Tumgik
#bir dakikada neler olur
furkaneneserata · 4 months
Text
RAPOR
Bu gün garipti.
Nelere inanmalıyım, neler var, olanın varolduğu zaman ne kadar soyut, sandığımdan daha gerçekçiydi bugün.
Çok zaman olarak geriye gittim bugün. Beynim sınırlarımı az olarak geçti, sınırlar geçilince siyah beyazdan renk paletine geçiyor her seferde. Atlattım ama, atlattım. Bir kere ağladım çokça kusucaktım, yine gidiyorum bir yerlere. Umarım geçen seferler de olduğu gibi beni çıkarabilirler. Gerçi onlar çıkarmıyor da, deneyebilirler, ben bilmiyorum, onları kendi haline bırakacağım yine.
Neden yazıyorum bilmiyorum. Başlangıç benim için birkaç kelime. Belki üzülüceksiniz ama -ki haklısınız, ondan sonrası doğaçlamadan ibaret. Ki Ütopik bir düzen yazmıyorsanız doğaçlama size zarar vermez.
Kimi kandırıyorum? “Atlattım” mış. Atlatmış olsam burada olmazdım heralde. Merak ediyorum cevabını bulamadığım sorulara karşı ne kadar yüzsüz olabiliyorum yazılarımda? Karşımdakilere net cevaplarım, ne kadar soru sormasalarda, o an için doğru geliyor kulağıma, ama bilmiyorlar ki zaman geçtiğinde verdiğim cevaba yine ben inanmıyorum. Belki yine sorulsa yine aynı cevabı vereceğim, peki kendime nasıl vereceğim? Sahi, hangi kendime verdiğim cevap gerçekten bir cevap oldu benim için? Ne zaman bir kez olsun verdiğim cevaptan hemen saniyeler sonra, kendime karşı, verdiğim cevapla alakalı, haklı olarak yine kendimi tutarsızlaştıran bir cevap bulamadım kafamda?
Günler öncesinden bir kesit vereceğim; bu enerjiyi şu an nereden bulduğumu sorsanız sorunuzu soruyla savuştururum, Platon’un Devlet kitabında, tam olarak hatırlayamasamda şöyle bir cümle geçiyordu:
“Yüksek olan, düzgün yetiştirilemezse normalden bile aşağı olur.”
Bu lafı görünce hemen atladım “Bu ben!” diye.
Ne kadar doğru kendime yaptığım bu tanım bilmiyorum, ki cevabın da bir önemi yok bana sorarsanız, buna rağmen, şu an cevabını bilmediğim bu atılımı o zaman niye yaptım? Bir anda, duraksamadan, “İşte bu ben!” dedim?
Umut mu? İnanç mı? Yoksa sadece bir ezilmişlik mi?
Metnin başında neden yazıyorum bilmiyorum demiştim. Hala bilmiyorum, genellikle birkaç satır yazdıktan sonra neden yazdığımı anlamış olurdum. Egolu değilim, ilgi çekmek için değil bu yazdıklarım ama yine de buraya kadar bir şeylerin olması gerekirdi.
Belki de gerçekten artık kendimi merak etmiyorum. Üç senedir verdiğim cevaplardan tatmin olamadım üzün zaman aralıklarında. Şu an boğulduğum metnin içinde senden daha fazla boğulmaktayım ellerim ve okuyacak kim varsa. Yine kendimin fikirlerini merak etmesem de onları dinlemek zorundaymış gibi hissediyorum kendimi. Ne saçmalıyorsun yarım saattir, geçen yazdıkların güzel şeylerdi en azından senin için, attığın adımların saydamlığı hoşuma gidiyordu. Ama şu an garipsin. Saçmalıyorsun. Belki de gerçekten saçmalıyorum belki de beynimin sınırlarında geziyorum, belki de girilmemiş gri bölgeleri delik deşik ediyorum. Belki de sadece bunu yaptığımı sanıp maymunlar dünyasının yapması gerektiği, uzun gelecekte gerçekten bir işe yarayabilecek, milyonlarca canlı ve zaman akışı gerektirecek zihnin oluşması için yapılması gereken boş adımları izliyorum.
Her neyse cevap, kendimde gerçekten bana garip gelen davranışım var. Yirmi dakika öncesinin öncesinde, yazıyı yazmadan önce, gerçekten çok kötü durumdaydım. Belki bir saat boyunca baş ve karın ağrısıyla beraber zihinsel olarak acı çekerek kıvranmaktaydım. Ağlayan zihnim yüzünden gerçeklikten daha çok koparken şans eseri gözüme takılan tumblr benim için sadece bir rastlantıydı. Şimdi ise belki on saatin üstümde oluşturduğu tahribatı yirmi dakikada azaltmış bulunuyorum ki bu benim için bulunamaz bir lütuf. Rahatlayabildiğim kısımı mahvolduğum kısımdan ayırdım. Bir nevi fark etmeden de olsa kendimi denemiş oldum ve şu an kendimi, kendi yazımda rapor ediyorum.
Amaç: Başta bilinmese de sağlandı
Metnin cevabı: Muallak bırakıldı, bir sonraki psikolojik buhran gelene kadar yine her zamanki gibi bencil insanoğlu tarafından merak edilmiyor.
YZ
3 notes · View notes
eskibirhirka · 1 year
Text
Çalkala hadi adamım...
Anam çok uzun zaman olmuş be yazmayalı. Neyse ki ot gibi bir hayatım var da değişen bi bok olmadı. En son yazımdan bugüne hala aynıyım. Maymundan evrilen atalarımız beni görse "buna mı evrildik la biz şimdi?" diyip evrilmekten vazgeçerler.
O kadar otum ki bir çiçek bile açmadım sayın ahali. Aksine tam soluyordum ki "başlarım lan böyle işe!" diyip solmaktan vazgeçtim. Güzel bir depresyona girdim önce. Üstüme gübreler yağdı. Bir parça psikiyatr biraz antidepresan. Dedim olmaz böyle bıraktım kendi kendime hem terapiyi hem antidepresanı. (Tabi siz evde denemeyin.) Yaptığım şey büyük bir cahillikten başka bir şey değil aslında ama sinirim bozuldu. Aslında psikiyatriye gitmeye karar verdiğimde çok kötü bir durumdaydım. Depersonalizasyonum şaha kalkmış, sosyofobikliğim içimi çürütmüş, depresyonum cesede dönüştürmüştü. Ne ev işi ne yemek, hiç bir şey yok. 10 kilo falan verdim. Annem halime acıyordu. Batu'nun huzuru kalmamıştı. O yüzden gideyim dedim. Psikiyatri'ye ilk gidişim olmadığı için bana neler olduğunun farkında birisi olarak gittim azıcık akademik dille tüm anamnezimi (hasta geçmişi) anlattım. Fazla mı akademik konuştum nedir, "kitab-i bilgilerle gelmişsin." dedi doktor. Batuşu çağırdı görüşmeye bu da "bence Pınar'ın bir şeyi yok tembellikten hep." demez mi? Ulan dedim öyleyse başlarım böyle işe. Benim kafamı dinlemeye ihtiyacım var. Evden bir çıktım çıkış o çıkış. Anam leyleği havada mı gördüm nedir? Önce Elazığ, sonra Samsun ardından Marmaris tekrar Samsun oradan Artvin bir daha Samsun derken sonunda evime döndüm. Çoh da iyi geldi ha! Tabii bu süreçte aslında hep antidepresan kullanıyordum daha yeni kendi kendime bırakma evresine geçtim. Muhtemelen ilaç vücudumda etki göstermeye başladığı için de iyi gelmiş olabilir. Bilemiyorum. Bırakınca göreceğiz bakalım ebesininkini!!!!
Ben Samsun'u Karadeniz sanıyordum meğerse Karadeniz Samsun'dan sonra başlıyormuş. Artvin Kemalpaşa'da arkadaşım var ona ziyarete gittim. "İşte!" dedim "Karadeniz böyle olmalı." Her yer yeşil yahu. Gözlerim bayram etti. Nereye gitsem çıldırıyordum. "Oha burası çok güzel", "Lan burası da çok güzel.", "Anam avradım olsun burası da harika." demekten kendimi alıkoyamadım her gittiğim yerde. Ha bu arada Karadeniz fıkralarında anlatılanlar hiç bir şeymiş. Adamların kendisi komple fıkra. Biz tam Kurban Bayramı zamanı Artvin'deydik. Kemalpaşa da Artvin'in Gürcistan ile arasındaki sınır ilçe. Sarp sınır kapısına 5km falan. Bu kadar sınıra yakınken bir de Batum'a geçelim diye düşündük. Trafik falan olur diye de kendi arabamızla değil de taksiyle gidelim dedik. Bindik taksiye "sınır kapısına" diyince adamın suratı düştü direkt ama el mahkum devam etti yola. Anam bir trafik var görmeniz lazım. Tüm Türkiye Batum'a gidiyor sanki. Maksimum 10 dakikada gideceğimiz yolu 1 saatten fazla sürede gittik. Şoför de Karadeniz şivesiyle konuşup durdu yol boyunca. Bir ara trafikte giderken arkada başka bir taksi ufak bi kaza yaptı. Meğer bizim şoförle aynı durağın taksisiymiş. Adam bir anda indi taksiden. Gitti baktı kazaya sonra uzaktan Batu'ya "sen kullan" diye işaret yaptı. Anam benim Batu'm Batum yolunda bindiğimiz taksinin şoförlüğünü yapmaya başladı. Biz bayağı ilerledik adam arkada kaldı. Tünele girdik çıktık falan bir baktık adam geldi bu sefer de diyor ki "Ben bir sigara iççem sen devam et ben yetişirim sana." Batu da devam etti. Neyse tüm uğraşlardan sonra sınıra zor bela geldik. Arkadaşımın eşi sınırda jandarma. Önce onun yanına uğradık o da demez mi "girişler şu an çok kalabalık. Sıraya girseniz 2 saate anca geçersiniz kapıdan. Dönüşte de bir o kadar beklersiniz, bence girmeyin." Batu ve ben... Sıra beklemek öyle mi? Hah! Mümkünatı yok bacım! Biz döneriz geri. Eskişehir'e kadar gidip sıra var diye Balmumu müzesine girmemiş insanlarız biz. Batum'a mı gircez? Ben kendi memleketimi gezerim anam kalsın. Öyle de yaptık sınırdan geri dönüp Artvin'de gezmediğimiz yerleri gezdik, mutlu mesut döndük evimize.
Samsun'a dönüş yolunda Sümela'ya gitmeye karar verdik. Daha doğrusu ben Batu'ya ısrar kıyamet kabul ettirdim. Bizim araba da 1.2 motor. Balataları daha yeni yakmışız. Sümela yolu yokuştur araba zorlanır diye Batu istemedi. Hele ki orada da trafik varsa balatalar bir kere daha yanar diye endişelenmeye başladı. Ben çok ısrar edince gönülsüzce kabul etti. Tüm bunları düşünerek erkenden yola çıkmaya karar verdik böylece trafiğe falan yakalanmadan Sümela'yı gezip Samsun'a dönecektik. Planladığımız gibi de oldu. Trafiğe yakalanmadan Manastır'ı gezdik döndük. Dönüş yoluna girdiğimizde Sümela'ya girişte 3km falan trafik oluşmuştu. Batu manyağı bir anda sinirlenmeye başladı. "Görüyorsun işte ben sana dedim trafik olur. Ya biz de bu trafiğe yakalansaydık. Arabanın balataları yanardı kalırdık burada." Dedim ki "Canım o karşının trafiği biz ne alaka? Zaten o yüzden erkenden geldik. Yakalanmadık işte." Bizimki de hala ısrar ediyor "Yakalanabilirdik" diye. - Ama yakalanmadık-, - ama Yakalanabilirdik - mevzusundan bir kavga etmeye başlamışız... Evlere şenlik! Lan karşının trafiği bizi gerdi resmen. Herif manyağa bağladı. Sinirden ağlamaya başladım da o an sonra çok dalgasını geçtim ama. Arkadaş ortamında bire bin katarak anlatıp ortalık mezesi yaptım. Oğluuummm benimle uğraşmaya çalışma! Üzerim!
Bunlar da Artvin ve Sümela'dan çektiğim fotoğraflar. Batum'a girip ayfon alaydım daha iyi çekerdim.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bu arada Sümela'da su 20 TL, limonata 98 TL, kola 50 TL. Alın şimdi bu bilgiyle naparsanız yapın.
Tumblr media
11 notes · View notes
musispoedmacarsiv · 7 months
Text
15 Şubat 2024 Galatasaray Sparta Prag Maçı
*Ali Sami Yen Spor Kompleksi'nde saat 20:45'te başlayacak olan UEFA Avrupa Ligi Eleme Turu Play-off'u ilk maçı. Mücadeleyi İspanyol hakem Alejandro Hernandez yönetecek. Ucu ucuna kaçan, biraz da sinir bozucu biçimde sonlanan Şampiyonlar Ligi macerasının ardından UEFA Avrupa Ligi'ne geçiş yaptık. 2 aylık aranın bitimiyle de yeni serüvene başlıyoruz. Çek ekibi gerek ligindeki performansı gerek Avrupa'da yaptıkları ile dikkati hak ediyor. Avantajlı skorla oraya gitmek şart. Net bir zafer çok iyi olur. Bekleyip görelim. Yürek dolusu başarı dileklerimizi sunuyoruz Aslanlar'a.
*Exxen'den naklen yayınlanacak olan maç.
*19. dakikada Kerem Demirbay'ın attığı golle Galatasaray 1-0 öne geçti. İyi bir zamanda ferahlatan gol geldi. Arayı açmaya bakalım.
*İlk yarı sonunda 1-0 öndeyiz.
*47. dakikada Angelo Preciado ağları sarstı ve Sparta Prag 1-1 yaptı. Çaprazdan ip gibi gitti top. Yine devre başında kriz ve panik havası ile dağılan ortam. Sakin kalalım lütfen.
*60. dakikada Dries Mertens güzel vuruşla golü buldu ve 2-1 ile yeniden üstünlüğü aldık. Ladislav Krejci'nin kafasına da çarpmıştı. Yazık olmadı neyse ki.
*62. dakikada Victor Nelsson direkt kırmızı kartı gördü ve Galatasaray 10 kişi kaldı. Bire birde kalan rakibi ceza sahasına girmeden indirdi. Bu yönden iyi tabi ama işler sarpa sarmasa bari.
*65. dakikada Jan Kuchta kafa vuruşuyla sahneye çıktı ve Çek ekibi 2-2'yi yakaladı. 5 dakikada neler oldu. İnanılmaz.
*80. dakikada Matej Rynes ikinci sarı kartın peşine kırmızı kartı gördü. Sparta Prag da 10 kişi devam ediyor. Haydi, bir ateşlemeye vesile olsun!
*90+1. dakikada Mauro Icardi yazdı golünü ve Cimbom'a 3-2'yi verdi. Yine sürprizini yaptı. Öyle ihtiyacı vardı ki buna.
*Galatasaray 3-2 kazandı. Bu kadar zorlaştırmanın gereği var mıydı? Neyse ki aksi sonuç yaşamadık. Bir tık da olsa öne gideceğiz deplasmana. Bu maç dikkatlerin yüksek olması gerektiğini kanıtladı zaten.
0 notes
kevkebus-subh · 4 years
Photo
Tumblr media
Çay kültürümüzün durumu nedir?
“Çaydanlıkta sahte memba suyunun fokur fokur dakikalar boyunca kaynatırsın. Madenî demliğe bir avuç çay atarsın. Üzerine cazzz diye kaynar suyu boca edersin. On dakika sonra bulaşık suyunuz hazırdır. Çay kültürü Japonya'da vardır. Orada çay hazırlamak silsileli icazeti olan üstadlardan (çay şeyhlerinden) senelerce eğitim ve rehberlikten sonra öğrenilir.
