#corona cihazı
Explore tagged Tumblr posts
nesrin-c · 5 years ago
Text
İtalya…
Hepimiz için ibret dolu.
Neleri yanlış yaptılar, neleri eksik yaptılar, şu anda ne yapıyorlar?
Derslerle dolu.
(İtalya'yı Türkiye'de en iyi bilen gazeteci kimdir derseniz…
Değerli arkadaşım Korcan Karar'dır.
Orada okudu, orada gazetecilik yaptı, öğrencilik arkadaşları var, meslektaşları var, bağını hiç koparmadığı 40 yıllık dostları var.
Türk-İtalyan ilişkilerine katkılarından ötürü, İtalya cumhurbaşkanı tarafından “onur nişanı”na layık görüldü, “cavaliere” unvanı verildi, basında bu ödüle layık görülen ilk gazeteci oldu.
Korcan'dan rica ettim, İtalya notları derledi.)
Virüsün salgına dönüştüğü Lombardiya bölgesi, İtalya'nın en zengin bölgesi… Dünyanın en ünlü moda markalarının merkezi Milano, Ferrari'nin üretildiği Modena, Fiat'ın üretildiği Torino, parmesanın başkenti Parma, hepsi kuzey İtalya'da yeralıyor.
Halbuki, virüs salgınının, güney İtalya'da, nispeten garibanların yaşadığı, nispeten hijyen sorununun yaşandığı Sicilya'da çıkması beklenirdi, Napoli'nin kırılması beklenirdi. Ama öyle olmadı.
Tam tersi oldu.
En zengin bölgede patladı.
Çünkü…
Bu bölgede, 20 bin euroluk çantayı, 10 bin euroluk ayakkabıyı ucuza maletmek için, Çinli işçi çalıştırılıyor, Çin kasabaları var, aileleriyle birlikte onbinlerce Çinli işçi yaşıyor. Bunlar yılbaşı tatili için ülkelerine gittiler, geri döndüler, gelirken virüs taşıdılar.
İşte bu yüzden, İtalya'nın ve hatta Avrupa'nın en zengin bölgelerinden biri olan Lombardiya'da salgın patladı.
(Türkiye'de sansürleniyor, haber yapılması engelleniyor ama, Türkiye'de maden, inşaat ve tekstil sektörlerinde 20 binden fazla Çinli işçi çalışıyor. Bunların kaçı yılbaşında Çin'e gidip geldi?)
Marcello Ugolini…
Y��llardır devlet televizyonu RAİ1 ve devlet radyosu GR2'de görev yapan, İtalya'nın en tecrübeli, en güvenilir gazetecilerinden biri.
Türkiye'ye ne söylemek istersin diyoruz?
İlk lafı şu oluyor…
“Bu iş çok ciddi, bu işi çok ama çok ciddiye almanız gerekiyor!”
Başlarda tıpkı Türkiye'de şu anda olduğu gibi “sokağa çıkmayın” laflarına inanmadıklarını belirterek, anlatıyor…
“Sosyal medyaya bakıyorsunuz, balkonda şarkı söyleyen İtalyanları görüyorsunuz, bomboş yolları filan görüyorsunuz, hastaneleri görmüyorsunuz!
Perde arkasında yaşananlar, yani hastanelerde yaşananlar yayınlanmadığı için, görmüyorsunuz!
Ben size gerçeği söyleyeyim…
İnsanlar komaya girerek ölmüyor, insanlar bilinci açıkken boğularak ölüyor.
Yeterli solunum cihazı yok.
Burada doktorlar mecburen insan seçiyor, yaşlılar yerine gençleri seçmek durumunda kalıyorlar, bu çok zor bir durum, doktorların psikolojisi darmadağın oluyor.
İnsanlar, tek başlarına ölüyor.
Yakınlarını son kez göremeden ölüyor.
İnsanlar cep telefonlarından görüntülü bağlanıp vedalaşıyor.
Lütfen çok ciddi düşünün.
Lütfen çok ciddiye alın.
Lütfen çok ciddi davranın.
Başımıza büyük felaket geldi.
60 milyonluk İtalya, uyarılara kulak asmadığı için böyle oldu.”
İtalya'da mezarlıklar gömüye kapatıldı.
Coronavirüs'ten ölenler bu mezarlıklara gömülmüyor.
Virüsten ölenler için ayrı mezarlıklar yapılıyor.
Özel tabutlarla, tören yapılmadan…
Akrabaları, çocukları bile katılamıyor.
Devlet alıyor, götürüyor, gömüyor.
Corona hastaneleri kuruluyor.
Roma'da sırf virüs için 1.500 yataklı hastane yaptılar, dün açıldı.
Meşhur Milano fuarı, dünyanın en ünlü moda markaları resmi geçit yapardı, dünyanın en ünlü mankenleri defile yapardı… Milano fuarı'nın kapalı alanı 1.600 yataklı hastane haline getirildi.
Yine Milano'da San Rafaele hastanesinin bahçesine iki dev çadır kuruldu, kapalı tenis kortları gibi, Corona19 hastanesi adı verildi.
(Bizim umrecilere yaptıkları gibi, hiç kimseyi otobüslere doldurup, üniversite yurtlarına filan tıkmıyorlar. Virüs tespit edilen hastaların tamamı hastane ortamında, hekimlerin hemşirelerin gözetiminde tutuluyor.)
Bu işin ilacı yok, aşısı yok.
Solunum cihazı gerekiyor.
İtalya'nın en büyük eksiği, işte bu cihaz.
İstersen 100.000 yatak hazırla, solunum cihazı yoksa, hikaye.
Solunum cihazı yoksa, yoğun bakım ünitelerinin, karantinaların hiçbir manası yok.
İtalya, Avrupa Birliği'nden yardım istedi.
Kimse vermedi.
Almanya, Fransa, solunum cihazını boşver, maske bile vermedi.
Güya ortaklar.
Herkes kendi derdine düştü, anlı şanlı ortaklığın maskesi düştü!
Sınırlar yok deniyordu.
Sınırlar duvar oldu.
ABD'den yardım istediler.
Gelmedi.
Çin'den yardım istediler.
Wuhan'dan kalkan uçak, önceki gece Roma Havalimanı'na indi.
Çinli doktorlar, hemşireler, sağlık personeli geldi.
Hemen peşinden, yine Çin'den gelen bir kargo uçağı indi.
Bir kargo uçağı dolusu solunum cihazı ve tıbbi malzeme getirdiler.
Gözyaşlarıyla ve alkışlarla karşılandılar… Virüs Çin'den çıktı ama, şu anda İtalyan halkının en sevdiği, en saygı duyduğu millet, Çinliler.
(Türkiye'de kaç adet solunum cihazı var? Üç aydır virüs alarmı yaşanıyor, bu konuda çaba harcandı mı? İğneden ipliğe ithalat yapan, saman bile ithal eden Türkiye, solunum cihazı ithalatı yaptı mı?)
İtalya'da, sadece Lombardiya bölgesinde şu anda günlük 300 bin maske gerekiyor. Eczaneden aldığımız eften püften maskelerden değil, doktorların hemşirelerin taktığı maskelerden, her gün 300 bin adet gerekiyor. Ve, yok.
Virüsün tespit edilmesi için test yapılması gerekiyor.
Yeterli sayıda test kiti yok.
Kaç kişiye bulaştığını tespit edemezsen, karantina önlemi alabilmen de imkansızlaşıyor, hastanelere kaç kişinin hücum edeceğini kestirebilmen de imkansızlaşıyor.
(Türkiye, dünyada en az virüs testi yapan ülkelerden biri… Neden? Türkiye'de neden parmakla gösterilecek kadar az test yapılıyor? Test kiti mi yok? Fiyatları makyajla, enflasyonu düşük göster, işsizleri makyajla, işsizliği düşük göster, test yapma, virüs az çıksın, öyle mi?)
İtalya'daki trajedi nedeniyle sadece Avrupa Birliği kavramı değil, “süper güç” algısı da değişti.
Uçak gemim var, nükleer denizaltım var, tanklarım var, bu savaşta hiçbir işe yaramıyor!
“Süper güç” olmak, çok iyi hastanelere, çok işi sağlık ekipmanlarına, yeterli sağlık personeline sahip olman anlamına geliyor.
Kendisini “süper güç” zanneden G8 üyesi İtalya, şu anda zavallılığı yaşıyor.
Silahlı kuvvetler elbette çok önemli ama, sağlık ordun zayıfsa, sağlık orduna gerekli ekipmanı sağlamıyorsan, ülkenin sınırlarını koruyabilmen, vatandaşının canını koruyabilmen, mümkün olmuyor.
Diego Alba.
47 yaşındaydı.
Milano'da acil servis ambulanslarında görevli, tıp teknisyeniydi.
Yüzlerce virüs vakasına koştu, fedakarca çalıştı.
Önceki gün virüsten öldü.
Elena Pagliarini.
24 saat aralıksız çalışmıştı, suratında maskesiyle bilgisayarının üstüne yığılmış uyuyordu, beraber çalıştığı doktor arkadaşı cep telefonuyla fotoğrafını çekti… Virüsle mücadelenin sembolü oldu.
Devlet televizyonunda kendisiyle röportaj yapıldı.
Açık yüreklilikle anlattı…
“Hazırlıksız yakalandık, ne yapacağımızı bilmiyorduk, hangi hastaya koşacağımı şaşırmıştım, sedyenin kenarından geçerken elimi yakalayıp ‘ne olur beni kurtar' diyorlardı, yardım isteyerek gözlerimin içine bakan o insanlarımızın çaresizliğini ömrümün sonuna kadar unutamayacağım, dedelerimiz ikinci dünya savaşı gibi inanılmaz bir badireyi atlatmayı başarmıştı, biz de torunları olarak bunu atlatacağız, direneceğiz, ama lütfen ciddiye alın, lütfen evlerinizden çıkmayın, lütfen hijyeninize dikkat edin.”
Emekli sağlık personelleri göreve çağırıldı.
Doktorluk, hemşirelik gerçekten kutsal meslekler… Yaşı itibariyle en yüksek risk grubunda olan emekli hekimler bile, göreve koştu.
İtalya'da anakara ve adaları dahil, her yer kapalı.
Sadece eczaneler, süpermarketler, fırınlar ve benzinciler açık.
Bunun dışında her yer kapalı.
İnsanlar sokağa karneyle çıkıyor!
Yanlış okumadınız…
Herkesin bağlı olduğu bir karakol var, sabah o karakola mail atıyorsunuz veya cep telefonunuzdan mesaj atıyorsunuz, “şu sokakta şu evde oturuyorum, ismim şu, çıkıp ekmek alacağım” diyorsunuz, az sonra size geri dönüyorlar, “şu saatte çıkabilirsiniz” diyorlar, siz o mail'i print yapıp cebinize koyuyorsunuz, veya cep telefonunuza yolluyorlar, anca öyle çıkıyorsunuz.
Kapıdan çıkar çıkmaz illa ki polis durduruyor, izin kağıdınızı soruyor, gösteremezsen, derhal evine dön diyorlar.
