#batı bölünmesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
BATI BÖLÜNMESİ: AYNI ANDA ÜÇ PAPA OLUR MU? | MESELE
Papa, yani Katolik dünyasının babası… Peki, bir evde üç baba olursa ne olur? Evet, Hıristiyanlık tarihinde öyle bir dönem oldu ki aynı anda 3 tane papa birden vardı. Peki, nasıl oldu bu? Hangi olay bu duruma yol açtı? Hıristiyan dünyasında nasıl etkileri oldu? Bu karışıklık dönemi nasıl sona erdi? Gelin videonun devamında Batı Bölünmesi dönemini hep beraber inceleyelim. (intro) …
#avignon papalığı#aynı anda 3 papa#aynı anda üç papa#batı bölünmesi#bir dönem neden üç papa birden vardı#constanz konsili#fransız etkisinde papalık#hıristiyanlık tarihi#katolik bölünmesi#konstanz konsili#papa v. clement#papalığın bölünmesi#papalık neden avignona taşındı#papalık sarayı neden avignona taşındı#pisa konsili#roma papalığı#tarih#western schism
0 notes
Text
🎯 Sultan Mahvettin Olarak mı Anılmak İstiyorsunuz? 🎯
İyi dinleyin bizi, bu sizin seçiminizdi.
Kötülüğü ve kötü olmayı seçtiniz.
Görevi kötüye kullandınız.
Gücü verene karşı kullanmaya kalktınız. Bir gün bu gücü verenler bunun hesabını sorar diye hiç düşünmediniz!
O gücü ele geçirmek isteyenler yararına hizmet ettiniz.
Bunun karşılığıdır en ağır sözlerimiz.
Kurşundan daha fazla acı çektirir.
Söz her hatırlandığında öldürür, söz bir kerede öldürmeyi sevmez.
Bu sebeple en sağlam olanlarından seçtik sözlerimizi.
Bir heykel gibi dikilecek insanlık adına sizin karşınıza.
Madem korkmuyorsunuz neden engeller yığıyorsumuz sözlerimizin önüne?
Türkün tarihinden bentleri yıka yıka geliyoruz.
Yurdu ve ulusu perişan eden maceranın sonu geldi.
Kimin hakkını kime ne hakla yediriyorsunuz?
Sorumlu yurttaşlık gereği böyle bir yazı yazmak zorunda kaldık. Ayrıca biz iftira atmıyoruz. Her satırın ayrı bir gerekçesi var sizin sebep olduğunuz.
Madem siz ulusun yararına yapılması gerekenleri yapmama konusunda biz yurttaşlar ile bir inatlaşmaya kalktınız o zaman bunun da bir bedeli olacak. Çünkü Türk ulusunun daha fazla bedel ödeyecek gücü ve sabrı kalmadı.
✓ Kovulması gerekenler tüm sömürgeci işgalciler yüz yıl önce olduğu gibi yine kovulacak,
✓ Bilinçli göz yumduğunuz ilim yayma adına her evin altında cehaleti örgütleyen yasa ve yasa dışı tüm faaliyetler kapatılacak,
✓ Elinde ki güç ve yetkileri tehdide dönüştürenlerden ( Devlet yok şirk düzeni şirketler var diyen sermaye) üretim ve hizmet araçları sahipliği alınarak kısıtlanması gerekenlerin güçleri azaltılarak hadleri hukuk içinde adaletle bildirilecek.
✓ Ulusun ve yurdun bölünmesi ve parçalanması amacıyla demografik yapıyı bozmaya yönelik mülteciler siz yabancılar ile projelerinde iş tutan (bop eşbaşkanı) mürteciler ile birlikte ülke yönetme yetkisini demokratik kurallar içinde yerinize sizin gibi bir zihniyetin gelmesi de önlenerek halkın iradesi yönetime eninde sonunda devrim ve kamulaştırma ile gelene kadar hukuk içinde direniş ile mücadele edilecektir.
Hepsi sizin eserinizdir.
Bizim direniş gücümüzü de siz artırdınız.
Huzuru artırmak yerine bozmaya kalktınız.
Gizli niyetinize hizmet ettirecek bir gücü artık bu toplum size ve sizin yolunuzdan gidenlere vermiyor.
Yetmiş beş yaşında ki ihaneti tarihin çöplüğüne atacağız. (14 Mayıs 1950)
Bizi tehdit edenlerin mamasını kesmek yerine bu düzeni sürdürülebilir bir düzen yapma gayretiniz bizi uyandırdı.
Herşeye biz karar veririz diye tehdit edenlerin karşısında yumuşak karna dönüşmüş haliniz verdiğiniz tavizler günbegün toplumda kaygıyı artırıyor.
Bu kaygıyı azaltmak yerine sizden taraf olmayanı görmezden gelerek sizi iktidarda tutacak kitlenin hoşuna gidecek siyaseti devam ettiriyorsunuz.
Yolunuz yol değil, gidişatınız gidişat değil. Kendinizi kurtarmayı toplumun üstünde tutan bir anlayış olarak benimsemiş olmanızı kabul etmiyoruz.
Yetki sorumluluk demektir her sorumluluk hesap vermek zorundadır.
Devlet, iktidar olmanın çiftliği değildir.
Bu tür anlayış padişah geleneği bir kültürün ürünüdür. Cumhuriyet devrimleri bu anlayışı ortadan kaldırmak için yapılmış iken tersini yapmaya kalkmak yıkıcı bir tutumdur.
Bu topraklarda son örnek Vahdettin olmak gibi bir gayret peşinde koşuyorsunuz.
Batı çetesi bu topraklardan bir Saddam benzeri bir sonuç çıkarmak peşine düşmüş bunu biz görüyoruz siz görmüyor musunuz?
Görüyorsanız o zaman neden doğru işler yapmak yerine tersine gidiyorsunuz?
Biz ülkemizde bu tür bir sonuç yaşansın istemiyoruz. Birleştirici, bütünlüğü koruyan bir çaba harcıyoruz. Sizleri de aynı çabaya davet ediyoruz.
Bir Osmanlı hayranı olarak ve saray zihniyetini benimsemiş biri olarak seçimle iş başına getirilmiş padişah benzeri bir yönetim anlayışını dayatan Sultan Mahvettin olarak mı anılmak istiyorsunuz?
Son bir tavsiye ile bitirelim;
Yaşam çoğu zaman insanın kendisi ile ters düşmesine sebep olacak sonuçlar üretir. Eğer doğru ters düşen kararlar almayı gerektiriyor ise insanlığın ve doğanın yararına bu kararları almak gerekir. Ülkemizde özelleştirme talanına sebep olanlar sonuçları itibariyle kamulaştırma gerçeği ile yüzleşmek zorunda kaldılar. Bu kararlar alınmadığı takdirde bu inatlaşmak kendi sonları olacaktır. Doğru her zaman tektir ve o doğrunun gerçekleşmesi için yaşam şartları ve tüm tarafları buna zorlar. Haklı zora dağ bile dayanamaz.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#sultan mahvettin
0 notes
Text
YAZIDA DENGE
METİNLERİN HASSAS DENGELERİ
1. Bütünlük(cohesion) ve bağlaşıklık (coupling) gibi programcılık kavramları betimleme, kompozisyon, gazete yazısı gibi metinler için de uygulanabilir. Aynı şekilde, sistem çözümlemede bir sistemi analiz etmek ve betimlemek için kullanılan hiyerarşik çözümleme ve betimleme yöntemi de metinleri analiz etmede kullanılabilir. Sihirli sayı yedi (7+-2) ifadesiyle tanımlanan kısa bellek kapasitesinin sınırları ile cümledeki özne ve yüklem arasına giren diğer dilbilgisi öğeleri ve kelimelerle açılan mesafenin anlaşılırlığa etkisi arasında paralellik kurulabilir.
2. Bir cümlenin anlaşılırlığı, boyuna ve yapısının basitliğine bağlıdır. Cümleyi oluşturan anlamlı ifade birimleri arka arkaya(dizisel, sequential) sıralandığında kısa bellekte tutulması gereken ifadelerin(anlam ağlarının) sayısı ve dolayısıyla kısa belleğin yükü azalır, anlaşılırlık artar.
2.1 Örnek. 2.1.a İstatistikler gösteriyor. 2.1.b İstatistikler notu gösteriyor. 2.1.b İstatistikler kötü not aldığını gösteriyor. 2.1.c Dünya çapında istatistikler kötü not aldığını gösteriyor. 2.1.d Dünya çapında istatistikler demokrasinin kötü not aldığını gösteriyor. 2.1.e Dünya çapında yapılan istatistikler demokrasinin kötü not aldığını gösteriyor. 2.1.f Dünya çapında yapılan istatistikler demokrasinin kötü not aldığını açıkça gösteriyor. 2.1.g Dünya çapında yapılan istatistikler demokrasinin pek çok ülkede kötü not aldığını açıkça gösteriyor. 2.1.h Dünya çapında yapılan istatistikler, ABD ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını açıkça gösteriyor. 2.1.i Dünya çapında yapılan istatistikler, bir avuç Batı Avrupa ülkesi ve bu ülke yurttaşlarının kurduğu ABD ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını açıkça gösteriyor. 2.1.j Dünya çapında yapılan istatistikler, sonbahara dönüşen Arap Baharı deneyiminin de bize gösterdiği gibi, bir avuç Batı Avrupa ülkesi ve bu ülke yurttaşlarının kurduğu ABD ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını açıkça gösteriyor. 2.1.k Dünya çapında yapılan istatistikler, sonbahara dönüşen Arap Baharı deneyiminin de bize gösterdiği gibi, bir avuç Batı Avrupa ülkesi ve bu ülke yurttaşlarının kurduğu ABD ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını ve bu kısır döngünün uluslararası bir soruna dönüştüğünü açıkça gösteriyor. 2.1.l Sonbahara dönüşen Arap Baharı deneyiminin de bize gösterdiği gibi, bir avuç Batı Avrupa ülkesi ve bu ülke yurttaşlarının kurduğu ABD ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını ve bu kısır döngünün uluslararası bir soruna dönüştüğünü dünya çapında yapılan istatistikler açıkça gösteriyor.
3. Özneyle yüklem arası uzaklığın boyunun uzaması(araya giren cümle elemanları) bu elemanların kısa belleğe(yığın, stack) atılmasıyla sonuçlanır.Ardışık (dizisel, sequential) olmayan yapılar hatırlanması gereken öğe sayısını arttırarak kısa belleği doldurur, anlamayı güçleştirir. 3.1 Yüklem gelmeden cümle tamamlanmadığı ve anlam oluşmadığı için, özne ve ona eşlik eden bütün sıfat tamlamaları kısa bellekte saklanır. Özneyle yüklemin arasının açılması, kısa belleğin(zihnin) yükünü arttırarak bir zembereğin gerilmesi gibi bir gerilim oluşturur. Yüklem gelir gelmez özne ve yüklem tamamlanır, anlam ortaya çıkar ve zemberek boşanır, gerilim sona erer, zihin rahatlar.
4. Uzun cümleler her biri tek başına anlamlı, bütünlük sahibi(cohesive) cümlelerin arka arkaya (dizisel, sequential) bir şekilde bir araya getirilmesiyle daha basit ve anlaşılır hale getirilebilir. Fakat uzun bir cümlenin bir dizi küçük cümleye bölünmesi bu cümleler arasındaki ilişkiler nedeniyle bağlaşıklığı (coupling) arttırır, bu da anlamayı güçleştirir. Bağlaşıklığı minimize etmek için cümleler olabildiğince birbirinden bağımsız olmalıdır ve sadece birbirini takip eden cümleler bağımlı olmalıdır. Böylece bir sürü cümleden oluşan bir paragrafı anlamak için birbirini takip eden iki kısa cümleyi anlamak/hatırlamak yeterli olacaktır. 5. Çok sayıda (aşırı basit)parça arasındaki ilişkiler(coupling) karmaşıklığı arttırıp, anlamayı güçleştirir. Bütünlük ve bağlaşıklık arasında optimal denge söz konusudur. Yani ne çok uzun cümleler kurulmalıdır ne de aşırı kısa cümleler.
6. Büyük bir anlam ağından oluşan bütün(uzun ve karmaşık bir cümle) ise, hiyerarşik çözümleme/betimlemeyle, kolayca sindirilebilir, yüksek bütünlüklü (highly cohesive) ve düşük bağlaşıklıklı (lowly coupled") parçalara(küçük cümlelere) bölünebilir. Tabii dile kolay.
7. Örnek (2.1.l) 7.1 Demokrasi ancak bir avuç Batı ülkesi ve bu ülke yurttaşlarının kurduğu ABD ve Avustralya gibi birkaç ülkede başarılı olmuştur. 7.2 Pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını ve bu kısır döngünün uluslararası bir soruna dönüştüğünü dünya çapında yapılan istatistikler açıkça gösteriyor. 7.3 Sonbahara dönüşen Arap Baharı deneyimi de bu istatistikleri doğrulamaktadır.
8. Büyük bir anlam ağının (bütünün) düğümleri ve düğümler arası ilişkilerini son derece küçük bir kapasiteye sahip kısa bellekte tutmak imkansız olduğu için büyük anlam ağı (bütün) olabildiğince birbirinden bağımsız küçük anlam ağlarına(bütüncük) bölünmelidir. Bu işlemi yaparken izlenecek temel strateji de zihnin kısa bellek kapasitesi, istifleme(chunking) ve seri işlem yapma özelliklerine bağlıdır. 8.1 Bölme sonucunda ortaya çıkan anlam ağlarının büyüklüğü iki faktöre bağlıdır. Her anlam ağı kendi başına bir anlam bütünü oluşturacak kadar büyük(iri parça, chunk) fakat kısa bellek kapasitesini aşmayacak kadar da küçük olmalıdır. Ayrıca bölme sonucunda ortaya çıkan parçaların(bütüncük) sayısı da kısa bellek kapasitesi sınırları içinde olmalıdır. Yani bölme sonucunda her biri en fazla 7+-2 bileşenden oluşan en fazla 7+-2 bütüncük ortaya çıkmalıdır. 8.2 Bölme sonucunda ortaya çıkan anlam ağlarının kendi düğümleri birbiriyle sıkı bir şekilde ilişkili(bağlı, cohesive) olmalı ve olabildiğince bağımsız bir iri parça(chunk) oluşturmalıdır. 8.3 Bölme sonucunda ortaya çıkan her küçük anlam ağının(bütüncük) düğümleri(bileşenleri) ve düğümler arası ilişkileri kısa belleğin kapasitesine uygun olmalıdır. 8.4 Bölme sonucu ortaya çıkan küçük anlam ağlarının diğer anlam ağlarının düğümleriyle ilişkileri, bağları olabildiğince az sayıda olmalıdır. 8.5 Sadece birbirini takip eden küçük anlam ağları arasında bağlar(Coupling) olmalıdır. (Dizisel, sequential yapılar zihnin seri işlem yapma özelliğine uygundur). Küçük anlam ağları anlamlı olacak şekilde ardışık olarak dizildiğinde, biribirinden uzak anlam ağlarının düğümleri arasında bağ, ilişki (atlama) olmamalıdır. Bu özellik, programlamada “git” (goto) deyiminin kullanılmamasını çağrıştırmaktadır. http://homepages.cwi.nl/~storm/teaching/reader/Dijkstra68.pdf
9. Filling Short Term Memory Stack, Tension And Resolution in Poetry. Gerilim/Boşalma ile sonuçlanan birbirini tamamlayan öğeler(ses uyumlu heceler) arasındaki mesafenin optimum büyüklüğe çekilerek kafiyenin güçlendirilmesi. 9.1 Bugün Pazar, Nazım Hikmet 9.1.1 Bu anda ne kavga, ne hürriyet, NE KARIM(toprak ve ben) BAHTİYARIM. 9.1.2. Bu anda ne kavga, ne hürriyet, NE KARIM(toprak, güneş ve ben) BAHTİYARIM. 9.1.2.1 Kafiyeli kelimeler(KARIM-BAHTİYARIM) arası mesafenin daralması/açılması, kısa belleğin yükünü azaltıp/arttırarak oluşan gerilimi de azaltıp/arttırıyor, gerilimin şiddeti de kafiyenin gücünü belirliyor. Mesafenin küçük olması gerilimin de küçük olmasına ve kafiyenin gücünün de zayıf olmasına neden oluyor. Mesafeyi biteviye arttırmak gerilimin de biteviye artması anlamına gelmiyor. Mesafe arttıkça kısa bellek de doluyor ve kısa belleğin sınırları geçilince gerilimi oluşturan baştaki uç kayboluyor ve gerilim sıfırlanıyor. Kafiyenin gücü bir yere kadar artıyor, belli bir noktadan sonra zayıflamaya başlıyor. Mesafeyi çok açmak kısa belleğin sınırlarını aşma ve kafiyenin baştaki ucunun kaybıyla(unutulmasıyla), dolayısıyla kafiyenin bozulmasıyla sonuçlanıyor. Yani Optimal bir denge söz konusu. 9.2 DÜŞMAN, Nazım Hikmet 9.2.1 Ve elbette ki, sevgilim, ELBET[dolaşacaktır elini kolunu sallaya SALLAYA(, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi) TULUMUYLA bu güzelim memlekette] HÜRRİYET. 9.2.1.1 Nazım Hikmet, bu dizelerde iki kafiyeli dize yapısını iç içe kullanmış. Dışardaki kafiye çiftinin (ELBET-HÜRRİYET) arası çok açılmış ve bu kafiye pek duyulmuyor. İçerdeki kafiye çiftinin(SALLAYA-TULUMUYLA) arası çok fazla değil ve bu kafiye çok daha net duyuluyor. EK. Sihirli Sayı YEDİ. http://psychclassics.yorku.ca/Miller/
0 notes
Text
Birinci ve İkinci İsrail'i birleştirme adımı.
Sene 1967. Arap ülkeleri ve İsrail arasında “Altı Gün Savaşı” yaşanmıştı. Cephenin bir tarafında Mısır, Ürdün, Suriye ve onlara asker, cephane yardımı yapan Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas, Cezayir gibi ülkeler bulunuyordu. Karşı cephede ise İsrail vardı. Üçüncü Arap-İsrail Savaşı olarak bilinen ve altı gün süren bu savaş, İsrail'in kesin zaferiyle sonuçlandı. İsrail Sina Yarımadası, Golan Tepeleri ve Batı Şeria'yı ele geçirerek topraklarını genişletti. Daha sonra Sina'dan çekilmelerine rağmen, diğer yerleri ellerinde tuttular.
ABD Başkanı Donald Trump, dün sosyal medyadan skandal bir paylaşım daha yaptı. Trump, “52 yılın ardından ABD için İsrail'in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tam olarak tanımanın zamanı geldi” dedi. Trump'un bu kararı Birleşmiş Milletler'in yasalarına açıkça aykırı. ABD, “Bölgede İsrail ne istiyorsa ben onu yaparım” diyor. Zaten Golan konusunda en çok çalışan ABD'li Lindsay Graham'dı. Graham ABD derin devletinin ve neoconların önemli isimlerinden.
ABD bir süredir tek taraflı politikalar izliyor. Venezuela'ya devlet başkanı atamaya çalışması, İran'a ambargo girişimi, Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan etmesi ve şimdi de bu. Fakat dünyadan tepkiler yükseldi ve ABD her onuda olduğu gibi bu konuda da yalnız kaldı. Peki Golan'ın önemi ne?
Kuzeyin güvencesi
Golan jeopolitik anlamda önemli bir yer. İsrail, Golan'a hâkim olarak kuzeyini güvence altına alıyor. Golan Tepeleri, Şam'a yalnızca iki saat uzaklıkta. İkincisi, Golan Tepeleri, İsrail'in su ihtiyacının yüzde 35'ini karşılıyor. Yani Golan, İsrail'in hayatını devam ettirmesinde önemli bir doğal kaynak yaratıyor. Üçüncüsü, İsrail buraya sahip olarak PKK/PYD bölgelerine yakınlaşıyor. Hemde Hamas, Hizbullah, Suriye ve İran güçlerine karşı bir mevzi tutuyor. Özetle, İsrail bu tepelere hakimiyet kurarak, Suriye Hükümeti’ni hem Fırat’ın doğusundan, hem de Şam’ın batısından kuşatmak istiyor.
ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nden önceden bahsetmiştik. Zaten herkes biliyor artık. Hedefte Batı Asya petrolünü Akdeniz üzerinden Avrupa ve ABD'ye taşımak var. Bunun için de Irak, İran, Suriye ve Türkiye'nin bölünmesi ve ikinci bir İsrail görevi görecek bir ülke kurulması hedefleniyor. Bu ülkenin Akdeniz'e açılması hedefleniyor. Akdeniz'e açılamazsa, İkinci İsrail yani “Kürdistan” ayakta kalamaz. Barzani'nin sözde referandum girişiminden sonra Irak Ordusu'nun müdahalesiyle gerilemesi, ABD'nin de bölgeden çekileceği yönünde karar alması, İkinci İsrail'in yok olması anlamına geliyor. Zaten Suriye'nin savaşı kazanması, Türkiye'nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarıyla sözde Kürdistan’ın Akdeniz'e açılma hayalleri suya düştü.
İşte tam bu süreçte, Golan adımı gelmesi dikkat çekiyor. Golan üzerinden İsrail PKK/PYD bölgesine yaklaşarak, oradan çıkarılan petrol ve gazın İsrail limanları üzerinden Akdeniz'e çıkarılması ve buradan Avrupa'ya gönderilmesi planlanıyor. Bir yandan zaten İsrail gazını Avrupa'ya yollama projesi olan East-Med görüşmeleri sürüyor. İki gün önce ABD Dışişleri Mike Pompeo'nun İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Yunanistan Başbakanı Alexis Çipras ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Nikos Anastasiadis ile Kudüs'te bir araya gelmesi ve bu konuda anlaşmaya varması dikkat çekmişti. İsrail de bu adımla iki taş vuracak. Bir: Vaadedilmiş topraklara bir adım daha yaklaşmak. İki: Kendi güvenliğini sağlamak.
Mesaj Şam'la verilir
ABD ve İsrail'in Golan adımı görüldüğü gibi doğrudan Türkiye'yi de ilgilendiriyor. Çünkü Golan'ın güvenliği için Suriye'nin istikrarsız olması ve başka şeylerle oyalanması demek. Bu anlamda, ABD ve İsrail'in elinde kalan tek kart PKK/PYD. Bunun için PKK'yı koruması gerekiyor. Türkiye'den Golan mesajı bugün, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Dışişleri Bakanları Düzeyinde Açık Katılımlı Acil İcra Komitesi Toplantısı'nda Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından verildi. Erdoğan, "İsrail yönetiminin aralıksız saldırılarına maruz kalan Filistin'i korumak ve davaya sahip çıkmak birinci vazifemizdir. Trump'ın Golan Tepeleri ile ilgili talihsiz açıklaması bölgeyi yeni bir kriz ve gerilimin eşiğine getirmiştir. 1968'den bu yana İsrail işgali altında olan bu bölge içerisinde Türkmenlerin de olduğu birçok etnik yapıyı göçe zorlamıştır. Golan Tepelerinin işgalinin meşrulaştırılmasına asla izin veremeyiz” dedi.
Fakat bir şey dikkat çekiciydi. Erdoğan Golan'ın Suriye toprağı olduğundan hiç bahsetmedi. Konuşmasında bir kere bile Suriye geçmedi. Kibirin yansıması ve devlet aklının yokluğundan başka bir şey değil bu konuşma. Düşman ortak. PKK'ya can simidi atan bir İsrail ve ABD var. Suriye toprağı en başta Suriyeliler ile savunulur. Suriyesiz Golan Tepeleri'ni nasıl savunacaksınız? Siz Filistinlilere yardım mı etmek istiyorsunuz? En büyük yardım Golan Tepeleri'nin asıl sahibine yani Suriye Hükümeti'ne geçmesidir. Siz PKK'yı zayıflatmak mı istiyorsunuz? En kolay çözüm Golan Tepeleri'nin asıl sahibine yani Suriye Hükümeti'ne geçmesidir. Siz Fırat'ın doğusundaki terör koridoruna operasyon mu yapmak istiyorsunuz? En kolay yolu Şam'la anlaşmaktır. Ama kibir ve yanlış politikalar zaman kaybından ve düşmanı güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. Yaramıyor da, görüyoruz.
Batı Asya trenine geç kalmamak
Şu konuda Hükümet net olmalı ve şöyle tavır almalıdır: Golan Tepeleri Suriye Arap Cumhuriyeti’nin toprağıdır. Golan Suriye’nindir, Suriye ile birlikte savunulur.
Bu tavrı alamayanlar ne bölgenin ne de Türkiye'nin sorunlarını çözebilirler. Şam'la el sıkışmazsanız, ileride Diyarbakır'ı kaybetme tehlikesiyle karşılaşırsınız. Esad'la barışmazsanız, İsrail ve ABD'ye hizmet edersiniz.
Artık bölgedeki dengeler değişiyor. Batı Asya ülkeleri birleşmeye başladı. Türkiye, Irak ve İran teröre ve bölücülüğe karşı ortak operasyonlar yapıyorlar. Rusya ve Çin de bölgenin mücadelesini destekliyor. Avrupa artık ABD'nin hegemonyası altında değil. Kendi ordusunu kuruyor, ABD'nin ambargosuna bile katılmıyor. Yani Batı Asya arkasında Avrasya'nın derinliğini ve gücünü hissediyor. Geniş bir müttefik ağı olanağına sahip.
ABD, Suriye’de yenildi. Silahla yenildi. Bölge ülkelerinin direnişiyle yenildi. Geciktirmeye çalışsalar da, eninde sonun çekilecekler. PKK, Türkiye’de hendeklere gömüldü. Koridor planları altüst oldu. Suriye’de de teslim bayrağı çekmeler çok yakındır.
Ya Suriye Hükümeti ile işbirliği yapar, komşumuzun toprak bütünlüğünü ve Golan Tepeleri'ni savunursunuz ya da yıkılırsınız ve yerinize bunu başaracak bir güç gelir. Bu yolda tereddüt ve zaman kaybı yaşayamazsınız. Türkiye bu yolda ilerlemektedir. Yaşayıp göreceğiz.
22.03.2019
9 notes
·
View notes
Text
YAZIDA DENGE
METİNLERİN HASSAS DENGELERİ
1. Bütünlük(cohesion) ve bağlaşıklık (coupling) gibi programcılık kavramları betimleme, kompozisyon, gazete yazısı gibi metinler için de uygulanabilir. Aynı şekilde, sistem çözümlemede bir sistemi analiz etmek ve betimlemek için kullanılan hiyerarşik çözümleme ve betimleme yöntemi de metinleri analiz etmede kullanılabilir. Sihirli sayı yedi (7+-2) ifadesiyle tanımlanan kısa bellek kapasitesinin sınırları ile cümledeki özne ve yüklem arasına giren diğer dilbilgisi öğeleri ve kelimelerle açılan mesafenin anlaşılırlığa etkisi arasında paralellik kurulabilir.
2. Bir cümlenin anlaşılırlığı, boyuna ve yapısının basitliğine bağlıdır. Cümleyi oluşturan anlamlı ifade birimleri arka arkaya(dizisel, sequential) sıralandığında kısa bellekte tutulması gereken ifadelerin(anlam ağlarının) sayısı ve dolayısıyla kısa belleğin yükü azalır, anlaşılırlık artar.
2.1 Örnek. 2.1.a İstatistikler gösteriyor. 2.1.b İstatistikler notu gösteriyor. 2.1.b İstatistikler kötü not aldığını gösteriyor. 2.1.c Dünya çapında istatistikler kötü not aldığını gösteriyor. 2.1.d Dünya çapında istatistikler demokrasinin kötü not aldığını gösteriyor. 2.1.e Dünya çapında yapılan istatistikler demokrasinin kötü not aldığını gösteriyor. 2.1.f Dünya çapında yapılan istatistikler demokrasinin kötü not aldığını açıkça gösteriyor. 2.1.g Dünya çapında yapılan istatistikler demokrasinin pek çok ülkede kötü not aldığını açıkça gösteriyor. 2.1.h Dünya çapında yapılan istatistikler, ABD ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını açıkça gösteriyor. 2.1.i Dünya çapında yapılan istatistikler, bir avuç Batı Avrupa ülkesi ve bu ülke yurttaşlarının kurduğu ABD ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını açıkça gösteriyor. 2.1.j Dünya çapında yapılan istatistikler, sonbahara dönüşen Arap Baharı deneyiminin de bize gösterdiği gibi, bir avuç Batı Avrupa ülkesi ve bu ülke yurttaşlarının kurduğu ABD ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını açıkça gösteriyor. 2.1.k Dünya çapında yapılan istatistikler, sonbahara dönüşen Arap Baharı deneyiminin de bize gösterdiği gibi, bir avuç Batı Avrupa ülkesi ve bu ülke yurttaşlarının kurduğu ABD ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını ve bu kısır döngünün uluslararası bir soruna dönüştüğünü açıkça gösteriyor. 2.1.l Sonbahara dönüşen Arap Baharı deneyiminin de bize gösterdiği gibi, bir avuç Batı Avrupa ülkesi ve bu ülke yurttaşlarının kurduğu ABD ve Avustralya gibi birkaç ülke dışında pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını ve bu kısır döngünün uluslararası bir soruna dönüştüğünü dünya çapında yapılan istatistikler açıkça gösteriyor.
3. Özneyle yüklem arası uzaklığın boyunun uzaması(araya giren cümle elemanları) bu elemanların kısa belleğe(yığın, stack) atılmasıyla sonuçlanır.Ardışık (dizisel, sequential) olmayan yapılar hatırlanması gereken öğe sayısını arttırarak kısa belleği doldurur, anlamayı güçleştirir. 3.1 Yüklem gelmeden cümle tamamlanmadığı ve anlam oluşmadığı için, özne ve ona eşlik eden bütün sıfat tamlamaları kısa bellekte saklanır. Özneyle yüklemin arasının açılması, kısa belleğin(zihnin) yükünü arttırarak bir zembereğin gerilmesi gibi bir gerilim oluşturur. Yüklem gelir gelmez özne ve yüklem tamamlanır, anlam ortaya çıkar ve zemberek boşanır, gerilim sona erer, zihin rahatlar.
4. Uzun cümleler her biri tek başına anlamlı, bütünlük sahibi(cohesive) cümlelerin arka arkaya (dizisel, sequential) bir şekilde bir araya getirilmesiyle daha basit ve anlaşılır hale getirilebilir. Fakat uzun bir cümlenin bir dizi küçük cümleye bölünmesi bu cümleler arasındaki ilişkiler nedeniyle bağlaşıklığı (coupling) arttırır, bu da anlamayı güçleştirir. Bağlaşıklığı minimize etmek için cümleler olabildiğince birbirinden bağımsız olmalıdır ve sadece birbirini takip eden cümleler bağımlı olmalıdır. Böylece bir sürü cümleden oluşan bir paragrafı anlamak için birbirini takip eden iki kısa cümleyi anlamak/hatırlamak yeterli olacaktır. 5. Çok sayıda (aşırı basit)parça arasındaki ilişkiler(coupling) karmaşıklığı arttırıp, anlamayı güçleştirir. Bütünlük ve bağlaşıklık arasında optimal denge söz konusudur. Yani ne çok uzun cümleler kurulmalıdır ne de aşırı kısa cümleler.
6. Büyük bir anlam ağından oluşan bütün(uzun ve karmaşık bir cümle) ise, hiyerarşik çözümleme/betimlemeyle, kolayca sindirilebilir, yüksek bütünlüklü (highly cohesive) ve düşük bağlaşıklıklı (lowly coupled") parçalara(küçük cümlelere) bölünebilir. Tabii dile kolay.
7. Örnek (2.1.l) 7.1 Demokrasi ancak bir avuç Batı ülkesi ve bu ülke yurttaşlarının kurduğu ABD ve Avustralya gibi birkaç ülkede başarılı olmuştur. 7.2 Pek çok ülkede demokrasinin kötü not aldığını ve bu kısır döngünün uluslararası bir soruna dönüştüğünü dünya çapında yapılan istatistikler açıkça gösteriyor. 7.3 Sonbahara dönüşen Arap Baharı deneyimi de bu istatistikleri doğrulamaktadır.
8. Büyük bir anlam ağının (bütünün) düğümleri ve düğümler arası ilişkilerini son derece küçük bir kapasiteye sahip kısa bellekte tutmak imkansız olduğu için büyük anlam ağı (bütün) olabildiğince birbirinden bağımsız küçük anlam ağlarına bölünmelidir. Bu işlemi yaparken izlenecek temel strateji de zihnin kısa bellek kapasitesi ve seri işlem yapma özelliğine bağlıdır. 8.1 Bölme sonucunda ortaya çıkan anlam ağlarının kendi düğümleri birbiriyle sıkı bir şekilde ilişkili(bağlı, cohesive) olmalıdır. 8.2 Bölme sonucunda ortaya çıkan her küçük anlam ağının düğümleri ve düğümler arası ilişkileri kısa belleğin kapasitesine uygun olmalıdır. 8.3 Bölme sonucu ortaya çıkan küçük anlam ağlarının diğer anlam ağlarının düğümleriyle ilişkileri, bağları olabildiğince az sayıda olmalıdır. 8.4 Sadece birbirini takip eden küçük anlam ağları arasında bağlar(Coupling) olmalıdır. (Dizisellik, sequential). Küçük anlam ağları anlamlı olacak şekilde ardışık olarak dizildiğinde, biribirinden uzak anlam ağlarının düğümleri arasında bağ, ilişki (atlama) olmamalıdır. Bu özellik, programlamada “git” (goto) deyiminin kullanılmamasını çağrıştırmaktadır. http://homepages.cwi.nl/~storm/teaching/reader/Dijkstra68.pdf
9. Filling Short Term Memory Stack, Tension And Resolution in Poetry. Gerilim/Boşalma arasındaki mesafenin optimum büyüklüğe çekilerek kafiyenin güçlendirilmesi. 9.1 Bugün Pazar, Nazım Hikmet 9.1.1 Bu anda ne kavga, ne hürriyet, NE KARIM(toprak ve ben) BAHTİYARIM. 9.1.2. Bu anda ne kavga, ne hürriyet, NE KARIM(toprak, güneş ve ben) BAHTİYARIM. 9.1.2.1 Kafiyeli kelimeler(KARIM-BAHTİYARIM) arası mesafenin daralması, açılması, kısa belleğin yükünü arttırarak gerilim oluşturuyor, oluşan gerilimin şiddeti de kafiyenin gücünü belirliyor. Gerilimi biteviye arttırmak kafiyenin gücünün de biteviye artması anlamına gelmiyor. Kafiyenin gücü bir yere kadar artıyor, belli bir noktadan sonra zayıflamaya başlıyor. Mesafeyi çok açmak kısa belleğin sınırlarını aşma ve kafiyenin baştaki ucunun kaybıyla(unutulmasıyla), dolayısıyla kafiyenin bozulmasıyla sonuçlanıyor. Yani Optimal bir denge söz konusu. 9.2 DÜŞMAN, Nazım Hikmet 9.2.1 Ve elbette ki, sevgilim, ELBET[dolaşacaktır elini kolunu sallaya SALLAYA(, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi) TULUMUYLA bu güzelim memlekette] HÜRRİYET. 9.2.1.1 Nazım Hikmet, bu dizelerde iki kafiyeli dize yapısını iç içe kullanmış. Dışardaki kafiye çiftinin (ELBET-HÜRRİYET) arası çok açılmış ve bu kafiye pek duyulmuyor. İçerdeki kafiye çiftinin(SALLAYA-TULUMUYLA) arası çok fazla değil ve bu kafiye çok daha net duyuluyor. EK. Sihirli Sayı YEDİ. http://www2.psych.utoronto.ca/users/peterson/psy430s2001/Miller%20GA%20Magical%20Seven%20Psych%20Review%201955.pdf
0 notes
Text
Obezite Nedir, Obezite Nedenleri ve Tedavisi
Şifahane Sağlıklı Yaşam Merkezi http://www.sifahanemerkezi.com/obezite-nedir-obezite-nedenleri-ve-tedavisi/
Obezite Nedir, Obezite Nedenleri ve Tedavisi
OBEZİTE NEDİR?
Obezite günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Obezite genel olarak bedenin yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının aşırı artması sonucu boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının arzu edilen düzeyin üstüne çıkmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından da obezite, sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikmesi olarak tanımlanmıştır.
Günümüzde obezite çocuklardan yaşlılara kadar herkeste görülmektedir ve obezite hastalarının sayıları her geçen gün artmaktadır. Teknolojinin ilerlemesi, iş yoğunluğunun ve stresin artması, beslenme alışkanlıklarının değişmesi gibi birçok neden toplumdaki obez kişilerin sayılarının artmasına neden olmaktadır.
Kişinin tıbben obez olup olmadığının belirlenmesi adına çeşitli hesaplama yöntemleri kullanılsa da, vücuttaki yağ oranının ölçümünde en yaygın olarak kullanılan belirleme yöntemi “Vücut Kitle Endeksi”(VKİ) ya da İngilizce tanımla Body Mass Index (BMI) dir. Vücut kitle endeksini hesaplamak için kişinin kilosunun, boyunun karesine bölünmesi gerekir. Bu işlemden çıkan sonuç kişinin kilosunun tıbben ne anlama geldiği konusunda bilgi vermektedir.
Amerikan Sağlık Enstitüsü’ne göre VKİ;
20 – 24.9 ise normal
25 – 29.9 ise fazla kilolu
30 – 34.9 ise obez
35 – 39.5 ise ağır obez
40 – 49.9 ise aşırı (morbid) obez
50 ve üzeri ise süper obez diye kabul edilmektedir.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2014’ teki açıkladığı verilere göre; ülkemizde obez bireylerin oranı %20’dir.(Bu oran 2003 de %12 – 2008 de %15,8 – 2010 da %16,9 – 2012 de %17,2 dir). Cinsiyet yönünden bakıldığında ise; kadınların %24,5’i obez, %29,3’ü ise fazla kiloludur. Erkeklerde ise bu oranlar sırasıyla, %15,3 ve %38,2’dir.
OBEZİTE NEDENLERİ VE RİSK FAKTÖRLERİ
Obeziteye neden olan etmenler tam olarak açıklanamamakla birlikte aşırı ve yanlış beslenme ve fiziksel aktivite yetersizliği obezitenin en önemli nedenleri olarak kabul edilmektedir. Bu faktörlerin yanı sıra genetik, çevresel, nörolojik, fizyolojik, biyokimyasal, sosyo-kültürel ve psikolojik pek çok faktör birbiri ile ilişkili olarak obezite oluşumuna neden olmaktadır.
Sürekli olarak Yüksek Kalorili Yiyecekleri Tercih Etmek
Kalori, gıdaların ne kadar enerji değerine sahip olduğunu gösteren ölçü birimidir. Ortalama seviyede fiziksel aktivite içinde olan kişinin sağlıklı bir şekilde kilo vermesi için günde yaklaşık 2.500 kalori alması gerekmektedir. Diğer yandan, ortalama fiziksel aktivite içinde olan bir kadının günde yaklaşık 2.000 kaloriye ihtiyacı bulunmaktadır. Kalori yakma açısından kadınlar ve erkeklerin vücutları farklılıklar gösterebilmektedir.
Bu kalori miktarı yüksek gibi görünebilmektedir, ancak belirli yiyecek türleri ile bu kaloriye ulaşmak oldukça kolaydır. Örneğin, bir hamburger, patates kızartması ya da milkshake ile tek öğünde bütün bu kaloriyi almak mümkündür.
Obezitenin başlamasına yol açan durum ise, birçok insanın fiziksel olarak aktif olmamasına rağmen gün içinde bu hesaplanan kalorilerden çok daha fazlasını almasıdır. Enerji olarak tüketilmeyen bu kaloriler vücutta yağ olarak depolanmaktadır.