Türkiye, belki dünyanın en fazla çay içilen ülkesidir ama bizde çay kültürü yoktur.Türkiye'de çay kültürü olsaydı, Paris'teki (şubeleri de var) Çaylar Sarayı (Le Palais des Thes) mağazasına benzer bir çay mağazamız olurdu. Orada şu anda 250 küsur çeşit çay satılıyor, firmanın bir de çay okulu var.İngiltere'de çok zengin ve köklü bir çay kültürü vardır.(Japonların çaylarının bizim damak tadımıza uymadığını da belirtmeliyim.)Adam zengin ve evinde krom kaplı madenî bir demlikle çay demleniyor. Bu adamda çay kültürü yoktur. Zengin bir kişinin (şayet medenî bir zenginse) kaliteli ve kıymetli porselen, seramik, toprak demlikler kullanması gerekir. Hattâ uzak doğu işi dökme bir demliği de olabilir. (Porselen demlikli damgalı Türk, Acem veya Rus semaverini de unutmayalım...)Dünyanın çeşitli yerlerinden nadide ve kıymetli çaylar getirtip çeşit çeşit harmanlar yapması, çayı harika bardaklarla içmesi gerekir.Çay asil bir içecektir. En nefis çay, içilirken gıybet yapılıp bayağı laflar edilirse tadını kaybeder acır.Üç dört medenî, kültürlü, efendi, irfanlı zat çay içerken neler konuşabilir?.. İlim, tarih, edebiyat, mimarlık, sanat, dekorasyon, hüsnühat, (dindar iseler) tasavvuf, hikmet, insanlık...Çay içerken futbol konuşulmaz, âdi politikadan bahs edilmez. Çay acır!..Bazıları çayın acı bir su olduğunu söyler... Merkep hoşabtan ne anlar!..Kendisine sıcak çay ikram edildi, hemen bir dakikada hüp hüp hüp bitiriverdi. Bu kişi de çaydan anlamıyor demektir. Çay yudum yudum bekleye bekleye, tadını ala ala içilir. Altı yedi dakikada içiler çayın ilk yudumunun tadı başkadır, son yurdumunun başka. Çay bekledikçe değişime uğrar.Çayın yanında ne olur? Tuzlu veya şekerli kaliteli kurabiyeler olabilir. Şam kurabiyesi, bebek keki, tereyağla yapılmış kandil simidi, hakikî İstanbul simidi (Bulabilirseniz tabiî...)...”
24 notes · View notes
marmalaise · 3 years
Photo
Tumblr media
UEFA Şampiyonlar Ligi 2. Ön Eleme ikinci maçında 5-1'in rövanşında PSV Eindhoven ile karşılaşacak olan Galatasaray'da Teknik Direktör Fatih Terim basın toplantısında konuştu.
Rövanş maçına dönük açıklamalarda bulunan Terim, gündemdeki transferler hakkında da net ifadeler kullandı. İlk maçta bir strateji yaptıklarını söyleyen Terim, “Oyunu tutan bir oyun ortaya koyup, başta da pres yapacaklarını bildiğimiz için oradan gol yemeden çıkan bir Galatasaray düşünmüştük. Bunu 15-20 dakika gibi bir süre için düşünmüştük. 17. dakikada normal düzenimize döndük. Biz de şöyle bir huy vardır, o gün yeni neyse ona atıf yapılır, o gün de değişik olan üçlüydü. Kazansanız deha olarak çıkarsınız ama öyle bir niyetim yok. Biraz da bu soru beni geriye götürdü, çok sık konuşmadığımız için bazı şeyleri yanlış anlıyoruz, sosyal medyada, gazetede ne söyleniyorsa ona inanıyoruz. Esasında baktığımızda bir sezon önceye, mayıstan sonraki duruma iyi bakmak gerek. Lig biter bitmez aşağı yukarı 11 oyuncu kaybettik. Etebo, Henry, Saracchi, Halil ve Gedson otomatik olarak kulüplerine döndüler. Mali sıkıntılarımız artı, UEFA'nın bizi 3 yıl cezalandırmasından kaynaklanan ve bizim de mecburen kiralamak zorunda olduğumuz dönemdi. Bu hep bana denk gelir ama ben ağzımı açmam. Kötü şeyler Fatih Terim'e denk gelir. Bunun yanında Belhanda, Martin Linnes, Donk, Şener ve Okan da gitti. Etti 11. Birden bire ceza yemesine rağmen son iki hazırlık maçımızın en formda oyuncusu Oğulcan'ı da kaybettik. Lisans vermediler, en formda oyuncumuz. Özelikle atakta faydalanacağımız oyuncu. Bunlar yetmiyormuş gibi Yedlin ve Emre Akbaba da korona oldu” ifadelerini kullandı.
“Ben 3 yıl dedim ama bu 3 yıldan da vazgeçmedim”
Takımdan ayrılan ve eksik olan isimlerle ilgili sözlerini sürdüren Terim, “Sağ bekimiz yok, orta sahamız sıfır, bir tane var o da 6 değil 8 numara. Denedim deniyorum. Savunmanın üçlü veya dörtlü olmasıyla alakası yok. Bir sezon önceden böyle çıktığınız zaman, çok kısa sürede 14 Haziran'da açtığınız sezonda, bir ay içinde, 15 gün içinde hala seçim yapılmamıştı. Açıkçası ben ve başkanımız aynı fikirde. Kısa vadede kalite eklemek için bu finansal yükün altına girecek durumda değil Galatasaray. Zaman zaman okuyorum, şu oyuncular gelmiş ‘hayır' demişim. Alioski 3 sene için 7.5 milyon artı bonus olursa o zaman olmaz. Normal sol bek de değil, bu sene oynadı, orta saha oyuncusu. Tabii ki kabul etmem. Maçtan sonra boşuna üç yıl demedim, Galatasaraylılar beni anlayacaktır, bu söz, 3 yıldan vazgeçtik demek değildir. Ben Galatasaraylılara 1 gün bile biz bir şeyden vazgeçeceğiz demedim. PSV karşısına çıkıyoruz, hiç de şikayet etmeden kendi elimizdeki kadronun en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Bir maç içinde kimsenin başına gelmeyecek işler bizim başımıza geldi. Buna rağmen oyunu dengeledik. 3-1'e kadar rakibin pozisyonu yoktu. Ama biz de pozisyon bulmakta zorlandık. Esas söylemem gereken, görevde olduğumuz sürede iki defa üst üste şampiyon olduk. Bu arada Türkiye Kupası'nı ve Süper Kupa'yı aldık. Unutmayalım ve hatırlatalım. Üçüncü sezonda üst üste 8 galibiyetle gelen bir Galatasaray varken pandemi denk geldi. O günden bugüne Galatasaray'da bir türlü istikrarı oturtamadık. Nedenini söyleyelim, bazı mevkilerde iki oyuncumuz varken onları kaybettik, üçüncüyü monte etmek zorunda kaldık. Bunlar istikrardan uzak işlerdir. Buna rağmen iki golle şampiyonluğu kaybettik. Geçen sene başladığı anda hepinizin ortak kararıyla zevk veren bir Galatasaray var idi. Dolayısıyla pandemi nedeniyle bir türlü istikrarı temin edemedik. Bundan sonraki kadro planlamamız için üç transfer yapıldı dediniz. Başkan, yönetim ve ben, ekibimle beraber kalan sürede kadro planlamamıza aynı mantaliteyle devam edeceğiz. Bu üç transfer bir tanesi Sacha Boey, sağ bek. Bir tanesi Alexandru Rumen orta saha oyuncumuz. Bugün de van Aanholt bugün geldi, o da sol bekimiz. Göreceksiniz ki tecrübeli oyuncular olacak ama esas ana tema 20-25 yaş arası yetenekli olan, ben ekibim ve scout grubumuzun ortaklaşa çok uzun zamandır seyrettiğimiz oyuncuları almaya devam edeceğiz. Burada genç oyuncularımızın alacağı rakamları da dikkatlice izlemenizi rica ederim” açıklamasını yaptı.
“10 oyuncu da alsak elenebilirdik”
Yapılan transferlerin PSV ile oynanan ilk maçta forma giymesi halinde durumun farklı olup olmayacağı sorusunu yanıtlayan Terim, “10 oyuncu da alsak elenebilirdik. Bu takımla da 5-1 olur muydu ama sonunda elenebilirdik. Manchester elenmese şu an hazırlık dönemindeydik. Olabilecek ne varsa bizim aleyhimize oldu. Galatasaraylıların bilmesini isterim ki 3 yılı işaret ederken ben bunu işaret ettim. Üç yıl bana müsaade edin demedim, hiçbir şeyden vazgeçmeyiz, genel anlayışımız Galatasaray'ın geleceğini inşa etmek üzerine. Yarın kendi ismimi taşıyan statta olacağız. Ne kendi ismimi taşıyan statta ne de yıllarımı verdiğim Ali Sami Yen'de de hiç yenilmek istemem. Ümit ediyorum yarın takımımız iyi bir mücadele edecek ve tutkulu bir oyun oynayıp ‘Olsun elendik ama çıkıp harika bir mücadele örneği gösterdiler, modern futbol örneği verdiler' denilmesi için oynayacak. Tabii ki hiçbir şeyi bırakacak halimiz yok, her şeyi deneyeceğiz. Rakibimizin aldığı sonuç, neredeyse bize çok az bir şans bırakıyor ama bunu da deneyeceğiz” ifadelerini kullandı.
“Gedson'un Türkiye'de başka takımda oynayacağını düşünmüyorum”
Gedson Fernandes transferiyle ilgili konuşan Fatih Terim, “Gedson, Galatasaray'da çok mutlu oldu, biz de onu seviyoruz ancak bu sene Gedson'u vermek istemediklerini söylediler. Buna rağmen ayın 1 Eylül'e kadar bazı şeylerin değişmesini bekliyoruz. Her an her şey olabilir ama son cümle buydu. Hatta Türkiye'den başka kulüplerin de talip olma durumu vardı ama onun Galatasaray'dan başka yerde oynayacağını açıkçası düşünmüyorum. Biz her şeye hazırlıklıyız, cezamız da bitti. Öyle 3-4 transferle kalmayacağımızı da söylemek isterim. Çünkü aşağı yukarı 20'ye yakın oyuncu boşalttık. Daha da olacak, ben çok net olarak tabii ki başarı istiyorum. Galatasaray ile her sene şampiyon olsam yetmez, hatta bunun da esprisini yaparız, her sene şampiyonluklar önemlidir ama en önemlisi bu senedir deriz. Tabii ki başarı çok önemli ama bizim anlayışımız Galatasaray'ın geleceğini inşa etmek. Yol üzerindeki kilometre taşlarından ciddi bir miras bırakmak istiyorum. Ciddi bir jenerasyon bırakmak istiyorum” diye konuştu.
“Ghezzal'ı çok istedim, başkan da istedi”
Geçtiğimiz sezon Beşiktaş'ta kiralık olarak forma giyen Rachid Ghezzal'ı istemediği yönünde çıkan haberlerle ilgili de konuşan Fatih Terim, “Hayır tam tersi çok istedim, hatta başkan da istedi. Şahsi oyunculara girmek istemiyorum ama bu tip şeylerin spekülasyonu çok oluyor. Geçen sene her gittiğimiz deplasmanda yasak olmasına karşın olağanüstü seyirciyle karşılaştık. Hatta Beşiktaş maçı öncesinde ‘Bizim seyircimizi niye almıyoruz' dedim, rica ettim, ne olursunuz dedim, ama ben istememişim dediler. Benden teyit ettirmeden bu tip dolaşan şeylere ne siz ne de Galatasaraylılar itibar etmesin. Sonunda böyle söylediğiniz zaman doğrusu meydana çıkıyor. Çünkü ben kamuoyu önünde konuşuyorum” dedi. Transferlerle ilgili konuşmayı sürdüren Terim, “İsimlere girersek sonu olmaz. Galatasaray'ın 1 Eylül'e kadar neler yapacağın göreceksiniz, nasıl bir anlayışla devam edeceğini göreceksiniz. Hangi teknik adam Ghezzal'ı istemez de istemedi diye bir şey çıkar. Söylemem gereken bazı şeyler var ama şu an söyleyemiyorum. Futbol dinamiktir, transfer de böyledir. Bugün istediğiniz bir oyuncuyu yarın istemezsiniz ama dün vazgeçtiğiniz oyuncuyu bir gün sonra alırsınız. Listenizde olmayan ama sizin için fırsat transfer haline gelmiş oyuncuyu da alabilirsiniz. Ben size ana hatlarını söylüyorum, kulübümüzün bazı tasarruflarını söylemem yanlış olur. Morutan, çok iyi bir futbolcu, çok da beğeniyorum. O nasıl bize haber yollamış, bizim az paramız olduğunu biliyor herhalde, ‘Zayıf oynuyorum ki az paraya beni alsınlar' demiş. Makul bir paraya herhalde Galatasaray yok demez. Hakikaten zevk verecek oyunculardan bir tanesi. O zevki de daha önce abileri burada verdi. Hagi, Popescu, Ilie hala buradalar. Top ayağındayken herkesin mutlaka oynamasını isteyeceği bir oyuncu, gelişeceğini de düşünüyorum, ben de onu beğeniyorum” diyerek transferlerle ilgili düşüncelerini aktardı.
“Taraftarı çok özledik”
Galatasaray taraftarına mesaj gönderen Fatih Terim, “En az onlar kadar biz de onları çok özledik. Taraftarlı oynasaydık belki de şampiyonluğu kaçırmazdık. Biz taraftarlarımızla bütünleştiğimizde çok daha etkili, yenilmez oluyoruz. Bir de heyecanlıyız. Teknik heyetimle maç sonrası analiz yaparken ‘Acaba Eindhoven'daki seyirci, 1,5 sene sonra bu kadar sessiz oynayan bir grubu rahatsız mı etti' diye düşündük. Bu iş taraftarla güzel, galibiyetler de taraftarla daha güzel kutlanıyor. Kötü sonuçlar da taraftarın desteğiyle daha rahat atlatılıyor. Biz de onları özledik, inşallah yarın kavuşacağız. Elbette başarılı olmak için uğraşıyoruz, başarılı olmak için çalışıyoruz. Ben burada bir mantalite, burada bir sistem ve burada benim aklımdakileri sahaya yansıtabilen bir takım ve bir jenerasyon bırakmak istiyorum. Giderken böyle bir şey bırakmak istiyorum. Bana göre alınacak kupalar, kazanılacak şampiyonluklardan daha büyük olan budur. Eğer bunu başarabilirsem bana göre benim en büyük başarım bu olacak. 2000 yılında giderken böyle bir takım bırakmıştım, yine böyle bir takım bırakmayı kendime en büyük başarı olarak addediyorum. Onun için de bizim taraftarımıza ihtiyacımız var” dedi.
“Avrupa'ya yetişme imkanımız yok”
Avrupa'yla aradaki makasın açıldığını sözlerine ekleyen Terim, “Özellikle ekonomik olarak çok açıldı. Dolayısıyla idare ve teknik olarak da tesirlerini görüyoruz. Oyunun 75. saniyesine bakarsan bir sonuç ama geneline bakarsan sonuç değil, bu bir düşüncenin karşılığı olarak karşımıza çıkıyor. Şu gerçeği kabul edelim, ekonomik olarak yetişme imkanımız yok. Sizin 2'ye alamadığınızı 20'ye alıyorlar. Bu oyuncuyu onlar buluyorlar da biz niye bulmuyoruz diyoruz ama biz de buluyoruz. Ancak 15-16 yaşındaki bir oyuncuya 20 milyon Euro verebilir miyiz, veremeyiz. 8 yaşındaki oyuncuya 4 milyon Euro versek kıyamet kopar. Bugünlere geldiğimiz zaman üste çıkabiliriz. Onlar da biz de buluyoruz. Belki tarihte ilk defa altyapımıza bütçe koyacağız. Tarihte yok. Herkesin bütçesi yok. 8-10 milyon vermek hiçbir şey onlar için, sonuçta 100-150 kazanma ihtimalleri var. Bunların yarısından çoğunu da kaybediyorlar” diyerek devam etti.
Terim ilk 11'i açıkladı
3 sene sonrası için kendisinin de planları olduğunu ifade eden Terim, “Galatasaray planım var. Yönetimimizin de süresi üç sene, benim de üç sene. Giderken, yapacağım en büyük iyiliğin bu olduğunu söylüyorum. Yoksa bir şey için değil. Galatasaray'da gitsek nereye gideceğiz. Galatasaray bizim, Galatasaray bizim evimiz, yuvamız. Ayrılsak da kalbimiz onlarla. Gerçek kontrat bu. İleriki yıllara bakacağız” diyerek sözlerini tamamladı. Terim son olarak yarın oynanacak olan karşılaşmada sahaya süreceği 11'i açıklarken, Emre Akbaba'nın Covid-19 nedeniyle hastanede olduğunu ve hastalığı kötü geçirdiğini ifade etti.
Galatasaray'ın PSV Eindhoven karşısında yarın sahaya çıkacağı 11 şu şekilde:
“Muslera-Yedlin, Luyindama, Marcao, Ömer - Emre Kılınç, Aytaç, Sekidika, Kerem - Muhammed, Barış"
Bozhan Memiş  
1 note · View note
sirrihafi · 5 years
Text
Tumblr media
Evlenmeyi düşünen herkesin okuması gereken; yaşanmış gerçek bir olaydır...
H A Y I R L I E Ş :
« Yaş 28... Evlilik zamanı geldi geçiyor » derken; annem açtı yuva kurma konusunu...
