Tumgik
#bunalıyorum çocuk
okuryazarlar · 3 days
Text
Tumblr media
❝Bunalıyorum çocuk, büyük bir acı içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk maddi, manevi bir perişanlık içinde…Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; maalesef memleketin hakiki durumu bu işte! Bunda bizim günahımız yoktur. Uzun yıllar, hatta asırlarca dünyanın gidişatının farkında olmayan aymaz, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket, düşe düşe bu acınacak hale düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın…Büyük yeteneklere sahip olan zavallı halkımız ise, kendisine kutsal akideler şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış.❞
Atatürk’ten Hatıralar 1-2, Hasan Rıza Soyak
45 notes · View notes
Text
"Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum.."
161 notes · View notes
hisboslugu · 6 months
Text
yalnızım çocuk, bunalıyorum.
9 notes · View notes
baybaykus · 1 year
Text
0 notes
betapapilion · 3 years
Quote
Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi perişanlık içinde.
Mustafa Kemal Atatürk
2 notes · View notes
ozkaya · 4 years
Text
Birkaç dakika sonra bugünle de vedalaşacağız, tıpkı eski günlere el salladığımız gibi. Şu günler gerçekten çok fazla canımı sıkıyor, bunalıyorum fakat bana özel bir durum değil, bir nebze yatıştırıyor bu bilgi beni. Geçen seneye bakıyorum da, birçok şeyin kopma noktası olmuş üniversiteye başlamam. Gerçi ilk günleri okulu bırakmıştım, eşyaları toplayıp evime geri dönmüştüm, annem vazgeçirdi beni bu düşüncemden, ardından ortalama kastım Sakarya’ya yatay geçiş yaparım diye düşünmüştüm, her şey yolunda gidiyordu ta ki bu yatay geçiş fikrini mahvedebilecek en güzel şey gerçekleşene dek; Erasmus. Telefonuma üniversitemin attığı mesaj ile haberdar olduğum Erasmus sınavına hiçbir beklenti olmadan girmiştim, iki hafta sonra arkadaşım sonuçları kontrol ediyordu. “ Kanka kazanmışsın.” dedi. Baya şaşırmıştım, garip hissettim fakat içten içe de sevindim. Çünkü yurt dışına Erasmus dışında gitmem gerçekten imkansızdı. Gitmeden ��nce onca uğraş ve çaba olumlu sonuç verdi ; Vizemi almıştım. Birkaç gün sonra da bir bavul elimde annem ve babamla Sakarya Terminalinde vedalaştık, dikkatinizi çekerim Havalimanında değil, terminalde vedalaştık. İstanbulda yaşayan abim ise beni bir otobüse bindirdi, havalimanına giden. Birkaç süreçten sonra beklemeye başladım uçağı. Mükemmel eğitim sistemimizden kaptığım ingilizce desem yalan olur çünkü öyle bir şey yok. Dizi/Film ingilizcesi ile çıktığım bu yolculuk ilk başlarda çok umutsuz gözükse de hayatımın en verim, zevk aldığım noktalarından birisi oldu. Tam 5 ay sürdü. 3 ay önce geri geldim, virüs muhabbetleri benim gelmeme yakın vardı ama çok yaygın değildi. Gezdiğim ülkelerin hepsi yoklara oynuyor virüs yüzünden şimdi. Daha Ankara’ya gitmek nasip olmadan 13 ülkenin başkentini gezdim. Bu kadar eğlenceli vakitten sonra Türkiye’ye inecek uçağa binmek çok heyecanlandırmıştı beni, sanki askere gitmişim de geri geliyordum annemin tabiriyle. Birkaç saatlik yolculuktan sonra Türkiye sınırlarına indik. Bir saatlik kargaşadan sonra kendimi beni Sakarya’ya götürecek olan minibüsün içerisine