#aslında çok saçma ama
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kaç kişi oldun hayatımda
8 notes
·
View notes
Text
Bu nasıl bi gündü ben anlamadım
#aşırı kalabalık#herkes üstüme üstüme geliyor gibiydi#çok soğuktu üç saat falan gerçekten dondum yani#çok da tedirgin ettiğim gibi geçmedi aslında#bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim sadece ama bu üç gün böyle olması normalmiş#bu hafta böyle saçma sapan geçecek ama haftaya güzel olacakmış gibi hissediyorum#en azından sınıftakilerle aşinalığım oldu#sınıfımızın 15 kişi olması biraz üzücü#arkadaşıma bu kadar az olması normal mi dedim yani ne kadar çok insan o kadar çok olay dedi#ve düşününce bunun gereksiz olduğuna kanaat getirdim#az insan daha az samimiyet demek ve herkesi tanıyabilecek olmak da iyi bir şey#ve bu sene okulun tadını çıkarmaya karar verdim#her türlü diğer senelerim çok zor olacak#bari bu sene biraz kendime zaman ayırayım
7 notes
·
View notes
Text
Az önce resmen serraya çay koyucam diye şekerliğin içine çay doldurdum….
#serra bu postu görme#bi de sanki önümde bardak varmış gibi bayaa bayaa çay koyuyorum kgşdkvşdmgş#ağlicam artık şu aklımın havada olmasından 😫😫#iki yıldır böyleyim aslında beni çok sinirlendiren bi durum gerçekten ama dışardan bi izleseniz saçma bi komikliği var
8 notes
·
View notes
Text
.
#bugün didenin babası da gelmişti ve biraz konuştu bizimle#arkadaşlıklardan dostluktan vs bahsediyordu kendi arkadaşıyla küsmüş saçma sapan bir sebepten otuz yıl sonra falan tekrar görüşmüşler#arkadaşlıkların aslında ne kadar özel olduğunu ve gerçekten arayı bozmaya asla değmediğini falan söyledi#yani bilmiyorum sanırım gerçekten öyle düşünüyorum mesela yani anlam veremediğim çok fazla şey var mesela#arkadaşlıklarımı her zaman ön planda tutan birisiydim ben aslında ama artık öyle değil sanırım#yani geçen sene bana arkadaşlık mı aşk mı deselerdi hiç düşünmeden arkadaşlık derdim ama şimdi çok rahat aşk diyebiliyorum#arkadaşlarımı önemsemediğimden ya da bağlarımın çok derin olmamasından değil ama öncelikleri değişebiliyor insanın#hala çok seviyorum arkadaşlıkları hala çok değer veriyorum onlara ve saçma sapan sebeplerden küsüp hayatımdan çıkartmak da istemem açıkçası#ama küsmekle birini hayatında istememek ayrı şeyler aslında küsünce barışabilirsin açık kapı bırakabilirsin#ama hayatımdan çıkardığım ve gerçekten istemediğim birini geri almam yani ikisi farklı şeyler#bilmiyorum bugün didenin babası beni çok düşündürttü dncnfjcndk
1 note
·
View note
Text
bugün çok saçma uyudum, üzücü uyandım ve üzücü bi gün olmaya devam ediyor
#henüz saat sabah 9.30... ama...#çok saçma uyudum gerçekten ya ÇOK yorgundum iremle film izlerken nerdeyse uyuycaktım ama sonra gece oldu ve uyuyamadım şaka mı#zar zor 12ye doğru uyuyakalıp 2de kalktım ve yine bi saat falan uyumaya çalıştım ve sonra 6da kalktım#kalktım bu sefer tamamen...#bi de saçma sapan rüyalar gördüm çok hatırlamıyorum ama o yüzden zaten bi moralim bozuktu sonra telefona gelen mesajlara bakınca daha da#moralim bozuldu#yürüyüşte müzik bile açmadım... playlistim kafamdaki düşüncelerdi bu sefer.#şimdi bi de... aslında çok ufacık ama.. ilk tokyo dome konserinin livestreami olmamasına üzüldüm💔 fancam de alamıycaz muhtemelen...#harika#gideyim de kahvaltı yapayım... sonra halletmem gereken çok şey var :(
0 notes
Text
bugün kendime bir söz verdim her şeyi elimden geldiği kadar yoluna sokacağıma dair,bu süreçte kendimle kalmak ve kendime zaman ayırmak istiyorum sosyal medya hesaplarımı kapattım tamamen yani bir süreliğine dondurdum üstelik bir sınav sürecindeyim ve bu süreçte hem derslerim için hem sağlık açısından kendimle ilgilenmeyi,kendime bir şeyler katmayı çok istiyorum. Hep vardı bu istek ama harekete geçmek için hep bekledim. son 2 sene boyunca zorlu bir süreçti benim için sınav stresi,şunun bunun stresi derken kilo aldım,çok fazla saç döktüm,hissizleşmeye başladım,yaptığım hiç bir şeyden zevk almamaya başladım,koca bir boşluğun içinde tekrar ve tekrar kez dolandım milyonlarca kez ama artık yavaşta olsa basamak basamak aydınlığa çıkma zamanımın geldiğini düşünüyorum aynaya bakıyorum ve ben bu değilim,böyle olmamalıydı diyorum geçmişe dönüp baktığımda kendime imreniyorum zaman geçtikçe düzelir sanıyordum küçükken ne bilim her yaş bir üst versiyonu meselesi var ya benim kafada öyleydi hiç öyle değilmiş aslında anlıyorsun zamanla.Neyse buranın yeri bende çok ayrı beni takip eden tanıyan insanlar bilir burayı kapatmak gibi bir düşüncem hiç olmadı yılların hatrı var burada benim için sadece uzun zamandır çok yazamıyorum onu fark ettim ve cümlenin başında dediğim gibi kendime bir söz verdim ortalama bu 8 aylık bir süreçte kendime bir şeyler katmaya çalışacağım,iyileşmeye çalışacağım,kendimi seveceğim,her kusurumla her yanlışımla kendimi seveceğim ve her yarın bir önceki günden daha iyi olacak söz,söz veriyorum çünkü ben asla olmadığım bir seviyede yaşamak için yaşayan saçma sapan bir insan olmayacağım bundan daha fazlasıyım,sende öylesin kendine iyi bak ara sıra buraya yazarım.
75 notes
·
View notes
Text
C: Benim Mogrul, dört göz fani.. Bu mektubu sana çok uzak bir diyardan ve çok uzak bir zamandan yazıyorum. Gittiğinden beri çok uzun zaman geçti ve birçok şey değişti. Hanımın yavaş yavaş büyüyor ve bu güçlerini etkiliyor. Bir yandan iyi bir yandan kötü ama her şeye rağmen baş etmeye çalışıyorum. Küçükken yeterince huysuz değilmiş gibi.. Büyüdükçe çok daha fazla huysuz hale geldi ama yapacak bir şey yok. Bazen sinirleniyorum bazen de sakin kalmaya çalışıyorum. Tıpkı bana benziyor.. İstemediği bir şey olunca hemen beni tehdit ediyor ve üstünlük kurmayı deniyor. Bazen yemiş numarası yapıp haklı çıkmasını sağlıyorum ve içten içe olan mutluluğunu fark edebiliyorum. Anlayacağın bizim için her şey çok iyi gidiyor. Mektubuma güzel şeyleri anlatarak devam etmek isterdim ama özür dileyerek söylüyorum ki sana çok kızgın. Mektubu onun yazması için birçok şey yaptım ama başaramadım. Onu terk ettiğini ve arkasından bıçakladığını düşünüyor. Birçok kez konuştum ama onu çok iyi tanıyorsun ve konuşmak istemediğinde nasıl birine dönüştüğünü en iyi sen biliyorsun. Sen gittikten sonra ara ara denemeye devam ettim ama sonuçlar hep aynı. Ama hiç merak etme denemeye devam edeceğim. Aslında sana kızgın olması kötü olan ikinci konu olabilir. Yanında onu koruyan yeni bir şey var ve sanırım senin gibi değil Mogrul. Saf bir kötü o. Adı Aazighal ve sanırım hanımının yeni koruyucusu. Bunu duymak canını yakabilir ama senin kadar olmasa da iyi anlaşıyorlar ve o saçma kitabı da okuyabiliyor. Bu da hanımının çok daha güçlü olması anlamına geliyor. Her neyse, daha fazla canını sıkmak istemiyorum.