Saliha bir kız olsun gerisi gelir diye düşünüyordum....
Yakın bir akrabamızdan haber geldi; komşuları çok dindarmış, kızlarının ailesinden daha da dine bağlı olduğunu duyunca sevindim...
"Gidip bir görelim, görüşelim" dedim.
İlk ailesiyle konuştum. Hâttâ ben konuşmadım; sürekli onlar konuştu... Şaşırdım kaldım, birşey diyemedim...
" Kına gecesinde en iyi müzisyenler olacakmış...Düğün de kezâ aynı... Ev dayalı döşeli olacakmış, hem de hepsi en pahalısından! Araba olacakmış! Son model hem de... Çünkü; komşunun damadı, sıfır araba almış geçende..."
Anne hadi kalkalım, diyecektim, utandım... Kızla görüştürmek istediler. İslamiyete uygun olarak görüştük;
On beş bilezik... En güzel gelinlik « 10 bin tl » En büyük düğün salonu...vs, vs...
Ne diyeceğimi bilemedim...
Ben Saliha Bir Eş istiyordum sadace, fakat istekleri bir türlü bitmiyordu...O anda yan taraftaki aynaya göz ucuyla baktım kendime. Görünüşümdede bir iş adamı profili de yoktu. Yirmi beş dakika boyunca konuştu... İstekleri bitince de sıra bana geldi ; « Senin isteklerin nelerdir » dedi. Biran önce kalkıp gitmek istiyordum! Sıkılmıştım, geleli bir saat olmasına rağmen, dünya malına tamah edenlerle birlikte olmak içimi karartmıştı. Tekrar sordu; «isteklerin nelerdir?» « Hayırlısı olsun...» dedim ve kalktım... Nazikçe ayrıldık evden...
Yolda giderken telefon geldi, amcam arıyordu..
Yan komşularından Sebahattin amcanın kızı varmış. Sebahattin amca çok iyidir... Çocukluğumdan beri tanırdım kendisini... Tamam dedim amcama, geliriz. Sebahattin amcalara gitmek için hazırlanıp annemle koyulduk yola... Onbeş dakika sonra ulaştık evlerine. Sohbet açıldı çocukluğumuzdan ve başladı beni övmeye… Kızardıkça kızardım utancımdan birşeyde diyemiyorum… Derken söz asıl konuya gelmişti. «Evladım, seni severim. Maksat sizleri mutlu etmek Allah-u Teâlâ'nın izniyle » dedi ve başladı isteklerini saymaya… O kadar çok şey saydı ki; uykum gelmeye başladı… En sonunda da; « benim oğlumun kumar borcu var onu ödemeden evlilik de olmaz zaten » dedi. Birden gözlerim açıldı! Şaşırmıştım fena halde. Gözümü yerden alamadım uzun süre… Sebahattin amca; «gençleri görüştürelim » dedi… Bir odaya geçtik ve kız konuşmaya başladı; önceki görüştüğüm kız gibi, ne varsa herşeyi istiyordu... Konuşmasını, çalan telefonu böldü, açtı ve bir süre konuştuktan sonra kapattı. Tekrar çaldı, konuşup kapattı… Sonra tekrar, tekrar, ve yine tekrar... Dayanamadım, sordum « arayan kim » diye. Eski nişanlısıymış ve ayrılalı on gün olmuş henüz!.. Neden ayrıldıklarını sordum.
Çay bahçesinde bir erkekle otururken görmüş, sonra tartışmışlar. Tartışma büyüyünce de ayrılmak zorunda kalmışlar. «Oturduğunuz kişi kimdi ki ? » Çalıştığı yerdeki müşterilerinden biriymiş… « Demek önceden çalışıyordunuz » Yanıt pek manidar; « Evet, ben masörüm!.. »
Şoktan şoka giriyordum.! Beş dakika içerisinde; bilmediğim bir sürü şey çıkmıştı… Evlilik amacını sordum. Nişanlısı çok rahatsız ediyormuş,farklı bir hayat, farklı bir ortam istiyormuş… Açık konuşmak gerekirse hava değişimine ihtiyaç duymuş. Daha fazla dayanamayıp izin istedim kalktım. Ben sadece saliha bir eş istiyordum. Nazikçe evden ayrıldık annemle…
Daha sonra öğrendim ki; Sebahattin amca arkamdan bir sürü laf etmiş…
Gülümseyip, "bugün öven yarın söver " dedim içimden...
Artık evlilik düşüncesinden vazgeçmek üzereydim. Haftalardır dışarı çıkmıyordum.
Akşamları hava almak için balkonda oturup kitap okuyordum… Karşı komşumuz gece çalıştığı için, akşam dokuz gibi evden çıkıyordu. On yaşındaki oğlu da babasının peşinden ağlayıp dururdu her gece... Ablası çocuğu oyalamak için balkona çıkarıyor ve her fırsatta benimle konuşmaya çalışıyordu.
Bu sık sık tekrar etmeye başlayınca, zbunaldım artık.
Bir akşam kıyamet ve ahiret kitabını alıp aynı saatte çıktım balkona…
Beni görünce o da çıktı balkona, bir konu bulup yine başladı konuşmaya…
« Her akşam kitap okuyorsun, nedir onlar? »
İşte beklediğim fırsat gelmişti; « okumak istersen vereyim » deyince, olur dedi. Besmele çekip iki üç metre karşıdaki kıza attım kitabı ve « Haydi, gir de evde
okumaya başla » dedim. Kitabı okumuş olacak ki, bir daha balkona çıkmaz oldu…
Evlilikten vazgeçmiştim bir eş bulmak bana uzak görünüyordu…Aradan aylar geçmişti.
O zaman zarfında, birkaç kızla daha görüşmeye gittim annemle...
Fakat netice aynı, değişen bir şey yoktu…
Bir salı akşamıydı, içim çok daralmıştı. Adeta boğuluyordum…
O gece iki rekat namaz kılıp yattım… Acayip bir rüya gördüm. Birine anlatmalıydım bu rüyayı ama bu bunalımlı ruh haliyle kime?..
Bir akşam, balkonda dolunayı izlerken telefonum çaldı. Gözüm dolunayda, cebimden çıkarttım telefonu ve kimin aradığına bakmadan, kulağıma götürüp açtım telefonu. Arayan ses tanıdıktı.
Fakat o günden sonra hayatımın değişeceğini nereden bilebilirdim ki !
Arayan,en yakın arkadaşım Muhammed' di. Canı sıkılmış, beni çağırıyordu...
Abdest alıp evin yakınındaki çay bahçesine gittim. Çocukluğumuzdan açıldı konu sonra
gördüğüm rüyayı anlatmak istedim can dostuma;
« Tozlu bir köy yolunda gidiyordum... Elimde bir tane kılıç vardı, etrafımda ise bir sürü yılan... Yılanlar bir metre kadar yükseltmişler kafalarını yukarıya doğru,
hepsi üzerime atılmak için zaman kolluyorlardı ! Kılıçla kendimi savunuyordum. Bana yaklaşanları kılıçla öldürüp ilerliyordum. İleride uyuyan biri vardı. Ona doğru giderken, anlam veremediğim bir ses işittim ama, uyyan kişinin dışında etrafta kimsecikler yoktu…
Uyuyan kişiye doğru ilerliyordum ki, az önce işittiğim o ses; « Yatan kişi ; Musab bin Umeyr'dir » dedi...
Sonra ileride giden iki kişi gördüm; biri Peygamberimiz'di, fakat diğerinin kim olduğunu göremedim…
Muhammed yorumlamaya başladı rüyamı. « Düşmanlarını yenerek iyi bir neticeye ulaşacaksın inşallah » dedi…
Neden sonra, sohbet yine evliliğe geldi dayandı... Başımdan geçenleri anlattım. Oldukça dertliydim bu konuda. Aalında tarif oldukça basit ve sadeydi! Şöyle ki;
benim eşim dünyaya bağlı olmamalıydı,
sadece dünyalık uğruna yaşamamalıydı…
Uzun uzun dinledi Muhammed sıkıntılarımı… O konuşmaya başladı bu sefer.
« Evden çıkarken annem söyledi, bizim mahallede bir kız varmış onunla görüştürmek istiyorlar seni. »
Yok Muhammed! Bundan sonra kolay kolay kimseyle görüşmek istemiyorum, yoruldum artık, dedim… Kız da pek istekli değilmiş zaten, dedi… niye diye sordum; o da birkaç kişiyle görüşmüş, daha sonra evlilikten soğumuş iyice… Muhammed'in annesi ısrar edince de; olur, görüşelim, demiş...Tamam dedim, yarın gideriz.. diye sözleştik…
Rüyam gerçek mi olacaktı acaba… Bu zamana kadar sabrettim, önüme gelen
engelleri Allah-u Teâlâ'nın izniyle aşmıştım…
Muhammed ile vedalaşıp eve geldim ve hemen konuyu anneme açtım… Yarın gidecektik görüşmeye…
Çok heyecanlıydım nedense. Sabah erkenden kalkıp giyindim. Heyecan gitmek bilmiyordu, bir aağa bir sola yürüyüp duruyordum evin içinde... İlk defa bu kadar heyecanlıydım. Öğle namazını kıldıktan sonra yola koyulduk annemle. Muhammed bizi kızın evine kadar götürdü… Kapıyı çaldım.
Kapıyı babası açtı, eve buyur etti...
Dereden-tepeden sohbet ettik biraz ve söz asıl konuya geldi. Kızın babası; « evladım, benim söyleyeceğim bir şey yok. Sen kızımla konuş bu konuları » dedi...
Şaşırmıştım gerçekten çünkü ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum… dünyalık bir konu açılmamıştı ilk defa… Bir odaya aldılar beni, kızla görüşecektim… Sandalyeye oturdum, ellerim masanın üzerinde avucumun içerisinde ise terleyen ellerimi silmek için bez bir mendil vardı… Kendinizi o dutumda hayal edebilirseniz, neler hissettiğimi eminim çok daha iyi anlayabilecrksiniz!.. O kadar gergindim ki, hiç durmadan avuçlarım terliyordu ömrümde ilk defa... Neden sonra kız kapıda göründü;
nûrani yüzlüydü. Önüne bakarak konuşmaya başladı…
Diğer kızlar gibi bilezikten gelinlikten girmedi konuya…
İlk sorusu; « namazdan » oldu….
Bana; namaz kılıyor musun demedi, namazı kaç dakikada kıldığımı sordu!
Meselâ, « öğle namazın kaç dakikada bitiyor » dedi. Onbeş dakika civarında, diye söyledim…
Memnun oldu... Sonra birikmiş ne kadar paran var deyince, "önceki görüştüklerim gibi konuşmaya başlayacak herhalde" dedim içimden… 45 bin lira var… Paranın zekatını veriyor musun deyince, yanlış düşündüğün için utandım.. Evet veriyorum dedim…
Konuşmasına ağır ağır devam etti ;
« Sizden önce üç kişi ile daha görüştüm hepsi de zengindi ve güvendikleri tek şeyleri paralarıydı.Bütün konuşmaları paraya zenginliğe dayanıyordu. Dine ait hiçbir bilgileri yoktu ve namaz bile kılmıyorlardı. Size ilk sorum namaz oldu çünkü; namazı doğru olan ve huşu içinde kılan bir insandan zarar gelemez. Ailesinin hakkını gözetir, haksızlık yapamaz. Herkes için en iyisini en güzelini ister. Kimseyi hor görmez ve ezmez... Böyle insanı bütün mahlukat sever, mahlukatın sevdiğini Allah-u Teâlâ da sever! Allah-u Teâlâ'nın sevdiği kul ise makbûl edilen kuldur... ve devam etti konuşmasına ; Sonra zekâtı sordum çünkü o parada fakirlerin hakkı da var. Fakirlerin hakkını gözetmeyen, eşinin hakkını da gözetmez. Allah-u Teâlâ ondan nasıl razı olur ki !..»
Ne kadar doğru konuşuyordu... Konuşmaları beni çok mutlu etmişti. Dünyalık bir şey istemiyorum diye dem etti... Yan taraftaki kitaplığı göstererek okuduğu kitapları gösterdi. Görünce çok mutlu oldum çünkü benim okuduğum Ehli sünnet Alimlerinin kitaplarını okuyormuş. Ben kızarıp terliyordum nedense, elimdeki bez mendil de iyice ıslanmıştı. Benim ise kıza soracağım bir şey kalmamıştı, ben sormadan herşeyi anlattı bana. Son olarak annemle konuşmak isteti, ben dışarı çıkmak için ayağa kalkınca elimdeki mendil yere düştü. Yere göz gezdirdim ama göremedim dışarı çıktım…
Annemle de on dakika kadar konuştular içeride, annem çıkınca evden izin isteyip ayrıldık. İki tarafta birbirinden memnun olmuştu. Anneme içeride ne konuştuklarını sordum. Anneme nasıl davrandığımı ailemle olan ilişkilerimi sormuş. Çünkü anne ve babanın razı olmadığı bir evlattan Allah-u Teâlâ razı olmazdı. Eve gidince konuyu babamla konuştuk çok sevindi. Abdest aldım ve iki rekat namaz kıldım odamda... Neden sonra, birkaç gün önce gördüğüm rüya geldi aklıma… Elimdeki sabır kılıcıyla zorlukları aşmak nasip olmuş ve sonuca ulaşmıştım… Bu günden itibaren düğün hazırlıklarına başlayacaktık artık…
Söz kesilip aileler arasında yüzük takıldı. Düğün konusu biraz sıkıntılı olmuştu... Akraba tarafı çalgılı olmasında ısrar ediyor, ben ise dînî yönden olmayacağını anlatmaya çalışıyordum. Ben yumuşak huylu oldukça onlar daha fazla üzerime geliyorlardı. Düğün çalgılı olurmuş onlara göre. Cenaze evi gibi dualar edilip mevlit okutulmazmış… Ne yapacağımı şaşırmış ve iyice bunalmıştım. Defalarca haram olduğunu anlatsam da çalgısız olması gerektiğini kabul ettiremiyordum… Bir akşam evde akrabalarla toplandık bu konu hakkında konuşuyorduk. Bir şartla isteğinizi kabul ederim deyince hepsi şaşırdı… herkes gözlerini bana çevirmiş ne diyeceğimi bekliyorlardı. Öldüğümde mezara benimle girecek olan varsa ve benim yerime hesap vermek isteyen olursa kabul edeceğimi söyledim… Kimse yüzüme bakmıyordu artık utanmışlardı açıkçası… Bu konu da böylece şekilde kapamış oluyordu…
Bir Perşembe günü kız tarafıyla sözleşip düğün alış verişine çıktık…
Nişanlım sanki yanımda köle gibi duruyordu. Ben ne göstersem olur beğendim diyordu.
Bir insan bu kadar mı mütevazi bu kadar mı ince olabilirdi. Onun bu durumunu gördüğüm zaman ben, en kaliteli, en güzel olan eşyaları alıyordum. Onu mutlu etmek için elimden geleni yapmak istiyordum… Evimizi döşemiştik her şey çok güzel gidiyordu… düğün günü gelip çatmıştı… heyecandan
ölecek gibiydim elim ayağıma dolaşıyordu adeta.
Düğün tam istediğim gibi olmuştu….
Evliliğimizin ilk yılları diğer evlikler gibi tartışma ya da kavga ile geçmiyordu.
Biz İslamın etrafında birleşmiştik. Hiçbir sorunumuz da olmuyordu.
Eşimin zekâsına, güzel ahlakına, güler güzüne hayrandım… Onsuz zaman geçmiyordu, işteyken fırsat buldukça arıyordum, sesini duyunca da çok mutlu oluyordum. Konuşmasında içimi rahatlatan bir tesir vardı. Bunu nasıl yapıyordu bir türlü anlayamıyordum. Eve gittiğimde beni
her zaman güler yüz ile karşılardı, o anda bütün yorgunluğum giderdi. Yemek hazırlarken yardım ederdim. Sen otur yorgunsun der, ben de içeri gidip otururdum. Onun üzülmesini hiç istemiyordum çünkü. Her ne isterse yerine getirmek için can atıyordum… Benden bir şey istesin diye gözlerinin içine bakardım. Arada bir arabamla gezerdik,gezdirince mutlu olurdu… Yine bir gün gezdirmek için çıkıp arabaya bindik. Dönüp bana baktı. Sabır çok güzeldir,sabır insanı bu araba gibi ulaşmak istediği yere götürür dedi. Neden böyle bir şey söylediğini anlamamıştım… biraz gezip eve gelmiştik… Birkaç gün önce yatak odasının kapısı bozulmuş, kilidi zor açılıp kapanıyordu.