Yanlış Beslenme
Obezite kısa sürede oluşan bir sağlık sorunu değildir. Genellikle yanlış beslenme nedeniyle zaman içinde oluşmaktadır. Zayıf bir beslenme ve yanlış yaşam tarzı seçimlerinin bir sonucu olarak kademeli bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Çok fazla kalori tüketmek: Yağ ve şeker açısından yüksek gıdaları, çok miktarda işlenmiş gıdaları veya fast food olarak tabir edilen yiyecekleri yemeyi tercih etmek değerinden fazla kalori almaya yol açmaktadır.
Çok fazla alkol içmek: Alkol çok fazla kalori içermektedir, bu nedenle de, çok fazla alkol tüketen insanların kilo problemi de olmaktadır.
Çok fazla yemek: Tek öğünde çok fazla yemek veya öğün sonrası yağ ve şeker açısından yüksek olan tatlı yiyecekleri tüketmek gereksiz kalori alınımına yol açmaktadır. (4)
İhtiyaç duyulandan daha büyük porsiyon yemek: Büyük tabaklarda yemek yemek kişiyi daha fazla yemeye teşvik edebilmektedir. Herkesin büyük porsiyonlarla yemek yediği bir ailede büyümek çoğu zaman buna yol açabilmektedir.
Çok fazla şekerli içecek içmek: Şekerli gazoz, kola, alkolsüz içecekler ve meyve suları da dâhil pek çok içecek gereksiz kalori alımına yol açmaktadır.
İyi hissetmek için yemek: Depresyon ya da benzeri ruhsal bir durum nedeniyle yemek yedikçe iyi hissetmek, bu nedenle de, sürekli yemek yemek ihtiyaç duyulandan fazla kalorinin alınmasına neden olmaktadır.
Sağlıksız beslenme alışkanlıkları genellikle ailede başlayan alışkanlıklarla şekillenmektedir.
Fiziksel Aktivite Eksikliği
Vücut için her açıdan faydalı ve gerekli olan fiziksel aktivite eksikliği, obeziteye yol açan oldukça önemli bir nedendir. Çoğu insan, iş nedeniyle günün büyük bölümünü bir masada oturup çalışarak geçirmektedir. İş dışı zamanlarda da yürümek veya bisiklet sürmek yerine çoğu zaman araba kullanımı tercih edilmektedir.
Günümüzde çoğu insan yoğun iş saatleri nedeniyle, işten geri kalan zamanlarını evde TV izleyerek, internette gezinerek ya da bilgisayar oyunları oynayarak geçirmeyi tercih etmektedir. Nadiren de olsa, düzenli olarak spor yapmayı hayatlarının bir parçası haline getiren insanlarda bulunmaktadır. Ancak, hafif ya da orta seviye egzersizi bile hayatınıza dâhil etmiyorsanız, vücut yenilen gıdaları enerjiye döndüremeyecektir ve yine sonuç olarak, vücut bu kaloriyi yağ olarak depolayacaktır.
Genetik Faktörler
Obezitenin aileden geldiğine ya da kalıtsal olduğuna dair bazı fikirler bulunmaktadır. Ancak, obeziteye neden olabilen nadir genetik koşullar dışında, çoğu insanın kilo vermesine hiçbir engel bulunmamaktadır.
Aile bireylerinden gelen bazı genetik özelliklerin kilo vermeyi daha zor bir hale getirdiği doğru olabilir, ancak bu kilo vermenin imkansız olduğu anlamına gelmemektedir.
Birçok vakada, obezite çocukluktan başlayan ve kademeli olarak ilerleyen bir sağlık durumudur. Bunun nedeni, aileden edinilen kötü beslenme alışkanlıkları ve çevresel faktörlerdir.
Tıbbi Koşullar
Bazen obezitenin nedeni altta yatan başka bir tıbbi durum olabilmektedir. Obeziteye neden olabilecek bazı tıbbi koşullar şunlardır:
Hipotiroidi ya da tiroid yetmezliği: Tiroid bezinin metabolizmanın hızlı çalışmasına yardımcı olan hormonları yeteri kadar üretemediği bir durumdur.
Cushing sendromu: Steroid hormonlarının aşırı üretimine neden olan nadir bir bozukluktur.
Altta yatan tıbbi neden teşhis ve tedavi edildikten sonra kilo vermek için çoğu zaman bir engel oluşturmamaktadır.
OBEZİTE İLE GELİŞEN SAĞLIK SORUNLARI
Kilo fazlalığı ve obezite ile ilgili olan en büyük sağlık sorunları şunlar:
Tip 2 diyabet
Kalp damar hastalıkları ve hipertansiyon
Solunum sistemi hastalıkları (uyku apnesi sendromu)
Bazı kanser türleri
Osteoartrit
Psikolojik sorunlar
Yaşam kalitesinde düşme
Tip 2 diyabet
Obeziteyle en çok bağlantısı olan hastalık, Tip 2 diyabet (genelde yetişkinlikte ortaya çıkan ve kilo fazlalığı ile bağlantılı diyabet tipi) veya insüline bağlı olmayan diabet. Kilo fazlalığı ne kadar yüksekse Tip 2 Diyabete yakalanma riski de artar. Obez olan kadınlar, sağlıklı kadınlara kıyasla 12 kat daha fazla Tip 2 diyabete yakalanma riski taşırlar. Risk; özellikle ailesinde diyabet geçmişi olanlarda Vucut Kitle İndeksi’nin de artmasıyla yükselir, kilo vermeyle azalır.
Kalp Damar Hastalıkları ve Hipertansiyon
Obezite hipertansiyon ve yüksek kolesterol de dahil, birçok kalp damar hastalığı riskini artırır. Kadınlarda obezite, yaş ve tansiyondan sonra, kalp damar hastalıklarının tahmin edilmesinde en güçlü üçüncü faktördür.
Obez bir kadının kalp krizi riski aynı yaştaki zayıf bir kadına göre yaklaşık üç kat fazladır Obez kişiler, kanda yüksek trigliseritler (kandaki yağ), düşük yoğunluklu LDL (“kötü kolesterol”) ve daha az yüksek yoğunluklu HDL (“iyi kolesterol”) sahip olmaya eğilimlidir. Böyle bir metabolizma profili yağın yüksek oranda göbek çevresinde yoğunlaştığı kişilerde koroner kalp hastalıkları riskinin artmasıyla ilişkilendirilir. Kilo kaybı ile trigliseritlerin seviyesinde belirgin oranda iyileşme sağlanır.
10 kg’lik ağırlık azalması, LDL kolesterol seviyelerinde %15 azalma ve HDL kolesterolde %8 artış sağlayabilir
Hipertansiyon (yüksek tansiyon) ile obezite arasındaki ilişkinin kanıtlanmış olmasının yanı sıra, obeziteden kaynaklanan hipertansiyonun Batı nüfusundaki oranı %30-65 olarak tahmin ediliyor. Tansiyon Beden Kitle İndeksi’nin artmasıyla yükselir.
Her 10 kg’lik ağırlık artışında tansiyon, 2-3 mmHg yükselir. Buna karşılık kilo kaybı, tansiyonda düşüş sağlar ve genellikle vücut ağırlığının %1 azalması tansiyonu 1-2 mmHg düşürür.
Fazla kilolu kişilerde hipertansiyonun görülme sıklığı fazla kilolu olmayanlara oranla yaklaşık üç kat fazladır.
Kanser
Obezite ve kanser arasındaki bağlantı daha az ilişkilendirilmiş olsa da, bazı araştırmalar fazla kilo ile özellikle hormona bağlı kanser türleri ve sindirim sistemi kanserleri gibi belirli kanser vakaları arasında bağlantı olduğunu tespit ediyor.
Obez kadınlarda göğüs, yumurtalık ve rahim ağzı kanseri ile endromatriyal kanserin arttığı kanıtlanırken, erkeklerde prostat kanseri ve rektal kanser riskinin arttığına dair bazı kanıtlar bulunmuştur. En belirgin ilişki, obezitenin hem erkek hem de kadınlarda riski neredeyse üç kat arttırdığı kolon kanserinde gözleniyor.
Osteoartrit
Diz gibi ağırlık taşıyan eklemlerdeki dejeneratif hastalıklar, obezitenin yaygın komplikasyonları arasında yer alır. Bunun nedeni olarak genellikle eklemlerdeki aşırı ağırlıktan kaynaklanan mekanik hasar olduğu düşünülüyor. Ayrıca obez kişilerde bel ağrıları da yaygın şekilde görülüyor.
Psikolojik Etkenler
Obezite birçok Avrupa ülkesinde, hem istenmeyen vücut görüntüsü, hem de karakter zaafı olarak düşünüldüğü için, son derece kınanan bir durumdur. Obez insanlar bu ayrımcılıkla baş etmek zorunda bırakılıyor Kompulsif (önlenemeyen bir dürtüyle yapılan) aşırı yeme de obez insanlar arasında daha sık görülüyor. Bu yeme bozukluğuna sahip birçok kişinin geçmişinde hem aşırı yeme ve içme, hem de ağırlık dalgalanmaları bulunuyor.
OBEZİTE VE GRİP
Michigan Üniversitesi’nden epidemiyolog Aubree Gordon obeziteyle grip arasındaki ilişki konusunda 9 yıl önce çalışmaya başladı. Gordon, 2009 yılındaki grip salgını sırasında obez bireylerin daha büyük risk taşıdıklarının görüldüğünü söylüyor. Bununla birlikte araştırmalar obez kişilerin grip aşısından faydalanamadıklarına işaret ediyor.
Gordon’un Nikaragua Sağlık Bakanlığı’yla yaptığı işbirliği çerçevesinde 3 yıl süren araştırmada 320 evden toplam 1783 kişi üzerinde çalışma yapıldı. Araştırmacılar en az bir kişinin grip hastası olduğu evleri ziyaret ettiler. Uzmanlar iki hafta süresince birkaç günde bir örnekler alarak, hasta olan kişileri ve araştırmaya katılan diğer evlerdeki kişileri takip ettiler.
Gordon ve meslektaşları araştırma sonuçlarını incelediklerinde: Obez olan kişiler obez olmayanlara göre yüzde 42 oranında daha uzun süre grip mikrobunu yaymaya devam etti. Bu da fazladan ortalama 1,5 gün kadar bir süre daha virüsün yayılması anlamına geliyor.
Önceki araştırmalar da obez olan kişilerin daha yüksek kronik ateşle karşılaştıklarını ve bağışıklık sistemlerinin daha zayıf olduğunu ortaya koymuştu.
OBEZİTE VE BAĞIRSAK FLORASI (mikrobiyota)
İnsan vücudunda 100 trilyon hücre bulunduğu tahmin ediliyor. Bunun 10 katı kadar da yararlı bakterilerimiz var. Vücudun deri, ağız, vajina, bağırsaklar gibi çeşitli bölgelerinde yerleşmiş bu bakterilere o bölgenin “florası”, yeni adıyla “mikrobiyota”sı deniyor. Bağırsaktaki mikrobiyota ise 2 kilo ağırlığında ve hem işlevi hem de ağırlığı nedeniyle artık bir organ olarak kabul ediliyor.
Bağırsak ‘mikrobiyota’sında en azından bin farklı türden bakteri bulunuyor. Bu bakteriler bebeğin dünyaya gelişinin üçüncü gününden itibaren oluşmaya başlıyor. Mide ve ince bağırsaklar tarafından sindirilemeyen besinlerin sindirimine yardım eden, B ve K vitaminlerinin yapımını sağlayan, hastalık yapabilecek bakterilerin yerleşmesine mani olan bu bakterilerin en önemli özelliği ise bağırsak duvarında bir bariyer vazifesi görmesi.
Sağlıklı bir insanda iyi/kötü bakteri oranı 80/20 olmalıdır.
Yapılan araştırmalarda antibiyotik alan hayvan deneylerinde aynı besini alan ve aynı ortamda yaşayan farelerde %42 daha fazla yağ kütlesine sahip olduğu görülmüş. Barsak florası bozulmuş hayvan ve insan deneklerde kilo alımının hızlandığı tespit edilmiş.
Peki Bağırsak florası kilomuzu nasıl etkiliyor?
Burada birkaç mekanizma var. İlki besinlerin emilimi ile ilgili ve barsak florası besinlerin değişiminden ve emiliminden sorumlu. Bozuk barsak floralı bireylerde yağ ve karbonhidrat emiliminin fazla olduğu gözlenir.
İkinci durum ise inflamasyon (iltihap oluşumu). Ancak bu bölgesel iltihaplı durumlarla karıştırılmamalı. Barsaktaki kötü bakterilerin artması ile vucudun genelinde oluşan bağışıklık hücrelerinin fazlalığı yağ depolanmasını artırmaktadır.
Üçüncü konu ise metobolik etmenler. Bozuk bir barsak florası insülin ve leptin salınımını bozabilir. İnsülin direnci oluşturur ve bu da tip 2 diabetle seyreden obeziteye neden olur. Leptin hormonu ise vücutta ne kadar yağ depolandığını veya depolanması gerektiğini beyne bildiren hormondur. Bir anlamda Açlık/Tokluk hormonudur. Leptin metabolizması bozulduğunda beyin ne kadar yemesi gerektiğine karar veremez ve kontrolsüz olarak yemek yeme durumu ortaya çıkar. Uygun Leptin seviyesi ile uzun süre tok kalabilir ve yağ yakımını artırabilirsiniz.
Sonuç olarak bozuk barsak florasına sahip bireylerin daha kilolu bireyler olduğunu söylemek hiç de zor değil. Ayrıca toplumda az beslenmelerine ve diyet yapmalarına rağmen kilo veremeyen bireylerin aslında tedavi edilmesi gerekli bir bozulmuş barsak florası sahip olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
OBEZİTE NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Temel anlamda obezite tedavisi medikal tedavi ve cerrahi tedavi olmak üzere ikiye ayrılır. Tıbbın bütün dallarında olduğu gibi koruyucu sağlık hizmetleri ve problem gelişmeden önce alınan tedbirler çok önemlidir. Lakin diyet, egzersiz ve ilaç tedavileri gibi klasik yöntemler obezite problemi yaşayan bireylerde bir çok faktörden dolayı çokta işe yaramamaktadır.
Araştırmacılar, barsak florasını düzelterek obezite ve insülin direnciyle mücadele etmenin mümkün olduğunu keşfetmiştir. Bu nedenle obezite tedavisinde öncelikli yapılması gereken bozulmuş olan barsak florasını sağlıklı bakteri oranını artıracak şekilde düzeltmektir. Bu noktada yapılması gereken ilk işlem, tamamen güvenilir bir yöntem olan BİYOREZONANS ile vucutta bulunan bakteri, mantar, virüs gibi mikropların ve metabolizmayı etkileyen toksin (vücuda zararlı zehir özellikli maddeler),ağır metallerin ve beslenmeye yön verecek allerjilerin tespiti ayrıntılı olarak yapılması dır. Gene aynı yöntemi kullanarak ve ek işlemlerle tüm zararlı madde ve mikropların vücuttan uzaklaştırılması , bozuk barsak florasının düzeltilmesi ve ek olarak yararlı bakterilerin (Probiyotik ve Prebiyotik) miktarını artırması obezite tedavisinin ilk basamağını oluşturur.
AKUPUNKTUR İLE OBEZİTE TEDAVİSİ
Akupunkturun zayıflamadaki etkileri 1. İştah ve acıkma hissini en aza indirir. Akupunktur beyindeki hipotalamus bölgesinde noradrenalin seviyesini düşürüp, seratonin yani mutluluk hormonunun seviyesini artırır. Bu şekilde yemeyerek de mutlu olmamızı sağlar. 2. Midede kazınma, yanma ve ekşimeyi önler. Kulaktan yapılan akupunktur, kulaktan mide ve bağırsaklara kadar uzanan sinir uçlarını uyararak mide asidini azaltır. Kontrol altına alınan mide asiditesi sayesinde , diyete bağlı olarak boşalan midede herhangi bir rahatsızlık olmaz. Keyifle diyet uygulanır. 3. Düşük kalorili beslenmeye bağlı olarak oluşan halsizlik ve bitkinliği önler. Tam tersi zinde olmamızı ve daha çok enerji vererek kolay kilo vermemizi sağlar. 4. Akupunktur uygulaması sırasında; vücutta seratonin ve endorfin hormonlarının seviyesi rtmaktadır. Bu da diyet yapan kişiye huzur verir. Böylece kişide istediği her şeyi yiyememekten dolayı oluşan stres ve gerginlik yaşanmaz. Sonuçta; kişi sakin ve huzurlu bir şekilde diyetine devam eder. 5. Metabolizma hızını düzenleyici rolü vardır. Akupunkturla tedavi gören kişinin metabolizma hızı arttığı için diğer kişilere göre, zorlanmadan daha kolay kilo verir. Bunların hepsi bir araya gelince kişinin kilo vermemesi için hiçbir sebep yoktur.
Akupunktur tedavisi haftada 1 veya 2 kez yapılır. Vereceğiniz kilo miktarı yaşa, cinsiyete, ilaç kullanımına göre değişir. Bu oran yaklaşık 2 ayda mevcut kilonuzun % 10-15 i kadardır. Uluslar arası standart haftada 0. 5-1 kg yani ayda 2-4 kg dır. Akupunkturda ayda 4-8 kg zayıflama normal kabul edilir. Sağlıklı ve kalıcı zayıflamak için kişi;hızlı kilo vermekten kaçınmalıdır. Tedaviyi maroton gibi değerlendirirsek , hızlı koşarak değil , tempolu ve standart koşarak marotonu tamamlayabiliriz. Hangi kiloda olursak olalım , hiçbir yan etkisi olmayan akupunktur tedavisi ile istediğimiz ideal kiloya ulaştıktan sonra, bu kiloyu koruma programına geçilir. Bunun için akupunktura 4-6 ay süreli ayda 1 veya 2 kez ile devam edilir. İdeal kilomuzu koruma esnasında diyet değil sağlıklı ve dengeli beslenme yapılır. Böylece kilolar sabitlenir ve formumuz korunmuş olur. Akupunktur yöntemiyle zayıflamak isteyenlere başlangıç aşamasında haftada 2 kez uygulma yapılır. Daha sonra bu uygulama haftada bir kez uygulanarak sürdürülür. Toplamda 10-12 seans sonrası 1 kür olarak değerlendirilir ve 1 kür sonrasında ilk sene ayda 1 seans sonraki senelerde 2-3 ayda 1 seans hatırlatma akupunkturu ile kilo kontrolü devam ettirilir.
Günümüzde obezite hala, gereğinden fazla gıda tüketimi sonucu ortaya çıkan bir durum olarak görülüyor. Obezitenin kozmetik bir konu değil, tedavi edilmesi gereken ciddi bir hastalık olduğu bilinmiyor. Sonuç olarak obezite; anormal veya aşırı yağ birikimi olarak tanımlanan, yan etkileri ile beraber düşünülünce sağlığa ciddi ölçüde zarar verebilen kronik bir hastalıktır.
DAHA FAZLA BİLGİ ALMAK İÇİN TIKLAYIN; Obezite Nedir, Obezite Nedenleri ve Testi
UYARI! www.sifahanemerkezi.com, www.ilacsiztedavimerkezi.com, www.recepcelik.com.tr internet sitelerinde yayınlanan yazı, kısmen resim ve videoların her türlü hakkı Şifahane Sağlıklı Yaşam Merkezi’ne aittir. İzin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez.
#AKUPUNKTUR TEDAVİSİ#BAĞIRSAK FLORASI#cerrahi tedavi#DİYABET#grip#kanser#medikal tedavi#Obez#obezite#obezite tedavisi#Osteoartrit#sağlık sorunları#Yanlış Beslenme#Yüksek Kalorili Yiyecekler#Hastalıklar#OBEZİTE#Sağlık Rehberi#Soru-Cevap#Tedaviler
1 note
·
View note
Text
COVID-19: Daha az öldürücü, daha çok bulaşıcı
Mehmet Yayla
Belirsizliklerle dolu bir salgının başlangıcında, en kötü senaryonun öngörülüp radikal önlemlerin alınması doğru bir tepki. Virüs tam olarak tanımlanmamış, yayılma ve ölüm olayı bilinemezken agresif önlem almak paranayokça değil. İşin aslı, Çin, Kore, Vietnam gibi ülkeler bu konuda başarı gösterirlerken, batı dünyası (Batı Avrupa ile Kuzey Amerika) bu belirsizliğe karşı önlem almakta büyük gecikme ve karmaşa yaşadı.
