İDDİANAMEDE FETÖ'YÜ ÖVÜCÜ MAHİYETTE OLDUĞU İDDİA EDİLEN CANLI YAYIN DÖKÜMLERİYLE İLGİLİ AÇIKLAMALAR
Çok iyi bilindiği gibi, 2008 yılından beri Sn. Adnan Oktar, her gün yaklaşık 6-8 saat canlı yayın yapmaktadır. Bu yayınlar esnasında geçmişten beri Sn. Adnan Oktar'ın canlı yayında sarf ettiği izahlara bakıldığında, FETÖ'ye karşı ciddi eleştirel, hatta kimi zaman ciddi şekilde yerden yere vuran açıklamalar yaptığı çok iyi bilinmektedir; bunlar kayıtlardadır. Bir kısmı da yukarıda takdirinize sunulmuştur. 10 yıl boyunca kesintisiz olarak devam etmiş olan bu canlı yayınlar içinden ise, tüm zorlamalarla sadece 6-7 tane konuşma dökümünün karşımıza getirilebilmesi durumun şaşkınlık uyandırıcı kısmıdır. Daha da şaşkınlık uyandırıcı olan ise zorlamalarla ortaya çıkarılan bu birkaç dökümün içeriğinde de herhangi bir övücü izahın yer almayışıdır.
Sn. Adnan Oktar, iddianamede yer alan dökümlerden de anlaşılacağı kadarıyla, özellikle 17-25 Aralık döneminin hemen sonrasında, devletin bekasını korumak adına bir "barıştırma", "muhtemel bir fitneyi izale etme" çabasında olmuştur. Bu, pek çok dış faktörle mücadele içinde olan, bölünme gibi bir tehditle sıcağı sıcağına karşı karşıya olan devletimizi içten vuracak bir kutuplaşmayı önleme çabasıdır. Unutulmaması gerekir ki, o dönemde ortada bir terör örgütü, yani FETÖ yoktur. Hükümet ile o dönemdeki Gülen cemaati arasında sorunlar yaşandığı ve 17-25 Aralık ile FETÖ tarafından hükümete karşı ciddi bir tavır alındığı bilinmektedir. Bu hain yapılanmanın "terör örgütü" olarak adı konulmamıştır ve ihanet boyutu hiç bilinmemektedir. O dönem, hükümetin bilgisi dahilindeki pek çok konu henüz halka açık değildir.
Dolayısıyla, 17-25 Aralık döneminde halka da yansıyan bu anlaşmazlık, pek çok siyasi, bilirkişi, basından pek çok isim, diplomat, hatta devlet erkânının önemli bir kesimi tarafından "giderilebilir", "halledilebilir" geçici bir sorun olarak değerlendirilmiş ve bu yönde açıklamalar yapılmıştır. Aynı dönemde, İçişleri Eski Bakanı Abdülkadir Aksu, kendileriyle görüşen arkadaşlarımıza "lütfen iki tarafı uzlaştırmaya çalışın, lütfen bunu mutlaka yapın" diye ricacı olmuştur.
Camiamız aleyhine kullanılmaya çalışılan ve iddianamede yer alan bir kısım konuşma dökümlerinde Sn. Adnan Oktar, ülkemizin o dönemlerde karşı karşıya kaldığı ciddi bölünme tehlikesine sık sık atıfta bulunmaktadır. PKK'nın en pervasız olduğu dönemlerden biri olan o tarihler, bölünme nidalarının utanmazca ayyuka çıktığı dönemlerdir. Vatanın bekasını her şeyden önde tutan Sn. Adnan Oktar, o tarihlerde de bu önemli meseleye dikkatini vermiş ve ülke içinde kutuplaşmanın, içte yaşanacak bir fitnenin asıl bölünme planları yapanlara yarayacağını ısrarla vurgulamıştır. Söz konusu konuşma dökümünde Sn. Adnan Oktar barıştırma çabasının nedenlerini şöyle açıklamıştır:
"Ülke çünkü büyük bir tehlikenin içinde. Bölünme tehlikesi kapıda. Çok uyanık olmamız lazım. 50'yi 50'ye kırdırmayız. 50'yi 50 ile birleştirip 100 yaparız."
