#bence ben olmuşum
Explore tagged Tumblr posts
Text
Artık yeni haber okuyunca bunu sınavda sorsalar şu dersten şu şekilde sorarlar diye düşünmeye başlıyorum dbejdbbdb
5 notes
·
View notes
Text
Bunu söylemeyi hiç istemiyorum ama ben sanırım biraz alışveriş bağımlısı olmuşum….. bir şey almasam da saatlerce sitelerde gezebiliyorum. Genelde alıyorum da zaten malum her yerden indirim mesajı yağıyor. Ama çok bakıyorum ya.. kaydır kaydır ne var ne yok. Fiziki mağazada olsam bu kadar bakmam bunalırım biliyorum ama yattığım yerden erişimim olunca çok fena. İnstagram da bunu feci biçimde tetikliyor, bir şey bakıyorum hemen benzerinin reklamı çıkıyor karşıma dayanamıyor onlara da bakıyorum derken derken saatlerce site gezmişim. Neden? Hiç. Rahatlıyor muyum? Bence hayır. O zaman ne diye bu faydasız kapanın içindeyim ben?
Biraz gözlemleyelim kendimi bir dur diyeyim bu duruma, yazıktır günahtır gül gibi beynini bunlarla meşgul ediyorsun guzzum benim.
23 notes
·
View notes
Text
---
Heyyooo' ben olmuşum bence. Yanına da tarhana çorbası yaptım. Füzyon mutfağıdjsdjjd dutch sınırları içinde çok bile. Dün de öğle yemeğinde bulgur pilavı yiyip akşam yemeğinde smoothie içmiştim sınavı yetiştirmeye çalışırken.
Ne de olsa Yahya Kemal dememiş miydi "biz viyana kapılarına bulgur pilavı yiyip ayran içerek dayandık" diye.
Ben de Kuzey Denizi sınırlarında tarhana çorbası ve somonla hayatta kalıyorum 🙃
Aslında ıspanaklı bir sos yapacaktım ama krema ya da süt yoktu, ben de somonun bi tanesini marinenin üstüne humusla kapladım ve baya güzel oldu. Burada kremanın markette ne olarak geçtiğini bile bilmediğimi fark ettim. @deneyselseyler arada bizi tariflesen olmaz mı hocam? 🥲
Evet, üstümde bir işi bitirmiş olmanın o tatlı mutluluğu var ve mutfağımı da çok özlemişim.
P.s: Günlerdir 'kendime saygım yok' çayı içmekten bıkmıştım, şimdi güzel bi de çay demledim.
I feel sooo home right now 🪐🌎🏡
35 notes
·
View notes
Text
2024 önsözü
Okuldan hiçbir zaman hoşlanmadım; okullar da beni sevmedi. Sayısız okul değiştirdim ve bıraktım; üstelik derslerde iyiydim.
Elbette lisede de okullarla olan tutkulu aşk hikayem bütün dramasıyla sürdü. Daha yeni çıkan sakallarıma ben bile anlam verememişken, onlara düşman kesilen kocaman öğretmenler saçlarımın uzunluğuyla da obsesif bir ilişkiye girdiler. Renkli hırka ve kazaklar giymek yasaktı. Küpe takmak, saç boyatmak, makyaj yapmak. Bazı öğretmenlerin dersinde su içmek bile yasaktı. Hiçbir zaman güler yüzle karşılanmadık; bile bile yetişkinler tarafından nefret edilmeye gidiyorduk her gün. Üniformaların içine sokulup bin bir türlü baskıya boyun eğmemiz bekleniyordu. Sahiden karakterim gereği, başka hiçbir sebeple değil; okullar bana ne kadar bela olduysa ben de onlara o kadar bela olmuşum. Mezun olduğumuz sene müdür yardımcısına benim hakkımdaki fikirlerini soran babam "No comment." cevabını almıştı.
Her gün hissettiğim baskıya kendimce karşı koymanın eğlenceli yollarını da bulmuştum. Kısa filmler çekip, yazılar yazıp, matematik dersinde haftalık edebiyat dergisi K'yı okuyarak geçirdiğim o günlerden birinde, aklıma başka bir şey daha gelmiş.
Kasım 2009; 17 yaşındayken okulumda gerçekleşen bazı saçmalıkları alaya aldığım bir yazı yazıp bunu anonim bir blogda yayınladım. Okulun adıyla açtığım bir profille Facebook'ta bütün okulu ekledikten sonra, kameraların yüzümü tespit edemeyeceği bir gizli operasyon kılığında gittiğim bir internet kafede, yazımı yayınladığım blogu okuldaki yaklaşık iki yüz kişinin duvarına paylaştım.
Ertesi gün elbette okul bu yazıyla fokurduyordu. Yalnızca öğrencilerin arasında değil; öğretmenler de öğretmenler odasındaki bilgisayarın başında. Birisi müdür yardımcısının bilgisayarının ekranında da blogu görmüş. Felsefe öğretmeni bunu yapan öğrencinin IP adresinin bulunacağını ve onu dava edeceklerini söyledi. Öfkesi anlaşılabilir; resmen hepsinin suratlarını türlü türlü fotoğraflara yapıştırmışım. Fakat kimse benden doğrudan hesap sormadı; kimsenin elinde bunu yapanın ben olduğuma dair herhangi bir delil yoktu, olamazdı da.
Canım edebiyat hocam elbette benim yazı dilimi bilir. Yakın bir arkadaşım o öğretmenimin düzenlediği bir tören sırasında cesurca bir hareketle blogdaki yazıyı bütün okula duyurdu. Bu ister istemez, töreni düzenleyen öğretmenimizi de bu işin içine çekip tehlikeye attı. Öğretmenim bana, "Her kim bu yazıyı yazdıysa işlevini gördü; mesajı gerekli yerlere ulaştı. Şimdi kaldırabilir bence." dedi. Bu girişim aleyhimize dönmeden, iyi bir zamanlamayla, bu patlattığım enerjiyi bir bütünlüğe kavuşturmam için nezaketli bir öneri.
Birkaç gün sonra yazıyı kaldırıp bloga bir tavuk yahnisi tarifi koymuştum.
Blogu silmeden önce çıktısını alıp arşivlemişim. Bu yaz, dedemle anneannemin köyevindeki kitaplığı düzenlerken buldum.
O dönemin öğrenciliğini yaşamakta olan 17 yaşında birinin ağzından bir eleştiri. Bence değerli. Yeniden erişilebilir olsun istedim.
Şimdilerde öğrenciler benzer muamelelere maruz kalıyor mu bilmiyorum. Bazı açılardan bütün bunlar küçük dertler gibi de görünebilir. Fakat geçenlerde Ahmet Emin Yalman'ın Köy Enstitüleri hakkındaki kitabı Yarının Türkiye'sine Seyahat'i yıllar sonra yeniden okudum. Eğitimin yıllar içinde nasıl bir kepazeliğe dönüştürüldüğünü o kadar net gösteren bir karşılaştırma yaratıyor ki.
Bir gün bu berbat sistemi baştan aşağı değiştirip hep beraber özgürleşelim.
Hayatım boyunca tanıdığım birkaç olağanüstü öğretmenim oldu; onları da sevgiyle anarak,
Mayıs
Ali kıran baş kesenlerin dünyasına hoş geldiniz.
