#bir adam yaratmak
Explore tagged Tumblr posts
Text
“Bende insanım hiçbir fevkaladeliğim yok. Bir kadere bağlıyım. Bir takım zaaflarla doluyum. Belki herkesten daha zayıf.”
#gececiler#gececitayfa#anlamlı sözler#anlamlı yazılar#geceyebirnotbırak#blog yazıları#geceyebirsozbirak#geceye bir söz bırak#geceye not#geceye dem#kitapsözleri#kitaptansözler#kitapalintisi#kitap alintilari#kitap alıntısı#kitap sözü#kitap alıntıları#kitaptan alıntı#necip fazıl kısakürek#bir adam yaratmak#kader#anlamlı cümleler#gecenin sözü
21 notes
·
View notes
Text
“Bir Adam Yaratmak” Oyunu Beğeni Kazandı
Sakarya Büyükşehir Belediyesi Ocak kültür sanat etkinlikleri “Bir Adam Yaratmak” adlı tiyatro oyunuyla devam etti. Güçlü felsefesi ve fikirleri çarpıcı bir biçimde aktaran diyaloglarıyla oyun izleyenlerden alkış topladı. Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı tarafından sürdürülen kültür sanat etkinlikleri devam ediyor. Ocak takvimi kapsamında düzenlenen son…
#Alternatif Sanat Tiyatrosu#Bir Adam Yaratmak#Marmara#Sakarya#Sakarya Büyükşehir Belediyesi#Sakarya Üniversitesi#Sakarya Üniversitesi Kültür ve Kongre Merkezi
0 notes
Video
youtube
ASILMIS ADAM ve KOMBINASYONLARI
#youtube#-Asılmış Adam daha üst düzeyde bir iyilik yaratmak için kendi parçalarını feda eden birisini temsil eder. Bu kişiler çatışmayı sevmez. Genel
0 notes
Text
Yeni bir dünya kurmak lazım..insanca. Kimsenin kimseden üstün sayılmadığı bir dünya. Sevgiye ve aşka sahip çıkan insanlar yetiştirmek gerek. Kimsenin üzülmediği, kimsenin birbirini aldatmadığı herkesin eşitce, hürce, özgürce yaşadığı bir dünya. Herkesin hak ettiği gibi yaşaması ve sonunda kimse kimseden daha kârlı olmadığı bir dünya. Sonuçta adam aşsa kadında aşçıdır. Birinin olmadığı bir yerde diğerinin anlamsız sayıldığı bir inanç yaratmak gerek..❤
#my post#my writing#love#about human#insana dair#guzelsozler#art#my art#lovers#romantic#woman#man#classy couple
38 notes
·
View notes
Text
Dazai Osamu'nun Giriş Sınavı 2. Ara
Wattpad Linki
MangaTR Linki
Alacakaranlıkta…
Yan yatmış bir polis aracı, Yokohama limanına bakan sahildeki caddede yanıyordu. Sallanan arabanın altında iki polis memuru ölü uzanıyordu.
“B-bekle! M-mafya benden ne istiyor?!”
İki kişi hala hayattaydı. Birisi genç silah tüccarıydı. Tutuklanmıştı ve saldırıya uğrayıp yaralanmadan önce askeri polis tesisine naklediliyordu.
“Bilmiyor musun gerçekten? Saçmalık.”
Genç adama yaklaşan hayattaki diğer adam, hareket eden bir palto içindeki karanlık bir gölgeye sarılı Akutagawa’ydı.
“Liman Mafyasına saygısızlık ettin. O organ kaçakçısı şoförü sizin için ortadan kaldıralım diye bize kasıtlı bilgiler ilettiniz. Bizi kişisel çıkarları için kandıran kim varsa hepsi bedelini ödedi ve bu sefer de farklı olmayacak.”
Akutagawa’nın siyah botları yaklaşırken genç adam ardına düştü.
“K-kimse! Kimse beni öldüremez! Geber!”
Genç adam kolunu havaya kaldırır kaldırmaz Akutagawa’nın cildinde dövmeye benzer desenler belirdi. Numarası “21”di. Kollarını kaldırdığında Akutagawa’yı hafifçe geriye savurdu fakat…
“Ne?!”
Akutagawa ardına itilmesine rağmen başta olduğu yere yavaşça dönmeden önce sarsılmadan durdu.
“Bu kadar mıydı?”
Paltosu, yeri delip geçen vücudunu destekleyip darbeyi yumuşatan bir minder gibi davranarak onlarca sayısız iğneye dönüştü.
İki başlı canavar Rashomon, paltodan çıkıp silah tüccarına akın etti. Genç adam kaçınmaya çalışsa da çok geçti. Pelerin köpeğin jilet kadar keskin çeneleri adamı parçalara ayırdı. Et parçasına dönüşene kadar acıyla çığlık atmaya devam etti. Akutagawa, manzarayı soğukkanlılıkla seyretti.
“Vay, iştahım kaçtı.”
Arkasını döndüğünde karanlık bir figürle karşılaştı.
Akutagawa hemen Rashoumon’un siyah hançerlerini saldı. Metali kesmeye yetecek kadar keskin bıçaklar karanlıktaki figürün boğazını hedef aldı fakat temas ettikleri anda bıçaklar, görünmez bir güç tarafından saptırıldı. Rashoumon’un dişleri bir yetenek tarafından engellenmeden önce derinin yalnızca birkaç katmanı altına saplanabilmişti.
“Hey, hiç terbiyen yok mu? İş ortağı değil miyiz?”
“Kişisel çıkarların için Liman Mafyasını kullandığın gerçeği değişmedi.”
Siyah bir şapka giyen orta yaşlı, beyaz tenli adam gölgelerin arasından çıktı. Dazai ile Kunikida’nın elçilikte karşılaştığı Amerikan ajanıydı. Ajan, Akutagawa’yla konuşurken boynunu kaşıdı.
“Bir yanlış anlaşılma olmuş. Bir bakıma müşteriniz sayılırım. Siz silah tüccarının eski yurt dışı ticaret yolunu alıyorsunuz ve biz de ülkemizden çıkan yasadışı bir ihracatçının Japonya’da kargaşa çıkarmasını önlüyoruz. Bana sorarsan adil bir anlaşma. Senden çalmışım gibi davranmasan olmaz mı?”
“Aldatmak ve kışkırtmak casusların alışkanlıklarıdır. Bu olaya dahil olmak için bahse varırım başka sebeplerin vardı.”
“Doğru, vardı. Ama endişelenmeni gerektirecek bir şey değildi. Bitti artık.” Ajan gülümseyerek konuşmaya devam etti. “Mavi Kral insanları öldürmeye başladığında ne kadar korktuğumuzu anlatamam. İdam ettiği meclis üyelerinden birisi cebimizdeki illegal işbirlikçilerimizden birisiydi. Mavi Kral’ın muhtemelen haberi yoktu ama dava uzasaydı kesin foyamız ortaya çıkardı. Bu yüzden temelli gitmesi gerekiyordu… bundan dolayı sahne arkasını soruşturup Silahlı Dedektiflik Ajansına nerede olduğu hakkında tüyo vermeye karar verdik. Tabii ki bilgi kaynaklarında sahtecilik yaptık. Daha sonra komuta zincirinde karışıklık yaratmak için polise yanlış ihbar verdik. Aynı planladığımız gibi ilerledi. Mavi Kral az bir polis tarafından kuşatılınca kendini patlatıp öldü. Gerçek gizemini korudu ve herkes tehlikeli suçlunun öldüğünü öğrenince rahatladı. Hepimiz için mutlu son.”