İddianamede yer alan bir başka konuşma dökümünde Sn. Adnan Oktar, daha FETÖ'nün bir terör örgütü olduğunun bilinmediği tarihlerde, Türkiye demokrasisi için konuşma özgürlüğünün öneminden bahsetmektedir. Burada adı geçen Gültekin Avcı, şahsı ile değil, bölünme karşıtı bir konuşma yaptığı için gündeme getirilmektedir. Burada hatırlatmak gerekir ki, iddianameye giren söz konusu konuşma 17 Şubat 2014 tarihlidir. Gültekin Avcı ise 21 Eylül 2015 tarihinde tutuklanmıştır. Dolayısıyla, bu konuşmanın yapıldığı tarihlerde Gültekin Avcı, ne hükümet ne de yargı nezdinde "sakıncalı" olarak görülen bir isim değildir.
Daha da önemlisi, Sn. Adnan Oktar'ın söz konusu konuşmasında ise FETÖ'yü över mahiyette tek bir ifade dahi geçmemektedir. Nitekim, bu konuşmada Sn. Adnan Oktar'ın sarf ettiği şu sözler zaten konuşmanın amacını, temelini ve içeriğini gözler önüne sermektedir:
"PKK tehlikesini örtbas eden bir insan çok tehlikeli bir insandır. Bölünme tehlikesi yok diyen, Türkiye'nin bir uçuruma doğru gittiğini göremeyen bir insan tehlikelidir. O yüzden uyarıcı insanlara ihtiyaç var."
Bu konuşmada, konuşmanın içeriğinin ve vurgulanan noktanın tamamen ihmal edilip, sadece kişiye odaklanarak "FETÖ" övgüsü çıkarımı yapmak ciddi şekilde taraflı bir yorumdur.
İddianamede yer verilen konuşma dökümlerinden birkaç tanesi ise açıkça bu konuda camiamıza yöneltilen tüm suçlamaları yerle bir eden, FETÖ'nün Sn. Adnan Oktar tarafından sert cümlelerle eleştirildiği, Sn. Adnan Oktar'ın geçmişten beri FETÖ'ye karşıt bakış açısını açıkça gösteren dökümlerdir. İddianamede yer alan bu dökümlerden birinde Sn. Adnan Oktar şu sözlerle FETÖ elebaşını eleştirmektedir:
"Mesela biz Fethullah hocanın talebelerini falan konuşuyorduk ya, Mehdi tamam da diyorlardı, yani okullar açacak, emek verecek, sanayi… zenginleşeceksin, öyle Mehdi çıkar diyor. ALLAH'A GÜVENEMİYOR, YANİ ALLAH YAPAR DİYEMİYOR. Kardeşim o kafayla sen Amerika'da 30 kere Mehdi çıkardı o zaman. Parayla, zenginlikle, okulla oluyorsa bin kere senin okullarını katlar, bin kere senin sermaye gücünü de katlar. Yani yedi bin yıl uğraşsan onların ekonomik gücüne ulaşamazsın. Ama küçük bir mutlu azınlık haline gelebilirsin ama bir şey olmaz. MÜSLÜMANLARI BOŞA OYALAMA!"
Sn. Adnan Oktar'ın, FETÖ elebaşına ve FETÖ'cülere yönelik oldukça ağır eleştirilerini içeren bu sözlerin iddianamemizde nasıl "FETÖ'yü över mahiyette" şeklinde yorumlandığı anlaşılabilmiş değildir. Muhtemelen sırf FETÖ ismi konuşma dökümünde geçtiği için konmuş ve FETÖ ile ilgili konuşma dökümlerinin yekûnunu artırma adına eklenmiştir. Bir "eleştiri" konuşması olduğunun muhtemelen bir şekilde "gözden kaçacağı" düşünülmüştür.
