler yapmış. Sen de şöyle bir bakıp hemen sofradan kalkıyorsun. Veya kenarından azıcık kaşıklayıp yüzünü asıyorsun. Veyahut da tabağın birazını yiyerek gerisini bırakıyorsun. Bunlar anneni mutsuz etmez mi?" "Eder tabii." "Hatta yemeği beğenip yesen bile 'Eline sağlık!' demediğinde bu anneni üzebilir. İşte biz bu yüzden yemeğin dibini sünnetlemeyi ibadet sayıyoruz. 'Bismillah' diyerek başlıyoruz. 'Elhamdülillah' diyerek kalkıyoruz. Başlarken de Ondan geldiğini hatırlıyor/hatırlatıyoruz, biterken de Ondan geldiğini anımsıyor/anımsatıyoruz. Böylece teşekkür etmiş oluyoruz." Yeğenimle diyaloğumuz bu şekil. Fakat sonra düşündüm: Aslında tebessüm etmenin bile böylesi bir yanı var. Yani yaşarken mütebessim olmak, eğer niyet Allah'ın rızası olursa, gündelik hayatı ibadete çevirebilir. Zira bu da bir memnuniyet ifadesidir. Her an söylenen "Eline sağlık!" cümlesi gibidir. Sadece başkalarına değil kendisine de bir bağışta bulunur insan böylece. Bir sadaka verir. Hem içine bir pozitif enerji yayar hem de dışına. Memnuniyet paylaşıldıkça çoğalır. Çocuklarımıza teşekkür etmeyi ahlak olarak aşılamak istiyoruz. Kendileri için yapılmış fedakârlıklara teşekkür etmelerini öğretmeye gayret ediyoruz. Bu öğretiş teşekküre muhtaç olduğumuz için değildir. Bir anne çocuğu teşekkür etmese de annelik eder. Fakat şunu da bilir: İnsaniyete yakışır kemale sahip olmak teşekkürle ilgilidir. Teşekkürü bilmeyen insan yarım kalır. Sevilmez. Tıpkı özür nedir bilmeyenlerin sevilmeyişi gibi. Yani 'tevbe' nasıl fıtrîdir. Yaratılışımızda vardır. Bizi tamamlar. 'Teşekkür' de öyledir. Onsuz da eksik kalırız. Yara alırız. Belki biraz da bu yüzden Aleyhissalatuvesselam buyurur: "İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmez.” 'Teşekkür' diyoruz ama belki teşekkür sadece bir tezahür. Yahut da tezahürlerden birisi. Asıl gerisinde bir memnuniyet, bir farkediş, bir takdir, belki de bir minnet hissi yatıyor. Yani teşekkür eden insan kendisine edilen iyiliğin farkına vardığını gösteriyor. Bu farkındalığın şiddetine göre ahlaktaki karşılığı da değişiyor. Bazen minnet oluyor. Bazen hürmet oluyor. Bazen vefa duyuyor. Bazen aşka varıyor. Bazen de bu teşekkür bir ömür ruhunda asılı kalıyor. Ne zaman hatırına gelse "Ne güzel insandı!" deyu sevgisini yolluyor. Tıpkı babasıyla yaşayan bir oğul gibi. Ve biz asla şöyle birşey demiyoruz: "Rahmetli, ne vefal�� insandı, bir kere bile uğramadı!" Veya söylemiyoruz: "Ahmed, çok saygılı bir çocuktur, bir Allah'ın selamını dahi vermez." Veyahut hiç ağzımızdan çıkmıyor: "Ona o kadar iyilik borçluyum ki hiç yardımına koşmam!" Bunlar belki ancak bir ironi olarak, ilk cümlede altı çizilenin aslında ne kadar hakikatsiz olduğunu ifade etmek için, dilimizden dökülebiliyor. Yani, eylemsizlikle sıfatlar ispat edilmiyor, ancak yanlışlanıyor. Tam da bu noktada mürşidimin "Cenab-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var?" sorusuna verdiği cevap hatırımıza gelmeli işte: "Cenab-ı Hak, senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın. Mânen hastasın. (...) Acaba bir hasta, o hastalık hakkında şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: 'Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?' Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın." Bunun şu yüzden hatırımıza gelmesini istiyorum: Biz, yukarıda zikrettiğim şekilde, çocuğumuzun teşekkür etme yeteneğine/ihtiyacına sahip olmasını onun kemalinin bir parçası olarak takdir edebiliyoruz. (Bunu ateist ebeveynler bile takdir edebiliyor.) Fakat gelgelelim: İbadet etmenin insanda ne türden bir fonksiyon gördüğünü bir türlü göremiyoruz. Evet. İbadet de bir teşekkürdür. Ve her teşekkür gibi bir ihtiyaçtır. Fıtratımızın parçasıdır. Onsuz eksik kaldığımızdır. Yara aldığımızdır. İnsan nasıl 'teşekkür etme yeteneği' gelişmezse odunlaşır. Ve çevresindekiler onun hamlığından, bencilliğinden, ilgisizliğinden, dikkatsizliğinden veya hissizliğinden sıkça dem vurmaya başlar. Aynen öyle de: İbadetsizlik de bu şekilde odunlaştırır. Varlığa karşı ilgisizleştirir. Farkında olunsun-olunmasın. Hamlaştırır. Bencilleştirir. Hissizleştirir. Teşekkür etme ihtiyacı/yeteneği bizi nasıl etkileşimlerimize karşı duyarlı hale getiriyorsa ibadetler de aynı şekilde bizi şahitliklerimize karşı duyarlı hale getiriyor. Nankörlüğümüzü alıyor. Teşekkürsüzlük nasıl iyiliklerin önemsenmediğine bir ima içeriyorsa ibadetsizlik de böylesi bir ima içeriyor. Tabir-i caizse: "Siz teşekkür, takdir, tefekkür vs. etmeye değmezsiniz!" mesajı taşıyor. Dikkat edin: Eşler arasında 'değer görmeme' tartışmaları en çok bu minvalde yaşanıyor. Marifetin iltifata tâbi oluşu kainatın her yerinde işleyen bir kanun gibi kulluğumuza çağrışımlar gönderiyor. Her yerdeki geçerliliğiyle buradaki geçerliliğini de hissettiyor. Belki biraz da bu yüzden Bediüzzaman diyor: "Mevcudatın kemalleri Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terk eden mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder." Şöyle toparlamaya çalışayım: Ahlak iliklere kadar işlemiş bir alışkanlıktır. Alışkanlıkların en şiddetlisidir. Duyarlılık da bu nedenle bir alışkanlık işidir. Alışkanlıklarsa ancak düzenli tâlimler sayesinde ayakta dururlar. Ruhumuzu duyarlılığa alıştırmak istiyorsak teşekküre de alıştırmalıyız. Kula bakan yönü teşekkürdür. Allah'a bakan yönü şükürdür. Başta namaz olmak üzere ibadetlerdir. Biz ibadet ederek Allah'a bir bağışta bulunmuyoruz. Hâşâ. Onun hiçbirşeye ihtiyacı yok. Bilakis: Kendimizi odunlaşmaktan korumaya çalışıyoruz. Duyarsızlaşmaktan korumaya çalışıyoruz. Kalp ölümünü engellemeye gayret ediyoruz. Çünkü biliyoruz: Odunun yeri ateştir. Yeşerenin yeri cennettir. Üzerimize yağan yağmura, bakan güneşe, ısıtan toprağa bir tebessüm etmemiz gerek. Yoksa "Bu cansızdır!" deyu cehenneme atarlar. Allah saklasın.
#ibadet#teşekkür#özür#şükür#psikoloji#cennet#cehennem#odun#duyarsızlaşma#hissizlik#alışkanlık#aile#yeğen
2 notes
·
View notes
Text
25 Eylül 2019
Ilk defa cümle içinde doktor kelimesinden sonra adımın gelmesinden çekinmeden bilakis lüzumlu bularak atandığım hastanedeki personel ile bir telefon görüşmesi yaptım. "Ben yeni atandım." dedim tam "lüzumlu evraklar..." diye devam edecekken sözüm bölündü "Hayırlı olsun!" karşılığı ile.
Şeyda, önce santral sonra aktarıldığım yer ikisinde de yaptığım görüşmede "Hayırlı olsun!" karşılığını aldım en önce. Ikisinde de afalladım. Yapılan resmi telefon görüşmelerinde durumu beyan edip neticeye hemen varıp akabinde netice üzerinden konuşulmuyor muydu? Hayırlı olsun? Bu bir refleks olsa dahi böyle bir refleksi hala içlerinde bulunduruyor olmaları peki merhamet değil miydi?
Gerekli evrakları öğrendim. Orada yardımcı olabilecekleri evrakları ve diğer evrak temin şekillerim hakkında bildikleri kolaylıkları aktardılar. Görüşme amacına ulaşmıştı. Benim sahip olduğum merak neticeye ermişti ama karşı taraf için yeni başlıyormuş bilemezdik. "Hocam nereden arıyorsunuz?" dedi. Ankara diyerek karşıklık verince "Hocam buralarda sıkıntı yoktur, gelirseniz memnun oluruz." dedi. Bu cümleyi bir iki kere tekrar mı etti yoksa zihnimde mı yankılandı emin değilim. Üzerinde yaşadığın bir toprak parçası var ve o toprağın kaderi. Getirileri kabullenilmiş üzerine inşa ediyorlar. "Buralarda sıkıntı yoktur." "Gelirseniz..." Gelmek keyfiyeti... Gelmek lütfu... Şeyda, sana o cümleyi kurdurmak zorunda bırakanlar diyebildim içimden. Devamı da gelmiyor üstelik, gelse ucu bana da dokunur diye mi? Bir insan vatanı mevzu bahis olduğunda endişe duymamalıydı.
Araya vakit girdikçe, hasta doktor ilişkisi kurmayalı uzun zaman oldukça daha da endişe duyan içimiz yeniden muayene kitabına gönül veriyor hamd olsun. Içimizdeki ataleti yenen bir "Hayırlı olsun" dediler mübarek olsun. Allah mahcub etmesin.
8 notes
·
View notes
Photo
Yazmak üzerine...
Yazmak deyip gözlerimi kapattığımda ilkokuldaki bir anım canlanıyor gözümde. O dönemlerin Türkçe derslerinde yarım hikayeler olurdu.Hikayenin devamını öğrencinin tamamlaması gerekirdi. Yine öyle bir durumda öğretmenimiz teneffüsteyken herkesin derste okuması için yarım hikayelerden birini tamamlamasını istemişti.Heyecanlanmış şevkle kaleme sarılmış ilk defa yorum katarak içimdekileri bir hikayenin devamı da olsa kağıda dökmüştüm.Hikayemi bitirdiğimde gözüme çok hoş görünmüştü. En iyi arkadaşım gelip 'Ne yaptın?' dediğinde mutlu bir edayla hikayemi göstermiş bir an önce teneffüs bitse de sıra bana gelse diye içimden geçiriyordum. Arkadaşım da hikayeyi çok beğendi ve bir kaç dakika sonra ders zili çaldı. Herkes sırayla hikayesini okurken sıra en iyi arkadaşıma geldi. Bu noktada kendime şu soruyu sormadan edemeyeceğim. İnsan çaresiz kalınca sadece ekmek mi çalar? Arkadaşım hikayesini okuduğunda bu soruyu hayır diye cevaplayabilirim ama ilkokuldaki bir çocuk için hikayesinin çalınması şok etkisinden başka bir şey yaratmayacaktı. Çaresizlik.. Sıranın bana gelmesini beklerken durumun bir anda tam tersine dönmesi ve her bir arkadaşımın hikayesini okurken sıranın bana yaklaşması çaresizliğimin katlanarak üzerime gelmesine neden oluyordu. O an çaresizlik çocukların yatarken korktuğu öcü gibiydi. Görünürde bir şey yok ama orada olduğunu hep bilirsin. Çaresizliğin insanlara yaptırdığı şeyler arasında bir çok şey var. Arkadaşımı hırsızlığa itmiş bana ise gerçeği söyletmişti. Belkide bu yüzdendir yazdıklarımı bu zamana kadar çok fazla paylaşmamam. Hikaye hırsızlarının olduğu dünyada kaç kelime yazmak ister ki insan?
