Tumgik
#bulent arinc
mariacallous · 2 years
Text
Bulent Arinc, a former speaker of the Turkish parliament and a senior member of President Recep Tayyip Erdogan’s ruling Justice and Development Party, AKP, called on Monday for the postponement of general and presidential elections due to the severe effects of earthquake that devastated Turkey’s southern and south-eastern provinces last week.
“In these days when we are experiencing probably the most painful disaster in our history, the country should get rid of the election stress as soon as possible… There cannot be no elections in May or June, it cannot happen.” Arinc wrote in a letter that he posted on Twitter.
“Elections must be postponed immediately so that the state bureaucracy can focus on… the wounds of our citizens. It’s not a choice, it’s a necessity,” he added.
Arinc proposed that the general and presidential elections could held in November 2023 or together with local elections in March 2024 after the country has recovered.
However, experts and opposition parties said that the postponement of elections is legally impossible unless the country is at war.
“According to the constitution, elections can only be postponed by parliament and only in case of war. Neither the declaration of a state of emergency nor a disaster justify and permit the postponement of elections. The Supreme Election Council does not have the power to adopt such decision,” lawyer Ali Yildiz told BIRN.
Observers say that the postponement of elections is a potential tactic by President Erdogan to avoid an electoral backlash from the earthquakes that killed more than 31,000 people, destroyed tens of thousands of houses and left millions homeless.
Turkish citizens have complained about the slow and ineffective response of Erdogan’s government to the disaster and experts warn that disaster will probably cost the economy over $80 billion, equal to about ten per cent of the country’s GDP.
Yildiz said that Turkey has even held elections during wartime for the sake of democracy.
“Turkey held an election during the war of independence and the Turkish parliament worked during the war. Today, the only thing remaining of Turkish democracy is a transition of power through elections,” he said.
“If the election is postponed despite the very clear provision of the constitution, it opens a Pandora’s Box that may result in the end of the timely transition of power through free elections. It is a very dangerous way to go,” he warned.
The Turkish constitution is clear about the postponement of elections.
“If it is not possible to hold new elections due to war, the Grand National Assembly of Turkey may decide to postpone the elections for one year,” article 78 of the constitution says.
However, Erdogan’s ally Arinc insisted that constitutions are not sacred and can be changed by parliaments.
The Turkish elections should be held by the end of June this year, according to the constitution.
Erdogan previously announced that the general and presidential elections will be held in May but after the earthquake disaster it is not clear if the polls will be moved.
2 notes · View notes
hukmufaruki · 3 years
Text
Deniz Baykal ile Bülent Arınç’ın kan bağı
Deniz Baykal'ın annesi ile Bülent Arınç'ın annesi teyze çocuklarıdır.
İkisinin de Rockefeller bursu ile okuduğu haberini uzun zaman önce ortaya çıkmıştı yazmıştım.
Bülent Arınç bir dava adamı olarak biliniyordu.!!.
Baykal ise, Erdoğan muhtar bile olamaz dendiği bi zamanda Erdoğan'ın önünü açması ve ardından Başbakan oluşu bizleri etkilemiş Baykal'a sempati duymamıza sebep olmuştu.
Onların dürüst olduklarını zannetmiştik. Meğerse planları çok farklı imiş.
Deniz Baykal ve CHP'nin ağır topları toplantı gerçekleştirirler.
Toplantıda bunlar konuşulur.
Erdoğan meclis dışında kalması çok tehlikelidir.
Halk onu seviyor, yasaklı olması onu efsanelestirir.
O halde onun önünü açalım, hükümeti kursun, üç ayda onun prestiji yerle bir olur.
Yapamayacaklar, başaramayacaklar, bırakıp kaçacaklar.
Çünkü bunlar dünya bankasıyla anlaşmaya karşılar.
Laiklikle problemleri var. Başbakanlığı o yüzden çok sürmeyecek, kısa zamanda ekonomik krizler baş gösterecek ve prestiji yerle bir olacak..
Bir yandan da irtica yaftası ile Erbakan'ın alaşağı edildiği gibi Erdoğan'ı da aynı yolla bitiririz.
Plan ve tuzakları kısaca buydu.
Planları tutmuş, Erdoğan başbakan olmuş, Bülent Arınç ise meclis başkanı..
Hesaplayamadıkları bir şey vardı ; O da Allah'ın hesabıydı.
Tuzak kuranların tuzakları boşa çıkacaktı.
Deniz Baykal'ın sinsiliğini belliydi ama Bülent Arınç'ı çözememiştik.
Taki Erdoğan - Fetö mücadelesine kadar.
O güne kadar meğerse içimizde ne çok sözde dava adamı varmış.!
Hayret etmemek elde değil.!
Tarih boyunca bunlar gibi, bizdenmiş gibi gösterilip aramıza ne çok ajanlar yerleştirmişler.
Maalesef dün de bugün de, bu gibi kriptolu insanlara inanıp cezasını çekiyor ve çekmeye devam ediyor..
Ülkemizde bunlar deşifre olmadığı sürece bizlere rahat yok.
Çünkü bu gibi kriptolu ajanları içimize sokanlar ser verir sır vermezler.
Planları doğrultusunda sonuna kadar kullanırlar ama ruhumuz bile duymaz.
Yine aynı oyun sergileniyor kanmayın.
Şu günlerde yine Bülent Arınç Erdoğan'la görüşmek istemiş, ancak red cevabı almış.
Bunun üzerine mektup yazmış. Mektubunda Erdoğan'dan özür diliyor, yanlış yaptığını Fetö'nün bu kadar tehlikeli olabileceğini düşünemediğini yazmış.
Bülent Arınç'ın eylem ve söylemlerine terminolojik sırayla baktığımızda takiyye yaptığı apaçık anlaşılıyor.
10-Bu kişi yüzünden devletin en mahrem yerlerine Fetö savcıları girip devletin sırlarının peşkeş çekildiğini de çok iyi biliyoruz..
Tekrar kanmayın..
Deniz Baykal ve Bülent Arınç kimdir, yazısını tekrar yazıyorum.
Sebatayist olduğu için can korkusuyla Suriye'den Alanya'ya kaçarak yerleşen Ahmet Neşşar vardır.
Yıl 1860.
İyi Arapça bildğginden bu kişiye Alanya'lı yörükler "Şeyh Ahmet Neşşar" demişler...