Ajanın söylediklerini düşünmek için biraz vakit ayırdıktan sonra Akutagawa ağzını açtı.
“Silah tüccarı bir kenara, yabancı istihbarat ajansının sırf bir sırrı korumak için Japon teröristi öldürdüğüne inanmakta zorlanıyorum. Neden yaptınız?”
“Oh, hükümetin istihbarat teşkilatlarıyla alakalı bir durum yoktu. Zaten başka bir örgütte çalışıyorum. Kendimize Lonca diyoruz.”
“Ne klişe. Çift taraflı ajansın demek?”
“Ek işim diyelim. Loncanın her üyesinin tam zamanlı bir işi vardır.”
Ajan ayakları üzerinde döndü sonra uzaklaşmaya başladı. “Muhtemelen yakında Mafya ile başka bir iş için temasa geçeceğim. O zamana kadar hoşça kal.”
Akutagawa sert gözlerle ajanın gitmesini seyretti. “Bekle, bir şey daha sormak istiyorum.”
Ajan olduğu yerde durdu.
“Birisini arıyorum. Temas ettiği kişilerin yeteneğini etkisizleştirebilen bir yeteneği var. Böyle birisini tanıyor musun?”
“Ne yazık ki hayır.”
“O zaman defol gözümün önünden.”
“Tabii.”
Ajan, gecenin karanlığında kaybolmadan önce yürümeye başladı.
“…Nereye gittin? Neden aniden ortadan kayboldun?” Sokakta tek başına kalan Akutagawa kendi kendine sordu. “Bir anlığına Mavi Kral olabileceğini düşündüm ama yanılmışım. Neredesin? Ölmüş olamazsın. Yokohama’da bir yerlerdesin, biliyorum.”
Gece rüzgârı sözlerini alıp uzaklara taşıdı.
“Yaptığım son şey olsa bile akıl hocamı bulacağım. Seni bulacağım, Liman Mafyasının eski yöneticisi Dazai-san.”
13 notes
·
View notes
Text
(Son günlerde internette dolaşan bu yazıyı bende duyarlılık yaratmak için yayınladım)
''Karı gibi gülme.''
derler.
''yalanım varsa orospu çocuğu olayım''
derler.
''Senin ben karını, ananı bacını s.k..rim.''
derler.
''dur ben ona ne yapacağımı biliyorum.
Ona etek giydirip Taksim'de dolaştıracam''
derler.
''Vay anasını satayım.''
derler.
Bütün bunlar yetmez
''Saçı uzun, aklı kısa.''
derler.
''Kadın mutfakta aşçı,
yatakta fahişe,
sokakta hanımefendi olsun.''
derler.
''dişi köpek kuyruk sallamazsa.''
derler.
''Vatanını satan karısını satsın.''
derler.
En sonun da
''Cennet anaların ayakları
altındadır.''
derler.
Çünkü onlar ( adam )değil sadece ( erkek )’lerdir.
Hiç lafı dolandırmaya gerek yok.
Bu sistem kendi elleriyle
sapık üretti ve
üretmeye devam ediyor.
Ne hayvana,
ne çocuğa
ne de kadına değer verdiler.
Gurur duyacakları
tek şeyleri var o da
önlerinde
madalya niyetine
salladıkları şey.
Çünkü düzen
sevmeyi değil
düzmeyi öğretiyor...
kadın hayattir tarihtir kutsaldır
Şimdi küfür
dünyanın her yerinde
ve her dilinde var bunu inkar edemeyiz yok sayamayız
başka yerde yok bi tek bizde var
dersek üstünü örtmüş oluruz
Dünyada kapitalist emperyalist
feodal ve gerici devlet sistemleri
ve devletler var ve bu devletlerde
eğitim sistemi herşeyi belirliyor.
İlerici Aydın bir toplum yaratmak
da gerici yobaz bir toplum
yaratmak da tamamıyla devletin
eğitim&yönetim şekline göredir.
insanlar kendiliğinden şekillenmez onları bir şekle devletler sokar bunu bilen bilir
Şimdi ben biliyorum dünyanın
hiçbir yerinde küfürün önüne
geçemeyiz ama
kadını aşağılamanın önüne
geçebiliriz
küfür etmek küfürlü ağzı bozuk
konuşmak farklı
kadını aşağılamak küçültmek
değersizleştirmek farklı şeylerdir
ülkemizde olan kadın
DEĞERSİZLEŞTİRİLİYOR
Hiçleştiriliyor sanki Allah kadını
erkeğe hizmet etmek için
yaratmış benim itirazım buna.
Neyse yer yok yazacaklarıma
Birazda siz düşüncenizi aktarın.
Mimoza günlüğü
🌺🌺🌺🌺
#kitap
#şiir
#aşk
#edebiyat
3 notes
·
View notes
Note
Hangi kitabları okudun?
Bu yıl içerisinde şuana kadar 86 kiytap bitirdim hepsini yazamam ama bu yıl okuduklarım içinden önerebilecegim kitaplar var
Serenad
Alex de souza
Şükrü erbaş bütün şiirleri 1 2 3 4 kitapları
Bir adam yaratmak
İvan ilyiç'in ölümü
çürümenin kitabı
Gazap üzümleri
Çile
Reis bey
İnsanın acısını insan alır
Vadideki zambak
Bu kitaplar bu sene içerisinde okuduğum güzel kitaplardandı
15 notes
·
View notes
Text
Lev Tolstoy Polis’e Karşı
Karantinanın ilk aylarında, dört duvar arasında sıkışıp kalan çoğu insan, kendini alışılmamış teselli kaynaklarına verirken buldu: Vali Andrew Cuomo’nun PowerPoint sunumları (1), ekmek pişirme (nedense ekşi maya) ve Lev Tolstoy’un Rusya’daki Napolyon döneminde geçen 1200 sayfalık romanı: Savaş ve Barış.
#TolstoyTogether hashtagi altında toplanan okuyucular, belki de kendilerini her zamanki gibi belirsizlikle boğuşan sıradan insanların, siyasi liderlerin değişken ve etkisiz heveslerine boyun eğmesini konu alan bir kitaba çekilirken buldular. Edebi gücü ve fiziksel ağırlığından dolayı (genelde pandemi sürecinde kafa dağıtmak için ideal bir kitap olması bu nedenlere bağlanır), Savaş ve Barış bana şu an için yeteri kadar radikal gelmedi; özellikle de Tolstoy’un sosyal kavrayışının kapsamlılığı göz önüne alınırsa. Salgının ilk günlerinde kendimi, Tolstoy’un zengin ve hırslı bir adliye memurunun, doktorları hayrete düşüren bir hastalığa yenik düşmesini konu alan novellası İvan İlyiç’in Ölümü (1886)’yle ilgilenirken buldum. Hastalığı sırasında İvan İlyiç, içinde bulunduğu toplumun insandan çok, çıkarlara değer vermesi üzerine kurulmuş olduğunu fark eder.