Zaman geçtikçe bunun önemli olmadığını düşünmeye başladım. Belki yazdıklarımı kimse okumayacak belki de silinip gidecekler. Yalnızca bir kişi okuyup hissettiklerimi hissedebilirse iyi ki içimde ki sese kulak vermişim demektir çünkü içimdeki ses bana yaz dedi.
8 notes
·
View notes
Text
14 Aralık 21 Volkan
Pek müşfik dostum, uzaklara dalmış, düşle gerçek arasında gidip gelen ve hayata tutunmaya çalışan gençle, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka, kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını, eleştiri, mizah ve ironi yoluyla konuşan ama yine de gözünde istediği pırıltıyı alamayınca, “sen içini kağıda dök Oğuz” diyerek oradan uzaklaşan ve Tutunamayanlar’ın çıkmasına neden olan; o esnada boğazda World Harmony ve Peter Zoranic tankerlerini çarpışması sonucu oluşan patlamayla, oraya doğru koşup patlamaları engellemeye çalışan fakat ��stinye’de bekleyen Tarsus vapuruna yaslanıp yanmasına mani olamayan, bunu dert edinip tüm sivil toplum örgütlerine üye olup, Dünya üzerinde güzel amaçla yapılan her şeye katılan; gönüllü faaliyet ve eylem denince akla gelen ilk isim olan; Atlantik okyanusunu suyun altında geçecek kadar nefesini ve hatta nefsini tutabilen, etrafında saçtığı ışıkla, karanlıkları aydınlatan, kendi kendine yetebilen, yenilenebilir enerjiye sahip, Levent.
ABD-Rusya arasındaki Ukrayna gerginliğinde, savaş durumunda en az 5 milyon Ukrayna’lının Avrupa’ya göç edebileceği dedikoduları üzerine “eee yarısı kadın olsa, onların da yarısı Türkiye’yi Avrupa sanıp buraya gelse, yarısı da evli olsa, geriye çoğğğ eyiii rakam kalır laaa“ uçkur hesaplarının yapıldığı, bu yüzden Viyana’ya çıkartma yapacakmışız ve atalarımızın yapamadığını yapacağız kisvesi altında, İstanbul Ayrılık çeşmesinden toplanarak Kapıkule Sınır Kapısı yoluna revan olunduğu lakin kurdan dolayı sınır kapımıza akın eden Bulgarlar ile Leva-TL savaşlarının yaşandığı; ülke muhasebe sorumlularının “valla patron bişi deniycem, yeter ki bana güveni billah güvenin allahın adını erdim bak, güven bana yaa ama tutmazsa üzülürüm” ekolünü benimseyerek, gerçekten ekonomi, muhasebe, işletme ve türevi tüm bilimlerinin gözlerinde yaş getirten adımların atıldığı, çığırların açıldığı, çağların atlandığı, su katılmamış salak olunan yıllardı.
İşte bu yıllarda; mevsimlerden kış ama sanki bahar ertesi tropik fırtınaların koptuğu, yağmurun eski Türk filmlerindeki gibi kovayla başrolün üzerine döküldüğü gibi bir günde, eller cepte, caddeleri arşınlayıp, derin düşüncelere dalayım dedim. Bu konularda tedbiri elden bırakmam ve boyu geçmeyen derinliklerde gezerim bilirsin. Maazallah derin düşüncelerde boğulunca gerçek hayatta da boğuluyormuşsun. Sağolsunlar bunları hep Hollywood filmlerinde öğretiyorlar, “gerçek hayatta ne işimize yarayacak ”çılarla “gerçek hayatta böyle olmaz”cılara resmen tokat gibi cevap veriyorlar adamlar. “Yetmez ama evet”çiler de vardı ama o serinin devamı gelmedi ya da geldi de ben izlemedim. Velhasıl kelam, boğulmayayım diye paçalar kıvrık derin düşüncülerde gezerken, aklıma istemediğim bir soru geldi. Peki ya her şey kötü gidiyorsa? Yapma Volkan dedim kendi kendime ve o an sıçtığımın resmini tablo haline getirip duvara astım. Hemen uzaklaşmaya çalıştım bu düşünceden ama artık dizlerime kadar derin düşüncelere dalmıştım. Çırpındıkça da daha da batıyordum. Hani can havliyle, insanların aklının kıyısında köşesinde kalmış bilgiler bir anda ortaya çıkar ya, işte o an, kurtuluşun ışığı, her türlü dertten kurutuluş cümlesi, beynimde o çığlık sesi yükseldi, KANDIRILDIM, sular bir anda ayak bileklerime kadar indi, ne derinlik kaldı ne de düşünce, mis gibi tertemiz bomboş bir beyin kalmıştı artık. Tam kendime geldim derken, yağmur önümden yağmaya başlamıştı sanki. Bir çıktım düşüncelerden, Karşımda bir toma, nasıl sıkıyor bana, sevgilime sarılıyor gibi kollarımı açtım ve sarıldım tazyikli suya. Ama kızgın bir sevgili gibi beni baya bir geriye fırlattı. En korkulan andır ya haklı ve kızgın sevgili. Hemen uzaklaştım ona bir süre zaman vermek ve sakinleşmesini beklemek için. Ne de olsa kafamda o korkunç soru belirmişti. Uzaklaşınca anladım, meğerse Vejeteryanlarla Veganlar eylemleri sırasında, pesketaryenlerin fitnesi ile birbirlerine girmişler. Bende talihsiz korkunç düşünceler içerisindeyken onların arasına dalmışım. Saniyeler geçti geçmedi, kafa mı bir çevirdim, tezgahta köfte yapan bir amca kalabalık var, çok köfte satarım umuduyla oraya doğru halleniyor. Amca dedim çok yanlış yerdesin, bundan sonra ekmeğini topraktan çıkarmak zorunda kalırsın dedim. Bunu bir sivil duymuş, amirim demeye kalmadan beni ele başı diye aldılar. Oysaki ekmek arası köfteye de bayılırım. Öyle değil mi Levent?
1 note
·
View note
Photo
İskenderun bildiğiniz çukur.. Sıcak ve nemli! Betonla kaplı, nefesiniz daralıyor.. Sadece bahar aylarında soluklanıyoruz. O vakit her yer #Soğukoluk havası.. Fakat sıcaklarda yolcuyuz! #Belen’e, Atik’e, Soğukoluk’a.. Denizciler, #Sarıseki, #Bekbele yaylalarına.. Örneğin #Atik’te, akşam 20.00 sularında bir sis iniyor ki, göz gözü görmüyor.. Yaylalarımız #oksijen deposu! Hava serin mi serin! Sanki aylardan Kasım, Aralık! Her yer ceviz, armut, elma ağaçlarıyla dolu! Belen’in yolları da tıkalı olmasa, otoban yolunun devamı gelse, tadına doyum olmaz.. Daha aşağıda; Denize girmek isteyenlerin uğrak yeri, Arsuz yolu üzerindeki iskeleler.. Yapanlardan Allah razı olsun.. Çünkü bu kadar insanı #Arsuz merkez bile kaldıramaz. Yol boyu iskelelere akın eden insanlar, sahillerde sabah 5’ten itibaren serinliyor. Denizi güzel, ama gemilerin saldığı sintinelerden kaynaklı kirlilik, tüm güzelliği bozuyor. Bir de bira şişelerini etrafa, denize atan omurgasızların ahlaksızlığı var ki, anlatacak kelime bulamıyorum. En ucuz serinleme keyfimizi bozmaya kimsenin hakkı yok! İskenderun’da ise deniz var, yüzmek yasak! Sahil var, denize inmek yasak.. #Mesire yeri yok! Üzülüyorum.. Oysa, Arsuz demek yüzmek demek.. Sadece denizi değil, tatlı suları da muhteşem güzellikte.. Gizli Bahçesi, Saklı Cenneti, Arabın Gölü, Meryem Ana havuzu, tek bir kaynaktan besleniyor. Herkes buz gibi sularında serinliyor.. Peki #İskenderun’da ne var? Yılmaz AKPINAR https://www.instagram.com/p/CRwel2ICv9E/?utm_medium=tumblr
0 notes
Text
Öncelikle liste tamamen ilk izlediklerimden son izlediklerime göre oluşuyor. Netflix geçen sene hayatıma dahil olduğu için ne gündemdeyse ya da o an dikkatimi konu olarak hangi dizi çektiyse onu izledim. Başlıyorum.
Ölmek Için On Üç Sebep, dizisini youtube da görmüştüm ve hoş bir diziye benziyordu. Izledikten sonra o kadar da hoşuma gitmedi fakat gençlerin karşılaştıkları sorunlarla nasıl başa çıktıklarını ya da çıkamadıklarını iyi ele almışlar. Bu yüzden de izlemeye devam ettim ve yeni sezonu bekliyorum.
The End of the Fucking World, beğendiğim bir dizi yine gençlik dizisi farklı bir atmosferi var karakterler çok donuk fakat bunun bir sebebi var ve bir dizi olaya karışan 2 genç yeni sezonu iple çekiyorum.
Deadwind, genel itibarı ile çok güzel olmasa da başroldeki kadına aşık olduğum çok beğendiğim için diziyi izlemiş olmam dışında polisiye dizisidir bir kadın ölü bulunur ve ardından katil ya da katilleri bulmak için zamanla yarış başlar.
Börü, Dağ filminin ekibi var başroldekiler hariç onlar olsaydı daha da güzel olurdu heralde diye düşünüyorum ama onun haricinde baya iyi iş çıkarmışlar 6 bölümdü yanlış hatırlamıyorsam devamı gelecek mi bilmiyorum ama gelse ne iyi olur.
La Casa De Papel, ilk çıktığı zamanlar izlememiştim çünkü herkes bu diziden bahsediyordu. Bir şeyin adı çok geçince o şeyi izleyesim dinleyesim okuyasım gelmez. Profesör için izlemeye başladım hala onun için izliyorum. 4. Sezonu henüz izlemedim ama çokta merak içerisinde değilim hani.
Quicksand, mini diziydi bu dizide de karakterler çok donuktu severek izlediğim bir diziden çok ilk bölümde gösterilen final sahnesine nasıl gelindi acaba diye merakla izlemiştim.
Peaky Bilinders, Tommy Shelby için izlenilen dizi Arthur karakterine üzüldüğüm -bu abilerin çektikleri ne dizilerde bazen hiç bilmiyorum- Maydi galiba kadının adı o kadına da düştüğüm dizidir. Tommyi es geçmeyelim adam karakterine cuk diye oturan cinsten bazen itici bulduğum bazen çekici bulduğum efsane karakter.
The Society, paralel evrene geçen gençlerin hikayesi başroldeki kadın karakterlere düştüğüm adamım Harrye de bir o kadar düştüğüm dizidir. Bunlar bu evrene nasıl geçtiler acaba diye meraklandığım bazı sahnelerinde kendi kendime senaryoyu değiştirdiğim yeni sezonu iple çektiğim dizi.