Sebatay Şeyh Ahmet Neşşar'ın bir oğlu iki kızı varmış.
Kızlarından biri Raziye,diğeri Şadiye. Raziye'nin lakabı da var "Alık Raziye" Raziye Bergama Yahudilerine gelin gitmiş.
Bugünkü İsrail büyükelçisi Levi Ailesine.
Raziye'nin kızı ise Sevdiye.
Sevdiye'nin oğlu Bülent Arınç.
Şadiye'den gelme, Atike'nin torunu Deniz Baykal, Bülent Arınç'la teyze çocuklarıdır.
Zaten her ikisi de Denizli milletvekilidir.
Ahmet Uğur Neşşar için, dayımın çocuğu dediklerine göre.
Beyinleri yıkanmış CHP'lilere bunları anlatamazsınız.
Levi çok vefakardır.
Çok dinci (!) Bülent Arınç'ın oğlunun düğününde tek müslüman ülkesinden büyükelçi yoktu ama tek başına İsrail büyükelçisi Levi şeref misafiri oldu.. Tebrik ederiz !
Deniz Baykal'da çok vefakardır.
İsrail Büyükelçisi Levi Anadolu gezilerinde; Erzincan'dan, Kayseri'den, Trabzon'dan her ilden kovulduğu halde Levi'nin baba tarafından kuzeni, CHP'nin bir numara Manisa milletvekili Şahin Mengü'yü görevlendirerek İsrail Büyükelçisini kırmızı halılarla karşıladılar…
Akrabaları için Manisa'da coşkulu törenler yaptılar..
Manisa sanki İsrail olmuştu..
Teyze çocukları işi biliyor..
Zaten her ikisinin de patronu ABD'deki Yahudi Rockefeller vakfı değil mi ?
Her ikisini de bu vakıf okutmadı mı? Her ikisini de ABD'de bu vakıf karşılayıp kolladı.
Neden?
Deniz Baykal Atatürkçüleri aldattı.
Teyze oğlu ise dindarları aldattı. Ve İsrail lobisine eklediler.
Bu ülkede gizli kalmış o kadar kriptolu aile var ki hayret etmemek elde değil.
Su uyur düşman uyumaz atasözü ne kadar manidar.
Biz uyurken onlar ne çok planlar yapmışlar.
Arşivimden
Osman Bahri Bilgili
https://m.facebook.com/658493768/posts/10159720771533769/?utm_source=pocket_mylist
1 note · View note
Text
İDDİANAMEDE FETÖ'YÜ ÖVÜCÜ MAHİYETTE OLDUĞU İDDİA EDİLEN CANLI YAYIN DÖKÜMLERİYLE İLGİLİ AÇIKLAMALAR
Çok iyi bilindiği gibi, 2008 yılından beri Sn. Adnan Oktar, her gün yaklaşık 6-8 saat canlı yayın yapmaktadır. Bu yayınlar esnasında geçmişten beri Sn. Adnan Oktar'ın canlı yayında sarf ettiği izahlara bakıldığında, FETÖ'ye karşı ciddi eleştirel, hatta kimi zaman ciddi şekilde yerden yere vuran açıklamalar yaptığı çok iyi bilinmektedir; bunlar kayıtlardadır. Bir kısmı da yukarıda takdirinize sunulmuştur. 10 yıl boyunca kesintisiz olarak devam etmiş olan bu canlı yayınlar içinden ise, tüm zorlamalarla sadece 6-7 tane konuşma dökümünün karşımıza getirilebilmesi durumun şaşkınlık uyandırıcı kısmıdır. Daha da şaşkınlık uyandırıcı olan ise zorlamalarla ortaya çıkarılan bu birkaç dökümün içeriğinde de herhangi bir övücü izahın yer almayışıdır.
Sn. Adnan Oktar, iddianamede yer alan dökümlerden de anlaşılacağı kadarıyla, özellikle 17-25 Aralık döneminin hemen sonrasında, devletin bekasını korumak adına bir "barıştırma", "muhtemel bir fitneyi izale etme" çabasında olmuştur. Bu, pek çok dış faktörle mücadele içinde olan, bölünme gibi bir tehditle sıcağı sıcağına karşı karşıya olan devletimizi içten vuracak bir kutuplaşmayı önleme çabasıdır. Unutulmaması gerekir ki, o dönemde ortada bir terör örgütü, yani FETÖ yoktur. Hükümet ile o dönemdeki Gülen cemaati arasında sorunlar yaşandığı ve 17-25 Aralık ile FETÖ tarafından hükümete karşı ciddi bir tavır alındığı bilinmektedir. Bu hain yapılanmanın "terör örgütü" olarak adı konulmamıştır ve ihanet boyutu hiç bilinmemektedir. O dönem, hükümetin bilgisi dahilindeki pek çok konu henüz halka açık değildir.
Dolayısıyla, 17-25 Aralık döneminde halka da yansıyan bu anlaşmazlık, pek çok siyasi, bilirkişi, basından pek çok isim, diplomat, hatta devlet erkânının önemli bir kesimi tarafından "giderilebilir", "halledilebilir" geçici bir sorun olarak değerlendirilmiş ve bu yönde açıklamalar yapılmıştır. Aynı dönemde, İçişleri Eski Bakanı Abdülkadir Aksu, kendileriyle görüşen arkadaşlarımıza "lütfen iki tarafı uzlaştırmaya çalışın, lütfen bunu mutlaka yapın" diye ricacı olmuştur.
Camiamız aleyhine kullanılmaya çalışılan ve iddianamede yer alan bir kısım konuşma dökümlerinde Sn. Adnan Oktar, ülkemizin o dönemlerde karşı karşıya kaldığı ciddi bölünme tehlikesine sık sık atıfta bulunmaktadır. PKK'nın en pervasız olduğu dönemlerden biri olan o tarihler, bölünme nidalarının utanmazca ayyuka çıktığı dönemlerdir. Vatanın bekasını her şeyden önde tutan Sn. Adnan Oktar, o tarihlerde de bu önemli meseleye dikkatini vermiş ve ülke içinde kutuplaşmanın, içte yaşanacak bir fitnenin asıl bölünme planları yapanlara yarayacağını ısrarla vurgulamıştır. Söz konusu konuşma dökümünde Sn. Adnan Oktar barıştırma çabasının nedenlerini şöyle açıklamıştır:
"Ülke çünkü büyük bir tehlikenin içinde. Bölünme tehlikesi kapıda. Çok uyanık olmamız lazım. 50'yi 50'ye kırdırmayız. 50'yi 50 ile birleştirip 100 yaparız."