attım, işte bu kadardı hayat denilen olay. Bir anda değişebiliyor, hiç bitmeyecek bir yolculuğa başlamadan önce düşünülenler o yolculuğun sonunda aklınıza bile gelmiyor. Eve geldim, babama anneme sarıldım. Köpeğim atladı kucağıma, mutluydu keza ben de öyle. Okul başladı çabucak, 1 ay sonrasında o da Türkiye sınırlarına gelen virüs yüzünden kapattı kendisini, diğer okullar gibi. 1 sene okula gitmemişim gibi oldu desem yeridir, ama bana kattığı çok şey oldu. Bu arada ben Beden Eğitimi Ve Spor Öğretmenliği okumaktayım. Bu bölümü kazanabilmeniz için yetenek sınavlarında başarılı olmanız gerekiyor, her şehirin de kendine ait sınavları mevcut. Ben 4 şehir denedim ve sadece ikisini kazanabildim, Bolu ve Kastamonu. İlk gidip elimin boş döndüğü şehirler Kütahya ve Yozgat. Annem iki yeri kaybettikten sonra bana" oğlum boşver deneme, üzülmene gerek yok." demişti. Umutsuzluk çoktan bütün vücudumu sarmış iken neden olmasın dedim kendi kendime, neden başaramayayım? Ayağımda arkadaşımın ayakkabıları ile kazanmıştım Bolu ve Kastamonu'yu. Daha sonrasında da hayatımda hiç merak etmediğim Kastamonu bana dost oldu içindeki güzel insanlarla birlikte, daha sonrasında da Avrupa kapılarını araladı bana. Şimdi burada köyde vakit geçiriyorum ailem ile birlikte, odun kesiyorum,köpeğim ile geziyoruz bazen. 21 Yaşındayım ve tek isteğim olabildiğince yaşamak, çünkü bu hayata gelebilmemiz oldukça muzicevi bir olay, bu hayata çocuk getirilebilir, ama sen hayatta isen, ben hayatta isem emin ol bu bizim şansımızdır, bilmem anlatabildim mi :)
11 notes · View notes
cokargo · 4 years
Text
Daraldı ruhum çıkar mı düze sanmıyorum
Dağınık hayatım tutar mı düzen sanmıyorum
Geri döner mi beni üzen sanmıyorum
Yine tüter mi sobamda duman sanmıyorum
Anılarımı beton zeminli bir evde saklıyorum
Eski yıkık duvarlarda aynı yeni kahkahalar atılır mı sanmıyorum
Külüstür bi arabayla defolu caddelere yanlıyorum
Arıyorum çocukluğumu bulurmuyum sanmıyorum
Aynı yerde midir hâlâ sanmıyorum
Sarıyor beni hatıralar ama kanmıyorum
Ateşim söndü döndüm küle artık yanmıyorum
Anka gibi doğar mıyım yeniden sanmıyorum
Üşüyor bedenim ısınır mı sanmıyorum
Dilimde hep küfür bağırıyom kısılır mı sesim sanmıyorum
Yitip gider mi pişmanlıklar sanmıyorum
Yeter diyip biter mi düşmanlıklar sanmıyorum
Kader gülüp diler mi mutluluklar sanmıyorum
Sol yanımda suçluluklar biter mi sanmıyorum
Lanet olası hayatımda geçer mi pişmanlıklar sanmıyorum
Düştüm yere yenildim kaç kez saymıyorum
Ama bil her darbede dahada güçlü kalkıyorum
Eski bir vesikalık elimde onu cüzdanımda saklıyorum
Çünkü tüm gücümü ondan alıyorum
Gençliğimden geçerim yeter ki dönse ama sanmıyorum.
Atıp toprağını üstünden çıkıp gelse sanmıyorum
İsyan değil özlem bu, dönemezsin seni anlıyorum.
Hep saplantılı çok takıntılıyım adamım
Hasta ruhum iyileşir mi sanmıyorum.
İlçalarda maddelerde çözümler arıyorum
Uyuşuyorum sadece ama bulamıyorum
Başlıyorum içmeye ve duramıyorum.
Kapandım penceresiz bir odaya bunalıyorum
Bağımlıyım kurtulucağımı da sanmıyorum
Hasta bir çocuk gibi sürekli ağlıyorum
Gözyaşlarımı silecek mi biri sanmıyorum
Kafamın içinde sesler kendimi darlıyorum
Kim bastıracak hayır susucağını sanmıyorum.