Tolstoy her zaman arayış içinde olanlara ve daimî ruhsal kriz sancısı çeken karakterlere eğilimliydi; George Orwell onları “ruhlarını yaratmak için çabalayan” kişiler olarak tanımlardı. Gerçekten de Tolstoy kişisel ve sosyal krizleri, toplumu ve onu destekleyen inançları daha derin bir sorgulamaya teşvik etmesi için gerekli kırılma noktaları olarak görüyordu. Anı kitabı İtiraflarım (1882)’da kendi ruhani yeniden doğuşunu, bastığı toprağın çöküşüne benzetmişti. Bu nedenle, covid19’un ve polis cinayetlerinin görünür kıldığı ırkçı yaklaşım ve ekonomik eşitsizliklerin, eşi benzeri görülmemiş sayıda insanın ülkedeki mitleri sorgulamaya başlamasına sebep olduğu bu zamanda, okuyucuların Tolstoy’un eserlerinde yeni önemli unsurlar bulmasına şaşmamak gerek. Polisi finansmanını kesme çağrılarıyla birçokları hayatlarında ilk defa kurumların işlevini, hatta bu kurumların varlığını sorgular hale geldi.
Tolstoy’un kendini arayış içinde bulan karakterlerinden biri, 1903’te yazdığı Balodan Sonra adlı kısa hikâyesinin ana kahramanı olan İvan Vasilyeviç. İvan, bir albayın kızına âşık olan ve kaderini belirleyen o sabahın erken saatinde çıktığı yürüyüşe kadar askere yazılmak isteyen bir sosyete gencidir. Önceki akşamı şehirdeki bir dans balosunda, Varenka adındaki genç, zarif ve güzel bir kızla geçirmiştir: “Şampanyaya düşkün olsam da o akşam hiç içki içmedim. Zaten aşk sarhoşuydum” diye ifade etmiştir. Bununla beraber İvan, bir o kadar, Varenka’nın kibar, beyefendi görünümlü ve tüm parasını kızına harcadığından balo için oldukça sıradan botlar giyen babasına da âşık olmuştur. Balodan sonra İvan eve döner fakat hâlâ gecenin büyüsünden çıkamamıştır ve uyuyamaz.
Böylece Varenka’nın evine doğru açılan karlı yollarda dolaşmak üzere dışarı çıkar fakat eve vardığında şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşır: “Siyah üniformalı askerler karşılıklı dizilmiş, silahlarını yanlarında tutarak hareketsiz bir şekilde duruyorlardı. Onların arkasındaysa durmaksızın aynı rahatsız edici ve tiz melodiyi çalan davulcu ve fifreciler vardı.” Genç bir Tatar memuru (Tatarlar Rusya’nın azınlıklarındandı) askerden kaçmakla suçlanmaktadır ve ceza olarak zırhlı askeri eldiven giyen askerler tarafından dövülmektedir. İvan adamın vücudunun kanlar içinde kaldığını görünce donakalır: “Vücudu tir tir titriyor, ölesiye dövülen adam darbe yağmuru altında, eriyen karı sıçratarak bana doğru geliyordu.” İvan bu işlemi yöneten albayın saatler önce sevgi dolu ve sıcak biri olduğunu düşündüğü Varenka’nın babasından başkası olmadığını görür. Şahit olduğu bu sahneyi unutmaya çalışarak çaresizce evine koşar. Fakat bu imkansızdır; İvan uyumaya çalıştığı sırada genç memurun yalvarışlarını duymaya devam eder: “Bana merhamet edin, kardeşlerim.” Nihayetinde İvan, münferit olmanın ötesinde, bizatihi devlet tarafından bu vahşete onay verilen bir toplumda yer almanın mümkün olup olmadığını düşünerek askere yazılmaktan vazgeçer.
Balodan Sonra, bu alanda çalışanların, Tolstoy’un dönüşümünden sonraki dönem olarak adlandırdığı (bir çeşit anarşizm olarak görülüyor), kurgudan uzaklaşıp Hıristiyanlık inancının siyasi uygulamalarına odaklanmaya başladığı dönemde, 1879 yılının başlarında yazıldı. Hayatının son 30 yılını kapsayan bu dönem boyunca Tolstoy; ahlaki tezler kaleme alıp özel mülkün sona ermesi, devletin dağıtılması ve zorunlu askerliğin ortadan kaldırılmasıyla ilgili çağrılarda bulunduğu güçlü denemeler yazdı.
Tolstoy’un görüşleri, özellikle de devlet destekli şiddete karşı ağır hakaret içeren görüşleri, doğal olarak otoriteleri kızdırdı ve bu, onun devamlı bir polis gözetimi altında olmasına sebep oldu. Geç dönem eserleri Rusya’da sansürlendi fakat yurt dışında çevirileri büyük ölçüde mevcuttu. Hatta savaş karşıtı duruşu edebiyat Nobel ödülünü almaması için bir sebep olarak sunuldu. İsveç Akademisi sekreteri, Tolstoy’un pasifizm çağrılarının kısmen ��hem bireyin hem de ulusun kendini savunma hakkını reddettiğini” savunarak, adaylığını geri çevirdi.
Balodan Sonra aslında Tolstoy’un devlet şiddeti eleştirilerinin uzun süredir kaynamakta olduğu geç bir döneme ait. Tolstoy, Kafkasya ve Kırım’da savaşan genç bir asker olarak şahit olduğu dehşet verici sahneleri günlüğüne yazdı. Savaş ve Barış birçok açıdan, savaşı yücelten popüler hikâye ve kurguları dizginlemek için yazılmıştı; Tolstoy, savaşın ne kadar kafa karıştırıcı, kaotik ve aşağılayıcı bir şey olduğunu gösterdi. Neticede bu görüşler, vahşetin zengin ve yönetici kesimin toplumsal düzeni sürdürmesine yarayan kullanımına dair daha kapsamlı bir eleştiriye dönüştü. “Şiddet varlığını, artık yararlı olması inancında değil, bu kadar uzun süre varlığını koruyabilmesinde ve kendisinden çıkar sağlayan yönetici sınıf tarafından organize edilmesinde sürdürüyor.” Onun görüşlerinin özellikle bazı kısımları sadece reform çağırısında bulunduğu için değil, güç kullanımını destekleyen ve onlar tarafından yönlendirilen kuruluşların ortadan kaldırılması gerektiğini savunduğu için de tehlikeli görülüyordu.
Tolstoy: Resident and Stranger’ın (1986) yazarı Richard Gustafson, Tolstoy için pasif direnişin “ulusun birleştiricisi olarak baskıyı reddetmek” anlamına geldiğini yazdı. Tolstoy bizlerin kökü sevgide olan kardeşlik, yardımlaşma gibi diğer toplumsal biçimleri kucaklamamızı istedi. Belki de şu an duyduğumuz polis karakollarının finansal desteğini kesme ya da onları feshetme çağrıları da benzer bir şekilde sevgi çağrısı olarak duyulabilir. Eylemcilerin polis karakollarının tasfiyesi için talepte bulunması, aynı fonun fakirlere, akıl hastalarına ve evsizlere destek veren organizasyonlara dağıtılmasını da beraberinde getirir.
Nasıl “merhamet edin kardeşlerim” yakarışı İvan Vasiliyeviç’i hayatının sonuna kadar rahat bırakmadıysa, bizler de “anne” diyerek yardım çığlıkları atan sesler tarafından rahat bırakılmayacağız. Bu yakarışlara, Tolstoy’un da bize hatırlattığı gibi sevginin karşıtı ne varsa parçalara ayırarak ve yine sevgiyle cevap vermeliyiz.