Muhabirlerimiz sizler için canlarını ortaya koyarak bu dehşet verici dünyanın içine girip, çarpıcı röportajlarla eğitim-öğretimin en güzel taraflarını bizlere yansıttılar.
Uzaktan bakıldığında şipsevdi rengindeki okulun oldukça ürkütücü bir havası vardı. İçine girdiğimizde ise ne kadar tatlı karakterlerle karşılaştığımıza şaşırdık ve önyargımızdan utanç duyduk. Bizi kambur duruşlu, sarı boyalı saçlı bir hanımefendi karşıladı ve gömleğimizi pantolonumuzun içine sokup saçımızı kestirmemizi söyledi. Ona öğrenci değil gazeteci olduğumuzu anlatmaya çalışırken “Bir saniye” dedi ve arkasından geçen kırmızı hırkalı kız öğrencinin iki kolunu ve kafasını çevik bir hareketle bedeninden ayırdı. “Hah, şimdi oldu. Buyrun sorularınızı alalım.”
-Bize biraz kendinizden bahsedin.
-Adım S.T. Nerede, ne zaman doğduğumdan emin değilim. Öğrencilerim benim bu okulun harcından çıktığımı düşünüyorlar. Haklı olabilirler. Zira bu okul dışında hayatımın hiçbir hareketi yoktur. Okul benim her şeyim. Onu, öğrencilerimi çok seviyorum!
Duygusal anlar yaşayan müdür yardımcısı S.T. ona uzattığımız mendile gözyaşlarını sildi ve yanından geçen uzun saçlı erkek öğrenciye hiçbirimizin duyamayacağı yüksek bir frekansta haykırdı, okulun dışındaki köpekler acıyla inlediler.
S.T.: Daha ne diyebilirim ki. Anı yaşamaktan yanayım. Her sabah erkenden okuluma gelir, şimdi pek sevilmeyen bir Alman liderin motivasyon konuşmalarıyla güne başlarım. Nöbetçi olmadan önce yanıma uğramaları gereken öğrenciler üzerinde doğu Asya ülkelerindeki yıllarımda öğrendiğim dayanıklılık testlerini uygularım.
-En sevdiğiniz gün hangisidir?
S.T.: Pazartesilere bayılırım. Pazartesi günüme pilates yaparak başlıyorum ve ruhumun tazelenme döngüsünün tamamlanması için İstiklal Marşı bitene kadar derin nefes alıp veriyorum. Off… Sıra halinde benim önümden geçip okula girmek zorunda olan o öğrenciler yok mu. İşte o zamanlar, “Tanrım, iyi ki öğretmenim!” diyorum. Onlar benim avucumun içindeki minik, aciz, zayıf, korkak, körpe, savunmas… Yani, onların eğitim ve öğretimi, çok mühim, çok değerli.
-Disiplin kurallarına uymayan öğrencilere uyguladığınız yaptırımlar nelerdir?
S.T.: Valla öncelikle velileri geeeldi geldi, gelmedi onlar da gelmesin. Velisini çağırmayan ve öksüz olanları ise kitaplığımdaki özel bir kitabın ittirilmesiyle açılan gizli odama alıyorum ve onları orada… Orada… Ay, nerede bu asi öğrenciler, nereye kayboldular!
-Teşekkür ederiz S.T. ilerleyen saatlerde başka konularda da görüşlerinizi alacağız.
Biz kendisine veda ederken o kolonların arkasına saklana saklana giden küpeli bir kız öğrenciyi ayağından çıkan ÇIT sesiyle fark etti ve kulağını kökünden koparıp yedi.
Koridorun sonunda elinde bir Türkiye haritası taşıyan bir hanımefendiye rastladık.
-Merhabalar. Bize kendinizden bahsedin.
-Ayy çok ani oldu. Neyse, anlatayım. Ben N.H. İnsan eline karşı antipatim var ve öğrencilerimin o el denen berbat organdan kurtulmalarını istiyorum; bu yüzden onlara elleri kopana kadar bütün ders bir daha asla okumayacakları yazılar yazdırırım. Bir gün bana bunun için teşekkür kartları gönderecekler. (Başkalarına yazdırarak tabi.)
-Kıyafet yönetmeliği konusunda çok hassas olduğunuzu duyduk. Bu hassasiyetiniz nereden geliyor?
N.H.: Zor bir çocukluk geçirdim :( İlkokulda okulumun zorba kızı beni hep aynı kıyafetleri giymeye zorladı. Okulda onun yüzünden hep aynı gömleği giydim. Beni okulun dışında da gözetliyordu ve kıyafetimi çıkarmaya kalkıştığımda kafama büyük magmatik ve tortul kayaçlar fırlatıyordu. Yıllar geçti, ben büyüdüm ama kıyafetlerimi hiç çıkaramadım. Sonra o zorba kızın aslında bana iyilik yapmaya çalıştığını anladım. Gördüm ki yıllarca aynı kıyafeti giymek zorunda kalarak modaya karşı olağanüstü bir hassasiyet geliştirebilmişim. Ben de modaya bu hassasiyetle büyümelerini istediğim öğrencilerimin önce ondan mahrum kalmalarını istiyorum.
O sırada “kıyafet yönetmeliği” sözünü duyan S.T. alevler ve dumanların içinden yanımızda belirdi. Gülümseyen N.H. “O kıyafet yönetmeliği lafının geçtiği yerlerde oluşuverir. Biz ona aramızda on sekiz harfli diyoruz.” dedi.
S.T. söze girdi. “Kıyafet yönetmeliği çok önemlidir. Eğitimin temel taşı, baş hedefi, tek anlamıdır. O olmasa etraf rüküş giyimli öğrencilerle dolacaktı. Hayatta katlanamam. Paris’te böyle değildi.”
N.H. müdür yardımcısına katıldığını söyledi. “Ayrıca bütün öğrencilerin ekonomik durumu aynı değil. Fakir öğrencilerimizin diğerlerine imrenmelerini istemiyoruz.”
-Sizce bir sosyal devlette neden yeni kıyafetler alamayacak kadar fakir insanlar var?
-Merhaba gençler! Nasılsınız?
-...
-Keyfiniz yerinde mi? Hayat nasıl?
-...
-Iıı… Buraya röportaj yapmaya geldik. Konuşmak isteyeniniz var mı?
-...
Kimse tek kelime etmedi.
Kıyafet yönetmeliği Madde 12 - Lise ve dengi okullarda (1) b. Erkek öğrenciler:
Ceket, gömlek ve pantolon giyerler; kravat takarlar. Okul yönetimince uygun görülmesi halinde, sıcak mevsimde sadece gömlek ve soğuk mevsimde ceket altına kapalı yakalı kazak giyilebilir. Okul içinde baş açık, SAÇLAR KISA ve temiz olur. Ense düz ve açık olup favori, sakal ve bıyık bırakılmaz. Zincir, kolye, yüzük vb. ziynet eşyası takılmaz.
Yönetmelik saç uzunluğuna dair göreceli bir terim olan kısadan daha ileri bir detaya girmiyor. Öğrenciler üzerinde zorbalıkla uygulanan bu baskıyı öğretmen ve okul yöneticileri tamamen keyfi, kişisel bir tanımlamayla belirliyorlar. Dolayısıyla öğrenciler tamamen o öğretmenin tolerans düzeyine, insafına bağlı olarak bedenleriyle ilgili çok doğal olan bu meselenin eziyetine maruz bırakılıyorlar.
