#biyoloji kimya tamam
Explore tagged Tumblr posts
Text
yeni kararlar alındı
#artık Türkçe çözerken 30 soru çözücem#30-34 dakikada#kalan on soruyu da sonra çözücem#çünkü 40 soruyu bir kere de çözmeye çalışınca çok sıkılıyorum#beynim çok yoruluyor#ve zaten genelde son sorularda yanlışım çıkıyor#dikkatim dağılıyor#ve FİZİKTEN NEFRET EDİYORUM#fizik kampı yapmam lazım#biyoloji kimya tamam#güzel seviyorum#çözüyorum#ama fizik asla öyle değil#MİDEM BULANIYOR FİZİKTEN
1 note
·
View note
Text
Evrenin başı güneşini nasıl takip ediyor?
Bu da pek bir yazıya benzemeyecek. Ders notu kabilinden olacak. Yine de karalamalıyım. Saklamanın en iyi yolu dilegetirmektir çünkü: Bediüzzaman'ın 33. Söz'ün 9. Pencere'sinde 'ibadât-ı umumiye'yi delil olarak sevketmesi kafamı karıştırdı arkadaşım. Evet. Çünkü ibadet 'ortak bir bilgi alanı' gibi gelmiyordu bana. Mü'minseniz ibadet edersiniz. Tamam. Allah kabul etsin. Değilseniz zaten böyle bir zemini kabul etmiyorsunuz. O halde oradan delil getirmek nasıl olabilir?
Yani, "Ey münkir, bak herşey ibadet ediyor, bu kadar ibadet varsa mutlaka Mâbudları da vardır!" desem, münkir de bana şöyle demez miydi: "Bence hepsi yanlış yapıyorlar. Bir rüyaya kapılmış gidiyorlar. Onların zaten katılmadığım bir davranışları ile beni cerhedemezsin." Sonra, elhamdülillah, metnin içerisindeki bir detaya uyandım. 'İbadet' kavramını biraz dar ele aldığımı düşünmeye başladım. Deniliyordu ki mesela orada: "(...) bilmüşahede bütün zîhayatların kemâl-i intizamla ubûdiyetkârâne vazifeler görmeleri ve bilmüşahede anâsır gibi bütün cemâdâtın kemâl-i itaatle ubûdiyetkârâne hizmetleri, bir Mâbud-u Bilhakkın vücub-u vücudunu ve vahdetini gösterdiği gibi..."
Tabii böyle metni alıntılayıp bırakınca olmayacak. İzahı da gerekecek. Tevfik Hüda'dan. Eh, evet, öncelikle soralım o zaman: İbadetle aslında ne yapmış oluyoruz? Düşünün. Düşünün. Düşünün. Evet. Süreniz doldu. Kağıtları gösterin. Zannediyorum 'şükür' diyeceksiniz, 'hamd' diyeceksiniz, 'tefekkür' diyeceksiniz, 'teslimiyet' diyeceksiniz. Daha nice güzel tarifi ekleyeceksiniz. Maşaallah. Diliniz şeker yesin. Ve bunların hepsini de haklı olarak söyleyeceksiniz. İtiraz etmiyorum. Fakat bunlarla birlikte, ibadetle, birşeye daha muvaffak kılındığımızı düşünüyorum. Nedir? İhtimalleri teke düşürmektir.
Peki 'ihtimalleri teke düşürmek' ne demek?
İzah misalsiz olmaz. Namazımızı ele alalım. Size namazı 'sadece bir başlık' olarak verdiğimi düşünün mesela. İçeriğini kendiniz dolduracaksınız. (Yakında hadis inkârcıları da öyle şeyler yapacaklar gibi görünüyor.) Nasıl doldururdunuz? Beraberinde elinizde hiçbir dinî verinin bulunmadığı bir dünyayı da hayal etmenizi istiyorum. Hayy bin Yakzan gibisiniz. Beşeriyetle tanışıklığınız yok. Ne yapardınız? Takla mı atardınız? Yerde mi yuvarlanırdınız? Şınav mı çekerdiniz. Amuda mı kalkardınız? Allah'ı razı etmenin yolunu ne şekillerde arardınız? Hangi kelimelerle dilegetirirdiniz? Bireysel namaz tercihiniz nasıl olurdu
Hatta biraz daha geriye gidelim: 'İbadet' diye birşeyin başlık bilgisi kadarcık olsun bilgisi gelmemiş sayalım. Böyle bir cehaletten doğacak ihtimaller karşısında sizi ne/nasıl birliğe getirebilirdi? Acaba insan sayısı kadar din olmaz mıydı? İnsan sayısınca ahlak bulunmaz mıydı? Putların sayısı insan sayısını aşmaz mıydı? Doğru, insan sayısınca, hatta o insanların farklı şartlardaki doğru algılarıyla çoğalacak sayıda, artmaz mıydı? Demek, biz, sünnet-i seniyye ile somutlaşmış bir ibadet dünyasına kavuştuğumuzda, yüce bir birliğe de kavuşmuş oluyoruz. Muhtemellerin ekserini eleyerek teke dönüyoruz. Disipline ediliyoruz. (Ehl-i Sünnet dairesinde kaldıktan sonra mezhepler de meşrepler de meslekler de bizi disipline ediyorlar.)
Bakış açımızı genişletmek bu noktada başlıyor. İbadetin ilk tesirlerinden birisi bizde bu oluyorsa kainattaki disiplini/disiplinleri de bu zeminde kavramak mümkün olamaz mı? Yani, herbiri (tıpkı yukarıda 'namaz' misalinde olduğu gibi) farklı bir fizik, kimya, biyoloji ile amel edebilecek (hatta her anları farklı olabilecek) varlık dünyasını 'kanunlara bağlanmış bir şekilde' hareket ettiren de onların ibadetleri olabilir mi? Öyle ya. Biz namazda geçecek süreyi binlerce farklı şekilde geçirebilirdik. Çay içebilirdik. Yemek yiyebilirdik. Top oynayabilirdik. Televizyon izleyebilirdik. Ceptelefonumuzu kurcalayabilirdik. Ancak bir imama uyduk. Namaza durduk. O anda o imama iktida eden herkesin hareketleri tekleşti. Lisanları birleşti. Bir disiplinin kaydı altına girdiler. Muhtemellerin evreninden vazgeçtiler. Artık yalnız bir dünyaları var.
İşte 'anâsır gibi bütün cemâdâtın kemâl-i itaatle ubûdiyetkârâne hizmetleri' veya 'bütün zîhayatların kemâl-i intizamla ubûdiyetkârâne vazifeler görmeleri' ve bunlarla beraber musırrane zikredilen 'bilmüşahade'lik bizi "İbadetin 'ortak alanını' görmeye çağırıyor olabilir!" diye düşündüm. Herşeyin intizamı ibadeti olabilir. Çünkü, ibadet, ihtimalleri terkedip Allah'ın razı olduğu tekilliğe yönelmektir. Vahdetin bu şekilde umumen câri oluşu, yani herşeyin muhtemelleri terkle bire yönelmesi, biri arıyor oluşu, biri yapmaya adanması, bire tutunmak istemesi, birin etrafında dönmeye temayülü, bu karşı konulmaz evrensel yasa 'ibadât-ı umumiye' başlığını dolduruyor sayılabilir. Tabii bunca lafazanlığı 'Allahu a'lem' kaydını unutmadan yapıyoruz. Herşeyin en doğrusu Allah bilir. Dilimize dökülenler kırık aynamızda gözükenlerdir. Ama, siz de farketmişsinizdir, bu 'merkeziyet-ibadet' ilişkisinin mezkûr metni fehme yaklaştıran bir yanı var. 'Herşeyin ibadeti'ni kavramada bu yaklaşımın faydası dokunabilir.
Hepsini alsak uzun kaçardı. Metnin sonundan bir alıntıyla bitirelim: "(...) kâmil insanlardaki bütün makbul ibâdâtın ve o makbul ibâdâtın neticesinden hasıl olan füyuzat ve münacat, müşahedat ve keşfiyat, yine o Mevcud-u Lemyezel ve o Mâbud-u Lâyezâlin vücub-u vücudunu ve vahdetini ve kemâl-i rububiyetini gösterir." Evet. Gösterir. Eğer ışık aldıkları merkez tek olmasaydı ayçiçeklerinin başları bu kadar güneşi takip etmezdi. Arkadaşım, evrenin düzeni de, başının güneşini takip ediş şekli olmasın sakın?