New York valisinin pandemi boyunca durumla ilgili günlük yaptığı kısa toplantılarda kullandığı eğlenceli ve ilgi çekici sunumlar.
©® Düşünbil (2020)
Yazar: Jennifer Wilson Çeviren: Cemresu Kaya Çeviri Editörü: Onur Demir Kaynak: nytimes.com
2 notes
·
View notes
Text
🇹🇷 #BİR #YIKIMIN #ANATOMİSİ 🇹🇷
.
▪︎İşe Erbakan hocalarını satmakla başladılar.
Milli gömleği çıkarıp FETÖ gömleği giydiler. Amerika, İngiltere ve Vatikan'la anlaştılar. Hoca efendileri sayesinde iktidarı kaptılar.
▪︎İlk icraat olarak tehdit kabul ettikleri kurumlara el attılar. Orduyu ele geçirip komuta kademesini dağıttılar.
▪︎Açılım adı altında PKK ile müzakere edip teröre taviz verdiler. Teröristleri sınırda devlet töreniyle karşılayıp şehir meydanında hep birlikte ağıt yaktılar. Terör meydanı boş bulup şehirlere sızdı patlayan bombalarla yüzlerce yavruyu babasız bıraktılar. Kürt kökenli vatandaşları ötekileştirip hedef haline getirdiler. Bin yıllık kardeşliği ve vatandaşlık ilkesini ortadan kaldırdılar.
▪︎Hep birlikte bunları yaparken FETÖ tezgahında çırak, kalfa, usta olup işi kaptılar 10 yıl sonra çıkarlar ters düştü kendi tezgahlarını kurdular.
▪︎Kandırıldık, pişmanız, Allah’tan af, milletten özür dileriz deyip hocalarıyla yolları ayırdılar ve mağduru oynadılar. Öfke içinde karşılıklı sırlar ifşa edildi hep birlikte dünyaya rezil oldular. Çıkar dalaşının adını darbe koydular ve binlerce mağdur yarattılar. Bunu da bir güzel kullandılar.
▪︎Siyasi ayak söyleminden de bu nedenle hep rahatsız oldular. Zira ucu kendilerine uzanır diye korktular. Bu yüzden de FETÖ ile mücadeleyi terör ağacından meyve koparma hikayesine çevirip gövdeyi hep korudular.
▪︎FETÖ’den kalan mal varlıklarının akibetini hiçbir zaman açıklamadılar. O tarihte basın tarafından, FETÖ’nün kasası denilen Akın İpek’in otelinin dehlizinde bulunduğu ve el konduğu iddia edilen 18 ton altın, 500 milyon Euro ve 250 milyon dolar konusuna ise nedense hiçbir zaman için açıklık getirmediler. Terör başı Gülen’in iadesi için beklenen çabayı da hiçbir zaman için sarf etmediler.
▪︎Başta yere göğe konduramadıkları savcı Zekeriye Öz olmak üzere, FETÖ’cü kaçakların peşini ise nedense bıraktılar. Bunları hiçbir zaman için dillendirmediler , gündem konusu dahi yapmadılar. FETÖ’cülüğü yargı ve muhalefet üzerinde hep bir sopa gibi kullandılar. Bu sayede üstü kapalı bir korku rejimi yarattılar.
▪︎Sürekli din istismarı yaptılar ve Arap hurafelerini din diye dayattılar. Başörtüsüne bürünüp #ahlak #örtüsünü çıkardılar. Müslüman taklidi yaptılar.
▪︎Ayasofya camiini bile istismar amaçlı açtılar. Diyanet İşleri Bakanlığı’nı ve camileri siyasi birer karargaha çevirdiler. Hutbeleri istedikleri gibi okuttular.
▪︎Her türlü #cemaat #yapılanmasını baş tacı edip dini rayından çıkardılar. Kur’an da yeri olmayan bir ruhban sınıfı yarattılar ve şeyh/mürit ilişkisi içinde beyin yıkayıp toplumun büyük bir kesimini kontrol altına aldılar.
▪︎Yargıyı payanda edip hak, hukuk, adalet kavramları üzerinde siyasi baskı kurdular. Kutsal olan Savcılık ve Hakimlik mesleğini zora soktular.
▪︎2017 yılında bir halk oylaması icat ettiler ve sandık oyunuyla yapılan anayasa değişikliği sayesinde demokrasiyi devre dışı bırakarak, ‘"hangi asseti (varlığı) satacağımı size mi soracağım’" diyebilen bir tek adam düzeni kurdular. Anayasal devlet yapısını by-pass edip anayasalı partizan bir devlet anlayışı yarattılar.
▪︎Fabrika ve barajlar kurmak, üretim ve istihdam yaratmak yerine lüks saraylar inşa ettiler. Avenelerine her biri milyonlarca liralık yüzlerce makam aracı tahsis ettiler. Üretim ekonomisini tahrip edip tüketim, israf ve rant ekonomisi icat ettiler.
▪︎Özelleştirme adı altında Cumhuriyetin tüm kazanımını babalar gibi sattılar ve binlerce istihdamı ortadan kaldırarak devasa bir işsizler ordusu yarattılar. Rüşvetle yatıp rüşvetle kalktılar ve bağış adı altında aldıkları milyarlarca doları kurdukları vakıflara aktardılar.
▪︎Geçmişte Anayasal Kurumlarıyla anılan devleti ENSAR, TÜRGEV, TÜGVA ve TÜRKEN gibi vakıflarla anılır hale getirdiler. Harcamaları kontrol edip hesap soran IMF’yi devre dışı bırakıp hesap sormayan yabancı tefeci kuruluşlardan yüksek faizle borç alıp rant kanalına akıttılar. Ülkeyi, tefecinin eline düşmüş müflis esnaf misali ödenmesi mümkün olmayan milyarlarca dolarlık borç batağına soktular, hazineyi tarihte ilk kez eksi bakiyeye düşürdüler ve henüz doğmamış borçlu bir nesil yarattılar.
▪︎Bağımsız olması gereken Merkez Bankasını siyasi operasyonlarına payanda ettiler. Sürekli #ranta #dayalı yatırımlar yapıp millete hizmet diye dayattılar.
▪︎Paylaşımı ayakkabı kutularıyla yaptılar. Ekonomiyi çökertip milletin anasını ağlattılar. Ölümü unutup dünya malına taptılar. Yabancı bankalara altın ve dolar stokladılar. Vakıflar üzerinden İngiltere ve Amerika’da devasa mülkler aldılar. Bu yüzden WikiLeaks belgelerinde bile anıldılar. Bunlara el konulmasından ise hep korktular.
▪︎Sarraf davası ve evlatları üzerinden yürütülen soruşturmalar şantaja dönüştü zor durumda kaldılar. Bu yüzden de her türlü efelenmelere rağmen ABD ve AB yaptırımlarına boyun eğdiler. Rahip Bronson’la başlayan bir seri yaptırım şimdilik Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınmasına destek olunmasıyla son buldu. İçeride aslan kesilirken dışarıda hep kedi oldular.
▪︎Seçmenlerini konsolide etmek için sürekli müjdelerle oyaladılar ve 2023 yalanını pazarladılar. Müjdelerin arkası gelmediği ortaya çıktı ve şimdide 2053 yalanına başvurmaktalar.
