#düzayak
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bana mübeccel anlattı, ben dinledim düşsel leşleri
Anlattı ben de dinledim on ikisi de deli olan kardeşleri
Şair şairken yazdı bu şiiri düzayak hânesinde
Bir şiir gelişti ve gece o Ceneviz Kerhanesi'nde
Galata Çin'de değil, şâirin içindekinin
Çiçek pasajında çiçekçi dükkanı var Milinski'nin
Bir şiir biliyorsun, ayakta bira içebilir
Bir şiir nerden baksan şâirini seçebilir
Üç Galata gecesi diyorum, gözleri âhu
Milinski söylesene, peki bu güzel avratotu da kim yahu?
Kayıkta kızcağızı boş bırakmamışlar bir an
Bu kahır o çiçek bahçelerine yaraşmaz Ivan
Şairin uzak ablasızlığı ve içinde denizin
Bacakları mübeccelin ve gül lekeli bi' benizin
Şair: "Zırlamadan anlat!" dedi. (Anlat!)
Anlat kimlerin yüreğinde kız kulesi gibi grev çivileri var...
Geceleri Galata'da gülerken bacaklarımız uzamış
Alıştık artık ölüme...
Diyeceğim şu Ivan Milinski;
Ölüm için ayırdık geceleri gülerken
Galata'da...
3 notes
·
View notes
Text
SLAUGHTER TO PREVAIL
Evet, tekrardan selamlar! Enteresan bir konseri daha geride bıraktık. Sosyal medyanın gücünü en iyi şekilde kullanan, metal müzik(?) Dünyasının ‘Dan Bilzerian’ı, kas makinası öfkeli pitbull ‘Alex the Terrible’ yaşını başını almış metal kitlesinide kadraja dahil ederek bizleri ‘Tiktok’ videosuna alırcasına, popüler kültürle kucaklaştırdı. “Slaughter To Prevail” şok edici yıkım etkisiyle seyirciyi allak bullak etti! (Rus) Savaş jetleri gibi geldiler, bombaladılar ve hiç vakit kaybetmeden gittiler. (Konser öncesi ücretli bir tanışma olmuş.) Bu kadar tahmin etmediğim performansları, göz açıp kapayıncaya kadar bitti. (Setlist’leri biraz kısa ama öyle olması gerekiyor sanki.) Bu kısa ama tadında dakikalardan, gruptan ve tabiki genel ortamdan biraz bahsetmeye çalışacağım.
“Slaughter To Prevail” konser duyurusundan kısa bir süre önce dinlemeye çalıştığım bir grup. Çalıştığım diyorum çünkü zaten çok fazla benimsemediğim ‘Deathcore’ sound’u ilk izlenimime göre “Slaughter To Prevail” tarafından tuhaf bir şekilde icra ediliyordu. Haydi birazda zıplayalım dışında yer yer iyi davul partisyonları, zil kullanımı, yerinde ve çok fazla Breakdown’lar, (ki bence grup Breakdown’dan oluşuyor.) ‘Alex the terrible’ lakabının hakkını veren vokaller bana Sound olarak çok yeterli gelmemişti. Grubu çok duymamış olsamda (Sosyal medya ve görsel izleme eksikliği..) ‘Alex the terrible’ ismi uzun zamandır kulaklarıma çalınıyordu. Biraz taşlar yerine oturdu, grup Rus şehirlerinin soğukluğundan çıkma, (Yekaterinburg) fırsat yakalandığında kendini muasır medeniyete atma hevesi içerisinde kurulmuş, ‘Post Sovyet’ kapitalizm özlemli bir yapıydı. (Okuduğuma göre şu anda ABD Florida’ya konumlanmışlar.) Aslına bakılırsa bir ‘taşra başarı öyküsü’ idi, kalıbına sığmamaktı. Bu zaten her anlarına yansıyordu. İlk EP’lerini (iyi bulduğum bir EP.) 2015 yılında çıkarmışlar. Alex’in kendi projesi dışında 2 albümleri, Live albümleri ve benim çok anlam veremediğim ‘Viking’ isimli bir Single’ları daha var. Grubun bu kadar kuvvetli bir ismin hakkını en azından ‘Sound’ olarak veremediğini düşünüyorum ama zaten bu grupta Sound dışında başka şeyler konuşacağız.
Bu kadar hızlı çıkışlar, başarıyı hazmetme çabaları, Yozgatlı olarak İstanbul görmeden, Berlin’e taşınmalar kendini bir şekilde belli eder. Grup Bağcılar çıkışlı olsa hiç abartmıyorum bu adamlara ‘Dızo’ gözüyle bakılır ama ‘Adidas’ eşofmanları çekip ‘Call of Duty’ kötüsü Rus karakter modunda takıldıkları için özellikle yeni nesil tarafından sempatik bulunuyor anti herolarımız. Sosyal medya ve seri tüketim gençliği gazını arkasına alan bu şekilde projelerde krizler yaşanabilir, fikir ayrılıkları baş gösterir, başka problemler olur. Fakat daha önceden bu tarz hızlı çıkış yapıp, süreci iyi şekilde idare eden gruplarda olduğu gibi Alex’te bundan sonrasını kumanda merkezi olan, müziğinin mutfağını oluşturan spor salonundan gayet iyi şekilde yönetecek gibi duruyor. (Bu müzik spor yaparken hakikaten iyi dinleniyor.) Grup ve Alex hakkında iyi, kötü her şey düşünülebilir, sevilir, sevilmez fakat şahsi görüşüm en azından bir defa da olsa konserlerini izlemek gerektiğidir. Şimdi artık biraz bundan bahsedelim.
04.02.2024 SLAUGHTER TO PREVAİL KONSERİ (BEŞİKTAŞ IF)
Beşiktaş İF’i ilk gittiğim günden beri severim. Konser öncesi sokakta eski Dorock günlerinde olduğu gibi dostlarla sohbet, muhabbet, bira keyfi gerçekten güzel oluyor. İF’in hemen konser alanıyla bitişik nizam bir Bar/Restoran’ı var. Arka tarafı tamamen camla kapalı. Burası konser alanını ve restoranı birbirinden ayırıyor. Sahneyi buradan görme imkanınız var. Biranızı içerken aynı anda konser alanını ve sahneyi (Ses duymasanızda) izleyebilirsiniz. Düzayak tek girişten geçiş, vestiyer ve alandasın. Barlardan içkini alırken bazen pos cihazının azizliğine uğrarsın, Merch standı hemen arkadadır, tuvalet arka yanda ve iyidir, üst kata çıkar sahneye bakan camlı kapıların önünde sigaranı içersin, camlı kapıdan geçince balkon kısmında ‘elit metalcileri görürsün opera izler gibi dürbünleriyle aşağıda ki ‘Mosh pit’te neler olduğuna bakarlar falan.. Metal müzik dinleyicisi için son derece rahat bir etkinlik alanı ve önceki haline nazaran biraz daha büyütülmüş durumda. Konser saatinden çok önce orada olmama rağmen kapı açılışını bekleyen uzun bir insan kalabalığı vardı. Konserin ‘Sold out’ olacağını tahmin ediyordum ama ilerleyen saatlerde sıranın sonunun neredeyse ‘Fulya’ya kadar dayandığını görünce “nasıl sığacağız” endişesi baş gösterdi. (Alt grup olmadığı için kapı açılışa kadar sıra uzadıkça uzadı.) Katılım yoğundu, benimde artık yavaştan son birayı bitirip kervana katılma vaktim gelmişti.
Alana girdim, aman Allah’ım gözlerime inanamadım. Sahnede “Slaughter To Prevail” yazıyor ama ben bir ‘Tekno müzik’ partisindeyim. Capcanlı bir ‘elektronik müzik’ eşliğinde kopanlar, coşanlar, dans edenler…“John Wick” gibi girdim içeri. Şaka bir yana başlangıç için harika bir gazdı, bence çok uyumlu olmuş. ‘Backstage’den gelecek şey ve konser kitlesi hakkında epey bir fikir sahibi oluyorsunuz. Buna tam tezat olarak, grup çıkmadan hemen önce bir Ortodoks ayinini aratmayan ilahiler duymaya başladık. “Batushka” erken geliyor derken, ‘Bonebreaker’la sahneye yıkım ekibi giriş yaptı. Grubun son derece vahşi maskelerinin olması albümlerini dinlerken benim nazarımda zayıf kalsada, konser içerisinde takılan masklar hakkını veriyor. İlk anlardan beri seyirci ‘Mosh pit’ler oluşturuyor. Grup aşırı enerjik ve agresif, bu seyirciye direk yansıyor ve genç kitle ağırlıklı konser alanı küçük bir festival alanına dönüşüyor. Seyircide üstler çıkıyor, kan, ter, gözyaşı, ‘Agony’. Sahneden gençliğe hitabe geliyor, ‘Wall of Death’ hazırlıkları sonrasında ‘This is Alex the terrible’ anonsu ve ‘Bratva’ ile bu gözlerin gördüğü en büyük kıyımlardan biri Beşiktaş İF’te yaşanıyor. Gerçekten inanılmaz dakikalardı, benim gibi adam, bar ve seyirci arasına sıkıştı kaldı. Kendimi bu enerji patlamasının ortasında ‘turist’ gibi hissetmeye başlamışken, bende kaptırdım kendimi, koy verdim gitti!