Bu saptamayla başladıktan sonra, gelinen aşamada, tehlikenin boyutunun tekrar gözden geçirilmesi ve yeni bir çözüm stratejisi geliştirilmesi gerekiyor. Şu ana kadar uygulanan “sulandırılmış karantina”yı ilelebet uygulamak mümkün ve kabul edilebilir değil. Aşı konusunda gelişmeler olsa da, yakın zamanda uygulanmaya başlanacak bir aşı henüz elde yok.
Aralık ayından beri geçen süreçte hastalığa yolaçan virüs, hastalığın seyri, tedavisi ve pandeminin yayılması konusunda önemli bir bilgi birikimi elde edildi. Ancak kamuoyu ve sosyal medyada dolaşan, hastalığın bulaşıcılığı ve hayati tehlikesi ile ilgili algı halen Ocak ayının istatistiklerine dayanıyor. Kamuoyunda varolan tehlike algısının eldeki veriler ışığında, gerçekçi bir şekilde güncellenmesi, COVID-19 hakkında medyada genel-geçer doğru kabul edilen bir çok veri ve istatistiğin tekrar ele alınması gerekiyor.
Dolaşan bilgi kargaşası sonucunda hastalığın tehlikesi bazen olduğundan daha az, bazen de daha fazlaymış gibi aktarılıp ve algılanabiliyor. Şimdiye kadarki önyargısal hatalar (bias?) genelini -hataların bilinçli mi bilinçsiz mi yapıldığı tartışmasına girmeden- son çalışmalarda elde edilen verilere göre incelediğimizde şu iki sonuca varabiliriz :
1) Hastalığın ölüm oranı ilk açıklanandan çok daha düşük (yine de mevsimsel gripten daha yüksek)
2) Hastalığın bulaşıcılığı ilk hesaplanandan daha yüksek.
Aslında bu iki sonuç sayısal olarak biribirine bağlı ve temel olarak, şimdiye kadar yapılan bir algı hatasını, ölüm oranı ve bulaşıcılığın neye göre hesaplandığının ayırdedilmemesini gösteriyor (1).
Tutarsızlığın nedeni, ölüm oranını hesaplamak için genellikle farklı parametreler kullanılması. Örneğin Vaka Ölüm Oranı, ölüm sayısının kaydedilen enfeksiyon sayısına bölünmesidir. Bu rakam, test ve kayıt sayısına bağlıdır, büyük ölçüde hatalı olabilir. Enfeksiyon Ölüm Oranı ya da Gerçek Ölüm Oranı ise toplam ölüm sayısının yine toplam enfeksiyon sayısına bölünmesiyle hesaplanır. Toplam sayı ise ancak çıkarımlanabilir: kaydedilen veya edilmeyen -ama öngörülen sayıların toplamını kapsar.
Örneğin, virüsün 100 kişiyi enfekte ettiğini düşünün; 70'i asemptomatik ve enfeksiyonlarından habersizdir. 30'u hastalanır ve teşhis edilir ve bu 30 kişiden 1'i ölür.
Bu örnekte Enfeksiyon /Gerçek Ölüm Oranı % 1'dir (1/100), ancak Vaka Ölüm Oranı % 3,3'tür (1/30).
Ölüm oranları:
Güncel bir örnek olarak New York kentinde COVID-19 kaynaklı ölüm oranının kamuoyuna yansıtılmasını inceleyelim. 1 Mayıs 2020 tarihinde NY yerel yönetimi, testleri pozitif çıkan kayıtlı(2) 13.156 ölüme 5.126 adet semptom görülen, ama test uygulanmayan ölümü ve geçen yılların kayıtlarının ortalamasına göre fazla gelen nedeni belirlenmemiş 5.148 'fazladan ölümün' tümünü ekleyerek(3), New York kentinde hayatını COVID-19 nedeniyle kaybetmiş insan sayısını 23430 olarak belirledi(4).
Bu hesaplamanın ne kadar gerçekçi olduğunu şimdilik bir yana bırakıp, ölüm oranlarının bu 23430 sayısından yola çıkarak, kamuoyuna nasıl yansıtıldığına bakalım:
1) Bazı medya kuruluşları ve bazı sosyal medya kullanıcıları, ölüm sayısı olan 23430'u kayıtlı pozitif test sonucu olan 166883 sayısına bölerek ölüm oranını %14 buldular (4). (Kayıtlı vaka ölüm oranı)
2) New York Eyaleti ise yaptığı antikor testlerinin yaklaşık %20'sinin antikor taşıdığını buldu. Bu oran ve kayıtlı pozitif test sonucunu kullanarak şimdiye kadar 1.671.351 kişiye virüs bulaştığını öngördüler. Ölüm sayısı olan 23430'u da 1.671.351 sayısına bölerek “enfeksiyon ölüm oranı” olarak % 1.4 buldular.(4)
3) Tam bu arada, NY kenti yerel yönetimi %0.28 crude mortality rate (kaba ölüm hızı) şeklinde bir rakam açıklayarak kafaları iyice karıştırdı. Bu rakam ölüm sayısını kentte kayıtlı toplam nüfusa bölerek elde ediliyordu ki, hem zaman içinde değişkendi, hem de hastalığın bulaşma durumundaki ölüm tehlikesi hakkında bilgi vermiyordu.(4)
4) New York eyalet valisi Andrew M. Cuomo açıklama yaparak ölüm oranının beklenenden daha düşük, % 0.5 civarında olduğunu ilan etti. Columbia Universitesinden epidemiolojist (salgın hastalıklar uzmanı) Jeffrey Shaman ise tüm ABD için ölüm oranını %0.6 civarında hesaplamıştı.(5)
5) En iyimser tahmin, Kaliforniya'daki bir grubun ölüm oranını % 0.12-% 0.2 arasında hesaplayan istatistik çalışması -ki bu oran bile mevsimsel grip kaynaklı ölüm oranının biraz üzerinde(6). Çalışma, antikor testi yapılan katılımcıların bir kısmının Facebook üzerinden, istekliler arasından seçilmesi yüzünden eleştirildi, ancak yazarlar, virüsün bulaşma oranının sosyal medya kullanan/kullanmayan arasında fazla dağılım farkı göstermediği argümanıyla çalışmalarını savundular.(7)(8)
Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, ABD'de mevsimsel grip kaynaklı ölüm oranı % 0.1 olarak kabul ediliyor.
Speküle edilen bu oranların en iyimseri ile en kötümseri arasında 100 kattan fazla fark var. Bu son derece ciddi bir rakam, ziya eğer %0.12 rakamı doğru olsa, uygulanan tüm karantina, hayatı durdurma vb. önlemler aşırı önlemler olacak ve Dünya Sağlık Örgütü'nün inandırıcılığı, daha önce A-H1N1 fiyaskosunda(9)olduğundan daha ağır bir şekilde sarsılacak. Yok eğer %14 rakamı doğruysa, alınan önlemler yetersiz ve derhal, katı bir karantina başlatılmalı.(10)(Şu ana kadar uygulanan kilitlenme gerçek bir karantina değil, ancak salgını yavaşlatmaya yönelik.)
%14... %1.4... %0,6... %0,28... %0,12... Şimdi, bu rakamlardan hangisine güvenelim?
Öncelikle ne konuda bilgi istendiğini anlamamız, ve hangi konuda bilgi verdiğimizi anlatmamız lazım. Örneğin halkın cevap aradığı soru “hastalık bulaşan kişilerin iyileşememe, hayatını kaybetme oranı nedir?” ise, vereceğimiz rakamı tam olarak ifade etmemiz gerek: “virüs bulaşan her 100 kişiden kaçı öldü” Bu da kayıtlara geçmiş veya geçmemis toplam sayıların öngörülmesi ve ölüm sayısının bulaşma sayısına bölünmesi ile elde edilir, yani Gerçek Ölüm Oranı. Yukarıdaki şıklardan 1 ve 3 farklı parametreleri, Vaka Ölüm Oranı ve Kaba Ölüm Oranlarını ölçer, aradığımız bilgiyi vermez. 2, 4 ve 5 teorik olarak aradığımız bilginin farklı yöntemlerle ekstrapole edilerek (çıkarımlanarak) öngörülmesidir. Aralarındaki nicel farklılık ise çıkarım yöntemlerindeki farklılıklardan kaynaklanır. Henüz mart ayı sonunda, gerçek ölüm oranının %1'in altında olabileceği yayımlanmıştı.(1) Şu anki araştırmalar %0.5 - %0.6 civarını gösteriyor. Bu oran, halen mevsimsel gribe göre yüksek olsa da, daha önce açıklananlardan daha rahatlatıcı bir oran gibi görünüyor. Ancak aritmetik olarak bu düzeltme, bulaşma oranının sanılandan daha yüksek olduğu gerçeğiyle birlikte geliyor.
Buraya kadar geldiğimiz nokta “enfeksiyon sayısının gerçekte daha yüksek olduğunun bulunması” sonucunda dolaylı olarak ölüm oranının daha düşük bir değere düzeltilmesinden bahsediyor. Buna ek olarak, ölüm ve vaka sayılarının zaman içinde değişimini inceleyerek son haftalarda ölüm oranında gerçek bir düşüş olduğu görülebilir(11). Küresel verilere göre mayıs ayı sonunda ölümlerin artış hızı, yeni vaka sayısının artış hızına göre biraz yavaşlamış görünüyor:
Bu yavaşlama -bir olasılıkla- hastalık tedavisindeki gelişmelere, özellikle de yanlış tedavi protokollerinin belirlenip bırakılması (örneğin invaziv vantilasyon/entübasyonun azaltılması) sayesinde ölüm oranının doğrudan düşürülmüş olmasına bağlanabilir. 21 Nisan'da yayımlanan bir çalışmaya göre, solunum aygıtlarının kullanımında gidilecek bir değişiklikle, ağır vakaların ölüm oranlarında %50'ye varan bir azalma sağlanabiliyordu.(12)
Aritmetiksel olarak, grafikte gözlemlenen yavaşlamayı açıklayabilecek diğer bir olasılık da: ölüm oranının değişmeyip, gerçek vaka sayısının azalmış, ancak yapılan test sayısının artmış olması. Bu durumda da yukarıdaki grafiklere benzer bir eğilim görülebilir. Dünyada yapılan test sayısının artıp artmadığı, ülkelerden alınan bilgilerden bulunabilir, ancak bir diğer değişken de günlük yapılan testlerin rasgele mi, yoksa semptom gösterenlerin çoğunlukta olduğu bir popülasyona mı uygulandığı. Bu da işleri karıştırıyor.
Bulaşıcılık katsayıları
Antikor testlerine göre, koronavirüs bulaşma rakamlarının resmi rakamların çok üzerinde olduğunu,(7) bunun da aslında bir anlamda iyi haber olduğunu, çünkü hastalığın ölüm oranının aslında ilk açıklananlardan çok daha düşük olduğunu gösterdiğini gördük. Ancak madalyonun diğer yüzü: bu durumda enfeksiyon sayısı ilk açıklanandan çok daha fazla. Yani hastalık şimdiye kadar öngörülenden daha bulaşıcı, tıbbi terimiyle: bulaşma katsayısı daha yüksek. Bu durum, kilitlenmeden sonra bile virüsün yayılmasını ya da alınan en katı önlemlere rağmen Çin'de bile yeni vaka görülmeye devam etmesini açıklıyor.
Bu durum salgının seyrini nasıl etkiler? Medyada sürekli olarak “ikinci dalganın sonbaharda geleceği” ifade ediliyor. Yani yaz mevsiminde en azından bir duraklama olacağı beklentisi var. Bu beklenti, grip ve soğuk algınlığı salgınlarının ilkbahar sonu ve yazın bitmesinden kaynaklanıyor. Yazın salgınların bitişi ve nedenleri literatürde sıkça işlenmiş bir konu :
1) Yazın sıcaklığın ve nemin artması sayesinde virüsler vücut dışında daha çabuk bozuluyor.(13, 14)
2) Güneşin ultraviyole (UV, morötesi) ışınları virüsü daha çabuk etkisiz hale getiriyor. Güneşlenme süresinin artması sonucu, yine dışarıda virüsün stabilitesi düşüyor.(15, 16)
3) Yine UV ışınları sayesinde yazın insanlarda D vitamini eksikliğinin azalması sonucu bağışıklık sistemi kuvvetleniyor, virüsün patojenliği dolaylı olarak düşüyor.(17, 18, 19)
Güneş ışığı ve virüs bozulması konusunda 2005'te yapılan kapsamlı bir çalışmada koronavirüs ve diğer virüslerin güneş altında etkinlik kaybetme süreleri incelenmiş(20). Koronavirüslerin nispeten güneşin UV ışığına duyarlı olması iyimserliğimizi artırabilir. 2003 yılındaki ilk SARS salgını da yazın durmuş, hastalığa yol açan virüs (SARS-CoV-1 ) ise 2004 yılında şaşırtıcı bir şekilde tamamen ortadan kaybolmuş,(21) hatta bu yüzden aşı çalışmaları bile durdurulmuştu.(22) Ancak 2002-2003 dönemindeki korona virüsünün bulaşma kaysayısı, şu anda COVID-19'a yol açan SARS-CoV-2 virüsüne göre daha düşüktü :
Bu yılki virüsün, SARS-CoV-2'in bulaşıcılığının yüksek olması nedeniyle salgının yazın da devam etme olasılığı var. Ayrıca, Kuzey Yarıkürede yaz sıcaklıkları ve güneşlenme süresinin uzunluğu sayesinde belirgin bir şekilde yavaşlasa bile, kış mevsimini yaşayan Güney Yarıkürede devam etme olasılığı yüksek. Haziran-Eylül ayları arasında kış mevsimini yaşayan Arjantin, Şili, Uruguay, Brezilya, G. Afrika, Y.Zelanda ve Avustralya gibi güney yarıküre ülkelerinde salgın artarak devam edebilir. Bu durumda, kuzeydeki duraklama sürecinden sonra sonbahar'da güneşlenme süresi ve sıcaklıklar azalınca salgının ikinci dalga olarak tabir edildiği şekilde geri dönme olasılığı çok yükselir. Yani, 2003 SARS salgınındaki gibi yazın kendiliğinden tamamen kaybolacağı beklentisi, bulaşma katsayısı daha yüksek olan COVID-19 için biraz fazla iyimser bir beklenti.
Ancak eldeki “resmi” rakamları gözönüne alırsak, COVID-19′un öldürücülüğü, yılın ilk aylarında açıklanana ve özellikle de halkın şu anki algısına göre çok daha düşük.