İtalya'da ömür uzun.
Nüfusun önemli bölümü 80'in üzerinde.
Yaşlıların ihtiyaçları, valilikler ve belediyeler tarafından karşılanıyor.
Hergün kapılarının önüne gerekli yiyecekleri ve ilaçları bırakılıyor, temas yok, kapının önüne bırakıp, zili çalıyorlar, teslim aldığı görene kadar bekliyorlar, yarın sabah tekrar geliyorlar.
(Bilim kurgu filmi değil.
Türk halkına anlatılmayan gerçekler bunlar.)
Nakit para kullanılmıyor.
Sadece kredi kartı kullanılıyor.
Marketlerde yağma filan yaşanmıyor, çünkü içeriye tek tek alınıyor.
Marketlerin kapısının önünde sarı çizgi var, herkes o sarı çizginin arkasında en az birer metre arayla sırada bekliyor, içerden bir kişi çıkıyor, bir kişi giriyor.
Cebimde nakit bulunsun desen, bankamatiğe gidiyorsun, para yok.
Bankalar kapalı.
Bankamatiğe para koyacak olan personel işe gelmiyor.
Şimdilik herkes kredi kartından idare ediyor, bir ay sonra kredi kartları şişecek, kenarda paran yoksa nasıl ödenecek, kimse bilmiyor.
İtalyan şehirlerindeki evler, sefertası gibi, metrekareleri küçücük evler… Hayatı gece gündüz sokakta yaşamaya alışık olan İtalyan halkının, eve kapanmaktan psikolojisi bozuldu.
Sağlık bakanlığı özel telefon hattı kurdu, arıyorlar, uzmanlardan psikolojik destek alıyorlar.
Herkes çoluk çocuk evde olduğu için, İtalyan televizyonları izlenme rekorları kırıyor.
Ünlülerle telefon bağlantıları yapılıyor.
Özellikle, toplumun sevdiği saydığı sanatçılar ekranlarda konuşturuluyor, herkes gibi evde olduklarını, vakit geçirmek için neler yaptıklarını anlatıyorlar, sağlık bakanlığının uyarılarını tekrar ediyorlar, bu yöntem, toplumun uyarılara kulak vermesi açısından daha etkili oluyor.
Televizyonlardaki yiyecek içecek reklamlarında patlama var.
Tarihte görülmemiş sürede reklam veriliyor.
Ama, ürünlerin fiyatları değişmiyor.
Kriz ortamını tanıtım fırsatı olarak görüyorlar…
Zam fırsatı olarak görmüyorlar.
Bütün kiliseler kapatıldı.
Vatikan tarihinde böyle bir hadisenin örneği yok.
Papa Francis, bomboş Roma caddelerinde, İtalya halkı adına tek başına yürüdü, Via del Corso'daki San Marcello Kilisesi'ne gitti, insanlığın bu felaketten kurtulması için tek başına dua etti, tek kişilik ayin yaptı.
İtalya şu anda ölüyor ama…
Aslında yepyeni bir ruhla ayağa kalkıyor.
Her akşam saat 18'de balkonlara pencerelere çıkıyorlar, İtalyan milli marşını söylüyorlar.
“İtalyan kardeşliği” diye başlayan milli marşla, birbirlerine tutunmaya çalışıyorlar, birbirlerine kenetleniyorlar.
İtalyan basını, kelimenin tam manasıyla “basın ahlakı dersi” veriyor.
Gerçekleri gizlemiyorlar.
Hiçbir gelişmeyi saklamıyorlar, sansürlemiyorlar, örtmüyorlar.
Bütün çıplaklığıyla anlatıyorlar.
Goygoyla, yalanla, moral vermeye çalışmıyorlar.
Bilgiyle, öğreterek, mücadele gücü veriyorlar.
Utanmadan yalakalık yapan yok mesela… Şu ana kadar televizyona çıkıp “sağlık bakanımıza teşekkür ederiz, hükümetimiz süreci çok iyi yönetiyor” diyen, ahlaksız bir gazeteci görülmedi.
Hükümetten de kimse çıkıp “halkı korkutuyorsunuz, paniğe sevkediyorsunuz” diyerek, tutuklama tehdidi savurmadı.
İtalya derslerle dolu.
Zararın neresinden dönersek misali, acilen ibret almamız gerekiyor.
İtalya'nın bu fotoğrafı, maalesef on gün sonraki vesikalığımız olabilir.
Bu iş çok ama çok ciddi.
Ciddiyetine inanmayarak bu hale geldiklerini asla unutmamamız gerekiyor.
Yılmaz Özdil
63 notes · View notes
kalpherzamansoldanatar · 5 years ago
Text
Corona: Sosyalizmin çığırtkanı (Corona Hakkında Son Kez)
Önce market arabasını aldı, el tutacak yerlerine dezenfektan sıktı. Sonra eldivenlerini kontrol etti. En son da maskesini düzeltti. Sonra çekinerek markete girdi. Yaşlı bir kadın ve erkek ondan hemen önce girmişlerdi. Onların uzaklaşması için bir süre durdu. Onlar uzaklaşırken yüzlerini süzdü, terleme veya kızarma var mı diye baktı. Sonra sebze meyve reyonuna sürdü arabasını, giriş kapatılmıştı. Girişte bekleyen ve eldivenli maskeli olan reyon görevlilerine ne istediğini söyledi ancak söylerken geriden geriden söylemeye özen gösterdi. Sonra unlu mamul reyonuna gitti, aynı ritüel bir kere daha sergilendi.
Her adımında diğer müşterileri kesiyordu, takip mesafesini aşan biri olursa hızlanıp arayı açıyordu. En sonunda ödeme kuyruğuna geldi. Bir önceki müşteriyle arasına (1,5 metre mi demişlerdi, hatırlayamadı) 2,5 metre gibi bir uzaklık koydu. Arkasında, ensesinde bir nefes hissetti, ürperdi. Döndü, market arabası olmayan ve aldıklarını elinde taşıyan bir genç dibine kadar gelmişti, sertçe “uzakta dursana be yavrum” dedi. Genç adam şaşırdı, özür diledi ve geriye doğru birkaç adım attı. Sırası geldi, iki poşet satın aldı. Aldıklarını poşetlere yerleştirdi, kredi kartıyla kadın kasiyere ödeme yaptı. Kasiyerin eldiveni vardı ama maskesi yoktu. Marketten çıkarken danışmaya şikayette bulunmayı unutmadı.
Çıktı, market arabasını bıraktı. Poşetleri aldı ve marketin önündeki banka koyacaktı ki, aklına geldi. Yüzeylere dokunmaması gerekiyordu. Arabanın kapısını açtı, arka koltuğa poşetleri bıraktı. Eldiveni çıkararak en yakın çöp kutusuna attı. Sonra ellerini dezenfektanla duşa soktu, bastı dezenfektanı, bastı, bastı. Ellerinden aşağı dezenfektan damlıyordu. Sonra dezenfektanı poşetlerin tutacak yerlerine sıktı, hatta bir kolonyalı mendille poşetlerin yüzeyini sildi. Sonra ellerini dezenfektan ile bir kere daha yıkadı.
Tam arabaya binecekken kredi kartı geldi aklına, kasiyerin ve kendisinin eldivenli elleri değmişti. Kredi kartını ivedilikle çıkardı, onun üstüne de boca etti dezenfektanı. Arabaya atladı, evine geldi. Arabadan çıkarken bir eldiven daha taktı. Poşetleri aldı, apartmanın kapısını açarken dikkat etti, eldivenli eli dışında bir yeri temas etmesin diye. Asansörde de aynı töreni tekrarladı, evinin kapısına geldi. Kapıdan içeri girince önce poşetleri balkona attı, iki saat bekleyeceklerdi orada. Hemen üstünü başını çıkardı, mantoyu balkona serdi, diğerlerini de çamaşır makinesine bastı. Eldivenleri çıkardı, özenle özel çöp poşetine attı. Hemen banyoya gidip ellerini yıkadı, uzun ve de uzun, uzun hatta çok uzun. Sonra yeterli olduğuna kanaat getirince bu defa yüzünü yıkadı.
Tam o sırada kocası girdi içeri, işten geliyordu. Çalışmak zorundaydı, sabahları işe giderken gergin oluyordu, kendisini eve atınca bir nebze rahatlıyordu ama öyle çok da değil. Çünkü karısı rahatlamasına izin vermeden onu kapının önünde durduruyordu. Hemen yeni bir eldiven ve maske taktı. Kocasına doğru seyirtti, ancak uzakta durdu. Önce paltosunu derisini soyar gibi çıkarttı, balkona fırlattı. Sonra üstündekileri çekiştire çekiştire hem de uzaktan çıkardı. Kocası hem sokağa çıkma yasağı ilan etmeyenlere hem de ona söyleniyordu. Kabir azabıydı be. Kocasını don paça bırakana kadar soydu, sonra ona özel bir terlik verdi. Onun maskesini poşet eldivenle çıkardı ve özel çöpe attı. Sonra onu ite kaka banyoya soktu.
Ardından plastik eldiveni tam çıkarmıştı ki küçük oğlu girdi kapıdan. Sıkıldığı için sitenin bahçesine inmişti, hem de onun tüm itirazlarına rağmen. Nefes nefese girdi içeri, üstü başı toz ve toprak içindeydi. İçinde bir şeyler koptu, ağzıyla değil nerdeyse tüm vücuduyla eyvah dedi. Koşturdu, yeni bir plastik eldiven giydi. Oğluna girişte durmasını söyledi, aslında söylemedi çığlık attı. Ancak çocuktu o, devrimci ve asiydi. Dinlemedi, daldı salona. Üstünü başını çıkarıp bir oraya bir buraya fırlattı. Sıfır kilometre yeni eldivenleriyle peşinden daldı salona fırlattıklarını toplarken bağırmaya, hırlamaya devam ediyordu. Çocuk cevap vermedi, müstehzi gülümsedi. Gülmek isyandır. Topladıklarını da bastı çamaşır makinesine, sonra atlet ve donla kalan çocuğu itmeye başladı banyonun kapısına doğru. Bu arada yine bağırarak orada beklemesini ve babası çıkar çıkmaz banyoya girmesini söylüyordu. Çocuğu iterken canını yakmıştı galiba. Çocuk “Yeter anne!” diye kesti onun hırlamasını, “bulaşacaksa bulaşır, ne yapalım” dedi. Dondu, sahi neye dönüşmeye başlamışlardı? Neye acaba?