‘Made in Russia’ ve ‘1984’ Sound olarak Setlist’te en çok hoşuma giden peşi sıra iki şarkı oldu. Bu yıkımlardan ortaya çıkan ‘efkar kokusu’ biramın bitmesi, insani ihtiyaçlar ve ‘Naked Man’lerden biriyle ‘Şlaaaps’ diye çarpışmanın etkisiyle biraz yukarıya çıktım ‘Viking’i kaçırdım :) Bu konserde ki gençlik, enerjileri, modları o kadar hoşuma gitti ki gerçekten görülmeye değerdi, kendimi gülümserken buldum. Ülkemizde, bulunduğumuz şartlarda, çocukların eğlenmeye, enerjilerini boşaltmaya, nefretlerini kusmaya çok ihtiyacı var. ‘Metal Müzik’ buna alan açabildiği için ayrıca kıymetlidir. Tabiki her şeyde olduğu gibi ‘Metal Müzik’te evriliyor, Sound değişiyor, ortam değişiyor, dinleyici yapısı ve kafası farklılaşıyor, buna göre gruplar çıkıyor, müzik yapıyor. “Slipknot” ilk çıktığı yıllarda bizim ‘dinozor tayfanın’ “bu ne sikimnot iş” dediği düşünülürse eğer, benim güvendiğim gençlikle birlikte biz buna da alışıp, adapte olacağız gibime geliyor. ‘Tiktok’ gençliği, içerinin bir ‘Vlogger’ partisi havasında olması, hızlı tüketim, insandan daha çok telefon gibi etkenler bizleri ne kadar ortama yabancılaştırsa, ‘Metal müzik’ ile alışmış olduğumuz ‘Oldschool’ kendi, güzel, agresif, öfkeli kültürümüzle çok bağ kurduramasa da (ya da zorlasa da..) bu çocuklar kendi tarzlarında bunu çok iyi yapıyorlar, mutlular. Bizlere de takdir etmek, fazla küfür etmeden izlemek, geçmişi şimdiyle harmanlamaya çalışıp daha yenilikçi Soundlar’a doğru yelken açmak kalıyor. Geçmiş her zaman bizim ama gelecek? Sen, ben katkı verirsek eğer daha iyi gelecek diye düşünüyorum…
Bu düşünceler ve daha fazlası ile birlikte boğulmak üzereyken ‘aman canım’ deyip kendimi tekrardan aşağıya atıyorum. ‘I Killed A Man’le hemen kafam dağılıyor, aman ne oluyor derken ‘Baba Yaga’ bizi önce dövüp sonra kaçırıyor. ‘Demolisher’ ile parçalara bölünüyoruz. Alex, arada bir yerlerde ulusa sesleniş konuşması yaptı. “Acılar var biliyorum, savaşlar kötüdür ama bu konuda benim yapabileceğim bir şey yok, ben tek kişiyim, savaşı durdurmak istiyorsan eğer önce kendini değiştir” vs. gibi bir şeydi. Bir Rus olarak Ukrayna savaşından hissettiği suçluluktu belki bilemiyorum ama tamda ondan beklediğim tarz bir konuşmaydı. ‘Türk misafirperverliği’ övme çabaları, hızlı bir geçiş ve işimize gücümüze dönelim sonrası konser alanı artık mezbaha gibi... Grup sahneden ayrılıyor, gayet organize olan bir kesim insanın aklına hemen ‘sabahki mesai’ geliyor ve tahliye işlemleri başlıyor. (Konser pazar günü idi.) “Durun oğlum bak daha cehennemi yaşamadık” derken grup tekrardan ‘Hell’ ile sahnede. Çok iyi bir performans sonrası “Slaughter To Prevail” “ne yaşadık biz ya” düşünceleriyle dağılmış olan bizleri bırakıyor ve sahneden iniyor. Hemen yine ani bir çıkış çabası, vestiyer sırası ve bir tane olan çıkışın tıkanması sonucu yarım saate yakın içeride kalış. Beşiktaş İF’in tek sıkıntısı belki bu olabilir. Aslında alanın arkasında, merch standının yanında İF’in restoranına açılan, kartla giriş çıkış yapılan bir camlı kapı daha var ama burası güvenlik ya da başka sebepler yüzünden asla seyirciye açılmıyor, akvaryumdaki anksiyete sahibi balıklar gibi sokak çıkışına bakıyoruz. Dışarıyı görüyoruz ama çıkamıyoruz! (Moria!)
“Slaughter To Prevail” konseri başladığı gibi hızlı bir şekilde bitiyor. Tatlar damakta kalıyor. Geri dönüş sonrası en azından bir şarkı daha çalınabilirdi belki diyoruz. Seyirciden yeterince memnun kalmadılar mı? Yok, canım mümkün değil, insanlar kolu bacağı yerinde mi diye birbirlerine bakıyor. Dışarıya çıktıktan sonra uzun bir süre konserin etkisinden çıkamadım. Melodiler, Riffler aklımda çalmaya devam etti. Görsel bir şölen oldu, bu görsel şölene uyumlu bir müzik eşlik etti ve sonuç; akıllardan uzun süre silinmeyecek bir konser deneyimi oldu. Grubu Türkiye’ye getirmek her şeyden öte iyi bir hizmet oldu diye düşünüyorum. Buna ihtiyacımız varmış, ellere sağlık. Gördüğüm ve yaşadıklarımdan sonra “Slaughter To Prevail” çok daha iyi yerlere gelecek biliyorum. Ülkemizde gerçekleşecek muhtemel bir yaz festivalinde, açık havada tekrardan sahne almalarını çok isterim. 2024 yoğun konser takvimiyle devam ediyor. Önümüz çok dolu fakat “Slaughter To Prevail” ve Alex’in performansları şimdiden unutulmazlar arasında yerini aldı. Görüşmek üzere, sevgiler, saygılar.
1 note
·
View note
Text
Hayat Bu Mu....
Bir devamlılık halinde aralıksız olarak hayatın yerle yeksan olunması hali güncellenen bir meseledir. Türkiye sathı mahallinde hayat hakkının yıkımı güncellenirken ol ‘yeni devlet’ yolunu ve yönünü hemen her gün başka bir bahisle / fecaatle işlevselleştirir. Biyopolitik tahakküm beraberinde yeni yorumlar ve yöntemlerle ülkenin dönüşümü tersi istikamette sağlama alınır. Cerahatin varlığı gözler önündedir. Bet, feci ve kötünün güncellenmesi meseldir / meselemizdir. Bu kadar aleni işlevselliği sağlama alınan bir menzilin yaşama gailesine, ihtimalinin tam ve eksiksiz olarak sıfırlanmasıdır. Memleket tahayyülü yerle bir olunandır. Memleket istenci bile isteye öteki kılınanlara cehennem olarak var edilen bir mesel kılınandır.
Yaşadığımız coğrafyanın, iş bu sahanın yerle yeksan olunması “görünür olduğu kadar”, görünmeyen kısımlarıyla da var edilir. Bu kadar kestirmeden bir düş kırımı ikliminden bir ülke yaratılır. Yeni ülke hali dünün ol devamlılığıdır. Yeni sabık bir dün halinin ta kendisidir. Yeni denilen dünün hazinin ta kendisidir. O baş amir ve şürekasının ülkesi, yönetim anlayışı ve yönelimi bütün bu fasit döngünün ta kendisini barındırmaktadır. Memleketin hali ortadadır. Memleket denilenin yaşamla bağlarının inceltilip kopartılması kesintisiz olandır. Memleket tahayyülü orta yerinde yıkılmaktadır. Bir ince hattın üstünde ne o yana ne bu yana, ne beriye ne ileriye yollatmayan, zamanın akışında mıhlanıp durulan bir sahnenin, daimi bir çürüten yerin meseli güncellenir. Sorunlar dağ gibi artıp dururken hala her şey yolunda söyleminin kıyısında icazetsiz bir hayat hakkının gasbı söz konusudur.
Barış İçin Akademisyenler hakkında AYM bir karara imza atar. Ses ana akım medyadan, sonrasında bazılarının haberi dahi olmaksızın dahil edildikleri 1071 imzacı ile duyurulan bir karşı çıkma ile var edilir. Bir ülkede çürümeyle hiza tutmak bahsi gerçek kılınır. Hala bir ülkenin beter hallere terk edilip de koyulmasının çabasına düşüşendir. Bunlarla hayat hiçleştirilendir. Bir bütünlük içerisinde yaşama kasıt süreğenleştirilmiş nefret siyaseti, pratik kılınır. T24’den aktaralım: “Anayasa Mahkemesi’nin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiri nedeniyle mesleklerinden ihraç edilen, haklarında disiplin cezaları verilen, “terör örgütü propagandası” suçundan dava açılarak hapse mahkûm edilen ve bir bölümü cezaevine konulan akademisyenlerin bireysel başvuruları hakkında ‘hak ihlali’ kararının gerekçesini açıkladı. Gerekçedeki karşı oy yazısında, “Devlete sadakat ilkesiyle bağdaşmayacak sıfat ve isnatların ifade hürriyeti ile karşılanması mümkün değildir" denildi.
Anayasa Mahkemesi (AYM), Barış Akademisyenleri’nin ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi üzerine aldığı karara ilişkin tepkilere yanıt verdiği açıklamasında, kararın gerekçesine de yer verdi. Yüksek Mahkeme’nin ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ bildirisine imza atan akademisyenlerin cezalandırılmasında hak ihlali gördüğü kararın gerekçesinde, "Başvurucuların bir bildiriyi imzalamaları nedeniyle terör örgütü propagandası yapma suçundan hürriyeti bağlayıcı cezalar ile cezalandırılmalarının ifade özgürlüğüne bir müdahale teşkil ettiği kabul edilmiştir" denildi. Gerekçe, 1 sayfalık karşı oy ile birlikte 40 sayfadan oluşuyor.
Sekiz üyenin karşı oy kullandığı kararda Serdar Özgüldür, Burhan Üstün, Muammer Topal, Rıdvan Güleç’ün aralarında bulunduğu dört üye karşı oy yazısı yazdı. Dört üyenin karşı oy yazısı bir sayfadan oluşuyor. Öğretim üyelerinin bir kamu görevi olması dolayısıyla “Devlete Sadakat” borcu olduğuna dikkat çekilen karşı oy yazısında “Devlete sadakat ilkesiyle bağdaşmayacak sıfat ve isnatların ifade hürriyeti ile karşılanması mümkün değildir. Genel olarak çalışanların ve kamu görevlilerinin işverenlerine ve Devlete olan sadakat borçlarının ihlal edildiği durumlarda, AİHM ifade özgürlüğüne yapılan müdahaleleri gerekli ve orantılı bulmaktadır” denildi. Kararda karşı oy kullanan Kadir Özkaya, Recai Akyel, Yıldız Seferinoğlu ve Selahaddin Menteş’in karşı oya ilgili gerekçe yazmaması dikkat çekti.”
Bianet’e bağlanalım: “Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalayan akademisyenler için verdiği hak ihlali kararına karşı çeşitli üniversitelerden akademisyenlere üniversite yönetimleri tarafından 28 Temmuz Pazar “Anayasa Mahkemesi Terörü Meşrulaştıramaz” başlıklı bildiri gönderilmişti.