İddianamede yer alan bir başka konuşma dökümünde Sn. Adnan Oktar, daha FETÖ'nün bir terör örgütü olduğunun bilinmediği tarihlerde, Türkiye demokrasisi için konuşma özgürlüğünün öneminden bahsetmektedir. Burada adı geçen Gültekin Avcı, şahsı ile değil, bölünme karşıtı bir konuşma yaptığı için gündeme getirilmektedir. Burada hatırlatmak gerekir ki, iddianameye giren söz konusu konuşma 17 Şubat 2014 tarihlidir. Gültekin Avcı ise 21 Eylül 2015 tarihinde tutuklanmıştır. Dolayısıyla, bu konuşmanın yapıldığı tarihlerde Gültekin Avcı, ne hükümet ne de yargı nezdinde "sakıncalı" olarak görülen bir isim değildir.
Daha da önemlisi, Sn. Adnan Oktar'ın söz konusu konuşmasında ise FETÖ'yü över mahiyette tek bir ifade dahi geçmemektedir. Nitekim, bu konuşmada Sn. Adnan Oktar'ın sarf ettiği şu sözler zaten konuşmanın amacını, temelini ve içeriğini gözler önüne sermektedir:
"PKK tehlikesini örtbas eden bir insan çok tehlikeli bir insandır. Bölünme tehlikesi yok diyen, Türkiye'nin bir uçuruma doğru gittiğini göremeyen bir insan tehlikelidir. O yüzden uyarıcı insanlara ihtiyaç var."
Bu konuşmada, konuşmanın içeriğinin ve vurgulanan noktanın tamamen ihmal edilip, sadece kişiye odaklanarak "FETÖ" övgüsü çıkarımı yapmak ciddi şekilde taraflı bir yorumdur.
İddianamede yer verilen konuşma dökümlerinden birkaç tanesi ise açıkça bu konuda camiamıza yöneltilen tüm suçlamaları yerle bir eden, FETÖ'nün Sn. Adnan Oktar tarafından sert cümlelerle eleştirildiği, Sn. Adnan Oktar'ın geçmişten beri FETÖ'ye karşıt bakış açısını açıkça gösteren dökümlerdir. İddianamede yer alan bu dökümlerden birinde Sn. Adnan Oktar şu sözlerle FETÖ elebaşını eleştirmektedir:
"Mesela biz Fethullah hocanın talebelerini falan konuşuyorduk ya, Mehdi tamam da diyorlardı, yani okullar açacak, emek verecek, sanayi… zenginleşeceksin, öyle Mehdi çıkar diyor. ALLAH'A GÜVENEMİYOR, YANİ ALLAH YAPAR DİYEMİYOR. Kardeşim o kafayla sen Amerika'da 30 kere Mehdi çıkardı o zaman. Parayla, zenginlikle, okulla oluyorsa bin kere senin okullarını katlar, bin kere senin sermaye gücünü de katlar. Yani yedi bin yıl uğraşsan onların ekonomik gücüne ulaşamazsın. Ama küçük bir mutlu azınlık haline gelebilirsin ama bir şey olmaz. MÜSLÜMANLARI BOŞA OYALAMA!"
Sn. Adnan Oktar'ın, FETÖ elebaşına ve FETÖ'cülere yönelik oldukça ağır eleştirilerini içeren bu sözlerin iddianamemizde nasıl "FETÖ'yü över mahiyette" şeklinde yorumlandığı anlaşılabilmiş değildir. Muhtemelen sırf FETÖ ismi konuşma dökümünde geçtiği için konmuş ve FETÖ ile ilgili konuşma dökümlerinin yekûnunu artırma adına eklenmiştir. Bir "eleştiri" konuşması olduğunun muhtemelen bir şekilde "gözden kaçacağı" düşünülmüştür.
Aynı mahiyette bir başka konuşma, yine iddianameye aleyhte bir delil gibi konmuş olan ama aslında Sn. Adnan Oktar'ın canlı yayında FETÖ'ye ciddi eleştirilerini içeren bir konuşma dökümüdür. Söz konusu olan, 17-25 Aralık döneminde FETÖ'nün hükümete karşı gösterdiği tavrı yerden yere vuran ve hükümetimizi kâmil anlamda destekleyen bir konuşmadır. Böyle bir konuşmanın, FETÖ'yü över mahiyette konuşmalar kategorisine alınarak, camiamız aleyhine bir delilmiş gibi sunulması oldukça dikkat çekicidir. Konuşmada, dönemin Başbakanı Sn. Erdoğan'a gazetecilerin sordukları bir sorunun Sn. Adnan Oktar tarafından yorumlanması istenmektedir. Sn. Adnan Oktar cümlesine, FETÖ elebaşını kastederek "kainatın imamı, mehdilik iddiaları olabilir. Bir mahzuru yok" diyerek başlamaktadır. Keza, herhangi bir topluluğun kendi içlerinde sadece kendilerini ilgilendiren bir iddiaya sahip olması, bizi veya bu toplumu bağlayan, ilgilendiren bir durum değildir. İçinde bulunduğumuz laik-demokratik sistemin en temel kriteri düşünce ve inanç özgürlüğüdür. Bu özgürlük dahilinde isteyen istediğine inanma ve istediği iddiada bulunma özgürlüğüne sahiptir. Bir kişinin bir şeyi iddia ediyor olması, onun öyle olduğu anlamına gelmez. Burada da ona bir atıf vardır. Asıl olarak konuşmanın devamı önem taşımaktadır. Çünkü konuşmanın devamı, Sn. Adnan Oktar'ın FETÖ'ye karşı bakış açısını mükemmel şekilde özetlemektedir. Bir canlı yayında FETÖ'ye bu sözleri söyleyen bir kişinin, FETÖ'ye bir yakınlık duyuyor olması mümkün değildir. Bu sözler, açık husumeti gösterir:
"…ama siyasi yönde başarılı olan bir hükümetin moralini bozmaya çalışmak, şevkini kırmaya çalışmak, daha önce zulüm, acımasızlık görmüş olan insanların özellikle zulüm ve acıdan kurtulduklarını gördükleri halde, onları zulüm ve acıdan kurtaran bu insanın (Sn. Cumhurbaşkanımız kastediliyor)…"
Konuşma bu kadarıyla iddianameye alınmıştır. Sadece bu kadarından bile söz konusu konuşmanın Sn. Adnan Oktar'ın FETÖ'yü yerden yere vuran, 17-25 Aralık fitnesini lanetleyen, hükümeti canla başla savunan bir konuşma olduğu açıktır.