---
Kaynaklar:
1) https://theconversation.com/the-coronavirus-looks-less-deadly-than-first-reported-but-its-definitely-not-just-a-flu-133526
2) https://www1.nyc.gov/assets/doh/downloads/pdf/imm/covid-19-deaths-confirmed-probable-daily-05022020.pdf
3) https://www.cdc.gov/mmwr/volumes/69/wr/mm6919e5.htm?s_cid=mm6919e5_Xc
4) https://www.worldometers.info/coronavirus/coronavirus-death-rate/
5) https://www.washingtonpost.com/health/antibody-tests-support-whats-been-obvious-covid-19-is-much-more-lethal-than-flu/2020/04/28/2fc215d8-87f7-11ea-ac8a-fe9b8088e101_story.html
6) https://www.medrxiv.org/content/10.1101/2020.04.14.20062463v1.full.pdf
7) https://www.nature.com/articles/d41586-020-01095-0
8) https://www.the-scientist.com/news-opinion/how-not-to-do-an-antibody-survey-for-sars-cov-2-67488
9) https://academic.oup.com/eurpub/article/22/1/7/489927
10) https://newseu.cgtn.com/news/2020-03-23/-Lock-it-down-and-stay-at-home-How-an-Italian-town-beat-COVID-19-P4AiPD0QbS/index.html
11) https://www.worldometers.info/coronavirus
12) https://www.ajtmh.org/content/journals/10.4269/ajtmh.20-0283 (bu konuda aynı doğrultuda çok kaynak var)
13) https://www.advisory.com/daily-briefing/2020/03/26/covid-summer
14) https://www.accuweather.com/en/health-wellness/new-study-says-high-temperature-and-high-relative-humidity-significantly-reduce-spread-of-covid-19/703418
15) https://www.accuweather.com/en/health-wellness/uv-radiation-from-the-sun-increases-by-a-factor-of-10-by-summer-and-could-be-key-in-slowing-covid-19/703393
16) https://www.journalofhospitalinfection.com/article/S0195-6701(13)00154-0/fulltext
17) https://medium.com/@ra.hobday/coronavirus-and-the-sun-a-lesson-from-the-1918-influenza-pandemic-509151dc8065
18) https://evrimagaci.org/covid19-ile-mucadelede-d-vitamini-kritik-bir-rol-oynuyor-olabilir-8701
19) https://www.ctvnews.ca/health/coronavirus/vitamin-d-deficiency-may-be-linked-to-more-severe-cases-of-covid-19-studies-suggest-1.4937535
20) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1280232
21) http://somatosphere.net/2016/where-has-sars-gone-the-strange-case-of-the-disappearing-coronavirus.html/
22) https://theconversation.com/the-mysterious-disappearance-of-the-first-sars-virus-and-why-we-need-a-vaccine-for-the-current-one-but-didnt-for-the-other-137583
0 notes
Text
Ara tatil turizmciyi memnun etti
Yaklaşık 18 milyon öğrenci 2019-2020 eğitim öğretim yılının ilk ara tatilini 18-22 Kasım'da yapacak. Ara tatil dolayısıyla hafta sonundan itibaren turizm bölgelerinde hareketlilik başladı. Turizmciler ilk kez hayata geçirilen bu uygulama "ölü sezon" olarak tabir edilen zaman diliminde otellerde yoğunluk yaşanmasına yol açtığı için durumdan memnun. Profesyonel Otel Yöneticileri Derneği (POYD) Başkanı Ülkay Atmaca, AA muhabirine, ara tatil dolayısıyla otellerde cumadan itibaren girişlerin başladığını söyledi. Kasımın ikinci yarısıyla ilgili rezervasyonların genelde ara tatil kaynaklı olduğuna dikkati çeken Atmaca, "Ara tatil döneminde 50 bine yakın vatandaşımız tatile çıkıyor. Nisandaki ara tatil dönemi için de talepler var. Bizim hem Kültür ve Turizm Bakanlığından hem de Milli Eğitim Bakanlığından talebimiz bölgelere ayrılarak nisanın tamamına bu ara tatilin yayılması. Böylece halkımız daha fazla tatil yapılabilir. Tüketici daha ekonomik ve keyifli tatil imkanı bulur." diye konuştu. Atmaca, özellikle ara tatilin nisana yayılmasının otellerin daha erken açılmasını ve sezonun önce başlamasını sağlayacağını vurguladı. Ara tatil uygulamasının ilk defa denendiğine, turizmciler olarak da kendilerinin bu durumu ilk kez yaşadıklarına işaret eden Atmaca, gelecek yıllarda ara tatil döneminde yerli turist sayının daha da artmasını beklediklerini bildirdi. Atmaca, nisandaki ara tatille ilgili de hazırlıklara başladıklarını, erken rezervasyonların gelmeye başladığını söyledi. "Gelecek yıllarda daha fazla katkı yapacaktır" Güney Ege Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği (GETOB) Başkanı Bülent Bülbüloğlu da bölgelerindeki birçok otelin ara tatil dolayısıyla açık olduğunu, tatile gelecek aileleri beklediklerini dile getirdi. Özellikle Muğla'ya yakın illerden yerli turistlerin yeni sistemdeki ilk tatillerini Marmaris ve çevresinde geçireceğini belirten Bülbüloğlu, "Tesislerimiz açık, ilk gelen misafirlerimizi ağırlamaya başladık. Diğer ailelerin de gelmesini bekliyoruz. Özellikle yakın illerden gelenler olabilir. İlerleyen yıllarda ara tatillere vatandaşlarımız alışacaktır. Sistemin ilk tatili olduğu için yoğunluk çok fazla olmayabilir. Hem aileler hem de çocuklar ilk kez böyle bir tatil görecek. Gelecek yıllarda turizme ara tatilin daha çok katkı yapacağını düşünüyorum." ifadelerini kullandı. "Ara tatil uygulaması bölgesel olmalı" Bodrum Otelciler Derneği (BODER) Başkanı Halil Özyurt da ara tatilin turizm hareketliliği açısından oldukça olumlu bulduklarını söyledi. Uygulamanın güzel bir başlangıç olduğuna değinen Özyurt, şunları kaydetti: "Hem tatillerin bölünmesi hem de turistik tesislerin doluluk oranı açısından bu uygulamayı olumlu karşılıyoruz. İleride uygulama bölgesel olarak ele alınırsa daha da iyi olur. Avrupa ve dünyanın başka ülkelerinde ara tatiller bölgelere göre farklılık gösteriyor. Türkiye'de bu uygulamaya doğru gidiliyor. Şu andaki ara tatilde de tatil günleri az ancak sıklaştırıldı. Bu çalışmayı ilerisi için olumlu bir başlangıç olarak değerlendiriyoruz." "Yazın tatil imkanı bulamayanlara fırsat oldu" Fethiye Otelciler Birliği (FETOB) Başkanı Bülent Uysal, bölgelerindeki kış döneminde de kapılarını açık tutan otellerde ara tatil dolayısıyla misafirlerini ağırlamaya başlandığını bildirdi. Batı Akdeniz'de yazdan kalma günler yaşandığına değinen Uysal, "Fethiye ve çevresine tatile gelenler kasım ayı olmasına rağmen denize girip güneşlenme imkanı bulabiliyor. Ara tatil turizmcileri memnun etti. 12 ay açık kalan tesisler bu dönemde hareketlilik yaşayacak. Yazın tatil yapmayan ya da yapamayanlara da fırsat oldu. Sadece deniz, kum güneş değil tarih, doğa ve adrenalin tutkunlarını Fethiye’de ağırlamaya hazırız." ifadelerini kullandı. Read the full article
0 notes
Text
Biraz Uzun Ancak Ülkenin Geldiği Nokta İtibarıyla ÇOK ÖNEMLİ BİLGİ KAYNAĞI.. Akp'nin "Eyalet Sistemi Projesi" Kendisine Münhasır Değil, 100 Yıllık Bir Proje olup, Evren ve Özal'ın Birlikte Kotardığı Bir Projedir..?! Evren ve Turgut Özal tarafından 12 Eylül’de raftan indirilen 100 yıllık bağımsız Kürt devleti projesi..?!! İngiliz, ABD ve Fransızların, Orta Doğu petrolünü paylaşmak için 100 yıl önce başlattığı, Kurtuluş Savaşı ile rafa kaldırılan Bağımsız Kürdistan projesi, 2 Eylül 1980 darbesi ile ikinci kez devreye sokuldu... Darbeyle cumhurbaşkanı olan Evren ile başbakanlığa getirilen Özal, ülkeyi eyaletlere bölmek için el ele verdi... Yolunu AKP açtı 14 yıllık iktidarı boyunca AKP’nin altyapısını hazırladığı proje, PKK, HDP tarafından 27 Aralık 2015’teki Demokratik Toplum Kongresi’ndeki (DTK) bildirgesinde “öz yönetim” adıyla ilan edildi... Bu bildiri, Bağımsız Kürdistan peşindeki Pirzade Bekir’in 1921’deki talepleriyle büyük benzerlik taşıyor... 8 eyaletli Türkiye Pirzade gibi bildiride de otonomi talep ediliyor... Almanya’nın Bavyera eyaletindeki yapıyı örnek alan Kenan Evren, 8 eyalete bölünmüş, Turgut Özal ise Türkiye’nin adını “Anadolu” olarak değiştirdiği Doğu ve Güneydoğu’yu bir eyalet kabul ederek 6’ya bölünmüş bir Türkiye planlıyordu... Evren’in Kürt devleti projesi raftan indirildi.. İngiltere, ABD ile Fransızların, Orta Doğu petrollerini paylaşım projesi için geliştirdiği, Kenan Evren ve dönemin Başbakanı Turgut Özal eliyle “eyalet sistemi” maskesi takılarak raftan indirilen Kürt devleti projesi, 27 Aralık 2015’te Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bildirgesi olarak ortaya sürüldü... İngiliz, Amerikan ve Fransızların 1900’lü yılların başında projelendirdiği bağımsız Kürt devleti projesi Kurtuluş Savaşı ile rafa kaldırıldı. Ancak 12 Eylül 1980 darbesi ile ikinci kez devreye sokuldu. Darbe sonrası cumhurbaşkanı olan Kenan Evren ile başbakanlığa getirilen Turgut Özal, Türkiye’yi eyaletlere bölmek için el ele çalıştılar.. Bugün proje PKK, HDP ve diğer bileşenleri tarafından “öz yönetim” adı altında sürdürülüyor... 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşti. Türkiye halkı sabah tank sesiyle uyandı, bütün sokaklar askerler tarafından tutulmuştu.“Bizim çocuklar başardı”12 Eylül gecesi asker harekete geçmeden dakikalar önce, dönemin ABD Ankara Büyükelçiliği, darbeyi Merkezi Haber alma Ajansı (CIA) Türkiye Masası Şefi Paul Henze’e telgrafla rapor etti.. Henze de hemen konser izleyen dönemin Başkanı Jimmy Carter’ın yanına giderek “Our boys did it-Bizim çocuklar başardı” sözüyle duyurdu. Genelkurmay Başkanı Evren, ülke yönetiminin başına geçti. Evren, Milli Güvenlik Konseyi’nin (MGK) başkanı olarak, 1983 genel seçimine kadar ülkeye ilişkin tüm kritik kararları aldı. 24 Ocak Kararları’nı hazırlayan Turgut Özal, darbeden sonra, bu politikaları devam ettirmek amacıyla Bülend Ulusu Hükümeti’nde ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcılığı görevine getirildi... 1983 yılındaki seçimlerde, Özal’ın başında bulunduğu Anavatan Partisi ise yüzde 45 oy oranı ve 211 sandalyeyle tek başına iktidara geldi... PKK da bu dönemde örgütlenmesini gerçekleştirdi ve ilk büyük silahlı saldırılarını başlattı.. Darbe ve eyalet 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren, eyalet sisteminin savunucularının başında yer alıyordu... Evren’in talimatıyla 1983’te ülkenin 8 eyalete bölünmesiyle ilgili bir kararname hazırlanmıştı.. 1 Mart 2007’de Hürriyet gazetesine konuşan Evren, eyalet sistemine geçilmesi gerektiğini tekrarlamıştı... Türkiye’nin 8 eyalete bölünebileceğini ifade eden Evren, bu eyaletleri “Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Erzurum, Diyarbakır, Eskişehir, Trabzon” olarak sıralamıştı... Evren, şunları kaydetmişti: “Cumhurbaşkanı iken Bavyera’yı ziyarete gitmiştim. Baktım üç bayrak çekmişler.. Bir Türk, öteki Alman bayrağıydı. Bu üçüncüsü ne bayrağı diye sordum.. ’Burası Bavyera Eyaleti, onun bayrağı’ dediler. Birçok ülkede bu var.. Amerika da böyle yönetiliyor.. Pakistan da.. Yönetim zorlaşınca ülkeler eyaletlere bölünüyor.. Türkiye’de mutlaka eyalet sistemine geçecek.”ANAP’lı eski bakanlardan İsmail Özdağlar’a ait olduğu belirtilen açıklamalar eski başbakanlardan Yıldırım Akbulut ve Tansu Çiller’e basın danışmanlığı yapan Mehmet Bican’ın “Terörle Sınanmak” adlı kitabında şöyle yer alıyor: “O gün Özal’ın kurmaylarıyla toplantı halindeydik.. Bakanlardan Hüsnü Doğan, Ahmet Kurtcebe Alptemoçin, Özal’ın Başdanışmanı Adnan Kahveci. Konumuz Türkiye’nin eyaletlere dönüşmesiydi. Özal kafasındaki düşünceyi sadece aktarmıyor, kabul etmemiz için bastırıyordu... Ona göre, Doğu ve Güneydoğu bir eyalet hâlinde teşkilatlanacaktı. Karadeniz, Anadolu’nun içlerinde, Kuzey’de, Güney’de de 5 eyalet daha olacaktı.. Yani Türkiye’yi altıya bölüyordu Özal.. Ben Özal’ın bu görüşüne karşı çıktım. Sanki onun yakasına yapışmış, hesap soruyormuşçasına, ’Bunu yapamazsınız!’diye bağırdım galiba... Eyalet düzenine geçmemizin Türkiye’nin bölüneceği anlamına geldiğini, bunu yaparsak bu ülkeyi bize kazandıran başta Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarının kemiklerini sızlatacağımızı söyledim...” Özal, ölene kadar eyalet fikrinden hiç vazgeçmedi. Mehmet Bican’ın kitabında Özal’ın, Türkiye’in eyaletlere bölünmesi fikrinden ölünceye kadar vazgeçmediği ve Cumhurbaşkanlığı döneminde de faaliyetlerini sürdürdüğü şöyle anlatılıyor: “Devlet Bakanı İsmail Özdağlar’ın başının yenildiği gün toplantı masasına konulan ’Türkiye’nin eyaletlere bölünebileceği’ düşüncesi, Turgut Özal’ın iktidarında hem Başbakanlık Konutu’nun hem de Köşk’ün ana gündem maddelerinden biri olup çıkıyor. Yüzlerce askerimizi şehit eden, Kürt köylerini basarak kendi ırkından insanları bebek, kadın, ihtiyar demeden katleden Abdullah Öcalan’ın gemi azıya alıp terörü dağlardan kentlere indirmesi, Turgut Özal’ın görüşlerini hiç etkilemiyor... O terörün, Kürtlerin taleplerinin karşılanmasıyla çözümlenmesinden hiç vazgeçmiyor... ’Türkiye’de eyalet sistemini oluşturursak, sorun çözülecek’ diye bakıyor bu önemli meseleye.. Öldüğü tarihe kadar aynı görüşleri taşıyor Özal, ancak Türkiye’yi bölmeye gücü yetmiyor.” Tezgah raporlara girdi.. Başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkelerinin nasıl bir oyun tezgahladığı o dönem raporlara yansıdı... Dönemin ABD Deniz Kuvvetleri Yüksek Komiseri Tuğamiral Mark L. Bristol, hazırladığı bir raporu 20 Şubat 1922’de ABD Dışişleri Bakanlığı’na sundu.. Raporda İngilizlerin desteklediği Pirzade Bekir’in nasıl bir hainlik içinde bulunduğu gözler önüne seriliyor.. O raporda şöyle deniliyor: “Bakanlığın bilgisi için Askeri Ateşe tarafından Kürdistan’daki durumla ilgili hazırlanan raporu sunuyorum.. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi Kürt sorunu dikkati çekecek değerdedir.. Normal koşullarda bile Kürtler daima komşuları için sorun olmuşlardır.. Şimdi, Kürdistan’ın, ünlü petrol yatakları nedeniyle, yabancı entrikalar kuşkusuz başladığı için ciddi sonuçlar çıkabilir.. İngilizler herhalde Kürdistan’ı denetim altına almak için Kürtleri Türklere karşı kullanmak isteyeceklerdir, Türkler de Kuzey Mezopotamya’yı ele geçirmek için aynı şeyi yapacaktır, Kürdistan’ı özel etki bölgesi sayan Fransızlar da Türk-İngiliz sürtüşmesinden çıkar sağlamakta bir an duraksamayacaklardır.. Fransız istihbaratı Fransız Askeri İstihbaratı bu konuda şu bilgileri vermiştir: Dünya savaşı sırasında başlıca Kürt ailelerinden Bedirhan ailesinin başı Abdürrezak Bedirhan kendini Kürdistan Prensi tanıması koşuluyla Rusya’ya hizmetini ve 25 bin süvari vermeyi önerdi, Çarın egemenliğini kabul etmeye hazır olduğunu bildirdi... Rusya, bu öneriyi tehlikeli olacağı gerekçesiyle reddetmiştir. İstanbul Hükümeti Kürtleri ayaklandırmaya çalıştığı için Bedirhan’ı ölüme mahkum etmiş, o çabalarını sürdürmüş ve İngilizlere dönmüştür ama birdenbire ölmüştür.. Paris’te yaşayan zengin ve etkili Kürt Şerif Paşa, bu anlaşmaya Kürt devleti kurulmasını sokturmayı neredeyse başarmış, ancak Londra Konferansı bunu engellemiştir... Korkut Özal’dan kardeşe eleştiri.??!! Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın kardeşi eski bakanlardan Korkut Özal, 2 Kasım 2004’te Habertürk Televizyonun da, Gülgün Feyman’a Türk’ten duyduğu rahatsızlığı açıkça ifade etmişti.. Özal,“8. yüzyılda Müslümanlıkla tanışan Türkler, kurdukları devletlerde Türk ya da Müslüman adını kullanmadı.. Devlete Türk adı koymak sıkıntı yaratmıştır” demişti.. Korkut Özal, 2008 yılında Show TV’deki Siyaset Meydanı’nda da aynı ifadelerini tekrarlamıştı... Turgut Özal’ın kendisine 1986 yılında Türkiye’nin isminin değiştirilebileceğini söylediğini açıklayan Özal, “Rahmetli ağabeyim Türkiye’nin isminin değiştirilebileceğini, Anadolu yapılabileceğini söylemişti” demişti.. “Söyledikleriniz önemli, kayıtlara geçiyor” uyarısının ardından Korkut Özal, söylediklerini bir kez daha tekrar etmiş ve Turgut Özal’ın bunu kendisine ikili bir görüşmede, “Keşke Anadolu olsaydı” dediğini yinelemişti... Öcalan’ın beğendiği lider Terörist başı Abdullah Öcalan da, Turgut Özal’ın federasyon politikasını ortaya koymuştu. Gazeteci Hulki Cevizoğlu’nun “Ya Sev Ya Sevr- Bir Gafletin Büyümesi” adlı kitabında bebek katili Abdullah Öcalan şunları söylüyor: “Aslında bizi en iyi anlayan Turgut Özal’dır.. Hatta eminim, bize biraz da olsa sempati ile bakıyor.. Eğer bizim sorunumuza bir çözüm bulunacaksa Özal bulacaktır.. Kürt olduğunu söylüyor.. Federasyondan söz ediyor.. Konuyu en iyi Özal izliyor..” Emekli general Osman Özbek, 8 Temmuz 2004’te yaptığı açıklamada, dönemin Başbakan’ı Turgut Özal’ın PKK’nın büyümesi için TSK’yı 1993 yılına kadar geçen 10 yıl devreye sokmadığını belirtmişti.. Pirzade Bekir bildirisiyle aynıKurtuluş Savaşı sırasında fırsatı kaçırmak istemeyen İngiltere’nin organize ettiği sözde Kürt sorunu, Batı’nın dayatmalarıyla bir kez daha “talep açıklama” noktasına getirildi.. Türkiye’yi parçalamak veya zayıflatmak için Batı ile iş birliği yapan hainlerin adı değişse de oynanan oyun hiç değişmedi... Kurutuluş Savaşı esnasında İngiltere’nin desteklediği Pirzade Bekir yönetiminde Kürtleri ayaklandırmaya çalışan güçler bugün aynı taleplerle PKK’yı kullanıyor.. 1921 yılında Pirzade Bekir’in taleplerinin benzerleri 27 Aralık 2015’te Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bildirgesi olarak ortaya sürüldü.. Kongrenin 14 maddelik bildirgesinden “özyönetim ilanlarına ve hendekler kazıp kentleri birer savaş alanına çeviren PKK’lı teröristlere açık destek” çıktı... Bildirgede “Halk meclislerinin ilan ettiği özyönetim ilanlarını, halkımızın her alanda yürüttüğü haklı ve meşru direnişi sahipleniyoruz” denildi... Atatürk ve silah arkadaşları, bağımsızlık savaşı verirken, etrafına topladığı bölücü güruhuyla Türk milletini sırtından hançerleyen Pirzade Bekir, Haziran 1921’de Kürt sorununun (!) çözümü için Ankara’dan şu taleplerde bulunmuştu: 1- Kürt vilayetlerini içine alan otonom bir Kürt devletinin tanınması, 2- Bu devletin sınırlarının Kürtler ve müttefiklerince saptanması, 3- Türk memur ve jandarmalarının geri çekilmesi, 4- Otonom Kürdistan’ın kurulmasında Türklerin ellerini uzak tutması, 5- Ankara Hükümeti tarafından toplanan savaş vergilerinin Kürdistan’a geri verilmesi, 6- Türkiye’nin sınırları içinde yaşayan Kürtlere güvenlik tanınması ve askerde olan Kürtlerin hemen terhis edilmesi... Kaynak: Evren’in Kürt devleti projesi raftan indirildi..
1 note
·
View note
Text
Özofagus (yemek borusu) kanserleri
Özofagus kanserleri dünya genelinde tüm kanserler arasında 6. sırada yer almaktadır ve sıklığı 6.4/100.000 olarak bildirilmektedir. Tüm kanserlerin %1.5-2’ sini, sindirim sistemi kanserlerinin ise %5-7’sini oluşturmaktadır. Görülme sıklığının coğrafi bölgelere göre değiştiği bilinmektedir. Avrupa ve Amerika’ya göre Asya kıtasında daha sıklıkla görülmektedir. Ülkemizde de özellikle doğu bölgelerinde fazla görülmektedir. Özofagus kanseri, 50-60 yaşlarında sıklık göstermekte, 30 yaşın altında seyrek (%0.2) görülmektedir. Erkeklerde kadınlara oranla yaklaşık 3 kat daha fazla rastlanmaktadır. Özofagus kanseri, hastaların yarısında yemek borusunun orta bölümünde, üçte birinde atl bölümünde, geri kalanında ise üst bölümünde yerleşmektedir. Yerleşim yerine göre uygulanan tedavi yöntemleri de değişiklik göstermektedir.
NEDENLER VE RİSK FAKTÖRLERİ
Özofagus kanserlerinde risk faktörleri:
Sigara, alkol kullanımı ve madde bağımlılıkları
Beslenme ile ilgili faktörler
Genetik ve çevresel faktörler
Predispozan hastalıklar olarak sıralanabilir.
Sigara, alkol kullanımı ve madde bağımlılıkları
ABD ve Batı Avrupa’da özofagus kanserinin en önemli sebebi sigara ve alkol kullanımıdır. Özofagus kanserinin sık görüldüğü diğer bölgelerde beslenme ile ilgili faktörler sigara ve alkolden daha ön plandadır. Alkolun etkisi tek başına oldukça az olup, sigara ile birlikteliğinde özofagus kanseri riski doz ve süreye bağlı olarak çok yükselmektedir.
Beslenme ile ilgili faktörler
Beta karoten, A, B, C, E vitaminleri, folik asit, riboflavin, eser mineral ve metallerden magnezyum, çinko, selenyum, molibden’in antioksidan etkileri, hücre rejenerasyonu ve hücre bölünmesi üzerindeki etkileri bilinmektedir. Bu maddelerin yetersiz alımı özellikle buğday, mısır ve pirinçten zengin, taze meyve ve sebzeden fakir diyet sonucu önemli risk oluşturmaktadır. Sigara, alkol, taze sebze ve meyvenin yetersiz alımı, özofagus kanseri için risk oluşturan en önemli 3 etken olarak kabul edilmiştir. Bu 3 etken özofagus kanserli hastalarda %83 oranında saptanmıştır. A ve B vitaminleri özofagus mukozasında proliferasyonun kontrolünde rol oynarlar. Bunlardaki eksikliğin prekanseröz lezyonların gelişiminde etkisinin olabileceği düşünülmektedir.
Beslenme alışkanlıkları, özellikle de çok sıcak içeceklerin fazla miktarda ve sık alınması belirgin risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Özofagus epitelinin yüzeyinde sigara ve çevresel faktörlerle depolanan kimyasal karsinojen maddeler, sıcak içecek ve alkol gibi irritanlarla epitele penetre olmakta ve bazal tabakaya kadar ulaşabilmektedir.