Geçen gün mahallemizde hırsızlık olayı olduğu için odamızın kapısını kilitliyorduk…
Bir haftadır eşimin midesi bulanıyor bunun içinde geceleri sık sık kalkıyordu… benim uykum çok hafif olduğu içinde hemen uyanıyordum…
O gece tekrar midesi bulanmış olacak ki kalktı, kalktığını hissedip gözlerimi açtım ama uyandığımı anlamadı. Yavaş yavaş kapıya doğru ilerledi…Fakat o anda gözlerime inanamayacağım bir olay gerçekleşti ;
Ben rahatsız olmayım diye kilitli olan kapının anahtarına bile dokunmadı. Kapı kilitliydi. Eşim «Bismillahirrahmanirrahiym» dedi ve kapıyı açmadan dışarı çıkmıştı!!! Bu durumu görünce, kalbimin atışları hızlandı, terlemeye başladım... Yataktan kalktım, gözlerim kapıya odaklanmıştı! Yatak odasının camından lavabonun ışığı belli oluyordu… Lavaboda elini yüzünü yıkayıp ışığı söndürdü. Ben hemen yatağa yatıp uyuyormuş gibi yaptım. Fakat eşim kapıyı açmadan odaya girdi… Kalp atışlarım iyice artınca dayanamadım uyanmış gibi yaparak Yatakta doğrulup oturdum… Eşimin yüzüne baktım… adeta güzü nurlanmış parlıyordu… Uyandığımı görünce gülümseyerek yüzüme baktı. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Rahatsız mı ettim diye sordu. Yok çıktığını bile duymadım deyince gülümsedi ve yattı…
Işe gittiğimde sürekli o anları düşünüp duruyordum. Bu nasıl olabilirdi?... Akşam eve gittiğimde zile basmadım ve kapıyı anahtarımla açtım. Kapıyı açtığımda eşimi karşımda buldum… işten geldiğimde kapıyı açmak için bekliyormuş… Selam verip içeri girdim elimi yüzümü yıkayıp sofrayı hazırladık yemeği yedik… Bu gün neden durgunsun bir şey mi oldu? Diye sordu… Cevap veremedim. Dün geceki olayı nasıl sorabilirdim ki… Sana bir şey söyleyeceğim diyerek elimden tutup beni ayağa kaldırdı. Gözlerinin içine bakıyordum, buyur söyle dedim ;
«Hamileyim ! » dedi… Ondan sonrasını hatırlamıyorum zaten… O anda ayaklarım boşaldı… Düşüp kalmışım yerde… Yarım saat sonra kendime geldiğimde eşim yanı başımda oturuyordu… Yattığım yerden doğrulup eşime bakınca utanıp yüzünü yere çevirdi… Bu habere o kadar sevinmiştim ki anlatamam…
Akşamları işten eve gelirken artık bebek eşyaları alıyordum… Gece yattığımızda eşimle hep hayal kurap duruyorduk… Çocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde ilk hangi kitabı okumalıydı acaba. İlk önce namaz kitabındaki bilgileri öğrenmeliydi. Ondan sonra hangisini okutsak acaba İsâm Ahlâkını mı yoksa, Herkese Lazım olan İmanı mı okutsaydık… Yok yok, ilk önce Halifelerin menkîbeleriyle yeşertmeliydi kalbini. Benim evladım Ehl-i Sünnet'i savunan Ehl-i Sünnet'i yaymak için çabalayan bir kul olmalıydı! Onu bu şekilde yetiştirmeliydik. Her akşam belli bir zaman dilimi içerisinde eşimle İmam-ı Rabbani'nin «Mektubat» ını okuyorduk...
Bir akşam okurken yorgunluktan gözüme ağrı girince eşime rica edip sesli okumasını söyledim ve gözlerimi dinlendirmek için kapattım. 212. Mektubu okuyordu…
Bir ara gözlerimi açtım elindeki kitap kapalıydı. Gözlerimi açtığımı görünce hemen kitabı açıp gözlerini kitaba dikti. Anladım ki o kadar sayfayı ezberlemiş ve ezberinden okuyordu. Okuduğu mektup bitince durdu. «Mektubat» ı bu zamana kadar kaç defa okudun diye sorunca, bilmiyorum dedi… Peki kitabı bitirmen ne kadar sürüyor? Bir hafta diye cevap verdi.. Anladım ki eşim manevi derecelere yükselmişti..! Beni rahatsız etmemek için kapıyı açmadan çıkması, bir kerametti…
O günden sonra eşime olan hürmet ve saygım daha da arttı. Eşim bir evliya idi... İlmihâl okuduğumda, anlamadığım yerleri eşime soruyordum. Öyle güzel açıklayıp anlatıyordu ki hayran kalmamak mümkün değildi… Hikmetini bilmediğim en ufak bir davranışını görsem soruyordum. O da hemen açıklar; ilmihalin şu sayfasında yazıyor diye söylerdi… Her haline sabrediyordu ve her haliyle de şükrettiği ortadaydı… İslamiyeti yaşayan bir numune vardı karşımda, bu yüzden Allahü tealaya her saniye şükretsem yine az gelirdi… Eşimin birkaç kerametini daha görünce dayanamadım, artık ne pahasına olursa olsun bu konuyu konuşacaktım kendisiyle… her zamanki gibi işten geldim yemek yedik konuyu konuşmak için eşimi karşıma aldım… giderek büyüyen bir heyecanla yavaş yavaş konuşmaya başladım..
İslamiyetin en ince kurallarına en güzel şekilde dikkat ediyorsun.
Konuyu uzatmak istemiyorum dediğim anda eşim konuşmaya başladı… "Sabır güzel şeydir. Sabrederken şükretmek daha güzeldir. İnsan her haline sabreder ve şükrederse Allahü teala ona daha iyilerini ihsan eder"… Artık ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, eşimde konuşmasını bitirmişti… O günden sonra ona olan davranışlarım daha dikkatliydi. Onu kırabilecek her şeyden uzak duruyordum...
Bir akşam annem aradı, komşu kızının düğünü varmış iki gün sonra. Düğüne beni de davet etmişler. Eşimle birlikte gittik düğüne, her şey İslama uygun düzenlenmişti. Erkekler ve bayanların yerleri farklı bölümlerdeydi. Düğündeki İslama uyma titizliğini görünce çok sevindim. Bir akşam kendisine balkondan verdiğim Kıyamet ve ahiret kitabı geldi aklıma. On dakika sonra küçük bir çocuk geldi, o kızın kardeşiydi bu. Babası işe giderken arkasından ağlayan çocuk… Abi eğilir misin dedi.. eğildim kulağıma ablasının bana çok teşekkür ettiğini söyledi. Ben vesile olmuşum onun bu duruma gelmesinde. Bunu öğrenince çok sevindim… Eşim hamile olduğu için fazla kalamadık düğünde eve gittik…
Aradan aylar geçmiş ve eşim doğurmuş ve Bir tane oğlum olmuştu. Hayatımızdan çok memnunduk. Eşimle her akşam kitap okumaya devam ediyorduk yine. Eşime üstadım diye hitap ediyordum. O benim üstadımdı. Dünya ve ahiret saadetim için en büyük vesile idi. Geceleri rahatsız olmasın diye oğlumuz ağlayınca çocuğu alıp başka odaya gidiyordum. Aradan iki yıl geçmiş oğlumuz büyümüştü… Eşim her fırsatta sabır ve şükretmemi telkin ediyordu. Bir zaman sonra eşim hastalandı. Zamanımızın çoğu hastanede geçiyordu. Eşimin hastalığı artmış, benim ise elimden bir şey gelmiyordu. Bir akşam işten eve geldiğimde kapıyı çalmama rağmen açmadı. İçeri girdim içeriden bilemediğim mükemmel bir koku geliyordu. İçeri girdim eşim yatıyordu ilk önce uyuyor zannettim. Uzun zaman uyanmayınca gidip uyandırmaya çalıştığımda vefat ettiğini anladım. O anda yıkılmıştım. İçim yanmıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Annemi aradım gelmesini istedim…. Eşimi diğer gün defnettik…
Eve girdiğimde burnuma gelen o güzel koku mezardan gelmeye başladı…
Her gittiğimde o kokuyu duyardım… giremiyordum. Onu özlüyordum sadece.. Canım eşim, üstadım vefat etmişti. Söylediği gibi yapmaya çalışıyor sabretmekten başka çare bulamıyordum. Her an onu düşünüyordum. Aylar sonra eve girme cesareti gösterdim. Gözlerim doldu ağlamaya başladım. Balkonda çıkıp sandalyeye oturdum. Dolunay vardı. Muhammed'in beni aradığı o akşam geldi aklıma… O akşamda aynı dolunay vardı. Gözlerimden yaşlar akarak dışarıya çıktım; doğru üstadımın, eşimin mezarına gittim. Saatlerce ağladım…. O güzel kokuyu hissetmeye başladım tekrar. Arkamdan bir el omzuma dokundu. Arkama döndüm eşim nurlar içinde arkamda duruyordu… Heyecandan bir şey söyleyemiyordum.. Başım dönmeye başladı ve bayılmışım sonra…
Uyandığımda sabah ezanı okunuyordu. Kalktım etrafıma baktım. Eşimi gördüğüm anda. Sabret dediğini hatırladım. Camiye gidip sabah namazını kıldıktan sonra dışarı çıkarken cebimde bir şey olduğunu fark ettim. Elimi cebime attım bir tane mendil vardı. Eşimin evinde ilk konuştuğumuz zaman avucumun içindeki mendil ayağa kalkarken yere düşmüştü bulamamıştım daha… demek ki eşim bulup saklamış. Mendilin bilmediğim şekilde çok güzel bir kokusu vardı…
N o T ;
« Bu yaşananları, rahmetli babamın günlüklerinden derleyerek sadeleştirdim... Hikâyede anlatılan kişiler, annem ve babamdı, doğan o çocuk bendim..! Sabır ve şükür, insanı en üst derecelere yükseltecek mukaddes birer kanattır... »
Allah-u Teâlâ herkese böyle eş nasip eylesin...
A l ı n t ı d ı r . . .
3 notes · View notes
yelk0van · 5 years
Text
En iyi çamaşır makinesi
Çamaşır Makinesi Alırken Nelere Dikkat Etmeli?Çamaşır Makineleri, günümüzde mutlaka her evde bulunması gereken son derece önemli bir teknolojik alettir. Bir çamaşır makinesine sahip olduğunuzda hem zamandan hem de paradan tasarruf edersiniz. Ancak çamaşır makinesi alırken bazı şeylere dikkat etmelisiniz, çamaşır makineleri her ne kadar hayatımızı kolaylaştıran aletler olsa da, kullanım çeşidine göre değişen çamaşır makineleri vardır ve herkes aynı çamaşır makinesini kullanmamalıdır, yanlış bir çamaşır makinesi seçimi sizi paranızdan çok zamanınızdan eder bunu da kimse istemez. Peki en iyi çamaşır makinesi 'ni alırken nelere dikkat etmeli? Bütçenize göre satın alabileceğiniz en iyi çamaşır makinesi hangisidir? 
Çamaşır Makinesinin İşlevi Kalitesinden Önce Gelir
Bir çamaşır makinesi satın aldığımızda elbette en kalitelisini ve en iyisini isteriz, bu seçimler bize çok fazla para ve zaman kaybettirebilir, çamaşır makinesi almadan önce dikkat etmeniz gereken ilk şey, çamaşır makinesinin yıkama kapasitesidir. Çamaşır makinelerinin üzerinde kaç kilo yıkayabildiğini gösteren rakamlar bulunur. Bu çamaşır makinesinin maksimum yıkama kapasitesidir ve sürekli bu kapasitede yıkarsanız zamanla çamaşır makineniz bozulur, 10 kg yıkayabiliyorsa 8 kg'dan fazla yıkamamalısınız. Bunu belirlemek çamaşır makinesinde yıkanan eşyalarınızın ıslak ağırlığını tespit etmeniz gerekmektedir. Eğer 8 kg ihtiyacınız var ise, 10, 5 kilo ihtiyacınız var ise 7 kilo kapasiteli makine almalısınız. Makine kapasite ihtiyacınız az ise mutlaka düşük kapasite alınız bu size yaklaşık olarak 200-300 TL tasarruf ettirebilir.
Çamaşır Makinesi Alırken Devir Hızının İyi Olmasına Dikkat Edilmesi Gerekir
Çamaşır makinesi alırken nelere dikkat etmeli diye soran pek çok makine kullanıcısı, devir hızının ne demek olduğunu dahi bilmiyor. Devir hızı, bir çamaşır makinesinin, çamaşırları 1 dakika içerisinde kaç defa tam tur attırıp sıktığı anlamına gelir. Buna göre 1,000 devir bir  çamaşır makinesi dakikada 1.000 defa yıkama yaparken, 1,200 devir bir makine dakikada 1,200 tam tur yapar ve çamaşırları sıkar. Buna bağlı olarak daha sık yıkama demek daha iyi yıkama demektir, ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır, yüksek devirli makine aldığınız zaman mutlaka kapasitesinden az çamaşır koymalısınız. Tam kapasite koyduğunuz zaman çamaşır makinesi yüksek devirdeyken çok hasar alabilir. Çamaşır Makinesi Alırken Enerji Tasarruflu Olmasına Dikkat Edin Çamaşır makineleri de artık enerji tasarruflu hale gelmeye başladı. Çamaşır makinesi alırken nelere dikkat etmeli şeklinde aldığımız pek çok soruya ithafen, hem mali açıdan hem de doğayı korumak için enerji tasarrruflu makine almanızı tavsiye ediyoruz. Enerji tasarruflu makineler çoğu zaman diğer makinelere nazaran çok daha az enerji harcar, standart bir makine saate 1,5 TL enerji harcarken, A+++ bir makine saate yalnızca 0,20 TL enerji tüketebilir.  Bu da yılda 400 TL'den fazla tasarruf etmenizi sağlayabilir. Yani pahalı ancak tasarruflu bir makine diğer makinelere göre her zaman daha düşük maliyetlidir. Ucuz diye aldığınız makine ise iki yıl içerisinde diğer makinelere göre çok daha fazla para harcamanıza neden olur. 
Çamaşır Makinesi Alırken Dikkat Edilmesi Gerekenler Arasında Kurutmalı Makine De Var
Kurutmalı çamaşır makineleri, hem paradan hem de enerjiden tasarruf sağlarlar. Kurutmalı makineler hem yıkama yapar hem de yıkamadan sonra çamaşırları kurutarak kurutma makinesi işlevi görürler. Bu makineler piyasada 3,000 TL ile 6,000 TL arası bir fiyattan satılıyor olsa da çoğu zaman hem kurutma makinesi hem de çamaşır makinesi almaktan daha ucuza gelir. Kurutmalı çamaşır makineleri sayesinde, kurutulması gereken giysilerinizi soğuk kış günlerinde, 1 saat içerisinde kurutabilir ve zamandan tasarruf edebilirsiniz. Hem yıkama hem de kurulama yapmak isterseniz hızlı program ile 2 saat içerisinde giysilerinizi alabilirsiniz. Kurutmalı çamaşır makineleri iki makinenin yaktığı elektriğin çoğu zaman onda birini harcar. Hem çamaşır hem de kurutma makinesi birlikte çalıştığında, saate 3 TL elektrik harcayabilirken, Kurutmalı çamaşır makineleri yüksek enerji tasarrufu ile saate en fazla 0,5 TL harcar. Bu da bir yılda  500 TL’den fazla kar etmenizi sağlar.
1 note · View note
aserkan · 5 years
Text
Güneş Ufuktan Şimdi Doğar, Yürüyelim Arkadaşlar!
Tumblr media
A Milli Takım bundan tam 1 yıl önce, 17 Kasım 2018 tarihinde İsveç'e 1-0 yenilerek UEFA Uluslar Ligi'nde küme düştü... Tarihinde ilk defa 'küme düşme' olayını yaşayan Milli Takım, 2018 yılı içerisinde çıktığı 11 maçın sadece 3 tanesini kazanabildi... Genç bir kadro vardı. Bu kadroya yeni isimler de dahil oluyordu. Ancak işler, saha içinde istediğimiz gibi gitmedi. Bunun yanı sıra başta Lucescu'nun saha dışı açıklamaları tepki çekiyor ve neredeyse taraftarlar ile Milli Takım arasındaki bağ kopma noktasına geliyordu...
Bu karamsar tablo devam ederken EURO 2020 kuraları çekildi. O sırada TFF yönetimi Şubat ayında Lucescu ile yolların ayrıldığını duyurdu. Tüm oklar A Milli Takım teknik direktörlüğü için tek bir ismi gösteriyordu: Şenol Güneş. Türk futbolunun üzerinde kara bulutların dolaşmaya başladığı günlerde tıpkı bir 'güneş' gibi doğan tecrübeli hoca, ilk basın toplantısında söylediği sözlerle milli takımın rotasını da işaret ediyordu: "Birlikte öğrenip, birlikte yarışalım. Futbol dünyasının neresindeyiz, nereye gidiyoruz; yerimizi tespit edip yolumuzu çizelim."