The 100, Bellamy ile Clark'ı yakıştıran tek ben olmadığıma göre rahatlayabilirim. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine başlamıştım. Uzay sahneleri ile gençlerin dünyaya ilk indikleri zaman aşırı sıkılmıştım ama 2. Sezon toparladılar o zamandan beri izlemeye devam ediyorum. Dizi de herkes birleşti bir tek onlar birleşmedi isyan etmiş olacaklar ki gerçekte birleştiler sayın Bellamy ve Clark bazı sezonlar tekrara düşse de ben hala severek izlemeye devam ediyorum. Yeni sezonu bekliyorum.
The Rain, evet efendim favori dizilerimden birisi kendileri konu olarak klasik bir dizi gibi de dursa bence farklıydı. Simonu başkasıyla shiplemiştim ama o naptı gitti adını unuttuğum adamla oldu neyse öyle daha iyi oldu adamı başta sevmesem de sonra iyi iş çıkardı gözüme girdi. Yeni sezon iple çekiliyor.
Between, ilk sezonu izlemiş ve beğenmiştim ikinci sezonu bekliyordum ve şu an hatırlamıyorum ikinci sezonu izleyip izlemediğimi izlemediysem de belki bir gün izlerim.
Dark, geldik beyin yakan diziye son sezon ben biraz hüsrana uğramadım değil Adam kişisinden bahsediyorum. Çokta bahsedemiyorum spoiler vermeyim. Genel olarak heyecanlı bir dizi zamanda yolculuk olayını çok güzel yansıtıyorlar. Yeni sezonu iple çekmiyorum.
Black Spot, bu dizi eğer ki bilim kurgu olmasaydı çok daha güzel olurdu. Kadın karakterini beğendiğim ekibi çokta fena olmayan değişik bir kurgusu olan dizidir kendileri.
Riverdale, dizinin sadece ilk bölümlerini izlediğim gerçeği güzeldi aslında ama ne bileyim izleyesim gelmedi ve sonraki bölümlerini izlemedim.
Chambers, konu olarak dikkatimi çekmişti fakat bazı sahneleri baya saçmaydı ama genel olarak güzel.
The Mist, genel olarak güzel olan boş vaktini değerlendirmekte birebir.
The Forest, güzel diziydi kayıplar suçlular olaylar entrikalar klasik.
Arthdal Chronicles, kore dizilerini seviyorum tarihi kore dizilerini daha çok seviyorum ve bu diziyi daha da çok sevdim. Bugüne kadar izlediklerimin arasında en iyilerinden biri kesinlikle. Yine bir karaktere düştüğüm kendisi Tagon olur konusuyla da oldukça farklı olan merak uyandıran bir dizi tabiki favori dizilerimden biri. Yeni sezonu iple çekiyorum.
Evet dizi yorumlamacayı nihayet bitirdim canım çok sıkılıyordu ve o kadar iyi geldi ki üşenmezsem bir dizi önerisi daha yapacağım
DİZİ ÖNERİSİ;
13 reasons Why: Gençlik Dizisi, Drama
The End of the Fucking World: Komedi-drama, Kara Mizah
Deadwind: Polisiye, Suç
Börü: Polisiye, Dram
La Casa De Papel: Drama, Gerilim, Suç, Soygun
Quicksand: Gençlik Dizisi, Suç
Peaky Bilinders: Drama, Gerilim, Dram, Suç
The Society: Gençlik Dizisi, Gizem
The 100: Bilim Kurgu, Macera, Gizem, Drama
The Rain: Bilim Kurgu, Dram, Gerilim
Between: Bilim Kurgu, Gençlik Dizisi, Drama
Dark: Bilim Kurgu, Drama, Gizem
Black Spot: Gizem, Suç
Riverdale: Gençlik Dizisi, Suç, Gizem
Chambers: Gizem, Korku, Fantastik
The Mist: Bilim Kurgu, Gerilim, Korku
The Forest: Gizem, Suç
Arthdal Chronicles: Tarihi, Romantik, Fantastik
242 notes
·
View notes
Text
Dedikodusunu yaptığınız insanların sizden daha mutlu olmasının 9 nedeni
Hepimiz gün içinde birçok şeyi merak ediyoruz. Bazen merak ettiğimiz ve hakkında konuşmak istediğimiz konular, başka insanların hayatları da olabiliyor. İlk bakışta cazip gelse bile aslında başkaları hakkında dedikodu yapmak sizi mutsuzluktan başka bir yere götürmez.
Dedikodusunu yaptığınız insanlar ise her zaman imrendiğiniz o huzur ve mutluluk içinde yaşamlarına devam eder. Neden mi? İşte dedikodusunu yaptığınız insanların sizden daha mutlu olmasının nedenleri:
1. Zamanlarını başkaları hakkında konuşarak harcamazlar
“Büyük insanlar fikirleri, ortalama insanlar olayları, küçük insanlar ise başkalarını konuşur.”
Bu sözü daha önce duymuşsunuzdur. Dedikodusunu yaptığınız o kişi, bu denklemdeki büyük insanlar arasına giriyor çünkü o kendisi olmakla meşgul, kendini geliştiriyor. Bu yüzden de mutlu bir insan.
2. Dedikoducu insanları etraflarında bulundurmazlar
Mutluluğunuz ve duygusal durumunuz büyük ölçüde etrafınızdakilerle de ilişkili. Etrafınızda dedikoducu insanlar çoğunluktaysa, siz de daha fazla dedikoduya yönelebilirsiniz. Ancak şunu unutmayın, dedikodu aslında zehirli bir şeydir. Eğer dedikodusunu yaptığınız kişilerin sizden veya başkalarından bahsettiğini duymuyorsanız, bunun sebebi büyük olasılıkla onların yapacak daha iyi şeyleri olmasından kaynaklanıyordur. Eğer çok fazla dedikodu yapıyorsanız, etrafınıza bir bakın ve gerçekten mutlu olup olmadığınızı sorgulayın.
3. Taraf tutmazlar
İnsanlar dedikodu yaptıklarında aslında bir taraf da seçmiş olurlar. Bir inanışın veya bir fikrin etrafında toplanmaya başlarlar. Bu fikir veya inanış zorluklarla karşılaştığında ise mutsuz olup “Ne cesaretle bizi zorluyor” hissine kapılırlar.
Toplumlar da aynı bu şekilde mutsuz oluyor. Oysa dedikodu yapmakla vakit kaybetmeyi bırakıp duyduğunuz her şeye inanmak yerine kendi fikirlerinizi önemsemeye başladığınızda, çok daha fazla mutlu olabilirsiniz.
4. Öğrenerek kişiliğini geliştirirler
Dedikodu sizi hiçbir yere götürmez. Dedikodudan hiçbir şey öğrenemezsiniz. Dedikodu yapmaktan hiçbir zarar görmeseniz bile en azından sizi yargılayıcı bir insan yapar.
Peki dedikodusunu yaptığınız o kişi ne mi yapıyor? İnsanları yargılamayı öğrenmek yerine daha üretici şeyler yapıyor. Bir şeyler öğreniyor. Olayları ve fikirleri özümseyip bunlar üzerine çalışıyor. Kendini geliştiriyor. Bir insan kendini geliştiriyorsa mutlu olur.
5. Yalan söylemek zorunda kalmamanın gururunu yaşarlar
Dedikodu yapan yalan söyler. Bu değişmez bir gerçektir. Dedikodu yaparken birçok şey olduğundan daha abartılı anlatılır. Bir yalancı da hayatta hiçbir zaman mutlu olamaz çünkü her zaman bir boşluğu doldurmak için konuşur. Dedikodusunu yaptığınız insanlar ise bunun yerine daha anlamlı konuşmalar yaptıkları için daha mutlular. Onların yarım yamalak gerçekler veya amaçsız yalanlardan oluşan konuşmalara ihtiyaçları yok.
6. Arkadaşlarına güvenirler
Dedikoducu insanların çevresindekiler de kendisi gibi dedikoducu olur. Bu yüzden her seferinde içlerinden “Acaba bu insanlar benim hakkımda da konuşuyor mu” düşüncesi geçer. Bir insan başkasından şüphe duymaya başlıyorsa mutlu olması mümkün değildir. Dedikodu yapmayan birinin ise böyle şeylere ihtiyacı olmaz çünkü etrafındaki arkadaşlarının da gerçek arkadaş olduğunu bilir.
7. İş yerinde huzurlu olurlar
Küçük ve gizli hesaplaşmalar her iş yerinin sorunlarından biridir. Çalışanlar, dedikodu yaparak iş yerini daha kötü bir yer haline getirir. Dedikodu yaparak vakit kaybetmeyen insanlar ise bu gizli hesaplaşmalardan uzak kalmayı başarır. Sadece kendi işine odaklanıp mutlu bir insan olabilirler.
8. Başkalarına karşı yardımsever ve kibar insanlardır
İnsanlar dedikodu yaptıkça, o kişi hakkındaki olumsuz görüşleri içselleştirirler. Sonucunda ise dedikoducu insanlar kibarlıklarını da yitirirler. Oysa başkalarına karşı yardımsever ve kibar bir insan olursanız, daha mutlu olabilirsiniz. Kibarlık yüzünden mutsuz olan kimse yok.
9. Saygı duyulan insanlardır
Dedikoducu insanlara kimse saygı duymaz çünkü onlar da başkalarına saygı duymanın ne olduğunu bilmez. Eğer saygı duyulan bir insansanız, başkaları sizden sadece iyilikle bahseder.