▪︎Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir ‘"Kur korumalı mevduat"’ hesabı icat edip birilerini ihya ederken hazineyi milyarlarca dolar zarara uğrattılar. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaparak aradaki makası açtılar ve ülkenin teminatı olan orta direği yok ettiler.
▪︎Seçim öncesi din istismarı yapıp NAS pazarladılar ve faizi enflasyona sebep gösterip milletin gazını aldılar. Seçim sonrası gerçek ortaya çıktı döviz, enflasyon ve zamlar tarihi bir rekor kırdı. Ânında NAS’tan vaz geçerek dini, imanı unutup faize sarıldılar.
▪︎Memur ve işçi maaşına zam yapar gibi yapıp ağızlara bir parmak bal çaldılar; emekliyi, dulu, yetimi bütçe müsait değil diyerek açlığa mahkum ettiler. Buna rağmen sınırları kevgire çevirerek ülkeye soktuları, adeta bir kavimler göçüne dönüştürerek demografik yapıyı tahrip ettikleri ve içinde kimlerin olduğu meçhul 10 milyonun üzerinde mülteciye milletin alın teri olan 50 milyar doları harcarken bütçe hesabı yapmadılar. Böylece %98’i yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren, geçimden başka bir şey düşünmesini istemedikleri, hayattan koparılarak günlük yaşatılan, sürekli yardım edilmiş bir toplum yarattılar. Sosyal hayatı yok edip ruh sağlığı alarm veren vatandaşı çaresizlik içinde evlerinde oturmak zorunda bıraktılar.
▪︎Ekonomiyi iflasın eşiğine getirdiler ve sonunda mecbur kalıp bir zamanlar düşman ilan ettikleri körfez ülkelerine giderek varlıklarımız üzerinden örtülü pazarlıklar yaptılar ve onursuzca para dilendiler. İşsizliğin, açlığın, sefaletin, derinleşen ekonomik kriz ve körfez zihniyeti detaylarının üstünü örtmek için de başta CHP tartışmaları olmak üzere toplumu oyalayacak birbiri ardına sıralanmış yapay gündemler yarattılar.
▪︎İktidarı normal bir siyasi aktör olarak görmeyin. Çünkü onlar Türk milletine, Türk devletine ve kurucu değerlere daha başından itibaren düşmandılar. Bu yüzdendir ki 22 yıldır başta büyük önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kahraman ecdada ve milli değerlerimize hakaret eden kim varsa sürekli baştacı ettiler.
▪︎Andımızı yasaklatıp T.C. ibarelerini, Atatürk resimlerini, büstlerini ve heykellerini baş aşağı ettiler. İstiklal Marşı’nda oturanların, keşke Yunan kazansaydı diyen hainlerin önünde hep reverans yaptılar.
▪︎T.C. Devleti ve Cumhuriyet’in garantisi olan Lozan Antlaşması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Anayasa’nın ilk dört maddesini sürekli sorun ettiler. Amerika’nın Yunanistan Dedeağaç limanına yaptığı devasa askeri yığınağa ve işgal edilerek birer askeri üs haline getirilen Ege adalarına yıllarca göz yumdular.
▪︎Ülkeyi yönetiyormuş gibi yapıp talimat üzere içeriden dönüştürdüler ve #darülharp mantığı içinde koskoca bir harabe yarattılar. Dışarıdan kuşatılmasını ise sineye çekip hep seyirci kaldılar.
▪︎Taraftarı ikna etmek ve safları sık tutmak için de Osmanlı sosuna batırılmış, din ceketi giydirilmiş ; Ecdat ve İslam’la alakası olmayan çakma bir düzeni sürekli olarak mehter, ezan, sela ve tarihi diziler eşliğinde dayattılar.
▪︎Nihayet kapatılacak bir parantez olarak gördükleri Cumhuriyet’i , 100. yılında hedefe koyup , arzu ettikleri çarpık düzeni meşru hale getirecek yeni bir ANAYASA telaffuz ettiler. Sıra geldi bu telaffuzu kuvveden fiile geçirecek olan altın vuruşu yapmaya.!!!
▪︎Ve ardından yedi düvelin yapamadığını tek başlarına yaparak bu topraklarda kendi vatanlarını kurmaya ve Yugoslavya’da olduğu gibi özerk yapıların ve dışa bağlı devletçik teşebbüslerinin önünü açmaya.
▪︎Eğer Anayasa genel seçimlerden önce değiştirilirse , yapılmış olan yerel seçimin ve bundan böyle yapılacak hiçbir seçimin yasal hükmü kalmaz.
▪︎Şimdi anladınız mı bir vasiyet niteliği taşıyan #Gençliğe #Hitabenin neden kaleme alındığını ve büyük önderin #ne #kadar #ileri #görüşlü #olduğunu. Ne demişti son bölümünde ;
“…..iktidara sahip olanlar, gaflet (aymazlık) ve dalalet (sapkınlık) ve hatta hıyanet (hainlik) içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin (işgal güçlerinin) siyasi emelleriyle tevhit edebilirler (birleştirebilirler). Millet, fakruzaruret (ileri derecede yoksulluk) içinde harap (yıkılmış) ve bitap (yorgun) düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı ;
İşte, bu ahval (durum) ve şerait (koşullar) içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
▪︎Yerel seçim galibiyetinin ve zafer sarhoşluğunun rehavetine kapılarak bundan sonra hiçbir şey olmaz demek yanlış olur. Büyük önderin sözlerini her an kulağımıza küpe etmekte yarar vardır.
▪︎Şunu asla unutmamak gerekir ki , su uyur düşman uyumaz. Yarından tezi yok her türlü şahsi ve siyasi meseleleri, ideolojik görüş ayrılıklarını, şişmiş olan egoları bir kenara bırakarak ; Birlik, beraberlik ve Müdafaa-i Hukuk anlayışı içinde geniş tabanlı bir #milli #mutabakat #ittifakı kurmak artık vatani bir mecburiyet haline gelmiştir. Mazereti ne olursa olsun aksini yapan bir siyasi anlayış ; Ucu dışarıda olan gizli işbirlikçidir, iktidarın bir başka versiyonudur, mevcut projenin nöbetçi taşeronudur.!!!
▪︎Herkes aklını başına almalıdır zira emperyalizm, yıllarca onca emek harcadığı böylesi zorlu bir yıkım projesini tek bir parti ya da tek bir adama #endekslemez , alternatifi #mutlaka #vardır. Önümüzdeki süreçteki gelişmeler , kimin kim olduğunu ve bağlantılarını gösterecektir ; Tabii ki milli hassasiyete sahip olan vatan evlatlarını da...
4 notes
·
View notes
Text
Yazamıyorum bu ara Etkili değil kalemim Duygusuz kaldı zihnim Aşksız kalbim ** Bir boşlukta adeta Sürükleniyorum Gelecekte ve geçmişte Unutmak istediğim ve yaratmak istediğimle ** Bilen bilir Kalemim kuvvetli Kelamım tesirli Kalbim ise aşka yanar, aşk ile yazar ** Ama aşkız kalan bu kalp Aşkız geçen zaman Aşkı bulamayan bir adam Boşluğa çevrilen binlerce sayfa Akmayan kalem Anlamsız kelam Ölümle dansta bir fani Aşkla savaşta @biredebi
5 notes
·
View notes
Text
“Tesadüflerin kim bilir nasıl ne nereden idare edilen son derece girift ve içinden çıkılamaz riyaziyesi vardır.”