Sınıftan çıktığımızda enerjik bir hanımefendiyle karşılaştık.
-Merhaba. Kısa bir röportaj için vaktiniz var mı?
-Ahh… Bu sene görev ve yetkilerim arttı. Dolayısıyla çok meşgulüm. Ama pekala ricanız üzerine konuşacağım.
-Bize biraz kendinizden bahsedin.
-Adım S.K., tarih öğretiyorum. Bir yandan da artık idarede görev alıyorum. Çocuğum ceketini giy. Çocuğum gömleğini düzelt. O kravatın hali ne öyle. O saçı kestir. TANRIM, BEN NE DİYORUM!”
S.K. yeni yetkileriyle birlikte gelen sorumlulukların onun karakterini değiştirmesinden korktuğunu söyledi.
-Önceden öğrencilerim beni çok severdi. Sevilmeyecek biri değildim ki. Özgürlüklerden yanaydım. Şu işe bakın! Beynime taktıkları idari görevli çipi yüzünden söylediklerimi kontrol edemiyorum. Tanrım! ÇILDIRIYORUM!
Filozofun yorumu:
“Vatandaş vezir olunca yüksek vergiye okey demiş. Sevgili dostum, bazen yeni makamlara yükselenler geçmişlerini unutur, önceden savunduğu değerleri motomot silip atmak öyle durumlarda çok da zor olmaz. Üj, bej yetki uğruna karakterinden ödün vermek de bizim kitabımızda yazmaz.”
S.K. kederli bir halde alnına masaj yaptı ve konuşmaya devam etti.
-Bazen öğretmenlerin padişahtan çok padişahçı olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerimiz yaşadıkları baskıların anlamsızlığını sorguladıklarında “Kuralları koyan biz değiliz, bunlar yönetmelik.” diyoruz. Ama yönetmelikleri düzenleyen kim? Eğitimi doğrudan sağlayan biz öğretmenlerin, öğrenciler için daha iyi olacak uygulamalara dair neden söz hakkımız yok? Hatta bu eğitimi alan, neredeyse bütün zamanını buraya veren öğrencilerin kendilerinin neden hiç söz hakkı yok?
Koridorun başından ritmik bir müzik yükseldi ve ortaya iki yandan takla atarak gelen iki kadın ve ortalarında salınarak, ağır ağır yürüyen başka bir kadın çıktı.
Bizler yaramaz kızlarız! Cessi, Yohanna ve Tiffani, SAVULUN!
S.K. panikle kaçmaya çalışırken, üç kadından sağdaki Yohanna ve soldaki Tiffani çevik bir hareketle S.K.’yi kolundan tuttular.
“Demek diktamıza karşı propaganda yapan vatan haini sensin.” Durumu hemen iki metre arkalarında duran Cessi’ye telsizle bildirdiler. Cessi sinsi adımlarla yanlarına geldi ve “Demek o artiz sensin.” dedi. Ekibimiz bu vahim manzara karşısında endişe duyarak oradan uzaklaştı.
Filozofun yorumu:
“Aga diyeyim sana, yağın bulaşsın bana. Güzel arkadaşım, kod adı Yohanna olan S.E. ve Tiffani olan N.D.’nin bu tür hareketleri, bize her öğretmenin S.K. gibi vicdan hesaplaşmaları içinde olmadığını, bazılarının gayet de keyifle bu zorbalığın bir parçası olmak için güce yanaştıklarını gösteriyor. Üçlünün yaptıkları Hindistan gezisinde örgütlendiklerini düşünüyoruz zümremce.”
Bir pencerenin önünde, bir çevçevenin içinde bize gülümseyerek bakan bir öğrencinin fotoğrafına rastladık. Hemen altında “B. seni unutmayacağız.” yazıyordu. Bir öğrenciye bu fotoğrafın hikayesini sorduk.
“B. geçen sene kanserden öldü. Çok sevilen bir arkadaşımızdı. Bir yıl içinde sürekli kötüye giden durumuna rağmen, ölümü yine de hepimiz için büyük bir şok oldu. Gerçi müdür yardımcımız S.T. onun öldüğüne hala inanmıyor. Zaten B.’nin hastalığının ilk günlerinden birinde B. düşüp bayıldığında S.T. onun numara yaptığını söyleyerek eve gitmesine izin vermemişti.”
Kanımızı donduran bu açıklamayı hemen S.T.’nin kendisine sorduk. S.T. önce bu olanları anlatan öğrenciyi cebinden çıkardığı alev tabancasıyla kavurdu ve bir sigara yaktı, kocaman bir dumanı mikrofonumuza üfledi ve konuşmaya başladı.
“Abicim ben ölüme inanmam. Hayatın ebedi olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu dünyada acı, özlem, yas, sevgi, dostluk, hatta anne sevgisi; hepsi külliyen yalan. B. de öldüm diye duygu sömürüsü yapıyor şimdi, bak göreceksin bir yıl sonra ortaya çıkacak tıpış tıpış gelecek. Elvis ve B. ölmedi. Ayrıca punk’s not dead.”
Bu sözleri gayet soğukkanlılıkla söyledikten sonra şuh kahkahalar atan S.T.’nin daha önceden de okul merdivenlerinden inerken sara krizi geçirip yere düşen bir öğrenci için “Dikkat çekmeye çalışıyor. Yalandan yapıyor.” dediğini öğrendik.
Benzer bir durum A. adlı öğrencinin herkesi sarsan ölümünün ardından idarede görev alan F.K.’nin, arkadaşlarının yasıyla ağlayan öğrencilere saldırmasıyla gerçekleşti. F.K. konu hakkında “Biz FBI tarafından her koşulda soğukkanlılığımızı korumak üzere eğitildik. Hiçbir ölüm ya da kayıp bizi etkileyemez. Öğrencilerimizin daha güçlü olmalarını istiyoruz. Ağlayanları dövüyoruz.” dedi.
Kameramanımız objektifini koridorun başına çevirirken, bir erkek öğrenci kamerayı görüp panikle vücudunun mahrem yerlerini kapattı. Koşarak yanına gittik ve ona neden çırılçıplak olduğunu sorduk.
“Öğretmenimiz E.S. önce kolumdaki bilekliği, sol kulağımdaki küpeyi, ardından siyah hırkamı, mavi gömleğimi, baskılı tişörtümü, kanvas pantolonumu ve arkasında KISS MY ASS yazan bokserımı aldı. Ben de kravatımla cıscıbıl kaldım.”
-Ama bu nasıl olur?!
“Oluyor işte; öğretmenler kurallara uymadığını düşündükleri eşyalarımıza kalıcı olarak el koyabiliyor, onları çöpe atabiliyorlar.”
Konuyu duyan bir kız öğrenci yanımıza geldi.
“Derse elimdeki kahveyi bitiremeden girdiğimde kahvemi çöpe döktürüyorlar.”
-Hay Allah, biz E.S.’nin başka bir okula tayin edildiğini duymuştuk ama.
“Evet, yeni okulunda bizim okulumuzu kötülüyormuş. Ayrıca okulumuzda çalıştığı dönemde edindiği kıyafet hasılatıyla bir defile düzenleyerek okulun ilk haftasında dikkatleri üzerine çekmiş.”