İtalya’dan bizlere ulaşan görüntüler iç karartıcı ve hüzünlü. Ölüme yaklaşan yaşlı hastalar tablet üzerinden sevdikleriyle vedalaşıyorlar. Ölenler topluca gömülüyorlar. Meksika’da ya da Kolombiya’da uyuşturucu kartelleri öldürdükleri kurbanları kimsenin bulmayacağı, yıllar sonra kaza eseri bulunacak yerlere topluca gömerler. Naziler toplama kamplarında ölen kurbanlar için tek tek mezar açmaya tenezzül etmezlerdi. Mezarı (mezarı diyorum çünkü tek bir büyük çukurdu aslında) kurbanlara kazdırırlardı. Kazma işi bitince kafalarına tek bir kurşun, bedenler otomatik olarak canlıyken kazdıkları çukura yuvarlanırdı. Böylece işgücünden oldukça tasarruf etmiş olurlardı. Kapitalist sermaye birikimi aslen sürekli işgücünden tasarruf eden dinamikleri hayata geçirmek gibi karşı konulamaz bir eğilime sahiptir. Faşizm ise yoğunlaşmış/yoğunlaştırılmış kapitalizmdir. Naziler sistemin en amansız eğilimine en iyi ve fakat en hayvanca cevap verenlerdir. Kapitalizm var ise faşizm vardır, ötesi yok. Neyse, şimdi de kapitalist devletler salgından ölenleri topluca, yakınlarını bile yaklaştırmadan sessiz ve kimsesiz gömüyorlar. Yetmiyor, yine salgını yoğun bir şekilde yaşayan ülkelerden gelen haberlere göre solunum cihazı ve yoğun bakım odası sayısının yetersizliğinden dolayı belirli bir yaşın üstündeki hastaların yoğun bakıma alınmamasına ve solunum cihazlarına bağlanmamasına karar verilmiş durumdadır. Yaşlıları seçerek ölüme yolluyorlar. Nazi toplama kampları genellikle tren yollarının dibine kurulurdu, çünkü çok sayıda savaş esirini ya da Yahudiyi toplama kamplarına ulaştırmanın en düşük maliyetli yolunu demiryolu ulaşımı sağlıyordu. Trenle toplama kampına ulaştırılan kafileler trenden indirilip sıralı hale getirilirdi. Kamp subayları sırayı tetkik ederek çok yaşlı ve çok küçük olanları ayırırdı. Böylece iki grup ortaya çıkardı, çalışma kampına gidecekler ve gaz odasına gidecekler. Şimdi yaşlıları seçiyoruz, sistemdeki yükü azaltmak adına onları ölüme yolluyoruz. Aslında onları öldüren coronaydı değil mi?
Gerçekten corona mı öldürüyor? Ölü sayısı gün be gün arttıkça salgından ölenlerin yaş ve sağlık durumuna dair tablo da giderek netleşti. Yaşlılar ve kronik rahatsızlıkları olanlar, şu aralar hep bu terane söyleniyor. Yaşla birlikte vücut direncinin düştüğü doğrudur. Yaşlıyı yük, masraf kapısı ve bakıma muhtaç gibi gören insanlık dışı bir sistemde bu sorun olabilir. Ancak yaşlıyı deneyimle yücelmiş bir ağaç, bir bilge gibi gören düzenlenmiş bir toplumda bu sorun ortadan kalkacaktır. Kronik rahatsızlıklar mı? Şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kalp damar rahatsızlıklarıdır kastedilen. Bu rahatsızlıklar temelde düzgün beslenmeme, hareketsizlik ve stres kaynaklıdır değil mi? Sorun öyle ise gıda rejimimizdedir. Peki nasıl bir gıda rejimdir bu? Öncelikle dünyanın ekserisini aç bırakan, ve mutlu bir azınlığa homini gırtlak yediren bir gıda rejimidir. Dünyanın fukaraları yetersiz beslenmekten, zenginleri ise aşırı beslenmekten kronik hastalıklarla boğuşmaktadırlar. Üstelik bu türden bir gıda ve beslenme rejimi insanlık dışı bir çalışma rejiminin üstüne oturtulmuştur. İyi kazananlar bir ofis sandalyesinin üstüne tünemiş bir şekilde monoton, anlamsız ve gereksiz işleri yaparken saatleri ve hatta yaşamı tüketmektedirler. Diğer taraftan yeryüzünün lanetlileri ve zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanlar da sağlıksız ortamlarda, zararlı maddeleri soluyarak, kötü beslenerek ve uzun çalışarak ömür tüketmekteler. Bir üçüncü kesim var ki onlar sanki ilk günahın lanetini, yani çalışmayı bile mumla aramakta, ve işlevsizliğin, işsizliğin ağır insani ve ekonomik yükünü sonsuza kadar taşımaktalar. Bunlar da yetmezmiş gibi, gündelik hayatlar da vahşi bir rekabet ve tatminsizlik, yalnızlık ve çaresizlik üzerine kurgulanmıştır. Psikiyatrlar alarm veriyorlar; yaş, dil, din, ırk, cinsiyet ve sınıf farkı gözetmeksizin insanlar artık avuç avuç anti-depresan yutar haldeler.  Bu ortamda belirli bir yaşı aşınca bedenler her türden kronik hastalığa açık hale geliyorlar, ki istatistikler bu eşik yaşın giderek düştüğünü göstermekteler. Bu cehennemde ayakta kalıp, adım atabildiğimize dua etmemiz gerekir galiba. Şimdi söyleyin bakalım, corona mı öldürüyor? Corona eğer bir seri katil ise maden kazalarının, işyeri kazalarının, açlığın ve dahi sefaletin, yoksulluğun ve yoksunluğun çok ama çok gerisinde bir performans sergilemektedir. 
Corona mı öldürüyor? İtalya’da kütlesel ölümün nedeni hasta sayısının hızlı artışı ve halihazırdaki solunum cihazı ve yoğun bakım ünitesi sayısının bu artışla baş edememesidir. Kısacası insanlar coronadan dolayı değil, sistem yeterince solunum cihazı ve yoğun bakım ünitesi sağlayamadığı için ölüyorlar. Peki neden sağlayamıyor? Çünkü sağlık sistemi normal zamanlarda bir salgınla başedecek kadar fazladan ünite ve cihaz talep etmiyor; aksi takdirde maliyet yükseliyor. Bu cihazları üreten kapitalist firmalar da sermayenin tahakkümüne teslim edilmiş sağlık sistemi normal zamanlarda fazladan talep etmeyeceği için fazladan, misliyle üretmiyorlar. Üretmiyorlar, çünkü üretirlerse kârları düşüyor. Bir taraf talep etmiyor, maliyet çıkıyor diye, öbür taraf arzetmiyor kâr düşüyor diye. Sonuçta kâr ile maliyet arasına sıkışmış İtalyan halkı ve diğerleri yaşlılarını çaresiz kurban ediyor. Tekrar soralım hadi; gerçekten corona mı öldürüyor? 
Kapitalizmin rasyonalitesi budur. Bir zamanlar BBC farklı alanlarda Nobel alanları bir yuvarlak masa etrafında buluşturup insanlığın ve dünyanın sorunları üzerine konuşmalarını sağlardı, hâlâ yapıyor mu bilmiyorum. Yıllar öncesinden bir tanesini seyrettiğimi hatırlıyorum. O yıl Tıp Nobel’ini alan iki doktordan biri insanların çok yakın bir gelecekte biyolojik olarak kolayca 100 yılın üstünde yaşatılabileceğini, ancak sorunun biyolojik olarak yaşamak değil insanca yaşamak olduğunu söylemişti. Onun lafının üstüne program moderatörü öyle ise bu soruyu uzmanına soralım diyerek o yıl Nobel İktisat ödülünü alanlardan ve burjuva iktisadının en soysuz temsilcilerinden biri olan anlı şanlı iktisatçıya döndü. O da korkmayın piyasa bu sorunları çözer dedi, sadece bunu dedi, tek bildiği buydu. Şimdi corona tarumar ediyor ve piyasanın çözümü ise bir salgın sürecinde hasta sayısıyla baş edemeyecek kadar düşük sayıda solunum cihazı ve yoğun bakım ünitesidir. Tıp doktorunun insancıllığının yanında burjuva iktisatçısının alıklığı ve kuş beyinliliği…  
Aslında corona öldürmüyor. Corona bilince sahip olmayan doğal bir unsurdur. İnsanlığa karşı özel bir hıncı olabilir mi? Solunum cihazlarının ve yoğun bakım ünitelerinin sayısı yetersiz, bundan dolayı ölüyorlar. Şimdi planlı ortakçı bir toplum olsaydı, başka her şeyi bırakıp, kaynakların önemli bir bölümünü hemen derhal solunum cihazı ve yoğun bakım ünitesi üretmeye ayırsaydı ve bunları derhal yeter sayıda üretseydi ne olurdu acaba? İşe gitmek zorunda olanların yükü paylaşılsaydı, örneğin çöpleri sırayla toplasaydık, örneğin gıdayı sırayla üretseydik, yükü ve riski bunları üretmek için çalışan emekçilerin sırtından alıp paylaşsaydık gerçekten ne olurdu? Bu sistemin suçudur, o öldürüyor yoldaşlar, dostlar. Corona doğal bir süreç, sadece insanlık bu süreci karşılayacak ve göğüsleyecek toplumsal ve ekonomik organizasyona sahip değil. Üstesinden gelmek için sabır ve dua işlevsizdir. İlahlar mı? İnsanlığın ortak acılarına karşı duyarsız ve umarsız olduklarını daha kaç kez kanıtlamaları gerekiyor? Yere batsın gökyüzünün sahte cennetleri, biz bu dünyayı yeryüzü cennetine dönüştürmek zorundayız. 
Bu ortakçı cennet kurulunca başımıza yaşadığımız türden şeyler gelmeyecek mi? Gelecek ancak çözümü evlere sığınmakta, evlere sığınarak korkumuzu büyütmekte değil, hazırlıklı olarak, kimseyi feda etmeyen bir plan çerçevesinde ortak kaynaklarımızı harekete geçirerek ve korkuyu paylaşarak ve azaltarak hayata geçireceğiz. Ötesi var mı? Ölümü değil yaşamı kutsayan bir düzen, corona belki de bu düzenin çığırtkanlığını yapıyor olamaz mı?
Serdar Bahçe (soL)
9 notes · View notes
belkidebirharfimben · 5 years ago
Text
Corona için dua edilmez mi?