Fakat ilginç olan, bu haliyle bile hükümet taraftarı konuşmanın ilginç bir yerde aniden kesilmesi, konuşmanın devamının iddianameye KASITLI BİR BİÇİMDE konulmamasıdır.
6 Mart 2014 tarihli bu canlı yayın konuşmasının devamını biz ekleyelim:
"…zulüm ve acıdan kurtulduklarını gördükleri halde, onları zulüm ve acıdan kurtaran bir insanın, velev ki bu dedikleri doğru bile olsa, ÜZERİNE GİDİP ONU SİYASİ YÖNDEN MAHVETMEYE KALKMALARI, YAKIŞIK ALMAZ, vicdanlı bir davranış olmaz. Daha önceki dönemleri kimse unutmadı, akıl almaz zulüm vardı. Bazı dönemlerde akıl almaz zulüm vardı, hepimiz beraber birlikte yaşadık. Şu an böyle bir zulüm görmüyoruz. Başbakan peygamber değil hata yapabilir, doğru, olabilir, etrafındaki insanlar da yapmış olabilir. Ama hükümeti yıkmanın anlamı ne? Bakanları değiştirirsin, cezalarını alırlar ceza gerektiren bir şeyse ama hükümet görevine devam eder. Hükümet ancak seçimle gider. “Yok biz buna gerek duymuyoruz seçim olmadan da hükümet gider” kafası oluşuyorsa, biz üçüncü dünya ülkelerini de geçeriz. Çok ilkel bir demokrasi gelir Türkiye’ye. Hükümetler sürekli yıkılır. Hiçbir hükümete güvenemeyiz. Hükümet dediğin tepmez devrilmez olacak. Seçimle gelip seçimle gidecek. TAYYİP HOCAM’A GÜNLERDEN BERİ MEYDANA GETİRDİKLERİ TAZYİKİ BİR DÜŞÜNÜN. Ve ÇEKTİĞİ ÇİLEYE BAK ŞU ISTIRABA BAK. ŞU HAVADA VAR GÜCÜYLE SABAHTAN AKŞAMA KADAR ORADAN ORAYA KOŞTURUYOR. Belli ki bir ajitasyon var, ne gerek var buna? Hizmetlerini sayıyorlar say say bitmiyor, hırsızlık soysuzluk yapan varsa al hapse koy ne uzatıyorsun? Niye hükümet gitsin? CANINI YAKMAYA NE GEREK VAR? ISTIRAP VERMEYE NE GEREK VAR? BİLAKİS TEŞCİ EDİP TAKTİR EDECEKLERİNE MORALİNİ BOZMAYA KALKMAK, KIZDIRMAYA KALKMAK, TEDİRGİN ETMEK GÜNAH OLUR. Yakışık almaz benim vicdanım kabul etmiyor."
Böyle bir konuşmanın, 17-25 Aralık döneminin hemen sonrasında FETÖ'yü kıyasıyla eleştiren, FETÖ'nün kirli niyetini ortaya çıkaran ve bu yönüyle yerden yere vuran bir konuşma olduğu ayan beyan ortadadır. Sn. Adnan Oktar, FETÖ'yü, siyasi yönde başarılı bir hükümetin moralini bozup, şevkini kırmaya çalışmakla yani fitne çıkarmakla itham etmektedir. Sn. Adnan Oktar, kimsenin bu kadarına cesaret edemediği dönemde FETÖ'nün hainliğine dair tüm gerçekleri cesurca anlatmaktadır. Konuşma iddianamedeki kesilmiş kısmıyla bile bir eleştiri konuşmasıyken, bu eleştirileri tümüyle pekiştiren konuşmanın devam kısmının iddianameye konulmamış olması ve böyle bir konuşmanın iddianamede "FETÖ'yü öven" bir konuşma olarak değerlendirilmesi ciddi anlamda ŞOK EDİCİDİR.
Söz konusu canlı yayının devamında Sn. Adnan Oktar, Fethullah Gülen'in o dönemde İngiliz derin devletinin güdümünde ABD'de mağlubane ve ezik yaşayacağına, ülkesine dürüstçe dönüp, devletine ve hükümetine bağlıve devletin hizmetinde şerefli bir hayat yaşamasını tavsiye etmektedir. Bu, 2014 yılının başında, 17-25 Aralık fitnesinin FETÖ tarafından alevlendirildiği yıllarda, darbe gibi kahpe bir kalkışmanın önünü kesecek çok önemli ve gerekli bir tavsiyedir. Sn. Adnan Oktar, fitnenin dinginleşmesi için FETÖ elebaşını, Türkiye'ye dönüp hükümete ve devlete tabi olmaya çağırmaktadır.
Sn. Adnan Oktar'ın, o dönemde yurt dışında Türkçe eğitim veren okullarla ilgili açıklamaları da ilginç bir şekilde iddianamemizde FETÖ'ye övgü kapsamında gösterilmeye çalışılmıştır. Oysa bu okullar, o dönemde başta siyasilerimiz olmak üzere herkesin ayakta alkışladığı bir faaliyettir. Tekrar ve ısrarla belirtmek gerekir ki, o dönemde FETÖ henüz bir terör örgütü olarak bilinmemektedir. Devlet içindeki kapsamlı yapılanmalarını, o dönemde Sn. Başbakan ve iktidar partisindeki bir kısım siyasiler biliyor olabilir ama bunu halktan insanların bilmesine imkan yoktur. Dolayısıyla, o dönemde yurt dışında bir kısım okullarda farklı milletlerin çocuklarına Türkçe öğretiliyor olması ülkemiz adına faydalı bir faaliyet olarak görülebilir. Nitekim 17-25 Aralık olaylarının hemen öncesinde bakanlarımızın ve milletvekillerimizin Türkçe olimpiyatlarını ayakta alkışladıkları, FETÖ elebaşına ağlayarak övgüler yağdırdıkları, çocuklarını FETÖ okullarına gönderdikleri herkesin zihinlerindedir.