0 notes
Text
Bir Öğrenci Eğitim Hayatı Boyunca Kaç Sınava Girer?
İlkokul, ortaokul, lise, üniversite, dershaneler, ÖSYM'nin sınavları derken hayatımızın bir bölümünü bu anlamsız sınavlarla geçiriyoruz. Peki, Bir Öğrenci Eğitim Hayatı Boyunca Kaç Sınava Girer? Burada bahsedilen sınavlar sadece okulların yaptığı değil, dershaneler, özel dersler, öğrencinin kendi çözdüğü testler de dahildir. Bunların hepsini ayrı ayrı belirteceğim, önce okullarla başlayalım.
Bir Öğrenci Eğitim Hayatı Boyunca Kaç Sınava Girer?
Sınav okullarda başlıyor. Okula girmeden sınava giriyorsun, okula girdikten sonra sınava giriyorsun, okulu bitirdikten sonra sınava giriyorsun, işe başlayınca sınava giriyorsun... Evet hayatımızın her yerinde sınav var ama bu kadar biraz fazla değil mi? Sınava girmek sorun değil de 4 yıl İngilizce dersi görüp, 4 yıl boyunca sınava girdikten sonra İngilizce bilmemek biraz kırıcı. İlkokul'dan başlayıp üniversite sınavına kadar okullarda kaç sınava girdiğimizi inceleyelim.
İlkokul
Size güzel bir haberim var; İlkokulda 3. sınıfa kadar sınav olmuyorsunuz. Tabii ufak tefek sorular testler olacaktır ama bunları saymıyoruz. Siz daha ne sınavlara gireceksiniz, onlar ne ki! Neyse.. 4 sınıfta 10 dersten sınav olursunuz. İlkokul Ders ve Saatleri; - Türkçe 6 saat - Matematik 5 saat - Fen Bilimleri 3 saat - Sosyal Bilgiler 3 saat - Yabancı Dil 3 saat - Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 2 saat - Görsel Sanatlar 1 saat - Müzik 1 saat - Beden Eğitimi ve Spor 2 saat - Bilişim Teknolojileri ve Yazılım 2 saat Her birinde 2 sınav, ilk dönem toplam 20 sınav, ikinci dönem de 20 sınav olmak üzere ilkokul hayatınızda 40 sınava girerek ortaokula geçiş yaparsınız. Şöyle uzaktan bir bakına 40 sınav bir şey değilmiş gibi geliyor. Bekleyin siz daha neler göreceksiniz. Gerçi bu yazıyı okuyanların çoğu görmüştür diye düşünüyorum. Fark ettiniz mi 40 yaptı :)
Ortaokul
Ortaokula 10 ders ile başlarsınız. Bunların yanında nur topu gibi seçmeli ama zorunlu olan 2'şer saatten 3 ders de eklenir. Yani toplam 13 ders. Ortaokul Ders ve Saatleri; - Türkçe 5 saat ders - Matematik 5 saat ders - Fen Bilimleri 4 saat ders - Sosyal Bilgiler 3 saat ders - Yabancı Dil 4 saat ders - Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 2 saat ders - Görsel Sanatlar 1 saat ders - Müzik 1 saat ders - Beden Eğitimi ve Spor 2 saat ders - Teknoloji ve Tasarım 2 saat ders 10 dersin yanında olmazsa olmazımız seçmeli derslerimizi de ekleyince her yıl 26 sınav, 4 yıllık ortaokul hayatı boyunca 104 sınava girersiniz. 104 az gelmiş olabilir, en son buna değineceğim ama LGS diye bir olayınız var. Liseye Geçiş Sınavı, öğrenciler liseye geçebilmek için sınava girerler. Bunun hazırlık aşaması, testler, denemeler... daha neler neler..
Lise
İlkokul? tamaam, ortaokul? o da tamam. Şimdi geldik liseye Teknik liselerde vs ders sayıları değişiyor hatta son yıllarında staj yapıyorlar onları muaf tutarak diğer liselerin ders sayılarına göre ilerleyelim. Bu arada liseliler için güzel bir haber vereyim. Rehberlik için sınava girmiyorsunuz. Hadi yine iyisiniz. Lise Ders ve Saatleri; - Türk Dili ve Edebiyatı (5) - Fizik (2) - Beden Eğitimi (2) - Kimya (2) - Sağlık Bilgisi (1) - Matematik (6) - Biyoloji (2) - Görsel Sanatlar / Müzik (2) - İngilizce (4) - Tarih (2) - Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (2) - Almanca (2) - Coğrafya (2) - Toplam zorunlu ders 34 saattir. 5 saat seçmeli olacak şekilde 1 saat de rehberlik ve yönlendirme var. Toplam 40 saatlik ders bunun içinde 1 saatçik sınavsız rehberlik de dahil. Lisede toplam 13 ders ve 3 tane de zorunlu seçmeli diye tabir edilen derslerden sorumlu olursunuz. Toplam 16 dersten 2'şer sınava girersiniz. İlk için 32, ortalamanın altında kalanlar telafi sınavına girdikleri için bunları da ekledim ve 35'e yuvarladım sayıyı. 35 sınav x 4 yıl = 140 sınav. Tebrikler, kılçıksız 140 sınava gireceksiniz. Bunların yanında denemeler, testler vs. de var, tabi biz bunları eklemedik ama eklemek isterseniz 150 200'e gider olay. Ortalama 150 alalım biz.
Üniversite
Üniversitede ders sayıları düşüyor. Tabii bu okuduğunuz bölüme göre değişiklik gösterebilir. Ortalama 10 derse giriyorsunuz, her dönem 20 sınav. Bütlere girmeden mezun olan bir öğrenci 4. yılın sonunda 80 sınav ile eğitim hayatını bitirerek Twitter'da #öğretmeneatama gibi hastaglara katılabilir.
Özel Dersler, Dershaneler LGS,TYT,AYT,KPSS, DGS... Ve niceleri
Okullardaki sınavlara hepimiz aşinayız. Sıraya geçersin, öğretmen gelir sınav kağıtlarını dağıtır ardından herkes ismini soy ismini yazar, zilin çalmasıyla testini bitirir ve öğretmene teslim eder. Bunun yanında bir de ÖSYM'nin düzenlediği LGS, TYT, KPSS, DGS gibi sonu s ile biten onlarca sınav var. Bu sınavlar bütün eğitim hayatınız boyunca size sunulan (eğitimle) ilgili sorular sorar. Sınavlara hazırlanırken çözdüğü yüzlerce test, soru bankası, denemeler... Tamamını hesaplamak mümkün bile değil. Bir öğrenci eğitim hayatı boyunca kaç sınava girer?'in cevabını almış olduk. Herkese iyi dersler... Read the full article
#eğitimhayatı#sınavdijital#sınavgirişbelgesi#sınavkampı#sınavsoruları#sınavtakvimi#sınavteslimtutanağı#sınavlar#sınavmatik#sınavsızikinciüniversite#sınavtime
0 notes
Text
Hayatım boyunca bu seviyede anlamadıgım baska bi ders olmamisti gercekten ya kimya tamam biyoloji de tamam bi yere kadar matematik bile tamam ama fizik hicbi sekilde anlayamaiyırum olmuyor cok uzgunum
Fizikten gercekten hicbir sey anlamiyorum ya ama hic anlamiyorum yani
6 notes
·
View notes
Text
11. sınıfın en zor dersi
#şuanlık kimya ve biyoloji benim için#biyoloji.. çok karışık. daha başında olmama rağmen milyon tane kavram öğrendim ya#ilk başta yüzeysel öğrendim sonra üzerinden geçe geçe oturdu gibi oldu. notunu çıkardım bugün yarısının. kalan yarısını daha sonra çıkarcam#bi de kimya çalışmaya başlamam gerekiyor ama söyledim mi bilmiyorum kimya benim en sevmediğim ders mf dersleri arasında#genele bakarsak edebiyat ama artık görmüyorum o yüzden sorunum yok.#bi de hocamız geriyo beni ya. adam çok sakin tamam mı. çocuklarım falan diyo bize iyi de davranıyor ama o sakinliğin içinde çok bunalıyorum#ve aralarda bağırıyor durduk yere korkutuyor beni bilmiyorum nefret ediyorum derslerinden zaten lisedeki hiçbir kimyacım iyi değildi#iyiyse de bana kimyayı sevdirecek kadar değildi. ama biyoloji hocam çok iyi. aldırdığı notlar ders anlatırken vurguladığı yerler.#bi de aralarda türkü söylüyor. ya da notları türkü söyler gibi söyleyerek aldırıyor falan hckwhcksk eğlenceli bi adam seviyorum ya
3 notes
·
View notes
Photo
Sadece içimi dökmek yaşadığım saçma ve şanssız hayatı dile getirmek için yazıyorum para kazanmak kendimi beğendirmek gibi bir amacım yok bunu belirtmek isterim.