Biraz da kendimden bahsedeyim sana. Deminde okuduğun gibi hanımın ile baş etmek bir fani için zor olabiliyor. Her şeye rağmen eğlenceli ve büyük bir tecrübe.. Bu arada gözlüklerimi aldığın için hiç sinirli değilim. Sana benden çok daha fazla yakışıyordu ve bunu kendime yediremediğim için söylemek içimden gelmiyordu ama gerçek bu. Gözlük benim için herhangi bir şey ifade etmeyecektir Mogrul. Ben çirkin bir adamım ve plastikten yapılmış bir şey bunu değiştiremez. Bu arada seninle dalga geçtiğim ve seni kırdığım içinde ayrıca özür dilerim. Hiç hak etmediğini sen gittikten çok sonra anladım. Hanımın çok zor biri ve sen buna rağmen ona yıllarca dayandın. Bir dediğini iki etmedin ve bunu büyük bir özveriyle yaptın. En çok değer vermem gereken kişi sendin ama ben yine yapmamam gereken şeyleri ilk yapmayı seçtim ve her şekilde seninle dalga geçtim. Beni biliyorsun.. Kafam biraz farklı çalışıyor ve bu diğer kişiler için sorun olabiliyor. Umarım beni affedebilecek kadar yüce gönüllüsündür Mogrul. Bu arada tahmin ya da varsayım yapmadığımı bilmeni istiyorum. Evet dostum, cennette olduğunu biliyorum. Bunu iliklerime kadar hissediyorum Mogrul. Cehennemde yaşamayı hak etmiyorsun. Seni hayatını hanımın için yaşadın ve onun için bitirdin. Cehennemden gelen birinin böyle bir şey yapamayacağını herkes bilir. Cennette umarım çok eğleniyor ve hak ettiğin değeri buluyorsundur. Oradaki hurileri nasıl becerdiğini düşünmeden de edemiyorum. Lütfen bunu yaparken gözlüklerimi işin içine karıştırma. Şaka yapıyorum kızma. Bizim tarafımızda durumlar böyle. Umarım sende çok mutlu ve huzurlusundur. Hanımına senin kadar iyi bakamayabilirim ama bir fani için ne kadar iyi bakılabilirse o kadar iyi bakacağımı bilmeni isterim. Senin hanımından bir isteğin vardı ve o isteğini yerine getirdi. Benimle konuştu ve hiç bilmediğim şeyleri bana anlattı. Benimle ilgili olan bütün görüşlerini iyisiyle kötüsüyle dinledim. Hak verdiğim oldu, bazısına da hak vermedim ama bu bir şeyleri değiştirmez. Herkesin kendi görüşleri vardır ve sana saygı duymam gerekirdi. Konu ben bile değilim Mogrul, hanımına bunca sene baktığın için bile senin kulun kölen olmalıydım. Tekrardan özür dilerim. Sen bir gölge değilsin, sen en parlak renge ve en büyük kanatlara sahip bir meleksin Mogrul. Hiçbir zaman kötü biri değildin. Tek yaptığın şey hanımına itaat etmekten başka bir şey değildi. Bunca sene ona hizmet ettiğin için sana binlerce kez teşekkür ederim ama artık senden bir şey isteme sırası bana geldi diye düşünüyorum. Hala beni sevmeye bilirsin ama hanımının hatırı için belki de isteğimi yerine getirirsin..
Anneme onu çok sevdiğimi ve çok özlediğimi söyle olur mu Mogrul? Merak etme bana yaptıklarını gördüyse senin safını tutacaktır. O bu hayatta tanıdığım en adil ve en güçlü kadınlardan birisiydi. Eminim ki sende çok seveceksindir. Ona oğlunun büyüdüğünü söylemeni istiyorum. Onu anmak canımı yaktığı için bunu çok yapmıyorum. Hem çok da dua eden birisi olmadığım için muhtemelen bana kızgındır ama elimden bir şey gelmiyor. Dua etmeyi sevmiyorum. Onun gibi bir anneye sahip olduğum için çok şanslı olduğumu bilmesini sağla Mogrul. Senden ilk ve tek isteğim budur. Ona benim yerime kocaman sarıl, bende burada hanımına sarılacağım.
Mektubumun sonuna geldim Mogrul. Veda etmeyi ya da bir şeyleri bitirmeyi hiçbir zaman beceremediğimi bilirsin. Direkt yazmayı bitirmek istiyorum ama bunu hak etmediğini de biliyorum. Çok garip bir his bu Mogrul. Oturmuş bir meleğe elveda demeye çalışıyorum. Her neyse.. Umarım bu mektup eline geçer ve bizim için ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anlayabilirsin.
Unutmadan, mektubun içindeki şeyi ilk kez görmüyorsundur muhtemelen ama o bir güneş gözlüğü ve hanımının. Gözlüğü ondan çaldım ve onu bir yerlerde bırakıp kaybettiğine inandırdım sanırım. Sana hem çok yakışacaktır, hem de hanımından bir şeye sahip olmak hoşuna gidecektir diye düşündüm. Elimden bu kadarı geldi Mogrul, keşke daha büyük bir şekilde sevindirebilseydim seni ama ben bir faniyim.. Benden çok da fazla şey beklememek lazım.
Elveda Mogrul. Bütün karanlıklarının ardındaki o bembeyaz kalbine çok iyi bak.
I: Şimdi bunları mühürle ve ona götür Aazighal. Eğer ona ulaşmazsa ya da onu bulamazsan sende geri gelme.
#Witch#Witches#Wicca#Witchcraft#Witchblr#Pagan#Gothic#Dark#Art#Painting#Artists On Tumblr#Illustration#Aesthetic#Kitap#Alıntı#Edebiyat#Tom Bagshaw
156 notes
·
View notes
Text
28 Eylül perşembe
Şafak ile kahve çekirdeğinin seviştiği bir perşembe sabahı; tamda kızarmış ekmek kokusunu içime çektiğim ve bir bardak sütle ıslattığım taze buğdayımı köpeğim karakıza verdiğim gün.
Uyku mahmurluğunun gölgesinde pişerken eriyen ben ve kıvamım tutunca şekillenen haysiyetim.
Artık arı durumda…
Kimonona saygı gösterdim hep bunu da unutma…
Rica! Beyza’nın kadınlarını gördüm rüyamda.
Hepsi çıplaktı, ruhen ve bedenen ortada kalmış halleri yürek burkan cinstendi.
