#camdan küre
Explore tagged Tumblr posts
Text
haramiler
eski şehirli grup. çıktıklarında aynı ismi kullanan başka bir grup daha varmış. şöyle ki:
Haramiler, 1966'da Uğur Dikmen tarafından kurulmuş olan rock müzik grubudur. 1968'de Altın Mikrofon yarışmasında ikinci olmuştur. Kısa bir süre sonra dağılmıştır.
1990'lı yılların ortalarında başka kişilerce aynı isimle, eski grubun kurucularından izin alınarak kurulmuştur. Grup, Eskişehir çıkışlı bir rock müzik grubudur. Grup üyeleri Eskişehir Osmangazi Üniversitesi mezunudur. Şimdiye kadar yayınlanan iki albümü bulunan grup, albümlerinde özellikle Anadolu ezgilerini yoğun olarak kullanmıştır. Solistleri Ayhan Yener ile 2006 yılında vizyona giren Keloğlan Kara Prens'e Karşı isimli filmin soundtrack çalışmasını yapmışlardır.
1960'lı yıllardaki ilk Haramiler grubunun kurucu üyesi Uğur Dikmen'in de destek vermesiyle yine Haramiler adında bir grup genç üyeler tarafından 1991 yılında Eskişehir de kurulur. İlk Haramiler grubu gibi Anadolu Rock tarzında müzik yapmaktadırlar. İlk albümleri Alın Yazısı 1998'de Ada Müzik etiketiyle çıktı. Albümün en ilgi gören parçası olan Mavi Duvar'a video klip çekildi. Drama Köprüsü, Alın Yazısı, Balıkçının Öyküsü, Camdan Küre gibi güzel parçaların bulunduğu albümüyle Anadolu Rock müziğini bize yeniden yaşatan Haramiler cover parçalardan oluşan 2. albümünü 2002 yılında piyasaya sürer. Grup bu albümünde Dadaloğlu, Fabrika Kızı, Leylim Ley gibi klasikleşmiş parçaları bize yeniden sunmuştur.
Grubun 1991 yılındaki kurucularından Ayhan Yener, 1973 doğumlu Türk rock müziği sanatçısı, besteci, doktordur. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunudur. kaynak: wikipedia.
bayıldığım şarkıları:
*birden çıktım viraneden/ koşa koşa indim kumsala/ acı acı sövdüm sonda/ yüzümü kırbaçlayan rüzgara... bayılıyorummm... şarkının adı: mavi duvar
*drama köprüsü bre hasan dardır geçilmez... çok beğeniyorumm.. şarkının adı: drama köprüsü
*fabrikada tütün sarar sanki kendi içer gibi... şarkının adı: fabrika... yan flüt diyorummm (yorumlamışlar)
*ihaneti gözlerinden silseydim keşke...ne çare... şarkının adı: yeşil gözlerinden
*yalnızlık camdan bir küre/ uzatsam elimi sana sevgiyle....
*kar yağıyor bugün ankara ya/ eski günlere/ hatıralara...
*alın yazısı
*balıkçının öyküsü
şarkılarının hepsini ezbere biliyormuşum da grubun ismini bilmiyormuşum. ohh bee müthiş bir içerik oldu. ah benim samimi canlarımmmm <3
#haramiler#anadolu rock#ayhan yener#drama köprüsü#fabrika#alın yazısı#mavi duvar#yeşil gözlerinden#camdan küre
0 notes
Text
Başucu Lambaları Nerelerde Kullanılır?
Mozaik Lambaların Özellikleri?