Fitneyi yatıştırmak, ülke içinde bölünme tehlikesini engellemek için yapılmış olan Rahmani konuşmalar, ÖZELLİKLE HÜKÜMETİN TALEBİ ÜZERİNE GÜNDEMDE TUTTUĞUMUZ KONUŞMALARDIR. Fakat bunlar iddianamemizde, ilginç bir şekilde camiamız aleyhinde, "FETÖ'yü destekler mahiyette" konuşmalar olarak yorumlanmıştır. Oysa Sn. Adnan Oktar'ın bu yöndeki pek çok konuşması, FETÖ tarafından ateşlenmiş olan 17-25 Aralık fitnesinin daha da alevlendirilmemesi için oldukça gerekli konuşmalardır. Sn. Adnan Oktar ısrarla bunun, devleti ve vatanı bölmek isteyenlerin aradığı fırsat olduğunu belirtmekte ve fitnenin büyük olduğuna ve daha da büyüyebileceğine işaret ederek iki grubun barıştırılması gerektiğini ifade etmektedir. Sn. Adnan Oktar'ın söz konusu konuşma dökümlerinde geçen, kullandığı şu cümleler olağanüstü önem taşımaktadır:
"Bir, Allah esirgesin, felaketin arkasında barışma oluyor bazen de dedi. Ya dedim, felaketi beklemeyelim dedim. Felaketi beklemeyelim. Var ya ayette felaketle ilgili ama felaket olacak, ayrı bir dert o. Beklemeden barıştırmak lazım."
Elbette o dönemde FETÖ hain yapılanmasının, kendi halkına kurşun sıkacak kadar kalleş olabileceği kimsenin aklına gelmemektedir. Fitne başıboş bırakıldığında felakete dönüşebileceğinden, Sn. Adnan Oktar, bu hayati uyarıyı yapmaktadır.
Dahası, söz konusu konuşmaların yapıldığı dönem, FETÖ'nün halk arasında dini bir cemaat olarak bilindiği bir dönemdir. Nitekim bu özellikleri nedeniyle iktidar tarafından desteklenmiş ve önleri açılmıştır. Dolayısıyla o dönemde, yaşanan olaylar Türk halkı nezdinde iki grup arasındaki anlaşmazlıktan ibarettir; FETÖ o dönemde halen dindar bir grup olarak bilinmektedir; algı böyledir. Bir Müslüman için, iki Müslüman topluluğun arasında anlaşmazlık olduğu zaman barıştırmak farzdır, Kuran'a göre bu, mutlaka uygulanması icap eden, yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüktür. Sn. Adnan Oktar da bir Müslüman olarak, hem dindar bildiği iki grubu Kuran'ın hükümlerine uyarak uzlaştırmak, hem de ülkeye zarar verecek bir fitneden vatanı ve milleti korumak adına o dönemde iki tarafı barışa davet etmiştir. Bu, her Müslümanın mutlaka uygulaması gereken bir farz, üstün bir Müslüman ahlakıdır.
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Müminler kardeştirler, kardeşlerinizin arasını düzeltin... (Hucurat Suresi, 10)
… Eğer mümin iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resûlü’ne itaat edin. (Enfal Suresi, 1)
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. (Al-i İmran Suresi, 103)
Bu Müslümanca yaklaşımı, aynı dönemde çeşitli siyasilerimiz ve devlet büyüklerimiz de layıkıyla göstermişlerdir. Örneğin, Diyanet İşleri Eski Başkanı Sn. Mehmet Görmez de Habertürk kanalında Türkiye'nin Nabzı 15 Temmuz özel yayınında (2018), Hükümet ile FETÖ arasında dershane olayları nedeniyle anlaşmazlıkların başladığı dönemde "barıştırma çabalarında" bulunduğunu anlatmıştır:
"Efendim, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda oturan bir hoca, eğer konunun güvenlik boyutlarından haberdar değilse, Türkiye'de ortaya çıkan herhangi bir ihtilafı sulh ile barış ile çözmek için üstüne düşeni yapar. Doğrusu zaman zaman dershane hareketleri döneminde Diyanet İşleri Başkanı olarak ülkemizde bu ayrılık olmasın diye gösterdiğim çabalar var. Ama bu çaba böyle bir toplantı falan değil, sadece insanlarla konuşarak, bana ziyarete gelenlerde paylaşarak, bu ülkeye bu kötülüğü yapmayın diyerek, nasihatte bulunarak böyle bir şey olmuştur.
Soru: Sn. Görmez, kimlerle görüştünüz? Örneğin, Şerif Ali Tekalan ile görüştünüz mü?
Doğrudur. Geldi kendisi… Son zamanlarda sıkıştığı zamanlarda bazı şeyler anlattı. Ben de kendisine nasihatlerde bulundum. Böyle yanlış hareketlerle, devletin kurumlarına sızarak, bu tür yanlışlıklar yapmamaları gerektiğini izah ettim."
Görüldüğü gibi, Diyanet İşleri Eski Başkanı da 17-25 Aralık sonrası dönemde, o zamanlar dindar olarak bildiği bu topluluk ile Hükümetin arasını bulmak için çaba gösterdiğini belirtmektedir. Bunu aynı zamanda Türkiye için yaptığını belirtmektedir. İşte, Sn. Adnan Oktar'ın bir Müslüman olarak gösterdiği çaba da böyle bir çabadır.