Biri tost makinesinde tost yaparken öbürü kahvaltı sofrasını hazırlamaktaydı ama ikisinin de edep yerlerinde karpuz kabuğundan kaputlar vardı.
Kanatları da vardı.
Sarıkanatlar; ortası fil şekilli sinek kanatlar.
Rahatsız etti beni bu durumsal karmaşalar.
Gel zaman git zaman sonra beynimde adeta şimendifer çuf çufu hatta ve hatta istimbot sireni gibi vızıldadılar.
Sinirlendim kadınlara…
Gelecek misin?…
Ha yok gelmeyecek gibi olursan gider alırım bakkaldan çift sarılı köy yumurtası tadında senden bir düzine.
Ama yok gelirim dersen iki tuzlu fıstık al gel.
Çayla güzel oluyor her akşam mutlaka olur soframda
Sana menemen yaparım parmak ısırtan cinsinden. Hatırlar mısın geçen kış yapmıştım da çamlıca tepesinde karlar altında yemiştik, sefer tasına koyup.
Öteki gelişinde Yusuf ağabeyi de getir.
Gravyer peyniri ayırdım ona geçen ki alışverişten kalan. Ama hususi ona.
Nasıl da sever bilirim, devrimi anlatırken çakıldatmayı ağzını.
Kaç sabah işe geç kaldım hastalıklı beynimde o ses… Saçlarına briyantin sürsün, ama limon kokulu olanından. Tavlada yenmesi daha bir hoş oluyor o zaman… Sinirlenir mi?
Yara çıktı ayağımda
Bi bok bilmeyen onca doktora gittim hiçbiri tedavi edemedi, neyseki Sevim ablam yetişti imdadıma da eskiden kalma kocakarı ilaçlarıyla iyi etti
Belki bir orta yol buluruz da anlaşırız. Ne de olsa medeni yaratıklarız. O beni, ben onu anlarız.
Eh yabancı da sayılmaz en nihayetinde.
Ama yok anlaşamadık bu sefer…
Misafirlerim çok bu ara kusura bakmasınlar Olur mu? Anlamadığım konuların başında geliyor aslında bu saçma durum.
Bilemedim…
Sen varken mi yoktular, sen gitmişken mi vardılar, gelmemişken mi gittiler hiç bilemedim.
Ama cidden vardılar.
Kimse inanmadı bana.
Hep böle yapıyor bu insanlık.
Güvensiz!
Anımsarım; geçen sene de torpido gözünde hamsi bulduğumu söylemiştim de 1 hafta baktılar yüzüme alık alık, sanki sorun bendeymiş gibi. Off Annemin her yıl yaptığı portakal reçeli ritüelleri tadında dudakların olsa keşke.
Sıkıldım fıstık ezmesinden, fıstık ezmesinin benden usul usul kaçışmasından.
Tereyağı ve süt, sürdüm kalbime…
Yumuşarımı ki?
Ayrılmazdık belki o zaman…
Düşünüyorum da aslında ne zaman yok oldun da, ne zaman gittin de, ne zaman geldin…
Var mıydın ki?
Hoş bunları da hatırlamıyorum ya neyse.
Paranoya;
Kapı çaldı bizimkiler dizisinin müziği tonunda.
Memnun kaygısız gibi açtım bende zaten kapıyı.
O an farklı bir an…
Kundera tadında bir an. Velet; 8–9 yaşında ya var ya yok.
Sümüklü, potinleri gıcır, kafasında kırmızı bir kulluk var, saçları alaburus kesilmiş, anlaşılıyor, belli ki buralardan değil.
Olsa tanırdım zaten bizim buraların origamik kafatasına sahip değil.
Kâğıt tutuşturdu elime, gitti. Kaldım kapıda öylece ardından bakarken.
Anı bozan yabancı korku filmlerindeki öttür geçli çaydanlıktı.
Geçen Salı almıştım bizim semtin pazarından.
Hani sesiyle irkiltenlerden var ya hani tam dalmışken öter, onlardan işte.
Öttü. İrkildim.
Banyoda buldum kendimi.
Burnumda o pazartesi kızarmış ekmeği kokusu yine. Ama sütlü buğdayı yemiş bizim oğlan.
O yoktu...
Kapı banyo arası kayıp. Amnestik yaşam kaygısı doldu ciğerlerime havadan.
Aynaya baktım.
Çok ani kestim bileğimi babamdan kalan eski tip kasaturayla.
Sarı, mavi, kırmızı daha sayamadığım binlerce kelebek vardı her yerde.
Neşeli sesler çıkarıyorlardı sanki.
Fısıldaşmalar duydum kelebeklerden, manyakça yakarışlar içinde olanları da vardı ama yinede mutluydular, mutlu ettiler beni yokluğumda.
Aratmadılar benden bir tane daha.
Ne de asil hayvanlarmış bu kelebekler…
Giderken anlamak zorunda mıyım hep.
Kâğıt düştü elimden.
Son bir göz ucuyla baktım kelebeklerin arasından kâğıda. “ O Hiç yoktu ki…”
164 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
250. BÖLÜM - Hayalet Kralın Uyku Vakti Hikayesi - Çocuklar İçin Okuma Kitabı -
Hua Cheng hastaydı.
Küçük bir hastalık olmasına rağmen, bir hayalet kralının gerçekten hastalanabileceği gerçeği çok merak uyandırıcı ve beklenmedikti.
Bu nedenle, Xie Lian QianDeng Tapınağına döndüğünde ve her zamanki gibi Hua Cheng'in el yazısı çalışmasını kontrol etmeye gittiğinde, bunun yerine Hua Cheng'in yüzünün hafifçe kızardığını görünce çok endişelendi.
Hua Cheng'i sunağa yasladıktan sonra -evet, daha geçen gün ikisi de bu geniş ve ferah sunakta oradan oraya bir tur atmışlardı; ne de olsa herhangi bir [tanrı] heykeli yoktu- Xie Lian elini uzattı ve yanaklarını ve alnını kontrol ettikten sonra daha da endişelendi: "Gerçekten çok sıcaksın."
Hua Cheng gülümsedi, "Gege'yi gördüğümde doğal olarak ateş basıyor ve hatta Gege bana dokunduğunda daha da ateş basıyor, iyice sıcaklıyorum." dedi.
Xie Lian ne yapacağını şaşırdı ve aceleyle kızgınlıktan yüzü kıpkırmızı olmuş gibi davranarak, "Hastayken bile ağzın çok sahtekâr" dedi.
Hua Cheng masumca cevap verdi: "Ne dedim ki ben? Ben oldukça dürüstüm. Gege, endişelenme, küçük bir şey, büyütülecek bir şey değil."
Ancak Xie Lian, Hua Cheng'in sesinin her zamankinden daha kısık ve boğuk olduğunu duyabiliyordu ve kaşlarının arasında küçük bir kırışıklık belirdi, "O zaman iyice dinlenmelisin. İyileşene kadar bu birkaç gün sana burada eşlik edeceğim."
Bunu söyledikten sonra, Hua Cheng'in yazı çalışması için kullandığı kalem fırçasını, mürekkebi ve kâğıdı alıp sunağın yanına getirdi. Hua Cheng yanındaki yeri okşayarak, "Gege sunakta bana katılmayacak mı?" dedi.
Sunağa giderse, bu birkaç gün boyunca dinlenmeyi unutabilirdi. Xie Lian nazikçe, "Yapmasam iyi olur, San Lang'ım zaten kendini fazla yordu." dedi.