Ülkemizde Doğu Anadolu’da sigara ile birlikte çok sıcak ve fazla miktarda çay içme alışkanlığının olması ve bu bölgeye iklim koşulları nedeniyle taze sebze ve meyva transportundaki güçlükler özofagus kanserinin sık görülmesinin nedenleri olarak düşünülebilir.
Genetik ve çevresel faktörler
Özofagus kanseri gelişiminde, tümör önleyici bazı genlerin elimine olduğu veya silindiği düşünülür (p53, Rb, APC ve MCC gibi). Özofageal malignite gelişimi için bu genlerin her iki kopyasının da elimine edilmiş veya kaybolmuş olması gereklidir. Barret özofagusunda epitelyal displazi gösteren ve adenokanser gelişmiş her 8 olgudan 5’inde p53 mutasyonu saptanmıştır. Diğer 3 olguda saptanmamış olması mukozanın multiklonal yapılanmasına ve kanserin oluşumundaki diğer faktörlere bağlanmıştır.
Çevresel faktörlerden, özellikle sulardaki karsinojen bileşiklerin etkisi üzerinde durulmaktadır. Petrol bölgelerinde suyun petrol ile kontaminasyonu, insidansın yüksek olduğu bazı bölgelerde sudaki nitrojen bileşiklerinin, bazı bölgelerde ise riboflavin eksikliğinin gösterilmesi, bazı bölgelerde hayvanlarda özofagus kanseri saptanmış olması, çevresel faktörlerin etkisini desteklemektedir. Çevresel faktörler arasında asbest maruziyeti, radyasyon ve viral etkenler, yiyecek ve içeceklerin nitrozo bileşiklikleri karsinojenler, tohumlar ve mikrotoxinler kontaminasyonunun DNA’da spesifik mutasyona neden olabildikleri ve böylece etiyopatogenezde rol oynayabilecekleri öne sürülmektedir, buna bir örnekte sigara dumanındaki karsinojenlerin karakteristik gen mutasyon patternlerine yol açabileceği, bunların arasında p53 tümör supresör gen mutasyonlarının da bulunabileceğine dair ipuçları vardır.
Predispozan hastalıklar
Özofagus mukozasındaki bazı hastalıklarda kanser görülme sıklığı yükselmektedir, özellikle yüksek riskli bölgelerinde, toplumun %80’lere kadar varan büyük bir kısmında özofajit (yemek borusu iltihabı) saptanmıştır. Özofajit ısıya bağlı, mekanik, kimyasal ajanlar ile radyasyon veya gastroözofageal reflü sonucunda gelişebilmektedir. Genellikle hayatın erken dönemlerinden itibaren çevresel faktörlerin, diyetteki bazı faktörlerinde eksikliği eşliğinde, kronik mukozal inflamasyona neden olduğu düşünülmektedir. Ayrıca yiyeceklerin, çeşitli tohumlar ve silika ile kontaminasyonu sonucunda, mekanik irritasyon ile özofajite neden olabilecekleri ileri sürülmektedir. Bu olgular özofagus kanseri yönünden sıkı takip edilmeli, özofagus kanseri riskinin önlenmesi ve mevcut semptomların giderilmesi amacıyla zamanında tıbbi ve cerrahi tedaviye alınmalıdır.
Günümüzde, reflü hastalığına bağlı özofajitlerin yaklaşık %10’unda rastlanan ve Barret özofagusu denen durumda kanser gelişme riski normal populasyondan 60-100 kez fazladır. Bu hastaların takibi ve erken tanı malignitenin %100 oranında tedavisini sağlar. İyi bir endoskopik takip ile kanserli olguların yaklaşık %75’i evre 0, I veya IIA’da saptanabilir. Endoskopik takip ve bu evrelerin dışında saptanarak özofajektomi uygulanan olgularda 5 yıllık sağ kalım oranı %20’lerde iken endoskopik takip ile erken tanı alan olgularda bu oran %60’ın üzerine çıkmaktadır.
Akalazya da özofagus kanseri gelişimi için predispozan hastalıklardan birisi olarak kabul edilmektedir. Bu kişilerde normal populasyona göre 8-33 kat fazla kanser geliştiği bildirilmektedir. Disfaji, kilo kaybı ve göğüs ağrısı gibi akalazyaya bağlanabilecek semptomların başlamasından, kanser gelişimine kadar geçen süre ortalama olarak 20 yıl olup, akalazyalı hastalarda kanser gelişme sıklığı yüzbinde 3-4’dür. Sekresyonların ve yiyeceklerin stazı ile retansiyon sonucunda, mukozada kronik inflamasyonun karsinoma zemin hazırladığı bildirilmektedir.
BELİRTİLER
Op. Dr.Güven Atasoy
Yutma güçlüğü,
Kilo kaybı,
Göğüs bölgesinde yanma ve ağrı,
Kusma, gıdaların ağıza geri gelmesi,
Boyunda şişlik,
İştahsızlık,
Ses kısıklığı,
Kanama,
Öksürük ve boğulma hissi,
TANI YÖNTEMLERİ
Özofagus kanseri şüphesi olan tüm hastalarda endoskopik inceleme en önemli tanı aracıdır. Özofagoskopinin önemi sadece teşhis konulmasında değil, tedavinin ne şekilde yapılacağının tespiti açısından da büyüktür.
TEDAVİ
Özofagus kanserlerinde tedavinin seçimi öncelikle tümörün evresi ve yeri olmak üzere birçok faktöre bağlıdır. Sadece cerrahi tedavinin veya radyoterapinin yeterli olamayacağı bazı vakalarda kombine tedaviler düşünülebilir. İlerlemiş durumlarda cerrahi tedavi sadece hastanın beslenmesinin teminine yönelik olarak yapılabilir.
Tümörün yerleşim yeri de tedavinin seçiminde önemlidir. Genelde özofagusun 1/3 alt bölümündeki tümörler cerrahi olarak kolay tedavi edilirler. Üst bölümdeki tümörlerin ise cerrahi şansı daha azdır. Erken lezyonlar cerrahi için uygunken invazyon ve metastazlar cerrahi dışı yöntemlerin aranması gerektiren sebeplerdir. Lezyonun boyu, derinliği ve kitlenin total büyüklüğü tedavi seçimini yönlendirebilir çünkü 7-8 cm. den uzun tümörlerin komşu dokulara invaze olma ihtimali fazladır. Diğer taraftan belirtilerin süresi de hastalığın evresi açısından önemlidir.
source https://saglik.kocaali.com/ozofagus-yemek-borusu-kanserleri/
0 notes
Text
Kıbrıs’taki olayları NATO talimnamelerine veya özel harp psikolojik savaş yöntemlerine göre yorumlamak -1- Ulus Irkad
https://wp.me/pXsHy-Ksk Kore Savaşı sonrasında NATO’ya bağlı ülkeler hep birlikte Sovyetlerin herhangi bir işgaline karşı gizli ordular kurmaya başladılar. ABD ve diğer NATO ülkeleri kendi kurdukları silahlı hatları ve orduları yeterli görmeyerek gizli ordular kurmayı hedeflediler.” Bu durum Amerika ve İngiltere’yi yeni bir yöntem arayışına götürdü. Sonunda kendi ve yardımda bulundukları ülkelerin personelini özel harp konusunda yetiştirmek üzere bir eğitim sistemi oluşturulmasına karar verildi” (Kılıç,2008,36). Ortadoğu’da NATO ve Batı menfaatleri ve bunların NATO tarafından SSCB karşısında savunulması için Kıbıs’ta adanın bölünmesi daha kolay birçok menfaatler sağlıyordu. Dolayısıyla önce EOKA harekete geçirildi ama daha sonra da TMT, Türk Özel Harp Dairesi tarafından harekete geçirilecekti. Aslında her iki örgüt de indirek olarak ABD gizli istihbarat örgütü CIA’ya bağlıydı. “ABD hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de büyük askeri misyonlar bulunduruyordu. Truman Doktrini’ni yürürlüğe koyan ABD, her iki ülkenin silahlı kuvvetlerini örgütlemiş, siyasal faaliyetleriyle, özellikle de ‘komünizm tehlikesi’ni kontrol altına almak için istihbarat örgütleri kurarak ‘derin devletler’ yaratmıştır. Tüm Batı Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren bu derin devlet örgütleri, Brüksel’deki NATO karargahında üslenen merkezi bir komuta birimi tarafından koordine ediliyordu. Bunların görevleri, Komünistlerin herhangi bir batı ülkesinde göreve gelmeleri halinde cephe gerisinde savaşmaktı. İşte bu nedenle, söz konusu örgütlenme ağına “Cephe Gerisi” deniliyordu. Bunlar sonradan,1990’larda ortaya çıkarılan İtalyan örgütlenmesinin adıyla Gladio olarak tanınacaklardır” (Druşotis,2008,3). Druşotis şunları Yazmaktadır: “Zürih-Londra Anlaşmaları İmzalandığında, Türk Gladiosu’nun Kıbrıs’taki kolu TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı), zaten Kıbrıs’ta faaliyet halindeydi. Ankara’daki Türk anti-komünist teşkilatı, daha sonra Özel Harp Dairesi adını alan Seferberlik Taktik Kurulu olarak anılıyordu. Bu organizasyon Türkiye’deki tüm temel yapılara sızarak, bugün ülkede “derin devlet” diye bilinen oluşuma dönüşmüştür” (Druşotis,2008,3-4). TMT bu gücün altında Türkiye’de Özel Harp ve Psikolojik Harp tek nikleriyle yetişmiş ve aynı zamanda genelde ABD’de eğitim görmüş özel subayların emri altında kurulacaktı. Örneğin TMT’yi kuran Albay İsmail Tansu böyle bir eğitimden geçirilmişti. “Aslında Kimse Uyumuyordu” adlı kitabında bu gizli ilişikisinden bahsetmeyen Tansu’nun, Türkiye’de çıkan Özel Harp, Ergenekon veya Psikolojik Harp adlı kitaplarda, ya da yazarların özel araştırmalarında ABD’de eğitim gördüğü açık açık bellidir. Aynı durumun EOKA için de baki olduğunu, EOKA’nın bir Özel Harp öğrencisi ve de eğitimcisi olan ABD’ye göbeğinden bağlı General Grivas ve sempatizanı Yorgacis için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Druşotis şunları yazmaktadır: “Yunan Gladio’sunun başında, EOKA’dan dolayı Kıbrıs’la bağları olan IDEA ve KYP Başkanı Albay Aleksandros Natsinas vardı. Yunanistan’dan Kıbrıs’a silah sevkiyatını ögütleyen Natsinas’dı. KYP başkanı olarak Yunan derin devleti ile yeni kurulan Kıbrıs devleti arasındaki bağlantı halkası oydu. Onun komutası altında Kıbrıs’ta oluşturulan Gladio ağının lideri Polikarpos Yorgacis’ti” (Druşotis,2008,5). Aynı yazar şunları açıklıyor: “Yunanistan’da, Ulusal Kıbrıs Savaşçıları Örgütü’nün (Ethniki Organosi Kyprion Agoniston-EOKA) kurulmasına yol açan Kıbrıs’ta silahlı mücadele inisiyatifinin arkasındakiler, milliyetçi sağ ve Kilise kökenlilerdi. Komünistlere karşı savaşta önce İngilizler, ardından Amerikalılarla ortak çalışmışlardı. Bu kadroların çoğu Yunan derin devletinin ya içindeydi ya da ona bağımlıydı:” (Druşotis,2006,14). Türk Gazeteci Ecevit Kılıç’ın Özel Harp Dairesi adlı kitabında benzer itirafları vardır: “CIA kamplarında özel harp eğitiminden geçen çekirdek ekip, o güne kadar Türkiye’de çok etkin olarak kullanılmayan operasyonal istihbarat tarzına göre yetiştirildi”(Kılıç,2008,67). Ecevit Kılıç’a göre ABD’de eğitim gören ilk TC’li subaylar ekibi de 1948 yılında ABD’de eğitime gidecekti. “Özel harp eğitimi alacak ilk ekip 16 kişiden oluşuyordu. 1948’de Amerika’ya giden bu ekip içinde Turancılık davasından kamuoyunun adını duyduğu ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Türkiye’deki bağlantılı ismi olan Yüzbaşı Alparslan Türkeş vardı” (Kılıç,2008,27). “Teğmen ve albay arası rütbedeki subayların yer aldığı listede Alparslan Türkeş’in yanı sıra önemli bir isim daha vardı: Turgut Sunalp Sunalp,16 kişilik ekip içinde Amerika’ya önce giden ilk subay oldu. Bu nedenle özel harp eğitimi alan ilk Türk subayının Turgut Sunalp olduğunu söyleyebiliriz”(Kılıç,2008,28). Turgut Sunalp’in 1960 yılında Garanti Andlaşmalarına göre Kıbrıs’a gelen 650 kişilik TURDIC alayının başında olduğunu, isminden daha sonraları 1962 yılında Ayhan Hikmet ve Ahmet Muzaffer Gürkan’ın katledilmesinden sonra mahkeme belgelerinde oldukça söz edildiği, gene aynı mahkeme soruşturmaları sırasında Kıbrıs’ta bazı gizli faaliyuetler dolayısıyla isminden bayağı bahsedildiği artık muamma değildir. Adı geçen zat, gerek 12 Mart 1971 ve gerekse 12 Eylül 1980 Darbelerinde de isminden epey söz ettirecektir. Ecevit Kılıç Özel Harp Dairesi’ne ABD- CIA örgütü tarafından yardım edilmesini şu şekilde ele almaktadır. “Özel Harp Dairesi’nin finansmanı ve silahlar dahil tüm teçhizatı Amerika tarafından CIA ve yardım kuruluşları aracılığıyla sağlandı. İleride üç yıl boyunca Özel Harp Dairesi’nin başkanlığını yapacak olan Kemal Yamak’a göre bu çok normal: ‘Amerikalıların yardım ve destek teklifinin o dönemlerde olduğunu ve bu nedenle fazla yadırganmadığını zannediyorum. Zira ihtiyaç bizimdi. Bu kuruluş anında daha yukarı makamlarda yapıldığı anlaşılan bazı anlaşma ve mutabakatla, tıpkı diğer askeri kurum ve kuruluşlarda olduğu gibi, daireye de Amerika yardımından bazı özel malzeme ve silah desteği ile eğitim desteği de sağlanmıştır”(Kılıç,2008,46). 1953 ile 1955 yılları arasında dairede görev alan ve öne çıkan ilk özel harpçi subaylar arasında Kıbrıs’ta TMT’yi kuran İsmail Tansu, TMT’de görev alan Rıza Vuruşkan ve Ahmet Göçmez adlı subayların adları geçmektedir (Kılıç, 2008,49). “Özel Harp Dairesi genişledikçe bünyesinde yeni birimler de kuruldu. Bunlardan en önemlisi dairenin adıyla kurulan Özel Harp Birimi’ydi. Seçkin subayların atandığı bu birim dairenin en etkin grubu oldu. Bu etkinlik dairenin belirlediği eylemlerin bu birim tarafından yerine getirilmesinden geliyordu. Bu dönemde dairenin esas eylem alanı Kıbrıs’tı. Özel harp teknikleriyle yetiştirilen subaylar birer ikişer adaya gönderiliyordu. Kıbrıs Türklerini örgütleyen bu subaylar bir süre sonra geri dönüyor yerlerine yenileri gidiyordu. Özel Harp Birimi’nin görev alanı tamamen ülke içindeydi. Bu birimdeki subaylar Kıbrıs’a gitmiyordu” (Kılıç,2008,55). Özel Harp Dairesi’nin ilk illegal ve gizli eylem alanı da 6-7 Eylül olaylarının çıkış noktası olan Kıbrıs oldu. Özel Harp Dairesi olaylardan üç ay önce adada sivil unsurları örgütlemeye gitmişti bile. En önemlisi de Özel Harp Dairesi’nin subay ve astsubayları özel harp tekniklerini adada pratiğe dökmeleriydi. Bu durum Kıbrıs Harekatı sonrasına kadar sürdü” (Kılıç, 2008,92). Türkiye’deki darbeleri de bu örgüt altında kurulan “Ergenekon” adlı bir yeraltı örgütüne bağlayan emekli subay Erol Mütercimler de daha sonraları şunları yazacaktı: “…O zaman bunun adına çete diyemezsiniz. Bu büyük bir örgütün bir birimidir; Bu örgütün adı ne? Bunun adı Ergenekon’dur. Bu örgüt 1960 yılında Kıbrıs’tan Türkiye’ye taşındı. Bunun yapılanmasında Alparslan Türkeş, Turgut Sunalp var. Turgut Sunalp, bunun Türkiye’ye taşınmasında önemli bir isim. Bunu kim kurdurdu? Batı’da gladyo adıyla şekillendirilmiş olan grupları kurdurtanlar. Yani CIA – Pentagon, Ergenekon, MİT’in de, başbakanın da, Genelkurmay’ın da üstünde. Bu örgütün içinde generaller, emniyet müdürleri, işadamları var.” Kaynakça Kılıç,E (2008) Özel Harp Dairesi,Güncel Yayıncılık,İstanbul. Druşotis, M.(2008) Kıbrıs 1963-1964-İlk Bölünme, Galeri Kültür Yayınları,Lefkoşa. Druşotis,M.(2006) Kıbrıs-1970-19 74, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa. Mütercimler,E. (5 Ocak 1997) Haftanın Konuğu, Deniz Kuvvetlerinden emekli araştırmacı Erol Mütercimler, Eşref Bitlis’in Öldürüldüğünü MİT biliyordu, Aydınlık Dergisi.
0 notes
Text
Berlin Gezilecek Yerler, Tavsiyeler
1) Brandenburg Kapısı - Brandenburger Tor
Simgesel yapıdır. Almanya ve Avrupa'nın özgürlük anıtı. 1700’lerde inşa edilmiş. Berlin’e gidip de önünde bir fotoğraf çektirmeden gelen olmaz.
Burası 1989’a kadar Doğu Almanya ( Almanlar ’DDR’ der ) tarafında, ama sınır duvarının hemen dibinde bir yerdi.
Kapının üzerindeki quadriga (4 atın çektiği araba ve üzerindeki tanrıça) heykeli görkemli. Bu heykelin ilginç bir öyküsü var. 1800′lerin başında Napolyon Almanya’yı ele geçirince bu heykeli Paris’e götürüyor. Heykel yaklaşık bir 10 sene kadar Paris’te kalıyor, Napolyon’un yenilmesiyle Almanlar tarafından Berlin’e geri getiriliyor. Heykelin çektiği eziyet bununla bitmiyor tabi. İki Almanya’nın birleşmesi sırasında heykelin yüzünü batıya çevireceğiz diye tekrar yerinden oynatıyorlar. Böyle de bir hikayesi var.
“Brandenburger Tor”, Eski imparatorluk Almanya’sı döneminde Berlin’in şehre giriş kapısı imiş.
Kapının batı tarafında ise şimdi yıkılan berlin duvarının izleri var.
2) Unter den Linden
Brandenburg kapısından doğu yönünde aşağı doğru inen cadde. Buranın ismi ilginç: “Unter den Linden” (“Unter deyn lindın” diye okunur, ıhlamurlar altında demek)
Bu geniş bulvarın iki tarafı sıralı ıhlamur ağaçları var ve özellikle Haziran ayında ortalık mis gibi ıhlamur kokar. Kış mevsimde ıhlamur olmayacak tabi ama yürüyüş yapmak ve şehrin havasını hissetmek için güzel bir mekandır. Sağlı sollu cafeler, eski binalar, müzeler, turistik dukkanlar. Keyif mekanıdır. Madam Tusaud müzesi de bu cadde üzerinde ama kişisel görüşüm zaman kaybı. Geçiniz..
Unter den Linden caddesinden aşağı doğru devam ederken “Bebelplatz” denilen bir yere geleceksiniz. Burada “Yakılan Kitaplar Anıtı”nı görebilirsiniz. Bu anıt yerin altına doğru çukur şeklinde, boş bir kitap rafları var. Bir nevi utanç anıtı denilebilir. Nazilerin yükseliş döneminde Nazi öğrencilerinin Sosyalist ve Yahudi yazarlara ait binlerce kitabı yaktığı bir yer. Geçerken atlamayın, bir bakın derim.