Yine aynı dönemde köşe yazarı Fehmi Koru, 17 Aralık 2013 tarihinde, dönemin Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül tarafından Ankara'ya çağrıldığını, Sn. Gül'ün yanında dönemin Başbakanı Sn. Tayyip Erdoğan'ın da bulunduğunu ve kendisinin acilen Pensilvanya'ya gitmesinin istendiğini belirtmiştir. Koru kitabında, "henüz parlamamış bir yangını söndürmek için yollara düştüm. Ankara, İstanbul, Pensilvanya arasında gidip geldim, başaramadım"demektedir. "Parlamamış bir yangını söndürmek", dönemin Cumhurbaşkanı ve dönemin Başbakanı tarafından talep edilmiştir. Fehmi Koru, 25 Aralık olaylarından sonra Sn. Tayyip Erdoğan ile görüşmüş ve sonrasında şu yorumu yapmıştır:
"25 Aralık'ta kendisiyle görüştüm. Rahatsızlığı ifade etti. Ama madem böyle bir mektup yazıldı, madem barış aranıyor, acaba bu iş durdurulabilir mi diye bir iyimserlik içinde olduğunu gördüm." (Hürriyet, Kelebek, 3.4.2014)
Şu anda Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliği yapmakta olan Bülent Arınç da 2013 yılında Başbakan Yardımcılığı görevini yürütürken Fethullah Gülen'i ziyaret etmiş ve TRT Türk'te katıldığı Görüş Farkı programında bu konuyla ilgili olarak şu sözleri sarf etmiştir:
"Sayın Başbakanımız Tayyip Bey'e de gitmeden önce konuyu açtım. İzin verir misiniz dedim. Çok memnun oldu. Keşke bizim için de mümkün olsa, görüşebilsek dedi. Ama programı çok yoğun. Selamlarımızı, sevgilerimizi götürürsünüz. Bizden bir emelleri olur mu? Bir tavsiyeleri olur mu, onu da öğren dedi. Farkında olmadığımız herhangi bir yanlışımız olursa, bu konuda da bizi aydınlatmasını rica etti." (https://t24.com.tr/haber/bulent-arinc-in-2013-teki-sozleri-yeniden-gundemde-basbakanimiz-hoca-efendinin-bizden-bir-emelleri-olur-mu-dedi,860501)
Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın bahsettiği bu görüşme, 2013 yılında, yani MIT krizi ve dershane olaylarının hemen sonrasında, yani FETÖ'nün açıkça hükümete tavır aldığı dönemde gerçekleşmiştir. Dönemin başbakanı Sn. Erdoğan'ın, Sn. Arınç vesilesiyle Fethullah Gülen'e ilettiği sözlerden de anlaşılabileceği gibi o dönem, en üst düzeyden oldukça samimi sözler sarf edilerek barışma yollarının arandığı bir dönemdir. Ülkenin selameti için de o dönemde gerekli ve elzem olan budur.
Sn. Ahmet Davutoğlu da 2013 yılında Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve dönemin Başbakanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan'ın bilgisi dahilinde Pensilvanya'ya bir arabuluculuk ziyareti yaptığını ve Gülen ile görüştüğünü açıklamıştır. Sn. Davutoğlu, bu görüşmenin amacını şu şekilde açıklamıştır:
"Gülen ile 2 veya 3 kere karşılaştım. Elimizde istihbarat raporları var, neyi hedeflemekte olduklarını görüyorduk. Dışarıda ne çevirmekte olduğunu biliyorduk. Son bir hamle, çağrı yapmak istedik. Fırtına gelir ya, hissedersiniz. Meşruiyet çizgisi içinde kalınması ve Türkiye’ye dönmesini istedik.” (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/bulent-arinc-gulun-de-davutoglunun-da-soyledikleri-dogrudur-28930712)
Ak Parti Manisa Milletvekili ve Darbe Girişimi Araştırma Komisyonu Başkanvekili Selçuk Özdağ da 17-25 Aralık sonrasında "Pensilvanya'ya gidip arabuluculuk" görevi üstlendiğini defalarca ifade etmiştir. (Yeniçağ gazetesi, 26.10.2019) Özdağ'ın bu konudaki açıklamaları şu şekildedir:
"17-25 Aralık olunca… ben FETÖ'nün adamlarıyla bir araya geldim. Bakın yapmayın dedim… Bunlarla 5 saat konuştum." (Aydınlık Gazetesi, 15.11.2016)
Görülebildiği gibi dönemin Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül, dönemin Başbakanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Partili vekiller haklı olarak fitnenin yaygınlaşmasını önlemeye çalışarak, "henüz parlamamış bir yangını söndürmek için" haklı ve oldukça yerinde, vatan millet için ortaya konması gereken bir çaba göstermişlerdir. Sn. Adnan Oktar da Allah rızası için, vatanın milletin selameti için bu çabaya destek olmuştur. Değerli devlet büyüklerimiz olayların detaylarını ve tehlikenin çapını çok daha iyi bilirken bu çabayı gösteriyorlarsa, bu doğru ve yerinde bir hamledir. Şu durumda aynı dönemde benzer bir çabayı gösteren Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarının bu yöndeki çağrılarının bir suç ithamı olarak karşımıza çıkarılması garip ve hakkaniyetsiz bir tutumdur.
Ayrıca Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarının bu yöndeki çabaları, tamamen hükümetimizden isimlerin yönlendirmeleriyle ve tamamen hükümet taraflı olmuştur. Konuyla ilgili Sn. Adnan Oktar'ın canlı yayındaki bir açıklaması şu şekildedir:
"… kardeşlerim 70 büyükelçi ile görüştüler, doğru ama bu hükümetle cemaatin arasını düzeltmek için. Çünkü öbür türlü çok riskli. Yani hükümetin yıpranmasını istemeyiz, Tayyip Hocamın ezilmesine ben göz yummam. Şahsen arkadaşlarımız da vicdan ehli, onlar da buna müsaade etmezler."
Bir uzlaşı sağlanabilmesi ve fitnenin ateşinin söndürülmesi adına büyükelçilerle yapılan görüşmeler, İçişleri Bakanımız Sn. Süleyman Soylu'nun özel ricası üzerine gerçekleştirilmiştir. Sn. Soylu'nun bu talebi, o dönemde atılması gereken doğru bir adımdır. Pek çok siyasinin, Diyanet İşleri Başkanımızın o dönemde gösterdiği çabayı, Sn. Adnan Oktar ve arkadaşları da bir Müslüman sorumluluğuyla, devlete millete sahip çıkma adına bir STK sorumluluğuyla yerine getirmiştir.
İzahını yaptığımız bu dökümler, ilginç bir şekilde bizlere bir suçlama olarak dönmekte ve "FETÖ'ye yardım" gibi garip bir itham için yegâne ve en önemli delil olarak getirilmeye çalışılmaktadır. Oysa bu dökümler, bizlerin FETÖ ile ne kadar alakasız olduğumuzu, fitneyi başlatan taraf olarak onları sorumlu tuttuğumuzu ve daima devlet ve hükümet taraflı hareket ettiğimizi gösteren son derece önemli delillerdir.