Evimde hüzün haylidir misafir kalkacağını sanmıyorum
Huzur aradığım bu terastan şimdi ölmek için sarkıyorum
İpin ucu kaçtı artık tutacağımı sanmıyorum
Kurulmaz denge bozulmaz düzen boşa zaman harcıyorum.
Dengesiz bir terazide kendi ederimi tartıyorum
Kötüyü ve iyiyi bir bedende harlıyorum
Bir masada ruhumu şeytana pazarlıyorum
Üstüne para istiyor benden 5 para etmezim anlıyorum.
3 notes · View notes
ayseayse120 · 4 years
Text
Bunalıyorum çocuk, büyük bir acı içinde bunalıyorum.
6 notes · View notes
aaysar · 4 years
Text
Yazmak Istiyorum ne yazacağımdan habersiz ellerim kalemi kağıdı okşuyor,gözyaşlarım yanaklarimdan süzülürken geçmişimi temizleyeceğini sanıyor çocuksu bir iz bırakarak.
Belki yeniden bahar gelir, belki yeniden kış doğar. Bahar gelirse yeniden saçlarımı kestirmek için bahanem olur mu? Sıcaktan bunalıyorum diyebilir miyim? Kış gelirse yeniden bahane edebilir miyim alıştım diye? Söz versen bana ..
Saçlarım okşasa ellerini.
Beni bir çocuk gibi kaybettin. Belki de çocukken kaybettin. Yanaklarımı okşadığın yerden acıtırden. Sahi acı neydi ? Yanağına gelen inci bir sızı mı , yoksa gönlüne el koyman mı?
Ne sağa ne sola bakıyorum seni aramak için , sana bakan gözlerinde beni görür, bir ağlamana bakar. Bir gülmeme bakar gözlerimin kısılması anlatır yokluğundaki acıları. Boğazım düğümlendi .
1 note · View note
tengriden · 5 years
Text
Başbuğ Atatürk 1931'de umumi katibi Rıza Soyak'a böyle dert yanmış...
“Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi perişanlık içinde. Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; maatteessüf memleketin hakiki durumu bu işte. Bunda bizim günahımız yok. Uzun yıllar hatta yüz yıllar dünyanın gidişinden gafil bir takım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket, düşe düşe şu acınacak hale düşmüş! Memurlarımız, daha istenen seviyede, kalitede değil. Çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın. Bu sırada beni en çok üzen şey nedir, bilir misin? Halkımızın zihninde kökleştirilmiş olan «Her şeyi başkalarından beklemek» alışkanlığı... Herkes bütün iyilikleri bir şahıstan, benden bekliyor. Fakat ben de nihayet bir insanım be kardeşim! Kutsal bir gücüm yok ki!”
7 notes · View notes
zarifee · 2 years
Text
Biraz uykum var Nermin.
Klavyedeki harflere dokunarak birleştirmeyeli çok oldu bu mecrada. Bu günlerim hep kaygı dolu geçiyor. Bir sonraki adımımı düşünüyorum. Tekrar yürüyor ve yine umduğumu bulamıyor, oturup düşünmeye devam ediyorum. Bazı anlar düşünmemek için alakasız şeyler izlemeye başlıyorum. Uyurken bile bir şeyler açık oluyor ve ben ancak öyle dalıyorum. Geçici bir meşguliyet.
Kendimden ilk kez B ileyken rahatsız oldum. Söyledikleri çok mantıklıydı. Beni iyi olana teşvik etmeye çalışıyordu kelimeleri. B benim için benzeri olmayan bir arkadaş. Yolum uzun süredir düşmemişti. Bu süreçte görüşmüş olmam da ihtiyacıma karşılık gönderilen bir çiçek gibi. 