Aralarında Ağrı İbrahim Çeçen, İstanbul Aydın, Medeniyet’in de bulunduğu üniversite rektörlükleri, dekanlıklara; dekanlıklar da bölüm başkanlarına söz konusu bildiriyi akademisyenlerin imzalaması için Whatsapp mesajı ile göndermişti.
Bianet olarak ulaştığımız yazışmada “Rektörümüzden gelen yukarıdaki yazının bölümünüzdeki tüm hocalara iletilmesi ve dönüşün sağlanması ricası ile…” deniliyordu. Pazar sabah saatlerinde akademisyenlere ulaşan Whatsapp mesajında geri dönüşün saat 14.00’e kadar yapılması istenmişti.
Adı imzacılar arasında geçen Prof. Dr. Ercan Eyüboğlu da şu mesajı paylaştı: "Merhaba arkadaşlar, hayır, o ben olabilir miyim sizce? Bir ketempereye getirilmişti ki, düşman başına! Üniversitemiz 'AYM terörü meşrulaştırılamaz' diye bir bildiri gönderdi, imzalamk isteyen tıklasın butonuyla. Ve sabah ne göreyim, 1071 imzacı arasında ben de görünüyorum. İsyan, infial, öfke. Benim böyle bir metni imzalamış olabileceğimi düşünen dostlarıma kocaman bir yuh ve teessüf! Şimdi Rektörlüğe düzeltme talebimle bir dilekçe yazıyorum, gelişmeleri bildirmek üzere... Acaba olabilir mi... Sakın, siz de duyurun, paylaşın lütfen, ve sen, Sevgili Hakan Yücel, Füsun hocaya sevgilerimle geçmiş olsun dileklerimi ileti ver. Selamlar, sevgiler.
Dr. Anıl Özgüç de sosyal medya hesabından şu mesajı paylaştı: Takipçim yok, lütfen yayar mısınız? İçeriğine ve dayatılma usulüne katılmanın mümkün olmadığı bir bildiride imzam yer almıştır. Sorumlularının bu ihlali düzeltmesini bekliyorum.” İki de mükerrer imza ile 1066 sayısına geri dönülür. Bunun kontra hamlesi 2023 imzacının var edildiğinin muştulandığı bir yeni imzacı bildirimi ile ana akım medyadan duyurulur. Memleket ahvali yangın yeriyken haddizatında her bir şey çözülmüş gibi bir izlenim yeniden devletli aklı ile sunulur. Tartışmak, sorgulama çabasına düşmek bittabi ki imkansızdır!
Barış İçin Akademisyenlerin var ettikleri bir biçimde mesel kıldıkları bu sahadaki yaşama istenci / tahayyülüne karşıtlığın suretidir o imzaları devletli eliyle atılan karşı / kontra söz öbeği. Tahayyül olunan ülke ile gerçek kılınmış halin bir asırdan uzuncadır yerinde saya duran bir mesel olduğu vurgulanmıştır oysa. Hayat hep böyle ucuz mu kılınacaktır. Hayat iş bu düzlemde barışma hali / meseline hiç yer verilmeden geçiştirilecek bir mesel olarak mı kalacaktır. Bugünün şartlanmış ülkesinde daha fazla kaybedilecek, zayi olunabilecek kaç yıl vardır, barışmayı masaya yatırmaktan gayri geçilecek kaç gün?
PKK’nin varlığını ve oluşumunu, güncelliğini sabit kılan devletin tavrı beraberindeki ol eksiksiz Kürd nefretinin ta kendisini sorgulamak, gerilladan değilse de hükümetten tüm o yıkımları var eden kuran cenahtan hesap talep etmek neden suç teşkil edilir. PKK örgütü bir devlet midir? Bilanço o bildiri imzalandığından bu yana enikonu ağırlaştırılırken bir yerin / yurdun yaşamla olan ilintisine vurulan haller her nerede / her nasıl duracaktır / durdurulacaktır! Hayatın yerle yeksan olunası güncel bir mesel kılınırken her ne kadar daha sorunlar halının altına süpürülecek, daha kaç kez barışma tahayyülüne ket vurulup unutturulmaya sevk edilecektir?
Cizre’de üç yıl önce var edilmiş bir vahşete dair tanıklık ettiği için seksen bir gün kadar mahpus kılınan akademisyen Doç. Dr. Tuna Altınel’in duruşması ve tahliyesinden sonra ol sözleri de mi bir şeyleri aksettirmemektedir. Evrensel Gazetesi’nden iliştirelim meramı. “Bölge illerindeki çatışmalı sokağa çıkma yasakları döneminde “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan akademisyenlerden Lyon-1 Üniversitesi’nden Doç. Dr. Tuna Altınel, Fransa’da gerçekleşmiş bir konferansa katılımı gerekçe gösterilerek ‘örgüt propagandası yapmak’ iddiasıyla 11 Mayıs’ta tutuklanmıştı. 81 gündür Kepsut L Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Altınel’in “örgüt üyeliği”nden yargılandığı davanın ilk duruşması öncesi Balıkesir Adliyesi önünde açıklama yapıldı. Barış Akademisyenleri tarafından yapılan açıklamada barış istemenin suç olmadığı bir kez daha vurgulandı.
İzleyicilerin salona alınması sonrası başlayan duruşma kimlik tespitinin ardından Tuna Altınel'in beyanı ile devam etti. Altınel, iddianameye atıf yaparak suçlamalara konu olan dernek hakkında bilgi verdi. Altınel, "Lyon Rhône-Alpes Kürt Dostluk Derneği’nin etkinliğine katıldığım için örgüt üyeliği suçlamasıyla karşınızdayım. Üyesi olduğum derneğin PKK/KCK ile bağı olduğuna dair iddianamede somut tek bir delil yoktur. Yasal ya da yasa dışı herhangi bir örgütün propagandasını yapmak söz konusu değildir. Dernekteki yasal bir etkinlikten ötürü infaza uğradım. İddia edildiği gibi Türkiye'yi aşağılama gibi bir niyetim olsaydı Türkiye'ye gelmezdim. Yine iddia edildiği gibi kaçmak gibi bir amacım olsaydı yine Türkiye'ye gelmezdim. Bu nedenle özgürlüğümü istiyorum" dedi.
Daha sonra Altınel'in avukatı Meriç Eyüboğlu söz aldı. Eyüboğlu "Tutuklamanın iki amacı vardır. Delillerin karartılması ve kaçma şüphesi. Ancak bu dosyada bu gerekliliklerin oluşmadığını söyleyebiliriz" ifadelerini kullandı. Eyüboğlu, "Şubat ayında Lyon'da 40 kişinin katıldığı bir toplantı olmuş. Bu 40 kişilik toplantıda müvekkilim çeviri yapmıştır. Tutuklama konusu olan şey bir dernek faaliyetidir. Bir toplantıyı organize etmek, katılmak, çeviri yapmak nasıl tutuklanma gerekçesi olabilir. Tuna Altınel’in 81 gündür neden tutuklu olduğunu anlamak mümkün değil. Ulusal ve uluslararası üniversitelerdeki akademisyenler neden tutuklu olduğunun yanıtını arıyor" dedi. Savcı mütaalasının ardından mahkeme heyeti ara karar için duruşmaya 15 dakika ara verdi. Aranın ardından açıklanan kararla, Tuna Altınel tahliye edildi.”
Tahliyesi sonrasında, Doç. Dr. Tuna Altınel’in beyanıdır; “Bugün buraya insanlar barış, adalet ve demokrasi için geldiler. Yürünecek yol çok uzun. Çok daha fazla efor sarf etmek gerekiyor. Tuna tahliye oldu diye çok fazla düzelen bir şey yok.” Tuna Altınel gibi insanların bildirmeye çalıştıkları bu sahadaki yaşama tahayyülüne devletli kastının her ne boyutta olduğudur. Devletlinin ezber ile var ettiği, kanıksatmaya çalıştığı, devrilmiş olan o barış masasının sorumluluğuna dair hesap sordurmamaktır. Bunca afaki yıkım, bir o kadar bariz kılınmış ayrımcılık ve nefret karşısında devlet böyleyken sıradanın her ne yapması gerektiğini duyurmaya çalışır Altınel ve Barış İçin Akademisyenler. Türkiye’nin bir cerahat sarmalı, bariz bir yıkımın fasit döngüsüne rehin hep hayatın çalındığı bir yer, bir menzil kılınmasına karşı bir adım atma çabasıdır dillendirilen, sahiden bildirimi yapılmaya çalışılan ve var edilen. Bir ülkede yaşama düşürülen gölgelerin artık nihai bir biçimde sonlandırılmasının vakti gelmemiş midir? Bundan bahis açınca insan her neden ve her ne hakla terörist olur? Böylesine kanayan, kanatılan bir yara hakikatin ta kendisi kılınırken dur diyebilmek, yetti artık diye seslenmek suç mudur!
Mezopotamya Ajansı’nın haberini Fersude’den iliştirelim: “MA’da yer alan habere göre, Hakkari’nin Derecik ilçesine bağlı Çemekurk köyünde yaşayıp, kaçak yollardan sınır ticareti yaparak geçimlerini sağlayan köylülerin üzerine dönüş yolunda Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) ait helikopterden ateş açıldığı iddia edildi. Sıkılan mermilerin hedefi olan 14 yaşındaki Vedat Ekinci olay yerinde hayatını kaybetti. Grupta yer alan köylülerden biri ise ağır yaralandı.”
Euronews’ten aktaralım: “Valilikten yapılan yazılı açıklamada, Kurbanın kimliğine dair bilgi verilmezken, söz konusu şahısların PKK tarafından yoğun olarak bölgeye kaçak yollarla girmeye çalıştıkları için askerin uyarı ateşi açtığı kaydedildi. Açıklamada ayrıca seken mermiden yaralanan bir kişinin askerlerin yardımıyla hastaneye kaldırıldığı ancak kurtarılamadığı bilgisi verildi. Valilik açıklamasında askerin uyarı ateşi açtığı kişilerin Kuzey Irak tarafından Türkiye sınırına doğru ilerlediği bildirildi.