0 notes
antoine-roquentin · 4 years
Link
After more than 24 hours of silence in response to Berat Albayrak’s shock announcement on Sunday night that he would step down as Treasury and finance minister, a statement from the president’s communications directorate said Mr Erdogan had agreed to his “request to be relieved of his duties”.
The statement, which praised Mr Albayrak for ensuring that Turkey had suffered “the minimum amount of damage” during the coronavirus pandemic, did not say whether he would be given another job in government. Nor did it announce who would succeed him as the steward of the country’s $740bn economy.
If the former business executive, who is married to the president’s daughter Esra, is fully sidelined from politics it would mark a spectacular fall from grace for the 42-year-old and could trigger a significant shift in dynamics within the Turkish state.
Mr Albayrak, who entered parliament in 2015 and joined his father-in-law’s cabinet the same year, had gained huge responsibility and influence across government as the Turkish president consolidated his own power in recent years.
Many in Mr Erdogan’s Justice and Development party (AKP) had believed that the 66-year-old Turkish president, who swept to national power in 2002, was grooming his son-in-law as his political heir.
Yet tensions within the AKP over the state of the nation’s economy ��� and a slide in the lira that had seen the currency depreciate as much as 30 per cent against the dollar this year — appear to have caused a rupture within Turkey’s most powerful dynasty. Recommended Currencies Turkish lira rebounds after Erdogan’s son-in-law quits finance ministry
While Mr Albayrak cited his health as the reason for his stepping down, his resignation announcement came the day after the Turkish president sacked the governor of the central bank and replaced him with a critic of his son-in-law’s economic policies.
In his resignation statement, Mr Albayrak alluded to conflict within the government and made only a cursory reference to his father-in-law, whom he did not thank.
The country’s most senior economic official had faced growing criticism from the Turkish opposition and from within the AKP.
Under his direction, the central bank had burnt through $140bn in an attempt to support the Turkish lira over the past two years, according to a Goldman Sachs estimate. The currency intervention, which has taken a heavy toll on Turkey’s foreign exchange reserves, failed to prevent the lira’s decline. Prior to Mr Albayrak’s resignation, it had tumbled through a succession of record lows against the dollar — the second sharp depreciation in two years.
The weak currency has fuelled double-digit inflation, eroded living standards and placed strain on Turkish corporates burdened with foreign currency debt, as well as the banks that lent them money.
Mr Albayrak continued to insist in recent weeks that the economy was outperforming those of many other countries amid the coronavirus pandemic, and that the weaker exchange rate would make Turkey more competitive. He repeated that message in a meeting with AKP members of parliament last week, according to Turkish media reports.
Bulent Arinc, one of the few AKP founders to remain in the party, broke cover on Saturday with a rare public rebuke of Mr Albayrak from a serving ruling party member. “There are absolutely problems in the economy,” he said, adding that he had objected to the finance minister’s claims to the contrary.
Following Mr Albayrak’s resignation announcement, the Turkish lira enjoyed its strongest rally in more than two years.
The departure of the president’s son-in-law raises questions over future power dynamics within the Turkish state.
As well as running the nation’s economy, Mr Albayrak had built up influence across government, within the ruling party and in the judiciary, according to current and former ruling party officials.
His elder brother, Serhat, heads an important media group and also holds sway over the entire network of pro-AKP newspapers and broadcasters that have come to dominate the Turkish news landscape.
20 notes · View notes
nesrin-c · 5 years
Text
Bulent ARINC, Fatih CEKIRGE ve Hakan SUKUR dagda kaybolmuslar. Bir turlu yollarini bulamiyorlar. Hava kararmak uzere ve cok siddetli bir tipi var. Tam donacaklar, bir ev gormusler. Hemen kapiyi calmislar, yasli bir adam cikmis,
“Bu gece burada kalabilir miyiz?Yoksa donacagiz” “Tamam, kalin ama iki kisi evde yatabilir, digeri ahirda yatacak, evde yer yok”
Kabul etmisler ve ahirda kimin yatacagini kararlastirmak icin ahirin onune gelmisler. Once Hakan SUKUR girmis;10 saniye sonra cikmis “Burada inek var, ben yatamam!” Sonra Fatih CEKIRGE girmis; 10 saniye sonra cikmis “Burada inek var, ben yatamam!” En son Bulent ARINC girmis; 10 saniye sonra INEK disari cikmis “Burada ARINC var, ben yatamam
75 notes · View notes
baybaykus · 5 years
Text
https://t24.com.tr/haber/ocalan-in-mektubunu-aciklayan-ali-kemal-ozcan-beni-erdogan-ile-bulent-arinc-gorusturdu-imrali-ya-2-kez-gitttim,827176
EDEBSİZLER!
13.500 TL. MV. Emekli maaşı, 18.000 TL. YİK Maaşı alıyor.
Yapmış olduğu en önemli icraat ise iddiaya göre; iki oğlu terör örgütü mensubu, kendisi de muhtemelen sempatizan olan, devletin üniversitesinde görevli bir akademisyeni İmralı'ya göndererek teröristbaşına iktidar partisi lehine mektup yazdırmak oldu.
Arınç, 18.000 TL'lik ballı YİK maaşını tenkit edenleri EDEBSİZLER şeklinde nitelendirmiş.
Erdoğan'ın yanında yer almasını ise "İnsani ve İslami bir görev. Ben onlar için kıymetli bir insanım onlar da benim için kıymetli insanlardır” şeklinde tanımlıyor.
Bir zaman da "Benim partide bir özgül ağırlığım var" demişti di mi?
1 note · View note
turkudostu61 · 2 years
Text
Bülent Arınç: Ulan iki kilo et 300 lira
https://tele1.com.tr/bulent-arinc-ulan-iki-kilo-et-300-lira-605101/
0 notes
hertaraf2023 · 4 years
Link
Ak Parti Manisa İl Başkanı, Bülent Arınç’ın Manisa’daki büyük kongre listesinde yer almasına gelen eleştirilere cevap verdi.
0 notes
dalaz3456 · 4 years
Link
Süleyman ARSLANTAŞ / BÜLENT ARINÇ VE İHSAN ARSLAN ÜZERİNE
0 notes
malatyacadde44 · 4 years
Link
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Üyeliği görevinden ayrılma talebini kabul etti.