Devamı:
http://www.uplifers.com/dedikodusunu-yaptiginiz-insanlarin-sizden-daha-mutlu-olmasinin-9-nedeni/#ixzz4uI1tyZDb
Kaynak: http://www.uplifers.com/dedikodusunu-yaptiginiz-insanlarin-sizden-daha-mutlu-olmasinin-9-nedeni/?utm_source=facebook&utm_medium=cpc&utm_campaign=tag
4 notes
·
View notes
Text
Siyasette Balkanları dışlamak
Siyasette nüfus yani kalabalık olmak önemlidir. Zira ne kadar kalabalıksanız o kadar oy kazanabilirsiniz. Ancak diğer taraftan da kemiyet ve keyfiyet denilen iki önemli ayırım vardır. Yani nüfusunuz çok kalabalık olsa da sonuç getirmeyen boş bir kalabalıktır ya da az kişi ile büyük davaları başarabilirsiniz. Bunu söylerken kimse üzerine alınmasın herkesi tenzih ederim. Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in güzel Şiir’lerinden birinde şöyle der: "Cenazemde olmasın çelengim top arabam. Tabutumu taşısın dört tam inanmış adam. “ Hakikaten de 4 inanmış adam bazen 4 milyar insanın karşılığı olur. Ancak futbolda da güzel bir söz vardır: “Hatice’ye değil neticeye bakalım” Yani sonuçta aldığınız oy miktarı önemlidir ve o sizi iktidar yapar, nokta. Bu ülkede Balkan göçmenleri oldukça kalabalık ama hepsi birlikte hareket ediyor mu? Masaya hep birlikte yumruklarını vurabiliyorlar mı? Bir birlerini destekliyorlar mı? Bunlar önemli. Milliyetçilik yapmak için değil. Ama kantitatif konuşabilmek için sayıları ortaya koymanız önemlidir. Daha önceki yazılarımda pek çok kez yazdım. Türkiye’deki Balkan göçmenlerinin yaklaşık toplam sayısı 18 Milyon dolaylarındadır. Bu sayıyı sizlerin de kabul etmesi için Türkiye göç tarihine bakmanızı öneririm. Ben 28 Ekim 1927 yılındaki nüfus sayımı sonuçlarına ulaşabildim. O tarihte 13 milyon 600 Bin kadar bir nüfusumuz olduğu görülüyor. Peki, ama bu 14 milyon insan bugüne gelindiğinde nasıl 80 milyon oldular? Aniden mi? Türkiye’ye Balkan göçlerinin tarihi kronolojisi Türkiye’ye Balkan göçlerine baktığınızda, 1912 Balkan savaşları sonrasındaki göçler, 1924 Mübadele göçü, 1956 Yugoslavya göçü, 1989 Bulgaristan göçü dikkat çekiyor. Tabi bunların öncesinde, arasında ve sonrasında da çeşitli göçler yaşanmış. Bu göçler ağırlıklı Trakya, Ege ve Marmara bölgelerine olmuş. Edirne, Çanakkale, Lüleburgaz, İstanbul, Bursa, Kocaeli, Sakarya, İzmir, Manisa, Denizli gibi illerimiz bu göçlerin merkezleri olmuş. O yüzden örneğin İzmir’in nüfusunun (Buca, Gaziemir, Çeşme, Dikili, Bergama, Bornova, Karşıyaka) neredeyse %40’ı göçmendir. İstanbul’da ise yaklaşık 6- 7 milyon dolaylarında Balkan göçmeni ( Bayrampaşa, Eyüp, Gaziosmanpaşa, Avcılar, Pendik, Zeytinburnu, Esenler, Sultangazi) yaşamaktadır. 2002 seçimlerinde kendisi bir Rumelili olan Cem Uzan’ın kurduğu Genç Parti’nin İzmir’de ikinci parti olarak gösterdiği başarının arkasında Balkan göçmenleri olduğu unutulmamalıdır. Bu rakamları neden veriyorum? Siz eğer siyaseten güçlü olmak isterseniz demografik yapılara dikkat etmeniz gerekir. Ayrıca “Siyasi Mukarenet (Siyasi uygunluk) “ denilen olgu da çok önemlidir. Siyasi Mukarenet, yani Siyasi Uygunluk, ne demek? Daha önceki bir yazımızda açıklamıştım, şimdi tekrar açıklamaya çalışayım. Diyarbakır’a Selanikli, Trabzon’a Malatyalı aday olur mu? Kafatası milliyetçiliğine karşıyız. Siyasette bölgesel demografik ölçülerde herkesin kendi yöresi, düşüncesi, yaşam tarzı, kültürü, ortak değer ve çıkarlarına göre aday tercihi olabilir. Bu gayet normaldir. Örneğin Diyarbakırlı bir kardeşimiz, kendi şehrinden kendisi gibi bir Kürt kardeşimizi isteyebilir ve aday olarak gayet tabi tercih edebilir. Bu doğaldır ve normaldir. Bir Trabzonlu kardeşimiz, yakın komşusu olsa bile Rizeli değil, özellikle Trabzonlu bir adayı tercih eder. Rizeli bir adayı bile kabul etmeyen Trabzon, mesela bir Malatyalı bir adayı belki de hiç kabul etmez. Karadeniz, Doğu ve Güney Doğu bölgelerimizin bu konuda hassas olduklarını düşünüyorum. Ancak aynı hassasiyet Ege, Marmara ve Trakya bölgeleri için de neden geçerli değildir? Tabiki bu bölgeler diğer bölgelerden göç aldıkları için farklı bir dengede olabilirler. İstanbul veya İzmir’in bazı ilçelerinde Kürt kardeşlerimiz, Erzurumlular, Mardinliler, Konyalılar ya da Karadenizliler daha kalabalık olabilir. Bu yüzden milletvekili, Belediye Başkanı ve Meclis üyesi adaylarını ve ilçe başkanı ile ilçe yönetimlerini dengeli seçmek çok önemlidir. AK Parti’nin Siyasetteki Balkan paradoksları (Çelişkileri) Bunu yaparsan doğrudur ya da böyle yaparsan kazanırsın dediğin şeyleri yaparsın ama beklediğinden çok farklı sonuçlar alırsın. İşte bu çelişkidir. Örneğin, iktidardaki AK Parti hükümetleri Balkan ülkelerinde çok önemli hizmetler veriyorlar. Devletin, TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı, Maarif Vakfı, Dışişleri Bakanlığı, Diyanet işleri Başkanlığı, TRT, Anadolu Ajansı, Ziraat Bankası, Halk Bankası gibi kurumları Allah var Balkanlarda çok güzel hizmetlere imza atıyorlar. Balkanlardaki ecdat yadigârı eserler restore ediliyor, Balkanlardaki soydaşlarımıza ve akrabalarımıza maddi ve manevi destekler, burslar, yardımlar veriliyor. Balkanlarda yollar, havalimanları, sosyal kurumlar yapılıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız Balkanlara gittiğinde Bosna’da, Kosova’da, Makedonya’da, Arnavutluk’ta, Bulgaristan’da, Batı Trakya’da kalabalıklarca muhteşem karşılanıyor, sevgi yumağı oluşuyor. Hatta bilmem bilir misiniz ama AK Parti’nin temelleri, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın cezaevinden çıktıktan hemen sonra gidip toplantılar yaptığı Makedonya’da atılmıştır. Türkiye’deki Balkan göçmenleri, Balkanlardaki akrabalarından bunu çok iyi biliyor ve görüyor. Ama bu hizmetleri veren AK Parti hükümetlerine siyasal desteği vermeyebiliyorlar. Nitekim AK Parti’nin zayıf olduğu yerler genellikle Balkan göçmenlerinin ağırlıklı yaşadığı Batı ve Trakya bölgeleri. Bu çelişki değil midir? Diğer taraftan ise Balkanlar’da (Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya) yılarca Komünizm veya Sosyalizm belasından çekmiş ve göç etmek zorunda kalmış Balkan göçmenlerinin, bu sistemlere yakın ve devamı sayılabilecek sol partilere destek vermemesi beklenirken, böyle olmuyor. Bu çelişki değil midir? Bunlar AK Partinin Balkanlara olumlu yaklaşımlarına rağmen Balkan seçmenlerinden yeterince ahde vefa bulamamasıdır. Ancak tam tersine şeyler de oluyor. Yani bu sefer AK Partinin Balkanlara karşı yaklaşımı ters tepki oluşturuyor. İşte bu aslında AK Parti’nin bile bile kendine yaptığı harakiridir. Örneğin, Balkan göçmenlerinin Türkiye’deki sayısal gücünü bildiği halde bu durumu dikkate almayarak oy kayıpları yaşamak, Belediye Başkanlıklarını kaybetmek de bir çelişki değil midir? Bu durum açıkçası, Balkanların demografik ve siyasi mukarenet açısından güçlü olduğu yerlerde teşkilatlarda, meclis üyeliklerinde, Belediye Başkan adaylıklarında, milletvekili seçimlerinde tam tersine farklı tercihlerle bulunarak adeta çelişkiye düşmektir. Yine oldukça ilginçtir ki; Osmanlıyı örnek alan siyasi bir düşünce içinde ayrıca bir çelişki yaşanmaktadır. Zira hem Osmanlıyı sevecek ve örnek göstereceksin hem de onu örnek almayacaksın. Bu çelişki değil midir? Osmanlı devletinde sadece Arnavutlardan 38, Boşnaklardan ise 44 vezir yani bugünkü tabiriyle başbakan hizmet vermiştir. Yani Osmanlıda 80’den fazla Balkanlı Başbakan görev alırken, bugün Balkan göçmenlerinin milletvekili dahi olma konusunda çok fazla tercih edilmedikleri görülmektedir. Nüfusu 80 milyon olan Türkiye’nin bağrında 18 milyon dolaylarında Balkan – Rumeli göçmeni olduğu düşünüldüğünde bu paradoksun mahiyeti anlaşılabilir. Bu kalabalığı safınıza çekmek varken bile bile kaybetmek büyük bir siyasi israftır. Hele hele önümüzdeki günlerde birkaç puanın bile çok değerli olacağı bir Türkiye düşündüğünüzde. Balkan – Rumeli insanı bu ülkenin çimentosudur. Onlarsız bir siyaset yapılamaz. Her şeyden önce ülke genelinde demokratik temsil dengesini bozarsınız. Yerel yönetimlerde, parlamentoda, kabinede, bürokraside bu denge şarttır. Bu denge sadece Balkanlar açısından değil, Kürt kardeşlerimiz için de geçerlidir. Demografik yapılarına göre bu denge sağlanmalıdır. Ama her şeyden önce Türkiye Cumhuriyetinin birlik ve beraberliği muhafaza edilmelidir. Balkanlı da gelse, Kürt te gelse, Laz da gelse, öncelik Türkiye Cumhuriyetidir. Bu denge her şeyden önce gelir. Ateş İlyas Başsoy’un “AKP neden kazanır, CHP neden kaybeder? “ isimli kitabını okudunuz mu? Okumadıysanız mutlaka okuyun. Yazar, 2009 yerel seçimlerinde Antalya Belediyesini CHP’ye nasıl kazandırdığını anlatıyor. Bunu çok büyük bir başarı olarak gösterip AK Parti’nin ilk başarısızlığına kendisinin ortaya koyduğu stratejilerle gidilerek gerçekleştiğini belirtiyor. Oysa şimdilere baktığımızda Antalya tekrar kaybedilmiş. Hata sanki bir kâbus gibi İstanbul, Adana, Ankara, Adana da kaybedilmiş. Şimdi yeni bir kitap yazıp ismini “AK Parti neden kaybeder, CHP neden kazanır? “ koymak lazım. Bu kitapta yazılacak nedenler arasında Balkanlar mutlaka yer alacaktır. İstanbul seçimleri öncesinde televizyon programlarının pek çoğunda “Kürtlerin oyu ne olacak? “ diye soruldu ve tartışıldı. Ama Allah için bir kere İstanbul’daki 6 Milyon Balkan göçmeni ne yapacak diye sorulmadı ve merak edilmedi. Ya da İzmir’deki 1,8 Milyon Balkan göçmeni nasıl hareket edecek, onları nasıl kazanırız diye sorulmadı. Ama Kürt kardeşlerimizin oyu ne olacak diye o kadar çok sorulmasına rağmen sonuçta onlar da kazanılamadı. Nereden mi biliyorum? Geçen hafta Kürt kökenli eski bir milletvekili ağabeyimle İstanbul’da buluştuk ve sohbet ettik. Kendisi Kürt toplumunda kanaat önderi bir büyüğümüzdür. Bu milletvekili ağabeyime Kürt kardeşlerimizin AK Partiye İstanbul seçimlerinde destek verip vermediğini sordum. Bana dedi ki; İstanbul’da milyonlarca Kürt var. Kaç tane Kürt kökenli İstanbul milletvekili var biliyor musun? Ya da İstanbul’un 39 ilçesinde kaç tane Kürt kökenli Belediye başkanı var? Biliyor musun? Yok dedi ve İşte bu yüzden Kürtler İstanbul’da bize destek vermediler, dedi. Sonra düşündüm de yahu Balkanlar ve Kürtler yoksa İstanbul’da