Sadece tek bir noktaya bakarak yürümeye devam etmek doğru değil sanırım. Orada görülen ışığa gitmeden evvel yürüdüğüm yola bakmalıyım, uzunluğunu kısalığını farketmeli hatta kabul etmeliyim. Çok çok çok haklı olarak bunalıyorum. Haklıyım ama bunun faydasızlığına da körüm. Sanki bir başka şey ile kendimi geliştirdiğimde de bir bahaneleri olacak gibi hissetmek biraz kötü bir duygu. Öylece durmak ve sadece şimdiye kadarki çabalarıma karşılık bulmak istemiştim. Şimdilik bulamadım. Bugün birlikte plan yapalım diye gittiğim yerde birden kendini ve bildiklerini savunurken buldum zarifeyi. Zarifeyi savunan, savunurken boyu uzayan, irileşen, büyüyen bir zarifecik. Önüme geçen kocaman biri gibiydi. 
Öğleden sonra aklıma başka bir fikir gelince bazadaki kutuyu çıkarıp içinden belge aradım. Poşet dosyaları çevirirken de bir fotoğrafa rastladım. 6 yaşında olduğumu tahmin ediyorum. Akıllı, uslu, masaya kollarını bir büyük edasıyla koymuş, gülünce gözleri gülen bir kız. Saçlarımı güzel yapmış annem, küçük yıldız tokalardan tutturmuş. Kahkülüm iki yana atılmış biraz gözlerime doğru uzamış. Küpe takmayı sevdiğim yaşlarım. Çıkardım dosyadan, masanın üstüne koydum. 
Akşam eve dönünce de alıp tutturdum duvara. Seni seviyorum çocuk. Allah büyük, artık üzülmeyelim olmaz mı..
Tumblr media
1 note · View note
adderallreaders · 4 years
Text
Albert Camus - Düşüş I
07 MART 2020
1 yılda 5 yıl yaşlanmış olduğumu, çektiği fotoğrafları temize geçmek içim notelara girdiğimde farketmişim. Bu anın üstünden daha bir yıl bile geçmemiş. Nasıl 5 yıl gibi hissettiriyor.
Covid'e ve some terkedilme problemlerime bir hafta.
Hava güneşli, bunalıyorum. Asla çok arkadaşım olmadı ama iki-üç sevdiğim insanla bi iki bir şey içmeyi severim.
Kahve içeyim diye gitttiğim starbuckstan kahve alıp, macrodan beyaz şarap almamla hayat başka bir boyuta evrildi.
Plastik şişede anlaşılmasın diye içtiğim bazı beyaz şaraplar Tirilye'ye varana kadar cesaretimi yerine getirmişti. Bende yıllardır hiç gitmediğim ama yanına gelince beğendiğim mekana gitmeye karar verdim.
Hayır zaten çakır keyifim, güneş keyifli vuruyor, çocuklu aile sesi henüz yok. Canım sıkkın boğazım düğüm iki üç meze seçtim.
Oturdum tek başıma deniz kenarına, insan sesine katlanamayacağım ve asla geyik de yapamayacak bir halde olduğumdan kulaklığı taktım, elime kitap aldım. Bir bira söyledim.
Bu kitabı Ankara'daki evde bulmuştum.2011 yılında THY ile Athinaya uçarken, uçakta bu kitabı okuyordum. Yanımdaki çocuk da "uçakta okumak için çok manidar" demişti, net bi şekilde hatırlıyorum.
Neyse o zaman kitabın altını çiziyormuşum(?) teknoloji gelişmediğinden atalarımızdan kalan kitap okuma skilllerim bu kadarmış. İyi ki de çizmişim gerçi, ne kadar büyüyebiliyormuş insan onu farkediyor. Kelimelerin gerçek anlamlarını, içinde gizlediklerini çok sonra öğrenmişim.
Bu kitabı okurken çok keyifli ve çok keyifsiz kutupları arasında salınıyordum. Bu kitabı her zaman çok severim, bana içimdeki boşluk duygusunu hatırlatır. Sen ne düşünüyordun acaba yazarken?
Bazı alıntılar:
"Ama biliyor musunuz niçin ölülere karşı hep daha dürüst ve daha cömertizdir? Nedeni basittir! Onlara karşı artık bir sorumluluğumuz yoktır. Özgür bırakır bizi onlar, zamanımızı rahatça kullanabiliriz, sayguyu boş zamanlarımızda kokteylle sevimli bir metres arasına koyabiliriz. Bizi bir şeye yükümlü kılarlarsa, belleğe yükümlü kılar onlar, bizimse belleğimiz zayıftır. Dostlarımızda sevdiğimiz, taze ölüdür, acılı ölü, heyecanımız, eninde sonunda kendimiz!"