Ben lise hayatım boyunca hep aile desteği görmek isteyen yanımda olmalarını isteyen bir çocuktum. Fakat evde ki hesap hiç bir zaman çarşıya uymadı.Sınavlara girdim kazanamadım ben kazanamayınca ailem beni kendilerinden soyutladı. Gerçi onlar da kendi aralarında hep sorun yaşıyordu beni düşünmek değildi amaçları babam annem üstünde baskı kurmak istiyordu annemde babamdan ayrılmak arada hep ben kaynadım çok dayak yedim çok ezildim ikisinin arasında. Hiç unutmam annem bir kız arkdaşımın annesine itiraf etmiş ben kocama sinirlenir oğlumu döverdim diye. Hep sineye çektim sustum çünkü hep sevgi bekledim beni sevsinler istedim. Allah var annemde babamdan kaçmak için hep beni seviyormuş gibi yaptı benimle ilgilenmeye çalıştı yani kız kardeşim doğana kadar ben öyle sanıyordum. Kız kardeşim doğduktan ve büyüdükten sonra evde tek kaldım diyebilirim. benim hep sporla aram çok iyi olmuştur fakat hep ben istedim futbol basketbol yani bir aile ferdim benim elimden tutup götürmedi mahalle de çocuklar konuşurdu 13-14 yaşında çanta mı alır seçmelere giderdim ve o seçmelere gittiğim için akşam dayak yerdim ... Kardeşim büyüdü 11-12 yaşına gelince keman kursuna annem götürdü voleybola annem götürdü hepsi de özel hoca tutarak. Kardeşim benim tersime sporla alakası yoktur sırf boyu uzasın voleybol oynasın diye özel hoca tutuldu. Şimdi diceksiniz ki ''Sende ne kıskançsın'' gerçekten öyle bir durum değil bu. Zamanında sana yapılmayan herşey kardeşine yapılıyor. Sırf bunun kıskançlık olmadığını kanıtlamak için size geçen sene yaşadığım ve annemle bütün bağımı kopardığım hikayeyi anlatayım. Kardeşim artık liseyi bitiricekti son senesiydi ben askerim 7 senedir gitmediğim yer kalmadı beni hiç bir zaman aramadı nasılsın iyi misin abi diye. Büyüklük bende kalsın dedim benim lise sonda kimse yanımda olmadı ben kardeşimin yanında olayım dedim her hafta arardım nasılsın dersler nasıl bak kazanamazsan üzülme sakın hep arkandayım hatta ben dedim ki özel üniversiteye bile yollarım seni yeter ki psikolojik olarak iyi ol abicim dedim. Ekonomik özgürlüğüm olduğu için ailemin bende pek bir etkisi kalmamıştı. Neyse haziran ayında kardeşim sınava girdi temmuz ayında sonuçlar açıklandı. O süper zeka dedikleri kardeşim özel hocalar tutulan (Fizik,kimya,matematik,biyoloji) beni dershaneye yalvar yakan yollayan ailem ona milyarlar harcamıştı. Neyse o kız barajı zor geçti. Ben yine destek verdim dedim olsun abicim sen dershane bak ben parası neyse veririm ölüm yok ucunda sen benim kardeşimsin dedim. Aradan 10 dakika geçti geçmedi annem beni aradı ağlıyor noldu dedim kardeşin ağlıyor çok psikojisi bozuk dedi.. Orda benim kalbimden bir parça koptu.. Ben üniversite sınavında 340 puan aldığımda bana ağza alınmıcak küfürler etmişti ve 18 yaşında evden kovulmuştum.. Dedim ki sadece olsun seneye yapar.. Ben ağustos ayında izine çıktım asker olduğumuz için özlemi kederi dertleri unutmak için içeriz açıkcası. Rakı almıştım evde bişeyler hazırladım anne istersen bir kadeh içelim dedim oda tamam dedi otururken konu konuyu açtı. '' Ya anne ben üniversite sınavını kazanamadım ama kız kardeşimden daha fazla puan aldım bana demediğini bırakmadın ve üstüne kızına hediyeler tablet telefon aldın kazanmamasına rağmen bana neden aldığın 1 fotoğraf makinesini 10 senedir yüzüme vuruyorsun ? '' diye sordum. Annemin bana cevabı şu oldu '' Zamanında param yoktu sana aldığım 1 çorap bile dert oluyordu içime. Şimdi param var kızıma aldıklarım bana koymuyor. '' dedi. Ben o andan itibaren ne anamın ne babamın bir daha hatta beni hiç bir zaman sevmediklerini anladım. Ondan sonrada hayatım hiç güzel gitmedi mobing uygulandı hiç sevilmedim hiç kimsenin ilk tercihi olmadım hiç bir zaman şuan ailem yok arkadaşım yok sadece bir işim var mutlu değilim dağlarda geziyorum hayat bu olmamalı. Ya benim hayatta tek amacım var bir erkek evlat sahibi olmak ve onu en güzel en doğru şekil de yetiştirmek. Ben hiç anlamadım anlayamacağım kanından canından olan bir çocuğu neden sevmez insan neden aramaz ben doğu görevine giderken operasyona giderken beni annem kardeşim 1 kere aramadı... Hiç birşey olmasada bu çocuk şehit olursa hakkını helal etmezse diye bile 1 kere arayıp beni görmek isteyebilirdiniz.. Sadece içimi dökmek istedim hiç bir amacım yok tekrar belirtmek isterim. Ara ara böyle buraya içimi dökücem ister okursunuz yorum yaparsınız ister yapmazsınız. Değer verip okuduğunuz için teşekkür ederim. İyi geceler .
20.09.2022/00.00
16 notes
·
View notes
Text
145 dakikalık bir sınav var önümde her ders 30 soru (matematik, edebiyat, coğrafya, kimya, tarih, fizik, biyoloji). Anan yapsın 145 dakikada odaklanıp o kadar soruyu, tamam mı?
2 notes
·
View notes
Text
Günümü 26 kahve ve 36 kimya, 56 biyoloji testi ile kapatıyorum. Tamam şakaydı gece henüz bitmedi ama sorumluluklarım bu günlük bitmiş bulunmakta, özgürüm.
1 note
·
View note
Text
Kimya biyoloji tamam da fizik bize ters
ayt feni napicam.. allahim imdat
17 notes
·
View notes
Text
Ölümünün 137.yılında Karl Marks ve KAPİTAL...
KAPİTAL Karl Marks - PDF Kitap oku, paylaş: http://www.belgeler.com/blg/29xm/karl-marks-kapital-1-2-3-pdf-t-1-4-rke-kitap-ekitap-e-kitap-tsrk-e-ktap-ektap-e-ktap
...