Hua Cheng gülerek, "Saçmalık, eğer konu Gege ise, San Lang neden aşırı yorulmaktan korksun ki?" dedi.
Xie Lian artık onunla birlikte oynamamaya karar verdi ve Hua Cheng'in kopyalaması için alıştırma satırları yazmaya odaklandı. Hua Cheng vücudunu çevirdi, yanağını bir eline dayadı ve Xie Lian'ın yüzüne baktı.
Bu kaç kez olursa olsun, Xie Lian her zaman onun bakışları altında kızarmaya başlardı. Rahatsız bir şekilde, "... San Lang, bana değil alıştırma satırları bak." dedi.
Hua Cheng içini çekti ve şöyle dedi: "Gege, dürüst olmak gerekirse, bu önemsiz şeye baktığım anda başım ağrıyor, ama Gege tarafından yazıldığı için bakmamaya dayanamıyorum. Kim bilir, belki de bu hastalık çok fazla alıştırma satırına bakmaktan kaynaklanıyordur."
Xie Lian, "Ne zamandan beri böyle bir hastalık var?" diye sordu.
Hua Cheng gülerek, "Onun yerine Gege'ye baksam nasıl olur, Gege bu alıştırma çizgilerinden çok daha güzel görünüyor, kim bilir, belki Gege'ye daha çok bakarsam iyileşebilirim" dedi.
Xie Lian ne yapacağını şaşırdı ama yine de gülmek istedi ve kalem fırçasını yere bırakarak başını salladı, "Neden bugünlerde saçma sapan konuşmaya daha da düşkünsün... Ağzından doğru düzgün bir şey çıkmıyor. Tamam, anladım, seni dinleyeceğim. Alıştırma satırlarına bakmak yerine ne yapalım?"
Hua Cheng, "Aslında bir şey yapmamıza gerek yok, sadece bana eşlik etmeni istiyorum, iyileşmem uzun sürmeyecek," dedi.
Xie Lian tekrar alnına dokundu. Her ne kadar bu kişi erkeksi ve yakışıklı bir yüze sahip olsa da şu anki sevimli ve şımarık tavrı Xie Lian'ın aklına kışın kendini sıcak bir battaniye yuvasının altına gömen ve kırmızı bir yüzle dışarıya bakan küçük bir çocuğu getirdi ve kalbini çok sevecen hissettirdi. Biraz düşündükten sonra, "Şuna ne dersin: Bugün bu şeyi aldım." dedi.
Elini koluna attı ve bir şey çıkardı: "Bu, bugün topladığım eski, artık istenmeyen bir kitap, okumak üzereydim. Sana bir hikaye okuyayım."
Elinde çok eski ve küçük görünümlü, yırtık pırtık, sayfaları sararmış, tuhaf bir mürekkep kokusu olan bir kitap vardı. Kitabın sayfaları defalarca çevrilmiş olmalıydı.
Ama Hua Cheng, "Dinlemek istemiyorum," dedi. Xie Lian merakla sordu, "Neden?"
Hua Cheng tembelce cevap verdi, "Sonuçta nasıl çevirirsen çevir, hepsi diğer cennet mensupları hakkında hikayeler ve ben onların gereksiz ve alakasız yaptıklarını çok iyi biliyorum. Zaten dinlemeye değecek bir şey değil, neden Gege'ye bunları bana özel olarak okuması için zahmet verdireyim ki?"
Bu da doğruydu. Ne de olsa Hua Cheng üç diyarın kara tarihini en iyi kavrayan kişiydi. Hua Cheng, "Eğer Gege bana bir şeyler okumak zorundaysa, neden bana başka bir şey anlatmasın? Mesela senin hakkında bir hikaye."
Xie Lian gülümseyerek, "Benim meselelerim hakkında senden daha net olan ya da senden daha çok şey görmüş olan başka biri var mı?" dedi.
Hua Cheng dedi ki, "O zaman bana tekrar anlat. Dinlemek istiyorum. Ne kadar dinlersem dinleyeyim asla yeterli olmayacak."
Xie Lian, Hua Cheng'in neyi kastederek söylediğini biliyordu ve Hua Cheng'in yanağındaki saçları dikkatle taradı. Sıradan bir bakış attı ve aniden haykırdı, "San Lang, bu kitap senin ve benim hakkımda yazılmış gibi görünüyor."
"Ne?"
Xie Lian kitabı tekrar karıştırdı ve "Gerçekten. "Kırmızı cüppeli yüce hayalet kral" ve "paçavra giymiş & sıska ölümsüz" hakkında bir sürü gönderme var. Bunlar sen ve ben değil miyiz?"
Hua Cheng de ilgilenmiş görünüyordu, "Öyle mi, ne yazıyor?" dedi.
Xie Lian da insanların neden kendisi ve Hua Cheng hakkında bir hikaye uydurduklarını çok merak ediyordu ve bu yüzden hikaye koleksiyonunu açtı ve Hua Cheng'e okumaya başladı, "Çok uzun zaman önce, kırmızı elbiseler giymeyi seven yüce bir hayalet Kral varmış. Yüce Hayalet Kral çok güçlü olmasına ve birkaç dağ dolusu altın ve gümüş biriktirmiş olmasına rağmen çok mutsuzmuş. Bunun nedeni çok yalnız olması ve kendisine ait bir eşe sahip olmayı çok istemesiymiş..."
"..."
Xie Lian bir kahkaha attı, okumaya devam edemedi ve "Boş yuvasında bekleyen yalnız bir hayalet Kral... hhahaahahaha..... hahahahhahaha…..."
Hua Cheng kaşlarını kaldırarak, "Bu yanlış değil ki, o zamanlar Gege yanımda değildi ve ben çok yalnızdım." dedi.
Xie Lian'ın yüzü kızardı ve okumaya devam etti.
Çok uzun zaman önce, kırmızı cüppeler giymeyi seven yüce bir hayalet Kral varmış. Yüce Hayalet Kral çok güçlü olmasına ve birkaç dağ dolusu altın ve gümüş biriktirmiş olmasına rağmen çok mutsuzmuş. Bunun nedeni çok yalnız olması ve kendisine ait bir eşe sahip olmayı çok istemesiymiş. Fakat birkaç yüz yıl boyunca beklemiş ve kalbindeki sevgiliye kavuşamamış. Bu yüzden fal bakma konusunda çok yetenekli olan yaşlı bir ölümsüze danışmış: "Eşim nerede?"
Yaşlı ölümsüz ona, "Beklediğin kişiyle bir dağda karşılaşacaksın, eşin gelin kıyafetleri giymiş olacak ve bir düğün sedirinde seninle evlenmeye getirilecek" demiş.
Yüce Hayalet Kral eşini bulmaya kararlıymış ve bu yüzden o dağa gidip sabırla beklemeye başlamış.
Bu arada, çok uzaklarda bir yerde, bir paçavra giymiş sıska bir ölümsüz varmış.
Bu ölümsüz, paçavra ve çöp artıkları toplarmış ve bu nedenle cennet görevlileri arasında en fakir olanıymış, hatta çoğu ölümlüden bile daha fakirmiş.
Ancak çok fakir olmasına rağmen çok nazikmiş. Bir gün hurda toplamaktan dönerken yol kenarında ağlayan bir kız görmüş ve ona sormuş: "Genç hanım, seni bu kadar üzen şey nedir?"