Yolculuk zorlu Arnavutluk deplasmanı ile başlarken herkes umut dolu ama bir o kadar da şüpheciydi. 2016 sürecinde yaşananlar ve Lucescu ile alınan kötü sonuçlar sıcaklığını koruyordu. Ama az da olsa yanan o korku ateşini, Arnavutluk maçının 21. dakikasında Burak Yılmaz'ın attığı gol söndürdü. O gol sadece bir gol değildi; Mahmut Tekdemir'in baskısı, Cenk Tosun'un pası ve Burak'ın şutu; bir isyandı. Yeni bir sürecin başlangıcıydı. 'Bu Milli Takım, başka bir takım' çığlığıydı. O çığlık, Merih Demiral'ın yırtılan forması, çizgiden çıkardığı top, Çağlar Söyüncü'nün kazandığı omuz omuza mücadele, Kaan Ayhan'ın arka direkte vurduğu kafa, takım halinde verilen asker selamıydı...
Şenol Güneş ve öğrencileri bu sürecin sonunda dünya şampiyonu Fransa'yı ilk maçta yenip ikinci maçta berabere kalarak, grupta aldığı tek yenilgi ile şampiyonaya gitme hakkı kazandı. Şimdi sırada; Avrupa Şampiyonası'nda alınacak başarı var. Milli Takım, taraftarları ile tek yürek. Şenol Güneş'in şu sözlerini unutmadan, adım adım hak ettiğimiz yere doğru gidiyoruz. Yolumuz açık olsun: "Bu yolda her şey düşündüğünüz gibi gitmez. Önünüzde taşlar olacak. Taşlar basamak olmalı, engel değil. Üstüne basıp geçerseniz, o zaman önünüzde aydınlık yol olur."
SAVUNMA KOMUTANI: MERİH DEMİRAL
Tumblr media
Fenerbahçe altyapısından henüz 18 yaşındayken ayrıldı ve Portekiz alt lig takımlarından Alcanenense'ye gitti. Belki de o günlerde pek çok kişi bu hameleye anlam verememişti ama Merih'in bir planı vardı. Profesyonel ekibiyle beraber çizdiği yolda ilerleyen Merih, sadece 3 sene sonra Juventus'a transfer olarak tarihe geçti. Ve o Merih, A Milli Takım'ın EURO 2020 yolundaki en önemli isimlerden biriydi...
İlk A Milli maçına 2018'in Kasım ayında, Ukrayna ile oynanan dostluk maçında çıkan ancak sahada sadece 5 dakika kalan Merih, Şenol Güneş'le beraber kadronun değişmezleri arasına girdi. Arnavutluk karşılaşmasıyla birlikte tüm eleme maçlarında 90 dakika sahada kalan Merih, Konya'daki tarihi Fransa zaferinde 1 de asist yapmayı başardı.
Terinin son damlasına kadar savaşan, mücadeleden kaçmayan, sert oyunu ve hırslı yapısıyla tribünleri ateşleyen Merih, deplasmandaki Fransa maçında verdiği asker selamı ve yırtılan formasıyla da tüm gönülleri fethetti.
Merih Demiral, partnerleri Çağlar Söyüncü ve Kaan Ayhan'la beraber gösterdiği performansla spor dünyasının şu meşhur sözünü hatırlatıyor: "İyi hücum maç kazandırır, iyi savunma ise şampiyon yapar..."
ÇAĞLAR 'THE LORD' SÖYÜNCÜ
Tumblr media
Premier Lig'e bu sezon damga vuran 5 oyuncu saymamız gerekirse 1 tanesi mutlaka Çağlar Söyüncü olur. Milli araya lig ikincisi olarak giren Leicester City'de savunmanın en önemli parçası olan Çağlar'a, İngilizlerin efsane ismi Gary Lineker bile hayran...
Çağlar, EURO 2020 Elemeleri'nde 9 maçın 4 tanesinde forma giyerken 5 maçta yedek kulübesinde yer aldı. Ancak genç stoper, oynamadığı maçlarda gollere ilk sevinen isimdi. Bu da onun Milli Takım'a olan aidiyet duygusunu çok net bir şekilde gösterdi. Genç oyuncu özellikle deplasmandaki Fransa maçı ve turnuva biletini aldığımız içerideki İzlanda maçlarında sergilediği performansla bu takım için ne kadar önemli olduğunu ispatladı.
Premier Lig'de ilk 12 haftanın Van Dijk'le beraber en iyi stoperi olarak kabul edilen Çağlar, EURO 2020'de oynayacağı futbolla belki de dünyanın en iyi stoperleri arasına girecek. Zaten adı şimdiden Manchester City ile anılıyor. Shrek filmindeki Lord Farquaad karakterine benzetilen Çağlar için en güzel sözü taraftarları söylüyor aslında: "Maguire'a ihtiyacımız yok. Bizim Çağlarımız var!"
GÜVEN VEREN SAKİNLİK: MERT GÜNOK
Tumblr media
Geçtiğimiz yıl Başakşehir formasıyla 34 lig maçının 34'ünde oynayan, yarısında da gol yemeyen Mert Günok, o sene hiçbir milli takım kadrosuna davet edilmedi. Lucescu, Eylül ayının ilk haftasında, "Kaleci yok" diye isyan ederken, Mert o günlerde Premier Lig ekibi Burnley'den 2 maçın 90 dakikasında gol yemiyor, ligin ilk 10 maçında da sadece 4 gol yiyordu. Neyseki, Milli Takım'ın başına kendisi de eski bir kaleci olan Şenol Güneş geldi ve Mert de takıma yeniden döndü.
Grup maçlarının hepsinde 90 dakika sahada kalan Mert, Çağlar-Merih-Kaan'lı stoper hattının da yardımıyla son haftaya kadar sadece 3 gol yedi. Bu gollerin hiçbirinin akan oyundan gelmemesi ise içinde kalecinin de yer aldığı takım savunmasının ne kadar önemli olduğunu ispatlıyordu.
Abdullah Avcı'nın Başakşehir'de onu tercih etmesini sağlayan uzun pas başarısı ve geriden oyun kurma becerisi, Milli Takım'da Şenol Güneş'in de elini güçlendirdi. Neredeyse kale çizgisi üzerinde bile topu ayağına aldığında sakinliğini koruyan, en panik anlarda bile arkadaşlarına güven veren Mert Günok, EURO 2020 yolunda grupların en az gol yiyen takımlarından bir tanesi olmamızı sağladı. Darısı finallere...
OZAN'DAN SONRASI TUFAN!
Tumblr media
Ozan Tufan... Son yıllarda neler yaşadı ama! Fenerbahçe büyük umutlarla transfer etti. İnişli çıkışlı grafiğin ardından kendisini bir anda kadro dışında buldu. Kilo sorunu ile uğraşıp U21'le çıktığı maçlardan sonra Sergen Yalçın'ın Alanyaspor'una kiralandı. Transferin ardından Sergen Yalçın, "Ozan Tufan'a 'futbolcu' olduğunu hatırlatacağız' dediğinde pek çok kişi bu sözün altında yatan mesajı anlayamamıştı belki... Ancak Ozan anladı!
Ozan bu sezon Fenerbahçe'ye geri döndü. Neredeyse tüm yazı bireysel antrenörü ile çalışarak geçirdi ve Fenerbahçe için adeta yeni bir transfer oldu. Kaptanlık pazubandını da koluna takan Ozan, Alanyaspor'da kiralık olarak oynadığı dönemde hazırlık maçları ile kavuştuğu milli formaya 2-0 kazanılan Fransa maçıyla birlikte 'resmen' merhaba dedi.
Ozan Tufan'ın A Milli Takım'a EURO 2020 yolundaki en kritik katkısı; 61. dakikada oyuna girdiği Andorra maçının 89. dakikasında attığı gol oldu. Neredeyse 10 kişiyle savunma yapan rakibine karşı iç sahada oyunu açamayan ve gerilmeye başlayan Milli Takım, Ozan'ın golüyle rahatlamış ve çok önemli bir 3 puanın da sahibi olmuştu. Ozan Tufan yeniden doğuşuyla birlikte artık hem Fenerbahçe'nin hem de Milli Takım'ın değişmezleri arasına girdi.
MİLLİ TAKIM GOLCÜSÜ: CENK TOSUN
Tumblr media
Everton'da Marco Silva'nın bir türlü şans vermediği Cenk Tosun için tam bir Milli Takım golcüsü desek yanılmış olmayız. 28 yaşındaki forvet, kulüp takımında oynamamasına ve yaşadığı ciddi sakatlıklara rağmen, Türkiye adına eleme maçlarının en golcü ismi durumunda... 9 maçın 6'sında oynayan Cenk Tosun, 5 gol 2 asistlik performansıyla ay yıldızlı ekibin gol yükünü neredeyse tek başına sırtladı.
UEFA'nın resmi internet sitesi de Türkiye'nin EURO 2020'yi garantilemesinin ardından hazırladığı tanıtım yazısında 'kilit oyuncu' olarak Cenk Tosun'u gösterdi. UEFA, Cenk için şunları yazdı: "Şenol Güneş, Beşiktaş'tan da tanıdığı Cenk Tosun'dan en iyi şekilde nasıl faydalanması gerektiğini biliyor. Olağanüstü hızlı bir oyuncu ya da çok uzun boylu bir forvet değil. Ancak çok çalışkan ve safkan bir bitirici..."
Haksız da sayılmazlar. Cenk Tosun ne durumda olursa olsun idmanların en çalışkan isimlerinden ve maçlarda son dakikaya kadar mücadeleyi bırakmıyor. Everton'da Marco Silva da en azından son haftalarda değerini anladı. Tottenham maçında puanı getirerek belki de kendisini oynatmayan Silva'nın görevde kalmasını sağladı. Yaza kadar ne olur bilinmez ancak EURO 2020 performansı Cenk Tosun için yeni bir transfer anlamına gelebilir.
2 notes · View notes
Video
youtube
Dünya'da Bir 1 Dakika da Neler Oluyor ?
0 notes
belkidebirharfimben · 5 years
Text
Gökyüzü kaderin nasıl delili olur?
Bu da "Üstlerindeki göğe bakmazlar mı?" sual-i Kur'anîsi hakkında düşünürken hatırıma gelen birşey arkadaşım. Daha doğrusu: Hatırıma 'bahşedilen' birşey. Evet. Öyle ya! Nihayetinde dikkatimiz de ancak bir duadan ibarettir. Tefekkürümüz dilenciliğimizdir. Akıl mendilini böyle açar. Bir fikrin kafamızda/kalbimizde yoktan yaratılışı kimi zaman varlığın yoktan yaratılışından daha açık görünür. Kainatın 'bigbang'i bir defaysa ilhamımızın 'bigbang'leri herandır. Yani: Bir an önce habersiz olunan birşey bakarsınız aniden farkedilir olur. Bilinir olur. Görülür olur. Bizde yok iken varolur. Bu da bir tür yoktan yaratılış değil midir? Aynen. Benimkisi neyle ilgiliydi peki? el-Cevap: Göğün, sadece Allah'ın varlığının-birliğinin-büyüklüğünün değil, kaderin de bir delili olduğu üzerineydi. Arkadaşım, şöyle bir eşikten adımlamaya başlarsak, bir parça muvaffak olabiliriz zannederim. Tevfik Haktandır. Fehmimize yardımı Ondan dileriz.
Hani hakkında okumalar yaptıysan bilirsin: Sema müthiş mesafeler âlemidir. Işığın bile koşuşturmaktan yorgun düştüğü, güzelim güneşimizin dünyaya ancak sekiz dakikada haber yollayabildiği, en yakınımızdaki yıldızdan bilmem kaç yıl sonra haberdar olabildiğimiz bir genişliktir uzay bize. Üstelik bu iş öyle bir derecededir ki akıl tamamını anlamaktan aciz kalır. Uzağın arkasında uzak, ırağın arkasında ırak, gurbetin arkasında gurbet vardır. Güneşin hemen solundaki kardeşinin bize ulaşması belki de kırkbin yıl sürmüştür. Hatta bilimadamları derler ki: Işığı hâlâ ulaşmamış bir sürü yıldız da vardır. Varlardır ama görülmemişlerdir. Işıkları bir bardak su içip soluklanmadan milyonlarca yıldır bize doğru koşmaktadır. Bazılarınınsa ışığı ulaşmaktadır fakat kendileri çoktan yokolmuştur. Yani varlıklarının ışığı ulaşmış ama yokluklarının karanlığı henüz gelmemiştir. Bu nedenle bu yok kardeşleri de varlarmış gibi algılarız. Tıpkı, Allah saklasın, güneşimiz şimdi yok olsa bunu ancak sekiz dakika sonra anlayacağımız gibi.
Hülasa-i kelam: Gözümüzün tanışlığı ışığa mecbur olduğu için bilişimizin usûlü de ışığa tâbidir. Bize haberi kırk yılda ulaşan yıldızın malumumuz olan ahvali kırk yıl öncesinindir. Kırkbin yılda gözümüze teşrif edenin seyrettiğimiz sûreti kırkbin yıl evvelinindir. Daha hızlısını bilmemekten en hızlı şey sandığımız ışığın korkunç mesafeler karşısında katmerli bir kaplumbağa kesilişi gözün algıladığı ile aslında olan arasına nüanslar bırakır. Ancak bu nüanslar yine hikmetlidir. Öğreticidir. Gereklidir. Zira yine ancak bu nüanslar sayesinde insan aynı sahneye bakarken farklı farklı zamanları bir anda müşahade eder. Kırk yıl öncesinin manzarası kırkbin yıl öncesininkine karışır. Hepsi ‘şu anda oluyormuş gibi’ görünür. Yani, arkadaşım, semaya baktığımızda aslında kuşatamayacağımız kadar çok zaman dilimine aynı anda bakarız. Bir milyon yıl öncesi ile bir yıl öncesi aynı fotoğraftadır o anda. Nesneler arasındaki mesafe farklılıklarının tamamı artık âdemoğlu açısından farklı zaman dilimlerinin şahitliğinde dönüşmüştür.
Peki bu şahitlik bize ne kazandırıyor? Kanaatimce: Bu şahitlik bize öncelikle ‘ezel’i anlamakta bir parça yardımcı oluyor. Elbette bu yardım ancak ‘olabilirliğe’ açık bir kapı bulmakla fehmimize kazandırdığımız rahatlıktır. Hakikatini anlatmaz. Yalnız bir işaret eder. Fakat böylesi işaretler insanın gönlünü imana yaklaştırmakta faydalıdır. 'Olabilirliği' bir kerecik seyretmek şüpheleri bir hayli azaltır. Bu yüzden kurduğumuz bağı anacağız. Lakin, ona geçmeden, mürşidimin yaptığı ‘ezel’ tarifini burada anmak istiyorum: "Ezel, mazi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki ezel, mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir. Öyle ise, daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mazi tarafında bir uç tahayyül edip, ona 'ezel' deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertiple girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir."
Yani: Biz, kaderin lazımlarından birisi olan 'ezel'i, Cenab-ı Hakkın herşeyin sonradan ne olacağına karar verdiği bir 'zaman içi öncelik' gibi görmüyoruz. Biz onu bir tür 'zamanüstülük' olarak tarif ediyoruz. Zira zamanı da yaratan O olduğuna göre elbette sınırlarından/kayıtlarından münezzehtir. Öncesinde bir yerde durup sonrasında neler olacağını tahmin etmez. Tahminine göre işlerin yürümesine mecbur etmez. Evet. Öncelik-sonralık dediğimiz şeyler bize göre öncelik-sonralıktır. Cenab-ı Hak varlığı böyle müşahade etmez. Ya? O olmuş-olacak, gelmiş-gelecek, yaşanmış-yaşanacak herşeyi bir anda görür. Varlığın zaman diye birşeyle muhatap oluşu sınırlarından kaynaklanır. İnsan gözü mekanı sınırlı bir şekilde algılayabildiği için algıladığı parçaları birbirine zamanla bağlar. 'Önce bunu gördüm, sonra şunu gördüm, sonra onu gördüm'e çevirir.