Kapital özsöz���den(1):
”Marx için önemli olan tekşey, incelediği olguların yasasını bulmaktır; bu olgular, belli bir tarihseldönemde belirli bir biçim ve karşılıklı ilişkiler içersinde oldukları süre-ce, onun için önemli olan, yalnızca onlara egemen olan yasa değildir.Onun için daha da önemli olan, bunların değişmelerinin ve gelişme-lerinin, yani bir biçimden başka bir biçime, bir ilişkiler düzeninden,farklı bir ilişkiler düzenine geçişlerinin yasasıdır. Bu yasa, bir kez bulun-duktan sonra, bunun toplumsal yaşamda ortaya çıkan etkilerini ayrın-tılarıyla inceler. Bunun sonucu olarak, Marx, ancak bir tek şeyi dertedinir: Katı bilimsel incelemelerle toplumsal koşulların birbirini izleyensıralarının zorunluluğunu göstermek, ve kendisine temel çıkış noktalarıgörevini yapacak gerçekleri elden geldiğince tarafsız saptamak. Bununiçin, aynı zamanda, hem şeylerin bugünkü düzeninin zorunluluğunu vehem de insanlar inansınlar ya da inanmasınlar, onun bilincinde olsunlarya da olmasınlar, hepsi aynı şeydir, kaçınılmaz olarak içinden geçeceğibir başka düzenin zorunluluğunu tanıtlaması yeter. Marx, toplumsalhareketi, yalnızca insan iradesinden, bilincinden ve düşüncesindenbağımsız olmakla kalmayan, tersine, onların iradesini, bilincini ve düşün-cesini belirleyen yasaların yönettiği bir doğal tarihsel süreç olarak elealır. ... Eğer uygarlık tarihinde bilinçli öğe ikincil olabilecek bir rol oynuyorsa, o [sayfa 26] zaman açıktır ki, konusu uygarlık olan eleştirel bir inceleme,bilincin herhangi bir biçimini ya da sonucunu, herhangi başka bir şeydendaha az temel alabilir. Yani fikir değil, ancak tek başına maddi olgu,onun çıkış noktası olabilir. Böyle bir inceleme, bir olguyu, fikir ile değil,olguyla, başka bir olguyla karşı karşıya getirerek ve karşılaştırarakkendisini sınırlandırır. Bu incelemede önemli olan, incelenecek her iki olgunun olabildiğince kusursuz olması, ve gerçekten herbiri bir ötekinegöre, bir evrimin farklı anlarını oluşturmalarıdır; ama hepsinden deönemlisi, ardarda dizilerin, sıraların ve böyle bir evrimin farklı aşamaları-nın içersinde kendilerini gösterdikleri sonuçların sıralanmasının kesinolarak tahlil edilmesidir.
Ama denecektir ki, ekonomik yaşamın genel yasaları, birdir ve aynıdır, ister bugüne, ister düne uygulansınlar bir şey değişmez.
Marx, bunu açıkça reddeder. Ona göre böyle soyut yasalaryoktur. Tersine, onun düşüncesine göre, her tarihsel dönemin kendiyasaları vardır. ...
Toplum belirli bir gelişme dönemini tamamlar tamam-lamaz, belirli bir aşamadan bir ötekine geçerken, başka yasaların da et-kisi altına girmeye başlar. Kısacası ekonomik yaşam, karşımıza, biyoloji-nin öteki kollarındaki evrim tarihine benzer bir olgu sunar. Eski iktisat-çılar, ekonomi yasaları ile fizik ve kimya yasaları arasında ilişki kurduklarıiçin, bu yasaların niteliklerini yanlış anlamışlardır. Olguların daha derin-lemesine bir tahlili, toplumsal organizmaların kendi aralarında, bitkilerya da hayvanlar kadar, temelden farklı olduğunu gösterir. Dahası var,bir tüm olarak bu organizmaların yapılarının farklı olması, tek tek organla-rının gösterdiği değişiklikler, bu organların içinde işledikleri koşullarınfarklı olması sonucu, bir ve aynı olgu, tamamıyla farklı yasalarınegemenliği altına girer.
Marx, örneğin, nüfus yasasının, her zaman veher yerde aynı olmasını reddeder. Tersine, her gelişme aşamasının,kendine özgü nüfus yasası olduğunu öne sürer. ...
Üretici güçlerin değişik derecelerde gelişmeleri ile, toplumsal koşullar ve bunlara yön verenyasalar da değişir. Marx, bu görüş açısından, sermayenin ağırlığı ilekurulan ekonomik düzeni, araştırma ve açıklamayı amaçlarken, o, yal-nızca, son derece bilimsel bir biçimde ekonomik yaşamın içinde hersağlıklı incelemenin amacını formüle etmiş oluyor.
Böyle bir incelemenin bilimsel değeri, belirli bir toplumsal organizmanın, kökeni, varoluşu, gelişmesi ve ölümü ile onun yerini bir başka ve daha yüksek bir organizmanın alışını düzenleyen özel yasaların [sayfa 27] açıklanmasındadır.
Işte aslında da, Marxın kitabının değeri buradan gelir.”
...
(1)Karl Marks_ Kapital 1 cilt sayfa: 26
0 notes
Text
Tavuğun aklı yumurtaya yeter mi?
Hani nicedir inandığım birşey ama ilk defa bu kadar imanına yaklaştım. İnancımın içinde feyizli bir yol aldım. Evet. Elhamdülillah. Bir fiilin ancak bir ilahın kaldırabileceği yük olduğuna dair bilgim demek şimdiye kadar taklîdilikten öteye geçememiş. Ne kadar hakikat mesleği pozu kessem de ülfetten perdeyi aşmak nasip olmamış. Tamam. Savunduğum bugünkünden farklı değildi. O ayrı. Fakat hakikat hiç bugünkü kadar çıplak olmamıştı gözümde. Bu kadar berrak görmemiştim. Sesini bu kadar net işitmemiştim. Evet. Aynen. "Yine neye heyecanlandı bu çocuk?" derseniz izah edeyim: Tevhidden bahsediyorum. Ama bu sefer herbir fiil üzerinde Allah'ın taklit edilmez hatemini görür bir iman ile tevhidden. Özeleştirim olarak söylemek istiyorum: Allah'ın yaratışı ile kudret arasındaki bağıntıyı her zaman ilmi ve iradesiyle ilgili bağdan daha vurgulu okudum. Okuyuşumda hata olmasa da, vurgunun azı çoğa galip edici etkisinden dolayı, bir ölçüde 'denge bozulması' yaşadığımı düşünüyorum. Hem bu bozulmadan modern fizik eğitimimin de sorumlu olduğunu zannediyorum. Çünkü fizikte fiiller ilimle değil kuvvetle ölçülürler. Nasıl bir denge bozulmasıydı bu? Fiil ile kudret arasında kurduğum yaratış bağıntısı bir şekilde 'fiilin salt kudret sonucu olduğu yargısına' saplamıştı beni. (Teoride öyle olmadığını bilsem de pratikte tefekkürüm öyle gelişiyordu.) Bu sebeple 'nedenin gücü sonuca yeter görünen' şeylerde imanım ister-istemez taklidî kalıyordu. Mesela: Ben seni ittim. Sen düştün. Burada 'itmek arzusu' ve 'düşmek sonucu' sürecinde yaratılan tüm fiilerin Allah'ın yaratışı ile olduğuna iman etmek tevhidin gereğidir. Fakat zâhiren şu fiil o kadar basit birşeydir ki. Sen iteceksin. O da düşecek. Bitti. Şu kadarcık şey. Bunun ta Allah'a kadar çıkarılmasına ne gerek vardır? Evet. Şimdi, bu aşamayışın sebebi olarak, fiil ile 'ilim' ve 'irade' arasındaki bağı 'kudret' kadar vurgulu okuyamayışımı suçluyorum. Ve bu suçlamada bencileyin haklıyım. Çünkü ne itmek fiili salt bir kudret işidir ne de düşmek. Arkalarındaki ilim boyutunu kapsamlı bir şekilde okumak ise o fiillerin ellerimizden çekilip alınmasına neden olur. Nasıl? Belki biraz şöyle: İrade olarak bu boyuta 'yalnızca bir istemek' dışında dahlimiz yoktur. İtmenin parçalarını oluşturan herbir yaratışın nasıl olacağına dair şuurumuz yoktur. Farkındalığımız yoktur. Yönetimin