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/6a6336e2eb67fc10110641a2730cb05d/0a1684c5c9da7636-95/s540x810/155e86a32af54ab3782c8b464902a2d18bd42380.jpg)
Aslında başucu lambaları deyince akla ilk gelen yer yatak odalarıdır. Evet, yatak odalarında sıkça kullanılan aydınlatma ürünleridir. Ancak evin ve mekânların farklı köşelerinde de kullanılabilir. Örneğin çalışma masalarında istenilen aydınlatma ihtiyacını karşılarken ortama estetik bir hava katar. Tavan lambaları, duvar lambaları, masa ve başucu lambaları, zemin lambaları ve aradığınız tüm mozaik lamba çeşitleri mosaic-lamps.com adresinden yüzlerce farklı model seçeneği ile satışta. Genç odalarında da başucu veya masa lambaları olarak kullanılabilir. Ortama farklı bir hava katan mozaik bedside lamps tasarımları istediğiniz renk seçeneği ve farklı motif çeşitleri ile mekânlarınızı aydınlatmaya devam ediyor. Farklı ebatlarda, boyutlarda tasarlanan mozaik lambalarda her mekân için yepyeni model seçenekleri var.
Mozaik Lambalar Dayanıklı Mıdır?
Evet, aydınlatma modern ve klasik tasarımlarda varken neden mozaik lambalar tercih ediliyor. Çünkü mozaik lambalar bir emeğin, sanatsal çalışmanın göstergesidir. Mozaik lambalar eski seramik boyama sanatında kullanılan reçinenin aynı şekli ile cam lambalarda kullanılmasıdır. Ayrıca tüm motifler eski Türk kültürü motiflerini yansıtır ve bu işlemlerin hepsi el işçiliğidir. Bu yüzden mozaik lambalar tüm aydınlatma ürünlerinden daha değerli ve daha anlamlıdır. Mozaik lambalar yalnızca evlerde değil, otel, cafe, işyeri ve sanat hizmeti veren birçok yerde kullanılmaktadır. Mozaik lambalar da sonuçta camdan yapılan dekoratif aydınlatma ürünleridir. Tabi cam düştüğünde kırılma olasılığı yüksektir. Ancak küre denilen camlarda ürünün tamamını çöpe atmadan aynı model ve renklerde cam satın alabilirsiniz. Bu alanda hizmet veren firmalar bu tür olasılıklara karşı üretim yapmaktadır. Mozaik lambalarda ışıklandırma gücü günlük hayatta normal lambalarda kullanıldığı kadar olmalı. Daha yüksek güçte ampul kullanımı reçinelerin erimesine neden olabilir.
Mosaic-lamps.com
0 notes
Text
InWin Yeni İmza Kasa, mini-ITX Kasa ve Soğutma Çözümlerini Gösteriyor
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/34a9fabf005814086dee4e13e17f5561/78a9501c353fe5fb-7c/s540x810/65eb080eef9a5c1e2aec54fd388e4297b84ca776.jpg)
Bu yılki CES InWin'in göstereceği çok şey vardı. Dünyanın en iyi PC kasa modelleyicilerini bile etkilemek için tasarlanan imza kutusundan başlayarak, InWin bize neler yapabildiklerini göstermek istedi. Diéy olarak adlandırılan bu PC kasası, çok benzersiz görünümlü bir kasa oluşturmak için alüminyum, SECC çelik ve pleksiglas gibi birçok malzemeden yapılmıştır. Pleksiglas kesimlerle kaplı robotik bir küre yapısı sunmak, onu bir durumdan ziyade bir bilim kurgu yaratımı gibi gösterir. Eşsiz görünüm sunarken, E-ATX anakartı barındırabilir, 360 mm uzunluğa kadar grafik kartları için destek sunar. Ayrıca kasanın arkasında bir adet 120 mm radyatör ve tepesinde bir adet 360 mm radyatör için destek vardır, bu nedenle burada su soğutma yetenekleri yoktur. InWin B1 kılıfı İmza şasisinin yanı sıra InWin, halka da B1 adında yeni bir Mini-ITX davası gösterdi. B1, yalnızca Mini-ITX anakartlarını barındırabilen küçük bir form faktörü kasasıdır, bu nedenle HTPC veya AMD'nin Ryzen APU'larıyla donatıyorsanız hafif bir oyun makinesi olarak idealdir. Kasayı çevreleyen renkli temperli camdan yapılmıştır. Bilgisayar deneyiminizi güçlendirmek için içeride 200 W 80 Plus Gold sertifikalı bir PSU bulunur. InWin AJ120 RGB fanlar Yeni şasiye ek olarak, InWin bize bu kutulardan havayı mümkün olan en iyi şekilde itecek yeni hayranlar