İki öğrenci S.T. tarafından kazan dairesinde zehirli gazla öldürülürken, ekibimizin dikkatini bir sınıftan gelen öksürük, hatta adeta boğulma sesleri çekti. Sınıftan içeri girdiğimizde bir öğrencinin boğazını tutarak çırpındığını gördük. Çabucak çantadan çıkardığımız bir şişe suyu öğrenciye uzatıyorduk ki başka bir el tarafından durdurulduk.
“DURUN!”
-Aman efendim, öğrenciniz boğuluyor. Burada bir öğretmen olarak önce sizin müdahale etmeniz gerekmez mi?!
“Öncelikle. Saygıdeğer arkadaşım. Ne için. Gelmiştiniz?”
-Türkiye Cumhuriyeti eğitim sisteminin güzelliklerini belgelemeyi amaçlayan bir proje için röportajlar yapıyoruz.
“Öyle mi. Buyrunuz oturunuz.”
-Öğrenciniz boğuluyor. Neden su içmesine izin vermiyorsunuz?
“Efendim. Acı. Çekilir. Boğulma. Yaşanır. Boğulsunlar efendim. Boğulsunlar. Boğulma, yaşanmalıdır.”
-Ne.
“Bu bir. Özel durumdur. Ama ben. Normal şartlar altında da. Dersimde. Bir öğrencinin. Su içmesine. Katiyen. Müsaade. Etmem.”
-Bunu yapmanızın sebebi nedir?
“Efendim. Bu. Benim. Nevi şahsıma. Münhasır. Problemlerimden. Kaynaklanmaktadır. Ayrıca. Küresel ısınmayı. Herkesten çok. Dikkate almaktayım. Evimi aydınlatmak için. Geleneksel ampul yerine. Fitilli lamba kullanıyorum. Evimin bahçesine. Bambu diktim. Neden? Çünkü bambular. Bahçe bitkilerinden. Çok daha fazla. Karbondioksit emer. Televizyonumu stand-by’da. Bırakmam. Öğrencilerimin de. Su israfında. Bulunmalarından. Hoşlanmıyorum. O su. Kıtlık geldiğinde. Çok fazla. Değerlenecektir.”
-Su bir doğal ihtiyaç değil midir? Bunu üç gün içemeyen insanlar ölüyor. Susuzluğunu gideren öğrenciler hem dersi daha iyi anlamaz mı?
“Efendim. Acı. İnsanı. Olgunlaştırır.”
Suratı mosmor kesilen öğrencinin öldüğü sırada zil çaldı ve teneffüs zamanı ekibimiz sınıfı terk etti. Merdivenden inerken S.T.’nin iki öğrenciye çılgıncasına haykırdığını gördük.
“HAYDAR BEY DE BENİM ARKADAŞIM AMA BEN ONUN KOLUNA GİRİP DOLAŞIYOR MUYUM?!?!?!?!”
Ama… Hocam…
“Sus! Cevap veeerme bana cevap veeermiyceksin. Zaten yine takmışsın lensleri ölü balık gibi bakıyorsun.
E hocam…
“Kaybolun! Bu seferlik hayatınızı bağışlıyorum. Şanslısınız ki bugün evden çıkmadan önce dünden daha az öğrenci öldüreceğime dair kendime söz vermiştim. Ama bir daha sizi baş başa diz dize görürsem gördüğüm yerde vururum!”
S.T.’ye onu bu kadar sinirlendirenin ne olduğunu sorduk.
“Ay Allah’ım, ahlaksızlık kol geziyor. Toplumda hiç ahlak kalmadı. Zaman kötü ve bu gençler de kötü yoldalar, gördünüz mü oğlan nasıl da kolunu kızın omzuna atmış, e pes doğrusu. Ben de gencim ve havalıyım ayrıca I know how to rock ama ben karşı cinsle öyle içli dışlı hiç oluyor muyum?”
Filozofun yorumu:
“Sevgili dostum. Kendilerinde motomot başka insanların ahlakına müdahale etme cüreti bulan insanların asıl kendileri ahlaktan nasibini alamamıştır. Başkalarını ahlaksızlıkla suçlayarak kendilerinde daha yüksek ahlaki değerler olduğunu ispatlamak zorunda hissedecek denli acizdirler. S.T. öyle görünüyor ki bunca çok değerli fonksiyonunun yanında bir de namus bekçiliğine soyunmuştur.”
İşte durum böyle sevgili okuyucularımız. Projemiz çerçevesinde ülkemizin eğitim-öğretiminin ne kadar erdemli, doğru, mantıklı, insancıl, sevgi ve saygı dolu kişilerce yürütüldüğünü gözler önüne sermekten gurur duyuyoruz. Bunu yaparken endişelenmeye ne gerek var? Biz köprüyü geçene dek ayıya dayı deme taraftarı değiliz; geçtiğimiz her köprünün manzarasını seyredebilmek bizler için daha değerli.
Okula yaptığımız ziyarette, okullarda gerçekten de büyük çelişkilerin olduğunu gördük; ve gözlemlerimiz sonucunda okulun bir toplum için en kritik yerlerden biri olduğu, ve ancak okullarında özgürleşebilen insanların yaratacağı bir toplumun yaşanılası bir yer olabileceği düşüncesine vardık.
İşler buradan bakıldığında vahim görünüyor. Biraz uzaktan baktığımızda da öyle. Daha uzaktan yine aynı. Fakat umut değerlidir; boş bir şey de değildir. Hareket ve değişim getirir.
Nasıl bir dünyada, nasıl yaşamak gerek? Parayla cennetin anahtarını satanlara gidip cehennemin anahtarı nasıl talep edilir? “Evladım manyak mısın, cehennemin anahtarını alıp ne yapacaksın?”
Banane banane. İsterim de isterim. Evet, isterim de isterim.
Galiba deli deyip bir miktar para karşılığı elimize verdikleri bir anahtar.
Bu anahtarla meydana koşanlar.
Heyyyy, cehennemin anahtarı bende! Kapısını az önce kilitledim! Artık kimse oraya gitmeyecek!
Kilitledim orayı!
Duydunuz mu?
Artık özgürsünüz!
2 notes
·
View notes
Text
Sevmek, aptallık mıdır?
Birini çok sevmek, aptallık mıdır?
Birini sevmek aptallık değildir. Asıl aptallık birilerini severken sevmeye çalışırken aynı sabrı, aynı şefkati ve sevgiyi kendimize göstermememizdir.
Birini severken kendimi kaybettiğim çok zaman oldu. Öyle sevdim ki karşımdakini, ben kimim ne hissediyorum ne yaşıyorum bunların hiçbir anlamı yoktu benim için. Önemli olan tek şey bütün benliğimle karşımdakini sevmek ve bunu ona göstermekti. Belki oda benim onu sevdiğim gibi sever diye düşünürdüm. Ne acı değil mi?
“Yemeğini yersen annen seni daha çok sever” sevgisi. “Ailemin istediği her şeyi yaparsam, kendime çeki düzen verip istedikleri gibi bir çocuk olursam daha çok severler” sevgisi. “Arkadaşlarıma çikolata alırsam beni daha çok severler” sevgisi. “Olsun benim kalbimi kırdılar çok kötü şeyler söylediler ama özür dilediler” sevgisi...
Düşününce ne çok aklıma gelen şey var. Sevilmek için verdiğim savaşlar o kadar kalbimi kırdı ki... Beni ben olduğum için sevmelerine fırsat vermemişim hiçbir zaman. Onlar nasıl birini görmek istiyorlarsa ben öyle biri olmuşum. Tek isteğim sevilmekti. Ne kötü.