detaylarına dahlimiz yoktur. Kaç kasın aynı anda kasılacağından, kaç sinirin aynı anda komut ileteceğinden, kaç beyin hücresinin bu işle meşgul olacağından, bütün bunların nasıl yapılacağından, yerçekiminin bu işe nasıl karışacağından, falandan filandan, hiçbirşeyden haberimiz yoktur. Dışarıdan tek bir fiil gibi gözüken şey aslında devasa bir organizasyon işidir. Her anı ayrı ayrı ilim ve irade isteyen bir seçimler manzumesidir. Bu açıdan bakınca fiiller giderek esmaü'l-hüsnaya yaklaşırlar. Zira itmek sadece muktedir olma meselesi değildir. Düşmek de salt bir dikkatsizlik sonucu sayılmaz. Bunların hepsi kaderî kalıplar eşliğinde 'tam isabet bir tayin' meselesidir. Sen itiyorsun. O itmek fiili içinde itmek gibi açıkça irade etmediğin ve dolayısıyla şahidi ve sahibi de olamadığın binlerce fiil işliyor. (Öyle ya, arkadaşım, farkında dahi olmadığın şeyin nasıl sahibi olursun?) Binlerce kas hücren aynı anda kasılıyor. Sinirlerin cayır cayır mesajlar gönderiyor ilgili her birime. Bu haberler giderken birşeyler seçiliyor. Birşeyler seçilmiyor. Birçok şık eleniyor. Birçok ihtimal dışarıda kalıyor. Örneğin: Ellerin seçiliyor. Ayakların seçilmiyor. Kolların seçiliyor. Bacakların seçilmiyor. Yoksa ellerinle itmek istediğin adama yanlışla tekme de atabilirdin. Böyle olmuyor. Bilmeler ve seçmeler, isabetler ve elemeler, itmenin arka planında binler şekilde işlemeye devam ediyorlar. İlim ve irade kudretin içinde aktığı/şekillendiği bir kalıp olarak fiili biçimlendiriyor. Sınırlandırıyor. Her an yapıyor bunu. Her an! Arzu ve sonuç arasındaki her anda şu kalıp işliyor dahlin olmadan. Haberin olmadan. Farkında olmadan. Kudretin gözünde bir fiili diğerinden ne ayırır? Ne sınırlandırır? Ne düzenler? Hele o kudret sonsuzsa? Kadîr-i Zülcelal, Kur'an'da defaatle (hassaten haşir ile ilgili ayetlerde) bir ile binin, bir nefsin ihyası ile bir baharın ihyasının onun kudretine aynı olduğunu buyurmuyor mu? Bu, bize hem onun kudretinin sonsuzluğunu öğretir, hem de kudretin (ama salt kudretin) gözünde fiillerin nasıl eşitlendiğini gösterir. Peki, bu kadar renk/çeşit fiil nasıl farklılaşmaktadır? Bu ayrımı/renkliliği ne sağlar? İşte bu noktada devreye ilim ve irade girer arkadaşım. Hem fiili salt kudretle ilişkilendirmenin şöyle bir arızası daha var: Eğer, fiili sadece kudretle ilgili birşey olarak görürseniz, o fiilin sahipliğini en yakınında olan şeye pekâlâ verirsiniz. Çünkü kudret penceresinde işler böyle döner gibi gelir. Okullarda da aynen böyle öğretilir. Yakın olan fail sanılır. Sandırılır. Fakat ne zamanki fiili kudretten ayrı olarak bir ilim ve irade sonucu olarak algılamaya başlarsınız. O yönleriyle de size duvağını açar. İşte o zaman o fiili en yakınındakine veremez hale gelirsiniz. Neden-sonuç sandığınız şeyler, Bediüzzaman'ın Tabiat Risalesi'ndeki ifadesiyle, mukarenete dönüşür. En çok birbirini taşıyabileceğini düşündüğünüz nedenler ve sonuçlar bile, en fazla, 'iktiran' olabilirler. Yakınlıkları yaratılış arkadaşlığına dönüşür. Halık-mahluk ilişkisine dönüşmez. Tavuk ve yumurta örneğinden devam edelim. Bir yumurta nasıl bir tasarım, ölçülülük, sistemli seçiş ve takdir ürünüdür? Tavuğa yakın olması yaratıcısı olarak tavuğu tayin etmeye yeter mi? Tavuğun aklı, ilmi, yeteneği, istidadı, dehası(!), kimya bilgisi, biyoloji tahsili, genetik ihtisası vs. bir yumurtanın yaratıcılığını kaldırır mı? Mürşidim bu sadedde der ki: "Herbir şey, bir Kadîr-i Ezelînin vücub-u vücuduna iki cihetle şehadet eder: Biri: Tâkatinin binler derece fevkinde vazifeleri görmekteki acz-i mutlak lisanıyla o Kadîrin vücuduna şehadet eder. İkincisi: Herbir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve muvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle o Alîm-i Kadîre şehadet eder." Evet. Bir fiilin yaratılması nelere bağlıdır? Bir fiilin yaratılması öncelikle 'nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve muvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmeye' bağlıdır. Sadece mekansal düşünmeyin bu nizamı ve muvazeneyi. Her an bir kıyametin kopmaması için yaratışın bilişinin tüm zamanlara da yayılması gerekiyor. Bu öyle bir biliş seviyesidir ki, bu bilişi biz kendi ilmimizle ve irademizle açıklayamayız. Kadîr-i Ezelî'nin herşeyi bir anda görür ezelî bilişine muhtaç bir biliştir bu biliş. Hem nedeni biliş, hem sonucu biliş, hem de bir kilim gibi birbirine dokunmuş tüm kainatta yaratılacak olan fiilin yapacağı dalgalanmayı bilebilecek bir biliş. Yaratıştan gelen bir biliş. Öğrenmeden gelen bir biliş değil. Zaten kadere imanımız da ancak böyle bir bilişin yaratış için yeterli olmasından besleniyor. Ve kadere imanda arıza yaşayanlar da fiilde iradenin ve ilmin hakkını ihmal ettikleri için kafalarını taşlara vuruyorlar. İmanlarını uçuruyorlar. Son olarak diyeceğim o ki: "Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?" sorusunun cevabı mümince 'iktiran'dır. Çünkü mesele zaman/mekan meselesi değildir.
0 notes
Text
Bir matematikçi hayatı nasıl yaşar
Huzurlarınızda Doç. Dr. Cem Yalçın Yıldırım. Kendisi Boğaziçili bir öğretim üyesi. Geçtiğimiz günlerde çok acayip bir şey yaptı, Amerikalı meslektaşı Prof. Dr. Dan Goldston'la birlikte 300 yıldır insanlığın çözemediği asal sayıların dağılımına ışık tuttu.
Şimdi sana ne diyeceksiniz. Lütfen deyin. Dediniz mi? Evet, bana ne. Ama öyle değil işte! Bu mesele, asal sayılarla çok alakam olmasa da beni ilgilendiriyor. Aslında beni matematikçiler ilgilendiriyor. Bu adamlar, kadınlar ne yiyor ne içiyor, nasıl yaşıyor? Aynı gezegendeyiz ama onlar tamamen başka şeylere kafa yoruyor. Resmen insanlığa meydan okuyor. Bunlardan birinin Türk olması işi daha güzelleştiriyor. Evet anladınız sorular başlıyor...
Siz bu kötü yola nasıl düştünüz!
- En iyi bunu yapabileceğimi hissettim. Başka şeyleri bu kadar iyi yapamıyordum!
Oldum olası sayılarla aranız iyi miydi? Yani ileride bir matematikçi olacağınız belli miydi?
- Gezgin olmak istiyordum aslında. Küçükken elimden düşürmediğim kitap Büyük Atlas'tı. Hiç bakmadan dünya haritasını çizebiliyordum, bütün kıtaları, bütün ülkeleri, girintileri, çıkıntıları sular seller gibi biliyordum...
Gezgin olmayı hayal eden biri neden gider matematikçi olur?
- Çünkü matematikçi olmak da en az gezgin olmak kadar heyecan verici! Matematik de keşif gerektiriyor, yani eğlenceli. Bir de evrensel. Müzik gibi...
MATEMATİK BÜYÜLÜ BİR ŞEY
Babanızın Prof. Cemal Yıldırım olması, matematiksel düşünme üzerine kitaplar yazması, farkında olmadan geleceğinizi şekillendirmiş olabilir mi?