"Her şeyi unutuyordum, ilk önce kararlarımı. Aslında hiçbir şeyin önemi yoktu. Savaş, intihar, aşk, sefalat, koşullar beni zorladığı zaman bunlara dikkat ediyordum gerçi, ama nazik ve yüzeysel bir biçimde. Kimi zaman, en gündelik nitelikteki yaşamıma yabancı bir davaya tutkuyla sarılır görübüyordum. Ama aslında ona katılmıyordum, tabii, özgürlüğümün zorlandığı zamanlar dışında. Nasıl anlatayım? Dünya kayıyordu. Evet, her şey kayıp geçiyordu üzerimden."
"...köpekler gibi, ama her gün sağlamca yerinde duran kendim. Böylece yaşamın yüzeyinde ilerliyordum, sözcükler içinde, hiçbir zaman gerçek içinde değil. Tam okunmamış o kitaplar, tam sevilmemiş o dostlar, tam gezilmemiş o kentler, tam sarılmamış o kadınlar! Sıkıntıdan ya da dalgınlıkla bir takım el kol hareketleri yapıyordum. ... Bense unutuyordum. Kendimden başka bir şeyi hiçbir zaman anımsamamışımdır ben."
"Kadın dostlarımızın Napolyon Bonapart'la şu ortak yönleri vardır ki, herkesin başarısızlığa uğradığı yerde başaracaklarını sanırlar hep."
"Yorgunum itiraf edeyim. Konuşurken ipin ucunu kaçırıyorum, dostlarımın övmekten hoşlandığı o zihin açıklığım kalmadı artık. Dostlarım diye de ilke olarak söylüyorum zaten. Artık dostlarım yok, yalnızca yardakçılarım var."
".. biz kendimizden iyi olanlara nadir olarak bel bağlarız. Daha çok onların toplumundan kaçarız. Tersine, çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kismelere açarız içimizi. Demek ki kendimizi düzeltmeye ya da iyileştirmite istemeyiz. Yalnızca acınmayı ve yolumuzda cesaretlendirilmeyi dileriz. Kısacası, biz hem suçlu olmaktan çıkmayı, hem de kendimizi arıtmak için baça göstermemeyi isteriz."
0 notes
peuttetre-blog · 7 years
Text
iyi geceler bebisler yazmadığım günlerin güncellemesini yapıcam şimdi
•telefonum bozuldu daha şimdi açıldı beş gündür :(
•s salağıyla konuşuyorum arada dün bana çok güzel gülümsedi şakalar yaptı hatta arkadaşım kendini bizimle gelmek için davet ettirdiğini bile söyledi ama utangaçlığımdan çocuk dışında her şeyi dinledim
•biraz durgunum niye bilmiyorum canım çok çabuk sıkılıyo bunalıyorum hemen, sürekli uyumak istiyorum ama sürekli
•güzel giyinmeye çalışıyorum bunun modumu yükselttiğini fark ettim
•makyaj yapmayı bıraktım rimel falan hiç sürmüyorum kirpiklerimi kıvırıp bordo bi nemlendirici sürüp çıkıyorum ve aksine kendimi daha güzel hissediyorum makyajsız
•derslerde not tutuyorum yazmayı çok özlemişim
•yine aklıma s geldi, arkadaşlarım dengim biri olmadığını söylüyo bana göre daha alt seviye bi insanmış, kızdım biraz çünkü çok güzel gülüyo. ama nötrüm tamamen çünkü çok salak
•bugün inanılmaz güzel yemekler yedim karnım ve ben çok mutluyuz
•bir de nolursun hayatımdan çıkıp gidin artık salaklar ya hala beni stalklıyo hasta mısın defol artık defol kendi çöplüğüne hadi
1 note · View note
unlubiryazar · 8 years
Photo
Tumblr media
‘’Yalnızım çocuk, bunalıyorum...’’