Zara'nın ortasından geçer. Bu nedenle yüzmeyi Kızılırmak'ta öğrendim. İddialı değilim. Kendimi kurtarmaya yetecek kadar ancak biliyorum. (Beni yüzerken görenler de aynı kanaattedir.) Bununla birlikte hayat kurtardığım da oldu. Evet. Yine Kızılırmak'ta bir çocuğun hayatını kurtardım. Herhalde çocuk değil de yaşıtım bir genç olsaydı ikimiz de boğulmuş olurduk. Zira boğulma anında her insan bir miktar kafayı yer. Ölüm korkusu varlığını öylesine sarar ki yanındaki en kurtarıcı/dost nesneyi bile basamağı/düşmanı gibi görür. Ya kendisiyle birlikte düştüğü boşluğun içine çeker yahut da kurtarıcısının boğulması pahasına kendisini kurtarır. O an kurbana söz anlatılamaz. Boğulanları kurtarmaya çalışmak bu açıdan epey risklidir. Ben de çocuğa elimi uzattığımda bir anda ağırlığını sırtımda buldum. Omzuma çıktığı yetmiyormuş gibi boğazımı da sarıyordu. Allah'tan ağırlığı başedilmeyecek gibi değildi. Her neyse. Allah afiyetli ömür versin. Belki de şimdi kendi çocuklarını yüzmeye götürüyordur. Bir zamanlar Kızılırmak her baharda birkaç kurban alırdı. Hatta ismindeki 'kızıl'ın bu kanlı âdetten geldiği söylenirdi. Kurbanları da genelde yaza kadar sabredemeyenler olurdu. Haziran'ı görmeden yumuşamazdı bizimki o vakitler. Şimdi eski şevketi kalmamış diyorlar. Epeydir ben de gitmedim. Asıl konumuza gelelim: Fizikçi olmamakla birlikte benim de kendime göre bir evren algım var. Özellikle 'tabiat yasaları' diye adlandırılan şeyleri duygularla açıklamayı seviyorum. Bu açıklayış "Hakikî hakaik-i eşya esmâ-i İlâhiyedir!" sırrıyla daha kolay bağ kurmamı sağlıyor. Neden? Çünkü, kanaatimce, üzerimizdeki Esmaü'l-Hüsna tecellilerini daha çok duygularımızla içimize buyur ediyoruz. Yahut da şöyle demeli: Bir derece sabit olan ruhumuz, varlığımızın dalgalı yanında meydana gelen değişimleri, ancak duygular vasıtasıyla seziyor. Belki de yine o duygular sayesinde bu değişimlerin sonuçları üzerine kazınıyor. (Akıl bu noktada duyguların 'farkediş aracı' olmaktan fazlası değil.) Ne zaman büyük sarsıntılar yaşasak ruhumuza yeni yeni harfler işleniyor. Yazılımımız güncelleniyor. Bazı kötüleşiyoruz. Bazı güzelleşiyoruz. Ama kesinlikle değişiyoruz. Demek duygularımız bizi ta ruhumuza kadar değiştirme imkanına sahipler. Müzemmil sûresinde 'çocukları ihtiyarlatan gün'den bahsedilir. Bediüzzaman I. Cihan Harbi'nin üzerindeki etkisini tefekkür ederken bu ayete müracaat eder. Evet. Hakikaten öyledir. Tecrübelerinizin yaşattığı duygu yoğunluğu şiddetlendikçe zaman algınızda kırılmalar yaşanır. Yaşadığı bir gün de olsa insana bir yıl gibi tesir eder. Tek gecede saçları ağaranlardan bahsedilir. Bu kadar hızlısını şahsen görmedim. Ama sıkıntılı bir yılında sakalları ağaranı gördüm. Bunun bendeki bir açıklaması, işte, duyguların nakış yeteneğidir. Yoğun duygular ruha daha yoğun nakışlar işler. Defteri daha hızlı doldurur. Yazılımında büyük güncellemeler yapar. Öyle ki, o şiddetli eşiği atladığınızda, kendinizi tamamen başka birisi olarak bulursunuz. Her tanıdığınız size "Ne kadar değişmişsin!" der. Zorlu taşınmaların mobilyalar üzerindeki etkisi gibidir bu. Uzatmayayım. Kütle çekim kanunu denilen şeyi de bu sıralar 'fanilik korkusu' ile açıklamayı deniyorum. Liseden aklımda kalanlara uğradığımda nesnelerin kütleleri arttıkça daha yoğun çekim kuvvetlerine sahip olduklarını hatırlıyorum. Misalen: Güneşin çekim kuvveti dünyanınkinden epeyce yüksektir. Çünkü güneşin kütlesi dünyanınkinden epeyce fazladır. Tabii burada akılda tutulması gereken ikinci birşey de şu: Kütle hacimle aynı şey değildir. Kütle madde yoğunluğudur. (Bunun bir de formülü vardı ama şimdi hatırıma getiremedim.) Bu nedenle, hacmi daha küçük olan birşey, kütlesindeki yoğunluk sebebiyle daha çekici olabilir. Karadeliklerin gücü böyledir mesela. Bazen olur bir karadelik bir sistemi yutar. Karnı da şişmez. Afiyet olsun. el-Kayyum ism-i şerifi bize Cenab-ı Hakkın varlığı her an devam ettirdiğini söylüyor. Yani bizler bir kerede varolduktan sonra varlığının devamında müstakillik kazanmış şeyler değiliz. Yaratılıştan bağımsızlığımızı ilan edemiyoruz. Ya? Tıpkı bir aynadaki görüntü gibiyiz. Yahut da projeksiyon cihazından yansıtılan manzaralar şeklindeyiz. Varoluşumuzun arızîliği bizi cihazın devam ettirmesine mecbur kılıyor. Elimizde yaratış yok. Kendi varlığımızı yaratamıyoruz. Sadece seçimlerde bulunuyoruz. Bizim seçimlerimize göre de projeksiyon cihazından yansıtılmalar oluyor. Hata yaparsak sorumlusu biz oluyoruz. Çünkü projeksiyon cihazı buna zorlamadı. Hayır yaparsak da yaratılışını üstümüze alamıyoruz. Çünkü sadece istedik. Yansıtan yine cihaz oldu. Mevzuun kader-sorumluluk ilişkisine bakan yanını hızlı geçip 'fena korkusu'na geri dönelim. Lakin öncesinde meseleyi açarken bize yardımcı olacak bir metne müracaat edelim: "Küremiz hayvana benziyor. Âsâr-ı hayatı gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse bir nev'i hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop küre kadar büyüse ona benzemeyecek mi? Hayatı varsa ruhu da vardır. İnsan-ı ekber olan âlem, tazammun ettiği manzume-i kâinat o derece hassasiyet ve âsâr-ı hayat gösteriyor ki, bir cesetteki âzâ, eczâ, zerrat, izhar ettikleri tesanüd, tecazüb, teavünden daha ziyade muntazam, muttarid, mükemmel âsârı gösteriyor. Acaba âlem insan kadar küçülse, yıldızları zerrat ve cevahir-i fert hükmüne geçse, o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır?" Herşeyin hayattar olması ne demek? Bence birşeyin hayattar olması 'bir parça fenadan da anlamasını' zaruri kılıyor. Çünkü bir yaşayan hep yaşamayı istiyor. Canlılığı kesintiye uğramasın istiyor. Devam ettirebilmek için gayret ediyor. Mücadele ediyor. Uğraşıyor. Demek lezzet alıyor. Eğer birşeyden lezzet alıyorsanız yokluğundan da elem hissediyorsunuz demektir. Lezzet alınan birşeyin terki ister istemez bir elemi çağrıştırır. Bir boşluğa düşürür. Eksiklik hissettirir. Bitkilerin bile yüzünü güneşten başka tarafa çevirdiğinizde eksikliğini hissedip yeniden güneşe dönerler. Varolan herşey 'her an varlıkta tutulmaya' muhtaçlarsa, ki ism-i Kayyum'um kapsamı bize böyle olduğunu hissettiriyor, o halde onların 'boşluğa düşmekten' kendilerine göre bir korkuları da vardır diyebiliriz. Tamam. Şimdiye kadar okuduğunuz fizik kitaplarının üstünden bakınca "Adamın ayakları iyicene yerden kesildi yahu!" noktasında duruyor olabilirim. Ben de Fen Lisesi mezunu olduğumdan az-çok okullarda fiziğin nasıl anlatıldığını biliyorum. (Reklamlar dinlediniz.) Fakat bilimkurgu dünyasının azıcık çakralarımızı açmış olması lazım. En azından bunu başarmalı. Yani bizler evren büyüklüğünde bir canlının içinde yaşayan küçüğün küçüğü canlılar olabiliriz. Ve o evrenin herbir parçası da bu hayattan hissedar olabilir. Varlığını sevdiği gibi yokluğundan da korkuyor olabilir. Tıpkı akyuvardan kaçan mikrop gibi bekasını istiyor olabilir. Bu da onu endişesi noktasında boğulmaktan kurtardığım çocuk gibi yapar. Çevresinde ne varsa kendisine çeker. Tutunur. Tutunmaya çalışır. Yalnış bilmiyorsam Einstein'ın da çekim kanununa dair 'varlıkların kütlelerine göre yaptığı çökme' üzerinden bir izahı vardır. (Hatta Organize İşler'in ilk filminde Demet Akbağ bunu öğrencilerine izah ediyordu.) Bu düşme durumu başka bir boyutta fiziksel olarak vâki olabileceği gibi duygusal bağlamda düşme korkusu ile de açıklanabilir. Özetle arkadaşlar: Herşey varlığının arızîliğini içten içe sezdiği için boğulma korkusu çekiyor. Hayatı hayat kılan şey de biraz bu zaten. Vücudun tamamı kendi bütünlüğü içinde birbirine tutunuyor. Bazen de bu bütünlüğü devam ettirebilmek için çevresindekilere tutunuyor. Bu bütün lafı gezdirmelerin ardından en nihayet duaya gelelim. Mürşidim dua hakkında diyor ki: "Duanın en güzel, en lâtîf, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli herşeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerîm Zât var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyâcâtını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir Zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp 'Elhamdülillah' der." Yani arkadaşlar bizim dilimizdeki duanın bütün evreni saran bu kanunla bir ilgisi var. Hepimiz farkındalığımız miktarınca varlığımızın varedilmeye bağımlı olduğunu biliyoruz. Müstakil olmadığını seziyoruz. Küçük küçük kıyametlerden büyük kıyameti öngörüyoruz. Yaşamın devamı bu farkındalıkla örülü zaten. Bu korku da ism-i Kayyum'u dünyamıza davet ediyor. Çünkü 'her an devam ettirilmeye muhtaç olan' ister istemez 'her an ayakta tutan'a delil oluyor. Nasıl ki karadeliklerin çöküntüsü bir tutunma arzusunu besliyor; içimizdeki boşluklar da, benzeri birer çöküntü olarak, evren-insan uyumunun bir delili olarak, bizi tutunmaya götürüyor. 8. Söz'de kuyuya düşen insan temsili esasında ism-i Kayyum karşısında bütün bir evrenin halini anlatır. İnsansa bu varlıklar içinde şuurla şu halini fotoğraflayandır. Bu fotoğrafın sahnelerinden birisi de duadır. Böyle bir evren algısına sahip olan ister istemez dua eder. Kaçınılmazdır. Bu nedenle, evet, biz müslümanlar sık sık dua ederiz. Bırakınız Corona gibi küresel bir felaket için dua etmeyi, ayağımıza taş değse, onun için bile dua ederiz. Duayı küçük görenleri ise 'asıl mevzuyu kavramamakla itham ederek' küçümseriz. Yahut da deriz ki: "O hiç boşlukla tanıştırılma nimetine erişmemiştir. Çünkü içinde olunca boşluktan daha ağır birşey yoktur. Eğer bu düşme hissini tatmış olsaydı tutunma arzusunun hiçbir parçasını küçümsemezdi."
2 notes · View notes
laysamina · 5 years ago
Text
Corona Günlükleri...
Sevdiğim bir arkadaşım, bir süredir bu etiketle #coronagünlükleri bazı metinler kaleme alıyor. Daha önce de yazdığı ve güzel müzikleri paylaştığı sitesinde. 