Mürşidim tarifin devamında bu mevzuu açar şekilde diyor: "Senin elinde bir âyine bulunsa, sağ tarafındaki mesafe mazi, sol tarafındaki mesafe müstakbel farz edilse, o âyine yalnız mukabilini tutar. Sonra o iki tarafı bir tertiple tutar, çoğunu tutamaz. O âyine ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat o âyine ile yükseğe çıktıkça, o âyinenin mukabil dairesi genişlenir. Git gide, bütün iki taraf mesafeyi birden, bir anda tutar. İşte, şu âyine, şu vaziyette, onun irtisamında, o mesafelerde cereyan eden hâlât birbirine mukaddem, muahhar, muvafık, muhalif denilmez. İşte, kader, ilm-i ezelîden olduğu için; ilm-i ezelî, hadisin tabiriyle, manzar-ı âlâdan, ezelden ebede kadar herşey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı âlâdadır. Biz ve muhakemâtımız onun haricinde olamaz ki mazi mesafesinde bir âyine tarzında olsun."
İşte bence "Üstlerindeki göğe bakmazlar mı?" ayeti bize tam da bu noktada büyük bir hakikati ders veriyor. Sahi, arkadaşım, biz üstümüzdeki göğe baktığımızda aslında ne görüyoruz? Bir anı değil mi? Evet. Biz aslında anların fotoğrafını çekiyoruz. Herşeyi nazarımızda 'şimdi'leştiriyoruz. Fakat, yukarıda anlattıklarımızdan hareketle düşünecek olursak, aslında çektiğimiz fotoğraf anın değildir. Orada on yıllardan yüzyıllara, yüzyıllardan bin yıllara, bin yıllardan milyon yıllara farklı düzeyde birçok zamanın parçası vardır.
En uzakdaki yıldızın milyonlarca yıl önceki haliyle en yakındaki yıldızın kırk yıl önceki hali aynı kareye girmiştir. Hepisi de hep beraber bizim nazarımızda 'şimdi' olmuştur. Sahi bu ‘farklılıklar içre şimdilik’ bize bir parça 'ezel'i anlamakta yardımcı olmaz mı? Bahardaki dirilişlerin şahitliği haşirdeki dirilişe delil oluşturduğu gibi, göğe bakan insanın gözündeki bu toplanış da 'manzar-ı âlâdan, ezelden ebede kadar herşey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı âlâ'yı anlamayı sağlamaz mı? Bana sanki bu mesafeli yaratılışın bir hikmeti bu olabilirmiş gibi geliyor. Elbette en doğrusunu bilen Allah'tır. İstikametimizi Ondan dileriz.
2 notes · View notes
umuttosunlar · 5 years
Text
Mükemmelliğe Değil, İlerlemeye Odaklanın.
Tumblr media
Bu gün ve bu yaşta, işleri hızlıca büyütme eğilimindeyiz. Kilo vermeden tutun da, internet hızına, en son e-posta veya metninize verdiğiniz yanıtlara kadar her şey anında memnuniyetle ilgilidir. Bu, insanların para kazanmak ve başarılı olmak için en kısa zamanda zirvede olma eğilimi gösterdiği kariyer alanını da kapsar.
Doğrusu, sizi bir gecede başarılı kılacak tek bir gizli formül yok. Bununla birlikte, kariyerinizde başarıya giden yolculuğunuzun düzenlenmesine yardımcı olabilecek bazı proaktif önlemler bulunmaktadır. Daha hızlı başarılı olmak için aşağıdaki ipuçlarına göz atalım:
1. Somut hedefler belirleyin.
Daha başarılı olmak için önce kariyeriniz için bir yol haritasına ihtiyacınız var. Sonuçta, aklınızda bir son nokta yoksa kısayolları alamazsınız. Başarı tanımı herkes için farklıdır, bu nedenle kişisel hedeflerinize açıklık getirmek önemlidir. Kariyerinizde neler elde etmek istiyorsunuz? Yapabildiğiniz kadar spesifik olun, çünkü yalnızca onlara yönelik uygulanabilir adımlar oluşturabileceğiniz somut hedefler tanımlamanız gerekir.
Büyük ve uzun vadeli hedefler kariyeriniz için bir çerçeve oluşturmanıza yardımcı olur. Büyük hedefler göz önünde bulundurularak, ulaşılabilir kilometre taşları olarak hareket eden mini hedefler oluşturabilirsiniz. Çıtayı yüksek ayarlayarak, sıkı çalışmak için her zaman bir motivasyon kaynağınız olur, bu da başarılı olmanıza yardımcı olur.
2. Bir rutin oluşturun ve ona bağlı kalın.
Çoğu başarılı insan bunu zaten biliyor. Tekrarlamanın büyük bir faydası var. Rutinler ilerlemenizi sağlar ve büyümenizi sürdürmenize yardımcı olur. Birincisi, rutini izlerseniz, zaman içindeki ilerlemenizi izlemek çok daha kolay olur. Bir rutin kariyerinizi oldukça hızlı bir şekilde ilerletebilecek iyi alışkanlıklar oluşturmanıza yardımcı olur.
Örneğin, rutininizin her gece akşam yemeğinden sonra bir saat boyunca kariyer hedeflerinizle ilgili yayınları okumak olduğunu belirleyin. Belirli etkinlikler için belirli zamanları bir kenara bırakırsanız, bir süre sonra kas hafızası gibi olur. Olumlu rutinler uygulandığında, sonuçları hızlı bir şekilde görmeye başlarsınız.
3. Bir danışman bulun.
Pek çok başarılı insanın ortak bir yanı var; hepsinin akıl hocaları var. Akıl hocası, sizinle aynı kariyer yolunda olan ama daha ileride olan kişidir. Bir deneyim yerinden, seçtiğiniz kariyer yolunda ilgili bilgi ve rehberlik sunabilirler.
Ayrıca potansiyel tuzaklardan nasıl kaçınılacağı ve kariyerinizin sonraki adımlarına nasıl yaklaşabileceğiniz gibi konularda size rehberlik edebilirler. Bir mentor genellikle kariyerinizi ilerletmenize yardımcı olabilecek diğer kişilerle ağ kurmayı da kolaylaştırabilir. Bir mentöre sahip olmak size birçok yönden yarar sağlayabilir ve başarı elde etmenize kesinlikle daha hızlı yardımcı olabilir.
4. Rutini düzene sok.
Hayatınızı kolaylaştıracağınızı ve sizi daha az başarılı olmanızı engelleyen barikatları kaldırabileceğinizi söylesem? Olumlu rutinler kariyerinizde daha hızlı ilerlemenize yardımcı olabilir. Ancak kötü alışkanlıklar ve zaman kaybına neden olan rutinler bunun tam tersi bir etkiye sahiptirler. Öyleyse, kötü alışkanlıkları gidermek için rutininizi nasıl düzenlersiniz?
İlk olarak, zamanınızı alan ve kariyerinizi ilerletmeye yardımcı olmayan her şeyi düşünün. Biliyorsunuz, birkaç dakikada bir Twitter'ı kontrol etmek ya da çalışırken İnstagram'a göz atmak gibi şeyler. Bu zaman süngerlerini belirledikten sonra, onları yok etmek veya en azından kontrol altında tutmak için çok çalışın. Dikkat dağıtıcı şeyleri ortadan kaldırmak disiplin gerektiriyor. Ancak daha fazla odaklanabilirseniz, bu sizi kariyer yönünden daha hızlı bir şekilde nereye gitmek istediğinize götürecektir.
5. Hayır demeyi öğrenin.
Yazar Herbert Bayard Swope, “Size başarı için kesin bir formül veremem, ama size başarısızlık için bir formül verebilirim; Herkesi her zaman memnun etmeye çalışın” demiş
“Evet” demek kolaydır ve memnuniyet vericidir. Ama çok fazla evet derseniz bu rahatız edici olabilir. Devamlı evet diyen biriyseniz, muhtemelen çok fazla proje ve taahhüt üstlenmeyi kabul edersiniz. Ya da bir şeyleri kolayca kabul eden ve daha sonra son dakikada yapan bir insansınız. Her iki durumda da, bu eğilimler size kariyer gelişimi açısından bir iyilik yapmaz.
Hayır demek zor olabilir, ancak uzun vadede genellikle daha iyidir sonuçlar ortaya çıkartır. Bütünlük gösterir ve kendinizi kariyerinizi ilerletmeyen şeylerle zaman kaybetmekten bulamazsınız.
6. Para konusunda akıllı olun.
Daha hızlı başarılı olmak istiyorsanız, para tasarrufu konusunda akıllı olmalısınız. Kendinize katı bir şey yapın ve tasarruf hesabınızı kesinlikle ihmal etmeyin. Evet, bu can sıkıcı olabilir ama şimdi küçük bir kısıtlama çok uzak olmayan bir gelecekte başarıya katkıda bulunabilir. Başarılı insanlar genellikle bu tip yaşarlar. Bu cimri olmak değildir, ancak para kazanmanın bazen para gerektirdiğini ve hazırlıklı olmak istediklerini bildikleri için tecrübe sahibidirler.
Para tasarrufu konusunda akıllı olduğunuzda, zaman içinde büyüyebilirsiniz. Bir yatırım yapmak veya bir iş girişimi başlatmak söz konusu olduğunda, hızlı hareket etmeye ve tasarruf hesabını bozmadan yapmaya hazır olacaksınız.
7. Hatalarından ders al.
Başarısızlık, başarıya lezzetini veren çeşnidir. Başarılı olmak istiyorsanız, bu yanlış adımların altında ezilmenize veya sizi parçalamasına izin veremezsiniz. Onları dünyanın sonu olarak görmek yerine, onları bir fırsat olarak görebiliyor musunuz? Sonuçta, başarısızlıklar bizim en büyük öğretmenlerimiz olabilir. Bugün başarısızlık gibi hissettiren bir durum aslında gelecekte daha büyük bir başarısızlıktan kaçınmanıza yardımcı olacak bir ders vermiş olabilir.
Mükemmelliğe değil ilerlemeye odaklanın. Hatalarından ders alabilirsen, daha güçlü ve daha anlayışlı olursun, bu da çok daha hızlı başarılı olmana yardımcı olabilir.
1 note · View note
arzuilgaz · 6 years
Text
Unutmadan yazmam lazım
8 Ocak 2019.
Annemin doğum günüydü.
Benim erken doğum riskimden ötürü tabi ki çok fazla hareket etmem yasak olduğundan, akşam annemi bize çaya çağırdık.
Ablam, annemin peşinden Çağan ile beraber pastayla geldi. Hediyeleri açtık, çay içtik, pasta yedik derken, Yasin halı saha maçına gitti.
Saat 23:30 gibi annem kalktı, evine geçti. Biz de Yasin’le başbaşa kaldık.
Birkaç gündür elim kolum kalkmıyor, hep yatmak istiyordum. Yasin’e yatacağımı söyleyip, öncelikle lavaboya gittim. Malum, hamileyseniz yatmadan önce tuvalete gitmelisiniz ki zırt pırt kalkmak zorunda kalmayın.
Gel gör ki, tuvaletten çıktım ama sanki hala bir şey yapıyormuşum hissi var. Tövbe estağfurullah! Bu su olamaz herhalde değil mi? Yani “fooşşş” diye gelmesi gerekmiyor mu, neden bu sızıntı? Acaba ben artık idrarımı mı tutamaz olmuştum? Allahım, daha neler yaşayacaktım!
Tekrar tuvalete gittim. Ama yok, durmuyor. Artık kendimce ikna oldum suyumun geldiğine ama öte yandan inanamıyorum da, çünkü sancım, ağrım, hiçbir şeyim yok. Doğum böyle başlayabiliyor muydu? Sancım olması gerekmez miydi? Ben bir panik, geçtim oturma odasına. Yasin televizyon izliyordu koltukta. Panik olmuş bir surat ifadesiyle kapıda dikilip, elim karnımın aşağısında Yasin’e bakıyor “Yasin, galiba suyum geldi” diye neredeyse duyulmayacak ses tonu ve korkuyla bir şeyler mırıldanıyorum. Tabi Yasin beni öyle görünce “Yok yok, gelmemiştir” diyor. “Ya Yasin, tutamıyorum, yani bu başka bir şey olamaz herhalde” dediğimde “Ne yapayım, ne yapmamı istersin, İlknur’u çağırayım mı” dedi. İlknur ablamın çokça panik olduğunu düşünerek, onu değil de daha soğukkanlı olan Güler ablamı çağırmayı uygun gördük ve onu çağırdık...
Daha önce hiç normal doğuma şahit olmamış üç cahil olarak, bu durumun doğum başlangıcı olup olmadığını düşünürken ve Güler ablamın da “yok yok, suyun değildir” demesi üzerine benim koltuğa battaniye serip oturmam ve hala panik halimden olsa gerek ki, Güler ablamın “Rahatlayacaksan doktorunu arayalım” demesi “Ama saat çok geç, ayıp olmasın” demem ve Güler ablamın doktoru araması. Bu aşamada saat 00:30 gibiydi. Durumu doktora ileten Güler ablam ve doktorumun “Hastaneye gidin, ben de geliyorum” deyince artık sanırım hepimiz ikna olduk, çocuğun daha fazla içerde kalmak istemediğini. Fakat doğum çantasını almadık, çünkü hala ben panik olmayayım diye Güler ablam “Nasıl olsa kontrol edip, döneceğiz, aksi durum varsa da zaten hastane şurası, sen doğum yapana kadar Yasin çantanı getirir” dedi. Evdekilere ateşim olduğunu, ne olur ne olmaz bi acile gidip baktıralım dememiz üzere arabaya indik ve ben “Ya koltuğa bir şey serin, araba batacak” dediğimde saat kaçtı hatırlamıyorum...
Hastaneye vardık. Acilden giriş yaptık, beni tekerlekli sandalyeye alıp NTS odasına götürdüler. O sırada pantolonum artık ıslanmış vaziyetteydi ve artık kimse kendini kandıramazdı. Doğum başlamıştı. NST’de zaten sancılarımı ölçümlüyordu. Ben henüz bir şey hissetmiyordum...
Önce ebe geldi benimle ilgilendi, doktorun sabah ona “gece bir hastam gelebilir” demiş olması, o gecenin sabahında kontrole gittiğimde doktorun büyük ihtimalle benim doğumu tahmin etmiş olduğunu gösteriyordu. Ebe çok iyi, çok tatlıydı, benimle güzel ilgileniyordu.
Serum taktı ebe. Saat 01:00 gibiydi. Yasin eve doğum çantasını almaya gitti ve annemi de alıp gelmesini söyledim. O sırada tesadüfen mesaj atan arkadaşıma Yasin’in “hastanedeyiz” demesi sonucu, caniçim de hastane de bitivermişti. Deli kız.
Sancılarım ufaktan başlamıştı. Dakka tutuyorduk. Düzenli olmaya başlamıştı kasılmalar. Çok çabuk ilerliyordu. Beş dakikada birken, üçe düştü. Sonra ikiye. Sonra bire. Ve sayı düştükçe hem kasılmalar daha uzun sürüyor, hem de sancısı şiddetleniyordu. Ebe ara ara gelip ayrı muayene ediyor, doktor ayrı muayene ediyordu. Hastaneye gittiğimde 4 cm olan açılma, iki-üç saat içinde 7-8 cm’e çıktı.
Saat 05:00 gibi artık o kadar şiddetli vuruyordu ki kasılmalar, dayanamıyordum. Anneme ayrı, Yasin’e ayrı sarılıyordum. Her sancı vurduğunda ya Yasin’in parmaklarını kırıyor, ya da annemin boynuna sarılıp helallik istiyordum. Hatrımda kalan şeylerden biri, bi ara “amuda kalkmak istiyorum!” diye haykırmam, bir diğeri de “Anne hakkını helal et, helal et anne hakkını, bu hiç akıl işi değil anne!” diye çığırmam...
05:00’te de doğumhaneye aldılar zaten beni. Bu kısmı çok hatırlamak istemiyorum ama her sancıda ıkınmam gerekiyordu ve bu sanırım hayatımda yaptığım en zor şeylerden biriydi. Bu kısmı burada sonlandırmak istiyorum, zira kendim de pek hatırlamak istemiyorum. Travma olarak kalıp, bir daha asla çocuk istemeyeceğimi düşünüyordum ama çok şükür ki bu düşünce kısmen geçti.
Saat 06:08’de Azra balığım dünyaya geldi...
2 notes · View notes
dersuleyman · 2 years
Text
İç- Konuşmanın İnanılmaz Gücü
İç- Konuşmanın İnanılmaz Gücü
Hayatınızın herhangi bir yönünde gelişim gösterme niyetindeyseniz, ister sağlık konusunda olsun, ister kariyer, ister ilişkiler, harekete iç konuşmanızı değiştirerek başlayın. Neler olduğunu görünce şaşıracaksınız.
▪️İç-Konuşma Nedir?