Euronews Türkçe, olay yerinde bulunduğunu söyleyen Vedat Ekinci'nin kuzeni Haci Ekinci'ye ulaştı. Kaçak sın��r ticareti iddialarını yalanlayan Ekinci, Vedat Ekinci'nin abisi Burhanettin Ekinci ile birlikte, üç kişilik bir grup halinde koybolan ineklerini aradıklarını aktardı. Ekinci, sınıra yaklaştıkları sırada bir grup askerin önlerini kestiğini ifade etti. Atlarının ürktüğünü belirten Ekinci, askerin yaklaşık 20 metre mesafeden üzerilerine ateş açtığını öne sürdü. Ateş sırasında Vedat ekinci sırtından vuruldu. Haci Ekinci ayrıca olayda yer alan askerlerin Burhanettin Ekinci'yi darp ederek ayağını kırdığını iddia etti.”
Colemerg’te (Hakkari’de) bir çocuk katledilir. Düşük yoğunluklu, varlığı da yokluğu da hiç bilinmeyen / bildirilmeyen diye geçiştirilen oysa kırk yılı aşkın bir zamandır süreğen kılınmış savaş hali bir can daha alır. Bir asırdan uzunca bir zamandır var edilen sahnede olduğu gibi hayat yeniden çalınandır. Yıkımın aralıksız, süreğen ve iç kıran halinin ötesi bu cinayetle belirgin kılınır. Vedat Ekinci bütün bu fecaat döngüsünde katledilen kaçıncı çocuktur?
Bakur Kürdistanı’nın talan olunması bir yana, Hasankeyf’ten, Dersin’in Munzur’una doğa kırımın ardışıklığına, kentlerin dokularının tarumar olunmasından, handiyse her yerin talan olunması öte yana bir de bu cinayetlerin / kırımların menzili kılındığı yerde hayata sıra gelir mi? Colemerg’te yaratılan vahşet bu düzlem altında yaşama düşürülen gölgelerden en bariz kılınanı simgeleştirir. Görünürlüğü arttırılan şey devletin cana ve o hayat istencine karşıtlığıdır. Bütün bu cendere halinin, cinai halin üstü her nasıl örtbas olunabilir? Bir asırdır yerinde sayan bir ülkede hayatın hakkı her ne olacaktır? Bir asırdır güncellenen bir ülke halinde ötekisine hayat hakkı her nereye kadar böylesine alenen gasp edilecektir? Cerahat hayatın ortasında daha ne kadar muhafaza edilecektir?
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Hakkari'nin Derecik ilçesine bağlı Çemekurk köyünde kaçakçılık yapan köylülerin üzerine helikopterden ateş açılması sonucu 14 yaşındaki Vedat Ekinci’nin ölmesi, bir kişinin de yaralanması olayını Meclis gündemine taşıdı. Mezopotamya Ajansı'ndan aktaralım: Sezgin Tanrıkulu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, “Çemekurk köyünde, köylülerin üzerine Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) ait helikopterden ateş açıldığı iddiası doğru mudur? Helikopterden köylülerin üzerine açılmasının izahı nedir? Bahse konu olan helikopterde bulunan kişiler kimlerdir?” diye sordu.
Sorular, sorgular, bitmeyen bir kinin karşısında insan olanı hatırlatmaya çalışmalar. Hepsi bütün bu bahisler bir asırdır sürdürülen yıldırı haline karşı bir tek cümleyi var edebilmek içindir. Vedat Ekinci bu topraklarda seken kurşun eliyle katledilen kaçıncı çocuktur? Ceylan Önkol’dan, Berkin Elvan’a, Uğur Kaymaz’dan Cemile Çağırga’ya hangisini yazarsanız yazın bir başkası eksik kalacak, onun bunun elinden değil devletlinin üniforması ile hayatları gasbedilen insanların varlıkları karşısında, Ankara’nın soğuk ve karanlık dehlizlerinde zayi olunan tüm kırımlar gibi çocuklar yitirilirken nedir hayatın meseli sahiden de neye tekabül edecektir? Bunca katran karasının ortasında barışmaktan kaçınılan güncellikte, tüm yaraların yeniden kanatıldığı bir düzlemde hayat sahiden de kalmış mıdır, böylesi bir mesel var mıdır? Soruyor musunuz, utançlar altında kalakalmak, yerin dibine geçmekte devlete ses etmediğimiz her gün bir başkamız eksilirken sahiden de sorguluyor musunuz? Hayat bu mu...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Kolajlar – Uğur GALLENKUŞ
#türkiye gerçeği#yıkım#yıldırı#barış için akademisyenler#söz hakkı#adalet#hukuk#eşitlik#kürdistan#bir asır#memleket#ileri demokrasi#mücadele#yaralar#savaş#insan hakları#çocuk hakları#çocuklar ölmesin#düzayak#metin#barışa ne oldu?#hayat hakkı#hakkari#colemerg#vedat ekinci#kırım#devlet öldürür#yok etme siyaseti#ölümler#cendere
0 notes
Text
1. Şiirimiz karadır abiler Kendi kendine çalan bir davul zurna Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan Taşınır mal helalarında kara kamunun Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler 2. Şiirimiz her işi yapar abiler Valde Atik’de Eski Şair Çıkmazı’nda oturur Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler 3. Şiirimiz gül kurutur abiler Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga’ya kaçan Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler 4. Şiirimiz erkek emzirir abiler İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir Böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler 5. Şiirimiz mor külhanidir abiler Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler 6. Şiirimiz kentten içeridir abiler Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir Bir kent ölümün denizine kadar dragomanlarıyla Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler? - Ece Ayhan, Mor Külhani (Bütün Yort Savul’lar!, 1954-1997, Toplu Şiirler) - Görsel: Ethem Onur Bilgiç (Ece Ayhan)
#Ece Ayhan#Mor Külhani#Şiir#Bütün Yort Savul’lar!#Ece Ayhan Çağlar#Şiirimiz#Abiler#Aşk#Örgütlenmek#Ethem Onur Bilgiç#Yürekbalı#Kent#Külhani#Oğul#Delikanlı#Gün#Üsküdar#Üsküdarlı#Karaşın Uçbeyi#Uçbeyi#Sivil Şair#Ece Baba#Feminist Şair#İkinci Yeni’nin Papazı
17 notes
·
View notes
Text
Bir okyanus düşün karaya kıyısı olmasın.
Ya da bir şehir söyle, insandan yoksun tüm sokakları düzayak geçelim seninle..
46 notes
·
View notes
Text
Bilirsiniz ya da bilmezsiniz, öz çocuklarını boğduğu için herhalde, görkemli olduğu söylenen geçmiş, hele bir imparatorluksa, içinde taşıdığı hüsnü kuruntuyu, gerçekte sevmekten, güzel uzunken kırpılmış kısa kirpikli sanata büründürerek, bir tarikat anlaşmazlığından Nusaybin’e, bir tahttan indirilerek Selanik’e, bir eprimekten iskenderiye’ye sürgünlere gönderilmiş, kafası ipek kılıçla kesilmiş, tuğraları alçılarla örtülmüş, çocuk paşaların ilk kaymaktabağı Kanunu esasileri hamamname olarak kütüphanelere, Serez’den çinkolanmış sandukada taşınmış bir ermiş kemik olarak değil de, Yedikule zindanlarından getirtilmiş İskelet olarak hazirclere, pejmürde bir feylesofun Gelibolu’da Hamza koyunda ciğerlerine çektiği nefes olarak zaviyelere, kimi sayfaları şehzadelerce koparılıp atılmış surnameler olarak saraylara, yanma bir ibrik bir seccade bir Muhammediye almasına göz yumulan bir kalebent olarak hisarlara kapatılmış olsa bile, cumhuriyetlerin, kendisinden sonraki tarihsel ulamların, basamakların, süreçlerin peşini bırakmaz. Aylığını aldırmak için mührünü gönderir. Pişkindir. Ne hacıyatmazdır. Ben senin atalığın değil miyim? Aslını inkâr eden haramzadedir! Güftesini, artık kullanılmayan bir makamda, sahibinin sesi plaklara okur ve aynı marka fonograftan, borunun ağzına kulağını vererek dinler. Sebah’da resim çektirir. Nesnel bir olgudur bu. Çünkü, ölümünden sonra da toplumsal köklersiz, birçok insan yüzyılı yaşayabilen tek yaratış sanattır.
Şimdi, bugünlerde de, cumhuriyete, kentimize bir köçek gönderilmiştir: Geleneksel sanatlar. Mollaların lakırdısıdır. Hal ve gidişine, her anlamdaki evde kalmışlıklarını yüzlerine vurduğu için, sıfır verdikleri çağdaş sanatlara, özellikle şiire karşı çıkışlarının, insanı bir ömür boyu güldürecek önerileridir, ki, ilk elde eytişimsel değişme aykırıdır, bu söz her dile çevrilebilir de onların diline çevrilemez, sonra da, zayıf akıl erdirmelerinin, orta irfanlarının tescilidir ve kalplerinin küt faşizm küt infiratçılık attığının. Dangalaklar kafalarının kayıtlarını yanık saraylara yaptırmaya alışmışlardır. Bildiğimiz kuraldır, sanatları imgelemsiz, açılımsız, köksüz kimesneler, kırkından sonra böyle bir kök aramaya kalkışırlar, meyan kökü, hazırlayın! Ben de geliyorum! Bütün gençliklerini boşa akıtmışlardır, toprağa çünkü.
Siyasal komşular, toplumsal arkadaşlar ve üretim ilişkileri değişmedi mi yoksa hiç? İpek böceği yetiştiricileri nerede? Ya dut ağaçları? Haziranda vuruluncaya tutuklanıncaya işkence edilinceye kadar, gece vardiyalarında çalışmıyorlar mıydı onlar? Ha? Yapay ipek fabrikalarında.
Biz dragomanların cumhuriyetinden de öte, bir yetkinliğe doğru, temelin getireceği düzayak tertemiz çivit badanalı avadanlıktı bir cumhuriyete çalışırken, bu sefineye de ne oluyor? İç ve dış talanın tezgâhlarında denize indirilmiş Yorikke! İki başlı bir dizgenin zurnası ananevi sanat! İmparatorluğun mehri müeccelini vermemiş miyiz yoksa? Nesnel olguya nesnel karşılık şudur: Her delikanlı cumhuriyet —bundan gönenmeliyizdir— yaşıtı kızlarla çağdaşı arkadaşlarıyla meşrebine göre düşüp kalkacaktır, gerekirse kılıç kında yakalanacaktır. Cumhuriyetin en korkunç günahları dahi imparatorluğu ilgilendirmez. Halkın, bütün imparatorluk boyunca, yüzyıllar dokuduğu özelliklerinden başlıcası, eksendeki birisi ya da, devletten hoşlanmaması, binlerce mezraaya kaçmasıdır; bu olgunun tersini siz kime yutturursunuz. Çok sonraları, Batılılaşalım gülelim eğlenelimcileri, sonucu kendileri hazırladıkları halde, şaşırtan şey, halkı devleti kendisine en az hissettirebilecek düşmanlarıyla bile işbirliğine iten neden bu değil midir? Biraz bir yanıyla da, katlanarak.