- Yok, matematik benim kendi tercihim. Ama tabii ki yetiştiğim ortamın mutlaka etkisi olmuştur. Babam, güzel plaklar ve kitaplar alan bir adamdı. Onları dinleyip dinlemediğimizi, okuyup okumadığımızı oyunlu bir şekilde kontrol ederdi. Yani kardeşimin ve benim eğitimimle ilgiliydi. Mutlu bir çocukluk benimki. ODTÜ'de geçti, orada lojmanlarda otururduk. Kilometrelerce kırlarda yürürdüm, gezgin olacağım ya! Ama matematikle de hep ilgiliydim. Hatta o yıllarda kütüphanede bir kitap görüp, heyecanlanıp almıştım. Şu an ilgilendiğim konunun kitabı. Hálá referans olarak kullanıyorum: Hardey ve Wright'ın 1940'larda yazmış olduğu An Introduction to the Theory of Numbers.
Küçük bir çocuğu o kitabın nesi heyecanlandırabilir ki?
- İçindeki formüller! Gizemli ve hoş geliyordu. Bir tanesini anladığınız zaman sanki bilginiz artıyormuş gibi. Bir de tabii küçük yaşta şunu keşfettim: Matematik bilgisi mutlak bir bilgi. Yani doğrular değişmiyor. Bundan 2500 yıl önce ispatlanmış bir şey, bugün hálá doğru. Ama aynı şey fizik, kimya, biyoloji için geçerli değil. Mutlak bir doğru yok, zamana göre kuramlar değişebiliyor. Eskinin doğru saydığı şeyler, bugün çok doğru sayılmayabiliyor. Matematik bu yüzden büyülü ya. Kendine göre bir armonisi, estetiği, güzelliği var. Değişmiyor, var olanların üzerine inşaat devam ediyor.
Fen Lisesi yıllarınızı gururla mı hatırlıyorsunuz yoksa o yılları buruk bir tebessümle mi anıyorsunuz?
- Burukluk ne kelime! Ailem Ankara'daydı ama ben yatılıydım. Tamamen özgürüm ya, bayılıyordum okulda kalmaya. Hafta sonları evci çıkıyordum. Yatılı olmayanlara biz acıyarak bakardık. Kendimizi daha gelişmiş ve özgür hissederdik...
TOSBİKLERDEN DEĞİLDİM
İnek olarak adlandırılan öğrencilerden biri miydiniz?
- Biz inek demezdik, tostos ya da tosbik derdik! O tosbiklerden biri değildim. Çok uslu ve efendi bir öğrenci olduğumu da söyleyemeyeceğim! Coğrafyam, beden eğitimim, bir de Amerika'da doğduğum için İngilizcem iyiydi. Bir de tabii matematiğim. Gerisi idare ederdi.
O korkunç havuz problemleri vardır ya, siz onları cırt diye çözenlerden miydiniz?
- Genellikle. Ama bazılarında da takılıp kalır insan. Kafada blok oluşur!
Matematik söz konusuysa insanların genelinde o blok oluşuyor! Sizin diğer insanlardan farkınız ne, sizde niye oluşmuyor?
- Sevmek ve direnmek galiba. Bu işte yetenek çok fazla önemli değil. Tamam biraz zeka ve yetenek olsa fena olmaz ama esas olan dirençle üstüne gidip uğraşmak. Sıkılmamak. Zaten bir süre sonra eğlenceli oluyor. Bulmaca çözmeye benziyor. Korkacak bir şey yok yani! Ben matematik öğrenmenin çok psikolojik bir şey olduğuna inanıyorum. Küçükken matematiği sevdiren biri olmayınca ve insan bir iki problemi çözemeyince, kendi kendine ‘‘Benim kafam matematiğe basmıyor!’’ idefiksi geliştiriyor. Bütün o formüller ürkütücü gelmeye başlıyor. İnsan bunları öğreneceğim de ne olacak diyor...
Peki öğrenince ne oluyor!
- Valla, Karlofça Antlaşması'nın maddelerini bilmekten bence daha faydalı! Mesela bizim bölümün öğrencilerinin hepsi, buradan mezun olunca matematikçi ya da matematik öğretmeni olmuyorlar ama matematiksel düşünmeyi öğreniyorlar. Bu da hayatın her alanında sağlam düşünebilmenizi sağlıyor. Siyasi tartışmalardan tutun, televizyondaki açık oturumlara kadar, kimin tutarlı olduğunu kimin de laf cambazlığı yapıp, tutarsız olduğunu gayet net görebiliyorsunuz. Fena mı?
Matematiksel düşünme eşittir mantık mı demek...
- Yok. Matematiksel düşünce çok da mantıksal bir şey değil, çünkü bir sürü irrasyonel öğeyi içeriyor. Bir bulmacayı çözerken ya da hayatın içinde bir sorunla boğuşurken, aklınıza küt diye bir şey geliyor değil mi, bir ampul yanıyor, matematikte de aynı. Çözerken mantığa başvurmuyorsunuz, serbest çağrışımla gidiyorsunuz. Ama problemi çözdükten sonra, oturup onu bir mantık sırasına göre yazıyorsunuz. Ki siz yaptığınızdan emin olun ve başkaları sizin ne yaptığınızı anlayabilsin.
BEN BİR ARİTMETİKÇİYİM
Hayattaki problemleri çözerken de matematik alanında olduğu kadar başarılı mısınız?
- Bilmiyorum. Ben şuna inanıyorum: Problem çözmenin bir yolu da problem yaratmamaktan geçiyor. Potansiyel problemleri görüp onlardan mümkün olduğu kadar uzak durmak. Ama tabii bunun matematikçilikle bir alakası yok...
Sizin sıkıcı bir hayatınız mı var?
- Zannetmiyorum. Yani ben sıkılmıyorum. Çok okuyorum, çok geziyorum. Ama izole bir hayat yaşadığım doğru. Yaptığım iş bunu gerektiriyor.
Peki kendinizi yalnız hissetmiyor musunuz?
- Mesleki açıdan Türkiye'de kendimi yalnız hissediyorum. Yaptığım şeyleri anlatabileceğim çok fazla insan yok. Çünkü tam olarak benim konularımda çalışan başka biri yok. Ben aritmetikçiyim. Ama Türkiye'ye izole bir hayat süreceğimi bilerek döndüm. Dezavantaj gibi görünen bu şeyi avantaja çevirebilirim dedim.
Nasıl?
- Tamamen kendime konsantre olarak, düşünerek, çalışarak. Bu ülkenin geçmişinde de bu konularla uğraşmış biri olmadığı için, siz ne yaparsanız yapın, en iyisi de en kötüsü de siz oluyorsunuz. Bir ekolün filizlenmesi olarak algılanabilir. Ben 10 yıl önce de Amerika'ya gidebilirdim, şimdi de. Ama burada kalıp yaptığım işlerde ilerlemek istiyorum.
İlerliyorsunuz diyelim, kiminle paylaşıyorsunuz...
- Cemil var arkadaşım! Sonra bölümden bazı arkadaşlarım var. İsterseniz Türkiye'de hiç kimseyle paylaşmadığım bir makalemi de sizinle paylaşayım! Yazmak iki senemi aldı...
Sizin durumunuz da fena. Bir kadınla yemeğe gitseniz ve heyecanınızı paylaşmak için bu makaleyi masaya koysanız...
- Demir tüccarları bir kadınla yemeğe gittiğinde masaya demir filizlerini mi koyuyor? Hayır. Benimki de aynı hesap. İnsanlarla değişik konularda da konuşabilirim.
İyi de bu sizi ne kadar keser?
- İletişim kurduğum her kadının matematikçi olmasını beklemiyorum!
Pek çok insanın bir ömür boyu aklına bile getirmediği formüllerle, hipotezlerle aylarca yıllarca boğuşurken ‘‘Deli miyim ben? Ne yapıyorum!’’ hiç demiyor musunuz?
- Artık değil. Doktora öğrencisiyken diyordum. Sanırım bütün doktora öğrencileri böyle bir evreden geçiyor. Ve direnenler yoluna devam ediyor.