Kendimizle her gün (dakikada 150 ila 300 kelime olmak üzere) 50000 kelime konuşuyoruz. Bu kelimeleri okurken, aynı zamanda kendinizle de bir diyalog halindesiniz. Bir yandan bu yazının sizde bıraktığı etkileri kendinizle tartışıyorsunuz, bir yandan da bugün yapmanız gereken şeyler veya gelecekle ilgili kaygılar dikkatinizi dağıtıyor. Bu iç düşünme ya da iç konuşma zihnimizin bilinçli bölgesinde meydana gelir.
Çoğu insanın bilincinde olmadığı şey ise iç konuşmalarımızın bilinçaltımıza verilen komutlar olduğu. Bilinçaltımızın görevi zihnimizin bilinçli bölgesi tarafından verilmiş emirleri taşımak. Bilinçaltımız günde 24 saat haftada 7 gün boyunca bizim kişisel hizmetimize amadedir.
▪️İç-Konuşma Nasıl İşe Yarar?
Denizi geçmekte olan bir gemi hayal edin. Geminin kaptanı yüksek sesle emirlerini söylüyor, tayfa da bunları yerine getiriyor. Tayfaların içeride, geminin nereye gittiğini, neyle karşı karşıya kalacağını bilmeden bu görevleri yaptıklarını düşünün. Kaptan bilinci, tayfa ise bilinçaltını simgeliyor.
Yani kaptan tayfaya şu emirleri verdiğinde:
“Tam gaz ileri, 15 derece kuzeye, vs”,
Tayfa sadece şu şekilde karşılık verir: “Emredersiniz, kaptan” ve emirleri eksiksiz yerine getirmeye çalışır.
Tayfa geminin bir buzdağına doğru mu gittiğini, yoksa başka bir gemiyle mi çarpışacağını, ya da hedefine mi yöneldiğini önemsemez. Emirler hiçbir şekilde yargılanamaz ve kaptan sorgulanamaz. Gemi metaforu bilinç ile bilinçaltı arasındaki ilişkiyi iyi bir şekilde gösterir. Bunlar iki farklı akıl değil, aynı aklın iki parçası olarak açıklanabilirler.
O yüzden, kendimize ne söylediğimiz ya da kendimizi nasıl tanımladığımız düşüncenin bilinç düzeyini çıkış noktası olarak alır. Eğer sürekli olarak şunları söylersek;
“İsimleri hiç hatırlayamıyorum”
“Evliliğim dağılıp, gidiyor”
“Yeteri kadar param hiçbir zaman olmayacak” vs…
Bunlar siz farkına varmasanız da bilinçaltına yöneltilen talimatlar oluyor. Bilinçaltımızın görevi de durmak bilmeden talimatları gerçekleştirmeye çalışmak olunca, bu problemler iyice su üstüne çıkıyor. Bilinçaltımız talimatların bizim için iyi veya kötü olup olmadığına karar veremiyor, sadece ondan istediklerimizi yerine getiriyor.
▪️İç Konuşma Neden Önemlidir?
Şunu hemen not alalım: “Hayatta istediğimiz şeylere değil, beklediğimiz (umduğumuz) şeylere sahip oluyoruz”. Şunu fark etmemiz de çok önemli: “kendimizle ilgili görüşümüz (benlik) iç konuşmamız ile yaratılır ve kendimizle ilgili görüşümüz (benlik) hayatın her alanındaki performansımız için belirleyici olur.”
Kendimizle ilgili yüzlerce görüşümüz olabilir. Aşçılık yeteneğimizle ilgili iyi bir görüşümüz vardır, örneğin “çok iyi yemek pişiririm”, sosyal yeteneklerimizle alakalı kötü bir görüşümüz olabilir “insanlarla arkadaşlık kurmada zorlanırım. İlk defa karşılaştığım bir insanla iki kelime edemem.” Bunları söyledikten sonra bilinçaltımız kendimizle ile görüşümüzü tutarlı hale getirmeye çalışıyor. İyiye doğru da olabilir bu, kötüye de.
▪️Düşüncelerinizi Değiştirerek Hayatınızı Değiştirin
Biz dünyaya bir inançla, bir tutumla ya da bir fikirle gelmedik. Bizler bomboş bir gemiydik. Sağcı veya solcu değildik. Ne galatasaraylıydık, ne fenerbahçeli, ne de beşiktaşlı. Dünyanın nasıl olması gerektiğine dair inançlarımız yoktu. Ailemizden, çevremizde aldığımız verilerle beraber kendimizle ilgili görüşlerimiz oluşmaya başladı. Zirveye çıkacağımıza inandığımız ya da tam tersine başarılı olamayacağımıza dair fikirlerimiz zihnimizde belirginleşti. 6 yaşımıza geldiğimizde kendimizle ilgili erken dönem görüşlerimizin çoğu oluşmuştu bile. Ama bunlar başkalarından duyduklarımızla değil, iç konuşmamızda bunları nasıl yorumladıysak öyle şekil bulmuştu.
Kendi iç konuşmamız kendimizle ilgili görüşümüzü oluşturuyor ve kendimizle ilgili görüşümüzle performansımız arasında direkt bir ilişki var. Yaşamımızın herhangi bir alanında performansımızı ve etkinliğimizi artırmak istiyorsak, kendimizle ilgili görüşümüzü geliştirmemiz lazım.
Arzuladığımız sonuca ulaşmamızı sağlayacak dili yaratarak kendimizle ilgili görüşümüzü yukarı taşıyabiliriz. Yenilenmiş iç konuşmamızı tekrarlayarak bilinçaltımıza talimatları göndermeye başlayalım. Bilinçaltımız da yeni görevleri yerine getirmek için hemen çalışmaya başlayacaktır.
Bilinçaltımız asla yargılamaz. Doğru mu yanlış mı diye bir tartışmaya girmez, bizim için iyi olup olmayacağını hesaplamaya kalkışmaz. Zihnin bilinçli bölgesi tarafından ona ne söylenmişse onu yapar.
Hayatınızı değiştirmek istiyorsanız, iç konuşmanızla ilk adımı atın, eminim ki sonuçları sizi şaşkına çevirecek.
Alıntıdır.
1 note · View note
marmalaise · 3 years
Photo
Tumblr media
Çaykur Rizespor'un 2018-2019 sezonunda Osmanlıspor'dan kiraladığı ve 2019-2020 sezonunda renklerine kattığı 26 yaşındaki Nijeryalı Aminu Umar, 2019-2020 sezonunda ligin 24. haftasında oynanan Trabzonspor-Rizespor maçında 65. dakikada attığı golün ardından sevinirken sakatlanarak oyundan çıkmıştı. 18 Süper Lig, 1 Türkiye Kupası maçında forma şansı bulan Umar rakip takım filelerini 3 kez havalandırdığı sezonda uzun bir süre sakatlığı nedeniyle futboldan uzak kalmıştı.
Süper Lig'de bu sezon 2. haftasında Çaykur Didi Stadı'nda oynanan Çaykur Rizesor - Fatih Karagümrük maçında forma şansı bulan Umar, 74. dakikada sahaya çıkarak uzatmalarla birlikte toplam 20 dakika yeniden Çaykur Rizespor armasını taşıdı. Tribünlerden de büyük destek alan Umar o atmosferi çok özlediğini dile getirerek, 540 gün sahadan uzak kalmanın kendisi için de uzun bir süre olduğunu ifade etti. Umar, “540 gün denince benim de gözüme fazla geldi. ‘O kadar olmuş mu' dedim hatta. Sahaya çıktığımda gerçekten çok duygusal bir an yaşadım. O kadar uzun süre futboldan uzak kalmışım ki resmi bir maçta sahaya adım atmak beni çok mutlu etti. Özellikle taraftarımızın bana gösterdiği sevgi, onların yüzündeki mutluluk beni bir kat daha duygulandırdı diyebilirim. Onlara çok teşekkür ediyorum” diye konuştu.
"Her gün daha iyiye gideceğimin sözünü veriyorum"
Futboldan uzun süre ayrı kaldığı için biraz zamana ihtiyacı olduğunu dile getiren Umar, “Bu sezonla ilgili planlarım hedeflerim daha iyisini yapmak. Çünkü çok uzun süre uzak kaldım. Bu kadar uzun süre uzak kaldıktan sora futbol olarak istediklerinizi hemen sahaya yansıtamayabilirsiniz. Biraz zamana ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Adım adım, günbegün, her gün daha iyiye gideceğimin sözünü veriyorum. Her zaman elimden gelenin en iyisini yapacağımdan emin olsun taraftarımız” ifadelerini kullandı.
Tumblr media
"Bu oyuncuların şu anda tek ihtiyacı beraber hareket edebilmek"
Geçen sezonlara oranla birçok oyuncunun gittiğini ve yeni takım arkadaşlarının geldiğini hatırlatan Umar, takımın birbirine alıştığı zaman çok başarılı bir sezon geçireceğine inandığını dile getirerek, “Geçen senelerle karşılaştırdığımızda çok farklı bir ortam var. Birçok oyuncu gitti, birçok yeni oyuncu geldi. Şu anda bizim yapmamız gereken tek şey antrenmanlarda ve kamplarda birlikteliğimizi pekiştirmek. Bunu becerebilirsek ben bireysel olarak çok iyi oyuncularımızın olduğunu düşünüyorum. Bu oyuncuların şu anda tek ihtiyacı beraber hareket edebilmek, birbirlerine alışabilmek. Eğer bu dediklerimi başarabilirsek ben geçen sezonlara oranla çok daha başarılı bir sezon geçireceğimize inanıyorum” dedi.
Sakatlık süreci boyunca maçları tribünden takip eden Aminu Umar, birçok maçta ‘Ben olsam' diyerek kendisine telkinlerde bulunduğunu belirterek, “Birçok maçta arkadaşlarım çabaladı, uğraştı ama ben hep ‘Ben şurada olsam şu çalımı atardım, şuraya koşardım, şu pası verirdim, şu golü yapardım' dedim. Futbolcu olarak zaten tribünde olduğunuzda o hissiyat her zaman olur. Geçen sene de benim için oldu gerçekten” ifadelerini kullandı.
"Kendi performansımı en üst seviyeye çekmeye çalışacağım"
Sahaya çıktığı andan itibaren taraftarı mutlu etmek için elinden gelenin en iyisini yapacağının sözünü vermeyi de ihmal etmeyen Umar, “Şu anda yeni bir takımız, yeni oyuncular var. Hocamız da oyuncuları belirli pozisyonlarda deniyor. Farklı taktikler de deniyor, en iyisini bulmaya çalışıyor. Bu yeni takımın nasıl daha iyi oynayabileceği, ne gibi şeyler yapabileceğini görmek istiyor hocamız. O yüzden maçta 11 başlar mıyım, sonradan mı girerim, kadroda olur muyum, olmam mı bilmiyorum. Dediğim gibi yeni bir takım olduğumuz için herkes şu anda neler yapabileceğini göstermeye çalışıyor. Ama şundan eminim; ben Umar Aminu'yum. Ben sahaya 5 dakika da girsem, 10 dakika da girsem, yarım saat de girsem, ilk 11'de de başlasam elimden gelenin en iyisini yapacağım. Taraftarımızı mutlu etmeye çalışacağım. Kendi performansımı en üst seviyeye çekmeye çalışacağım” şeklinde konuştu.
Osman Kubilay Küçükmustafa – Hasan Fehmi Demir  
0 notes
raskolnikovsendromu · 7 years
Text
        Dalgındım. Aniden şeridini değiştirmiş, üzerime gelmekte olan aracı göremeyecek kadar… Bir dalgın ve bir dikkatsiz… İlk etapta kaçabileceğimi düşünsem de sonradan fark ettim; aracın hızı tahmin ettiğimden çok daha fazlaydı. Temas kaçınılmazdı artık. Bunu anladım ve kabullendim. O an saniyenin binde birinde yüzlerce hayal parçalandı içimde. Ve aynı anda yüzlerce pişmanlık vücut buldu. Yani ben o meşhur film şeridini falan görmedim. Görseydim de çabuk sıkılırdım, eminim. Evet, sıkıcı bir hayat. Çoğu hayattan daha yorucu ve sıradan.
        Yaklaşıyordu fakat bir gariplik vardı. Her şeyin tuhaf bir şekilde yavaşladığını hissedebiliyordum. Hatta üzerime gelmekte olan araç sanki duruyor, kaçmam ya da düşünmem için zaman tanıyordu bana. Kaçmak mecburiyetindeydim lakin yapamıyordum. Çünkü Aklım dışındaki her şeyin ağırlaştığı bir durumdu bu. Durağanlığın içinde düşünüyor oluşumun şoku ile sarsılıyor, aynı zamanda kulağıma çarpan asfaltın tiz çığlığını duyabiliyordum. Evet, görüyordum sonumu. Şoförün irileşen gözlerle bana bakışını ve her nasılsa bir anda yanımda beliren ihtiyarı da. Araç, bedenimi metrelerce uzağa fırlatmadan hemen önceydi. Elbette şaşırmazdım buna. Lakin… Bir el sıkıca kolumu tuttu. Güçlü, sert ve kararlı bir el, hızlıca kendine doğru çekti beni. Sonra… Sonra çevremdeki her şey olağan hızına geri döndü. Dünya yine rutin akışıyla karşıladı beni. Ve gürültü… Bir anda çok fazla gürültü hücum etti kulaklarıma. Oysa az önce tüm caddenin sadece fısıldadığı üzerine yemin edebilirdim.
          ‘‘İyi misin evlat?’’ diye sordu ihtiyar. Gülümsedim. ‘‘Ölü değilim.’’ dedim. İyi olduğum da söylenemezdi. Kolum çok acıyordu çünkü. Acımalıydı da. Az önce bir aracın dikiz aynasını parçalamıştı. Araç durmadı. Buna hiç şaşırmadım. Korkmuştu belli ki. Bir insanı öldürmeye çok yaklaşmıştı. Biliyordu bunu ve def olup gitti işte.
          İhtiyara baktım. Lakin o, koluma bakıyordu. Hayatımı kurtaran adama baktığımı anlamam birkaç saniye sürdü.. Ve ayıldım. Ne demeliydim? Böylesi bir durumda teşekkür etmek, minnettar olduğumu vurgulamak yetersiz kalırdı elbet. Sahip olduğum ömrü para gibi cüzdanımda taşımak mümkün olsaydı şayet, hiç düşünmez, çıkarır yarısını verirdim ona, eminim.
          ‘‘Merak etme, kolun iyi. Fakat açık bir yaran var. Bu yaraya acilen pansuman yapılmalı.’’ Şu ihtiyarın söylediğine bak. Parçalanmama ramak kala ufak bir sıyrık için endişelenmek mi?
          ‘‘Ne diyeceğimi bilmiyorum. Ben...size hayatımı borçluyum. Kolumu boş verin şimdi. Eve giderken bir eczaneye uğrar, pansuman yaptırırım. Bunu düşünmeyin. Mühim değil. Benim sizin için yapabileceğim bir şey var mı, siz onu söyleyin bana?’’
          ‘‘Benim için bir şey yapmak mı?.. Hm.. Evime kadar gelebilirsin o halde. Korkma. Ben doktorum. Sadece daha iyi olacağından emin olmak istiyorum, hepsi bu. Geliyor musun?’’
         ‘‘Peki. Nasıl isterseniz öyle olsun.’’
         ‘‘Güzel. Evim çok uzakta değil. Sadece birkaç dakikamızı alacak.’’
         ‘‘Ne diyorsunuz? Az önce bir hayat kazandırdınız bana. Birkaç dakikanın lafı mı olur hiç?’’
...
          Eski, küçük bir ev. Dikkatlice bakmama rağmen etrafta hiç toz göremedim. Belli ki titiz, tertipli biri bu ihtiyar. Anlaşılan çevresine de fazlasıyla değer veriyor. 
        Dolabın birinden bir çanta çıkardı. Çantadan da birkaç şey. İçi koyu renk bir sıvıyla dolu bir şişe, biraz pamuk ve fazlaca sargı bezi... Ve hemen işe koyuldu. Yarayı temizledi önce. Ardından büyük bir özenle sardı. Tüm bunlar biraz dahi olsa yakmadı canımı. İşinde gayet başarılı olduğunu anladım. Beni kurtarmakla kalmayıp bir de yaramı sarıyordu ha? Görünen o ki bugün şanslıydım. Hem de ne şans…
          ‘‘Kendime çay koyacağım. Sende içer misin?’’
          ‘‘Teşekkür ederim efendim. Size daha fazla yük olmadan gitsem iyi olacak.’’ dedim ama beni duymazdan gelerek mutfağa yöneldi. Bir müddet sonra elinde iki bardak çayla odaya döndü.
          ‘‘Bana efendim deyip durma. Adım Cebal.’’
          ‘‘Peki ef… Cebal. Ben de Asha.’’
          ‘‘Asha. Şeref duydum.’’
          ‘‘Siz bugün o saatte, o dakikada, o saniyede orada olmasaydınız şimdi bende burada olmayacaktım. Anlayacağınız, o şeref bana ait.’’