Genç kız ağlayarak şöyle demiş: "Evleneceğim ama düğün günümde dağdan geçmem gerekecek ve dağda yoldan geçen gelinleri kaçıran hayalet bir damat yaşıyor. Sadece birkaçı kurtarılabildi. Beni de kaçırıp öldürecek!"
Paçavra giymiş sıska ölümsüz ona büyük bir sempati hissederek ve aynı zamanda insanların zarardan kurtulmasına yardım etmeye kararlı olarak, düğün alayında gelinin yerini almaya ve canavarı öldürmeye karar verdi.
Paçavra giymiş sıska ölümsüzün iki arkadaşı varmış. Biri asabi, biri de sümsük olduğu için onları asabi ölümsüz ve sümsük ölümsüz diye ayıralım. Birbirleriyle didişirken, paçavra giymiş sıska ölümsüze demişler ki, "O hayalet damat, korkunç bir mizaca sahip, aynı zamanda çok kurnaz, tanrılardan ve ölümsüzlerden hiç hoşlanmayan yüce bir hayalet kral olmalı. Eğer seni yakalarsa, kesinlikle yer!"
Ama ölümsüz gitmekte ısrar etti ve böylece ölümsüz için bir sedan yaptılar. Düğün alayının yola çıkacağı gün, ölümsüz Feng Shi'den [Rüzgar Ustası] ödünç aldığı güzel gelin kıyafetlerini giydi ve gelin kılığına girerek sandalyeye oturdu ve çekişen iki arkadaşı tarafından dağa taşındı.
Gecenin zifiri karanlığında hayalet gibi bir rüzgâr esiyordu ve sedan dağa doğru taşınırken görünürde tek bir kişi bile yoktu. Ölümsüz bekledi, bekledi ve sonunda kendisini karşılamasını beklediği kişi gelene kadar bekledi.
Bakmak için duvağını kaldıran ölümsüz, büyük hayalet Kral'ın beklenmedik bir şekilde son derece yakışıklı bir genç olduğunu keşfetti.
Onu daha da şaşırtan şey ise genç damadın çok nazik olması ve iyi yetiştirilmiş, sıcak, nazik ve sevecen biri gibi görünmesiydi. Korkunç [yeşil yüzlü ve keskin dişli] "gerçek yüzünü" ortaya çıkarmak için insan yüzünü saçmadı ve onu kötü bir şey yapmaya da zorlamadı. Gerçekten de efsanelerdeki korkunç, yüce hayalet krala pek benzemiyordu.
Dağ çok büyüktü ve yüce hayalet kral ölümsüzü gelinini yuvasına götürerek ona şöyle dedi: "Şu andan itibaren ben senin kocanım ve sen de benim sevgili karımsın. Tüm bu dağ bana ait ve artık sana da ait, keşfetmek istediğin her yere gidebilirsin. Ama unutma, dağ��n arka tarafında asla gitmemen gereken evler var."
Ölümsüz sormuş, "Neden?"
Damat olan Hayalet Kral cevap vermiş: "Bu benim sırrım, bilmene gerek yok. Ama oraya gitmek istesen bile gidemezsin, çünkü o iki evin önüne bariyerler diktim ve bariyerlerden geçebilmen için bedenimden bir şeylere sahip olman gerekiyor."
Ölümsüz sormaya devam etti: "Ne gibi şeyler?"
Hayalet Kral cevap vermiş: "Evlerden birinde kirli çöpler var ve bariyeri açmak için bedenimden dokunulabilen bir şey kullanmalısın, hem de çok fazla; evlerden birinde güçlü bir sihirli hazine var ve bariyeri açmak için bedenimden dokunulamayan ama çok sıcak olan bir şey kullanmalısın."
Tabii ki ölümsüz onu dinlemedi. Büyük Hayalet Kral'ın önündeyken çok itaatkârmış gibi davransa da Hayalet Kral uzaklaştığı anda sinsice Dağ'ın arkasına koştu.
Gerçekten de beklendiği gibi, kirli çöplerin bulunduğu evden korkunç çığlıklar ve yardım çağrıları geldi.
Ölümsüz, kayıp gelinlerin hepsinin orada hapsedildiğinden şüpheleniyordu ve bu yüzden gizemli evi açmak için yüce hayalet Kral'ın bedeninden bir şey çalmaya kararlıydı.
Ama ne çalabilirdi ki?
Yüce Hayalet Kral'ın bazen gevşek bıraktığı, bazen de eğri büğrü bağladığı karga siyahı ve parlak saçları vardı. Ölümsüzün aklına gelen ilk plan, her gün birkaç tutam saç çalmaktı. "Lütfen, aynı evde birlikte yaşayabilir miyiz?" diye sordu.
Damadı büyük bir nezaketle, "Tabii ki yaşayabiliriz. Sonuçta biz karı kocayız."
Böylece birlikte aynı odaya taşınmışlardı. Ancak aynı yatakta yatmalarına rağmen, ölümsüz damadın kıyafetlerini çıkarmasına izin vermedi ve bu yüzden yüce hayalet Kral nezaketle ona dokunmaktan kaçındı.
Ancak, ölümsüzün çok çabuk fark ettiği gibi, damadının tek bir saç teli bile dökülmemiş. Her gün sabahları ya da gece uyurken saçlarını taramasına yardım etse de yastıkta, yatakta, yerde, tarakta - hiçbirinde bir tel bile saç yoktu!
Bu sinir bozucuydu. Ölümsüz eline bir kılıç aldı ve bir tutam saçı kesmek için bu fırsatı kullanmadan önce yüce hayalet Kral'ın uykuya dalmasını beklemeyi düşündü. Ancak yüce hayalet Kral çok dikkatliydi ve yaklaştığı anda yüce hayalet Kral gözlerini açtı. Ancak ölümsüz suçüstü yakalanmasına rağmen çok sakin kaldı. Yüce Hayalet Kral'ın kendisinden şüphelenmesini önlemek için hemen kendi saçından bir tutam kesip ona verdi.
Bunu alan büyük hayalet kral çok mutlu olmuştu.
Çok geçmeden, kıvrak zekâlı ölümsüzün aklına başka bir plan geldi. Yüce Hayalet Kral'a, "Lütfen, sizi öpebilir miyim?" diye sordu.
Damadı memnuniyetle, "Elbette öpebilirsin, sonuçta biz karı kocayız."
Böylece ölümsüz, hayalet damadı kucaklamak için inisiyatif almış ve onu büyük bir güçle uzun süre öptü, sonunda hayalet damadın tadından birazcık tatmış halde ve aceleyle ağzını kapatıp dağın arkasına doğru koştu.
Ancak geldikten sonra bunun hala işe yaramadığını keşfetti. Çünkü o şeyden çok çok daha fazlasına ihtiyacı vardı ve sahip olduğu şey yeterli değildi. Hâlâ eve giremiyordu, sadece kafasını sokabiliyordu ama bedeninin girmesine imkân yoktu.
Paçavra giymiş sıska ölümsüz biraz umutsuzluğa kapıldı. Başlangıçta Yüce Hayalet Kral'ın bedeninden bir şey çalmanın kolay olacağını düşünmüştü ama bu kadar zor olacağını hiç düşünmemişti.
İyi arkadaşı Leydi FengShi'yi hatırladı ve FengShui Tapınağı'nı [Rüzgâr ve Su Tapınağı] ziyaret ederek, "Yüce Hayalet Kral'ın bedeninden dokunulabilecek bir şey almak için başka ne yapabilirim, hem de çok fazla?" diye sordu.