Aynı mahiyette bir başka konuşma, yine iddianameye aleyhte bir delil gibi konmuş olan ama aslında Sn. Adnan Oktar'ın canlı yayında FETÖ'ye ciddi eleştirilerini içeren bir konuşma dökümüdür. Söz konusu olan, 17-25 Aralık döneminde FETÖ'nün hükümete karşı gösterdiği tavrı yerden yere vuran ve hükümetimizi kâmil anlamda destekleyen bir konuşmadır. Böyle bir konuşmanın, FETÖ'yü över mahiyette konuşmalar kategorisine alınarak, camiamız aleyhine bir delilmiş gibi sunulması oldukça dikkat çekicidir. Konuşmada, dönemin Başbakanı Sn. Erdoğan'a gazetecilerin sordukları bir sorunun Sn. Adnan Oktar tarafından yorumlanması istenmektedir. Sn. Adnan Oktar cümlesine, FETÖ elebaşını kastederek "kainatın imamı, mehdilik iddiaları olabilir. Bir mahzuru yok" diyerek başlamaktadır. Keza, herhangi bir topluluğun kendi içlerinde sadece kendilerini ilgilendiren bir iddiaya sahip olması, bizi veya bu toplumu bağlayan, ilgilendiren bir durum değildir. İçinde bulunduğumuz laik-demokratik sistemin en temel kriteri düşünce ve inanç özgürlüğüdür. Bu özgürlük dahilinde isteyen istediğine inanma ve istediği iddiada bulunma özgürlüğüne sahiptir. Bir kişinin bir şeyi iddia ediyor olması, onun öyle olduğu anlamına gelmez. Burada da ona bir atıf vardır. Asıl olarak konuşmanın devamı önem taşımaktadır. Çünkü konuşmanın devamı, Sn. Adnan Oktar'ın FETÖ'ye karşı bakış açısını mükemmel şekilde özetlemektedir. Bir canlı yayında FETÖ'ye bu sözleri söyleyen bir kişinin, FETÖ'ye bir yakınlık duyuyor olması mümkün değildir. Bu sözler, açık husumeti gösterir:
"…ama siyasi yönde başarılı olan bir hükümetin moralini bozmaya çalışmak, şevkini kırmaya çalışmak, daha önce zulüm, acımasızlık görmüş olan insanların özellikle zulüm ve acıdan kurtulduklarını gördükleri halde, onları zulüm ve acıdan kurtaran bu insanın (Sn. Cumhurbaşkanımız kastediliyor)…"
Konuşma bu kadarıyla iddianameye alınmıştır. Sadece bu kadarından bile söz konusu konuşmanın Sn. Adnan Oktar'ın FETÖ'yü yerden yere vuran, 17-25 Aralık fitnesini lanetleyen, hükümeti canla başla savunan bir konuşma olduğu açıktır.
Fakat ilginç olan, bu haliyle bile hükümet taraftarı konuşmanın ilginç bir yerde aniden kesilmesi, konuşmanın devamının iddianameye KASITLI BİR BİÇİMDE konulmamasıdır.
6 Mart 2014 tarihli bu canlı yayın konuşmasının devamını biz ekleyelim:
"…zulüm ve acıdan kurtulduklarını gördükleri halde, onları zulüm ve acıdan kurtaran bir insanın, velev ki bu dedikleri doğru bile olsa, ÜZERİNE GİDİP ONU SİYASİ YÖNDEN MAHVETMEYE KALKMALARI, YAKIŞIK ALMAZ, vicdanlı bir davranış olmaz. Daha önceki dönemleri kimse unutmadı, akıl almaz zulüm vardı. Bazı dönemlerde akıl almaz zulüm vardı, hepimiz beraber birlikte yaşadık. Şu an böyle bir zulüm görmüyoruz. Başbakan peygamber değil hata yapabilir, doğru, olabilir, etrafındaki insanlar da yapmış olabilir. Ama hükümeti yıkmanın anlamı ne? Bakanları değiştirirsin, cezalarını alırlar ceza gerektiren bir şeyse ama hükümet görevine devam eder. Hükümet ancak seçimle gider. “Yok biz buna gerek duymuyoruz seçim olmadan da hükümet gider” kafası oluşuyorsa, biz üçüncü dünya ülkelerini de geçeriz. Çok ilkel bir demokrasi gelir Türkiye’ye. Hükümetler sürekli yıkılır. Hiçbir hükümete güvenemeyiz. Hükümet dediğin tepmez devrilmez olacak. Seçimle gelip seçimle gidecek. TAYYİP HOCAM’A GÜNLERDEN BERİ MEYDANA GETİRDİKLERİ TAZYİKİ BİR DÜŞÜNÜN. Ve ÇEKTİĞİ ÇİLEYE BAK ŞU ISTIRABA BAK. ŞU HAVADA VAR GÜCÜYLE SABAHTAN AKŞAMA KADAR ORADAN ORAYA KOŞTURUYOR. Belli ki bir ajitasyon var, ne gerek var buna? Hizmetlerini sayıyorlar say say bitmiyor, hırsızlık soysuzluk yapan varsa al hapse koy ne uzatıyorsun? Niye hükümet gitsin? CANINI YAKMAYA NE GEREK VAR? ISTIRAP VERMEYE NE GEREK VAR? BİLAKİS TEŞCİ EDİP TAKTİR EDECEKLERİNE MORALİNİ BOZMAYA KALKMAK, KIZDIRMAYA KALKMAK, TEDİRGİN ETMEK GÜNAH OLUR. Yakışık almaz benim vicdanım kabul etmiyor."