gösterdi. Yeni AJ120, maksimum performansta 70 CFM hava akışı ve 2.62 mm / H2O hava basıncı üreten 120 mm'lik bir fan. InWin SR36 ve SR24 AIO sıvı soğutucuları Günümüzün termal olarak çok talep gören işlemcilerini soğutmak için InWin, sıvı soğutma amaçlı yeni bir ürün serisi tanıttı. SR24 ve SR36, CPU'nuz için eksiksiz bir soğutma çözümü sunan 240 ve 360 mm All-In-One sıvı soğutuculardır. Bakır soğuk plakaya paralel basınç uygulamak için her ikisinin aynı anda çalıştığı patentli bir "ikiz türbin" pompası kullanarak, sözde daha büyük termal performans sunar
0 notes
Photo
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/808dddf9420a5e26bea0781b2b6f7edd/tumblr_onhdk4m7Tq1w3bdpuo1_540.jpg)
Laika – Father of Guide Dogs
Laika silently looked out of the command module’s window. None of the living creatures hadn’t have been brave enough to see what he saw that day. Actually, she wasn’t represent the boldness at all, she was there only because of coward people’s passion for space. Was she also curious about space? She didn’t know yet. As a tail flicker creature, she already salivated enough for what lies among her eyes.
She couldn’t tell if she upside down or not. She was losing her space perception. Suddenly, she felt relaxation at her muscles and her tongue stoped dangling from her mouth and started floating. Scary sounds from the outside replaced by scarier quietness. She felt her veins, while blood freely flows through them. There were animals which can live up to 150 years and there were plants which can live up to 500 years in this world but she won the game. She was only 3, but she already saw a blue sphere that none of the living creatures ever seen before.
Laika heard the voice of her owner for the last time from a bizarre device that she was wearing. She told him every single detail of what she saw by barking only once.
Then, it began to get warmer again. Her tongue started dangling and her eyelids were about to close because of tiredness. But she liked zero gravity. I think she saw something like this photo before she died. Laika was the first ever creature that helped to human race for their journey to space. She closed her eyes like she would never be resist to gravity again…
—————————————————————————————————-
Laika – Rehber Köpeklerin Atası
Laika usulca camdan dışarı baktı. Daha önce hiçbir canlı varlık, gördüğü şeyleri görmeye cesaret edememişti. Aslında kendisi de bu konuda cesaret timsali değildi, netice de burada olmasının tek nedeni korkak insanoğlunun uzayda ne olduğunu merak etmesiydi. O merak ediyor muydu, bilmiyordu. Gördüğü her şeye kuyruk sallayan bir canlı olarak, en azından gördükleri karşısında şuana kadar yeteri kadar salyası akmıştı. Havladı.
Ters miydi, düz mü? Anlamadı. Sanki mekansal algısını yitiriyordu. Kaslarında bir gevşeme hissetti, ağzından sarkan dili artık ağzından sarkmıyordu. Dışarıdan korkutucu sesler yerini daha korkutucu olan sessizliğe bırakmıştı. Kanın damarlarında özgürce aktığını hissetti. Yaşadığı bu dünya da 150 yıl yaşayan hayvanlar, 500 yıl yaşayan bitkiler vardı ama o kazanmıştı oyunu. 3 yaşındaydı ve daha şimdiden hiçbir canlının görmediği mavi bir küre görmüştü.
Laika sahibinin sesini duydu son kez kafasındaki garip aletlerden. Ona gördüğü her şeyi anlatan tek bir ‘hav’ sesi çıkardı.
Her yer ısınmaya başlamıştı. Dili tekrardan ağzından sarkmaya başladı. Göz kapakları yorgunluktan kapanıyordu. Yer çekimsiz ortamı sevmişti. Son anında fotoğraftaki gibi bir manzara vardı gözlerinde sanırım. İnsanoğluna bu korkak yolculuklarında yardım eden ilk canlıydı Laika. Gözlerini bir daha yer çekimine karşı gelmeyecek bir huzurla kapattı.