film izle
1K notes · View notes
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
Sahi o gün ne anlatıyor Nâlân’ım? Bazı konuşmaları yapmak kolay değildir. O da böyle bir konuşma yaptığının farkında... Bir insanın yıllar yılı kimseye anlatmadığı bir şey olur mu? Olur. Başlıyor anlatmaya: Fuarlara gidiyordum o zamanlar. Çamaşır işi yapıyorum. Konya’da da fuar var, her sene gidiyorum. Bu bana dedi ki, ben de İstanbul’a döneceğim boşuna otobüsle falan uğraşma benim arabayla gideriz.” “Gülerek ulan sen de tabii dünden razısın değil miiiiii?” diyorum. “E tabi canım. Bende hoşlanıyorum bundan ama, Konyalı diye kararsızım.” diyor. “Kocam Konyalı kuyumcu. O dönem döviz kanunu var ya, ondan dolayı arabayla getiriyorlar toplanan dövizi. Silah taşıyorlar tabi. Ben de silah taşıyorum o zaman. Baktım eniştesi de var arabada. Bu hep yalnız gelir giderdi diyorum. Neyse zaten biner binmez ben çok yorgunum, uyuyacağım deyip vuruyorum kafayı. Bir uyanıyorum. Mersin’deyiz. “Ne işimiz var lan burda?” diyorum. Beni sevdiğini, benimle evlenmek istediğini söylüyor. “Ben senin bildiğin kızlardan değilim. Ya hemen nikahı kıyarsın arkadaşım, ya da bu iş olmaz” diyorum. Ertesi gün yıldırım nikahıyla evleniyoruz. Sonra İstanbul’a geliyoruz. Bizim evin önüne gelince ‘sen burada bekle’ diyorum. Yukarı çıkıp ‘Baba, ben evlendim. Adam aşağıda. İster yukarı çağır, istersen gönder.’ diyorum. Babamın canına minnet. Ben evlenmişim. Neyse bunu getiriyor babam. Daha cüzdanımız gelmemiş. Akşam yatarken sen bu odada yatacaksın diye başka odada yatırıyorum bunu. Sonra biz Konya’ya yola çıkıyoruz. Düğün falan ailesiyle tanışıyoruz. İlk gecemizin sabahı biri kapıyı açıp giriyor içeri; kayınvalidem, bizimkinin analığı. ‘Kalk kız kayınbabana kahvaltı hazırla’ diye. Benimkine diyorum ki ‘Çabuk çıkar şu kadını buradan, yoksa çeker giderim.’ diyorum. “Sen kendi kocana hizmet et. Benimki bana etsin.” deyip yolluyor kadını. Üç gün kalıyoruz orada o kadar tahammül edebildim...
Sonra aradan zaman geçiyor. Yeni evliyiz Konya’da evimiz var. Beni evde rehin alıyorlar. Meğerse bütün Konya’daki kuyumcuların hurda altınları vs. bizimkinde toplanıyormuş. O da evin oturma odasının zeminine gizli kasa yaptırmış, o altınlar orada birikiyormuş. Aydan aya İstanbul’a getiriliyormuş. Tabii benim bundan haberim yok. Zaten yeni evlenmişiz. Üç dört tane adam bana kasanın yerini soruyorlar. Öldürürüz seni, diyorlar. Öldürün lan diyorum, canımı sen mi verdin ki sen alacaksın? diyorum. Tecavüz ederiz, diyorlar. Sıkıyla deneyin hadi bakalım, diyorum. Bir bunlarla epey birbirimizi tartaklıyoruz tabi. Neyse bizimki işe uyanıyor polis falan geliyor 2 gün giremiyorlar içeri. Bunlar da teslim olmuyorlar. En son ben bunlardan birini vuruyorum. Silah sesi gelince polis basıyor, bunları alıyorlar. “Ulan diyorum madem kasa yaptırıyorsun bari yerini söyle, değil mi? Canımı alsalar ne bok yiyeceksin?” diyorum. Cezalısın sen diyorum. On