Böyle bir konuşmanın, 17-25 Aralık döneminin hemen sonrasında FETÖ'yü kıyasıyla eleştiren, FETÖ'nün kirli niyetini ortaya çıkaran ve bu yönüyle yerden yere vuran bir konuşma olduğu ayan beyan ortadadır. Sn. Adnan Oktar, FETÖ'yü, siyasi yönde başarılı bir hükümetin moralini bozup, şevkini kırmaya çalışmakla yani fitne çıkarmakla itham etmektedir. Sn. Adnan Oktar, kimsenin bu kadarına cesaret edemediği dönemde FETÖ'nün hainliğine dair tüm gerçekleri cesurca anlatmaktadır. Konuşma iddianamedeki kesilmiş kısmıyla bile bir eleştiri konuşmasıyken, bu eleştirileri tümüyle pekiştiren konuşmanın devam k��smının iddianameye konulmamış olması ve böyle bir konuşmanın iddianamede "FETÖ'yü öven" bir konuşma olarak değerlendirilmesi ciddi anlamda ŞOK EDİCİDİR.
Söz konusu canlı yayının devamında Sn. Adnan Oktar, Fethullah Gülen'in o dönemde İngiliz derin devletinin güdümünde ABD'de mağlubane ve ezik yaşayacağına, ülkesine dürüstçe dönüp, devletine ve hükümetine bağlıve devletin hizmetinde şerefli bir hayat yaşamasını tavsiye etmektedir. Bu, 2014 yılının başında, 17-25 Aralık fitnesinin FETÖ tarafından alevlendirildiği yıllarda, darbe gibi kahpe bir kalkışmanın önünü kesecek çok önemli ve gerekli bir tavsiyedir. Sn. Adnan Oktar, fitnenin dinginleşmesi için FETÖ elebaşını, Türkiye'ye dönüp hükümete ve devlete tabi olmaya çağırmaktadır.
Sn. Adnan Oktar'ın, o dönemde yurt dışında Türkçe eğitim veren okullarla ilgili açıklamaları da ilginç bir şekilde iddianamemizde FETÖ'ye övgü kapsamında gösterilmeye çalışılmıştır. Oysa bu okullar, o dönemde başta siyasilerimiz olmak üzere herkesin ayakta alkışladığı bir faaliyettir. Tekrar ve ısrarla belirtmek gerekir ki, o dönemde FETÖ henüz bir terör örgütü olarak bilinmemektedir. Devlet içindeki kapsamlı yapılanmalarını, o dönemde Sn. Başbakan ve iktidar partisindeki bir kısım siyasiler biliyor olabilir ama bunu halktan insanların bilmesine imkan yoktur. Dolayısıyla, o dönemde yurt dışında bir kısım okullarda farklı milletlerin çocuklarına Türkçe öğretiliyor olması ülkemiz adına faydalı bir faaliyet olarak görülebilir. Nitekim 17-25 Aralık olaylarının hemen öncesinde bakanlarımızın ve milletvekillerimizin Türkçe olimpiyatlarını ayakta alkışladıkları, FETÖ elebaşına ağlayarak övgüler yağdırdıkları, çocuklarını FETÖ okullarına gönderdikleri herkesin zihinlerindedir.