3) Müze Adası (Museum Insel)
Adından anlaşılacağı üzere burası bir ada. Nehir üstünde bir ada tabi. Müzeler açısından zengin bir şehir Berlin. Bu müzelerin önemli ve başlıcaları burada. Zaman hepsine yetmeyecektir ama özellikle Pergamon ve Alte National Galerie bu ikisini ne yapın edin görün.
Dikkat: Pazartesi günleri müzeler kapalı, bu yüzden planı ona göre yapın
Neden özellikle bu iki müze?
Pergamon Müzesi. Bence en heyecan verici müze burası. Bizim Bergama’dan kaçırılan Pergamon Athena tapınağı, Zeus Sunağı, Milet Kapısı, Athena heykeli, Babil’in İştar kapısı var ki, ölmeden her insan evladının görmesi gerek. Sahip çıkamadığımız değerler olarak yürek burksa da, bir taraftan da güzel muhafaza ettikleri için teselli edici.
Müzede İngilizce – Almanca dışında bir de Türkçe açıklamalar var ki kendinizi yabancı hissetmezsiniz :) Audioguide’da Türkçe seçeneği de var bu arada.
Alte National Museum ise Almanya’nın en zengin resim ve heykel kolleksiyonu. Eski Alman ressam ve heykeltraşların yanısıra Manet, Monet, Renoir ve Cezanne gibi izlenimcilerden ve Courbet’den resimler de görebilirsiniz. Hatta bizim Osman Hamdi beyden bile 2 eser vardı. :) Esas şölen burada.. Kaçırmayın.Biz 3-4 saat geçirdik, doyamadık.
Bir de tavsiyem 3 gün geçerli olan “Museum pass Berlin – 3 day ticket” alırsanız çok rasyonel olur, zira 24 Euro. (Zaten bir müze için 10-20 EUR civarı giriş ücreti) Ayrıca toplu taşımada da kullanılıyor bildiğim kadarıyla.
Museum Pass alımı için tıklayınız.
4) DDR Museum
Müze adasının doğu yakasında Berliner Dom var. Berlin Merkez Katedrali, şehrin en büyük kilisesi.
Bir protestan katedrali. İsteğe bağlı olarak girip dolaşabilirsiniz. Bence çok büyük bir özelliği yok ama bu benim subjektif görüşüm. Bildiğimiz daha önce onlarcasını gördüğümüz katedrallerden çok büyük bir farkı yok. Saçma bir tarafı da, katedral girişinin ücretli olması. Halbuki dünyanın her yerinde ibadet yerleri halka açık ve ücretsiz olur. Neyse.
Berliner Dom’un hemen altında DDR Museum var. DDR Museum ne ola ki derseniz, burası eski Doğu Almanya (yani DDR – yani Deutsche Demokratische Republik) güncel hayatını gösteren ve yaşatan bir müze. İnteraktif bir müze. Eğlenceli. Girin ve dolaplara çekmecelere kadar karıştırın. Detayları iyi inceleyin. Özellikle aynı toplumun ortadan ikiye bölünmesi sonucu oluşan yaşamlar, sosyal yaralar, hem acılı hem de zaman zaman tebessüm ettiren sahnelerle, objelerle yaşıyorsunuz. Hele hele o 1974 yılında Dünya Kupasında oynanan meşhur Federal Almanya - Demokratik Almanya maçının sosyal izleri...
Toplumun biraz haliyeti ruhiyesini anlamak açısından güzel bir müze, bu nedenle tavsiye ederim.
5) Kanal Turu
DDR Museum’dan çıktıktan sonra hemen müzenin önünde kalkan kanal turları var. Berlin bir kanallar şehridir. Spree nehri şehrin içinden damarlar halinde geçer. Ama Berlin’in çok bilinmeyen bir özelliğini söyleyeyim size; bu şehirde Venedik’tekinden daha fazla kanal ve köprü mevcut. Ne var ki pek tanıtamamışlar.
Kanallarda yaklaşık yaklaşık 1-1.5 saat civarında süren bir tur, şehrin detaylarını keşfetmek için iyi bir imkan. Yol üzerinde bol miktarda panoramik fotograf öğeleri mevcut.
6) Nikolai Viertel - Nikolai Mahallesi
İşte burası eski orta çağ Almanya’sı. Organik Berlin tam anlamıyla. Küçük bir bölge. Nikolaikirche (Aziz Nikolai Kilisesi) Almanya'nın başkenti Berlin'de bulunan en eski kilisedir. Kiliseden dolayı da buraya Nikolai Viertel demişler. Bu alanda çoğunlukla restore edilmiş orta çağ yapıları ya da bunların sonradan yapılmış benzerleri bulunur. Kilise tarihi 1200′lere kadar gidiyor.
Arnavut kaldırımlı dar ara sokaklarda gezip tarihi evler arasında dolaşmak, oturup bir kahve kek yapmak için uygun, sevimli sıcak bir yer.
7) Gendarmenmarkt
Berlin’in en güzel ve estetik meydanı olduğu söylenir. Hatta Avrupa'nın en estetik meydanı olduğunu iddia edenler de var. Bu tartışmalar bir kenara, bu meydan tarihi bir çok olaya da tanıklık etmiş olan bir meydan. Şehrin büyük konser salonu ve salonun iki omuzunda sağlı sollu Fransız Katedrali ve Alman Katedrali denilen binalar meydanı çevreliyor. Meydanın zaman içinde ismi defalarca değişmiş. En son 1800-1950 yılları arasında Gendarmenmarkt adını almış. 1991′den beri de bu isim tekrar kullanılıyor.
1840′larda artan gıda fiyatları nedeniyle gerçekleşen patates devrimi bu meydanda gerçekleşmiş. 1930′larda Nazi rejimi büyük salonun önündeki bahçeleri kaldırıp meydanı kare taşlarla döşemiş. Meydan o dönemde Nazi propagandası etkinlikleri ve askeri geçişlerde kullanılmış.
2. Dünya Savaşı sonunda bombardımandan nasibini fazlasıyla almış. 1946 yılında kalıntılar arasında, Rus Kızılordu koro ve orkestrası tarafından verilen o meşhur konser de bu meydanda açık havada gerçekleşmiş.
Meydan şu anda bir etkinlik alanı. Meydanda oturup etrafı izleyin mutlaka. Mimari ve performans yapan müzisyenleri sanatçıları gözlemleyin. Etrafta bir çok turistik mağaza, dukkan, butik, hediyelik eşya, kafe vs mevcut. Dilerseniz Alman ve Fransız katedrallerini girip gezin. Hoş vakit geçirebileceğiniz şeyler mutlaka bulacaksınız. .
Karşılıklı birbirine meydan okuyor gibi görünen Alman ve Fransız katedrallerinin esprisi ne derseniz. Bunların ikisi de büyüklük olarak aynı. 1780′lerde yapılmışlar. Almanya’da “Fransız Katedrali” niye? Sebebi şu; Potsdam prensi tarafından, Fransa’dan gelen dini mültecilere dini özgürlük ve medeni haklar tanınmış. Kiliseyi yapanlar bu insanlar.
8) Checkpoint Charlie
Burası bana çok fazla mizansen ve turistik geldi ama turistlerin çok ilgisini çeken bir yer. Burası nedir derseniz.. 2. Dünya savaşı sonrasında malumunuz şehir Amerikan ve Sovyet sektörü olarak ikiye bölünüyor ve sınırlar çekiliyor. Bu iki bölge arasında da belli geçiş kapıları var. Kapılarda da o dönem Amerikalı ve Sovyet askerler bekliyor. Checkpoint Charlie bu kapılardan bir tanesi ve en popüleri. (Charlie denmesinin sebebi C kapısı olması nedeniyle)
O günleri canlı tutmak anısına, espri ve sembolik anlamda bu kapı hala aktif. Dediğim gibi, turistler arasında çok popüler ve fotoğraf çektirmek açısında ilginç bir yer. Ha bir de işin esprisi var. İsterseniz orada pasaportunuza checkpoint charlie mühürü vurdurabilirsiniz :) hatıra olsun diye. Ücreti mukabilinde tabii.
9) Reichstag
Alman parlamento binasıdır kendileri. Tepesinde cam bir kubbe var. Bu kubbe halka açıktır. Kubbeden parlamentoyu kuş bakışı izleyip dinleyebilirsiniz. Bundestag da deniyor. Binanın ön cephesinde, ana kapı girişi üzerindeki alınlıkta bir yazı var: “Dem Deutschen Volke” (Alman Halkına)
Amaç: mecliste konuşulan her şey halkın gözü önünde olsun gibi bir mantığı var. Medeniyetin ve şeffaflığın dibi diyebiliriz. Ziyaret etmek isterseniz rezervasyon şart. İlginiz olursa link:
https://visite.bundestag.de/BAPWeb/pages/createBookingRequest.jsf?lang=en
10) East Side Gallery
Berlin duvarının 1 km’den daha uzun bir kısmı (1300 m civarında) yıkılmamış ve dünyadan modern sanatçıların çalışmalarına açılmış. Onlar da duvarlarda döktürmüşler de döktürmüşler. Böylece şehir içinde kamuya açık bir doğal sergi oluşmuş.
Görsellik açısından doyurucu ve güzel izlenimler bırakacaktır. 1.5 km’lik bir şölen de burada var. Fotoğraf makinen yanında olsun mutlaka.
11) Holocaust Museum ve Soykırım Anıtı
Bunlar bana çok ilginç gelmese de farklı görüşleri olanlar olabilir. Almanların geçmişiyle hesaplaşması ve günah çıkarması diyebiliriz bir anlamda.
Çok gezmedim, fazla fikrim yok. Soykırım anıtı zaten blok blok isimsiz taşlardan oluşan bir yerdi, bana çok şey ifade etmedi ama edenler varsa saygım sonsuz :)
12) Alexander Platz
Almanların deyimiyle Alex yani Aleksander Meydanı. Şehrin tüm ulaşım ağı burada toplanıp buradan dağılıyor.
Bir nevi Taksim meydanı. Şehrin kalbi, toplanma meydanı. Alışveriş, ticaret, dükkan, cafe. Biraz daha halk tipi. Unter den Linden caddesi kadar elit değil. Alex Taksim ise, Unter den Linden Nişantaşı. Zamanında DDR’a ait olan meşhur TV kulesi de burada. 300 küsur metrelik bir çirkinlik abidesi. Tepesinde bir döner restoran var, ben girmedim. Fikrim yok.
Fırsat olursa;
Tiergarten
Berlin’in en çok dikkat çeken özelliklerinden biri yeşil, orman ve ağacın bol olması. Metropol olmasına rağmen doğayla temasın kolay olduğu bir şehir Berlin.
Tiergarten veya Grosser Tiergarten denilen yer, Berlin’in akciğerleri. Şehrin ortasında bir park güya ama o kadar büyük ki, koca bir orman sanki. İçine girdiğiniz zaman ormanda kaybolup şehirden kopuyorsunuz. Çıktığınızda ise yine bir anda şehrin içindesiniz. Özellikle uzun yaz akşamlarında ve hafta sonları spor yapanlar, paten kayanlar, ata bisiklete binenler, etkinlikler. Yanı sıra köpeğini dolandıran, resmini yapan, güneşlenen, ailesiyle dinlenen insanlarla doluyor (Mangal yapana rastlamadım henüz). Metropol’ün tabiatla bu kadar iç içe olması imrendirici.
Ortalıkta hiç temizlik işçisi yok ama orman nasıl bu kadar temiz kalıyor sorusunun cevabı ne derseniz? Medeniyet ve anlayış, kıymet bilme, sahip çıkma.
Doğa içinde yürüyüş yapayım, ormanın içindeki yollarda göletler, havuzlar, tarifsiz manzaraların içinde keşfe çıkayım diyenler için görülesi bir yer. Özellikle bisiklet ile dolaşmanızı tavsiye ederim.
Kreuzberg
Türk’lerin en yoğun yaşadığı Berlin semti. Küçük İstanbul diyorlar. Enteresan bir yer gerçekten.
Bizim gurbetçi Türkler Almanya’ya entegre olacaklarına, Almanya’yı kendilerine entegre etmişler gibi sanki :)
Türklerin işlettiği restoran – kafe - büfelerde, bizim yemekleri ismiyle bilen bir çok Alman ya da diğer ülke göçmenlerini de görürsünüz.
Alt kültür ve ghetto kavramı herhalde en çok buraya uyar. Ama öyle Harlemvari korkulası değil, keyifli ve huzurla dolaşabilirsiniz.
Potsdamm
Berlin’e bir saat kadar uzakta. Eski Prusya İmparatorluk dönemi başkenti. Ağır başlı, elegant, huzurlu, zengin, şık. Tam böyle kont, baron şehri.
Sanssoucci Sarayı, görkemli parklar, göletler, cafeler. Şehrin tarihi meydanı “Alter Markt” ve civarındaki sokaklarda yürüyün, mimari görselin tadını çıkarın.
O meşhur “Berlin’de hakimler var” hikayesinde adı geçen Sanssoucci Sarayı ve Değirmen görülmeye değer başlıca eserlerden birisidir.
Tren ile gitmek mümkün. İçerisi bisikletle dolaşmak için ideal. Sinefil bir şehirdir aynı zamanda. İlgilenenler için sinema tema parkı (Filmpark Babelsberg) ve film müzesi var.
Fazlasıyla sofistike gelmişti bana.
Berlin’de Yeme - İçme
Bunun dışında ne yenir ne içilir derseniz. Almanya’ya gitmişken bol bol bira için. Değişik değişik biralar var. Her yörenin ayrı bir tarzı var. Bira gurmeleri için keşfe açık bir yer. Marka saymaya girersek çok içinden çıkamayız ama oranın bir bira memleketi olduğu ve yüzlerce farklı markanın binlerce çeşidi arasından keşif yapmak zaten başlı başına iş. Ben kişisel olarak “Paulaner Hefeweizen” çok sevmiştim. Ama zevkler kişiye göre değişir o yüzden buraya çok girmeyeyim.
Alman mutfağının zengin bir yemek çeşidi yok maalesef. (Onlardan daha iyi olduğumuz tek şey de bu herhalde) Soğuk memleket olduğundan, Alman geleneksel mutfağı daha çok topraktan çıkan kısıtlı gıda maddeleri üzerine yürümüş. Patates, bezelye, pancar, havuç, kuşkonmaz, lahana başlıca kullanılan gıda ürünleri. Dikkat edin gaz bombasına dönüşebilirsiniz :) Tabii ki dünya mutfağının her çeşidi de mevcut.
Domuz etine karşı özel bir hassasiyetiniz yoksa, hayatınızın en güzel sosislerini burada yersiniz. Yine yöresel olarak farklı farklı yüzlerce çeşit sosis yersiniz. üretiminden tutun pişirme kıvamına kadar hepsinin bir standartı var ve bunu başka bir yerde de ben henüz görmedim. Pommes (patates kızartması), Kartoffelsalat (patates salatası), Sauerkraut (Lahana’nın ince dilimler halinde turşu gibi bişeye basılması ve bunun yemek garnitürü olarak kullanılması), Curry Wurst (Köri ketçap karışımı bir sosu sosisin üzerine dökerek servis ettkleri) yapın mutlaka. Ayaküstü hemen her yerde bulabilirsiniz.
Özellikle yaz aylarında ama kışın da yağışsız açık havada bira bahçelerinde ağaçlar altında oturup bunları tadabilirsiniz.
Gitmişken bizim Türklerin yaptığı Berlin usulü döneri de tavsiye ederim. Hem ucuz, hem bol malzemeli, soslu, hem de kaliteli ve doyurucu dürümlerini deneyin, seversiniz. Almanlar arasında da oldukça popüler olmuş, hatta sosisi geçmiş neredeyse.
Pastahane ürünleri tartışmasız güzel. Ne yerseniz yiyin, yanına bir çay alın kahve alın. Çay isterken mutlaka “Siyah Çay” olduğunu belirtin. Almanya’da pastahanelerde bir şey alırken size şu soru sorulur hep; “Burada mı yiyeceksiniz, yoksa alıp gidecek misiniz?”. Bu sorunun cevabı, fiyata yansıyacaktır, bilginiz olsun :) Alıp çıkacağım derseniz düşük ödersiniz. Not edin.
Berlin’de Ulaşım
Şehir içi toplu ulaşımda 4 ana aktör var;
Tren (Eisenbahn)
Tramvay (Strassenbahn)
Metro (U-Bahn)
Otobüs ()
Bunların entegrasyonu ile şehrin her tarafını kolayca gezebilirsiniz. Bilet otomatları şehrin her yerinde. ATM ve Bilet otomatlarında şaşırtıcı bir şekilde Türkçe dili seçeneğinin de olması insanda salak bir sevinç yaratıyor :) Elinize geçireceğiniz bir ulaşım haritası ile olayı kolayca çözersiniz.
Berlin toplu ulaşıma ait detay bilgileri şu kaynaktan detaylı inceleyebilirsiniz;
https://www.berlin.de/en/public-transportation/
Gerçi bilenler bilir ama iki şeyi özellikle ileteyim:
Burada kamunun insana bakışı güven üzerine. İnsanlara peşin bir güven duyuluyor ama bunu suistimal eden olursa da cezayı yüksek kesiyorlar. Toplu ulaşım araçlarına hiç bilet almadan defalarca binebilirsiniz, ta ki kontrole denk gelmezsiniz. Ancak kontrolde yakalandığınız takdirde ceza tutarı oldukça büyük.
Bir de toplu taşıma araçlarına binerken biletinizi aldınız, bu yeterli değil. Toplu taşıma aracına binmeden önce aldığınız bileti istasyonda bulunan otomatik kutuda damgalatın mutlaka. Olası bir kontrolde benim biletim var falan dinlemez korsan seyahat ediyorsunuz diye (Schwarz-fahren diyorlar) cezayı keserler.
Taksi şoförlerinin büyük kısmı Türk, yabancılık çekmezsiniz. Ama Türk olsun olmasın, tüm şoförler İngilizce biliyor, problem yaşamazsınız. Taxi’lerde kısa mesafe tarifesi 5 EUR. Kısa mesafeden kasıt 2 km’ye kadar olan mesafelere deniyor. Gideceğiniz yer yakınsa “Kurzstrecke” derseniz (Kurts ştreke diye okuyun) şoför taksimetreyi ona göre ayarlar, 5 EUR ödersiniz. 2 km'yi geçerse taksimetre kendini ayarlıyor zaten.
#berlin#berlin duvarı#brandenburg#alexanderplatz#nikolaiviertel#checkpointcharlie#Berliner Mauer#pergamon#pergamonmuseum#alte nationalgalerie
0 notes
Text
BOP işliyor mu?
İyi Parti Genel Sekreteri ve Parti Sözcüsü Aytun Çıray, Afirn'deki operasyonların Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)'nin bir oyunu olduğunu iddia etti. Aytun Çıray, sosyal medya hesabından şöyle yazdı: “Afrin'de olup bitene bakınca Amerika ile AKP arasında su sızmadığını görürsünüz. BOP tam olarak işliyor. O şahin bu bilmem ne, boş medyatik oyunlar. Reza orada oldukça ABD sistemi işler.”
Gerçekten BOP devam ediyor mu? Tayyip Erdoğan, BOP Eşbaşkanı mı?
Bugünün yasaları
Belirttik, tekrar belirteceğiz. Politikada da, bilimde olduğu gibi “bugünün” gerçekliği ile hareket etmelisiniz. Nasıl kapitalizmi 19. yüzyıl yasalarına göre açıklayamıyorsak, siyasette de dünün yasaları değil bugünün yasaları ile hareket etmek durumundayız. Bir başka değişle, dünün güneşi ile bugünü ısıtamayız.
Bugün dünya değişiyor. ABD'nin dünyanın jandarması olduğu günler geride kaldı. Aynı Batı Asya ülkeleri yok, aynı Asya ülkeleri yok, aynı Avrupa ülkeleri yok. Hatta aynı ABD yok.