İnsanların hukukunda baba oğulu red edebiliyorsa, oğul da babayı red edecektir. Hem emlak sahibi aportlar, hem tımar sahibi kıtmirler, gidip uzak çevrelerini dolaşırlarsa, halkın, oğulların babalarını kendi elleriyle yıkayıp gömdüklerini göreceklerdir.
Toplumun tutucu güdülerini beslemek üzre, zihinsel gevşeklikleri yüzünden, kendilerini ilerici uçlardanmış sayarak şipşak ihanetin yeni nitelendirilmesi olan sınıf değiştirmek eğilimini, belki de eğsinimini, böğürlerinde taşıyarak, sahhaflarda, “Eski harflerle kalb ağrısı varmı?” diye aranan, bir ayakları çıkarlarının ve pis ölümlerinin çukurundaki ihtiyarlar gençlere böyle tafra satmak isterler. Sorun, eskidir kardeşler, yeni hiç değildir, Ömer Lütfü Barkan filan okunduktan sonra başlamamıştır. Asıl Tanzimat’ın ilanından bu yana, kalemefendileri arasında tartışılır olmuştur. Eshabı mesalih bitsin bekler, Reşit Paşa küçük müydü? Büyük müydü? Uzun açık görüşmeleri, Hacivat’la Karagöz’ün kavgası, iki beylerbeyinin ağız dalaşı, Rumeli ve Anadolu. Evet, ferman Gülhane kahvehanesinde Hacivatca okunurken, Karagöz aznif oynamayı kesmemiştir. Peki, öteki kıraathaneler açılırken, amuda kalkmayı genelgeçer değerleri ters çevirmek sayıp, karşısında görünme numaralarını sürdürenleri, bir zaman atlamasıyla, o günlere götürdüğümüzde hamamda külhanda çalışmışlıklarını gizleyen Alili Kemal olarak bulmaz mıyız sanıyorsunuz. Anadolu’da her yeni düşünce, geç, erken, vaktinin hoşgörüsüne göre konumu ne olursa olsun, ilk bir on yıl, çeyrek yüzyıl, her neyse işte o kadar, gâvurluktur. Ama siz merak etmeyin hiç, bekleyin, sonra hemen ulusallaşır, yabanlığı yabancılığı unutulur, bir vasi ve rahim topraktır bu, gelenekler içinde asık suratlı kazıklı rüşvetli yerini alır, kosavalılığı, manastırlılığı unutulur gider, şecere hiç akla gelmeden kullanılır, iskele, çeşme, sokak, okul vs. adı olur. İtler kente gidicek Farsça ürürmüş eskiden, şimdi hem İngilizce hem Osmanlıca ürüyor.
Bu topraklarda, Çatalhöyük’den, başkent Sirkeci’ye kadar, iyi sanat, çağdaş sanatlar, biçimi değişir özü değişmez bir ilke gereğince, bütün geçmiş değerlere, değerse, gizli göndermelerini, onlardan açık alıntılarını zaten yapıyordur. Körler köyünde oturanlar, yanlış Batı kulüplerine karşı, Doğu tekkeleri kurmak, çileden geçmeden postnişin olmak kestirmelerini düşlemeleri nedeniyle, çağdaşlarını okuyamamışlardır ve bütün sol kolları kesiktir. Hoşgörüsüzlüğün takma adı olan hoşgörünün her çağdaki her toplumdaki dikenli sınırını, işte bu kimesneler çizerler, biz bu sınırın herhalükârda aşılması ve zorlanmasından yanayızdır, her iki kesim ve uç için.
Hiç bütünlcnmiş bir sürecin bir daha yeniden diriltilebildiği görülmüş müdür? Tedavülden çekilmiş paralara bakırcılarda dahi raslanmıyor. Bir üretim ilişkileri bütününün bir parçası divandı sedirdi diyerek, bitmiş bir aşkın göğsünden koparılabilir mi?
Evet, açıl Doğu açıl! Doğu açılsın, Doğu açılacak elbette. Ama yeni bir Akdenizli der ki, hem yeni ayana, hem yeni divanilere. Doğuya doğru fazla giden, coğrafya yüzünden, Batıya düşer. Tersi de geçerlidir bunun.
İster Hacivat’ın, ister Karagöz’ün olsun, ölü bir altyapıya dayandığı için, birbirinin tersi olmaktan öte, bir anlamı, karşıtların çatışması olmayan bu düşünceler, topraklarda, halkın arasında, bir halife, bir oğul bırakmayacaktır, bırakmıyor. Halk kendi sürecini kendi yaratmak üzere ırmak ağızlarında toplanmaya başlamıştır, deltalarda yatıyor çoluk çocuk. Şairler de şiirlerin denizlere döküldükleri bu yerlerde/ayakta. Irmaklar tersine akıtıldığı sabah, ayaklar baş olacak, başlar ayak, hangi kaynaklara gidileceğini biliyor halk.
Ancak rûmun şuarası ölümün arkasından konuşur!
Ölümün Arkasından Konuşmak Ece Ayhan, Yort Savul
1 note
·
View note
Text
Bana mübeccel anlattı, ben dinledim düşsel leşleri
Anlattı ben de dinledim on ikisi de deli olan kardeşleri
Şair şairken yazdı bu şiiri düzayak hânesinde
Bir şiir gelişti ve gece o Ceneviz Kerhanesi'nde
Galata Çin'de değil, şâirin içindekinin
Çiçek pasajında çiçekçi dükkanı var Milinski'nin
Bir şiir biliyorsun, ayakta bira içebilir
Bir şiir nerden baksan şâirini seçebilir
Üç Galata gecesi diyorum, gözleri âhu
Milinski söylesene, peki bu güzel avratotu da kim yahu?
Kayıkta kızcağızı boş bırakmamışlar bir an
Bu kahır o çiçek bahçelerine yaraşmaz Ivan
Şairin uzak ablasızlığı ve içinde denizin
Bacakları mübeccelin ve gül lekeli bi' benizin
Şair: "Zırlamadan anlat!" dedi. (Anlat!)
Anlat kimlerin yüreğinde kız kulesi gibi grev çivileri var...
Geceleri Galata'da gülerken bacaklarımız uzamış
Alıştık artık ölüme...
Diyeceğim şu Ivan Milinski;
Ölüm için ayırdık geceleri gülerken
Galata'da...
Written By
Saian
1 note
·
View note
Photo
1. Şiirimiz karadır abiler
Kendi kendine çalan bir davul zurna Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan Taşınır mal helalarında kara kamunun Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler 2. Şiirimiz her işi yapar abiler
Valde Atik'te Eski Şair Çıkmazı'nda oturur Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir
Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler 3. Şiirimiz gül kurutur abiler
Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga'ya kaçan Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir
Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler 4. Şiirimiz erkek emzirir abiler
İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir
Böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler 5. Şiirimiz mor külhanidir abiler
Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir
Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler 6. Şiirimiz kentten içeridir abiler
Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir Bir kent ölümün denizine kayar dragomanlarıyla
Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?
57 notes
·
View notes
Video
BU ARADA NİLGÜN BODUR HANIMEFENDİNİN SÖZLERİ ALKIŞLANIR👍👏👏👏🇹🇷#özelinsanlar #nilgünbodur #tanfergerman #intikam #kulhakkı #başarı #şeref #düzayak #çapsız #sahsiyet #namus #insanlık #para #yeteneksiz #hırsız #tanfergerman (Gayrettepe, Beşiktaş) https://www.instagram.com/p/BmDSgS-niBd/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=nvoi603gro2b
#özelinsanlar#nilgünbodur#tanfergerman#intikam#kulhakkı#başarı#şeref#düzayak#çapsız#sahsiyet#namus#insanlık#para#yeteneksiz#hırsız
0 notes
Text
İstanbul oraya akın ediyor, sezon açıldı - Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/istanbul-oraya-akin-ediyor-sezon-acildi.html
İstanbul oraya akın ediyor, sezon açıldı
Yaz aylarına girilmesiyle birlikte artan hava sıcaklıkları sonrasında vatandaşlar, deniz sezonunu açtı. Sakarya’nın turizm ilçesi olan Karasu’da kendilerini sahile atan bazı vatandaşlar denize girerken, bazıları da kumsalda güneşlenmeyi tercih etti.
Yaz aylarına girilmesiyle birlikte hava sıcaklıkları da artmaya başladı. Bu çerçevede, sıcaklıkların 29 ile 32 dereceleri gösterdiği Sakarya’nın turizm ilçesi Karasu’da tatilciler ve bölge halkının yanı sıra çevre illerde kalan vatandaşlar da kendilerini sahile attı. Sıcaktan bunalan bazı vatandaşlar serinlemek için denize girerken, bazı vatandaşlar da kumsalda güneşlenmeyi tercih etti. Ailesiyle birlikte denize gelen Yunus Eymen Samasti, denize girmeyi ve kumda bronzlaşmayı özlediğini belirterek yaza olan özlemini aktardı. Denizin soğuk olduğunu söyleyen Hüseyin Kaptan da pandemiden sonra ilk defa denize girdiğini belirtti.
“YAŞLANDIK ARTIK, DENİZE GİRMİYORUZ AMA PARKTA OTURARAK TADINI ÇIKARTIYORUZ”
İlçede yazlıklarının olduğunu ve her yaz döneminde geldiklerini belirten Safinaz Cinal, “Karasu’da yazlık evimiz var. Karasu’yu çok seviyorum. Her yaz sezonu geliyorum. Karasu çok güzel, İstanbul’a yakın, bize göre düzayak bir yer, insanları da iyi. Eğleniyoruz, yürüyüş yapıyoruz, oturuyoruz, çok güzel bir tatil yeri” derken Remziye Ay da, “İstanbul’dan Karasu’ya 15 yıl önce geldim ve yerleştim. Yaşlandık artık, denize girmiyoruz ama parkta oturarak tadını çıkartıyoruz. Karasu’yu çok seviyorum” dedi.