Fitneyi yatıştırmak, ülke içinde bölünme tehlikesini engellemek için yapılmış olan Rahmani konuşmalar, ÖZELLİKLE HÜKÜMETİN TALEBİ ÜZERİNE GÜNDEMDE TUTTUĞUMUZ KONUŞMALARDIR. Fakat bunlar iddianamemizde, ilginç bir şekilde camiamız aleyhinde, "FETÖ'yü destekler mahiyette" konuşmalar olarak yorumlanmıştır. Oysa Sn. Adnan Oktar'ın bu yöndeki pek çok konuşması, FETÖ tarafından ateşlenmiş olan 17-25 Aralık fitnesinin daha da alevlendirilmemesi için oldukça gerekli konuşmalardır. Sn. Adnan Oktar ısrarla bunun, devleti ve vatanı bölmek isteyenlerin aradığı fırsat olduğunu belirtmekte ve fitnenin büyük olduğuna ve daha da büyüyebileceğine işaret ederek iki grubun barıştırılması gerektiğini ifade etmektedir. Sn. Adnan Oktar'ın söz konusu konuşma dökümlerinde geçen, kullandığı şu cümleler olağanüstü önem taşımaktadır:
"Bir, Allah esirgesin, felaketin arkasında barışma oluyor bazen de dedi. Ya dedim, felaketi beklemeyelim dedim. Felaketi beklemeyelim. Var ya ayette felaketle ilgili ama felaket olacak, ayrı bir dert o. Beklemeden barıştırmak lazım."
Elbette o dönemde FETÖ hain yapılanmasının, kendi halkına kurşun sıkacak kadar kalleş olabileceği kimsenin aklına gelmemektedir. Fitne başıboş bırakıldığında felakete dönüşebileceğinden, Sn. Adnan Oktar, bu hayati uyarıyı yapmaktadır.
Dahası, söz konusu konuşmaların yapıldığı dönem, FETÖ'nün halk arasında dini bir cemaat olarak bilindiği bir dönemdir. Nitekim bu özellikleri nedeniyle iktidar tarafından desteklenmiş ve önleri açılmıştır. Dolayısıyla o dönemde, yaşanan olaylar Türk halkı nezdinde iki grup arasındaki anlaşmazlıktan ibarettir; FETÖ o dönemde halen dindar bir grup olarak bilinmektedir; algı böyledir. Bir Müslüman için, iki Müslüman topluluğun arasında anlaşmazlık olduğu zaman barıştırmak farzdır, Kuran'a göre bu, mutlaka uygulanması icap eden, yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüktür. Sn. Adnan Oktar da bir Müslüman olarak, hem dindar bildiği iki grubu Kuran'ın hükümlerine uyarak uzlaştırmak, hem de ülkeye zarar verecek bir fitneden vatanı ve milleti korumak adına o dönemde iki tarafı barışa davet etmiştir. Bu, her Müslümanın mutlaka uygulaması gereken bir farz, üstün bir Müslüman ahlakıdır.
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Müminler kardeştirler, kardeşlerinizin arasını düzeltin... (Hucurat Suresi, 10)
… Eğer mümin iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resûlü’ne itaat edin. (Enfal Suresi, 1)
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. (Al-i İmran Suresi, 103)
Bu Müslümanca yaklaşımı, aynı dönemde çeşitli siyasilerimiz ve devlet büyüklerimiz de layıkıyla göstermişlerdir. Örneğin, Diyanet İşleri Eski Başkanı Sn. Mehmet Görmez de Habertürk kanalında Türkiye'nin Nabzı 15 Temmuz özel yayınında (2018), Hükümet ile FETÖ arasında dershane olayları nedeniyle anlaşmazlıkların başladığı dönemde "barıştırma çabalarında" bulunduğunu anlatmıştır:
"Efendim, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda oturan bir hoca, eğer konunun güvenlik boyutlarından haberdar değilse, Türkiye'de ortaya çıkan herhangi bir ihtilafı sulh ile barış ile çözmek için üstüne düşeni yapar. Doğrusu zaman zaman dershane hareketleri döneminde Diyanet İşleri Başkanı olarak ülkemizde bu ayrılık olmasın diye gösterdiğim çabalar var. Ama bu çaba böyle bir toplantı falan değil, sadece insanlarla konuşarak, bana ziyarete gelenlerde paylaşarak, bu ülkeye bu kötülüğü yapmayın diyerek, nasihatte bulunarak böyle bir şey olmuştur.