#analog#35mm#35mm film#35mm photography#35mm camera#film photography#story#lomography#film#analogue#yazı#yazar#yazarlar#fotografia#fotografheryerde#fotoğraf#fisheye#world#analogue photography#photography#filmisnotdead#film community#on film#the analogue project#filmforever#keepfilmalive#shootfilm#istillshootfilm#hikaye#analog photography
4 notes
·
View notes
Text
yıkık
kırılgan rüya alçak zemin ufuk dar gece yolcu zamansız görünen yıldız bir bakarsın önüne düşer camları kırık camdan küre özü eksik eli boş elini uzatsan tutacaksın dilinin ucunda o ev denizin ortasında kendi toprağında hepsine yeni bir son yazılı cinler şişesinde her şey yolunda dönüp bakmaya müsait arkanda yangın da yok gözünü isteyen de uçsuz uzak deprem yok şimdi yanıl buna sabah olmadan elini uzat tut ucundan çıkar aklındaki o evi
0 notes
Photo
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/1300c372704271295c6a42732e7408bd/tumblr_p0n4zgqtfB1qb2talo1_540.jpg)
Her şey bunun içinmiş. Onca çaba, mesai, uykusuz gece, gayret dolu gün. Onlarca kişinin aklı, tonla kişi ve ajansın emeği. Onca hesap kitap, plan program, hesap tutmayınca alternatif yol yordam. Hepsi üzerinde "Avrupa Şampiyonu" yazan camdan bir küre içinmiş. Değer mi? Bilmem ki, siz söyleyin? Zaman zaman çok zordu, değmez gibi geldiği anlar bile oldu. Ama dürüst olalım: Kuşkuların kaybolduğu anlar daha çoktu. Dün gibi hatırladım Pınar'la 2 yıl önceki sohbetimizi: Herkes sahiplendiğinde görevimizin önemli bir bölümü tamam diye sözleşmiştik. Eve dönerken hiç susmadan konuşan gecenin gönüllü sunucusu Yiğit'in şikayetleri görevin tamam olduğunun kanıtıydı: Ford ekibinden 20'li yaşlarda biri "konuşma metnin nerde?!" diye bunaltmış gece öncesi ısrarla. Bilmiyor ki garibim karşısındaki sadece işi değil hayatı doğaçlama yaşayan biri, tamamen boşuna iyi niyetli çabası :) O akşam finanstan pazarlamaya, lojistikten üretime, uzmandan ceo’ya, arge’den ajansa, teknisyenden sponsora, yani kısaca ailenin her tarafından birilerini gülen yüzleriyle ve gurur içinde görünce anladım herşeyin yolunda olduğunu. Yıllar önce temeli atılmış bir binanın üst katlarından biri daha bitti. Herşey tamam diyemem ama bundan sonra yapılacak olan kurulmuş olan sistemi kararlılıkla işletmek. Sürekli iyileştirmek ve sabretmek. Ötesi? Orası Serdar’ın elinde. Yani o görev de emin ellerde. Onca insan, kurum, akıl ve fikir tek bir gövde oldu bu cam küre ve temsil ettikleri için. Takım üyesinden ajans çalışanına, sponsor yöneticisinden pilot ve kopilota kadar herkes aynı duyguyu paylaştı o gece: Karşılıklı takdir, teşekkür ve minnet dolu bir takım ruhu. Hayal ettiğimiz gibi. Alışık olduğumuz gibi. Yolun açık olsun Castrol Ford Team Türkiye... http://ift.tt/2AIHINB
0 notes
Text
İçimde Büyüyen Dünya/Mary Costello