Işte olay tam burada kopuyor. Fark ettim ki eğer onları sevdiğim gibi kendimi seversem ilerleyebilirim. Onları sevdiğim gibi kendimi sevdiğimde bir şeyleri daha kolay atlatabilirim. Ve gerçekten kendimi sevebildiğimde, onları da yeteri kadar sevmiş olacağım.
Bir gün biri bana “en güzel fotoğrafın hangisi” diye sormuştu. Telefonu elime alıp karıştırıp durdum en sonunda çevremdekilerin bana gerçekten güzel göründüğümü söyledikleri bir fotoğrafı gösterdim. Güldü, o kadar anlayamadım ki o an. “Bana sormayacak mısın?” dedi. “Senin en sevdiğin fotoğrafın hangisi?” dedim. Telefonumu istedi kamerayı açtı öylesine kendini çekti ve bana gösterip “bu” dedi.
Şimdi kafamda daha doğru bir yere oturtabildiğimi fark ettim. Benim güzel olmak için birinin bana güzelsin demesine ihtiyacım yok. Ben olduğum her an güzelim zaten. Tanrı hepimizi o kadar mükemmel yaratmış ki kusur olarak gördüğümüz şeyler bile bir lütuftur bize. Iyi ki burnum kemerli, iyi ki yüzümde lekelerim var, iyi ki yara izlerim var, iyi ki içe doğru basıyorum, iyi ki batıklarım var, iyi ki saçlarım kuru, iyi ki göbeğim var, iyi ki vücudumda tüyler var, iyi ki dişleğim... Varolduğum bütün hallerimle iyi ki benim.
Insanların birbirini kırmaktan korkmadığı şu dönemde hala birilerini kırmaktan çok korkuyorum. Çünkü ben gerçekten sevdiğin biri tarafından kırılmanın ne demek olduğunu çok iyi bilen biriyim. Beni kıran kimse ona sarılır ağlardım ben. O beni kırdığı için ben özür dilerdim. Ne garip. Ama şöyle bir şey var ki bunun farkındalığı daha yeni oluştu zihnimde. Hayatım boyunca çektiğim bu eziyetin daha yeni farkına vardım. Biri benim kalbimi kırıp geçirdiğinde ben onu alkışlayarak izliyordum. Başka biri beni kırdıktan sonra ona sarılıp ağlıyordum. Birinden onu çok sevdiğim için, sevgimi çok dile getirdiğim için özür diliyordum. Iyi ki yapmışım. Yaptığım şeyleri şu an onaylamıyorum ama o zaman iyi ki yapmışım. Otuzumda daha çok kırılmış bir kadın olmaktansa yirmilerimde “kırıldım ama artık buna izin vermeyeceğim kadını” olmak istiyorum.
Genelde bu tarz konuşmaların sonunu “aşk meşk yok artık sadece iş” mottosuna bağlayan bir çoğunluk var. Ama bence yanlış. Aşk var, sevgi var... Sadece artık neyi daha öncelikli tutman gerektiğini kavrıyorsun. Kendini seversen başkaları da seni sevecek ve sende onları seveceksin.
Sevgi iyileştirir. Ve sevgi paylaştıkça güzelleşir. Kendimi severek iyileştireceğim. Kendimi sevmeye başladıktan sonra çevremdeki insanlarda iyileşeceklerdir zaten. En çok kendimi kırmaktan sonra insanları kırmaktan çekineceğim yine. Ama bu sefer onlara gösterdiğim hoşgörüyü kendime göstereceğim.
Önemli olan büyük resmi görebilmek. Hayat kısa. Ölümü yakalayamıyorsun ama kendi hayatını yakalayabilirsin. Mutlu olmayı, kahkahalarla gülmeyi, sevilmeyi ve sevmeyi hak ediyorsun. Dünya çocukken umduğumuz kadar güzel bir yer değil ve acı hep varolan bir duygu. Bu acılardan ders çıkarmayı öğrenmeli, acılarımızı sevgimizle iyileştirebilmeliyiz.
Geçmez dediğimiz her şey geçecek ve bu dünyadan göçüp gideceğiz. Kendimizden bir parça bu dünyaya bir miras olarak kalacak. En büyük mirasım sevgim olacak. Sizi seviyorum, sağlıcakla kalın.
9 notes
·
View notes
Text
Dün Piri Reis üniversitesinin düzenlediği engelli bireyler için "Farkındalık Yolunda" etkinliğinde görev aldım. Benim için çok farklı ve etkileyici bir deneyim oldu. Oradaki insanlarla konuşmak, bu alanda profesyonel insanlardan bu problemleri dinlemek beni çok etkiledi. Günlük hayatta bu tarz problemleri o kadar görmezden gelip kendi toz pembe dünyamızda yaşıyoruz ki! Çok karmaşık duygular içinde geçirdiğim bir gündü; hem bu projede gönüllü diğer arkadaşlarla tanıştım ve her birini çok sevip keyifli vakit geçirdim hem de dünyada bu kadar büyük bir problem varken bizim bu konu hakkında ufak bir bilgi birikimimiz bile olmadığı ve bu kadar bilinçsiz olduğumuz gerçeği altında ezildim. Engelli bireylerin çoğu ülkemizde yeterli eğitim göremiyor, diğer insanlarla tamamen eşit haklara sahip olmasına rağmen toplumdan dışlanıyorlar ve bizim ülkemiz gelin görün ki bu konu hakkında hiç bir şey yapmıyor! Şimdi bunu söyleyince diyeceksiniz ki "olur mu öyle şey her yerde engelli rampaları var, engelli bireylerin ailelerine devlet belli bir miktar ödeme yapıyor, çoğu yere tekerlekli sandalyeyle ulaşım var." evet bunlar yapılıyor ama gelin birde bunun biraz daha iç yüzüne bakalım. Bizim gördüğümüz çoğu rampayı ve asansörü genel olarak sadece İstanbul belediyesi yapıyor ve bunlar bile yeterli sayıda değil. Devletin yaptığı ödeme konusunda ise eğer ki birey %40 ve %70 arasında engelli ise ayda sadece 1500 gibi bir ödeme alıyor ki bu para bu şartlarda yetecek o da ayrı bir problem. Her birey, engelli veya değil fark etmeksizin eğitim alma hakkına sahiptir ama bu hakkın eğer temel öğretimde görme engelli bireyler için yeterli koşullar sağlanamıyorsa hiç bir anlamı yoktur. Seminer sırasında bir bireyin babası konuşmak için söz hakkı istedi ve kızının 36 yaşında olduğunu şuana kadar kızına "ÖZGEM" dışında hiç bir kuruluşun yardımcı olmadığını ilk defa böyle bir proje düzenlendiğini görüp çok mutlu olduğunu ağlayarak anlattı. Bizim ülkemizde engelli bireylerin sayısı bu kadar fazlayken ve maalesef ülkemizde bu kadar yıkıcı bir depremden sonra bu sayı oldukça artmışken nasıl 36 yaşında özel gereksinimli kızı olan bir baba böyle bir farkındalık projesine veya bu tarz bir seminere ilk defa gelmiş olabilir? bunlar sadece işin yüzeysel boyutu bir de bunun psikolojik kısmı var ki bence en zoru bu. projemizde benim görev aldığım bölümde görme engelli bireyleri anlamak açısından insanlara göz bandı takıp bir baston vererek bahçede görmeden halı üzerinde kısa bir mesafe yürümelerini istedik, Bu etkinliği en son bende denedim. O göz bandını takınca kendinize güveniniz yerinde oluyor çünkü yolu biliyorsunuz, elinizde bir baston var ve nasıl olsa kısa bir mesafe gideceğim diye düşünüyorsunuz ama bir kaç saniye sonra işler tamamen değişiyor; yön kavramınız kayboluyor, sürekli kafanızın dibinde size bir şey çarpacak gibi hissediyorsunuz, dışarıdan gelen en ufak bir insan sesi sizi o kadar rahatlatıyor ki ama bir yandan da ya sürekli ya beni görmeyip çarparlarsa diye düşünüyorsunuz, kendinizle baş başa kalıyorsunuz ve o an beyniniz bir sürü tehdit üretiyor sanki kendi beyniniz size düşman oluyor, gittikçe kasılıyorsunuz ve tek güvence kaynağınız elinizdeki bir demir parçası kalıyor. 1 dakika içinde bunları yaşıyorken bir ömür yaşasam ne yapardım gerçekten bilmiyorum. Biz belki şanslı doğmuş olabiliriz ama hepimiz potansiyel engelli bireyleriz aslında, bunun bilincinde yaşamak çok önemli. Harika bir projeydi iyi ki tesadüf eseri duyup gönüllü olmuşum. Ben bilinçlenmek için bir adım attım ve bu konunun peşini bırakmayacağım. Umarım sizlerde bir adım atarsınız ve hep beraber bir şeyleri başarırız.