beş gün sokmuyorum yatak odasına. Sonra zaten İstanbul’a taşınıyoruz. Bunun ailesi bize bir türlü rahat vermiyor. Kız kardeşleri çok iyi etrafımda dört dönüyorlar. Ana babası hiç öyle değil. Neyse biz Avusturya’ya taşınıyoruz. Orada kuyumcu açıyor bizimki. Epey orada yaşıyoruz. Ama bu beni nasıl seviyor. Bir dediğimi iki etmiyor. Sabah yatağıma kahvaltılar getiriyor. Akşam geliyor, sen yorgunsundur, uğraşma mangal yaptırayım. diyor. ‘Tabii sen kıymetini bilmiyorsun. diyorum.’ Boğazı düğümleniyor. Gözleri yaşarıyor... “Kızıma hamileyim. O sabah kapıdan çıkarken bana ‘seni seviyorum, biliyorsun değil mi?’ diyor. Alnımdan öpüyor beni. “Ne oldu lan sana sabah sabah sen böyle şeyler yapmazdın?” diyorum. İçimden geldi, diyor. O gün kalp krizi geçirip ölüyor. Gözleri dolu dolu... Hemen araya giriyorum. “Ölmemiştir o sen bir iyi düşün bakalım.” diyorum. Açıklamıyorum. Annem anlamasına yardımcı oluyor. Alem-i Bekâya göçmüştür... Ölse burada konuşmazdık, bak... diyorum. “Beni arıyorlar. Rahatsızlandı diyorlar, hamileyim ya. Gidiyorum ki göçmüş. Cenaze işleri vs. Havalimanına geliyorum. Dokuz aylık hamileyim. Uçamazsın diyorlar. Ne yapsam etsem uçağa almıyorlar beni. Bir gün bekliyorum orada. Ertesi gün hacca giden bir kafile geliyor. Çarşaflı kadınlar. Onlara durumu anlatıyorum. Çarşaf istiyorum onlardan. Bir tanesi çarşafını çıkarıp veriyor. Kendisi de orada giyeceği kıyafetini giyiyor. Ben çarşafı giyip uçağa biniyorum. Tabi ben ateşli karıyım, oturur oturmaz çıkarıyorum çarşafı. Bunalıyorum. Hostesler geliyor. İnmem diyorum. Pilot geliyor. İnmem, diyorum. Kocamın tabutu burada, inmiyorum diyorum. Getir kağıt falan ne varsa imzalayayım, sorumluluk bana ait, diyorum. Kağıt imzalıyorum. Beni yastıklara sarıyorlar. Öylelikle İstanbul’a geliyorum. Cenazeden sonra aradan zaman geçiyor. Miras işlemlerini yapıyoruz. Kayınpeder bana diyor ki bu çocuk bizden değil. Sen başkasından yaptın bunu. Ne yaptım ettimse dinlemiyorlar. Ben kızımın hakkını alırım diyorum. Mahkemelik oluyoruz. DNA testi bile vermiyor şerefsiz. Tek üzüldüğüm ne biliyor musun? Bizimkinin mezarını açıp DNA örneği aldırıyoruz. Sonra kızı olduğu kanıtlanınca hakkını vermek zorunda kalıyorlar. Kızım şimdi bu yaşında dedesi arıyor torunum diye. Ben seni tanımıyorum. Benim anneme hakaret eden adamla işim olmaz diyor. Her yıl sonu kızımın hissesini yatırıyorlar... Ya işte böyle, neler geçti başımızdan. Ama çok sevdi beni Enes... diyor, gözleri dolu dolu. “Sen kıymetini bilemedin tabi...” diyorum. Birkaç saat muhabbet ediyoruz. Saçına kır düşmüş bu kadına anlatıyorum uzun uzun. Sahi en son ne zaman birisine kendini anlatmıştım... Epey oldu. Zaten hep epey olmuştur... Neyse çocuk. İnsan sevdiğiyle uzun uzun konuşmak ister. Ama ne var biliyor musun? Hayat o kadar uzun değil... Demem o ki sen, sen ol. Sevdiğinin kıymetini bil. Unutma ki: “İnsan kendini tanıyıncaya kadar gerçek ilişkilere sahip olamaz...”
0 notes