kimlerle siyaset yapılıyor? CHP’nin Balkan yakınlığı AK Parti’de durum böyleyken, CHP’de ilginç bir Balkan çıkışı oldu. CHP, bünyesinde bir Balkan masası kurdu. Başına da kendisi de bir Balkan göçmeni olan Genel Başkan yardımcısı Faik Öztrak’ı getirdi. Öztrak’ın yardımcısı ise yine Balkan göçmeni olan Bursa Milletvekili Prof.Dr. Yüksel Özkan. CHP’nin Balkan masası ilk istişare toplantısını İstanbul’daki Balkan Federasyonunda Balkan STK temsilcileriyle birlikte yaptı. Bu, CHP’nin bir Balkan şovu mudur bilemiyorum? Diğer yandan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geçen ay Arnavutluk’a giderek orada Dünya Bektaşileri Başkanı Baba Mondi’yi ziyaret etmişti. Bu şekilde Türkiye’deki bir kesime önemli bir mesaj vermiş oldu. CHP, zaman zaman Batı Trakya ve Bulgaristan’a da heyetler gönderiyor. Özellikle Bulgaristan’da ülkenin en büyük üçüncü partisi olan ağırlıklı Türklerin oluşturduğu Halk ve Özgürlükler Partisi (HÖH-Bulgarcası DPS) ile yakın temaslar kuruyorlar. Bulgaristan’daki bu parti AK Parti hükümeti ile arası bozuk. Zira AK Parti, bunlara muhalefet olan başka bir Türk partisine destek vermişti. Gerçi, bu desteğin farklı nedenleri de vardı ama burada detaylara girip esas konuyu dağıtmak istemiyorum. Bu durum sonrasında Bulgaristan’daki HÖH partisi ile bağlantılı Türkiye’de yaşayan Türk-Bulgar çift pasaportlu çok sayıda Bulgaristan göçmeni vatandaş, AK Partiye tepkili ve CHP’ye yakın oldular. Esasen bunların çoğu zaten CHP’ye yakın olan kimselerdi ancak arada olanlar da CHP’ye sıcak bakmaya başladılar. Bu durum ayrıca onların AK Partiye tepkilerini de artırdı. CHP, 2012 yılı Kasım Ay’ında İstanbul’da Mövenpick otelde “Değişen Zamanlarda Sosyal Demokrasi, Balkanlar’da Dayanışma ve Refah’ başlıklı konferans” düzenlemiş ve bu konferansa Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu da katılmıştı. CHP’nin Balkanlarla ilgili bu toplantısına ben de davet edilmiştim. AK Parti Genel Merkezinin izni ile toplantıya katılmıştım. Hatta toplantının istiklal marşı ve Atatürk’e saygı duruşu yapılmadan başlaması beni şaşırtmıştı. Oysa bu gibi kriterler CHP’nin sözde hassas olduğu şeylerdi. İzmir’de göçmen partisi kurma çalışmaları Yaklaşık 1,8 milyon Balkan göçmeninin yaşadığı İzmir’de, “Bizden sağcı da çıkar solcu da ama vatan haini asla” temel mantığı ile bir “Balkan – Anadolu” partisi kurulma fikri ortaya atıldı. Türkiye’nin birçok bölgesinde mevcut olan Balkan Rumeli STK’ları tarafından teşkilatlanması düşünülen Balkan – Anadolu Partisi (BAP) fikri ses getirebilir ama hayata geçer mi bilemem? Partiyi kurmak isteyenler önümüzdeki seçim döneminde 1-2 puanın bile anahtar olacağından yola çıkarak bu düşünceye iskelet bulmaya çalışıyorlar. Balkan göçmenlerinin siyasi partilerde yer bulamamasından dolayı tepki gösteren bu arkadaşlar şimdilik bir siyasi Feyk (Fake) atarak tepkileri görmek istiyorlar. Ancak böyle bir yapılanma fikri milliyetçiliği körükleyebilir mi? Bunu da çok iyi düşünmek gerek. Olur mu olmaz mı bilemem ama eğer hayata geçirilirse İlk planda CHP’den oy çalacağı düşünülüyor. Oysa MHP sempatizanı olan çok sayıda Balkan göçmeni de var. AK Parti içindeki küskün Balkan göçmenleri de diğer bir hedef kitle olabilir. Ancak AK Parti’de de CHP’de de MHP’de de İP’de de partisine çok sıkı bağlı olan göçmenler var. Asla ayrılıp gelmezler. Bazıları bunu milliyetçilik ve dolaylı ayrılıkçılık gibi görüp gelmeyebilir. Bazı Balkan Göçmenleri hiç siyasal değillerdir, karışmazlar. Böyle bir şey yapılacaksa bile isminde Balkan veya göçmen ibareleri olmaması daha iyi olur. Tıpkı Bulgaristan’da aslında ağırlıklı Türklerin oluşturmasına rağmen içinde az da olsa Bulgarların da olduğu Halka ve Özgürlükler Partisi (HÖH) gibi. Ama bana soracak olursanız şu anda böyle bir Balkan partisi için Türkiye şu anda hazır değildir. Read the full article
#Akparti#akpartibuca#balkangöçmenleri#balkanlar#göçmenler#izmirgündem#medyabuca#rıfatsait#SiyasetteBalkanlarıdışlamak
0 notes
Video
tumblr
Sahi sormayı unuttum yolculuk nereye? Ya da sormayı erteledim diyelim. Yolculuğumuz aynı yere değil mi ey yoldaş! Varacağımız nokta, ulaşacağımız en üst mertebe aynı değil mi? Çok üzgünüm ama başlangıç gibi gelse de sana her yol bazı şeylerin devamı olmaktan öteye gidemiyorlar pek!
22/06
1 note
·
View note
Text
Hastalığa İsyan Yerine Şükran
Gece saat 3 te verilen randevuma tam saatinde alınıyorum.
“Üzerinizdeki metalleri çıkartın. Sırt üstü uzanın. Omzunuzu buraya, kafanızı şuraya koyun. Dik durun ve hiç kıpırdamayın. Ellerinizi de hareket ettirmeyin. Çeşitli sesler duyacaksınız. Korkmayın, ben sizi izliyor olacağım” diyor görevli.
O dışarıya çıktığında ben uzandığım raylı sistem üzerinde kademe kademe yukarı doğru ilerlemeye başlıyorum ve böylece tüpün içine giriyorum. Gözlerim açık mı olmalıydı kapalı mı işte bunu sormayı unutmuştum. Tedbiren kapattım. Tahminimin ötesinde gürültüler başladı. Ta ta taaa taaa. Sanki taş kırıcı çalışıyor. Hemen peşinden sesler değişiyor. Gurrr gur gur guur. Dum tıss dumm tısss. Duinggg duingg duinggg. Allahım bu nasıl bir gürültü. Derin nefes alıp vererek kendimi rahatlatıyorum. Güzel şeyler düşünüp bir an evvel bitsin istiyorum. 15-20 dakika kadar sürüyor. Artık nasıl gerildiysem çıkınca epey bir rahatlama hissediyorum.
Sonuçlar 2 gün sonra dr un bilgisayarından bakılacak. Doktorun yanına çıkıyorum. Ekrana bakıyor. Ekranı bana çeviriyor, ben de omurgama bakıyorum. Boyun sırt bel bütün omurları tek tek inceliyor. “Boyun ve sırtta bir şey yok. L4 omurunda bel fıtığı başlangıcı var” diyor. Fıtık adayı kısmı gösteriyor. “Bak bu bozulmuş disk, şu normal disk. Bu disk şöyle baskı yapıyor. İşte şurası sıkışmış kısım” Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum. Başlangıç olduğuna göre geri döndürülebilir bir şey mi diye düşünüyorum. İğne mi ilaç mı tercih edeceğimi soruyor. Hap tercihim diyorum. Antienflamatuar ve ağrı kesici ilaç yazıyor. Bir de merhem. “Fizik tedavi önerir misiniz” diye soruyorum. “Şimdilik gerekli değil” diyor. Spora engel bir durum var mı soruyorum. Tersine bel kaslarının güçlenmesi için ağır ve zorlayıcı olmamak kaydı ile ağrılarım geçtikten sonra sporu, yürümeyi ve özellikle sırt üstü yüzmeyi öneriyor. Dilersem internetten çeşitli egzersizler bulup yapabileceğimi söylüyor. Evde istirahat edip ilaçları kullanmaya başladıktan 2 gün sonra italik şekilde yürümem normalleşiyor. İş çıkışları havuzun yolunu tutuyorum.
Önceki yıllarda düzenli olarak yüzmeye gidiyordum. Haftada 2-3 kere 1 saat boyunca yüzüyordum. Bu vesile ile yüzmeye tekrar başladım. Artık kullandığım ilaçlar mı yoksa yüzme mi bilemiyorum ama belime iyi geldiğini hissettiğimi söyleyebilirim. Zaten yüzme doktorlar tarafından da genç-yaşlı herkese tavsiye edilen bir spor. Fakat bir ay kadar devam ettikten sonra tadilat nedeni ile şahane havuzum yaz sezonuna kadar kapatılıyor.
İşte böyle bir dönemde bir yandan da internetten ve çevremden bel fıtığının ilaçsız veya operasyonsuz kalıcı çözümü var mı bunları araştırıp durdum. Çünkü geçti diye düşünerek üzerine rutin yaşamıma devam ederek hasarlı bir organı daha hasarlı hale getirmek istemiyorum. Prevention is better than cure mantığı. Bu esnada şunu gördüm ki ya beli ya boynu ağrımayan hemen hemen hiç kimse yok. Aslında bedeni dengede olan neredeyse hiç kimse yok. Acı, ağrı arttığında çare aramaya başlıyoruz. İlaçlarsa tedaviden ziyade ağrıyı kesme yolu ile semptomları kapatmaya yönelik. Özellikle sağlık konusunda hem meraklı hem de şüpheci bir insanım. Kafama takılan bir şeyi etraflıca araştırmadan, mekanizmasını tamamen anlamadan içim rahat etmiyor. Bu konuda aile hekimi olarak görev yapan bir arkadaşıma danıştım. Kayropraktik adı verilen alternatif bir tedavi yönteminden bahsetti. Eklem ve omurilikle ilgili ağrıların tedavisinde kullanılan elle tedavi metodu olduğunu öğrendiğim bu yöntem aslında epey yaygınmış. Türkiye’de yeni olmasına rağmen Amerika’da yüz yıldır uygulanan bir metotmuş. Klinik ortamında eğitimli uzmanlar tarafından yapılıyormuş. Sanki modern tıbbın alternatif tıp ve geleneksel bilgilerle kollektif bir çalışması gibi. Fakat yine de omurgaların sağa sola oynatılması biraz korkutmadı değil. Bu bilgiyi belki daha sonra raftan indirmek üzere şimdilik rafa kaldırıyorum. Bu yöntem hakkında detay merak edenler uzman tv deki şu videoları inceleyebilir.
Şimdi buraya kadar okumuş değerli okuyucu, aslında bu kadar uzun bir girizgah ile varmak istediğim nokta elime geçen faydalı bir kitaptan edindiğim bilgileri, kendime aldığım notları bu konuya ilgi duyanlar, benim gibi alternatif yöntemler arayanlar ile paylaşmak. Kitabın adı “Bel ve Boyun Ağrılarından Kurtulma Yolları - Dorn Metodu İle Öğren” yazarı ise ��ağla Yüksel 👇
Burada kitaptan aktaracaklarım sadece unutmamak için kendimce aldığım notlar. Tedavi tavsiyesi değil. O nedenle anlatmaya başlamadan önce bu kısmı özellikle not düşmek isterim.
Çağla Yüksel 1970 doğumlu. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu. Hikayesi kısaca şöyle: Henüz 16 yaşındayken bel problemleri başlamış. Bel problemi nedeni ile kendini bildi bileli çok acı ve ağrı çektiğinden bahsediyor. 36 yaşında altı haftayı yatarak geçirmek zorunda kaldığı için ameliyat olmak üzere hastaneye yatmasının ardından ön tetkiklerde kalbinin delik olduğu tespit edilince bel ameliyatı ertelenerek kalp ameliyatına alınmış. Kalp ameliyatı sonrası sağ kolunda, akciğerlerinde problem yaşıyor ve yine bir hafta sonrasına planlanmış olan bel ameliyatını olamıyor. Bunun üzerine bir yakınının tavsiyesi ile Hollanda’dan davet ettiği ve evinde ağırladığı bir terapist yardımı ile dorn metodu adı verilen yöntem uygulanılarak tedavi olmuş ve omurga sağlığına kavuşmuş. Bunun üzerine pazarlama müdürü olarak çalıştığı şirketten ayrılarak hem yurt içinde hem yurt dışında insan anotomisi, fizyolojisi, dorn metodu, psikolojik, psişik, enerjetik vb birbirinin devamı niteliğinde eğitimler almış. Nihayetinde onaylı bir dorn metodu uygulayıcısı ve eğitmeni olmuş. Edindiği bilgileri ve tecrübelerini de bu kitabında toplamış.