Onun yazdıklarını okurken şunu düşündüm: Bütün bunlar geçecek ve biz belki de - büyük çoğunluğumuza öyle olur diye düşünüyorum ne yazık ki - bugünlerde yaşadığımız sıkıntıları unutup, hayatımızda neyin / kimin önemli olduğunu arka plana atacağız yine. Oysa öyle olmamalı... Bizler yaşadıklarımızdan ne kadar çok ders alırsak yarını o kadar iyi inşa edebiliriz. Ama bunun için idrak etmeli, unutmamalı ve uygulamalıyız öğrendiklerimizi. İşte bu yüzden ben de kendi günlüğümü tutmaya karar verdim. Bir süredir ihmal ettiğim siyah ciltli defterin yerine. Burada.
Son günlerde - yani bu Corona Günleri başladığından beri - hemen yanı başımızdaki parkta yaptığımız küçük yürüyüşler dışında sokakları, insanları unuttuk. Bir kaç insan dışında sokakların tenha olması bizi bir nebze olsun ferahlatıyor. Hatta, İstanbul’dan ayrılışımızın 3. yılını geride bırakmışken, oradan ayrılmakla ne kadar iyi yaptığımızı düşünüyoruz bir kez daha. Arkadaşlarımızın neredeyse tamamını orada bırakıp geldik Çanakkale’ye. Ömrümüzün en kıymetli günlerini geçirdiğimiz yerdi İstanbul, ama bizi öylesine yormuştu ki, karşımıza çıkan seçenekler arasından bize en çok uyacağını düşündüğümüz yer olan kaleye gelirken tereddüt etmedik hiç. Şimdiyse, orada kalan kardeşlerimi, akrabalarımı, dostlarımı, arkadaşlarımı daha çok görüyorum desem yeri. Hemen her gün birileriyle görüntülü konuşuyoruz. Herkes endişeli... Ve o milyonlarca kişilik kalabalığın içinde olsaydık, nasıl bir stres yaşayacağımı düşünmek bile kalbimi sıkıştırıyor. Sanırım bu üç yıl, konfor alanımı genişletmeme ve kendimi daha çok düşünmeme, çekilen sıkıntıların insan hayatı karşısında hiç kıymeti olmadığını anlamama yardımcı oldu. Hiç oradan ayrılmamış olsaydım hissedeceğimden çok daha fazlasını hissederim şu an orada olsam, biliyorum bunu. Belki biraz da bazı şeylerden uzaklaşınca insana veril(mey)en kıymeti daha net gördüğüm için bu hissediş. Elden gelmeyen o kadar çok şey var ki...
Bir yandan “evde kalarak” hem kendimizi, hem de başkalarını korumaya çalışırken, her gün hastaneye giden ablamı, evde onu bekleyen afacan yeğenimi, yaş itibarıyla daha riskli grupta olan ebeveynlerimi, yaşayabilmek için sokağa çıkıp çalışmak zorunda olanları, işsizleri, evsizleri, eczacısından hemşiresine, temizlik personeline dek sağlık çalışanlarını, çöpçüleri, su dağıtıcılarını, market çalışanlarını, ilaç ve aşı sanayi ile son günlerde çok ihtiyaç duyulan maske / solunum cihazı / eldiven vb. gibi tıbbi gereçler üretmek için çalışanları, tüm bu üretimin ilgili noktalara ulaşması için çalışan kargocusundan şoförüne tüm lojistik ağını, güvenliği sağlamak için dışarıda olan görevlileri, ve belki de şu an hatırlamadığım pek çok insanı düşünüp üzülüyorum. Peki, ya onlar ne olacak? 
Yine, “yaşadığımız için kendimizi suçlu hissetmeye” kadar varacak bir cenderenin içindeyiz. Evet, biz şimdilik evdeyiz, güvendeyiz, sağlıklıyız, ama kimler bizim için dışarıda bizim yerimize bu riski alıyor?
Bugün kaçıncı gün bilmiyorum, saymıyorum. Bildiğim, ne medya, ne internet hiç biri bizi ferahlatmıyor. İnsanoğlu belirsizliği sevmediği için her şeyi hizaya sokmaya çalıştı bin yıllardır ve işte yine, gözle göremediğimiz bir virüs eliyle hem de, doğa bizi hizaya sokuyor. 
Bakalım bu günler ne kadar sürecek daha? Biz bu sürecin sonunda sağ kalırsak, neleri kaybetmiş, neler öğrenmiş olacağız?
Sadece 3 ay önce herkesle sımsıkı sarılırken, 6 ay sonra birbirimizle nasıl ilişki kuracağız? 
Kargaların sesini duyunca, the walking dead fragmanı izliyoruz gibi gelmiyor mu size de?
1 note · View note
holalolall · 5 years ago
Note
Corona virüsü planlı nüfus azaltma deneyi Türkiye'de olan depremlerden dolayı Çin yardım yolladı Çin'in yolladığı askerler ile virüs türkiyeye giricek. Türkiye'de yüksek seviyeye ulaşan virüs ortadoğu ve avrupaya çok daha hızlı yayılabilir bildiğiniz üzere HAARP isimli yüksek teknoloji cihazı bir süre önce Karadeniz'de bir savaş destroyerinin üzerinde olduğu iddia edilmişti ve Karadeniz'de görüntülenmiş ti. Bilmeyen arkadaşlar için HAARP Deprem yarattığı iddia edilen bir teknoloji cihazı.
Mantikli geldi adkeksksl
2 notes · View notes
peos-kozmetik · 4 years ago
Photo
Tumblr media
GT GOLDTERM STERİLİZASYON CİHAZI F7- MODEL olan bu cihaz güzellik salonlarında, kuaför salonlanlarında, ve muayenehanelerde kullanabileceğiniz profesyonel bir sterilizasyon cihazıdır. Pandeminin sürecinin ve salgının yoğun olduğu şu günlerde, pendemi corona virüsü ( covid-19) virüsünden ve diğer mantar, bakteri, mikrop ve vürüslerden hem kendinizi hem çalışanlarınızı hemde müşterilerinizi korumak için Gold Term kuru hava sterilizasyon cihazından faydalanabilirsiniz. Evinizde, işyerinizde kullandığınız tüm meteryallerinizi ve ekipmanlarınızı Goldterm ısılı steril cihazı ile yüzde yüz steril ederek daha güvenli ve daha sağlıklı yaşayabilirsiniz. Bu cihazda Et ve tırnak pensleri Usturalar Cımbızlar Tırnak Makasları Kısacası tüm metal ve çelikleri steril edebilirsiniz. Goldterm Sterilizasyon Cihazı 120 dereceye kadar çıkan sıcaklığıyla üstün temizlik ve sterilizasyon sağlar. Tüm metal ürünlerin sterilizasyonu için uygundur. Plastik ile kullanıma uygun değildir. Sağlık Bakanlığı tarafından cımbızlar, et pensleri, et makasları, ustura ve benzeri deri ile direkt temas eden metallerin Kuru Hava Sterilizasyon Cihazları ile sterilize edilmesi şart koşulmuştur. Kuru Hava Sterilizasyon Cihazları Uv Sterilizasyon cihazlarının öldüremediği kan yolu ile bulaşabilecek tüm bakteri ve virüsleri öldürebilmektedir. Manuel Kontrol * Program (standartlara uygun) * Otomatik Kapanma * Kapanırken Sesli İkaz * Ebatlar: 33X29 İç Ölçüler 17cm * Kapak Swich Kontrolü * 24 Ay garanti Bu cihaz muayene ortamında yüksek ısı ile metal el aletlerinin sterilizasyonu işleminde kullanılır. (Peos Kozmetik) https://www.instagram.com/p/CQUbQuShoss/?utm_medium=tumblr
0 notes
abeninsesi57 · 4 years ago
Text
Tumblr media
BirleşikArapEmirlikleri, ortaya çıkan "Corona" virüsünün yayılmasını kontrol altına alma çabalarını güçlendirmek için 10 binden fazla sağlık çalışanının yararlanacağı Kuzey Makedonya'ya 10 ton tıbbi malzeme ve test cihazı içeren bir yardım uçağı gönderdi👌
0 notes
biviskiver · 5 years ago
Text
Daikin yeni klima teknolojisi ile dikkat çekiyor
Daikin yeni klima teknolojisi ile dikkat çekiyor
Konut ve ofislerde solunan havanın doğru hava olması sağlık açısından büyük önem taşıyor. Corona süreciyle daha da önem kazanan bu olgu, Daikin’in benzersiz flash streamer teknolojisine sahip ürünleri Ururu Sarara ve Shira Plus model split klimalar ile artık sorun olmaktan çıkıyor. Çünkü Flash streamer teknolojisi sayesinde klimalar hava temizleme cihazı fonksiyonuna da sahip oluyor.
Tumblr media
Dünyada ilk…
View On WordPress
0 notes
haberlernews · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Klimayı çalıştırmak için solunum cihazı fişten çekilen hasta öldü Hindistan'da, yeni tip corona virüs (Kovid-19) taşıdığı şüphesiyle hastaneye kaldırılan bir hastanın, bağlı olduğu solunum cihazının klimayı çalıştırmak isteyen akrabaları tarafından fişinin çekilmesi üzerine hayatını kaybettiği ileri sürüldü.
0 notes
peos-kozmetik · 4 years ago
Photo
Tumblr media
GT GOLDTERM STERİLİZASYON CİHAZI F7- MODEL olan bu cihaz güzellik salonlarında, kuaför salonlanlarında, ve muayenehanelerde kullanabileceğiniz profesyonel bir sterilizasyon cihazıdır. Pandeminin sürecinin ve salgının yoğun olduğu şu günlerde, pendemi corona virüsü ( covid-19) virüsünden ve diğer mantar, bakteri, mikrop ve vürüslerden hem kendinizi hem çalışanlarınızı hemde müşterilerinizi korumak için Gold Term kuru hava sterilizasyon cihazından faydalanabilirsiniz. Evinizde, işyerinizde kullandığınız tüm meteryallerinizi ve ekipmanlarınızı Goldterm ısılı steril cihazı ile yüzde yüz steril ederek daha güvenli ve daha sağlıklı yaşayabilirsiniz. Bu cihazda Et ve tırnak pensleri Usturalar Cımbızlar Tırnak Makasları Kısacası tüm metal ve çelikleri steril edebilirsiniz. Goldterm Sterilizasyon Cihazı 120 dereceye kadar çıkan sıcaklığıyla üstün temizlik ve sterilizasyon sağlar. Tüm metal ürünlerin sterilizasyonu için uygundur. Plastik ile kullanıma uygun değildir. Sağlık Bakanlığı tarafından cımbızlar, et pensleri, et makasları, ustura ve benzeri deri ile direkt temas eden metallerin Kuru Hava Sterilizasyon Cihazları ile sterilize edilmesi şart koşulmuştur. Kuru Hava Sterilizasyon Cihazları Uv Sterilizasyon cihazlarının öldüremediği kan yolu ile bulaşabilecek tüm bakteri ve virüsleri öldürebilmektedir. Manuel Kontrol * Program (standartlara uygun) * Otomatik Kapanma * Kapanırken Sesli İkaz * Ebatlar: 33X29 İç Ölçüler 17cm * Kapak Swich Kontrolü * 24 Ay garanti Bu cihaz muayene ortamında yüksek ısı ile metal el aletlerinin sterilizasyonu işleminde kullanılır. (Quartus Lazer) https://www.instagram.com/p/CQUbJlyjnO-/?utm_medium=tumblr
0 notes
koronahaberci · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Singapur’un en zengini servetine her ay 1 milyar dolar kattı Corona virüs salgını sonrası Singapur'un en zengin iş insanı Li Xiting artan solunum cihazı talebi nedeniyle bir milyar dolar zenginleşti. Xiting'in sahibi olduğu tıbbı ekipman şirketine dünyanın dört bir yanından sipariş yağdı.