Leydi FengShi şöyle dedi, "Dai! {Bir haykırma gibi} bu çok basit. Bir kadın görünümüne bürün ve evlilik odanıza git, işte o zaman ona sahip olacaksın!"
Ölümsüz başını çılgınca salladı. Ölümsüz, Xiulian yönteminin bir kuralı vardı, bekaretini kaybettiği anda güçleri büyük bir zarar görecekti. Bu planı nasıl uygulayabilirdi?
O anda, Lord Shui Shi [su ustası] geri döndü ve hanımefendinin söylediklerini duyduktan sonra öfkeyle bağırdı, "Terbiyesiz! Nasıl böyle ahlaksızca bir şey söylersin!"
Lord Shui Shi sinirlendiğinde, insanları öldüresiye d��vmek için para kullanırdı ve bu yüzden paçavra giymiş sıska ölümsüz aceleyle kaçtı. Koşarken aklına diğer iki iyi arkadaşı olan asabi ölümsüz ve sümsük ölümsüz gelmiş ve onları arayıp ne yapması gerektiğini sormuş. Asabi ölümsüz ve sümsük ölümsüz yine tartışıyorlardı ve tartışırlarken ona bazı kötü haberler verdiler: çok fazla insan kaçırıldığı için, cennet mensupları dağa saldırmak ve yüce hayalet Kralı yakalamak üzereydi!
Ölümsüz büyük bir şok geçirmiş ve endişelenmeye başlamış. Şimdiye kadar bu genç hayalet kralın kötü bir şey yapmayacağını keşfetmişti ve belki de bir tür yanlış anlaşılma olduğunu ya da dağın arkasında kilitli olan şeyin o gelinler değil, başka bir şey olduğunu düşündü.
Ancak, paçavra giymiş sıska ölümsüz çok fakir olduğu için hiçbir etkisi de yoktu ve kimse onu dinlemiyordu. Ölümsüz çok endişeliydi. Eğer gerçeği kısa sürede öğrenemezse, Yüce Hayalet Kral'ın etrafı sarılabilir ve cennet görevlileri tarafından saldırıya uğrayabilirdi.
Başka bir seçeneği kalmayan ölümsüzün tek yapabileceği Büyük Hayalet Kral'a koşup "Lütfen, benimle evlilik odamıza girer misin?" diye sormaktı.
Damadı gülümseyerek şöyle dedi: "Ah, elbette girebilirim. Ne de olsa karı kocayız." Ve böylece, paçavra giymiş sıska ölümsüz ve büyük hayalet Kral evliliklerini tamamladılar.
Yarı yolda ölümsüz, yüce hayalet Kral'ın kendisine o çok önemli şeyden çok fazla vermeyeceğinden korkmuş ve bu yüzden yüce hayalet Kral'a sıkıca sarılmış ve "hepsini bana verebilir misin? Ve bana birkaç kez verir misin?"
Damadı, sıcak ve nazik bir şekilde "eğer istediğin buysa" dedi.
Ölümsüz cevap vermiş: "İstiyorum..."
Ve böylece, kıvrak zekâlı ölümsüzün dileği yerine gelmiş ve aradığı şeyi elde etmiş; Büyük Hayalet Kral'ın bedeninden dokunulacak bir şey ve hem de o şeyden çok ama çok fazla.
Ertesi gün ölümsüz, bütün geceyi Büyük Hayalet Kral'dan dilenerek geçirdiği şeyi kirli çöplerin saklandığı eve götürdü. Bu sefer nihayet içeri girebilmişti.
Girişi açtığında, ölümsüz etrafa dağılmış ve hatta bazıları beyaz kemiğe dönüşmüş birçok cesetle karşılaştı!
Bu cesetlerin hepsi düğün kıyafetleri giymişti ve ne yazık ki kayıp gelinler gibi görünüyorlardı. Umutları yıkılan ölümsüz şok olmuş ve üzülmüştü. Arkasına baktı ve aniden, bilmediği bir anda arkasında birinin durduğunu fark etti - beklenmedik bir şekilde, bilmediği bir anda, yüce hayalet Kral orada duruyordu!
Ölümsüz büyük bir şok geçirdi. Asabi ölümsüzün ve sümsük ölümsüzün ona anlattıklarını hatırladı; yüce hayalet Kral son derece kurnazdı ve ayrıca tanrılardan ve ölümsüzlerden hiç hoşlanmazdı. Şimdi ne yapacağını şaşırmıştı. Yüce Hayalet Kral aslında uzun zamandan beri onun gerçek yüzünü görmüş ve bunca zamandır onu oyalıyor olabilir miydi?
Öfkeli ve incinmiş olan ölümsüz kaçmaya başladı, gittikçe daha hızlı koşuyordu.
Ama kim bilirdi ki, evden dışarı koşamadı. Meğer çok hızlı koşmuş ve yüce Hayalet Kral'ın ona verdiği şey azalmış ve bu yüzden evin önündeki bariyer tarafından tekrar engellenmişti.
Yüce Hayalet Kral yetişmiş ve ölümsüzü tek bir hamlede kucaklayarak nihayet neler olduğunu açıklamış.
Yüce Hayalet Kral'ın insanları yemek için kaçırmadığı, sadece kaderindeki kişiyi burada beklediği ortaya çıkmış. Bir gün, gezintiye çıkmışken bir düğün alayı yanlışlıkla ona çarpmış ve alaydaki damat o kadar korkmuş ki, kendisi de kaçmış ve oturduğu yerde ağlayan gelinini terk etmiş.
Büyük Hayalet Kral bu belayı istemiyordu. Gelin böyle bir adamla evlenmek istemediğini söyledi ve bu yüzden geri dönmeyip kendi başına ayrıldı. Daha sonra benzer birkaç olayla daha karşılaşan Büyük Hayalet Kral, beklerken yeni evlileri de test etmeye başlayabileceğine karar vermiş. Eğer damat hayaletler ve hortlaklarla karşılaştığında gelinini korumak için kendini riske atmaya cesaret ederse, Büyük Hayalet Kral çifte zorluk çıkarmayacak ve gitmelerine izin verecekti. Ancak aşağılık damat, kaçmak için biraz zaman kazanmak amacıyla kendi gelinini hortlaklara iterse, o zaman damat yakalanacak ve bu eve hapsedilecekti.
Bu insanlar kalplerinde doğru ve ahlaklı olmadıkları için, sık sık birbirlerini öldürür ve sonunda kemiklere dönüşürlerdi. Ölümsüzün gördüğü cesetler bunlardı. Gelinlerine gelince, bazıları o zamandan beri evlerine dönmüştü, diğerleri ise sevgilileriyle birlikte uzak bir yere kaçmış, birlikte dünyayı dolaşmış ya da güvenli bir şekilde kendi evlerini kurmuşlardı.
Yüce Hayalet Kral, "Birkaç yüz yıldır seni bekliyordum Gege ve sonunda sana kavuştum" dedi.
Yanlış anlaşılmayı çözdükten sonra ikisi birbirlerine sarıldılar. Yüce Hayalet Kral evden ayrılmak için ölümsüze yine bir sürü o şeyinden verdi. Ancak beklenmedik bir şekilde ve aniden, gökyüzünden büyük bir gümbürtü duyuldu. Meğer uzun zamandır Yüce Hayalet Kral'dan korkan cennet mensupları bu fırsatı değerlendirmiş ve sonunda ona saldırmaya başlamışlar!