Normal şartlar altında yazarın bir doktor olmadığını öğrendiğim anda kitabı okumaya devam etmeyebilirdim fakat deneyim, açıklanabilirliğin üzerindedir. Buna inanırım. Bu inançla okumaya devam ettim.
İyi ki de etmişim. Çünkü başta omurgamı ve üzerindeki omurlarımı daha iyi tanımama vesile oldu. Çünkü mr sonrası doktor bana L4 dediğinde bu ifade o kadar da anlamlı değildi. Oysa şimdi boyundan kuyruk sokumuna kadar bütün omurlar hakkında daha detaylı bilgim oldu.
Peki nedir bu Dorn metodu derseniz,
Dorn metodu yaşam süresince çeşitli dış etkenler ile (kaza, travma, düşme, kayma, yanlış hareket, yanlış oturma, hareketsizlik vb) hizası bozulmuş olan iskelet sistemimizin kişinin dinamik hareketleri ile olması gereken orijinal pozisyonuna hizalanması tekniğidir. Hizalanma ile birlikte kan dolaşımı doğrulanır ve dolaşan oksijen miktarı artar. Terapiste bağımlı kalınmasına gerek yoktur. Tekniğini öğrenerek kişi kendi kendisine de yapabilir. Yani bu metotta hasta pasif değil aktiftir. İşte benim aradığım da tam olarak böyle bir şeydi. İnsan vücuduna yapılan rot-balans ayarı gibi düşünebilirsiniz 😉
Bu metoda göre vücudun dengede olup olmadığını anlamak için önce bacak boyunun eşit olup olmadığına bakılıyor. Bacak boyunun eşitsizliği kulağa tuhaf gelse de çok sık rastlanan bir durummuş. Kiminde yarım cm olabileceği gibi bazı insanlarda 4 cm kadar eşitsizlik söz konusu olabiliyor. Bunu pantolonun bir paçasının daha fazla eskimesinden ya da sürekli giydiğiniz ayakkabınızın bir topuğunun diğerinden daha fazla aşınmış olmasından anlayabilirmişiz. Çok eskiyen taraf üzerine daha fazla yük bindiği için kısa olan bacağımız oluyor. Ya da ayakta durduğunuzda hep bir tarafınıza duruyorsanız o taraf kısadır diyor yazar. Bacak boyunun kontrolünün nasıl yapıldığını şu videodan inceleyebilirsiniz. Yazarın belirttiğine göre fizik bedenimizde bacak boyu farklılığından kaynaklı kalçada olan hizasızlık yürüye yürüye kafatasına kadar gelebilir ve asimetrisini yüz eklemlerinde tamamlar. Kalçanızda olan ne dengesizlik varsa tam tersi yüzünüzde şekil alır. Tecrübeli gözle sadece yüze bakarak da dengesizlik tespit edilebilmekte imiş.
Bu metot bedeninde platin vb metal bulunan operasyon geçirmiş kişilere, kanser hastalarına, hamilelere uygulanmıyor.
Yazar bu metodun hasta kendi sorumluluğunu alırsa kalıcı bir çözüm olduğunu belirtiyor. Çünkü hem egzersizleri düzenli olarak yapmak gerekiyor hem de beslenmeye dikkat etmek gerekiyor. Fiziksel, ruhsal ve zihinsel farkındalıklı bir hayat sürmenin gerekliliğini pek çok alt başlıkta anlatmış.
Dorn metodu ile vücut hizalandıktan sonra diğer hastalıkların da iyileşme sağlayacağını belirtmiş. Fizik bedende denge yoksa omurga olması gereken pozisyonda olmayacak, merkezi sinir sisteminin yer aldığı omurganın içerisinden geçen sinir ağında ilgili iç ve dış organlara giden hatta elektrik kesintisi olacaktır. Dengelendiğinde elektrik akışı başlayacaktır. Mesela sacrum kaymış olan bir insanda , bel ya da siyatik ağrısı olmasına ilave olarak sık idrar, diz gibi problemler ya da C1 hizasız olduğunda baş ağrısı görülmesi bundandır.
Ülkemizde en sık rastlanan durum L4 ve L5 omurlarındaki hizasızlık sonucu bel ağrısı ve bel fıtığıymış.
Günlük Hayatta Dikkat Edilmesi Gerekenler
Otururken eşit oturmak. İki kalça kemiğinin üzerine oturmalı, bacak bacak üstüne atılmamalı. Dizden aşağıda kalan kısımlarda bacakların birbirine çaprazlanmasında problem yok. Bir kişi otururken bacak bacak üstüne atma ihtiyacı hissediyorsa kesinlikle fiziksel dengesizlik mevcuttur diyor Çağla Yüksel.
Geceleri yatarken sırtüstü yatılmalı. Çünkü omurgaya en az yük binen yatış pozisyonu sırtüstüdür. Daha rahat bir uyku için dizlerin altına ince bir yastık konularak bel çukurunun azaltılması da sağlanabilir.Ya da sağa sola dönüşü engellemek için yanlara da yastık konulabilir.
Otururken, yürürken, konuşurken kafatası her zaman karşıya bakar pozisyonda olmalı. Boyun ile çene arasında 90 derecelik bir açı olmalı. Bilgisayar kullanırken, cep telefonu kullanırken, kitap okurken bu kurala çok dikkat etmek lazım
Pantolonlarınızın arka cebinde bir şey taşımayın. Özellikle taşınan cüzdanlar kalçanın dengesini bozuyor.
Bedeni dengeli kullanmak alışkanlık haline getirilmeli. Örneğin, akşam yemeğinde masada su servisi yaparken, sürahiyi dökmek için bir taraftan öbür tarafa uzanmayın. İki adım daha atarak diğer tarafa geçin ve bedeninizi tek taraflı uzatmadan işinizi görün. Ya da mutfakta üst raftan bir şey alırken dengesizce uzanmak yerine, ayağın altına sağlam bir tabure alınmalı ve alınacak şeye iki kolla birlikte uzanmalı. Elektrik süpürgesi veya paspas kullanırken sadece bel ve kol değil, tüm beden yaylanarak kullanılmalı. Ayakkabı giyinip çıkarılırken oturulmalı. Abdest almak vb eylemler için bacaklar kalça boyundan yukarıya çıkarılmamalı. Yani özetle her hareket öncesi iki saniyecik düşünmek alışkanlık haline gelmeli.
Ellerinizi içten dışarıya sanki forkliftmiş gibi kullanın. Alışverişe gittiğinizde, sepetinizi iterken elleriniz üstten değil alttan tutuyor olsun. El ayamız gözükecek. Sanki dua eder pozisyonu. Bu şekilde omuz başları geride kalacak ve sepeti sadece kol gücü ile değil tüm bedeninizle itiyor ve ağırlığı dağıtıyor olacaksınız. Benzer şekilde elde poşet taşınırken poşetin sapının üstünden değil altından tutmak daha doğru imiş.
Her fırsat bulduğunuzda , boş zamanlarınızda ellerinizin ayası yukarıda kalacak şekilde durmamızı öneriyor. Bu şekilde omurga ve kürek kemiklerini bağlayan kasları doğru kullanıyor oluyoruz. Enerji akışı için faydalı bir duruş hali.
Dorn Metoduna Göre Kendi Kendine Yardım Egzersizleri
Eh malum çaba yoksa iyileşme de yok. Hadi bakalım eğer onu dinlemeyi bilirseniz bedenimiz bize birçok şey söyler.
1)Bacak Boyu Eşitleme
Her sabah kalkınca ve akşam yatmadan önce her bir bacak için en az beşer defa yapılması öneriliyor. Hareket için bir adet el havlusuna ihtiyaç var.
Hareket her bir bacakta sırayla yapılacak. Bunun için önce sırt üstü uzanılır. Bir adet el havlusu sanki suyunu sıkarmış gibi kıvrılarak hazırlanır. Bacak dizden bükülerek 90 derece açıda olacak şekilde kaldırılır. Kalçaya yakın olmak kaydıyla bacak arasından kıvrılmış olan havlu geçirilir. Havlu her iki ucundan iki elle birlikte sabit bir şekilde tutulur. Eller ile havlu uçlarından sıkı bir şekilde tutulurken bacak yavaş bir hareketle yatağa doğru indirilir ve yatağa değdirilir. Bu esnada bacağın inişini zorlaştırmak için iki elin sabit tutulmasına dikkat edilir. Bacağın her indirilişinde karın nefesi vermek gerekir. Bu hareket uyluk kemiğinin kalçanın içerisindeki yuvasına yerleşmesini ve diz kapaklarında da var olan herhangi bir dengesizliğin eşitlenmesini sağlıyormuş. Videosunu izlerseniz ne kadar basit olduğunu göreceksiniz.
2)Kalça Dengeleme
Kalçamızda 2 leğen kemiğimiz arasında sacrum vardır. O nedenle önce leğen kemiklerinin dengelenmesi ardından da sacrumun dengelenmesi yapılıyor.
Pelvis bölgesinin dengesini sağlamak : İlk iş leğen kemiklerimizi dengelemek. Bunun için tek el yumruk yapılarak leğen kemiğinin üzerine yerleştirilir. El yerleşik vaziyette iken mümkün olduğunca kas kullanmadan aynı hizadaki bacak kalçadan ileri geri hareket ettirilir. Bacağın her geri hareketinde yumrukla kalça üzerine baskı uygulanır ve aynı esnada nefes verilir. 10 kere tekrarlanır ve aynı işlem diğer bacak için de eşit miktarda uygulanır. Bu şekilde leğen kemiği üzerinden baskı yapılarak bacağın ileri geri sallanma hareketi ile kalçada olası yukarı ya da aşağı olan dengesizliği eşitliyor olacaksınız. Videosu için 👆
Sacrumun dengelenmesi: Bu işlem için tezgah köşesi, sehpa ya da masa köşesi gibi sivri köşeli bir yer gerekiyor. Bunda amaç sacrumun üçgensel yapısı ile masa köşesini örtüştürmek ve eşitlemeyi kolaylaştırmak. Ayaklar yerde olacak şekilde masa köşesine sacrum denk gelecek şekilde oturulur. Eller ile masanın kenarları tutulur. Gövde hafif geri verilerek bacaklar havaya kaldırılır. Ardından sanki bir pompa yapıyormuş gibi her iki bacak birden yukarı aşağı hareket ettirilir. Bir bacak yukarı diğeri aşağı şeklinde sakince acele etmeden hareket yapılır. Bacağın her bir aşağı pompalama hareketinde de nefes verilir. Hareket 10-15 kere tekrar edilir. Bu egzersiz ile masanın köşesi ile üçgen kemik olan sakrum üst üste gelir ve sanki öpüşürler. Leğen kemikleriniz boşta kalır. Bacağınızın havaya kaldırıp yaptığınız her yukarı aşağı hareketi ile sakroiliak eklem tam yerine oturur ve sanki su terazisi gibi kalçanın dengelenmesi sağlanır. Videosu için 👆
Pelvik taban egzersizi: Pelvik taban kaslarını kuvvetlendirmek için yapılması faydalıdır. Oturduğunuz yerde pelvisinizi öne doğru ivmeleyerek kaslarınızı sıkıp-bırakarak yapılır. Bu esnada nefes alışverişi normal devam etmelidir.Sabah akşam yapabildiğimiz kadar çok yapmak faydalıdır. Kegel egzersizi olarak da bilinir. Video için 👆
Masaj egzersizi: Bir yandan yürürken ya da yürür gibi yaparken yani olduğunuz yerde sayarken diğer yandan kalçada leğen kemiklerinin kenarlarına arkadan öne doğru masaj, kaba etin kendisine masaj sakrumun kenarından çatalınıza kadar masaj ya da pıt pıt diye hafif yumrukla vurmalar enerji akış kanalları üzerinde etkili olacağından elektrik akımının artmasına ve kas hafızasının değişmesine yardım eder.