2 notes
·
View notes
Text
Üçüncü misafiri de ağırladım. Artık ben olmuşum bence 😃
3 notes
·
View notes
Text
Uzun zaman önceydi son görüşmemiz eski dostum, naber?
2022 de çok yazmamışım. Hayatım neredeyse 4 duvarlar, salak saçma attention whore ibneleri ifşalamak ve öcümü hakkımı almak ve en sonunda anti climactic sonuçlara bakıp pişman olmakla geçti.
Nede olsa hayat sıkıcı. Boş. Boş abi. Baya bence boş.
Nedense eski evime bakıp üzülürken, kaldırımında tarot açıp iki alkol gömerken çakırı aşmak için, gelip ot veren esrarengiz gayimsi abi ve 2 dallama sokak serserisi, yani sigarayı saranlar, ve olay çıkaran amcık ağızlı erkek ve orospu eski sevgilisi, o evden kat ve kat daha eğlenceli idi.
Aslında özlediğim eski arkadaşlıklar ne boş ve saçma ezikçeymiş. Kimse cidden siklememiş. İşin özü, daha az sikleyen ben oldum. Ne gerek var iyi biri olmaya. Bana faydası yokki. Karakterim kişiliğim daha ortada. Artık siklemiyorum bir kalıba girmek için.
Belkide 2020lerde olmak isteidğim kişi olmuşum haberim var. Bu korkunç. Değişmişim. Sonunda.
Artık hayatımıza devam. Stlaktada bişi çıkmıyor abi iki ağzıma sıçmak için karaktere bürünenler kırılıp ezikleşiyor. Napalım. siktiri çektim kimse kalmadı. Siktir git o zaman napak aq ölek mi amcık ağızlı delilere mi kalcaz.
Cidden ne salakmışım, hala pişmanım tek bir gün bile bu arkadaşlarla gezmeye. Keşke o zamanları bu karakterimi full kabullenebilseymişim.
Ben amsterdama gidiyorum sikerler ezik piçleri. I dont care.
1 note
·
View note
Text
yağmur
aslında gerçekten kimsenin hayatı kötü değil.. sonuçta iyide kötüde olsa bi eviniz aileniz arkadaşlarınız iş hayatınız sizi seven biri ya da sevdiğiniz birisi var tabii ki böyle anlatınca ne alaka herkesin hayatında yoluna gitmeyen şeyler vardır diyorsunuz illaki vardır pekii onların hayatını hiç düşündünüz mü? onların hayatı sandığınız, sandığımız kadar iyi değil. bir evleri yok yemek yedikleri bir yer yok paraları.arkadaşları.anneleri,babaları,kardeşleri ve en önemlisi onların tutunacak bir dalı yok evet umarım neyden bahsettiğimi anlamışsınızdır. evet hayvanlardan bahsediyorum şu hayatta gerçekten insanlardan fazla en önem verdiğim şey hayvanlar bir insanın canı yansa umrumda olmaz neden mi? çünkü onların her şekil tutunacak bi dalı var pekii ya hayvanların? onların kimi var? onların kimsesi yok. işte sırf bu yüzden veteriner olmak sokaktaki hayvanlara yardıma muhtaç hayvanlara yardım etmek istiyordum takiiii okulu bıraktığım güne kadar evet açıktan devam edip üniversite kazanmaya çalışıyorum benim tek hayalim veteriner olmak belkide kocaman bi evim olsun içinde bir sürü hayvan o kadar güzel olurdu ki ve hala bu hayallerim devam ediyor ama bi gün gerçekleşicek bunu biliyorum belki şuan elimde tuttuğum bilgisayarla veteriner bölümünde ders çalışıyor olurum tez yazarım? ne dersiniz? sizce olur mu? sizce ben hayvanlar için başarabilir miyim? evet ben başarmak istiyorum başarıcağıma inanıyorum. parada asla ama asla gözüm yok, mesela şuan ne kadar borcun içinde olsam bile mutluyum çünkü dünyanın sonu değil. ama onların sonu geliyor, onların sonunu aptal insanlar getiriryor e tabii doğal olarak bana diceksiniz sende insan değil misin? diye evet ne yazık ki bende insanım sanki bir önceki hayatımda kedi olmuşum gibi hissediyorum kedilere çok bağlıyım pekiiii sizin en sevdiğiniz hayvan ne? siz en çok hangi hayvana yardım edersiniz? insan mı seversiniz hayvan mı? pekii sizde dışarıya mama-su koyuyor musunuz? bence koymalısınız emin olun insanlara iyilik yapmak yerine hayvanlara yapın hem onların sevabına girersiniz,sizi mutlu eder,sizi eğlendirir,size arkadaş,aile... herşeyiniz olurlar imkanınız yoksa su ve artan yemek bile olur, imkanınız varsa yapabildiğinizin en iyisini yapın asla pişman olmazsınız. ilk bloğumun böyle olucağını bilmiyordum, mutluyum çünkü o kadar yıl sonra kendime ilk bilgisayarımı aldım, içimi dökmek istedim ama benden daha önemlileri var diyerekten aklıma hayvanlar geldiii. lütfen elinizden geldiği kadar onlara yardımcı olun eminim çok sevap çok dua alırsınız... sizleri seviyorum,ilk bloğum böyle olsun. dualarım hayvanlarla ve sizinle umarım sizde çok mutlu olursunuz sizleri seviyorum elinizden geldiğince sevgi,yemek verin fazla bir şey değil. umarım hayvanlara her iyilik yapanlar iyilik bulur. iyi geceler,hoşçakalın,sevgiyle kalın :)
1 note
·
View note
Note
Sen gökyüzüne bakarken(sorularıma) ayağın taşa(bana) takılmasın. Ben kendimden köşe bucak kaçıyorum. Bir de senden kaçmayayım çekirge. Hem senin avantajın var. Zıplayabiliyorsun. Balkabağı mevzuna gelirsek de… Külkedisi hikayesi. Bilirsin. Zaman dolunca balkabağına dönüşüyordu araba. Ben de zamanımın dolmasını bekliyorum ama çoktan balkabağı olmuşum gibi.