0 notes
egedesonnokta · 5 years ago
Text
Türkiye'de corona virüsten 2 bin 140 can kaybı
Tumblr media
Türkiye'de corona virüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatte 123 kişi artarak 2 bin 140 oldu. 4 bin 674 kişiye tanı konuldu, toplam vaka sayısı 90 bin 980'e yükseldi. Sağlık Bakanlığı, son 24 saatte 4 bin 674 kişiye Covid-19 tanısı konulduğunu, 123 kişinin hayatını kaybettiğini, toplam vaka sayısının 90 bin 980'e, can kaybının 2 bin 140'a yükseldiğini bildirdi. Bakanlığın internet sitesinde yer alan "Türkiye Günlük Koronavirüs Tablosu"nun güncel verilerini, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da Twitter hesabından paylaştı. Tabloya göre, toplam test sayısı 673 bin 980, toplam vaka sayısı 90 bin 980, toplam vefat sayısı 2 bin 140, toplam yoğun bakım hasta sayısı 1909, toplam entübe hasta sayısı 1033, toplam iyileşen hasta sayısı 13 bin 430 oldu. Bugünkü test sayısı 39 bin 703, vaka sayısı 4 bin 674, iyileşen hasta sayısı 1454, vefat sayısı ise 123 olarak kayıtlara geçti.
Tumblr media
"TEDBİRLERE BAĞLILIKTAKİ ISRARIMIZLA KAZANACAĞIZ" Bakan Koca, "Bugün 1454 hastamız daha şifa buldu. En az virüs kadar ısrarcı olmalıyız. Bu savaşı; sağlık ordumuzun özverisi ve tedbirlere bağlılıktaki ısrarımızla kazanacağız" ifadelerini kullandı. BAKAN KOCA'DAN "YERLİ SOLUNUM CİHAZI" ÜRETİMİNE İLİŞKİN MESAJ Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, yerli solunum cihazı üretiminde emeği geçenlere teşekkürlerini iletti. Bakan Koca, Twitter'dan yerli solunum üretimine ilişkin, "Henüz hastalık sınırlarımıza girmeden ihtiyacı görüp yerli ve milli imkanlara güvenerek başlattığımız solunum cihazı projemiz seri üretimden çıktı. Emeği geçen herkese teşekkürler" paylaşımında bulundu.   Read the full article
0 notes
Text
Kendine Doğru Yönelebilen Yıkıcılık, Corona  ve Düşünme Çabası
Bunu yazan kişi bir kez olsun yakınından geçmediği çay tarlasından , çay fabrikasından gelen çayı içti. O çayı mülk etti ve devlete kayıtlı olabildiği için dogalgaz ve elektrik abonesi olabildi. Hiç tanımadığı elektrik ve doğalgaz işçileri sayesinde o çayı yapabildi. Hiçbir inşaatta çalışmadı ve evlerde oturuyor. Çorabını bile yamuk yumuk diker kıçında donu ve sırtında yeleği var. Corona günlerinde evde kalabiliyor, suçludur. Hep başkası sayesinde var ve virüsten korkuyor. Bu korkusunu da ,ben sorun değilim ya yakinimdakilere bulaştırırim diye korkuyorum şeklinde ifade ederek õtelemeye çalışıyor. İnternet çalışanları sayesinde bu yazıyı yazdı, telefon ve laptopun içini açsa müzede gibi hisseder kendini. Tümüyle yabancı olduğu bu dünyada var olduğunun ve var olması gerektiğinin farkına vardi, varlığının gerekçesi Corona virüs. Kendi varlığınin en büyük virüs olduğunu söylüyor.
Verilerin dünyası içindeyiz. İçinde olduğumuz veriler. Büyük verinin bir parçasıyız. Bir ülkenin nüfusu içerisinde sayılıyoruz. Fakat o nüfusun bütününe dair bir aidiyet hissimiz yok. Birileri bizi “millet” “halk” “ulus”; ekranları başındaki milyonlar, endişeli yurttaşlar, facebook kullanıcıları, twitter kullanıcıları olarak kurguluyor. Biz o kurguyu ifade ettiğimizde  kurgunun dışında kalıyoruz. “Halk cahil” dediğimiz anda halkın dışında varsayıyoruz kendimizi. “Halk “ kavramı üzerine boca edilen yığınla anlam ve misyonun hıncını boşaltıyoruz.
 Kavramlar ve kelimelerin dünyası bize yabancı. Bir gizemin içerisindeyiz. Bir rüyada sayıklıyor gibiyiz. Konuşmuyoruz. İnsanın kamusal konuşması; ölümü tepeleme ve ölümü öteleme hissidir.
Her gelen gün; her ileriye gidiş, eski rüyalarımızı özletiyor bize. Geriye doğru sayıklamaya başlıyoruz. Sürekli eski ve güzel günlere, her şeyin daha basit ve karmaşık olmadığı bir geçmişe özlem duyuyoruz. 
Hiçbir konuşma ve ifade etme biçimi, kendine doğru bir yıkıcılık sergilemiyor. Bütün konuşma biçim ve içeriği ölümü tepeleme arzusu ve kendinin altını çizme, kendini egemen kılma çabasıdır. Burada derin bir egemenlik tutkusu ve mülkiyetçilik göze çarpıyor.
Corona günleri başlar başlamaz; sayısız entelektüel; sokağından ve günden bağmsız; kendi mülkiyet ve egemenlik sahaları içerisinde konuşmaya başladı.Gülünçtür.Herkes suya yazı yazıyor. Sokağından ve kendinden habersiz; bütün her şeyi seyre dalan ( ki devrimci anlamının dışında teori- bir seyirdir. bu dünya bir pencere her gelen bakar gider ) bir tarz hakim.
Bu tarz; bazı soruları hiç sormamış besbelli. Örneğin; bugünkü ve geçmiş haliyle insan yaşamı değerli midir ? Bütün ölüm haberlerini; her bir yaşamın acısı ve derinliğin yok sayıp i “rakam” “veri” “azalan ölüm oranı” olarak sunulduğu bir dünyada; insanların da bu duruma rıza gösterdiği bu dünyada insan yaşamı değerli midir ?
Peki;corona’dan kurtulduk diyelim. İnsan yaşayacak mı ? 
Peki; corona’dan önce insan yaşıyor muydu?
Çözüm insanca yaşamak mı ?
Hepsine yanıt hayır.
Kendine yönelmeyen ve kendine doğru bir yıkıcılık sergilemeyen; ölümü tepeleme ve ölümü öteleme isteğini kadim ve kalıcı hale getiren; dinlerin, ailenin, piyasanın, devletlerin, sınırsız egemenlik anlayışının kölesi ve taşıyıcısı olmuş insan yaşamıyordu, yaşamayacak ve insanca yaşadıkça bu felaket sürüp gidecek.
İnsanın insanca yaşadığı dönemde; bütün taziyelerin amacı ölümün olağanlığını vurgulamak, hakikat arayışına yönelebilecek sızılı yürekleri dinginleştirmek ve sıradan hayatta kalmaya razı etmektir. Her taziye evi; bir devlettir. Ölümlerin sebebidir ve ölümü örter. Sus payı verir.Yitip giden insanın anısına hayvan boğazlar ve onu sunar. Hayatta kalmanın yolu; her şeyi nesneleştirmek ve ona hakim olmaktır. Ölümü; ölenin şahsında nesneleştirir ve ölümü de yendiğini düşünür.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. İnsan dediğimiz şey; artık mülkiyetin, egemenliğin ve devletin kalesi olmuş, çözülen bir varlıktır. Kim insanı yücelteceğiz, kim insanca yaşayacağız diyorsa; devleti ve mülkiyeti kutsuyordur.
İnsanın kendine yönelmesi; kendi ihtiyaç ve güdülerine yönelmesi, onların kökeni hakkında sorular sormayı unutması, dünyaya seyirlik olarak bakması, her şeyin alıcısı ve her makinanın sadece vidası olmaya gönüllü olması, biriktirmeye, sahip olmaya teşne olması , kendini sistematik inkar içerisinde olması çözümsüzlüğün başlıca sebebidir.
İnsan kendine doğru yıkıcı bir biçimde yönelebilirse; yani insan; insanlıktan çıkabilirse çözüme daha yakın olabilir. Bunu başarmak kolay değil. 
Bunca yazdığın şeyde; işçi sınıfı, ezilen halklar, kadınlar, ezilen cinsel kimlikler, yoksullar, göçmenler yok. Soyut bir “insan” tanımına başvurup oradan sallamışsın denilebilir. İnsan olarak düşünmek; dilsel, cinsel ve sınıfsal ayrımları/yarıkların üzerinden atlamayı sağlayabilir mi, diye sorulabilir. Doğrudur. da.
Fakat; yaşamadığımız için bu soru anlamsızdır. Suya para verdiğim için güvenlidir diyerek plastik şişede satın alıyorum. Sivil devlet(halk), devlet ve özel mülkiyetin duygusu ile duygudaşım.
Kısa çöp uzun çöpten hakkın alacak diyorum. Ezilmeye ve sömürüye hayır diyorum.Yılda 50 milyar hayvan sistematik olarak katlediliyor, ben sağlığım için daha fazla et yemeliyim diyorum.
Pirincin ve buğdayın öyküsünü okurum; pirinç ve buğday tarlasında çalışmışlığım yok.İnsanlığın göçer ve tarım dönemlerine ait birikimini yiyorum ve farkında değilim.
Ölümü unutmuş gibi yaşıyorum.Ölüme karşı sığındıklarımla; devletimle,ailemle,partimle,dinimle yaşıyorum; ölümü öteliyorum.Anlamlı ve kalıcı bir yaşamı sonsuzlukla biriktirmek yerine mülkiyetçilikle kutsuyorum. Ölüyorum.Hala belayım.Mezar taşım var.Ne tam ölebiliyorum ne de tam yaşayabiliyorum. Eskaza bir “yıkıcı” olsam; beni de kutsayıp “devlet dini” için vaftiz edecekler.MARKSİZM-LENİNİZM.İZM’LER.Kim daha dindar diyerek, tefsire girişecekler.
Doğadan bir haberim. Doğa kutsal ve yüce. Devleti öldürsem doğayı kutsuyorum. Bu sefer de doğayı kutsal yapıyorum.