Paçavra giymiş sıska ölümsüz dışarı fırladı ve şiddetli bir savaşın ardından bir halka cennet mensuplarını geri püskürttü. Ancak cennet mensupları dağın çökmesine neden olmuş ve Yüce hayalet kralı dağın altında hapsetmişlerdi.
Dağ çok yüksekti ve Yüce hayalet Kral'ın ezilmesinden korkan ölümsüz, çaresizce omuzlarını kullanarak onu tutmaya çalıştı. Tam o anda, aniden henüz açmadığı başka bir gizemli ev olduğunu ve o evde bulunan güçlü sihirli hazinenin büyük dağı kenara itmek için kullanılabileceğini hatırladı. Ve böylece dağ mağarasına koştu. İçeri girdiğinde, büyük bir sevinçle, büyük hayalet Kral'ın orada sapasağlam durduğunu ve hatta daha da güçlü ve kuvvetli olduğunu keşfetti!
İkisi birlikte dağdan çıktılar ve birlikte sorun çıkaran cennet mensuplarını kovaladılar. Sonunda dağın tepesinde omuz omuza oturdular ve kaçtıkları cennet mensuplarının ardından bıraktıkları izleri ve yıldızları izlediler.
Ölümsüz sordu: "Kirli çöplerin bulunduğu evin açılabilmesi için vücudundan dokunulabilecek bir şeye ve çok fazla şeye ihtiyaç olduğunu; büyülü hazinelerin bulunduğu evin ise açılabilmesi için vücudundan dokunulamayacak ama çok ama çok sıcak bir şeye ihtiyaç olduğunu söylememiş miydin?"
Yüce Hayalet Kral gülümseyerek, "Evet. Peki o şey, Gege'nin çok eskiden beri sahip olduğu bir şey değil mi?" dedi.
Ölümsüz sonunda anlamıştı. O şey, hayalet kralın ona olan aşkının yakıcı sıcaklığıydı.
Ve böylece, paçavra giymiş sıska ölümsüz ve Yüce hayalet kral mutlu bir şekilde evlilik odasına birlikte girdiler. Bir daha asla ayrılmamak üzere.
"..."
"..."
Hikâyeyi okumayı bitiren Xie Lian hâlâ şaşkındı, "Ne yazmışlar böyle? Bu hikaye abartılı değil mi? Hayır, hayır, hayır, bu..."
Bu karmaşa da neydi? Buna nasıl hikâye denebilir?
Ama Hua Cheng o kadar çok gülüyordu ki divanın üzerine yığılıp kalmıştı. Xie Lian şaşkın bir tavırla, "Bu tamamen yanlış! Bu hikaye nasıl ortaya çıktı? Yujun dağında olanlarla bir ilgisi var mı? Olanlar böyle değildi...”
Tamamen çarpıtılmış değil mi? Ayrıca, çocuklara bu tür bir hikaye okutmak gerçekten doğru mu? Bu çok uygunsuz. Bunu kim yazdı?
Ve tüm bu karakterler çok tanıdık geliyor ama sadece biraz tuhaflar, onların nesi var...
Daha yakından bakıldığında, bu kitaptaki hikayeler ilk bakışta masum romanlar, çocuklara masal olarak okunabilecek bir şey gibi görünse de ancak içerik son derece açık saçıktı, o kadar ki, basit erotizmle karşılaştırıldığında birinin gözünün içine bakması daha da zordu. Ancak sonuna kadar okuduktan sonra, Xie Lian'ın sorunun kendisinde olup olmadığından şüphelenmesine neden olan bir tür meraklı ve açıklanamaz bir his de vardı.
Hua Cheng, "hm? Ama tamamen çarpıtılmış değil. En azından bazı noktalar doğru. Örneğin, Gege'ye gerçekten de 'Gege' diyorum. Bir başka örnek, Yujun dağına Gege'nin gelin sedanını almaya gerçekten gittim. Ve bir başka örnek, o gece evliliğimizi tamamladığımızda, Gege gerçekten de..."
Xie Lian bunca yıldan sonra yeterince utanmaz bir yüz geliştirdiğini düşünmüştü ama kim bilir, Hua Cheng'in karşısındayken yüzünde hâlâ sık sık bir allık beliriyordu. "Böyle bir şeyi nereden biliyorlar ki! ... ve bunların yanı sıra, başka hiçbir şey doğru değildi..."
Körü körüne anlatılan pek çok halk hikâyesinin aslından kilometrelerce uzakta olduğunu ve sayısız süslemeden sonra kim bilir neye dönüşmelerinin garip olmadığını bilmesine rağmen, bunu kendi gözleriyle görmek yine de son derece şok ediciydi. Arada okumaya devam edemeyecek kadar utandığı ama Hua Cheng'in ona okumaya devam etmesi için zorladığı birçok zaman oldu. Bu durum Xie Lian'ın ona vurmak istemesine neden oldu ama aynı zamanda bir darbe indirmeyi de kendine yediremedi. Hua Cheng'in ifadesi hâlâ değişmemişti: "Belli ki, bilen biri birkaç küçük detayı ağzından kaçırmış, insanlar da bunları bir araya getirmiş, birkaç detay eklemiş ve biraz da spekülasyon yaparak bu sonuca ulaşmışlar."
Xie Lian elindeki öykü derlemesini bir kenara fırlatarak, "Artık böyle saçma, anlamsız bir kitap okumayalım. Biraz dinlenelim."
Ama Hua Cheng ellerini birleştirdi ve yalvardı, "Bence iyi yazılmış ve yazan gayet yetenekli. Gege'nin hikayeyi okuyuşunu dinlediğimde enerji dolduğumu hissettim. Gege, lütfen bir tane daha oku."
Xie Lian kesin bir dille reddetti, "hayır."
"Gege, başım ağrıyor."
"Ama..."
"Gege."
"...tamam."
Ne de olsa Hua Cheng'in hasta olması nadir görülen bir durumdu ve Xie Lian'ın zaten genellikle Hua Cheng'in istek ve taleplerine boyun eğdiği düşünülürse, şu anda nasıl direnebilirdi ki?
Utanmış olsa bile, buna katlanmak zorundaydı. Bir kez daha o sararmış küçük kitabı eline aldı ve Hua Cheng'in yanına uzandı. Hua Cheng kollarını Xie Lian'ın beline doladı ve Xie Lian kendini çelikleştirerek okumaya devam etti.
"Çok uzun zaman önce, uzak bir dağda xiulian uygulayan yakışıklı ve genç bir veliaht prens varmış. Bir gece gizemli bir misafirle karşılaşmış..."
#tian guan ci fu#hualian#xie lian#jun wu#ling wen#feng xin#jian lan#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#pei su#pei ming#ban yue#bai wuxiang#yushi huang#yin yu#lang qianqiu#mu qing#nan yang#xuan zhen#quan yizhen#shi wudu#shi qingxuan#hexuan#wu ming
23 notes
·
View notes
Text
Cemal Süreya o meşhur şiirinde ne demişti? Bir kadın susarak gider miydi? Sahi nasıldı o şiirin sözleri? Kadınlar susarak giderler, Çok uzun emekler verir ilişkisini yürütmek için. Birinin kadını olmayı yüreği, beyni, ruhu o kadar zor kabul etmiştir ki, başka bir adama ait olmayı istemez. Erkek gibi, çorbanın tuzu eksik diye kavga çıkarmaz mesela, tam tersi, konuşmamız lazım der. Erkekler de en çok bu cümleye sinir olurlar. Ertelenir o konuşmalar, maç bitimine, yemek sonrasına ve daha birçok lüzumsuz şeyin ardına ötelenir. Kadınlar inatçıdır, hayata tutundukları gibi, aşklarına da sahip çıkarlar. Bu yüzdendir, konuşup derdini anlatma isteği, karşı tarafı ikna edene kadar uğraşırlar. Sonunda pes eder adam, bir ışık görür kadın, tüm derdini paylaşır. Genellikle ne cevap alır? Abuk sabuk konuşma!