Hem yürüyüp hem masaj yapacağınız için bu hareket esnasında bedenin duruşu çok önemli. Kafa yere değil karşıya bakar vaziyette olmalıdır.
3)Omurga Dengeleme
Bel Dengeleme: Kollarınızı arkaya doğru aldığınızda elleriniz normal şartlar altında göğüs hizasına kadar çıkabilir. Bir yandan karşıya bakarak yürüyün ya da yerinizde saydırın ve elinizin uzanabildiği belirlediğiniz hizadan itibaren omurganın hemen iki yanından (kesinlikle üzerinden değil) baş parmaklarınızla baskı uygulayarak ellerinizi kuyruk sokumuna varıncaya kadar yukarıdan aşağıya doğru masaj hareketi ile indirin.Parmaklar yorulursa eller yumruk yapılarak da kaydırmaya devam edilebilir. Yürüme hareketi esnasında omurganızın elinizin altındaki hareketini hissedeceksiniz. Bu hareket ile omurlar hizalanmaya başlayacaktır. 2-3 dakika kadar yapılabilir. Ardından yürüme hareketine devam edilirken leğen kemikleri etrafına ve kalça üzerine masaj yapılır. Video için 👆
Sırt Dengeleme: Duvar köşesi ya da kapı pervazı gibi bir yere sırt omurgamızın tek tarafını dayıyoruz. Sanki duvarın köşesi sırtıma baskı uyguluyormuşçasına ağırlığımızı ona doğru veriyoruz ve aynı anda her iki kolumuzu da ileri geri sallıyoruz. Mümkün olduğunca üst sırtımızdan başlayıp, bedenimizi öne doğru kavislendirerek alt sırt omurlarımıza kadar duvarın köşesini omurgamızın kenarında hissediyoruz. Daha sonra aynı hareketi omurgamızın diğer tarafı için de yapıyoruz.
Ya da ev halkındaki en uygun kişiden yardım istenerek de yapılabilir. Sırt çıplak olarak bir tabureye oturulur. Kafa sağa sola çevrilirken kollar da ileri geri sallanır. Biz hareket yaparken diğer kişi boynun bitişinden başlayarak omurganın iki yanından (kesinlikle omurga üzerinden değil) yukarından aşağıya doğru baskı ile masaj yapar.
Boyun Omurlarının Dengelenmesi: Başımızı sağa ve sola doğru minik minik sakince hareket ettiriyoruz.Bu esnada boynumuza masaj yapacağız. Bunun için işaret, orta ve yüzük parmaklarımızı bir arada tutarak ellerimizi boynumuzun iki yanına alıyoruz.Kafatasımızın tam altındaki çukur yerin hizasından başlamak üzere iki yandan aşağıya doğru baskı ile masaj yaparcasına kaydırıyoruz. Omurların üzerinden yapılmayacak.Sadece kaslar üzerinden yapılarak kas hafızası temizliği ve enerji akışı sağlanacak . / tekrar yapılması uygundur. Video için 👆
Otonom Sistemin Çalıştırılması: Boyun masajının ardından kollarınızı geriye doğru alın. Elleriniz kalçanız üzerinde birleşebilir. Omuzlar sabit ve naturel formunda kalsın. Namazdaki selam hareketi gibi kafanızı sağa çevirin, gözleriniz omuz başına baksın ve nefes verin. Sakin ve yumuşak hareketler ile aynısını sol taraf için de yapın. Her bir taraf için 7 kere yapın. Başa biraz açı verilerek de uygulanabilir. Video için 👆
4)Omuz Dengeleme-Göğsün Açılması
Göğüs ve köprücük kemiklerinin etrafı bizim vesvese, sıkıntı ve kuruntu bölgemizdir. Onun için panik atak, nefes darlığı, astım, alerji, uyku problemi, reflü ve baş dönmesi ile migren gibi hastalık sahiplerinde göğsün açık olması çok önemlidir.
Bunun için sandalyeye oturun veya yatakta dik bir şekilde uzanın . Her iki elinizin parmaklarını köprücük kemiğinizin altından göğüs kafeslerinizin üzerine koyup nefes alın. Nefes verirken sanki kemiğinizi sıyırıyormuş gibi omzunuza kadar parmaklarınızı çekin. Aynı hareket göğüs altındaki kaburgalara da yapılır. Video için 👆
Bunun ardından da köprücük kemiklerinin dengelenmesi sağlanır. İki parmak köprücük kemiği üzerine konulur. Omuz yukarı aşağı hareket ettirilirken yine köprücük kemiği üzerinden parmakla kayılarak masaj yapılır.
Sempatik ve parasempatik sistemi dengelenmesi: Kollarınızı yana serbest bırakıp omuzlarınızı kaldırın. Kafanızı sağa ve sola çevirerek aynı anda omuzlarınızı kaldırın ve indirin. Her bırakma hareketi sırasında nefes verin.
🎥 Böyle uzun uzun okumak istemiyorum, izlesem kafi derseniz de Dorn metodu ile ilgili videoları şurada toparladım.
Ben burada kitapta etraflıca anlatılan Dorn metodundan bahsettim. Ama kitap bundan daha fazlası, bütüncül bir kitap. İçerisinde kan grubuna göre beslenme, hastalıkların duygusal sebepleri, kan temizliği, hacamat, insan bedeni üzerindeki enerji akış kanalları, masaj, cibriş vb alternatif tedavi yöntemleri ile ilgili bölümler de içeriyor. Bunlara kısa bir şekilde değinmiş. Fakat meraklı okuyucu bu başlıklardan yola çıkarak araştırmasını derinleştirebilir. Satır aralarında çok faydalı detay bilgiler de gizlenmiş. Hastalıklar ve duygusal sebepleri ile ilgili sayfalar dolusu tablo ilave etmiş kitabına.
Ayrıca bu kadar uzun bir post hazırlarken boynum, belim her yerim inanılmaz ağrıdı. Bunların değerli bilgiler olduğuna inanıyorum ve paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Çağla Yüksel hanıma da pek çok insanı şifalandırdığı ve bunu yaymak için harcadığı çabaya minnet duymamak mümkün değil. Ayrıca kitabının satıştan elde edeceği geliri Çocuk Esirgeme Kurumuna bağışladığını da öğrendim. Kitabını okuyunca ve videolarını izledikçe karşımda hastalığına isyan etmeyip hamd eden, şükran duyan bir insan gördüm.
Bu rahatsızlığım esnasında sahip olduklarımın önemini, değerini ve kırılganlığını bir kere daha hatırladım. Kendinize -kelime anlamıyla- iyi bakın ve bedeninize iyi bakın. Şu hayatta gerçekten sahip olduğumuz tek şey bedenimiz. Musibetler olmasa hatırlayacağımız da yok maalesef. Ne diyordu Thomas Fuller hastalık hissedilir de, sağlık hissedilmez.
Esen kalın 🎶🎶
#kitap#okuma notlarım#çağla yüksel#bel ve boyun sağlığı#dorn metodu#sağlık#sağlıklı yaşam#saglik#bel fıtığı#boyun fıtığı#alternatif tedavi#manuel terapi
21 notes
·
View notes
Video
Zaman Yolcusu Noah Deşifre Oldu! 2019, 2020 ve 2030 Kehanetleri
Zaman yolcusu Noah deşifre oldu! 2019 kehanetleri gerçekleşen, 2020 ile 2030 kehanetlerini açıklayan gelecekten gelen adam gerçek kimliğini açıkladı. İstanbul depremi, deprem kahini Frank Hoogerbeets'i popüler hale getirdi! Türkiye'de kahin ve kehanetler tekrar gündem konusu oldu. APEX TV tarafından ortaya çıkan ve bizimde daha önce videosunu yaptığımız, zamanda yolculuk yapan Noah açıklamalarda bulundu.
ÜCRETSİZ ABONE OL.!
Zaman Yolcusu Noah ilk videomuz; http://bit.ly/2qaZ7eP
Zaman yolcularını sık sık artık görmekteyiz. Bunların bazıları gelecekten geldiklerini bazıları ise geçmişten gelip gizli saklı kalmış konular hakkında bilgi verdi bize. Birçok kişiye ütopik gelse de zaman yolculuğu yaptık diyenlerin söylediklerini merak etmeden de duramıyoruz.
En sık karşımıza çıkan ve sık sık zaman yolculuğu yaptığını söyleyen Noah ise gelecek ile ilgili ilginç iddialarda bulunmuştu. 2030 geldiğini söyleyen Noah'un bu iddialarının bazıları şu an için yaşanmış görünüyor. Yakın zamanda söylediği diğer iddiaları ise şok etkisi yarattı.
Son dakika İstanbul depremi ile kahin ve kehanetler tekrar gündem konusu oldu. İstanbul depremi, deprem kahini Frank Hoogerbeets'i popüler hale getirdi Türkiye'de. istanbul'da deprem olacakmı bilmiyoruz! Zaman yolcusu gerçek mi? diye sorgularken diğer geleceği gören animasyon ve kehanetleri gerçekleşen insanlarda popüler hale geldi. Baba vanga ve Nostradamus zaten bildiğiniz kahinler buna birde Selenge'yi eklemiştik. 2019 kehanetleri tutan Noah; 2020 kehanetlerini ve daha sonra 2030 yılına kadar olacakları öngördüğü video ise halen daha trend konular arasında.
Gelecek ve geçmiş insanlar tarafından her zaman merak konusu olmuştur. Daha zaman makinesi icat edilmedi ama gelecekten geldiğini iddia eden bir çok insan var. Kim doğruyu söylüyor, kim yalan söylüyor bilemiyoruz.
Zamanda yolculuk yaptığını iddia ederek "2030 yılından geldim" diyen Noah kehanetlerini sosyal medyada çektiği videolarla paylaşmıştı. bir takım kehanetlerini sıralamış ve bu kehanetler bir bir tutmaya başlayınca ise popüler hale gelmişti.
Daha sonra yalan dedektörüne giren Noah bu testten başarıyla geçmesi ise büyük yankı uyandırmış özellikle Noah’ın videolarını yayınlayan APEX TV adlı youtube kanalı bu işten çok fazla gelir elde etmişti.
Noah bir açıklama videosu yayınladı ve bu açıklamaları yine YouTube üzerinden yaptı. ApexTV kanalı üzerinden yayınlanan video ise, nedeni bilinmeyen bir şekilde YouTube'dan kaldırıldı. Şimdi gerçeklerin su yüzüne çıkma vakti. Zaman yolcusu olduğu iddaa edilen Noah deşifre oldu.