Ben insan olarak; muhalif veya iktidar yanlısı; hep kutsal ve dokunulmaz bir konum arıyorum.Ben egemen olmak ve varlığımı sürdürmek istiyorum. Benim yıkcılığım hep kendimden dışarı doğrudur..Kendime doğru yıkıcı olabilirsem ne mutlu.Çözüm insanlıktan çıkmakta.
Hayvanın bilinci yok, keser yerim. Doğanın doğurganlığı var tecavüz ederim. Kadın namusumdur sever döverim. İnsan dediğin üremeli; ya erkek ya kadınsın ya da kara toprağın derim; sevgiyi üremeye hapsederim. Kendimden dışarı doğru zulmün irinini akıtırım.
COVİD 19 YOLDAŞ BU GİDİŞE DUR DEDİ.Duyan olmadı. Biliyor ve görüyoruz, “evrensel” siyaset felsefecilerinin evrenselliği 5-6 ülke filanmış. Hindistan, Çin, Afrika,L.Amerika pek umurları değilmiş. Orta Doğu gündemde olduğu için biraz ilgili gibilermiş o kadar. Orayı da kendi epistemik sınırları içerisinde algılamışlar.
COVİD 19 YOLDAŞ BU GİDİŞE DUR DEDİ.Emperyalizm kağıttan kaplanmış. Hatta emperyalizm kağıttan maskeymiş.Solunum cihazı yetersizliğiymiş.Ölüm televizyonlarda; Orta Doğulu insanın öldüğü gibi trajik ve bize uzak değilmiş.
Nasıl olur.Nasıl olur da aniden bir virüs yüzünden ölebilirim ? İnsanca yaşamak; daha fazla egemenlik ve daha fazla mülk istediğin için. Bunu temel arzu ve temel politik motivasyon yaparak muhalif olanı devletleştirdiğin için.Senin insanca yaşadığın binalarda milyonlarca “işçi-insan” kanı olduğu için. Erkeğin siki etrafında bir dünya kurduğun için. Hep hızlandığın ve hep seyre daldığın için.Yaşamın bir işgal olduğu için.Ve işgalciler her zaman kaybedeceği için.
Bu dünya bir pencere her gelen bakan gidiyor. COVİD 19 YOLDAŞ arayabilene hakikat vadediyor.
0 notes
bayrampasatv · 5 years ago
Text
Prof.Dr.Sedat Ziyade Türkiye, Sağlık Üssü olabilir!
Tumblr media
Sağlık çalışanlarının enfeksiyon kapmaması için gerekli olan video laringoskop cihazını çok cüzi fiyata mal ederek kamuoyunda ses getiren Prof. Dr. Sedat Ziyade, Türkiye’nin donanımlı personeliyle, dünyada sağlık inovasyonu açısından önemli bir merkez olacağını kaydediyor. Koronavirüs, hayatımızın odak noktası haline geldi. Tüm dünya, bir yandan hastaları iyileştirmeye çalışırken, diğer yandan da virüsü tamamen ortadan kaldıracak aşı ve ilaç çalışmalarına hız veriyor. Türkiye’de de bilim insanları bu konuda önemli projelere imza atıyor. Peki, bu çalışmalar neler; Türkiye, virüsle mücadelede ne durumda; koronavirüs dünyada neleri değiştirecek? Bu konuda onlarca soru var. En çok merak edilenleri Bezmialem Vakıf Üniversitesi (BVU) Dragos Hastanesi Tıbbi Direktörü ve Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Uzmanı Prof. Dr. Sedat Ziyade’ye sorduk. Prof. Dr. Ziyade, kamuoyunda çok ses getiren, entübe sırasında hasta ve sağlık çalışanı arasında güvenlik mesafesini sağlayan ‘video laringoskop’ adlı cihazı 6000 dolar yerine, 600 TL’ye mal eden BVU Hastanesi Biyomedikal Ekibi’nde yer alıyor. Ekibiyle önemli başarılara imza atan Ziyade’nin koronavirüsle ilgili açıklamaları da çok çarpıcı. 
Tumblr media
2-15 kuralı önemli - Ülkemizdeki vaka sayıları ve iyileşme oranları dünyayla kıyaslandığında, hangi noktadayız? Veri paylaşımında bulunan tüm ülkelere göre en hızlı artış grafiği bizde gözükse de ölüm oranlarındaki rakamlarımızın düşüklüğü umutlarımızı dinç tutuyor. Türkiye’de ölüm oranı yüzde 1,99. Bu oran en iyi savaşı veren Almanya ile hemen hemen aynı. ABD’deki oran yüzde 4. En çok hasta kaybının yaşandığı ABD’de, hekimlerin ilaç desteğini daha az kullanarak yürüttüğü gözlemlenirken hekimlerimiz ise oluşturulmuş tedavi protokolleri ve tecrübeleri doğrultusunda ellerinde ne varsa kullanmaktan geri durmuyor, bir başka ifadeyle topla tüfekle hastalığın üzerine giderek süreci yönetmekteler. - Koronavirüsten korkmalı mıyız? İnsanoğlu bilinmeyenden korkar; corona’da bilmediğimiz birçok şey var. Ancak bunların hepsi bulunacak. Biraz zamana ihtiyaç var. Bilimsel açıdan corona’nın sonu aşıyla gelecek. Salgınlarda ülkemizin destansı başarıları ve tecrübesi var. Bir dönem Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü bu konuda çok iyi işler yaptı. Herkesin korkulu rüyası, çiçek hastalığı, aşıyla eradike (ortadan kaldırmak) edildi. Verem  ciddi bir sorundu. Verem savaş dispanserleri ve senatoryumlarla neredeyse eradike edilecekti. Son dönem Suriyeli vatandaşlarımızın ülkemize girişiyle görülme sıklığı arttı. Şimdi gündemde corona var. Tüm dünyada en son vakaların çıktığı ülkeler kategorisindeyiz. Önce doğu, sonra da batı sınırımızdaki ülkelerde ortaya çıktı. Bizler de fıtratımız gereği sanırım, ölümü izler gibi izledik. Bize bu salgın hiç gelmeyecek gibi bekledik. İlk vakayla her şey başladı. Önümüzde örnekleri de vardı. Ülke gerçekleri göz önüne alınarak hareket edildi. Hataları ve doğrularıyla bir şekilde süreç yönetildi ve bir ayı geride bıraktık. - Virüs kapmada, en belirgin ihmaller neler? Yakın temas: 2 metreden az, 15 dakikadan fazla kuralı. Örneğin asemptomatik (bulgu vermeyen taşıyıcı) kişiyle aynı araç içinde maskesiz yolculuk veya karşılıklı sohbet  gibi paylaşımları 2 metreden yakın ve 15 dakikadan uzun süre yapmanız dahilinde yüzde 95 olasılıkla hastalığı kapmış oluyorsunuz. Ortak kullanım alanlarında virüsle temasınız olmaması söz konusu değil, bu sorun da değil. Virüs ciltten geçmiyor. Sorun şu noktada başlıyor; kişi elini talimatlara uygun şekilde yıkamadan ağzına burnuna veya gözüne götürdüğünde yüzde 85 olasılıkla enfekte oluyor. Bu uyarıların defalarca tekrarlanmasının önemi şurada çünkü hepimiz biliyoruz ki bir kişide tutum ve davranış değişikliğine yol açmak çok zor ve bol tekrar gerektirir. - Hangi durumlarda hastaneye gidilmeli? Basit sebeplerle salgın döneminde, şayet acile/hastaneye gelmişseniz, önünüzdeki ya da arkanızdaki diğer hastadan çok kolay bu hastalığı alabilirsiniz. Bu dönemde yeni başlayan kesik kesik kuru öksürük, ısı artışı, halsizlik, boğaz ağrısı şikayetlerinden en az ikisinin yanında ek olarak etrafınızda şüpheli bir temasınız varsa yüksek olasılıkla Corona’lısınız. Maske takıp, en yakın sağlık kuruluşuna gitmenizde fayda var. - Koranayla birlikte sağlıkta ne gibi değişimler olacak? Global ölçekte, sağlık ordusunun en az askeri ordu kadar kıymetli olduğu bir kez daha ortaya kondu. Şu anki İtalya’yı fethetmek için sizce kaç kişilik askeri orduya ihtiyaç var ya da bir yeni virüs şah mat yapar mı? Bu minvalde sağlık ordusunun da güçlendirilmesi ve de millileştirilmesi çok önemli. İthal ettiğimiz ventilatörlerin zor günlerde bir anda yerli sanayicimizle yapılmış olması geleceğe yönelik umut vadediyor. Yumurta kapıya dayandı. İhtiyaç hasıl oldu, başarıldı. Peki, şimdiye kadar neden yapılmadı diye akla soru gelmiyor değil. Sanırım stratejik düşünen üst akla ihtiyacımız var. Master planımız yok ama aslında her şeyi yapabilecek gücümüz var. Aşı, en erken eylülde
Tumblr media
- Hastalığı atlatanların, yeniden virüs kapma riski var mı? Covid19, RNA virüs ailesindendir. Bağışıklığı en fazla 3 ay gider. Ancak mutasyona uğrarsa tekrar enfekte olmanız için 3 ay geçmesine de gerek kalmayabilir. Hiç hastalanmayana göre çok daha korunaklı olsanız da yine kişisel koruyucu ekipmanlar kullanmamız gerekecek. Şimdilik literatürde, tüm dünyada, bir vakada reenfeksiyon bildirilmiş durumda. - Sağlık çalışanları, bu süreçten ne kadar etkilendi? İlk vakalarla birlikte sağlık çalışanları da neyle mücadele ettiklerini gördüler. İlk etapta rutin işleyen hastanelerde rutin dışına çıkıp, sistemi tekrar tanımlamak gerekti. Sağlık çalışanları değişimlere hızlıca adapte oldu. Okudukça, gözlemledikçe ve yeni duruma adapte olmaya başlayınca kaygılar azaldı. İlk temas sonrası enfekte olan bir grup sağlık çalışanı izole edildi. Onların çoğu, sahaya dönmeye başladı. Sürecin devamında ilk ay kadar sağlık çalışanı hastalanmayacaktır. Zor bulunan kisişsel koruyucu ekipmanlar tamamlandı. Sistem oturmuş durumda.  - Aşı, en erken ne zaman gelir? Dünya Sağlık Örgütü’nün tüm dünyada Covid-19 için açıkladığı çoğalma hızı 2 -2,5 arası. Bu değer, R0 sayısı olarak bilinir. Yani enfekte biri ortalama 2,5 kişiye hastalığı bulaştırıyor. Türkiye’de R0 sayısı açıklanmamış olsa da 3-3,5 arası gibi. Dünya R0’ı, 1’in altına çekmek için mücadele ediyor. Bu değer yakalanırsa enfeksiyon giderek yok olacak. Enfeksiyonun çoğalma hızını azaltacak 4 başlıktaki önlemlerin en önemli ayağı aşı. Türk bilim insanı, aşı çalışmaları için gerekli basamak olan virüs izolasyon işlemini tamamladı. Ardından aşı da gelecektir. Bu konuda uzmanlaşmış herkes seferberlik ilan etmiş durumda. Aşının en erken eylülde gelecektir. Konu üzerinde çalışan merkezlerden birden fazla benzer aşı çıkabilir. - Aşı dışında başka tedavi yöntemleri var mı? Aşı koruyucu önlemdir. Sağlam kişiye yapılır. Plazma tedavisi, hastalığı atlatmış kişinin plazmasındaki bir kısım antikoru alıp, hasta kişiye vermektir. Bu işlemle, hastalığı atlatmış kişideki antikorların, hastadaki virüslerle savaşa girmesini sağlayıp, kişinin iyileşmesi beklenmektetir. Yoğun bakımda yatanlar için kullandığımız bir tedavi yöntemi. Çok iyi cevap veren olduğu gibi, tedaviye cevap vermeyenler de olabiliyor. İkinci, üçüncü dalga olacak mı?