Yazdıklarını okurken etkileniyorum açıkçası, hani bir kitap okursun bir cümleye denk gelirsin ya da bir film izlersin bir replik duyarsın ve sende hafif şok etkisi yaratır ya ya da seni düşünmeye iter. Senin cümlelerin de aynı o şekilde, dün de demiştim kalemin güçlüymüş diye. Bu bir avantaj bence
Peki kendinden neden kaçıyorsun? Neler yaşadın ya da neler yaşatıldı sana ki kendinden uzaklaşmaya çalışıyorsun? Anlatmak istersen biraz daha spesifik anlatabilirsin. Ve geçmişimden biriysen ( ki yazdıkların beni tanıdığını gösteriyor) öyle kötü bir olay yaşadığım insanlar pek yoktu. Yani şimdi olmasa bile bir gün kim olduğunu söyleyebilirsin bana.
1 note
·
View note
Text
100 defa kontrol ettim bir mesaj gelir mi . En azından nasıl olduğumu merak eder mi , ben çok merak ediyorum .İyi misin değil misin . Umursuyor musun umursamıyor musun ? Whatsapp a girmek için başka bir nedenimin olmadığını farkettim bugün . Bir sonraki evre okula gitmek için bir nedenimin olmadığını farkettiğimde olacak . Yaşamak için bir nedenimin kalmamasından korkuyorum . Bu kadarı bizi yaratana saygısızlık olur zaten . Bir kaç gün hiçbir şey yapmak istemiyor canım . Arkadaşlarım çağırdı dünde bugün de içeriz kafa dağıtırsın dedi ama sen olsan bunu yapmamı istemezdin .Sen benim kötü olmamı istemezdin ki daha bunu arkadaşken farketmiştim ben . Hani derdin ya Kevser’de arkadaşın ama onunla daha iyiydin . Ben Kevser’de görmedim bunları gerçekten umursayan biri var ve samimi de değiliz . Neden diye sorardım kendime hep . Birini sevmek için bir nedeninin olması gerekmediğini seninle öğrendim ben. Baktım da hep iyi şeyler kazanmışım seninle , hep mutlu olmuşum . Üzüldüğümde çok derin üzüldüm yıprandım da ama bunu bile yaşamak bir insanla özel bir şeydi bence , sonuçta hayatta herkese bu şekilde değer vermedim . Özelsin , özeldin ve hep özel kalacaksın kalbimin güzeli . Böyle şeyler yazdıkça kendimi biraz kötü hissediyorum . Ya o senin karakterinden şüphe etmiş nasıl hala bunları düşünüyorsun diyorum . Sonra oradan içerden bir yerden bir ses geliyor , o gerçekten hep iyiyi hakediyor diyor . Bu ses hiç susmayacak , belki hayatım böyle sensiz devam ederse kısılacak azalacak unutulacak , ama gün gelip aklıma düştüğünde avazı çıktığı kadar bağıracak bundn çok eminim . Hep iyi ol . Hep….
0 notes
Text
Ben normalde buna çok dikkat eden bir insanım ve genelde şikayet etmeyi de edilmesini de hiç sevmem. İş arkadaşlarımdan biri sürekli ama sürekli patronlarımız ve iş hakkında şikayet eden biri ve ben de onu dinledikçe ona hak verip aynı sitemlerde bulunuyordum. Daha sonra bir baktım ki işim ve patronlarım hakkında sürekli şikayet eder olmuşum üstelik çok severek yapıyorum işimi. Ve bu beraberinde bence inanılmaz bir bereketsizlik getirmeye başladı hayatıma.
Bazen siz ne kadar farkında ve bilinçli olduğunuzu düşünseniz de etrafınızdaki insanlardan bilinçsiz bir şekilde çok fazla etkilenebiliyorsunuz ve bu hayatınıza sirayet ediyor. O yüzden etrafımızdaki insanlarla olan iletişimimizi de yine iyi belirlememiz gerek.
Ne konuştuğumuzun önemine çok inanıyorum. Şikayetle bereketsizliği şükürle bereketi çekiyoruz. Her zaman ama her zaman eğer ararsak şikayet edecek bir şeyler buluruz. Ama aynısı şükür için de geçerli. Neyi seçtiğimiz çok önemli, bereketi mi bereketsizliği mi, nasibi mi nasipsizliği mi, basireti mi basiretsizliği mi? Şükrettikçe artacağını bildiğimiz halde nimetin, neden şükürsüzlük peşinde koşup duruyoruz ısrarla?
2 notes
·
View notes
Note
Özür dilerim gerçekten özür dilerim. Nice mutlu, huzurlu, düzenli, umutlu yıllara güzel kız. Aslinda boyle konuşmaları beceremem ama özür dilerim ilk başta. Ve iyiki sana anonim olmuşum konuşmuşuz sonra sende iyiki bana anon olmuşsun tabi benim kadar hemen bulamadın ama olsun. Aslında doğum günülerini çok takmıyorum bence bir insan sevdiği insana her zaman itiraf edebilir sevdiğini. Ve seni gerçekten sevdim ben bi mesajınla olsa bile yanımda olduğunu hissetim çoğu yakın olduğum kişinin yapmadığını yaptın sen onun için ben için değerlisin. Ve sanma ki doğum gününü unutum diye sana değer vermiyor, sevmiyorum diye düşünme dedim gibi bir insan seviyorsa beli bir günü beklemez sevdiğini söylemek için. Neyse nice mutlu, huzurlu, bol sevgili, güzel yılların olsun seni seviyoum güzel kız<333
Haklısın belli bir günü beklemez seni seviyorum demeye ama hatırlamarını isterim ama çok teşekkür ederim yaaa iyiki varsın off sizin yüzünüzden ağlıyorum sjsjsj sizi çok seviyorum iyiki varsınız :')) <33 seni çok seviyorum yaa gerçekten çok teşekkür ederim seninle tanıştım için çok şanslıyım
10 notes
·
View notes
Text
Yiğit ismi çok güzel bi isim bence, Yusuf da güzel y harfiyle başlayanlar hep güzel bu kanıya nerden vardım varmadım kanı bana geldi oturduk konuştuk bunu bulduk, bi de bu ben ismi yiğit olanlara ünlü birini görmüşüm gibi bakıyorum aşık olmuşum gibi baktığım da oluyo bi gün beni yanlış falan anlicaklar da bakalım ne gün
5 notes
·
View notes
Photo