#bir adam yaratmak#necip fazıl kısakürek#necipfazilkisakurek#kitapsözleri#kitapaşkı#kitaptansözler#kitapalintisi#kitap alintilari#kitap alıntısı#kitap sözü#kitaplar#kitap alıntıları#kitaptan alıntı#anlamlı sözler#anlamlı yazılar#gececiler#gececitayfa#geceyebirnotbırak#blog yazıları#geceyebirsozbirak#geceye bir söz bırak#geceye not#geceye dem
10 notes
·
View notes
Text
“Bir Adam Yaratmak” Oyunu Beğeni Kazandı
Sakarya Büyükşehir Belediyesi Ocak kültür sanat etkinlikleri “Bir Adam Yaratmak” adlı tiyatro oyunuyla devam etti. Güçlü felsefesi ve fikirleri çarpıcı bir biçimde aktaran diyaloglarıyla oyun izleyenlerden alkış topladı. Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı tarafından sürdürülen kültür sanat etkinlikleri devam ediyor. Ocak takvimi kapsamında düzenlenen son…
#Alternatif Sanat Tiyatrosu#Bir Adam Yaratmak#Marmara#Sakarya#Sakarya Büyükşehir Belediyesi#Sakarya Üniversitesi#Sakarya Üniversitesi Kültür ve Kongre Merkezi
0 notes
Text
Sakarya'da “Bir Adam Yaratmak” oyunu alkış topladı
https://pazaryerigundem.com/haber/202330/sakaryada-bir-adam-yaratmak-oyunu-alkis-topladi/
Sakarya'da “Bir Adam Yaratmak” oyunu alkış topladı
Sakarya Büyükşehir Belediyesi Ocak kültür sanat etkinlikleri “Bir Adam Yaratmak” adlı tiyatro oyunuyla devam etti. Güçlü felsefesi ve fikirleri çarpıcı bir biçimde aktaran diyaloglarıyla oyun izleyenlerden alkış topladı.
SAKARYA (İGFA) – Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı tarafından sürdürülen kültür sanat etkinlikleri devam ediyor. Ocak takvimi kapsamında düzenlenen son etkinlikte “Bir Adam Yaratmak” adlı tiyatro oyunu sanatseverlerle buluştu.
Sakarya Üniversitesi Kültür ve Kongre Merkezi’nde sahnelenen oyun izleyicilerin beğenisini kazandı.
“Bir Adam Yaratmak”
Alternatif Sanat Tiyatrosu tarafından sahneye taşınan oyunda, oyun kahramanınınbaşına gelenlerle, yazarın yaşamı arasında benzerlik olup olmadığı irdelenmeye başlıyor. Bu hal, yazarın yaşamında kader ve maneviyat üzerine sorgulama sürecini tetikleyerek, ölüm ve yaratılış üzerine derin bir süreç oluşturuyor.
0 notes
Text
"Terörsüz Türkiye" Palavrası Neye Hizmet Ediyor?
Temsiliyetist memur şiddetinin ve terörünün ne olduğunu anlayabilmek için önce FETÖ palavrasının ne olduğunu anlamak gerekir.
Devlet FETÖ’nün “devlet içine yuvalanmış bir memur kastı” olduğunu iddia etmişti. Arzu eden iddianameyi inceleyebilir. Halbuki aynı iddianameyi hazırlatan akıl 15 Temmuz’da yürütme emir ve talimatları ile darbe yapan aklında ta kendisi idi. Yani yalandan darbe yaparken de yine onlar iktidardaydılar!
Gerçekleri asla millete açıklamazlar. Çünkü o vakit tüm kurgu bozulur.
Memur kastlarının ve devletin terörle suçlandığını, bu konuda AYM’de ve AİHM’de dava olduğunu, bu davaya Avrupa Konseyi’nin ve Avrupa Parlamentosu’nda dahil olduğunu asla millete açıklamazlar. Çünkü işlerine gelmez. Millet bilsin istemezler.
Terör davası yüzünden temsiliyetist memur kastlarının kendilerini kurtarmak pahasına (memur terörizminin yardımcısı) Abdullah Öcalan’a ve PKK’ya sarıldıklarını görmemek için ya saf ya da aptal olmak gerekir.
"Tek adam diktası" kurmaya kalkmaları da, tüm devlet kurumlarının altını oymaları da, işte bu terör suçundan kaçıp ceza yememek için! Terörle suçlandıkları bir dönemde “terörsüz Türkiye” sloganı atmaları da asıl bundan!
Devletin kurumsal işleyişini rayından çıkaran bu kafanın sadece Türkleri de değil, Abdullah Öcalan ve “derin” PKK üzerinden nasıl Kürtleri de kandırdığını anlamamak için ya saf ya da aptal olmak gerekir.
Bu ülkede milliyetçi geçinenler milleti, dinci geçinenler dini, türkçü geçinenler türkün emeğini, kürtçü geçinenler kürdün emeğini sömürerek kendi düzenlerine köle üretirler. İnsanların bu düzene ses çıkartmaması için topluma ulaşabileceğiniz tüm potansiyel iletişim kanallarının ise önü tıkalıdır. İşte mikrofon faşizmi asıl bu işi yaramaktadır.
Sen sağcısın, sen solcusun, sen türksün, sen kürtsün, sen alevisin, sen sünnisin denilerek, insanlar binbir çeşit kimliklere bölünerek bu millet temsiliyetist memur şiddetinin ve terörünün kölesi haline getirilmiştir.
Milleti, emekçileri daha fazla sömürebilmek için her yolu deniyorlar.
Sağcı, solcu, Kürt, Türk, Alevi, Sünni, Cumhuriyetçi, İslamcı, Laik, LGBT vs. her ne kadar kimlik varsa memur kastları bu kimlikleri birbirine kırdırarak, birbirine düşman ederek sömürü çarkını işletmenin peşine düşmüş durumdalar.
Topluma, insana, gençlere dayatılan tek şey pislik bir bireysellik ve bencillik “kültürü”, vahşi bir kapitalizm!
Yeter ki millet devletlü memur şiddetinin ve terörünün kölesi olsun, tek dertleri dikensiz bir gül bahçesi yaratmak. Savaş, barış, terör vs. kendi çıkarları söz konusu olduğunda bunların hepsi temsiliyetizmden sorulur. Vatandaşa hiç sıra gelmez!
Peki devlet kurumlarına ne demeli?
Millete yasama kurumu diye yutturulan parlamentonun gerçekte bir yürütme kurumu olduğunu görmemek için ya saf ya da aptal olmak gerekir. Bu parlamento da yer alan temsiliyetist siyasetçilerin ise “seçme ve kullanışlı aparatlardan” ibaret olduğunu görmemek için kör olmak gerekir.
Peki bu "yargıya" ne demeli?
Gerçekte bir yürütme kurumu olan yargı üzerinden milletin sürekli kandırıldığını anlamamak için ya saf ya da aptal olmak gerekir. Kendisine kanun, yasa, hukuk süsü vermiş bu kurumların gerçekte yürütmenin infaz müdürlükleri olduğunu görmemek için enayi olmak gerekir.
Peki bunca yapılan seçim? Göstermelik sandık, sepet ve demokrasi oyunları!