Soru: Sn. Görmez, kimlerle görüştünüz? Örneğin, Şerif Ali Tekalan ile görüştünüz mü?
Doğrudur. Geldi kendisi… Son zamanlarda sıkıştığı zamanlarda bazı şeyler anlattı. Ben de kendisine nasihatlerde bulundum. Böyle yanlış hareketlerle, devletin kurumlarına sızarak, bu tür yanlışlıklar yapmamaları gerektiğini izah ettim."
Görüldüğü gibi, Diyanet İşleri Eski Başkanı da 17-25 Aralık sonrası dönemde, o zamanlar dindar olarak bildiği bu topluluk ile Hükümetin arasını bulmak için çaba gösterdiğini belirtmektedir. Bunu aynı zamanda Türkiye için yaptığını belirtmektedir. İşte, Sn. Adnan Oktar'ın bir Müslüman olarak gösterdiği çaba da böyle bir çabadır.
Yine aynı dönemde köşe yazarı Fehmi Koru, 17 Aralık 2013 tarihinde, dönemin Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül tarafından Ankara'ya çağrıldığını, Sn. Gül'ün yanında dönemin Başbakanı Sn. Tayyip Erdoğan'ın da bulunduğunu ve kendisinin acilen Pensilvanya'ya gitmesinin istendiğini belirtmiştir. Koru kitabında, "henüz parlamamış bir yangını söndürmek için yollara düştüm. Ankara, İstanbul, Pensilvanya arasında gidip geldim, başaramadım"demektedir. "Parlamamış bir yangını söndürmek", dönemin Cumhurbaşkanı ve dönemin Başbakanı tarafından talep edilmiştir. Fehmi Koru, 25 Aralık olaylarından sonra Sn. Tayyip Erdoğan ile görüşmüş ve sonrasında şu yorumu yapmıştır:
"25 Aralık'ta kendisiyle görüştüm. Rahatsızlığı ifade etti. Ama madem böyle bir mektup yazıldı, madem barış aranıyor, acaba bu iş durdurulabilir mi diye bir iyimserlik içinde olduğunu gördüm." (Hürriyet, Kelebek, 3.4.2014)
Şu anda Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliği yapmakta olan Bülent Arınç da 2013 yılında Başbakan Yardımcılığı görevini yürütürken Fethullah Gülen'i ziyaret etmiş ve TRT Türk'te katıldığı Görüş Farkı programında bu konuyla ilgili olarak şu sözleri sarf etmiştir:
"Sayın Başbakanımız Tayyip Bey'e de gitmeden önce konuyu açtım. İzin verir misiniz dedim. Çok memnun oldu. Keşke bizim için de mümkün olsa, görüşebilsek dedi. Ama programı çok yoğun. Selamlarımızı, sevgilerimizi götürürsünüz. Bizden bir emelleri olur mu? Bir tavsiyeleri olur mu, onu da öğren dedi. Farkında olmadığımız herhangi bir yanlışımız olursa, bu konuda da bizi aydınlatmasını rica etti." (https://t24.com.tr/haber/bulent-arinc-in-2013-teki-sozleri-yeniden-gundemde-basbakanimiz-hoca-efendinin-bizden-bir-emelleri-olur-mu-dedi,860501)
Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın bahsettiği bu görüşme, 2013 yılında, yani MIT krizi ve dershane olaylarının hemen sonrasında, yani FETÖ'nün açıkça hükümete tavır aldığı dönemde gerçekleşmiştir. Dönemin başbakanı Sn. Erdoğan'ın, Sn. Arınç vesilesiyle Fethullah Gülen'e ilettiği sözlerden de anlaşılabileceği gibi o dönem, en üst düzeyden oldukça samimi sözler sarf edilerek barışma yollarının arandığı bir dönemdir. Ülkenin selameti için de o dönemde gerekli ve elzem olan budur.