(Esra Angün – İHA)
İhlas Haber Ajansı / Güncel
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/istanbul-oraya-akin-ediyor-sezon-acildi.html
İstanbul oraya akın ediyor, sezon açıldı
Yaz aylarına girilmesiyle birlikte artan hava sıcaklıkları sonrasında vatandaşlar, deniz sezonunu açtı. Sakarya’nın turizm ilçesi olan Karasu’da kendilerini sahile atan bazı vatandaşlar denize girerken, bazıları da kumsalda güneşlenmeyi tercih etti.
Yaz aylarına girilmesiyle birlikte hava sıcaklıkları da artmaya başladı. Bu çerçevede, sıcaklıkların 29 ile 32 dereceleri gösterdiği Sakarya’nın turizm ilçesi Karasu’da tatilciler ve bölge halkının yanı sıra çevre illerde kalan vatandaşlar da kendilerini sahile attı. Sıcaktan bunalan bazı vatandaşlar serinlemek için denize girerken, bazı vatandaşlar da kumsalda güneşlenmeyi tercih etti. Ailesiyle birlikte denize gelen Yunus Eymen Samasti, denize girmeyi ve kumda bronzlaşmayı özlediğini belirterek yaza olan özlemini aktardı. Denizin soğuk olduğunu söyleyen Hüseyin Kaptan da pandemiden sonra ilk defa denize girdiğini belirtti.
“YAŞLANDIK ARTIK, DENİZE GİRMİYORUZ AMA PARKTA OTURARAK TADINI ÇIKARTIYORUZ”
İlçede yazlıklarının olduğunu ve her yaz döneminde geldiklerini belirten Safinaz Cinal, “Karasu’da yazlık evimiz var. Karasu’yu çok seviyorum. Her yaz sezonu geliyorum. Karasu çok güzel, İstanbul’a yakın, bize göre düzayak bir yer, insanları da iyi. Eğleniyoruz, yürüyüş yapıyoruz, oturuyoruz, çok güzel bir tatil yeri” derken Remziye Ay da, “İstanbul’dan Karasu’ya 15 yıl önce geldim ve yerleştim. Yaşlandık artık, denize girmiyoruz ama parkta oturarak tadını çıkartıyoruz. Karasu’yu çok seviyorum” dedi.
(Esra Angün – İHA)
İhlas Haber Ajansı / Güncel
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/istanbul-oraya-akin-ediyor-sezon-acildi.html
İstanbul oraya akın ediyor, sezon açıldı
Yaz aylarına girilmesiyle birlikte artan hava sıcaklıkları sonrasında vatandaşlar, deniz sezonunu açtı. Sakarya’nın turizm ilçesi olan Karasu’da kendilerini sahile atan bazı vatandaşlar denize girerken, bazıları da kumsalda güneşlenmeyi tercih etti.
Yaz aylarına girilmesiyle birlikte hava sıcaklıkları da artmaya başladı. Bu çerçevede, sıcaklıkların 29 ile 32 dereceleri gösterdiği Sakarya’nın turizm ilçesi Karasu’da tatilciler ve bölge halkının yanı sıra çevre illerde kalan vatandaşlar da kendilerini sahile attı. Sıcaktan bunalan bazı vatandaşlar serinlemek için denize girerken, bazı vatandaşlar da kumsalda güneşlenmeyi tercih etti. Ailesiyle birlikte denize gelen Yunus Eymen Samasti, denize girmeyi ve kumda bronzlaşmayı özlediğini belirterek yaza olan özlemini aktardı. Denizin soğuk olduğunu söyleyen Hüseyin Kaptan da pandemiden sonra ilk defa denize girdiğini belirtti.
“YAŞLANDIK ARTIK, DENİZE GİRMİYORUZ AMA PARKTA OTURARAK TADINI ÇIKARTIYORUZ”
İlçede yazlıklarının olduğunu ve her yaz döneminde geldiklerini belirten Safinaz Cinal, “Karasu’da yazlık evimiz var. Karasu’yu çok seviyorum. Her yaz sezonu geliyorum. Karasu çok güzel, İstanbul’a yakın, bize göre düzayak bir yer, insanları da iyi. Eğleniyoruz, yürüyüş yapıyoruz, oturuyoruz, çok güzel bir tatil yeri” derken Remziye Ay da, “İstanbul’dan Karasu’ya 15 yıl önce geldim ve yerleştim. Yaşlandık artık, denize girmiyoruz ama parkta oturarak tadını çıkartıyoruz. Karasu’yu çok seviyorum” dedi.
(Esra Angün – İHA)
İhlas Haber Ajansı / Güncel
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/istanbul-oraya-akin-ediyor-sezon-acildi.html
İstanbul oraya akın ediyor, sezon açıldı
Yaz aylarına girilmesiyle birlikte artan hava sıcaklıkları sonrasında vatandaşlar, deniz sezonunu açtı. Sakarya’nın turizm ilçesi olan Karasu’da kendilerini sahile atan bazı vatandaşlar denize girerken, bazıları da kumsalda güneşlenmeyi tercih etti.
Yaz aylarına girilmesiyle birlikte hava sıcaklıkları da artmaya başladı. Bu çerçevede, sıcaklıkların 29 ile 32 dereceleri gösterdiği Sakarya’nın turizm ilçesi Karasu’da tatilciler ve bölge halkının yanı sıra çevre illerde kalan vatandaşlar da kendilerini sahile attı. Sıcaktan bunalan bazı vatandaşlar serinlemek için denize girerken, bazı vatandaşlar da kumsalda güneşlenmeyi tercih etti. Ailesiyle birlikte denize gelen Yunus Eymen Samasti, denize girmeyi ve kumda bronzlaşmayı özlediğini belirterek yaza olan özlemini aktardı. Denizin soğuk olduğunu söyleyen Hüseyin Kaptan da pandemiden sonra ilk defa denize girdiğini belirtti.
“YAŞLANDIK ARTIK, DENİZE GİRMİYORUZ AMA PARKTA OTURARAK TADINI ÇIKARTIYORUZ”
İlçede yazlıklarının olduğunu ve her yaz döneminde geldiklerini belirten Safinaz Cinal, “Karasu’da yazlık evimiz var. Karasu’yu çok seviyorum. Her yaz sezonu geliyorum. Karasu çok güzel, İstanbul’a yakın, bize göre düzayak bir yer, insanları da iyi. Eğleniyoruz, yürüyüş yapıyoruz, oturuyoruz, çok güzel bir tatil yeri” derken Remziye Ay da, “İstanbul’dan Karasu’ya 15 yıl önce geldim ve yerleştim. Yaşlandık artık, denize girmiyoruz ama parkta oturarak tadını çıkartıyoruz. Karasu’yu çok seviyorum” dedi.
(Esra Angün – İHA)
İhlas Haber Ajansı / Güncel
0 notes
Text
Çukur!
Bariz, belirgin ve doğrudan bir demokrasi tanımının içinin topyekun boşaltıldığı bir yere, bir sahneye dönüştü bugün şu ülke nam çukur. Vahim olanın peşinde, güçten ve zorbalık hallerinden el alarak belirgin bir yön tayinine girişilen bir sahada “demokrasinin” abecesi yerle yeksan ediliyor, behemehal. Neoliberalizm politikalarının pandemi sürecinde işin de enikonu zıvanadan çıktığı bu surette, var edilen her tahayyül, bir denetim, gözetim ve illa ki o tahakküm etme nesnelliğine dönüştürülendir. Bugünün şartlarında iş bu menzilde tüm o devletin dünü ile şimdisinin mutabık kaldığı yegane konulardan birisi bu baskılama ve hiç aralıksız yıldırı halidir. Üstünkörü değil, abecesiyle, eylemselliği, kanunuyla belirgin bir biçimde yeni ülke bütün bu yıkım şemasına bağlı ve onu takip eden ve sıradanı açıkça sınırlandıran bir yönelimi var eder. Yeni ülkenin demokrasi mefhumunun bunca karanlık bırakılması gayreti bu bahsin devamlılığıdır.
Düzayak devlet, tek adamla birlikte sağlama alınan, sağlaması yapılan, denetim, gözetim ve tahakküm halleriyle bu bahis kalıcı kılınır. “Normalleşme” tezahürünün her nasıl bir yıkıma çıkartıldığı önümüzdeki günlerde bariz ve belirgin olacaktır. Bütün bir sahnenin zorla, bet ve feci ile kuşatılması kesintisiz kılınandır. Bu ülkenin “çukura” evrimi böyle güncel bir meseledir, bu kadar kesintisiz ve doğrudan. Bir sahanın yaşamla bağlarına en kestirmeden müdahalelerin var edildiği yerdeki durumun ta kendisidir çürüme. İstem ve anlamca demokrasinin yıkımı kesintisizdir artık. Devletin şimdiki mutabakatında en önü tutan, baş amir ve baş faşistin birlikteliklerinde ortaya serilen insan hakları düzenlemesi bahsinin bir Avrupa birliği fonundan iç edilecek milyonlarca liranın hesabı adına olduğu ortadayken var edilen çürümenin meselesidir anlatmak istediğimiz. Sivil toplum kuruluşu gibi davranan bir yapının, aslında kural ve kaideleri çok iyi bildiği ve her yerden bangır, bangır, bağır çağır yüzümüze çarpılan demokrasi / insan hakları mesellerinde küme düşe duran halini örtbas etmek için tezgahta işlenen bir laf kalabalığı olduğu bir sahnenin her neresini nasıl düzeltirsiniz.
Bunca afaki bir biçimde sıradan olanın, yurttaş haklarının, devrim, düzenleme, atılım ve reform ve iyileştirme bir dolu adla anılan yeniden ve yeniden hamlelerle / vaatlerle daha da içinden çıkılmaz bir biçimde çıkmaza koşulduğu yerde olmakta olan utançların tam da bu sahada nasıl var edildiğinin şablonudur. Muktedir ve avenesi, tüm ortaklarıyla, tek tip, tek anlam / tek renk bir menzili var eder. Bunca afaki bir biçimde eksik olanı topyekun bir biçimde yok etmenin kıyısına taşırken, onca nutkun hemen sonrasında günbegün var edilmiş şiddetle birlikte bir ülkede demokrasi edimi yerle yeksan edilir. Bu hallerle bu kadar keskin / kesin cürümlerle birlikte bir uzam yaşatmaz / yaşanmaz kılınır. Muktedir ve avenesinin, iletişim başkanlığı memuru, yerli ve milli goebbels ile bir ırkçı olmanın çok ötesine geçmiş, bir doksanlar karanlığının temsilcisi içişleri bakanının ortaklığında ol ekranlardan var ettikleri nefret / ayrım ve ötekileştirmelerin bütününde bu yaşatmaz yerin varlığı sabit olunur.