‘’Özel Ruhlar Acıya Gebedir…’’ Mary Costello, İrlanda’nın bağrından bir demet gül değil, kırılgan bir gelincik toplamış da düşmüş satırlara. Önce kadim toprakların el değiştirişini, anılarını dinliyoruz yazarın kaleminden. Ardından yol ayrımları başlıyor ve hikaye Lohan arazisinden New York’un keşmekeşine uzanıyor. 3. tekil şahsın ağzından tanık oluyoruz Tess’in hikayesine; içinde büyüyen dünyanın kederlerine, çocukluğuna, gençliğine, orta yaşına ve sonunda geçkinliğine. Ailenin kocaman güçlü bir çınar olarak hayata başladığı zamanların, o ışıltılı ilk vakitlerinin ardından gelen gürültülü fırtınanın, ağacın köklerini alaşağı edişini hissediyoruz tüm kalbimizle. Öyle ya da böyle hepimizin sahip olduğu en gerçek şey köklerimizdir ve bu hayata tutunmaya çalışan kökleri bazen bir tek kusursuz an kırabilir. O an bir annenin kaybıdır ya bazen, Tess için de öyle oluyor. İçine kapanık, kolay uyum sağlayamayan, ürkek bir çocuk olan Tess’in ruhunda, tüm evrene dair geçirgen, handiyse ilahi bir ışık olduğunu anlıyoruz. Kimi sevse, hissediyor tüm kalbiyle. Bu yüzden çok az kişiye bağlanabiliyor ve korkunç bir yalnızlığı, manastırda yaşayan bir rahibe vecdiyle buyur etmiş oluyor hayatına. ‘’… Ama acısının tınısında öyle bir şey var ki büsbütün korkunç değil. Acısının hakiki, berrak ve arındırıcı bir yanı var ve Tess de bu yüzden içinde ona tahammül etme isteği buluyor. Bir sınav bu, kırıp geçmesi gereken bir duvar.’’ Yazar betimlemenin gücünü ustalıkla kullanıyor ve bu da kelimeleri elle tutulur; hissedilir kılıyor. Kitabı bir bütün olarak görmeyi başarınca da, karakterlerin her birinin, aynı nihai amaçla uzay boşluğunda salınan ve birbirlerini her seferinde teğet geçen uydulardan farksızken, Tess’in içinde büyüyen dünyanın bazı özel ruhlarla temasının, ‘tutulma’ etkisini anlıyoruz. Aşkı içinde büyütüyor, tıpkı toprak gibi, tıpkı annesi gibi, ablası gibi.. Altı kardeşler ancak tek bir ablasıyla özel bir diyalog geliştirebilmiş. Etrafında onlarca erkek var, ancak bir tekine yürekten bağlanabilmiş. Bu da karakterin köksüz bağsız değil ancak zor tutunur yanının altını çiziyor. İçinde saklı bir benlik hapsetmiş. Nitekim Tess, hemen her buhranda da bu yönüyle yalnızlaşıyor. Sanki yazarın romanında okuyucuya asıl ikram etmek istediği de, karakterin ruhunun bu başkalığı oluyor. Annenin, ailenin kökleri, babanın ise o kökleri toprakla bütünleştiren, büyüten güneşi olduğunu anlatıyor Costello. Hikayenin başladığı İrlanda’da, geniş bir araziye kurulu çiftliklerinde geleneksel bir hayat sürmekte olan ailenin, annenin ölümüyle başlayan dağılıp, çözülme sürecini, sevdiği kadının gidişinin yasıyla, sıcaklığını kaybeden bir güneş olan babanın batışı izliyor. Kurgu muazzam süratle ilerliyor. Dikkati dağınık yahut takıntılı bir okuyucuyu yoracak hızda üstelik. Öyle ki, bölüm geçişlerini dahi saymazsak, satır aralarında yıllar geçiveriyor bir solukta. ‘’… Elini kalbine götürdü. Ev gitmiş, toza dönmüştü. Toprak ölümcül bir yara almıştı.’’ Camdan bir küre gibi nazenin ve kırılgan ruhu Tess’in de��işmeyen tek yazgısı. Kitabın merkezinde öylece duruyor. Hikaye, bu merkezin uydusu gibi, olanca tutkusuyla yol alıyor. Biyografik bir bakış açısıyla ilerleyen yazar, esasında oldukça tanıdık sancıları anlatıyor. Başkarakter Tess’in, annesinin ölümünün ardından kısa süreli dilsiz kalışını, adeta annenin gidişiyle yuvaya çöken sessizliğin metaforu olarak kullanıyor. Büyük ablaların birer birer evlendirilerek, tıpkı anneleri gibi çok çocuklu bir aileye dönüşmeleri, ölüme karşı bir başkaldırı çabası halini alıyor. Yuvadan kanadı kırık uçan iki yalnız kuş olan Tess ve