Sn. Ahmet Davutoğlu da 2013 yılında Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve dönemin Başbakanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan'ın bilgisi dahilinde Pensilvanya'ya bir arabuluculuk ziyareti yaptığını ve Gülen ile görüştüğünü açıklamıştır. Sn. Davutoğlu, bu görüşmenin amacını şu şekilde açıklamıştır:
"Gülen ile 2 veya 3 kere karşılaştım. Elimizde istihbarat raporları var, neyi hedeflemekte olduklarını görüyorduk. Dışarıda ne çevirmekte olduğunu biliyorduk. Son bir hamle, çağrı yapmak istedik. Fırtına gelir ya, hissedersiniz. Meşruiyet çizgisi içinde kalınması ve Türkiye’ye dönmesini istedik.” (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/bulent-arinc-gulun-de-davutoglunun-da-soyledikleri-dogrudur-28930712)
Ak Parti Manisa Milletvekili ve Darbe Girişimi Araştırma Komisyonu Başkanvekili Selçuk Özdağ da 17-25 Aralık sonrasında "Pensilvanya'ya gidip arabuluculuk" görevi üstlendiğini defalarca ifade etmiştir. (Yeniçağ gazetesi, 26.10.2019) Özdağ'ın bu konudaki açıklamaları şu şekildedir:
"17-25 Aralık olunca… ben FETÖ'nün adamlarıyla bir araya geldim. Bakın yapmayın dedim… Bunlarla 5 saat konuştum." (Aydınlık Gazetesi, 15.11.2016)
Görülebildiği gibi dönemin Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül, dönemin Başbakanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Partili vekiller haklı olarak fitnenin yaygınlaşmasını önlemeye çalışarak, "henüz parlamamış bir yangını söndürmek için" haklı ve oldukça yerinde, vatan millet için ortaya konması gereken bir çaba göstermişlerdir. Sn. Adnan Oktar da Allah rızası için, vatanın milletin selameti için bu çabaya destek olmuştur. Değerli devlet büyüklerimiz olayların detaylarını ve tehlikenin çapını çok daha iyi bilirken bu çabayı gösteriyorlarsa, bu doğru ve yerinde bir hamledir. Şu durumda aynı dönemde benzer bir çabayı gösteren Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarının bu yöndeki çağrılarının bir suç ithamı olarak karşımıza çıkarılması garip ve hakkaniyetsiz bir tutumdur.
Ayrıca Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarının bu yöndeki çabaları, tamamen hükümetimizden isimlerin yönlendirmeleriyle ve tamamen hükümet taraflı olmuştur. Konuyla ilgili Sn. Adnan Oktar'ın canlı yayındaki bir açıklaması şu şekildedir:
"… kardeşlerim 70 büyükelçi ile görüştüler, doğru ama bu hükümetle cemaatin arasını düzeltmek için. Çünkü öbür türlü çok riskli. Yani hükümetin yıpranmasını istemeyiz, Tayyip Hocamın ezilmesine ben göz yummam. Şahsen arkadaşlarımız da vicdan ehli, onlar da buna müsaade etmezler."
Bir uzlaşı sağlanabilmesi ve fitnenin ateşinin söndürülmesi adına büyükelçilerle yapılan görüşmeler, İçişleri Bakanımız Sn. Süleyman Soylu'nun özel ricası üzerine gerçekleştirilmiştir. Sn. Soylu'nun bu talebi, o dönemde atılması gereken doğru bir adımdır. Pek çok siyasinin, Diyanet İşleri Başkanımızın o dönemde gösterdiği çabayı, Sn. Adnan Oktar ve arkadaşları da bir Müslüman sorumluluğuyla, devlete millete sahip çıkma adına bir STK sorumluluğuyla yerine getirmiştir.
İzahını yaptığımız bu dökümler, ilginç bir şekilde bizlere bir suçlama olarak dönmekte ve "FETÖ'ye yardım" gibi garip bir itham için yegâne ve en önemli delil olarak getirilmeye çalışılmaktadır. Oysa bu dökümler, bizlerin FETÖ ile ne kadar alakasız olduğumuzu, fitneyi başlatan taraf olarak onları sorumlu tuttuğumuzu ve daima devlet ve hükümet taraflı hareket ettiğimizi gösteren son derece önemli delillerdir.
0 notes