Düzen kendi ehvenini, en betten, en feci olandan basbayağı rezil bir yıkım döngüsünü bir biçimde sürekli savunarak bulur. Cerahat sarmalı, kendilerine bağlanmış yaygın medyada var edilmiş nutuklardan, söylevlerin arasında sıkıştırılan hedef almalardan, biteviye ama hiç kesintisiz ülke güllük gülistanlık tedbirsizce laf edenler hainlerdir, mihraktır, vatansız, bu toprağa düşmandır ezberleriyle bir çürüme kalıcı kılınır. Fasit döngüye rehin edilmiş her durumda daha da dipsiz bir yıkımın koyaklarında dolaşmaya devam ettirilen yer, saha gerçektir, gerçeğin ta kendisidir. Mütemadiyen var edilenlerin, birbiri ardına hakikat kılınan tahayyüllerin paralelinde bir asırdır yenilip, yerilip, yıkıma rehin edilmiş bir edim, demokrasi mefhumunun ta kendisi vardır, ne eksik ne fazla!
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Kadıköy'de 8 Mart Kadın Platformunun çağrısıyla yapılan mitingin ardından polisin şiddet uygulayarak gözaltına aldığı dokuz kişiyle ilgili tutuklama talep edildi. Mitingin ardından polis, eyleme katılan LGBTİ+'ları taksiden indirip gözaltına aldı. Basının görüntü almasını da engellemeye çalışan polis çok sayıda kişiye şiddet uyguladı.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesinin açıklamasında gözaltına alınanların Anadolu Adliyesine götürüldüğü belirtilirken savcılık tarafından ifade alınmaksızın tutuklanma talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk edildikleri belirtildi.
8 Mart Kadın Platformu Twitter hesabından yapılan açıklamada Kadıköy Kaymakamlığının olaya dair yaptığı açıklamada yalan ifadeler kullanıldığı belirtilerek şöyle denildi: "Kadıköy Kaymakamlığının paylaşmış olduğu açıklama tamamen yalan dolandır! Arkadaşlarımız mukavemet esnasında değil, taksiyle evlerine dönmeye çalışırken önleri kesilip işkenceyle gözaltına alınmıştır. Erkek ergemen sisteme göre 'trans+ korteji'nin var olmasının mukavemet sayılmasını reddediyoruz. #AlışınGitmiyoruz demeye devam edeceğiz. Derhal gözaltıları serbest bırakın!"
Gökkuşağı renklerinden nem kapılıp, ayrımcılığın daniskasına imza atan iletişimci yeri ve milli goebbels’in var ettiği cümlelerin hemen ardından gerçekleştirilir bu gözaltı ve dahi o işkence. Düzen kendi devamlılığını insanların hayat haklarına göz dikerek, anayasal bir hak olan eleştirme, bir yerlerde toplanıp protesto etme haklarını yerle bir ederek ya da hiç mümkün kılmayarak, hepten hep ezberden bir tahakküm etme ile başka kimlikleri düşman bilerek bu fasit döngüyü günceller. Hem demokrasi, eşitlik, adalet ve dahi bunları kapsar görünen o insan haklarının durumundaki fecaat hali de cabasıyken bunları örtbas etmenin en kolay ve köklü yolu şiddet mefhumu bir kez daha 8 Mart öncesinde Kadıköy’de var edilir. Cürüm hemhal dilin, var ettiği her şeyde biraz daha, bir kez daha denediği o linççi akım bu kez Trans aktivistlere yönelik şiddetle çıkagelir. Gözaltıların akıbeti şimdilik belirsizdir, lakin ıslak bırakılmış insanlara kuru / temiz giyecek dahi verdirmeyecek kadar kötülüğü içselleştirmiş bir kolluğun karşısında hiçbir sıradan insan güvende değildir hiç ama hiçbir zaman, kesindir! Sorguları alınmadan, direkt olarak tutuklanmaya sevk olunan o insanların hayatlarına düşülen her şerh, bu topraklardaki yaşam istencinin de köküne her nasıl kibrit suyu dökülmek isteniyor bunu kanıtlamaktadır.
Politik Baykuş hesabının bildirdiğidir: “Dün gerçekleşen Büyük Kadın Buluşması sonrasında gözaltına alınan arkadaşlarımızdan 2'sine bir aylığına ev hapsi, hepsine yurt dışı çıkış yasağı, 2 aylığına Pazar ve Cuma günleri olmak üzere imza atma yükümlülüğü verildi.”
Cerahati içinde debelenen, değil bahar gün yüzü bile göremeyecek bir sahanın imalinin her nasıl biçimlendirildiği artık kesintisiz görünür kılınandır. Bu kadar afaki bir biçimde o yıkıcılık, nefret ve şiddet pratiklerinin bu menzili taşıdığı yer bir uçurumdan gayrısı hiç uzak değildir.
BirGün Gazetesi’ne bağlanalım: “Samsun’un Canik ilçesinde İbrahim Zarap isimli bir erkek, boşandığı kadını şiddete maruz bıraktı.
Canik Emniyet Müdürlüğü Aile İçi Şiddet Bürosu tarafından gözaltına alındı.
AA'nın aktardığına göre, İbrahim Zarap tarafından şiddete maruz bırakılan kadın, hastanedeki tedavisinin ardından taburcu edildi.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, olay hakkında soruşturma başlatıldığını bildirdi.
Twitter hesabından açıklama yapan Gül, "Samsun’da kadına karşı şiddetin en aşağılık örneklerinden birinin sergilendiği olay hakkında soruşturma başlatıldı. Başsavcılık talimatıyla fail yakalanarak gözaltına alındı. Hukuk gereğini yapacak, failin yaptığı yanına kâr kalmayacak" ifadelerini kullandı.
Olayın ardından sosyal medya üzerinden kadının kardeşi bir paylaşım yaparak, defalarca kez İbrahim Zarap isimli erkekten şikayetçi olduklarını ancak bir şey olmadığını ifade etti.
Rümeysa isimli kullanıcı, paylaşımında, "Evet bu kez çok yakınımızda bu videodaki kişi benim ablam. O çığlık atan küçücük çocuk benim yeğenim. Ne olur yardım edin. İlk defa değil yüzlerce kez şikayetçi olduk hiç ceza almadı. Videoda sokak ortasında küçücük bi çocuğun önünde öldüresiye dövülen kişi benim ABLAM” ifadelerini kullandı.
Sosyal medya kullanıcıları "#ibrahimzaraptutuklansın" etiketi ile tepki gösterdi.
Hastane Başhekimi Ahmet Şen de hastanın müşahede altına alındığını belirterek, "Kendisi travmaya maruz kalmış. Kafa travması var. Kafada ödemleri var. Beyinde ve boyunda cerrahilik bir bulgumuz yok. Yüz kemikleriyle ilgili bazı patolojik görüntüler var. Batın içinde herhangi bir organ hasarımız yok. Hastamızda şu an için bir hayati tehlikesi olduğunu söylemeyiz. Bilinci açık. Birkaç gün takip edeceğiz" dedi.
Şen, şiddete tanıklık eden 5 yaşındaki küçük çocuğun aile yakınlarının yanında uyuduğunu ifade ederek, "Onunla ilgili bir şey düşünmüyoruz. Ama ruhsal travma tarafı bundan sonra üzerinde daha çok durulması gereken taraf olacak diye düşünüyorum. Ama travmatik lezyon yok şu anda" diye konuştu.
Olayın ardından yurttaşlar tarafından etkisiz hale getirilen ve polis ekiplerince gözaltına alınan İbrahim Zarap emniyette alınan ifadesinin ardından adliyeye sevk edildi. İbrahim Zarap’ın polise verdiği ifadesinde, “Kızımı teslim ederken bana, ‘Sana bir daha kızı göstermeyeceğim’ gibi şeyler söyledi. Bir anda gözüm döndü ve sinir krizi geçirmişim. O yüzden böyle yaptım. Olaydan sonra çevredekiler beni darp etti. Eğer kimlikleri tespit edilebilirse hepsinden şikayetçi olacağım” dedi.
İbrahim Zarap, sevk edildiği adliyede, çıkarıldığı mahkemece ‘kasten öldürmeye teşebbüs’ suçundan tutuklandı.
Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı, İbrahim Zarap tarafından darbedilen kadın ile çocuğunun koruma altına alındığını açıkladı.”
Gücün zorbalığı, erkek egemen siyasi angajmanların, yerleşik kural diye çıkagelen betin ve feci olanın peşi sıra bir cins kırımının var edildiği menzil bugün hakikattir. Onca lafza, bir dolu tespit ile bugünkü iktidarın biz olmasaydık, haliniz şu olurdu, bu olurdu bahsinin az berisi böylesi bir yıkımın suretini barındırır. Kadına yönelik şiddetin, ekranlardan tüm o muktedir sahnesinden çıkagelen tehdit cümlelerinden, ayrımcılık ve daha fazlasının bu sokaklara denk düşen suretlerinde hayat kırıma uğratılır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız platformunun geçtiğimiz yıla dair raporuna göre üç yüz kadının cinayete kurban edildiği, binlercesinin yaralandığı, işkenceye tabi tutulduğu, dövülüp taciz edildiği bir menzilde şu yukarıda gördüğümüz, gözümüzün önünde cereyan eden şey bir yok ediş halidir. Bir tür cins kırım halinin mütemadiyen, her yerde alttan alta desteklenmesinin var ettiği karanlıktır. Karşımızda cismanileşen, düzenin var ettiği, yol verdiği, Anadolu’nun o insanlık mefhumu ile bağlarını artık tastamam koparmasının yolunda yürüyen bir cerahat sahasına dönüştüğünün de ilamıdır. Kadınlar 8 Mart’ta seslerini yükselteceklerdir. Bunca açık olan bir tahakküm etme, yok etme düzeneğinin var ettiği karanlığı alaşağı edecek ol mekanizmaların harekete geçirilmesine daha kaç sınav, kaç kırım, kaç dayak, kaç işkence ve kaç cinayet vardır, biliyor muyuz?