Oliver’ın akıbetleri de, satır aralarında, düzene karşı direnç göstermenin hayat tarafından kabul görmeyeceğini fısıldıyor. Tüm bu geniş aile idealinin aksi düzleminde, Tess’in dostluğunu kazanmış tek kardeşi olan Claire’in, sağlıksız aile hayatı; kocasının tekinsizliği, Tess’e yolladığı mektuplarda kendini ele veren yalnızlığı ile ortaya çıkıyor. Asıl olanın evlenmek ve çoğalmak değil, sevgi, merhamet ve uyum olduğu incelikle vurgulanıyor. Dışarıdan bakınca bekarların gıpta ettiği mutlu evli çiftlerin, baş başa kaldıklarında iki yalnız yabancıya dönüşebildiği günümüz şartlarında düşününce de , yazarın oldukça gerçekçi ve tutarlı davrandığını anlıyorum. Kadınların yalnızlık sızılarını ters yüz eden iki şeyden biri aşksa eğer, okuyucu aradığını bulamayacak. Çünkü Tess Adem’ini kaybetmiş bir Havva. Lakin ikincisi ‘’anne olmak’’ ise, tam isabet. Tek umudu bir an evvel tanrının cennetine kabul edilmek olan Tess’i hayata karıştırıyor. Öyle ki, kendinde noksan bulduğu her şeyi yeniden sevmeye, yaralarını ‘annelik’ merhemiyle sarmaya başlıyor. Sevgisini koşulsuzca verebilmek ve karşılığını görmek onu iyi ediyor. Gelgelelim, yalnız kadın, anneliğiyle çoğalsa, hayata bağlansa da, dünyanın neresinde olursa olsun bir çocuğu babasız büyütmenin yaralarından da payını fazlasıyla alıyor. Sevgisinin deva olmadığı ‘babasızlık’ sancılarını, empati tanrıçası Tess, oğlunun gözleriyle ve kalbiyle görüp anlatıyor. Bu haliyle bile, ‘’kadın olmak’’ yalnızlığının esasında coğrafyalar üstü olduğunu vurguluyor. Bu sebeple çevirisi yapılan her dilde okuyucusuna dokunabilecek etkiye sahip. Costello, imgelem gücü yüksek ve çarpıcı bir karakter doğurmuş. Geçmişle bağını koparmayan, ailesinden uzak yalnız bir kadının hayata tutunma gayretini de, İrlanda gelenekselliğinden, Amerika’nın uçarı ve özgür sokaklarına taşımış. Ve böylece, hayatın orta yerinde çocuğundan başka tutunacak dalı olmayan her kadının kolayca içine girebileceği bir hikayenin kapısını da açmış. Yalnız çıkılan yolculuklar, yalnız yenen yemekler, yalnız girilen yataklar ve böylece sona eren günler boyunca kadın, kendini tanımak, özünü dinlemek fırsatı bulabildiği gibi, aidiyetlik açlığı içinde dalından kopmuş bir güz yaprağı gibi oradan oraya da savrulabiliyor çaresiz. Bu yoksunluk halini bir kadının kaleminden en mahrem ve en gerçek haliyle okumak fırsatını da romanına sığdırmayı pekala başarmış yazar. Tüm bunları yaparken, 200 sayfaya koca bir hayatı sığdırmak kolay olmasa gerek. Bu sebeple de hızlı geçişlerle hikayeyi büyüten yazar, metnin içine yerleştirdiği küçük hikayeleri başıboş bırakmış. Söz gelimi, tam merak uyandıran bir yan karakter ortaya çıktığında, onu orada öylece bırakıp gitmiş. Ana karakter Tess’i bambaşka bir yer ve zamandan anlatmayı sürdürmesi de, haliyle , okuma esnasında kopukluğa sebep oluyor. Yine de, okuduğum pek çok kitap bittiğinde içimde kalan o tanıdık, yarım kalmışlık hissini, ‘’Akademi Sokağı’nda kaybediyorum. Öyle ki, kitaba orijinal adını veren o sokakta sükunetle oturup, çocukluğuma dair sığınabileceğim bir gün arıyorum zihnimde. Sanıyorum ki, okurken, dikkat ve sağlam gözler kadar, hasretten anlayan bir kalbe de ihtiyacı olacak okuyucusunun.