0 notes
nationalturk · 4 years
Text
0 notes
gggmedya · 4 years
Photo
Tumblr media
"İstifa Et Ey Ahmak Bülent Arınç!" https://gggmedya.com/gundem/istifa-et-ey-ahmak-bulent-arinc/
0 notes
turkudostu61 · 4 years
Text
Bülent Arınç: Dünün mücahitleri bugün müteahhit oldu.. Herhangi bir konuda Bülent Arınç ile tıpatıp aynı fikirde olacağım hiç aklıma gelmezdi. Bülent Arınç: Dünün mücahitleri bugün müteahhit oldu Eski devlet bakanı Fehim Adak’ın anma töreninde konuşan Bülent Arınç, “Bizim bugün en büyük sıkıntımız maalesef dünün mağdurlarının bugün mağrur olmasıdır. Dünün mücahitlerinin daha sonra müteahhi... https://tr724.com/bulent-arinc-dunun-mucahitleri-bugun-muteahhit-oldu/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=bulent-arinc-dunun-mucahitleri-bugun-muteahhit-oldu
0 notes
14.02.2020 VCP2 WEEKLY REPORT
Report 6
Writing the paper
In her feedback, my principal advisor told me to add some studies done about the hashtag movements unique to Turkey. This week, I read three articles to understand the structure of hashtag movements and digital activism in Turkey. The first one is about “say no to abortion ban” movement. Drawing upon this movement, Eslen (2013) argues that social media is a new space for Turkish women’s activism. As a methodology, this study utilized the in-depth, semi-structured interviews with ten activists from the women’s movement. These activists were journalists and and lawyers that work for women’s rights in Istanbul and Ankara. This study examines the ways in which women have utilized available resources for political expression, whether these platforms contributed to achieving desired policy amendment, and how these platforms diverged in two different decades(Eslen, 2013, p. 860-868). The movement of “say no to abortion ban” is supported by the European Women’s Lobby” (EWL).
On 6 June 2012, EWL posted a short statement on Facebook that supports this movement. This online movement mobilized streets as well (Eslen, 2013, p. 867). When Turkey gave up putting a restriction on abortion,  EWL sent a post to thank Turkish women and other supporters. This movement became so effective that the Turkish government dropped the anti-abortion legislation and a new clause stating “the right not to give birth” was added to the new constitution on 14 September, 2012(Eslen, 2013, p. 868).
Another article is written on the movement of #direnkahkaha (Resist Laughter). In July 2014, Turkey’s Deputy Prime Minister Bulent Arinc gave a speech on protecting moral values in Bursa. He said that “women should not laugh in public as it is against moral values of Turkish society”. This statement is severely critized by opposition parties and non-governmental organizations in Turkey. As a reaction, Turkish women posted photos laughing in public, on social media with the hashtag of #direnkahkaha. This movement had changed into an international movement. Even, celebrity Emma Watson participated in this movement (Akyel, 2014, p. 1093-1094).
One of the most interesting hashtag movments in Turkey is #sendeanlat (#tellyourstory) because it is very similar to movements like #WhyIStayed and #MeToo. #sendeanlat movement was started by academician İdil Elveriş on February 14 2015. On the same day, this hashtag became a trend topic on Twitter. The reason behind it is victim Özgecan Aslan, who is raped and murdered on February 11, 2015, in Mersin province. Celebrity Beren Saat’s participation in this movement paved the way for a climactic activism with a high number of citizen participation By using this hashtag Beren Saat told the events of harassment and violence she experienced in the past. After Beren Saat’s revelation hundreds of people told stories they experienced, witnessed or heard (Yılmaz, 2015, p. 330). In total, 1.079.791 tweets were sent under this hashtag (Yılmaz, 2015, p. 331). Total number of participants in this movement is 320.466 (Yılmaz, 2015, p. 332). On February 15, 2015, this hashtag became a trend topic (Yılmaz, 2015, p. 332).
Interestingly enough, in this point, this movement is very identical to #MeToo movement. In the same way, singer Alyssa Milano’s tweet became a milestone in the rise of #MeToo campaign (Xiong, Cho & Boatwright, 2018, p. 5). In this movement, women who experienced sexual harassment shared their stories with the hashtag of #MeToo. Another hashtag movement similar to #sendeanlat movement is #WhyIStayed. In #WhyIStayed movement, women who are the victims of domestic violence told their stories (Clark, 2016, p. 788-801). This movement became as successful as #sendeanlat movement. Both of these movements shows the power and significance of hashtag activism. Active audience participation increased the #WhyIStayed movement’s ability to avance its definitional claims not only by drawing attention to the hashtag, but also by visibly supporting the actors primarily responsible for constructing its counter-frame. For example, 188 sampled tweets connected survivors with resources like crisis hotlines, and shelters (Clark, 2016, p. 798). This is hashtag activism’s ability to empower users with material resources. In the same way, after #sendeanlat movement, to make feminist storytelling practice permanent in Turkey, a website is made called sendeanlat.com (Yılmaz, 2015, p. 333). After this movement a member of parliament brought a legislative proposal called law of Özgecan Aslan to parliament.
References
Akyel, E. (2014). #Direnkahkaha (ResistLaughter): “Laughter is a Revolutionary Action.” Feminist Media Studies, 14(6), 1093–1094. doi: 10.1080/14680777.2014.975437
Clark, R. (2016). “Hope in a hashtag”: the discursive activism of #WhyIStayed. Feminist Media Studies, 16(5), 788–804. doi: 10.1080/14680777.2016.1138235
Eslen-Ziya, H. (2013). Social Media and Turkish Feminism: New resources for social activism. Feminist Media Studies, 13(5), 860–870. doi: 10.1080/14680777.2013.838369
Xiong, Y.,Cho, M., & Boatwright, B. (2019). Hashtag activism and message frames among social movement organizations: Semantic network analysis and thematic analysis of Twitter during the #MeToo movement. Public Relations Review, 45(1), 10–23. doi: 10.1016/j.pubrev.2018.10.014
Yılmaz, B. (2015). Yeni Medya Ortamlarında Örgütlenme ve Toplumsal Etkileri: #sendeanlat Örnek Olay İncelemesi. Ulusal ve Kurumsal Çatışmalar/Çözümler Kongresi.
0 notes
dalaz3456 · 4 years
Link
Süleyman ARSLANTAŞ / BÜLENT ARINÇ VE İHSAN ARSLAN ÜZERİNE
0 notes