Ahmet Kanbal'ın, Mezopotamya Ajansı'ndaki haberidir: “Şırnak’ın İdil ilçesinde 16 Şubat 2016’da ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında 7 Mart 2016’da Cehennem Deresi’nde 9 kişiyle birlikte katledilen 13 yaşındaki Fatma Elarslan’ın ölümünün üzerinden 5 yıl geçti. Elarslan’ın çıkan bir çatışmada yaşamını yitirdiği iddia edilse de daha sonra bölgede herhangi bir çatışmanın yaşanmadığı olay yeri tutanağıyla ortaya çıktı.
İnfaz edildiği belirtilen Elarslan’ın, yapılan otopsi işleminde ölümün ateşli silah yaralanması ve mühimmat patlaması sonucu aldığı yaralardan kaynaklandığının anlaşılması üzerine infaz şüphesi güçlendi. Buna rağmen Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma dosyası, 2020 yılında “Kovuşturmaya yer olmadığı” gerekçesiyle kapatıldı.
Dosyanın kapatılmasına ise sokağa çıkma yasağıyla ilgili birçok kişi hakkında beyanlarda bulunan “Hilal” isimli gizli tanığın ifadesi gerekçe gösterildi. Fatma’nın ölümüne neden olan kurşunun tespit edilemeyeceğini öne süren savcı, “gizli tanık” ifadesine dayanarak, Fatma’nın “örgüt üyesi” olduğunu iddia ederek, ölümün “hukuka uygun” olduğunu savundu.
Aile avukatı Veysel Vesek’in üst mahkemelere yaptığı itirazlar da reddedildi. Verilen karara karşı dosyayı İstinaf Mahkemesi’ne taşıyan avukat Vesek, Anayasa Mahkemesi’ne de bireysel başvuru yaptı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre 13 yaşındaki bir çocuğun “örgüt üyesi” olarak görülemeyeceğine işaret eden avukat Vesek, verilen kararın hukuka aykırı olduğunu söyledi.
Fatma’nın hangi silahla öldürüldüğünün henüz belirlenmediğini dile getiren avukat Vesek, bölgede öldürülen birçok çocuğun dosyasında benzer kararlarla karşılaştıklarına dikkat çekti. Gerekli soruşturmanın usulüne göre yapılması gerektiğinin altını çizen Vesek, Fatma’nın öldürülmesinin meşrulaştırılamayacağını ifade etti. Vesek, “Bu ülkede adaletten söz edeceksek, önce küçük çocukların öldürülmesini hukuka uygun hale getirmekten vazgeçmeliyiz. Kararların hukuka uygun olarak alınması gerekiyor” dedi.”
Çocuklarının canına kıymakta bir beis görmeyen, bunun hesabını terörle mücadele, yok terörist itlafı gibi bir dolu şeyle geçiştirmeye gayret gösterenlerin elinde demokrasinin de, eşitlik ve adalet tahayyüllerinin de koca bir hiç kılındığı Fatma Elarslan’ın katledilmesi sonrası çıkagelen bu adaletsizlik bahsinde belirgin olur. Bakur Kürdistan’ında hayatların bilabedel kılınmasının utancına ek, katledilmiş ve hesabı verilmemiş çocukların deryası olmasında kaçıncı örnektir, meçhuldur muhayyiledir. Bir asrı aşkın bir zaman aralığında hayat hakkının, öteki diye anılan kimliklerin yekununa karşıt, ayrımcı, ötekileştirici olarak var edilmiş sureti can almaya, can çalmaya devam etmektedir. Bugünün ülkesinde olmakta olan çocukların kırımlarının dahi hesap verilmezliğidir. Hukuki kılıfı bulunup, bir de atıldı mı her şeyi unutturacakmış gibi davranılan atıflar, kanıt diye ileriye sürülen o hakir görüşler bir biçimde Kürd ile ülkenin kalanı arasındaki bağların da eksiltilmesine neden / sonuç olur, oldurulur. Kim farkındadır?
Bugünün şartlarında iş bu menzilde tüm o devletin dünü ile şimdisinin mutabık kaldığı konulardan birisi bu baskılama ve hiç aralıksız yıldırı halidir. Bütünüyle bir menzildeki o hayat hakkının tarumar edilmesi kesintisiz kılınmaktadır. Baş Amir’in bir hafta boyunca tüm ekibi, ortaklarıyla var ettiği şablonun bir istikamet değil, bir hak değil, bir hukuk değil bunların hepsinin birden çürütüldüğü, yok addedildiği bir menzil olduğu artık gün yüzü görendir. Biçimsizleştirme, tahakküm etme, suçlamalar, hak gaspları, hedef almalar ve bitimsiz linç tertipleriyle birlikte bir uzamın demokrasi istenci, sıradanın elinden artık gizlenmeden çalınandır. Acımasızlık ile tek adama dair, ait, kendisinden ve avenesinden gayrısının hayatına hiç ama hiçbir biçimde önem verilmeyen bir uzam güncelliği bugün yeni yeni yeni diye pazarlanandır. Ambalajı söküldükten sonrasında simsiyah bir dipsiz katran kalmaktadır, beyefendinin şahsi ülkesinde! Bugün bu raddede, hiçbir sıradanın hiç ama hiçbir hakkının var edilemediği, sözünün, sesinin kısıldığı yerde demokrasi sadece laf kılınandır. Lafta konulmuş olan müştereklerimizin ta kendisidir. Bugünün karanlık çağı içinde hayat istemi tüm bu hallerle birlikte yerle bir edilmektedir. Kayda geçsin.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Yürüyüşünden... DHA – T24
#düzen#dram#cerahat#yeni ülke#çürüme#arzihal#durum#meram#yorum#türkiye gerçekliği#hayat hakkı#kast#düzenek#mekanizma#devlet101#kadıköy#kadınlar#eylem#dünya kadınlar günü#emek#söz#yara#egemenler#madun siyaset#eril dil#kötülük#karanlık çağ#cürüm#su çürüdü#başka türkiye vardır
2 notes
·
View notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/istanbul-oraya-akin-ediyor-sezon-acildi.html
İstanbul oraya akın ediyor, sezon açıldı
Yaz aylarına girilmesiyle birlikte artan hava sıcaklıkları sonrasında vatandaşlar, deniz sezonunu açtı. Sakarya’nın turizm ilçesi olan Karasu’da kendilerini sahile atan bazı vatandaşlar denize girerken, bazıları da kumsalda güneşlenmeyi tercih etti.
Yaz aylarına girilmesiyle birlikte hava sıcaklıkları da artmaya başladı. Bu çerçevede, sıcaklıkların 29 ile 32 dereceleri gösterdiği Sakarya’nın turizm ilçesi Karasu’da tatilciler ve bölge halkının yanı sıra çevre illerde kalan vatandaşlar da kendilerini sahile attı. Sıcaktan bunalan bazı vatandaşlar serinlemek için denize girerken, bazı vatandaşlar da kumsalda güneşlenmeyi tercih etti. Ailesiyle birlikte denize gelen Yunus Eymen Samasti, denize girmeyi ve kumda bronzlaşmayı özlediğini belirterek yaza olan özlemini aktardı. Denizin soğuk olduğunu söyleyen Hüseyin Kaptan da pandemiden sonra ilk defa denize girdiğini belirtti.
“YAŞLANDIK ARTIK, DENİZE GİRMİYORUZ AMA PARKTA OTURARAK TADINI ÇIKARTIYORUZ”
İlçede yazlıklarının olduğunu ve her yaz döneminde geldiklerini belirten Safinaz Cinal, “Karasu’da yazlık evimiz var. Karasu’yu çok seviyorum. Her yaz sezonu geliyorum. Karasu çok güzel, İstanbul’a yakın, bize göre düzayak bir yer, insanları da iyi. Eğleniyoruz, yürüyüş yapıyoruz, oturuyoruz, çok güzel bir tatil yeri” derken Remziye Ay da, “İstanbul’dan Karasu’ya 15 yıl önce geldim ve yerleştim. Yaşlandık artık, denize girmiyoruz ama parkta oturarak tadını çıkartıyoruz. Karasu’yu çok seviyorum” dedi.
(Esra Angün – İHA)
İhlas Haber Ajansı / Güncel
0 notes
Text
akşam üstü gelirdim, ev düzayak, giriverirdim içeri. babaannem sokakta örgü örüyor, elini öpmeden girmek olmaz tabii. küçüğüm ya o zaman, daha doğrusu ergenlikteyim, babaannem çok da eğlenceli gelmiyor bana. ne acılar çektiğini biraz geç idrak ettim, kabul. yer sofrası, hoş geldinler, hava da çok sıcaklar, oradan fatoş teyzenin doğu ağzıyla aman şikayet etmeyin sıcaktan diye kızmaları bize. otururduk ne varsa bölüşmek için. daha mutlu gibiydin. ben de öyle. ezan okunmadan semra suya davranırdı, daha çok küçük ya tutamazdı bütün gün, kızardın sen de ona saygılı ol diye. küçücük çocuk halbuki içse ne olur. gerçi biz de büyümemiştik ki daha. hele sen, hiç. yemekler yenirdi, hava zaten karanlık. çay içmeye çıkardık. sen çay sevmezsin, kahve de. galiba değişmeyen tek yanın bu. hava iki derece serinledi mi terleyecek yer arardık. top mu oynanacak, dans mı edilecek, ne varsa hepsi sokakta. park dibimizdeydi ya, dondurmaları alıp otururduk. o serseri tiplerle hiç işin olmadı senin, itiraf ediyorum, yerinde olsam bu batağa düşerdim. kapı her zaman açıktı ama semra ayağının tozuyla giremezdi içeriye. yengem vallahi öldürür. bana değişen bir şey söyle. ne olur kapının açıklığını deme. sahura kadar sohbet muhabbet, sahur, sonra yine aynı terane. ezandan sonra çok gülerdik. alkollüyken yapamıyoruz bunu şimdilerde. pideyi sıcacık almayı özledim, eve giderken yemek istemeyi. geceleri çok gülmeyi. buzlaş içmeyi, semrayı ekmeyi, birileriyle dalga geçmeyi, ihsan abiyi abim gibi hissetmeyi. her şey mi değişti, sadece sen mi. ben artık hiç evdeymişim gibi hissetmiyorum.
0 notes