0 notes
Text
İnsan, doğa karşısında geçici, küçük, zavallı olduğunu ancak doğa içinde yaşayarak, doğayla yaşayarak bulur sanırım. Aynı şekilde doğanın kendinden ne kadar güçlü, ne kadar ilham verici olduğunu da. Ve biz ki, yani Kastamonulular olarak hala ne göğü göstermez bulvarların, ne güneş sandığımız sahte aydınlıkları yaratan camdan gökdelenlerin ne de gri betonlara neonlarla çizilmiş renkleri doğal sanmadan hala bu dünyanın gerçeğini yaşayabiliyoruz. Hafta sonu 1 Mayıs İşçi Bayramı ile birleşince güzel bir tatil oldu herkese. Kastamonu’da nasibini aldı bu süreçten. Birçok kentten havanın da güzel olmasıyla insanlar özellikle Küre Dağları Milli Parkına hücum etti. Ee, nasıl etmesin. Metropollerin yanılsamalı ve gerçeküstü yaşamı artık herkesi bezdirdi bu yaşamdan. Artık, insanlar sosyal faaliyetlerini kentsel hobilerden çok sadece “ruh arındırmak” üzere olabildiğince doğal ortamlara, doğaya, sadelik ve sakinliğe ayırmak üzere dönüşüyorlar. Çünkü oradaki mavi, neon mavisi değil. Çünkü oradaki yeşil plazaların yapay yeşili değil. Çünkü orada aldığın nefes, ciğerlerine değil de ruhuna, yaşamına, aslında ait olduğun benliğe dair çektiği nefes…
#gallery-0-13 { margin: auto; } #gallery-0-13 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 33%; } #gallery-0-13 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-13 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Rota bu kez, Pınarbaşı Sümenler Köyü sınırlarından başlayarak zorlu bir parkurla devam eden büyüleyici Mantar, Ejderha ve Ilgarini Mağaralarıydı. Bu mağaralar ve içinde yer aldıkları doğa işte ilk paragrafı yazdırdı aslında. Yarım asırlık ağaçlardan oluşmuş ormanlardan geçerken ne kadar aciz olduğumuz aklımıza geliyor. O zorlu coğrafyada yürürken ne kadar kolaycı ve zayıf olduğumuz aklımıza geliyor. Ve o devasa mağaralara geldiğiniz de hele ki oluşumları yüz milyonlarca yıllık olduğunu bildiğinizde ne kadar kısa bir ömre sahip olduğumuz, ne kadar geçici yaratıklar olduğumuz ve doğanın sadece minnacık bir parçasında bile ne kadar küçük olduğumuzu anlıyor ve en azından kendi adıma sorgusuz bir saygı duyuyorum. Sanırım bu duyguları bir tek ben değil, birlikte yol aldığım herkes duyumsuyordu. Yol arkadaşlarım dedim çünkü 1 Mayıs’daki bu güzel faaliyetin ev sahibi kısa adı KADASK olan Kastamonu Dağcılık ve Doğa Sporları Derneği’ydi.