Memur kastları değil mi gerçekte yürütme kurumları olan Yüksek Seçim Kurulu ve İç İşleri Bakanlığı üzerinden sandığa istediği adamı/seçilmeni sokan! Aynı sandıktan istediği adamı/seçilmeni/tavşanı çıkaran!
Aynı memur kastları değil mi oy alsın ya da almasın sandıktan istedikleri adayı/seçilmeni çıkararak, sahte ve plebisiter seçimler düzenleyip “millet iradesine sahip çıkıyor!” yalanıyla demokrasicilik oynayan!
Sanki ortada bir demokrasi varmış gibi yürütme emir ve talimatlarını “millet iradesi” adı altında bu halka yutturanlar aynı devletlü kastlar değil mi?
Demokrasi varmış gibi yapanlar, hukuk varmış gibi yapanlar, adalet varmış gibi yapanlar, gerçekte ise her şart altında milletin temel haklarına çökenler aynı memur kastları değil mi?
Terörsüz bir Türkiye’nin var olabilmesi ancak temsiliyetist memur şiddetine ve terörüne son verilmesi ile mümkündür. Bunun içinde devlet memurlarının dokunulmazlıklarının kaldırılması ve devletin vatandaşın dokunabileceği ve denetleyebileceği bir hale getirilmesi gerekir.
Aksi takdirde; millet ile memur kastları arasındaki savaş kaçınılmazdır!
Bir ülkede devletin kurumlarının ve memurun teminatı (millet nezlinde güvencesi) yok ise, o ülkede temsiliyetist memur şiddeti ve terörü hüküm sürüyor demektir.
Bu fiziksel ve ruhsal şiddete ve teröre son verebilmenin ve memur kastlarını ehlileştirebilmenin tek yolu vardır; o yolda toplumsal denetim kurumları yolundan geçmektedir.
Milletin bürokratik toplumsal denetimist savaşımı er ya da geç bir avuç memur kastının temsiliyetist despotizmini yıkıp geçecektir.
Millet ile inatlaşan temel haklar mücadelesi karşısında yenilmeye mahkumdur!
Durmak yok, denetime devam!
1.19.2025
Serhat Nigiz
#terör#terörist#temsiliyetizm#memuriyetizm#devlet#yürütme#darbe#millet#aym#avrupa#pkk#türkler#kürtler#milliyetçilik#emek#sömürgecilik#faşizm#kapitalizm#yasama#parlamento#yargı#kanun#hukuk#demokrasi#seçmen#seçilmen#plebisiter#seçim#adalet#dokunulmazlık
0 notes
Photo
Necip Fazıl'ın 'Bir Adam Yaratmak' Bursa'da Sahnelendi Necip Fazıl Kısakürek’in Türk tiyatrosunun önemli eserlerinden biri olan ‘Bir Adam Yaratmak’ adlı piyes, Bursa’daki Tayyare Kültür Merkezi‘nde sahnelendi. Oyun sonunda, performansla https://bursahabermedya.com/necip-fazilin-bir-adam-yaratmak-bursada-sahnelendi/ #Bursaspor #bursahaber #bursasondakika #bursahaberleri #haberler #bursa
0 notes
Text
Guernica
Henry, trenin merdivenine adımını attı. Biletine baktı: vagon üç, koltuk bir. Bıyıklı bir adama gülümsedi. Vagon kapısından geçti, çantasını çıkardı, bir numaralı koltuğa yerleşti.
Wisconsin eyaletinde doğmuştu. Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Babası alkolikti. Annesi ise hastaydı. Malum, Amerika’da herkese bedava sağlık hizmeti yok. Borçları da fazlaydı. Orduya yazıldı. Birkaç yıl sonra, Irak savaşı hayata geçirildi. Henry Irak’a gitti. Öncesinde, Irak’ı harita üzerinde gösteremezdi bile. Izdırap dolu aylar yaşadı.. Tam on üç kişiyi öldürmüştü.
Onu Amerika’ya geri gönderdiler, çünkü psikolojisi bozulmuştu. Parasını ödeyip, sokağa bıraktılar.
Birkaç yıl sonra, bir video izledi.. 11 Eylül saldırılarının, devlet tarafından planlandığını, asıl amacın, Irak petrolüne el koymak olduğunu anlatan bir video. Bu konuda yazılmış kitapları okudu. Kafayı komplo teorileriyle bozmuştu.
Adi herifler yüzünden, tam on üç kişiyi öldürmüştü. Geceleri uyuyamıyordu. En ufak bir gürültüde panik yaşıyordu.
Bir gün internette gezinirken, Türkiye ile ilgili bir turizm reklamına denk geldi. Belki seyahat iyi gelebilirdi. Türkiye’ye geldi, İstanbul’da epey zaman geçirdi.
Cebindeki paranın önemli bir kısmını, sokakta dilenen Suriyelilere verdi. Bu şekilde, ruhunu arındırmak istedi..
Şimdi bu trene kurulmuş, camdan dışarı bakıyordu.
…
Hayri trene bindi. Endişeliydi ve hızlı hareket ediyordu. Kimseye bakmadan vagona geçti, iki numaralı koltuğa yerleşti. Yanında, bir Amerikalı vardı. Adama gülümsedi.
Hayri otistik bir dâhiydi. Hayatı boyunca, çok fazla zorbalığa maruz kalmıştı.. Lisede, bir grup insan psikolojisini bozmuştu.. Üniversite yılları fena değildi. Ancak, iş bulduğunda da, aynı sorunları yaşadı.
İnsanlar onu anlamıyordu. Ona göre, Türkler uyum sağlamak için yaşardı. Uyum sağlayamayan, ya da sağlamamayı tercih eden herkesin kötü olduğunu düşünürlerdi.
Hayri için uyum sağlamak kolay değildi. Kalabalıktan korkardı. Herkes gibi davranamazdı. Sırf bu yüzden, fazlasıyla sıradan giyinirdi, dikkat çekmemek için.
Girdiği her ortamda yaşadığı şey aynıydı. Bazı insanlar, yalandan yanına gelir, dost gibi davranırdı, bilgi almak için. Kimin dost, kimin düşman olduğunu anlayamazdı. Sonra bu insanlar, fırsat bulduklarında, psikolojik saldırı taktiklerine başvururlardı. Toplu bir şekilde, modunu düşürürlerdi.
Ona göre, sürü ahlakıyla yaşıyordu bu toplum..
Yanındaki Amerikalıyla konuşmayı düşündü. İngilizcesi iyiydi.. Ne diyeceğini tasarladı. Elindeki bisküviyi adama uzattı..
…
Fatma, ellili yaşlarda bir kadın. Trene çıktı, erkeklerle göz göze gelmemeye çalışarak, vagona geçti. Üç numarayı buldu, elindeki büyük çantayı yukarıya koydu, yerine yerleşti.
Gençliğinde, kötü bir adamla evlenmiş, üç çocukları olmuştu. Adam, onu genç bir kadın için bıraktı. Parasız kaldı. ��ocuklarına bakamıyordu. Akrabalardan para istedi, devletten yardım almaya çalıştı, bazen iş bulduğu da oluyordu, ama yetmiyordu.
Bir gün, intihar etmek istedi.. Evdeki bütün hapları yuttu. Ama sonra, hastaneye kaldırdılar. Bu berbat dünyaya geri getirdiler onu.