Sürecin 2014 yılında başladığını ifade eden Noah, ApexTV isimli YouTube kanalıyla bir anlaşma yaptı. Kanalın hem kendi hem de ailesinin gerçek kimliğini sonsuza dek gizleyeceğine dair bir anlaşma istediğini söyleyen Noah, aslında gelecekten gelmediğini ifade etti. Noah bu açıklamaları yine YouTube üzerinden yaptı. ApexTV kanalı üzerinden yayınlanan video ise, nedeni bilinmeyen bir şekilde YouTube'dan kaldırıldı. böyle bir videonun internete düşmesi ve akabinde kaldırılması kafalarda büyük soru işaretlerini getirmiyor değil. Peki ya sizce Noah gerçekten bir zaman yolcusu mu yoksa iddaa edildiği gibi bir kurgudan mı ibaret!
Youtube kanalımızdaki diğer popüler videolardan bazıları; - 51. BÖLGE Baskını - Pentagon UFO itirafı ve UZAYLILAR - Göz perdesi kalkarsa ne görürüz? - 36 Saat 80 Milyon Kişi! Antibiyotik Kıyameti - Bu Tarihlere Dikkat! Büyük İstanbul Depremi! - Türkiye'de Meleklerin Yaşadığı Yeraltı Şehri
Türkçe belgesel tadında güzel bir video daha sizlerle. 2020 yılı komplo teorileri ve kehanetlerini, gündem konularını yine kanalımız BAKMIS ve internet sitemizde Bakmis.Com'da bulabileceksiniz. Bu video Canon Eos M50 ile 4k çekilmiştir. Montaj ise Filmora9 ile 4k UHD olarak yapılmıştır. Video süresi: 10:03
Youtube kanal gelirlerimiz çeşitli bağış kampanyalarına harcanmaktadır; - Fidan Bağışı Yaptık
BAKMIŞ YouTube kanalı aboneleri ve video etkileşimleri ile hızlı bir şekilde büyümeye devam etmektedir. BAKMIŞ ilginç bilgiler kanalı haftada iki yeni video yükleyerek içeriklerini sürekli güncellemekte ve güncel trend konuları paylaşmaktadır. Sizlerde dünya insanlarından saklanan bu gizli bilgileri ve belgeler ile ilgili analizleri merak ediyorsanız BAKMIŞ YouTube kanalına abone olabilirsiniz.
Birbirinden farklı içerikleri ile sizlerde son dakika gelişmelerini ve haberleri buradan takip edebilirsiniz. Sizlerde bu ailenin bir parçası olmak için hemen abone ol butonundan kanalımıza ücretsiz abone olabilirsiniz. Sevdiğiniz ve ilginç bulduğunuz video içeriklerini arkadaşlarınız ile paylaşmayı ve yorum yapmayı unutmayın.
https://www.youtube.com/channel/UCvK1KHz3hjm5K8WDywxgKsA/ Tags; #2019 #2020 #noah #2030 #timetraveler #timetravel #zamanyolcusu Bu makalenin devamı web sitemizde : https://bakmis.com/
#zaman yolcusu#noah#zaman yolcusu noah#gelecekten gelen#gelecekten gelen adam#kehanet#kehanetler#time travel#time traveler#zaman yolcuları#zamanda yolculu#zaman makinesi#zaman yolculuğu#deşifre#2020 kehanetleri#2020 yılında#2020 yılı#fall 2019#209 kehanetleri#2019#deprem kahini#deprem#istanbul depremi#deprem oldu#deprem uyarısı#frank hoogerbeets#nostradamus#baba vanga#apex tv#son dakika
0 notes
Text
Karım beni Aldattı mı? Yoksa bu olay sıradan mı? Karar veremiyorum, Unutamıyorum da…
Sevgili sormamlazim.com ailesi, ben kayıt oldum ama özellikle kayıt bile olmadan itiraf yazmamıza izin verdiğiniz için teşekkürler. Öyle bir itirafım var ki içim içimi yiyor ama kimselere anlatamıyorum. Gerçekten size anlatırken kendimi suya anlatmış gibi hissedeceğim. Diğer itirafları da merakla bekliyor ve her eklenen itirafı özellikle de cinsellik kategorinizdeki soru ve cevapları özenle okuyorum. iyi ki açtınız bu siteyi. Diğer sitelere de yazdım ama uzun süre beklememe rağmen hiçbir site itirafımı yayınlamadı.
Neyse geçelim itirafıma: Aylardır içim içimi yiyor ama kankim diyebileceğim insanlara bile bunu anlatamam. Anlatmadıkça da içimde yara sanki daha da büyüyor. Lüften bunu yayınlayın ki ben de bir nebze olsun rahatlayayım.
Ben işi gereği sık sık yurtiçi ve yurtdışı seyahatleri olan bir adamım. O yüzden de bazen evimden 1 ay uzak kaldığım zaman oluyor. Karıma son derece güvenmeme rağmen bir gün aklıma nerden geldiyse ortak kullandığımız arabaya takip cihazı koymak geldi. Bakalım ben yokken karım nerelere gidiyor? Daha doğrusu bana söylediği yerlerde mi diye merak ettim. Aylarca ben seyahatlerde iken hiçbir yalanını yakalamadım ama birgün ben evimde iken bana A mahallesindeyim dediğinde aslında orda olmadığını gördüm. Araba farklı bir mahalleden eve doğru gidiyordu. İçime acayip bi kuşku düştü. Nedir bu olan diye içim içimi yedi. Ama hiçbir şey belli etmedim çünkü o mahallede benim de tanıdığım bir arkadaşı vardı ve bana geçerken ona da uğradım diyebilirdi. Ama ordayım demediğine göre neden yalan söyledi. Ben de değişik teknikler uygulayarak whatsapp yazışmalarını takibe karar verdim. Sabah olup da evden ayrıldığımda bi cafede whapsapp yazışmalarını takip etmeye başladım. Tam ben açtığım anda en yakın arkaddaşıyla bişeyler yazışıp şak diye sildi. Ben de yazıştığı kişinin ismini gördüm ama içeriğini göremedim. İyi de onunla yazışıp geçmişi hemen neden silsindi ki? Sonra isim arkadaşının olmasına rağmen numara kontrolü yaptığımda numaranın arkadaşının numarası olmadığını gördüm. O numarayı arkadaşı diye kaydetmiş. Çılgına döndüm ama olayın özünü öğrenmek için sabretmeliydim. erken davranmam durumunda hiçbirşeyi öğrenemeden olayı bir şekilde kapatabilirdi.
Derken hiç kapatmadan izlemeye başladım. Birkaç saat sonra tekrar yazışmalara başladılar ama vakit sıkıntısında olsa gerek hızlı hızlı yazışmalar olmuyordu. Birinin yazdığına diğer 10-15 dk aralıklarla cevap veriyordu ama yazışma içeriğinde herhangi bir sakıncalı, cinsel kelime vs. yoktu.
Hatta eşim kocasıyla(benimle) mutlu olduğunu, çocuklarla çok ilgili olduğunu vs. yazıyordu. İyi de bunları yazmak için neden bana yalan söyleme gereği duymuş ve numarayı en yakın arkadaşı olarak kaydetmişti.
Buna benzer içeriklerden sonra ertesi günü sabah 1 saat buluşalım dediler. Aha dedim bunlar otele gidecekler. Buluşma yeri olarak da evimizden uzakta bir bistroyu ayarladılar. Ben otel demiştim ama onlar kahvaltıyı tercih ettiler. 1 saatte hem kahvaltı hem otel olamazdı. Ve akşam ya da gece yazışma olmadı. Turkcell’den konuşma ayrıntılarına baktığımda (hat benim üstüme) aralarında bir konuşma da olmamış.
Ve sabah geldi çattı. Onu takip ettim ve kahvaltılarının bitmesini bekledim ve onları uzaktan izledim. Çünkü olayın sadece kahvaltı ile sınırlı kalacağından emin değildim. Gerçekten de olay kahvaltı ile sınırlı kaldı. Devamı olmadı. Eşim kalktı ve işine gitti. Yanındaki erkeği de hiçbir şekilde tanımıyordum. Şaşkınlıktan deli oluyordum ama sabretmeliydim. O gün ve ertesi günü yine klasik yazışmalar devam etti ve bir sonraki gün için başka bir restaurantta öğle yemeği için sözleştiler. Artık zamanı gelmişti. Bunlara baskın yapmalıydım. Kimdi lan o itoğlu it?
Öğle yemeğine resrauranta gelir gelmez yanlarına damladım ve erkeğe sağlam bir kafa attım. Eşim şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmıştı. Tabii ki erkek yerlerde süründü ama karşılık vermedi. Sadece sakin ol, anladığın gibi bişey yok falan diyordu. Restaurant birbirine girdi. Garsonlar beni dışarı attılar ama o içerde kaldı. Eşimde doğal olarak yanıma geldi. Çıldırıyordum. Kim lan bu diye. Benim onun arkadaşlarını ya da akrabalarını bilmeme gibi bir durumum olamazdı. Demek ki bu adam yabancıydı.
Eşim sakinleştikten sonra her şeyi anlatacağını ama önce sakin olmam gerektiğini söyledi. Kafa atmanın psikolojisi ile biraz rahatlamıştım ama eşime bağıra bağıra “Anlat bakalım küçük orospu” dedim. bana bu sözü söylediğime çok pişman olacağımı söyledi.
Bu arkadaş ortaokul yıllarında ona aşık olan ama asla beraber olmadığı, çıkmadığı, hatta yanına yaklaşmasına bile izin vermediği bir erkekmiş.(Bana böyle birinin varlığını flört zamanımızda anlatmıştı. Haberim vardı yani) Ama yıllar sonra facebook ortak arkadaş muhabbeti ile bi şekilde iletişim kurmuşlar. Eşim de ikisinin de evli olması sebebiyle kızlık zamanında yanına yaklaştırmadığı kişi ile görüşmesinin artık ne zarar getirebileceğini düşünerek onunla görüşmeyi kabul etmiş. Bana anlatamamış ama uygun bir dille nasıl anlatabileceğimi de düşünüyordum çünkü nasıl karşılayacağını bilemedim diyor.
Karımı çok sevmeme rağmen ona çok kızgınım ama böyle bir olay yüzünden de onunla boşanmalı mıydım bilmiyorum. Sonuç da ortada kötü bişey yok ama bana yalan söyleyip bi erkekle buluşması var. Halbuki ben çok hoşgörülü bir adamım. Hiç yalan söylemeden gelse tanıştırsa idi ben onunla görüşmesine asla karşı çıkmazdım. Üzerinden 25-30 yıl geçmiş bir olayı kendime dert etmezdim. Ama yalan söyleyerek görüşünce bütün iyi hoşgörülüğüm tersine döndü. Hala evliliğimiz devam etse de olayın üstünden 5 yıla yakın zaman geçmesine rağmen hala unutamıyorum. Eşimi çok seviyorum ama bu olayda hala geceleri yattığımda kara basan gibi üstüme çöküyor. Bunu okuyan arkadaşlar, özellikle de bayanlar bu duruma bir yorum getirirlerse çok sevinirim.
#itiraf #itirafet #sormamlazim Karım beni Aldattı mı? Yoksa bu olay sıradan mı? Karar veremiyorum, Unutamıyorum da…
0 notes
Text
Aşkın Dili
0
Aşkın Dili Nurcan Bilgin Temren Yayınevi
Nabzım o kadar hızlı atıyordu ki neye uğradığımı şaşırdım. Bu atan benim kalbim mi? Hala nefes alıyor muyum? Ruhum vefat etmiş gibiydi. Şimdi neleri kaybettik diye düşünüyorum da, o kadar anlamlı kayıplar verdik ki toparlaması güç olacak. Bir çok şey gitti. Geriye yalnızca yokluğuna alışmak kaldı.
Tam da bunları yazarken iki satır döküldü yüreğimden;
“Onca şeye rağmen yine gelse yine severim Ben onu sevmeyi sevdim”
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://sizekitap.com/siir/askin-dili/
0 notes