Tumblr media
- Bağışıklık sistemini güçlendirmek için öneriniz nedir? Düzenli yeme içme ve uyuma, öğünlerimizi her besin gıdasından tüketmek, özellikle C vitamini tüketimine özen göstermek başlıca öneriler, bunun yanı sıra sürekli kaygı halinden de uzak durmak gerekmekte. Sanırım bunun en iyi yolu, yaptığınız işe odaklanmakta. - Koronavirüs salgınında 2., 3. dalga olacak iddiaları var. Bu doğru mu? Salgınların natüründe olan tanımlı 2., 3. dalga yoktur. Ancak buradaki kasıt ve beklediğimiz olası tablo şu; evden çıkarmadığımız bir grup steril insan var. 65 yaş üstü, (hastalığı kötü atlatıyorlar diye) ve 20 yaş altı (bulaştırıcılıkları çok diye) gibi. Gün geldiğinde ve çıkabilirsiniz dediğimizde bu grup enfekte olduğunda, tekrar enfeksiyon sayıları artabilir. Sanırım 2., 3. dalga olarak bu durum tanımlanmaya çalışılıyor. - Video laringoskop gibi yeni çalışmalarınız var mı? Türkiye’deki sağlık personelinin dünya standardında teşhis ve tedavi uygulayabilme yeteneğinin dışında yüksek bir inovasyon kapasitesi var. Yoğun klinik tecrübemizi ve pratik zekâmızı kullanarak yaptığımız video laringoskop da böyle bir kapasitenin pratik hayata yansımasıdır. Sağlık Bakanlığı ilk defa Türkiye’nin sağlık bütçesinin savunma bütçesini geçtiğini açıkladı. Sağlıkta kullandığımız ürünlerin yaklaşık yüzde 90’ı ithal ve bir an önce bunları deneyimli sağlık personeli ve sanayicilerimizle birlikte üretmeliyiz. Aynı zamanda Yenilikçi Sağlık Araştırmaları Vakfı (YESAV) üyesiyim. Vakıf, Türkiye’nin donanımlı sağlık personeliyle dünyada sağlık inovasyonu açısından önemli bir merkez olacağını öngörüp bu projelere destek olmakta. Sağlık personeli günlük hayatta onlarca problemi çözmekte fakat bu fikirleri bir ürüne çevirip patentleme ve ticarileştirmeye vakit ayıramamakta. YESAV ayrıca üyelerinin tecrübelerini sağlıkçılara sunup sağlık inovasyonlarının Türkiye’den çıkmasını amaçlamakta. Corona sonrası Türkiye’de liyakat, proje ve üretimin daha ön plana çıkacağını ve Türkiye’nin yeni hikayesinin sağlık inovasyonu olacağını düşünmekteyiz. Bezmialem 1845’te kuruldu Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi’nin temelleri, Sultan 2. Mahmud’un eşi Bezmiâlem Valide Sultan tarafından 1845’te atıldı. Döneminin en modern, donanımlı, batıyla eş düzeyde sağlık ve eğitim hizmeti sunan kurumu olma özelliğine sahipti. Kurulduğu günden bu yana sağlık alanındaki hizmetini kesintisiz şekilde sürdüren Bezmiâlem, 2010’da üniversiteye dönüşerek bilgi birikimini akademik çalışma alanına taşıdı.  Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak hizmet veren kurumun kurucuları Bezm-i Âlem Valide Sultan, Abdülhamit Sani ve Silahtar Abdullah Ağa vakıflarıdır. Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi; Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık, Sağlık Bilimleri fakülteleri ve Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu bölümlerinde eğitim veriyor.  Üniversitenin, sağlık alanında önde gelen üniversitelerden Johns Hopkins başta olmak üzere dünyanın sağlık alanında en saygın kuruluşlarının yer aldığı 35 ülkeden 70 üniversite ile iş birliği bulunuyor. Read the full article
0 notes
saglamsayfa · 5 years ago
Text
Elektronik cihazları corona virüsten arındırmanın yolları
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Klavye temizliği Technopc®'ın önerilerine göre klavye temizliğinde özellikle dizüstü bilgisayarların klavye bölümü temizliğinde temizlik sıvılarının kullanımına çok dikkat etmelisiniz. Tüm elektronik cihazların temizliğinde öncelikle cihazı tamamen kapatın ve elektrik bağlantısını kesin. Klavyeyi ters çevirerek aralarda kalmış parçaların ve birikmiş tozların dökülmesini sağlayın. Mümkünse teknoloji marketlerden temin edilen temizlik spreyini tuş aralarına sıkın, yoksa elektrik süpürgesi ile tuş aralarını temizlemeye çalışın.
Tumblr media
Alkol oranı yüksek kolonya, dezenfektan gibi bazı sıvıları kullanmadan önce dikkatli olun. Plastik aksamlar zarar görebilir. Özel temizlik sıvısı mevcut değilse biriken yağ ve benzeri maddeleri temizlemek için bulaşık deterjanını sulandırarak basit bir solüsyon hazırlayarak kullanabilirsiniz. Temiz bir bez ve hazırladığınız karışımı kullanarak tuşları temizleyin. Kullanmadan önce klavyenizin tamamen kurumasını bekleyin.
Tumblr media
Mouse (fare) temizliği Güncel optik mouse'lar (fare) kapalı yapısı gereği genelde normalden daha az temizlik gerektirir. Bazılarında yalnızca tüm yüzey temizliği yeterlidir. Farelerde de klavyede olduğu gibi yüzey dayanıklılığını bilmediğiniz ürünler için alkol bazlı değil kesinlikle evde basit bir şekilde hazırlayabileceğiniz deterjan bazlı karışımları kullanın. Tamamen kurumadan tekrar kullanmayın.
Tumblr media
Ekran veya televizyon temizliği Dokunmatik teknolojilerin gelişmesi ile bu yüzeyler ile sürekli temas halindeyiz. Sadece klavyeye değil artık ekranlara da dokunuyoruz. Bu teknolojideki hassas ekranların temizliğinde özellikle çok basınç uygulamamaya dikkat edilmeli. Farklı özelliklere sahip cihazlar olmasından dolayı temizliğe başlamadan önce muhakkak kullandığınız ürünün kullanma kılavuzunu inceleyin.
Tumblr media
Kuru bir bezle ekranın yüzeyini yüksek baskı uygulamadan nazik bir şekilde silin. Özelliklerini tam olarak bilmediğiniz yüzeylerde kağıt havlu ve benzeri ürünler kullanmayın. Çıkmayan lekelerde sert müdahalelerden ve baskı uygulamaktan kaçının. Bir ölçek sirke ve bir ölçek sudan oluşan karışımı bezle lekenin üzerine bir süre uygulamanız lekenin çıkmasına yardımcı olacaktır.
Tumblr media
Tablet temizliği Diğer cihazlarda ve dokunmatik ekranlarda olduğu gibi tabletinizi temizlerken de kolonya, dezenfektan gibi alkol bazlı temizleyicileri direkt cihazınıza sıkmamalısınız. Bir mikrofiber bez veya dezenfektanlı ıslak mendiller yardımıyla tabletinizi fazla bastırmadan temizlemelisiniz. Islak kalmamasına özen göstermeli, kurumadan kullanmamalısınız.
Tumblr media
Notebook temizliği Notebookunuzu kapatın. Fişten çıkarın. Ekran için ayrı klavye için ayrı bir temizlik solüsyonu hazırlayın. Dezenfektan, kolonya gibi alkol bazlı ürünleri doğrudan ekrana veya klavyeye sıkmayın. Bilgisayarınızı yan çevirip tozların dışarıya çıkmasını sağlayın.
Tumblr media
Alkollü su veya bulaşık deterjanı ile hazırlayacağınız su ile tuşları fazla ıslatmadan nazikçe temizletin. Kapağın kurumadan kapatmayın. Ekranı en son temizleyin, sabunlu su ya da alkollü su yerine beze sıkacağınız cam temizleme suyuyla bunu gerçekleştirebilirsiniz.
Tumblr media
Cep telefonu temizliği Sürekli elimizin altında olan akıllı telefonlarımız, en sık temizlenmesi gereken ürünler arasında birinci sırada yer alıyor. Öncelikle 7/24 yanınızdan ayırmadığınız telefonunuz ile tuvalete gitmemeye çalışın. Muhtemelen telefonunuz dokunmatik özelliğe sahip. Dokunmatik ürünler genelde çok dayanıklı ekranlara sahip olmasına rağmen kullanma kılavuzunda yazan uyarılara lütfen dikkat edin.
Tumblr media
Temizliğe başlamadan önce telefonunuzun kapalı olduğundan emin olun! Tüm aksesuarları, kılıfını, şarj kablosunu veya kullanıyorsanız kulaklığı çıkarın. Telefon ekranları basınca daha uygun olduğundan biraz daha bastırarak temizleyebilirsiniz. Telefonun ağız kısmına yani mikrofona yakın olan bölüme daha da çok önem verin. Bu bölümü sık sık antibakteriyel bir mendille temizleyin. Kamera kısmını mikrofiber bir bezle hafifçe silin.
Tumblr media
Kulaklık temizliği Gün içerisinde en çok kullandığımız elektronik cihazlardan birisi olan kulaklıklarımız da zaman zaman temizlenmeye ihtiyaç duyar.
Tumblr media
Önce test edin, sonra kullanın Bir temizlik ürününü kullanırken kullanma talimatlarını her zaman okumanız gerekiyor. Herhangi bir temizlik yöntemini denemeden önce cihazın küçük ve görünmeyen bir bölgesinde temizlik ürününü test edebilirsiniz. Read the full article
0 notes
5n5org · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Belçika’da 90 yaşındaki Hoylaerts isimli bir kadında Corona pozitif çıktı. Hastaneye yatırılan kadın, doktorlara: “Solunum cihazı sıkıntısını biliyorum ve kullanmak istemiyorum. Genç hastalar için saklayın. Zaten iyi bir hayat yaşadım.” 2 gün sonra vefat etti. #corona #belgium https://www.instagram.com/p/B-be_5TnHnT/?igshid=4gf6ykhr7vei
0 notes