O dönemde, bilinci yarı kapanıkken, tuhaf psişik deneyimler yaşamıştı. Bir ışık kaynağı vardı, içinde insan görünümlü varlıklar.. ‘Senin bu dünyadaki görevin bitmedi’ dedi biri, sonra uyandı..
Çocuklar büyüdü, hepsi evlendi ve iş buldu.
Şimdi, başka bir şehirde iş imkanı bulmuştu.. Bir fabrikada çalışacaktı. Yeni bir ev tutacak, tek başına yaşayacaktı. Evlenmeyi düşünmüyordu.
…
Sakine, etrafa bakındı, şaşkın görünüyordu. Ortalama bir erkekten çok daha iri bir vücuda sahip bir kadındı.
Güçlükle merdivenleri çıktı. Etrafa baktı, vagon kapısından geçti. Sessiz, sakin ve ürkek bir kadının yanına oturdu..
Yüzü pek güzel sayılmazdı. Vücudu da, abartılı bir şekilde iriydi.. Bunun acısını çok çekti. Hayatı boyunca, güzel bir kadın olamamanın sancısını yaşadı.. Lisede, erkekler onunla dalga geçerdi. Kızlar onunla arkadaşlık ederdi.. Zamanla, bunun bir kontrast yaratmak için olduğunu anladı.. Çoğu kadın, onun yanında kendini güzel hissediyordu.
Hayat onun için kolay değildi. İş bulmak bile bir meseleydi.
Oysa, duygusal anlamda, parlak ve şık kadınlardan hiçbir farkı yoktu. Duygusal, narin bir iç dünyası vardı. Çiçeklerini severdi. Bazen şiir okur, ya da dinlerdi.. Merhametliydi. Prenses gibi salınan çoğu tipten daha kadındı, duygusal anlamda..
İnternetten birkaç adamla tanıştı. Sadece bir tanesiyle ilişkiye girdi. O da, daha sonra aramadı onu.
En yakın dostları bir kedi ve lise döneminden kalma bir arkadaşıydı.
…
Başörtülü bir kadın, trene doğru yürüdü.. Yorgun görünüyordu. Güç bela merdiveni çıktı, yavaş adımlarla vagona geçti, koltuğa yerleşti..
Adı Azade, Diyarbakırlı. Dindar bir aileden geliyor. Ama evin tek oğlu, ah o akılsız oğlu, siyasete bulaştı. Bir eylemde tutuklandı. Sonra, haber alınamadı. Göz altında kaybolan gençlerden. Aile yıllarca devlet kapısını aşındırdı, sonuç yoktu. Uzun süre yas tuttular..
Bir umut, hayatta olabilir miydi…
Azade’nin psikolojisi bozuldu. Kardeşi iyi huylu ve düşünceliydi. Şiirler yazardı. Bu nasıl acıydı..
Yıllar boyunca, evin tek gündemi bu kayıptı.
Sonra evlendi. Kaba saba bir herifle. Şimdi, ailesinin yanına dönüyor, ziyaret için.
Kardeşini bir kez daha görmek için neler vermezdi.. Oğluna, kardeşinin adını verdi. Sonu benzemesin..
O günden sonra, devletten hep korktu.. Kendini ibadete verdi. Her gün, kardeşinin ruhu için dua ederdi..
…
Şaşkın görünen, zayıf bir kız peronda belirdi. Heyecanlı hareketlerle trene bindi, kimseye bakmadan vagona geçti. Bilete baktı, başörtülü kadının yanına oturdu..
Sibel, bir şizofrendi. Bütün günü, anlamsız korkularla mücadele etmekle geçerdi.. Bir kez akıl hastanesine yattı, ilaç kullanıyordu.
İçinde tuhaf bir korku belirdi: ya yanındaki kadın ajansa? Pekala, başörtülü bir kadın da ajan olabilirdi..
Amerikan devleti de dahil, pek çok güç odağı tarafından takip edilebileceğinden korkardı.. O özeldi, herkesten farklıydı. Lisede, solcuydu. Belki, o dönemden kalmaydı bu korku…
Sonra, başka bir korku belirdi. Ya, yanındaki kadının cinleri varsa, bu cinler kendine musallat olursa?
Derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Çantasından kitabını çıkardı. Sakinleşmek için, kitaba odaklandı.
…
Peronda, esmer bir genç adam göründü. Adı Abdullah. Sigarasını söndürdü, trene bindi. Fazla dikkat çekmemeye çalışarak, vagona geçti, 7 numarayı buldu. Pencere kenarına oturdu..
Abdullah, Suriyeli.. Türkçesi, şiir yazabilecek kadar iyi. Suriye’de doğdu, Türkiye’de büyüdü.. İyi bir entelektüel, Nietzche ve Foucault okumayı seviyor. Ama insanlar ona baktığında, tek bir şey görüyor: Suriyeli.. Doğu halklarının tipik özelliği, sürüler halinde yaşarlar, birey diye bir şey bilmezler. İnsanlar ikiye ayrılır, onlardan olanlar ve diğerleri.
Gece yatağına yattığında, savaşa dair görüntüler oluşuyor beyninde. Patlayan binalar, kopan bacaklar. Bazen, kabusla uyanıyor.
Çoğu Türk’e göre, savaştan kaçan bir korkak.. Bazılarına göre, mazlum ve gariban. Kimilerine göre, ülkeden kovulması gereken mülteci.
Acılarını şiire dönüştürüyor. Yolculuk ona iyi gelecek. Cebinden bir şiir kitabı çıkarıp, okumaya başlıyor..
…
Peronda, çekik gözlü, kısa boylu bir genç adam göründü. Üzerinde modern kıyafetler vardı, kot pantolon ve tişört.. Trene bindi, karşısına çıkan insanlara gülümsedi, vagona geçti, sekiz numarayı buldu. Yanında, esmer bir genç vardı, ona selam verdi…
Tenzin Dorje, Tibet’te doğmuştu, sonradan Hindistan’a kaçtı, bir grup arkadaşıyla birlikte.. Dharamsala’ya gitti, burada keşiş oldu.
Daima sezgilerini dinlerdi.. İçinden bir ses, dünyayı gezmesi gerektiğini söyledi. İlahi bir mesajdı bu. Manastırı bıraktı, ama Dharma’yı bırakmadı.
Türkiye’ye geldi, gezdi. Eski gezgin keşişler gibi. Her şey Buda’ydı, herkeste Buda doğası vardı…
Aklına sık sık, Çin’de hapis yatan kardeşi gelirdi. Ondan haber alamıyordu. Binlerce keşiş gözaltına alınmıştı. Bu insanların başına ne geldiğini kimse bilmiyordu. Tibet, yok oluyordu. Bazen ülkesi ve insanları için gözyaşı dökerdi.
Çantasından bir kitap çıkardı. Uygurca’dan İngilizce’ye çevrilmiş bir metin: ‘Edgü Ögli Tigin, Anyıg Ögli Tigin’. Yani, ‘İyi Niyetli Prens ile, Kötü Niyetli Prens’in öyküsü.. Uygurlar bir zamanlar Budist’ti. O dönemden kalma, eski bir masaldı bu. Bütün insanları kurtaracak kutsal bilgiyi arayan, İyi Niyetli Prens’i anlatıyordu.
Kitabı biraz okudu, sonra çantasına yerleştirdi. Pencereden dışarı baktı. Aynı gök, bambaşka acılar..
Yolda olmayı seviyordu.
0 notes