Tayyip Erdoğan, 15-16 Şubat 2004 gecesi zamanın başbakanı olarak, Fatih Altaylı’nın programında, Kanal D ekranından şöyle konuşmuştu: “Şu anda Amerika’nın da Büyük Ortadoğu Projesi var ya, Genişletilmiş Ortadoğu, yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir merkez, bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım.” Erdoğan, BOP Eşbaşkanı olarak, ABD ve onun Gladyosu olan FETÖ ile işbirliği yaptı. TSK'ya ve direnen siyasi kuvvetlere kumpas davaları kuruldu. Erdoğan o süreçte, ben bu davaların savcısıyım dedi. Kılıçdaroğlu'nun tarafsız bir Cumhurbaşkanlığı yaptığını söylediği Abdullah Gül ise savcılara, “delillendirin” talimatı verdi.
Silivri'de BOP haritası yırtıldı
Fakat Türk milletinin direnişi, Silivri duvalarının yıkılmasına sebep oldu. Vatanseverler oradan çıktı, yerine Fetullahçı Gladyonun elemanları girdi. Şimdi onlar yargılanıyorlar. Silivri duvarlarının yıkılması ile birlikte Tayyip Erdoğan'ın da BOP Eşbaşkanlığı sona erdi. Bugün Türkiye gladyoyu yargılıyor. Dün açılım yaptığı PKK'nın üstüne yürüyor. Yani artık Erdoğan Türkiye'yi değil, Türkiye Erdoğan'ı yönetiyor.
Açıp bakın BOP haritasına. Ne vardı orada? Üçe bölünmüş Irak. O Irak bugün yeniden toprak bütünlüğünü sağlıyor. Bağımsızlık referandumuna kalkışan Barzani'nin üzerine yürüdü. Ve Kerkük harekatıyla ABD'nin uçuşa yasak bölge ilan ettiği 36. paralelin üstüne çıktı. Yani ABD, Irak'ta 1991'den bile kötü durumda.
O haritada neler var, bugün neler var?
O haritada ne vardı? Suriye'nin bölünmesi. Bugün Esad ve Suriye Ordusu, emperyalizme karşı aslanlar gibi savaşıyor. Bugün Guta'dan zafer haberi geldi. Esad artık kuzeye, ABD'nin piyonu PKK/PYD'nin üzerine yürüyecek.
O haritada ne vardı? Irak ve Suriye'den sonra Türkiye'nin bölünmesi. Erdoğan'ın deyimiyle Diyarbakır'ın yıldız yapılması, İkinci İsrail'in başkenti olarak. Fakat ne oldu? Türkiye hem içte hem dışta PKK'yı bastırıyor. Artık Türkiye'yi bölme günleri çok uzakta.
ABD BOP haritasına gömüldü. Bu etkiyi yarat Türkiye, Irak, İran, Suriye ve Rusya'nın birlikte hareket etmesi oldu. ABD'nin ne bölgemizde, ne de dünyada borusu artık ötmüyor. Bunu ABD'de kabul ediyor. Bu bir gerçeklik. Trump’ın 18 Aralık 2017 günü açıklanan Millî Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde ABD’nin durumu şöyle saptanıyordu: “Soğuk Savaş bittikten sonra ABD’nin gücü yenilmez sandık. Ama ABD inişe geçti. Anahtar alanlarda üstünlüğümüzü başkalarına teslim ettik.”
İstifa eden BOP Eşbaşkanları
ABD ile birlikte BOP çöktü. Eşbaşkanları ise işssiz kaldı. Gelin gerçeklere bakalım:
- ABD'nin iki kere işgal ettiği Irak, bugün ABD'nin denetimindeki Kürdistan'ı ve 36. paraleli yerle bir etti. ABD piyonları Kerkük'ten silahlarını atarak kaçtı. Ağlayan Peşmergelerin durumu ortada. İbadi ve Maliki artık BOP Eşbaşkanı değiş.
- ABD, Afganistan’ı işgal edip başına Karzai’yi getirmişti. Artık Karzai, ABD’nin denetiminden çıkmış bulunuyor.
- Ürdün, ABD’nin av alanıydı. Şu anda Amman meydanlarında onbinler, ABD’nin tahtını sallıyor.
- Tillerson son dönemde Lübnan'a gitti. ABD ve İsrail'in Lübnan'ı olmadığı artık ortaya çıktı. Tillerson'un ziyaretinde ABD bayrağı asılmadı, alçak sandalye konuldu ve bir bardak su dahi verilmedi.
Bozgunculuk değişmiyor
Türkiye ise önce Fırat Kalkanı, sonra Zeytin Dalı ile ABD'nin kara ordusunun işgl ettiği yerlere girdi. Sınırından terörü temizliyor. ABD'nin onlara verdiği silahları ele geçiriyor.
BOP Eşbaşkanları artık ABD'ye isyan etmiştir. O devirler bitmiştir. Bu sürecin de geri dönüşü yok. ABD ile birlikte onlar da yıkılıyorlar. Bir zamanlar Tayyip Erdoğan'ın BOP Eşbaşkanı olduğuna ikna etmeye çalışıyorduk. Yok diyorlardı. Şimdi de Erdoğan daha doğrusu Türkiye terörle mücadeleye girişince BOP Eşbaşkanı olduğundan söz etmeye başladılar.
Tarih değişiyor. Zaman değişiyor. Dünya değişiyor. Erdoğan dahi değişiyor. Ama bazılarının bozgunculuğu hiç değişmiyor.
24 Mart 2018
7 notes
·
View notes
Text
Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş Kitabı pdf indir pdf indir
Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş Eski Yunan ve Roma dünyası; siyaset, hukuk, askerlik, mimarlık, sanat, düşünce ve tarih yazıcılığı alanlarında günümüz Batı uygarlığı üzerinde çok önemli etkiler bırakmıştır. Batı dünyası –Girit’teki Minos uygarlığı ve Yunanistan’daki Miken uygarlığını da kapsayacak şekilde– Eski Yunan ve Roma uygarlıklarının bıraktığı miras üzerine kurulmuştur. Bu kitapta yaklaşık 3500 yıllık bir dönemin tarihi ele alınmaktadır. “Polis” denen kent-devletlerinin kurulmaya başlaması, kolonizasyon, doğa filozofları, demokrasi ve demokratik yönetim biçiminin ortaya çıkışı, Herodotos ve Thukydides ile tarihçiliğin gelişimi, edebiyat, felsefe, Sokrates’in idamı, Büyük İskender ve Hellenistik krallıklar, Roma’da krallık, Cumhuriyet ve İmparatorluk dönemleri, sınıf mücadeleleri, Hannibal ve Kartaca Savaşları, “Roma Mucizesi”, İç Savaş ve Caesar, Augustus ve Roma Barışı, çok tanrılı dinden Hıristiyanlığa geçiş, imparatorluğun ikiye bölünmesi ve Batı Roma’nın yıkılması gibi Antik Çağ tarihine damgasını vuran olaylar ve kişiler Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş’te ayrıntılı bir şekilde sunuluyor.
Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş Kitabı pdf indir pdf indir oku
#Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş kitabı pdf indir#Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş pdf oku#Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş ücretsiz indir#Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş ücretsiz pdf indir#Çağlar-Dönemler
0 notes
Text
Havaalanı transfer ankara
sBaşka bir soruya karşılık da Havaalanı transfer ankara Kılıçdaroğlu, siyasi partilerin kendi içinde demokrasi olmadığını ifade ederek, ''Kurultayda, parti içinde demokrasiyi getirme HAVAALANI TRANSFER ANKARA sözü verdim. Batı standartlarında bir siyasi partide olması gereken demokrasiyi getirmeye havalimanı transfer kararlıyım. Parti içi demokrasiyi getireceğiz'' dedi.
Bir gazetecinin, ''İş adamı Cem Havaalanı transfer ankara Boyner'in dün dile getirdiği bir görüş vardı, 'insanların mutluluğu ülkenin bölünmesinden önemlidir' diye. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Kürt meselesinin çözülmesi için federasyon, demokratik özerklik gibi konular tartılışmalı mı?'' şeklindeki sorusunu da Kılıçdaroğlu şöyle yanıtladı:
''İnsanların mutluluğu her şeyin Havaalanı transfer ankara üstünde tabii. Eğer bir ülke bölünüyorsa zaten insanlar mutlu değildir. Hangi insan 'ülkem bölünüyor' diye mutlu olabilir? Bizim siyasetin bir açmazı var, maalesef 19'uncu yüzyılın politikaları ile 21'inci yüzyılda siyaset yapıyoruz. Etnik kimliği getirdik siyasetin odağına koyduk, inançları getirdik siyasetin odağına koyduk. Etnik kimlik siyasetin konusu ise milyonlarca insanların yaşamını yitirdiği savaşlara bir bakın. Eğer inançlar siyasetin odağına havalimanı transfer konmuşsa yüzyıl savaşları vardı, aynı inançtan. Farklı mezheplerden insanların yüz yıl birbirlerini öldürmeleri... Türkiye tarihten ders almalı. Biz Doğu, Güneydoğu'ya üçüncü yol olarak gideceğiz dedik. Herkesin inancına, herkesin etnik kimliğine saygı göstererek, onların işsizlik sorunu, onların yoksulluk sorunu Havaalanı transfer ankara bölgenin kalkınmışlığı, kültür, sosyal sorunları... Oraya gideceğiz ve çözeceğiz. Evrensel havalimanı transfer istanbul değerlerle, hukuk içinde kalarak çözeceğiz. Hiçbir düşüncenin önüne baraj konulmasını da istemiyoruz.
Oturmalıyız, uygarca tartışmasını da Havaalanı transfer ankara bilmeliyiz. Ama ülkenin birliği ve bütünlüğünden yanayım, yanayız. Öyle olmak zorundayız. İnsanımızın mutluluğu için çaba harcamak durumundayız. Var olan siyaset kültürü toplumu ayrıştırıyor, trdriver.com havalimanı transfer şöförlü araç kiralama bölüyor, kimlik siyaseti artık yapılmamalı. Toplumların bölünmesi üzerine siyaset bizim açımızdan yüreğimizi kanatıyor. Toplumların bölünmesi değil beraber yaşama Havaalanı transfer ankara kültürünü geliştirmeliyiz. Eğitim politikasını da bunun üzerine inşa etmeliyiz.''
#trdriver.com#havalimanı transfer istanbul#şöförlü araç kiralama#havaalanı transfer ankara#istanbul transfer
0 notes
Text
New Post has been published on Genelbilge.com | nedir, tanımı, anlamı, nasıl yapılır, rüya, tabiri, kimdir, biyografi
New Post has been published on https://www.genelbilge.com/roma-imparatorlugu-mo-14-ms-192.html/
Roma İmparatorluğu
Roma İmparatorluğu MÖ 14- MS 192:
Augustus, ailesinin iktidarını uzun vadede güvenceye almayı başarmıştı. Ardından gelenler onun siyasi formasyonuna sahip olmadıkları halde, Augustus’un kurduğu Princeps sistemi, zayıf imparatorların yönetimlerinde bile sürdü. Julio-Claudius hanedanın sona ermesinden ve Flavius hanedanının kısa süreli iktidarından sonra, 2. yüzyıla gelindiğinde, imparatorların hayattayken kendilerine, yetkin ve uygun bir ardıl tayin etmeleri ve evlat edinme yoluyla ardıllarını meşru kılmaları bir gelenek halini almıştı. Evlatlık beş imparatorun iktidar dönemi, Roma’nın altın çağı olarak bilinir, ama bu altın çağda bile, yaklaşan çöküşün ilk belirtileri görülebiliyordu.
Nero Augustus ailesinden gelen son İmparator Nero (1), Roma’yı giderek artan bir despotlukla yönetti. Kendi annesini ve karısını öldürmekten de çekinmedi. 64’te Roma’yı mahveden yangından sonra Hristiyanları suçlayan Nero, insafsızca peşlerine düşerek Hıristiyanlara eziyet etti. Eyaletlerde çıkan ayaklanmalara ve Senato’nun baskısına dayanamayan İmparator, 68’de İntihar etti, böylece Julio-Claudius hanedanının da sonu geldi.
Evlatlık imparatorlar
İlk imparatorlar, köklü Roma aristokrat sınıfından gelirken, sonraları, Traianus gibi, ordudan imparatorluğun başına geçenler oldu. Traianus, önceli Nerva tarafından evlat edinilmişti, dolayısıyla ilk Evlatlık imparator oldu. Roma İmparatorluğu, 117’de, düzenlediği askeri seferlerle topraklarının en geniş haline ulaştı. Traia- nus’un ardılları, Hadrianus, Antoninus Pius ve Marcus Aurelius, dışarıda daha temkinli bir politika izlediler. Barış, adalet ve uzlaşmayı amaçlayan Stoacı Yunan felsefesinin de destekleyicileriydiler. Marcus Aurelius’un yerine, 180’de, oğlu Commodus geçti. Sevilmeyen bu hükümdarın 192’de öldürülmesi, yerine kimin geçeceği tartışmasıyla bir iç savaşı tetikledi.
Markomanlar Germen kavimleri:
Markoman kralı Maroboduus (s. 92) önderliğinde konfederasyonlar kurup birleşince, Roma’nın bu tehlikeli düşmanı kuzeyde güçlenmeye başladı. Sınırı aşacak olsalar, imparatorluğun büyük bir kısmında askeri bir kuvvetle karşılaşmayabilirlerdi. Marcus Aurelius, Markomanların, aksi halde İtalya’ya kadar ilerleyebilecek bu yağmacı akınlarının önünü kesmeyi başardı. Romalılar, büyük bir çabayla, 166-180 yılları arasındaki Markoman savaşlarında. Germenleri geri püskürtebildiler. Yine de, kalıcı barış sağlanamadı ve barbarlar, yeniden, 3. yüzyıldan 5. yüzyıla kadar, yağmacı ve talancı akınlarla Roma Krallığı’nı sürekli yıprattılar.
Roma- Krizler ve reform
Roma İmparatorluğu, 3. yüzyılda daha temkinli davranmaya başladı. Sınırları, kuzeyde Germen kabilelerinin, güneyde Partların tehdidi altındaydı. Bir dizi Asker İmparator, art arda tahta geçti, imparatorluğun merkezden yönetimi giderek zorlaştığından Diocletianus, iki imparator ve iki eş-imparatordan oluşan “Tetrarchia” (Dörtlü Yönetim) sistemini getirdi. Kapsamlı idari reformlarla, imparatorluğu içerden güvenceye aldı. Yönetim yapısı, ismen olduğu kadar fiilen de değişti: sonraki Roma imparatorluğu’nda, imparator artık devletin Birinci Adamı değil, vatandaşlarının hükümdarıydı.
Palmyra Sınır bölgesindeki kargaşa ve merkezi yönetiminin zayıflığı yüzünden imparatorluğun belirli bazı bölgeleri bağımsızlıklarını ilan etti. Germen fethinden sonra 260 yılında Galya’daki Romalılar ayrılıkçılığa başladı. Prenses Zenobia, bugünkü Suriye’de zengin bir vaha kenti olan Palmira’nın doğusunda s��zde bir imparatorluk kurdu ve “Augusta” unvanını aldı. 272’de, imparator Aurelianus tarafından yenilgiye uğradı, yakalandı ve Roma’ya getirildi. Aurelianus, iki yıl soma Galya’yı zaptederek imparatorluğun birliğini yeniden sağladı.
Roma – Hıristiyanlaşma ve Bölünme
İmparatorluğun bölünmesi 4. yüzyılda âdet haline gelmişti. Üstünlük mücadelesini Büyük Constantinus kazandı. Giderek daha çok kişinin benimsediği Hıristiyanlığı açıkça destekledi, pagan unsurları korumakla birlikte Hıristiyanlığı resmi din ilan etti. Constantinus’un ölümünden sonra, yine, krallığın Doğu ve Batı olarak ikiye bölüneceği 395’e kadar taht kavgaları devam etti. İmparator, 5. yüzyılda Germen toplulukların imparatorluk içerisinde yerleşmelerine izin vermek zorunda kaldı. Germen topluluklarına bırakı larak kaybedilen topraklar, iç çatışmalar ve paralı askerlerden oluşmayan bir orduyu tutmanın ekonomik yükü, artık Batı Roma İmparatorluğu’nun taşıyamayacağı kadar büyüktü.
Büyük Constantinus (272/273-337)
İmparator Diocletianus’un ardından taht çekişmeleri sürerken I. Constantinus, düşmanlarını ve taht kavgası veren rakiplerini hep kıt payı yendi ve 324’ten itibaren tek başına iktidar oldu. Doğu’ya; Bizans’ın eski bir ticaret kolonisi olan Konstantinopolis’e, yani bugünkü İstanbul’a taşındı. Constantinus, no Fermanı ile din özgürlüğü tanımış, ta bu fermanla, sonraları destekleyeceği Hıristiyanlığa bile izin vermişti.
Hıristiyanlığın kendi içerisindeki, Katoiikier ile Ariusçular arasındaki çatışmaları çözmek amacıyla Nikaia (İznik) Konsili’ni topladı.
Hıristiyanlık
Hıristiyanlar, 1. yüzyılın başından itibaren hep eziyetlere maruz kaldılar, ama bu çağda Kiliselerinin oluşturduğu sağlam kurumlar sayesinde varlıklarını sürdürebildiler. Büyük Constan- tinus, 312’de, kraliyet bayrağında labarum (Hıristiyanlık sembolü) taşıyarak Milvia Köprüsü Çarpışmasında, Maksentius’u yendi. Kısa bir süre sonra da, iktidarını güvence altına almak için Hıristiyanların Kilisesinden, Roma’yı koruması için de Hıristiyanların tanrısından yararlanmak niyetiyle Hıristiyanlığı destekledi ve din özgürlüğü tanıdı. Kilise, imparatoru, Tanrı tarafından yollanan bir hükümdar olarak tanıyacaktı.
Batı Roma İmparatorluğunun Çöküşü
Aetius gibi Germen asıllı asker önderler, 5. yüzyılda Batı Roma imparatorluğu’nda giderek güç kazandı. Germen halklara, Hunlara ve sık sık imparatorluk iddiasıyla ortaya çıkanların açtığı seferlere karşı savaşan Roma ordusuna hep bu önderler komuta etti. Bu önderlerden biri olan Odovakar, 476’da, Batı Roma İmparatorluğunun son hükümdarı Romulus Augustulus’u tahttan İndirdi ve İtalya kralı unvanını aldı.
Doğu Roma İmparatorluğu’ndan Bizans İmparatorluğu’na 395-867
Doğu Roma İmparatorluğu, Germen halklarının saldırılırına uzun süre dayandı, imparator Justinianos, 6. yüzyılda Batı’daki bazı toprakları yeniden ele geçirdi, imparator Herakleios döneminde Yunanca resmi dil kabul edildi. Latinlerin desteklediği Doğu Roma İmparatorluğu’ndan yavaş yavaş Bizans imparatorluğu doğdu. 8/9. yüzyılda ikonofili/ikonoklazm kavgası yüzünden iç savaş ortamı doğdu, Akdeniz’de Müslüman Arapların, Balkanlarda da Slavların akanlarıyla başka büyük topraklar kaybedildi.
Araplar imparator Herakleios, iranlı Sasani imparatorluğu’yla giriştiği güç savaşında galip geldi, ama 634’ten itibaren Suriye içlerine ilerleyen Müslüman Arapların önünü kesemedi. Çok geçmeden Suriye, Filistin ve Mısır’ı da kaybetti. Bu topraklarda yaşayanlar, yasaklanan Monofizistlik öğretisini benimsediklerinden Ortodoks Bizanslıların geri çekilmesini genelde memnuniyetle karşıladılar.
Hıristiyanlığın Tarihi
İsa’nın ölümünden sonra, Hıristiyanlık öğretisini Petrus ve Paulus gibi havari ve azizler yaydı. Roma imparatorluğu’nun resmi dini kabul edilince, Rom imparatorluğu’nda, dünyevi iktidarla ruhani iktidar arasındaki sıkı ilişki ve kar şıtlığın doğurduğu bir karmaşa başladı. Din ve dinsel çatışmaların, Aydınlanma sonrasında bile, siyaset üzerinde uzun yıllar büyük etkisi olmuştur.
0 notes