300 yıllık bir soruya cevap vermek insanlığa meydan okumaktır
Bir matematikçinin hayatı nasıl geçer? Ne yer ne içer?
- 24 saatin 20 saati bazen çalışarak geçiyor. Bazen de hiç çalışmam. Şu saatte yatıp şu saatte kalkıp çalışan insanlar vardır ya, onlardan değilim. Sonra yemek yapmayı severim. Akdenizli bir adamım, zeytinyağlı ve balık takılırım...
Pek az insanın aklının erdiği bir buluşu gerçekleştirmek ne menem bir şeydir?
- Benim işim bu. Zaten her buluş birkaç basit fikre dayanıyor. Büyütecek bir şey değil.
Bir insan hayatını neden asal sayılara vakfeder?
- Edebilir de etmeyebilir de. Benim hoşuma gidiyor o yüzden uğraşıyorum.
YANKI UYANDIRDI
Goldston'la Analitik Sayılar Teorisi alanında asal sayılarla ilgili yaptığınız çalışma kaç yılınızı aldı?
- 99'dan beri uğraşıyoruz. Şimdiye kadar 3 makale yazdık. Bu yankı uyandıran son çalışma da 4'üncüsüydü. Belki de iddia edildiği kadar kuvvetli bir sonuç çıkmayacak. Henüz tamamlanmadı. Üzerinde çalışıyoruz. Bir konferansta ilan edildi, sağolsun İnternet aracılığıyla bütün dünyanın haberi oldu. Çalışmanın ne kadar önemli olduğu henüz belli değil. Ama 300 yıldır insanların uğraştığı bir meseleydi. Birkaç yüzyıldır birtakım gelişmeler oluyor, bu da onlardan bir tanesi...
Bu gelişmeyi bana en basit nasıl anlatırsınız!
- Asal sayılar 2, 3, 5, 7, 11, 13, 17, 19... diye gidiyor. Kendilerinden ve 1'den başka sayıya bölünmüyorlar. İşte onların varlığından ilk olarak Yunan matematikçi Öklit söz ediyor. M.Ö 4. yüzyılda asal sayıların sonsuza kadar uzandığını ispat ediyor. Bu sayıların dağılımına ilişkin ilk teorem de onun kitabında yer alıyor. Buraya kadar tamam mı? Ama 300 yıldır sorulan en uç soru şu: Aralarındaki fark 2 olan asal sayıların, sonsuza dek uzanıp uzanmadığı. Evet ya da hayır diyebilen yok! Tam 300 yıl geçti, insanlık hálá bu sorunun cevabını veremiyor.
İyi de bu neden bu kadar önemli?
- Çünkü insanlar bu süre zarfında arabayı icat etti, sinemayı, uçağı, telefonu, radyoyu... Aya gitti. Atom bombasını yaptı. Dünyanın en ücra köşelerine bile keşfi tamamladı. Gidilmemiş bir santimetrekare bırakmadı. Bilgisayarlar geliştirdi, teknolojide inanılmaz ilerledi. Ama bu asal sayılar sorusunun cevabını hálá veremedi. Buna yanıt verebilmek resmen insanlığa meydan okumak...
Peki siz bu yeni çalışmanızla bunu becerdiniz mi?
- Yok canım!
Peki neye ulaştınız?
- Aralarındaki fark 2 kadar küçük olmasa da... Şimdiye kadar bilinenden göreceli olarak daha az fark olan asal sayıların dizilerinin sonsuza dek varlığını ispatladık. Farkı ne kadar küçültürseniz o kadar önemli. Bizim yaptığımız da o. Ama bu çalışmanın sonucu birkaç ay içinde belli olacak.
SAYILAR TEORİSİ
Bütün bunların insanlığa faydası ne olacak?
- Onu önceden kestirmek mümkün değil. Belki hiçbir faydası yok. Belki de çok var.
Banka şifreleri filan mı...
- Olabilir. Sayılar teorisi şifrelerde kullanılıyor. Ama söylüyorum bir matematikçi açısından bu daha çok bir meydan okuma. Yüzyıllar boyunca bir sürü adam denedi bunu çözemedi, böyle bir gizemi var...
Kelebek Ayşe ARMAN
0 notes
Link
Sayısal derslerde çalışma metodlarında çoğu arkadaş zorlansa da doğru metodeu bildikten sonra her şey tamam olur!
Sayısal Dersleri Çalışma Metotları
Sınav başarısının temel şartlarından biri sayısal derslerde başarılı sonuçlar almaktır. Bu, iyi bir çalışmayı gerektirir. Lise ve üniversite sınavlarında her bir öğrencinin sayısal derslerden sorumlu olduğunun altını çizmek gerekir.
Yani iyi bir lise veya üniversitede eğitim öğretim hayatını devam ettirmek isteyenler bu derslerden başarılı sonuçlar elde etmelidir. Dolayısıyla bu derslere nasıl çalışmak gerektiği tespit edilmeli, bu bakımdan doğru bir çalışma programı takip edilmelidir.
Doğru bir çalışma programıyla her öğrenci istediği lise veya üniversitede eğitim öğretim hayatına devam edebilecektir. O halde Matematik – Geometri, Fizik – Kimya- Biyoloji devamı için....https://goo.gl/hGNfoP
0 notes
Text
“Hakim” ve “Hekim” Tek Bir Kişinin Özelliği miydi? İki Meslek Olması Modernizm Hatası mı?
Bazılarımız “Hakim” ve “Hekim” kelimelerinin aynı kökten olduğunu farketmiştir. Peki bu iki meslek orjinalinde (ve tarihte) tek bir meslek/kişi özelliği miydi? Hatta bu iki mesleğin sunduğu önemli çözümlerin kelimelerine bakın; “Ceza” ve “Ecza” da aynı kökten... Kelimeler adeta bir anahtar oldu çünkü temelde bir arada yürüyen bir kavramın; tıp ve hukuk dallarına ayrıştığına (lokalleştiğine) işaret etmekte (yani tek bir ilim, iki meslek haline gelmiş olabilir). Bu öyle bişeyki; iyileşecek veya adaleti yaşayacak bir insanı kolaylıktan çok geçiştirilen bir tür zorluğa sürüklüyor olabilir. Tabiki sadece kelimelere bakıp bu sonuca varmayacağım başka bir şey daha sezdim ve bu hususta insanlar içerisinde sorun çıkaran tıbbi ve hukuki durumu ve tahmini çözümünü anlatmak isterim.
Bu arada böyle bi kelime veya meslek benzerliği duyan kişi muhtemelen “Olur mu öyle şey!” diyip yerinden zıplayacak ve tek mesleğin bile (örneğin sadece hukuk kavramının) teori ve metodolojilerindeki zorluğundan dolayı ayrı meslekler olmasının daha uygun olacağını düşünecektir. Lakin meseleye şu açıdan baktığınızda aslında kolay bir ilmi aslında gereği yokken nasıl zor hale getirdiğimiz olası;
Şimdi dikkat edin; hayat bütünüyle ilahi bir denge üzerine kurulu (“Denge” aynı zamanda “Adalet” kelimesinin de kökenidir) Bu İlahi denge öyle bişeyki; eğer bir şeye zarar verirseniz, yerini değiştirir veya tabiatıyla oynarsanız yekvücud olan hayatın herhangi bir yerinden dengeli bir karşılığını görmeniz olası. Kısacası herşey bir bütün içerisinde birbirini etkiliyor. Buradan anlaşılıyorki biyoloji, kimya, sosyoloji vb. hukuk ve tıp içerikleri ayrı ayrı işlemiyor. Hepsi etkileşimli bir bütün.