Merhabalar 🌼 Yaşam hak ölüm Allah'ın emri... Kaçınılmaz son... Bizim sitede karşı binada oturan bir abi vardı. Abi dediğimde vardır 65-70 aslında. Abiydi adam bence. Ava gider, apartmanın altında kuş besler,tavuk beslerdi. Ruhu gençti adamcağızın. Öyle de suratsız takılırdı. Gerilirdim selam versem mi vermesem mi diye. Ağzında sigarası öylece geçip giderdi yanımızdan. Ama ailecek tanırdık o abiyi. Ne zaman ava gittiği arabanın çamurundan belli olurdu. Ne zaman kuş aldığı da apartmana yayılan kanatlı hayvan kokusundan...Kerem bir kere balkondaki fırçayı aşağı fırlatmıştı da nerdeyse arabasına vuracaktı, mini bi kriz geçirmiştim. Sakin ama "ben Osmanlı kadınıyım, bak çarparım bakışlı" bir eşi var bu abinin. Gülerken görmedim çünkü ikisini. İkisi de babaanne ve dedeydi. Torunlarıyla gülüp oynuyordu elbette. Gerçek duygularını, gerçek yüzlerini bilemezdik ki zaten. Kahkahalar atmıştı elbette. Önceden apartmanda da kanatlı hayvan mı beslenir diye söylendiğim o abinin öldüğünü öğrendim dün. Görevli hamur dağıtıyordu. "Yaşar Abi öldü ya"dedi. "O kimdi?"dedim. Hani var ya "Şükran Abla"dedi. Baktım yüzüne manasızca. Dört yıldır oturuyordum bu insanlarla karşılıklı binalarda isimlerini bilmiyordum. "Şükran Abla?" "Hani senin karşı hizan". Dünden beri işte tam da bu andayım ben. O adını bilmediğim kuşçu abi ölmüş, hem de kanserden. Geç öğrenmişler öğrendikten kısa süre sonra da vefat etmiş. o gülerken hiç görmediğim ablanın adı da Şükran'mış ya. Yeni öğrendim. Utandım, kınadım kendimi. Öyle kimsenin hayatına etlisine sütlüsüne karışmayan, merak etmeyen bir insan olmuşum ki...Aslında çevreye duyarsızlaşmışım sanırım.Utandım kendimden... İnsan hiç tanımadığı birinin ölümüne üzülürmüş ya meğer. Arabasının önünden geçtim Yaşar abinin. Ah dedim ne kadar temiz. Yaşar Abi olsa çamurlu olurdu.Vay arkadaş dedim geçtim yanından... Velhasılıkelam. Yazacak çok şey var. Satır sayım az. İnsan bir gün var bir gün yok. Sabaha çıkacağımızın garantisinin olmadığı bir dünyada yaşamak bize hak, ölüm emir değil de nedir? Yaş ilerledikçe yaprak dökümü daha çok oluyormuş. Ya daaa dökülen yaprakları daha net görüyormuş insan yaş aldıkça. Bu ara her yer bana son(bahar)... Selamlar sevgiler https://www.instagram.com/p/CXEdtOAqjJp/?utm_medium=tumblr
3 notes
·
View notes
Text
Geçen bir arkadaşım erotik edebiyat yapabilir misin diye bana bile garip gelen bir soru sordu. Düşündüm de, yapamam herhalde. Bir kere önümde örnek olarak hatırladığım şeyler çok az.
***
Hikayeci bir kadın yazar, bir karakterine “oral seks sırasında ağzının yırtılacak gibi acıdığını” söylettirmişti. O zaman bu epeyce sıradışı sayıldı. Bir gazete de kadın yazarla röportaj yapıp böyle bir deneyim yaşayıp yaşamadığını sormuştu. Yazar da “yaşamasam yazamazdım” dedi. :))
Erotik edebiyat deyince aklıma bu geliyor.
Geri kalanı da porno dergilerden oluşan bir kültür. 90 ların başında “kral” diye bir dergi var. Poşette satılıyor gazete büfelerinde. O zamanlar ne kişiliğime uygun bulurum öyle bir dergiyi ne de isteyip alabilirim.
Biliyorum bir cesaretle dergiyi utanmadan alsam eve götürene kaddar bütün ankara bu durumdan haberdar olmuş, bende dünyanın en aşağılık adamı olmuşum gibi büyük bir suçluluk duyarak götürürüm.
Ben yapamazdım ama bir kaç tanesini bir şekilde görmüş oldum. Genellikle color climax’tan aşırma resimler oluyormuş - color climax ünlü bir porno dergisi o yıllarda,- işte ordaki çalıntı resimlere çok nadiren türk hatunlarda ekleyip porno dergi olarak yayınlıyorlardı. Yayınlayanlarda sonradan bir itiraflarında okumuştum tesadüfen şimdilerin star yazarı olan bir kaç aç tip, işsiz parasız zamanlarında böyle bir uyanıklık yapmışlar.
Gerçekten de uyanıklık. Ben aç kalsam benim aklıma yine gelmez- Bu toplum cinsellğe aç burdan biz voleyi vururuz diye düşünemezdim, adamalar düşünebiliyor.
herneyse adamlar boş adam değil, boşuna günlük gazetede yazar olmuş değiller yani. Engin bir porno kültürlerri var. Hayal güçlerri var. Aklımda çok net bir örnek.
Harika bir Necla bulmuşlar. Gerçekten o tarz dergilerde vücutları darmadağın olmuş yaşlı hayat kadınlarını anca soyabilirlerdi. Necla gerçek bir fıstık. Resimlerde yüzü görünmeyen bir adam necclanın işini bitiriyor ama necla kadar hikayede orjinal.
Adam polisten kaçarken neclanın penceresinden içeri girmiş oluyor can havliyle. Yüzssüz adamın neden kaçtığı belli değil ama yazara göre adam Ahmet Altan olabilir. O zaman ahmet altan azılı kominist sayılıyor demek ki, bir kaç yeri bombalamış kaçarken neclanın evine girmiş oluyor. Girmişken de bakıyor ki evde yalnız bir güzel var. İşini bitiriyor.
E yani bu da bir hayal gücü sayılır.Bu porno hikayeyi yazanlar bir kere ahmet altanı biliyorlar. Entel sayılamya yeter de artar bile.
Sonra abazanlara öğütlerrde olurdu. Nasıl kadın tavlanırı özet halinde yazmışlardı. Öyle kalın kitaplara gerek yok. Birinci ders paran çoksa kızın gözünü parayla döndür.
Paran yoksa hiç olmazsa zeki, kültürlü görün, şiir filan oku, o nasıl olsa şiiirden filan anlamaz, sadece senin zeki olduğunu düşünür.
Bu ikisi de yoksa kızla boşa tanışma, tanıştıysan o hoşçakal demeden sen de, kızın elini sık, sonrada elini yıkamdan git bir otuzbir çek.
----
Boş bir laf gibi ama, bence bu derste gerçek bir hayat tecrübesi var. Ruhsal analiz var, toplumsal kültür- ahlak var. Var oğlu var.
---
İşte erotizm kültürü böyle oluşmuş bir kişi olarak nasıl bir edebiyat yapabilirim diye düşündüm.
----
Geçenlerde bir stand-up izliyorum. Sanırım tuz biber kanalındaydı.. kadın standupçı, sokakta kendisine “amını yalim abla” denilmesini tiye alıyordu. Bu sözle dalga geçebilecek bir düzeye gelmek en başta güzel. İkincisi : gerçek. Yani toplumda böyle adamlar yok mu? Var.
Yani adam erotizmin kralını bir cümleyle yapabiliyor ve genellikle toplumun en cahil kesimi olması beklenir bu sözü söyleyenin.: Amını yalim abla...
yalim’ de yalayımın kısaltması... postmodern konuşan ilk çağ insanı yani
Daha bunun üstüne nasıl bir edebiyat yapmalı ki sarsıcı olsun, bir ilk çağ insanından daha tahrik edici bir şey söyleyebil...
Beni aşar sanırım. Belki de aşmaz, kabalığımla ilk çağ insanı diye nitelediğim kesime yakınım.
Amını yalim abla...
:))
0 notes