#gallery-0-14 { margin: auto; } #gallery-0-14 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 33%; } #gallery-0-14 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-14 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
*** Sivil toplum örgütü ne işe yarar ya da iyi/faydalı bir sivil toplumu nasıl olur hiç düşündünüz mü? Ya da sadece alışık olduğumuz şekilde tabelacı bir toplum olmaktan dolayı faaliyet yapmasa da sadece isminin olması yeterli mi? İşte şimdi yazacaklarım bana göre Kastamonu’da pek de alışık olmadığımız ve tek kelimeyle örnek teşkil eden bir sivil toplum örgütü ile alakalı. Bu örnek, KADASK yani Kastamonu Dağcılık ve Doğa Sporları Derneği. Kurulup da dernekleşeli bir yıl bile olmadı. Olmadı ama yaklaşık 8 aya neredeyse 80 tane faaliyeti alanları, uzmanlıkları doğrultusunda gerçekleştirdiler bile. Trekking, kayak, bisiklet, offroad ve dalış üzerine etkinlikler düzenle aynı zamanda ilk yardım, arama-kurtarma eğitimleri verip, sosyal sorumluluk projeleri de ürettiler. Derneğin başında ise toplum gönüllüsü aile hekimi olan Dr. Alp Arslan bulunmakta. Bugüne kadar, 23 Nisan Yürüyüşü, 29 Ekim Yürüyüşü, İstiklal Yolu Yürüyüşü, Ilgaz Zirve Tırmanışı, Kış Eğitim Kampı ve Temel Dağcılık Eğitimleri gibi kısa sürede birçok önemli işe imza atmış durumdalar.
#gallery-0-15 { margin: auto; } #gallery-0-15 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 33%; } #gallery-0-15 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-15 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Derneğin üyeleri ise ruh sahibi gönüllüler. Ruh sahibi tanımını iki nokta için kullanıyorum. İlki, derneğin asil üyeleri Kastamonu dâhil yakın illerdeki UMKE (Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri) görevlileri ve Kastamonu AFAD (Afet ve Acil Durum Başkanlığı) çalışanlarından oluşması. Yani zaten günlük hayatta mesaileri hayat kurtarmak olan bu insanlar, boş zamanlarında da hem bilgi ve tecrübelerini başkalarıyla paylaşıyor ve öğretiyor hem de kendilerini hem zinde tutup hem de tecrübelerini artırıyorlar. Tabi ki dernek sadece bu insanlardan oluşmuyor, bunun yanında üniversite öğrencileri ve gönüllüler de aktif rol oynuyor. Ruh sahibi olarak lanse etmemin ikinci nedensi ise, derneğin çok önemli bir kuruluş amacının olması. Evet, eğlenceli zaman geçirmek, sağlıklı zaman geçirmek, doğanın farkına varmak, kendinin farkına varmak ve hatta spor yapmak amaçlar için de ama dernek asıl olarak, toplumda “afet bilincinin” oluşması ve “afete karşı bilinçli bir toplum yaratmak” gayesiyle kurulmuş durumda. Keza etkinlikleri ve eğitimleri ile de bu amaçlarında oldukça başarılı ve kararlı bir şekilde ilerliyorlar. Yine başa dönüp söylemek isterim ki, doğa karşısında aciz, geçici ve küçük olduğumuzu bilmemiz gerekir. Adı denge olmasa da doğayla barışık yaşamak, onun doğasını anlamak, öğrenmek bize içinde yaşadığımız bu dünyayı, doğayı daha sağlıklı ve bilinçli bir yaşamı mümkün kılacaktır. İşte KADASK’ın amaçlarından biri de bu… Hele ki bizler de bu öğretinin yanında içinde bulunduğumuz deryayı tam anlayalım, olabildiğince fark edelim, keşfedelim ve bilelim ki ne biz doğaya yıkım olalım ne de onun doğası gereği yaşanacak bir durumda hazırlıksız kalalım.
MURAT KARASALİHOĞLU
O Mahiler ki Derya içredir Deryayı Bilmezler İnsan, doğa karşısında geçici, küçük, zavallı olduğunu ancak doğa içinde yaşayarak, doğayla yaşayarak bulur sanırım. Aynı şekilde doğanın kendinden ne kadar güçlü, ne kadar ilham verici olduğunu da.
0 notes