Bu denge ilahi olduğu için ceza veya şifa veren sistem insan elinde olan bişey değil. Sadece dengeye hakim olmak gerekiyor. Yani yapılan bir hata sonucu bozulan ama insanın gözetleyip hakim olabileceği bir denge sözkonusu. İşte burası ilginç yani insanın insana direkt bir faydası olmuyor sadece meseleye hakim olmak gerekiyor. O zaman akla şu soru geliyor; “Madem insanın insana direkt bir faydası olmuyor, cerrahın müdahalesi sonucunda insan nasıl düzeliyor?” Cevap şu; Cerrah (yani günümüz modern cerrahı) gördüğünüz zarara dair fiziksel bir durumu veya bir zarar anını geçiştiriyor. Buna şöyle bir örnek vereyim; yerdeki yaprakları siliyor ama ağaçlarda yeniden düşecek yapraklar hali hazırda duruyor ve uzun sürecek bir sonbahar mevsimi sözkonusu, yani o yaprağın geldiği bir ağaç ve o ağacı etkileyen bir sonbahar var. Örnekten anlamıştırsınızki sadece yaprak temizlemek daha geniş bir durumu ortadan kaldırmıyor. Sadece orada o esnada görünen yaprağı siliyorsunuz. İklim, Bitki , Rüzgar vb. şöyle bir bütüne baktığınızda insan kontrolünü aşan tabii bir durum (denge unsuru) sözkonusu. O zaman burada başka bir dikkat gerekiyor.
Bir Denge Varsa ve Tek bir Meslek ise Bu Meslek Nasıl İşliyor?
Yanlış sezmediysem; Bu “meslek” dediğimiz şey gerçekte; dengeye hakim (dikkatli) olma kabiliyetinden ibaret. İşte bu kabiliyet insanı hakim(hekim) yapmakta yani; dengeye hakim. Yani hasta olmayana hakim/hekim denmekte hastaya bakana değil. Tecrübesine danışılan kişi haliyle dengeye hakim olan kişi.
Bugün “hakim”, “doktor” diye adlandırılan modern olarak icra edilen meslekler muhtemelen sadece biyoloji ve sosyoloji olarak lokalleşmiş meslekler (Arabanın sadece lastiğiyle ilgilenene “lastikçi” , benziniyle ilgilenene “benzinci” denmesi gibi). Bu da muhtemelen kapitalizm ve modernizm sonucu. Yani kapitalizm içerisinde mod değiştire değiştire en sonunda kavram lokalleşmiş vaziyette.
Teşhis (tanı),tedavi, yargılama ve cezalandırma da ise muhtemelen şöyle bir süreç var; hasta olduğunu veya haksızlığa uğradığını düşünen bir kişi dengeye (adalete) hakim olamadığında dengeye hakim kişiye danışıyor. Hakim/Hekim ise dengenin bozulduğu yeri görüyor ve söylüyor. Dikkat edin ceza veya şifa ile sonuçlandırmıyor insan için dengeyi bozanı unsuru gösterip oraya yönlendiriyor. İşte muhtemelen bu duruma ameliyat denmekte (ki kelimenin kökünde “amel” olması dikkate değer). Bugünkü cerrahi ameliyat ise fiziksel (biyo-kimya) müdahaleden ibaret biliyoruz fakat bunun temel manası “yaralama” veya “görgü tanıklı bir suç işlenmiş olması” anlamında. Zaten insan dengenin bozulduğu yeri görse ve düzeltse kendiliğinden şifasını bulacakken olayı öyle düğüm ediyorki ancak kendisine cüzi (ecza veya ceza ile) veya daha da ileri giderek cerrahi (cürm ile) bir müdahale ile çözüm bulabiliyor.
Ameliyat için hikayeleştirerek bir örnek vereyim;
Şifayı kapan biri “nerede hata yaptım” sorusuyla hakim olan birinin yanına gider
Hasta olan diyorduki; Hakim ben şifayı kaptım
Hakim olanda diyorduki; Geçen gün ne yaptın?
Hasta; Her zamankini yaptım (olağan rutin hayat)
Hakim; ondan önceki gün Hasta; her zamankini
Hakim ; ondan önceki gün ?
Hasta; arkadaş çağırdı…
Hakim; tamam. orada dur! Arkadaşla ne yaptınız?
Hasta; bir ağaçtan meyva yedik
Hakim; ağaç neredeydi?
Hasta; ağaç 2 ev ilerideydi
Hakim; o evde kimler yaşar
Hasta; evde fakir bildiğimiz bir halk yaşıyor
Hakim; pekala sen o fakir evin ağıcına çıkmışsın şimdi git onların borcunu öde
denildikten sonra hasta hakimin yanından ayrılıyor, fakir olan aileye borcunu ödüyor ve tahmin ediyorum hastalığı da hem biyolojik hem de sosyolojik olarak düzeliyor. Eğer borcunu ödeyemeyeceği kadar düğüm bir meseleyse işte orada CZ kelime kökeninden gelen bişey (ecza veya ceza) yapılıyor. Buna işaret olarak bilinen en eski cerrahi yöntemlerden ateşle dağlama yöntemini Sabuncuoğlu Şeraffettin’de aşağıdaki linkte görebilirsiniz.
https://yerlidusunce.tumblr.com/post/155848472353/sabuncuo%C4%9Flu-%C5%9Ferafettin-ve-eserinden-baz%C4%B1-%C3%A7eviriler
İşte konuya hakim olan, hasta olana böyle şifa veriyordu bence hakim olan hem hekim hem hakim yani hem adaleti hem şifaya yol gösteren kişi aynı kişi
Peki bugün ne oluyor? adaleti hakimde şifayı hekimde yönetimi hükümette arıyorlar. Sosyolojik olana hakim, biyolojik olanı ise hekim diye ikiye ayırıyorlar. Yani bütüne hakim olunması gereken bir konuyu 2 ye bölüp kendi içlerinde lokalleştirilip ardından kendi hallerine terkediliyor. İşte hal böyle olunca hekim ve hakim olayları sürekli yırtılacak bir pantolonu yamamaktan öteye gidemiyor.
Hastalığı maddesel sanıyorlar “soğuktandır” falan diye “mikrop bulaşmıştır” falan diyerek hep materyalist bakıyorlar. Ya belkide uzak mahalleden birine bir zarar vermiştir? yani belkide karşılığında böyle bir hastalık geçirmiştir adalet bu ya; “hakim” kelimesiyle “hekim” kelimesi aynı çünkü. Mesleğin içerdiği kilit kelimelerde bu durumu aydınlatan cinsten;
“Ceza” ve “Ecza” nedir? Kelimeye dikkat edince göreceksinizki “Ceza” ve “Ecza” aynı kökten. “Cüz” dediğimiz şeyde muhtemelen bunla ilgili. ilginç bir şekilde tek bişeyden bahsedildiği görülüyor. Burada aslolanın ney olduğunu net bilmiyorum ama adaletsiz bir durumda verilen hafif bir karşılık veya zarar verme gibi bişey olduğunu düşünüyorum yani dengesi bozulan bir terazide hafif kalan yere elle bastırıp dengeyi yerine getirme gibi. İşte bu hafif karşılığı tahminimce Sabuncuoğlu Şeraffettin yapmaktaydı o ise muhtemelen deri üzerine kızgın demirle dağlamaydı. Şurada detayları görebilirsiniz; https://yerlidusunce.tumblr.com/post/155848472353/sabuncuo%C4%9Flu-%C5%9Ferafettin-ve-eserinden-baz%C4%B1-%C3%A7eviriler
Şifa Nedir? Şifa kötüye giden bir durumu geri çevirmek anlamında ama kötüye giden şey sadece fiziksel bir rahatsızlık değil hayatta gerçekleşen bütünen bir sorunun düzeltilmesi, geri çevrilmesi anlamında. Çünkü bir kötülüğün yansıması kişiye fiziksel bir rahatsızlıkta sunabilir. Sadece fiziksel bir duruma şifa bulmak haliyle sadece fiziksel duruma etki eder halbuki süre gelen bir sorun sözkonusu yani başka birşeyi düzeltmek gerekebilir. Meseleyi teşhis önemli.
Ameliyat Nedir? Ameliyat adı üzerinde “amel” ile ilgili yani bir iş yapmaktır. Bu sadece ve direkt olarak birine cerrahi müdahale anlamında değil. Çünkü cerrah kelimesi bile ilk anlamıyla bu değil. Harf kökenlerine göre gidildiğinde “yaralama” ve “suç işleme” gibi manaları da görülüyor
Hapis Nedir? Hapis kısıtlama demek. Yani bu sadece bir yere kapatma anlamı yok. Kelime kökeninde “kısıtlama” anlamı da var.
0 notes