          ‘‘Boş versene. Ben…aslında seni kurtarmaya falan çalışmıyordum. Sen öyle sandın. Bu sana biraz garip gelebilir. Zaten bu durum bana da sürpriz oldu.’’
           Ne diyordu bu ihtiyar. Alçak gönüllülük değildi bu. Ne saçmalıyordu böyle. Kurtarmaya çalışmıyor muymuş? Fakat bu çok mantıksız değil mi? Aklında neler var, öğrenmeliyim.
          ‘‘Nasıl yani? Oysa beni yoldan kenara doğru çekerken gayet istekli görünüyordunuz. Bunu bilmeden yapmış olmazsınız ya.’’
          ‘‘Bilmiyorsun evlat. Bugün o yolda sadece sen kurtulmadın. Ben de seninle birlikte kurtuldum. Kulağa çok saçma geldiğinin farkındayım, biliyorum. Ama gerçek olan bu.’’
          Bakışlarındaki şaşkınlık ve şüpheye yer bırakmayan ciddiyeti beni dumura uğratıyordu. Bu ürkütücüydü işte. Belli ki söylediği şeylere gerçekten de inanıyordu. Çıldırmış olmalıydı. Evet, biraz delirmek insana iyi gelirdi bazen. Boş vermeyi kolaylaştırır, hayatın yükünü azaltır, biraz da cesaret verirdi. Lakin Cebal, sınırları aşmış gibi görünüyordu. Onu dinlemeye, şayet varsa, felsefesini anlamaya karar verdim.
          ‘‘Gerçek nedir Cebal? Şu bahsettiğin gerçeği anlatmayacak mısın?’’ dedim onu biraz olsun anlayabilmek için. Bana bakan fakat beni görmeyen, belli bir noktaya odaklanmayan mat gözlerle sessizce bekliyordu. Ve sonunda düşüncelerinden kopup konuşmaya başladı.
          ‘‘Peki.. Anlatayım öyleyse. Bu sabah erkenden kalkıp bankanın yolunu tuttum. Yılda on iki kez yaptığım rutin bir yolculuk. Malum, emekli maaşım olmadan geçinmem zor olur. Her neyse, bu ritüeli tamamlayıp eve dönüyordum ki arka sokakların birinde bir genç ile çarpıştım. Dikkatsizdim, önemsemedim. Zaten o özür diledi ve hızla ortadan kayboldu. Bir an için durdum ve aklıma düşen ihtimali görmezden gelemeyerek elimi ceketimin iç cebine soktum. İşte o an başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. Çünkü orada değildi. Cüzdanım yoktu. Emekli maaşım gitmişti. Ne yapacağımı bilemeden bir müddet öylece kala kaldım. Sonunda geriye döndüm ve gencin yöneldiği yöne doğru koşmaya başladım. Arka sokakları didik didik ettim. Fakat nafile. Onu bulamadım. Çaresizce ana yola bakındım ve o sırada seni gördüm. O gence o kadar çok benziyordun ki. Ben…seni o sandım. Sonra ne mi yaptım? Seni yakaladığım gibi yolun kenarına çektim. Fakat aynı anda…inanılmaz bir şey oldu. Bir araba, seni sıyırarak hızla uzaklaştı. Halbuki o an seni öfkeden öldürebilirdim. Anlıyor musun? Seni öldürebilecek bir öfke tarafından kurtarıldın diyorum. Bu beni düşünmeye itti. Ve anladım ki bazı şeyler tesadüf değildi. Öyle görünebilirdi, ama değildi. Bakma bana öyle! Düşündüğün gibi değil. Yani delirmiş falan değilim evlat. Sadece biraz…şaşkınım. Ve anlamlandıramadığım bazı şeyler.’’
          Deli mi? Hayır! Değildi elbet. Gözleri, gerçeğin müthişliğiyle büyümüştü ve aklı, mantığına aykırı gelen realiteyi sindiremiyordu sadece. Deli olamazdı. Evet, anlattıkları inanılmazdı. Anlamak ve tümünü sindirmek için bir müddet beklemem gerekti.
         Hayatın dişlilerini keşfetmiş gibiydik adeta. Tesadüf adı altındaki nice mucizeyi bu durum ile kavramış, rastgeleliğin uyumunu böylece idrak etmiştik. Yaşamak mucizeviydi. Yaşatmak da… Olasılıkların saçmalığa dönüştüğü anlar dahi birer mucizeydi aslında. Sadece görmek, fark etmek gerekiyordu. Hayat, var etmeyi de yok etmeyi de kendi kuralları doğrultusunda gerçekleştiriyordu. Bizse bu kuralları bilmiyor, adına mucize diyorduk.
          ‘‘Kendi adıma sevinsem de sizin adınıza üzüldüm. Maaşınızı kaybetmeniz çok kötü olmuş.’’ Fakat o bu duruma rağmen gülümsüyordu. Buna anlam veremiyordum. Çalınan cüzdanı bir hayat kurtarmış olsa da onu aç bırakmayacak mıydı? Ben bu düşüncelerin içinde kıvranırken o, elini omzuma koydu usulca.
          ‘‘Üzülme. Zira hala ceketimin cebinde duruyor.’’
          ‘‘Ama siz demiştiniz ki...’’
          ‘‘Evet, ne dediğimin farkındayım evlat.’’ diyerek kesti sözümü.  ‘‘Bunu söylemek benim için biraz utanç verici. Fakat sana bahsetmem gerek. Aslında tüm bunlar meğersem benim düşüncesizliğimmiş. Nasıl söylesem, ceketimin cebi yırtıktı. Bunu unuttuğuma hala inanamıyorum. Dolayısıyla cüzdan, ceketimin astarına düşmüş. Düşünebiliyor musun? Ne saçmalık ama.’’
          Bu mümkün müydü? Anlattıkları uçuk bir film senaryosuna benziyordu. Ama bir şekilde olmuştu işte. Dindar biri değildim. Çok iyi biri de sayılmazdım. Beni kurtarmak isteyecek ilahi bir güç olamazdı bence. Ne düşünmeliydim? Belki de sadece şükretmeliydim. Evet, şükredecektim. Yırtık cebe, ara sokaktaki o gence, Cebal’in düşüncesizliğine ve hatta beni öldürebilecek öfkesine dahi şükredecektim. Yitirilenlerin bize kazandırdıklarını anlamamı sağladığı için bu olaya ve her kaybedişe -içten içe- hep şükredecektim artık.
          Uğruna zaman yitirdiğimiz her şeyin bir anda yıkılması, parçalanması ve sadece anılara karışmasına ölüm deniyordu. Biliyor ama hatırlamıyorduk onu. Yaşamak, hayatta kalmak değildi aslında. Hakkını vermeliydik her nefesin. Henüz ölmemiş olmamızın ayrıcalığını yürekten hissetmeliydik. Evet, mucize beklemeyip, biz o beklenen mucize olmalıydık.
          Kurtarılmak nadiren gerçekleşir. Ama bir kez kurtarılınca insan, tekrar kurtarılmaya ihtiyaç duymayacak şekilde güçlenir. Güçlenecektim. Etrafta kurtarılacak başkaları da vardı ne de olsa. Biraz olsun mevcudiyetimin temeline inecek, insanlaşacaktım artık. Şanslıysam şayet, ben de bir gün o ihtiyar olacaktım. Tesadüf diyeceklerdi. Gülecektim.          
213 notes · View notes
ciltatolyesi · 3 years
Text
Buz Lazer Epilasyon Acıtıyor mu?
Tumblr media
Buz Lazer Acıtıyor mu ? : Geleneksel IPL, sıcak bir lastik bantla hafifçe vurulduğunuzu hissedebilir, ancak buz lazeri ile hissettiğiniz asıl şey ısıdır. Oldukça rahat tutuluyor ve yavaş ısınıyor. Tatbiki yapılırken çok az bir sıcaklık verir daha sonra çok hafif tene göre acı verebilir. Buz lazer acıtıyor mu diye sorarsanız denemeden bilemezseniz. Diğer uygulamalara göre çok hafif bir sıcaklık verir.Buz Lazer Nerede Yaptırabilirim
Buz lazer Nerede Yaptırabilirim derseniz. Epilasyon en ince tüylerde bile etkili sonuç oluşturur. Buz lazer Nasıl Çalışır ağrısızdır. Dört mevsim uygulanabilen buz lazerleri sayesinde tüylerinizden acı çekmeden hızlı bir şekilde kurtula bileceksiniz. Üstün teknoloji soğutma sistemi sayesinde buz lazer işlemi sırasında acı hissetmezsiniz. Buz lazer lerinin diğerlerinden farkları biri her tüy rengine yapabilmesidir. Bu sayede koyu tenli kişilerde de lazer epilasyon ile kıllarından kurulabilmektedir.
Buz Lazer Nerede Yaptırabilirim ve Nasıl çalışır?
Lazer epilasyon sırasında, bir lazer ışını deriden tek bir kıl folikülüne geçer. Lazerin yüksek ısısı kıl folikülüne hasar verir ve bu da gelecekteki kıl büyümesini engel olur. Lazer epilasyon en çok açık tenli ve koyu renkli tüylere sahip kişilerde daha etkilidir.
Lazer epilasyon tüylerin uzaması  etkili bir şekilde yavaşlatsa da, temelli epilasyonu garanti olmaz. Epey bir tüysüz dönem sağlamak için tipik olarak çok fazla lazer epilasyon tedavisi gerektirir. Periyodik cilt bakım tedavileri de gerekebilir.
Buz Lazer epilasyon nedir?
Buz lazer, Filiz Karslıoğlu tarafından geliştirilmiş FDA onaylı bir çalışmadır.. 810 nm dalga boyunda diyot lazer teknolojisini kullanır. B-Eight Ice, güçlü soğutma mekanizması ve seri çekimleri sayesinde Diode Laser cihazları arasında açık ara en acısız sisteme sahiptir.
B-Eights Ice aplikatörü 2×1 cm başlığı ile daha geniş bir alana uygulama yapabilir, Buz Lazer (uygulama bölgesine buz uygulama yaparak  ağrıyı ortadan kaldırırken, folikülleri sıcak yakar.
Buz Lazer epilasyon kimlere uygulanabilir?
Kıl oluşumu tamamlanmış ve çalışmaya engel tıbbi bir sorunu olmayan herkese uygulanabilir. Hamilelikte uygulanmaz. Tüm cilt tipleri üzerinde derin bir etkiye sahip olsa da direk beyaz ve çok sarı saçları göremez…
Buz Lazer epilasyon kaç seans uygulanır?
Seans süreleri kişinin ten rengine, saç rengine, saç kalınlığına ve yoğunluğuna göre değişmektedir. Vücut ve yüz epilasyonu ortalama 8 seans sürer. Kullanılan ilaçlar ve hormon bozuklukları gibi durumlar o dönemde saçlarda artışa neden olabilir.
Buz Lazer Epilasyon seansları ne kadar sürer?
Uygulama süresi alanın genişliğine göre değişmektedir. Geniş alanlara uygulama 20-45 dakika, bıyık, çene gibi küçük alanlara ise 5-10 dakikada uygulama tamamlanır.
Lazer epilasyon tedavisine başlamadan önce, randevusundan en az altı hafta önce almak istediğiniz tüyleri koparmayı, cımbızlamayı veya ağda yapmayı bırakmanız tavsiye edilir, ancak tıraş olmanıza izin verilir. Bunun nedeni, lazerin, koparma ve ağda yoluyla geçici olarak alınan kıl köklerini hedef almasıdır. Bununla birlikte, lazer ışığının kıl köklerini daha iyi bulmasına yardımcı olacağından, randevunuza 24 saat kala tedavi alanını tıraş etmelisiniz.
Pigmentasyon bozukluklarına, kabarmaya veya yara izine neden olabileceğinden, tedaviden bir hafta önce solaryumda güneşe maruz kalmaktan ve UV ışınlarına maruz kalmaktan kaçınılmalıdır. Bunun nedeni, lazer ışığının derideki veya kıl foliküllerindeki pigmente çekilmesidir. Lazer ekipmanı cilt kalınlığınıza ve kıl renginize göre ayarlanır. Lazerin gözlere zarar vermemesi için tedavi odasındaki herkesin göz koruması takması gerekecektir. Cildinizin dış katmanları da özel bir soğutma cihazı veya soğuk jel ile korunacaktır. Bu, lazer ışığının cilde daha iyi nüfuz etmesine yardımcı olur.
Uzman personelimiz daha sonra tedavi bölgesine bir ışık darbesi verecek ve ayarların tamam olduğundan emin olmak ve herhangi bir reaksiyon olup olmadığını kontrol etmek için bölgeyi birkaç dakika izleyecektir.
Tedavi sırasında lazer, kıl folikülüne zarar verecek ve yeniden büyümesini önleyecek konsantre bir ışık demeti yayacaktır.
Buz Lazer epilasyon hangi bölgelere uygulanabilir?
Lazer epilasyon koltuk altı, genital bölge, bikini bölgesi, kollar, bacaklar, çene, ense ve boyun bölgesine uygulanabilir.
Buz Lazer (Soprano Ice) epilasyon, ağrı eşiği düşük ve kılları sert olan erkeklerde sırt, ense, yanak üstü gibi zorlu bölgelerdeki istenmeyen tüyler için etkilidir. Ergonomik başlığı sayesinde erkekleri rahatsız eden kaş üstü ve kulak içi tüylerinde de etkilidir.
Dört mevsim buz lazer epilasyon
Buz Lazer (Soprano Ice) epilasyon dört mevsim uygulanabilen bir yöntemdir. Bu yöntem esmer ve bronz tenli veya koyu sarı veya kızıl saçlı kişilere de rahatlıkla uygulanabilir.
Buz Lazer (Soprano Ice) Epilasyonun zararı var mı?
Buz Lazer (Soprano Ice) Epilasyonun kalıcı bir yan etkisi yoktur. Uygulama sonrasında hassasiyet ve kızarıklık görülebilir. Bu etki kısa süre içinde kaybolacaktır.
Neden buz lazer epilasyon yaptırmalıyım?
Herkes vücudundaki istenmeyen tüylerden kurtulmak ister. Şimdiye kadar epilasyon için kullanılan geleneksel yöntemler, istenmeyen tüyleri sadece kısa bir süreliğine almak için kullanılıyordu. Lazer teknolojisi kullanılmaya başlandığı için kişi tüylerinden kalıcı olarak kurtulabilir! Buz lazer epilasyon teknolojisi ise en gelişmiş epilasyon tekniğidir. FDA onaylı buz lazer, kalıcı epilasyon için tüm lazer yöntemleri arasında en ağrısız ve etkili olanıdır. Buz lazerlerin en önemli avantajlarından biri tüm tüy renklerinde epilasyon için etkili sonuçlar oluşturmasıdır. Bu sayede kalıcı olarak epilasyon yapabilecek, zayıf ve açık renkli tüylerinizden bile kurtulabileceksiniz. Buz lazeri vücudunuzdaki kıl köklerini kalıcı olarak yok eder ve tüyleri ömür boyu almak için zaman kaybetmezsiniz.
Önlemler
Lazer epilasyon basit bir tedavi olmasına rağmen, doğru müdahale veya tedavi seviyesinin bir uzman tarafından belirlenmesi önemlidir. Potansiyel bir adayın prosedüre uygun olması için belirli kriterlere uyması ve şunları yapması gerekir:
Uzun süreli epilasyon veya epilasyon tedavisi arıyorsanız,
Beklenen sonuçlara ilişkin gerçekçi beklentilere sahip olmak,
Hem fiziksel hem de psikolojik olarak sağlıklı olmak
Lazer epilasyon tedavisinden neler beklenir?
Lazer epilasyon tedavisinin en büyük faydası istenmeyen tüylerin yok edilmesidir. Diğer avantajlar şunlardır:
Lazerler hassastır ve yalnızca koyu renkli tüyleri hedefleyebilir ve çevredeki cilde zarar vermez.
Her nabzın aynı anda birçok tüyü tedavi etmek için saniyenin çok küçük bir kısmını aldığındaki hız.
Çoğu hasta, yaklaşık üç seanstan sonra saç uzamasında gecikme yaşar.
Güvenli ve verimli
Epilasyon için sonraki adımlar
Daha taze ve daha güzel görünmeniz için en iyi seçenekleri anlamak ister misiniz? İstanbul’da lazer epilasyon için kişiye özel bir plan geliştirmek için kişisel danışma için uzmanlarımızdan biriyle tanışın. Bizimle iletişime geçin veya randevu alın, hasta bakım koordinatörleri biz sizin için en uygun uzmanı belirleyecektir. Buz Lazer acıtıyor mu ?
0 notes