Gereksiz ve saçma gelmiştir adama anlatılanlar, hiç de üstünde durmamıştır. Yine bir sıkıntı, tatmin edilemeden geçiştirilir ve adam gün gelip bunların kendisine ok gibi döneceğini bilemez. Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının. Yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur. Daha önemlisi, o adamı hala seviyordur. Kadın susarak gider! En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir. O gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir. Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir. Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir. Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir. Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider. Ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta sevişmeye çalışan kadın, artık o kadındır. Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir. CEMAL SÜREYA
38 notes
·
View notes
Note
ya bir de gerçekten 20li yaslarda the oneımı bulamazsam (birkaç yıl sevgili kal sonra para biriktir nisanlan evlen falan) bir daha hic bulamayacakmışım gibime geliyor ve arayış içinde olmak da çok saçma aslında ama tam yaşları şimdi insanlar 30a doğru çok seçici oluyor
ABI BISI DICEM
erkeklere yonelik cok fazla kisisel gelisim toplulugu, cinsel stratejilerini nasil gelistirilir sayfalari onerileri var ama kadinlara yonelik dogru duzgun hicbisi yok! cinselliginizi doya doya yasayin ozgur olun aza tamah etmeyin ordan oraya ziplayin 30una kadar kimseye yatirim yapmayin takilin diyen unrealist twitter feminist tayfa bi yana gercekten ise yarar bi formul bulamiyorum kadinlar icin. ama bn soylicem dayanamiyorum.
arkadaslar evet. 20li yaslarda erkeginizi buldunuz buldunuz sonrasinda cok zor olacak cunku iyi erkekler kapilmis olacak, kotusunu siz istemeyeceksiniz. belki gencliginde hic kadina erisimi olmayan beta ezik erkekler kalacak fakat parayi ve statuyu kazandiklari icin degerli hale gelecekler ama iletisim ve uyum bilmiyor olacaklar iliski dinamiklerini bilmiyor olacaklar. ya size cok kendilerini adayip sizi kendilerinden sogutacaklar ya da gozleri disarda oldugundan sizinle mutlu olmayacaklar. kalanlar da gencliklerini hizli yasamis ama bunu yaparken asiri hedonizm sebebiyle muhtemelen kumara batmis cok borc biriktirmis hicbir kisisel gelisimi kulturu birikimi olmayan erkekler olacak. onlar da adam edilmez, onunla mutlu olunmaz. bi insan nasil buyuduyse o yasa geldiyse oyle devam eder aliskanliklarina. o yuzden kizlarim... gercek su ki... potansiyeli yuksek, iletisimi guclu, prensipli disiplinli ve sizi sevip sayan erkegi bulunca degerini BILECEKSINIZ. birlikte birbirinizi buyutup gelistireceksiniz. daima ileri sureceksiniz. kotu anlarinda ve cokuslerinde de yaninda olacaksiniz. elimi sallasam ellisi kafasiyla simariklik yapip yapip istediginiz olmadi diye nextlemeyeceksiniz. kari dramalarinizla kiskancliklarinizla veya cekilmez duygudurum bozukluklarinizla beyefendiyi kendinizden sogutmayacaksiniz! hala genc guzel ve secen sizken sectiginiz adami duzgun sececeksiniz! sectiginiz elemani da yaninizda tutacaksiniz!
mutlulugun formulu bu. ideal kadin stratejisi de bu
52 notes
·
View notes
Text
Genel
Bu aralar yine bazı tedirginlikler ve kafa karışıklıkları artmaya başladı. Sanırım yan etkenler tahmin ettiğimden daha fazla etkiliyor beni. Ama bir şekilde kendimi toplamam lazım. Bir süredir bunlar yüzünden hiç bir şekilde Almanca felan çalışamıyorum. Bu yüzden kendimi kitap okumaya verdim. Bir kaç sevdiğim kitabı bitirdim. Ve dün uzun zamandır korktuğum bir yazara başladım. Korktuğum derken demek istediğim kitaplarının çok kalın olması ve seri şeklinde kitap yazması. Ama bir tane tek cilt olan bir kitabına başladım ve 700 küsür üzeri bir sayfaya sahip. Dün öğleden sonra başlamama rağmen kitaba aşırı tutuldum. Okudukça okumaya devam ediyorum ve bu beni eski zamanlarıma götürüyor. Eskiden durmadan kitap okuyan biriydim ama son yıllarda kitaplardan tamamen uzaklaşmıştım. Şimdi o zaman ki halime geri döndüm gibi hissediyorum. Ayrıca Katilbot Günlükleri kitabının 2ci kitabını da bitirdim. 3 ve 4 kitapları bende mevcut ama ara novella ve 5, 6 kitapları bende yok. Sanırım o kitapları orjinal dili olan İngilizce okumaya çalışacağım. Kitap biraz hafif bir kitap olduğundan okur ike fazla zorluk çekmem diye düşünüyorum.
Bu aralar fazla depresif duygular uğrar oldu bana. Ama artık eski ben olmadığım için mücadele etmek daha kolay oluyor. Bunu aşmak için farklı yöntemler kullanmaya çalışıyorum. Kitap okumak, sevdiğim şeyler izlemek yada sevdiğim bir uğraşla uğraşmak. Bunlar bana ve ruhuma iyi gelen şeyler. Bir süredir buraya da doğru dürüst bir şeyler yazmıyorum ve buda canımı sıkıyor ve canımı sıkmam da canımı sıkyor. Aslında çok saçma bir döngü içine girmiş oluyorum. Ama artık daha fazla zaman ayırmam gerektiğini düşünüyorum ve bunun hakikaten bana iyi geldiğini biliyorum. Kendimi zorlamasam da daha fazla zaman ayırmaya çalışacağım artık.
Ayrıca yarım bıraktığım bazı dizileri bitirdim. Daha doğrusu yeni sezonu gelmiş olup ama benim izlemediğim diziler. Ayrıca yeni başladığım dizilerde oldu ve şimdilik pişman olduğum bir dizi olmadı. Sürekli dizi ve film izleyen biri olarak son yıllarda her şey bana tek düze ve sıkıcı gelmeye başlamıştı. Ama sanırım bu olayıda aşmaya başladım ve artık bazı şeylerden zevk almaya başladım.
Son zamanlar da bolca bulut fotoları çektim ve hepsine baka baka bulutlara ve göklere yine aşık oldu. Bir gün sonra zamanlar da çektiğim fotoları da paylaşacağım buradan. Sonuçta burası benim günlüğüm ve bunlarda benim anılarımın bir parçası. Her çekilen fotoda farklı bir duygu yüzü mevcut ve bazen bunlar iyi hissettiriyor. Şimdilik bu kadar yeter diye düşünüyorum. Ama yakında okuduğum kitapları ve izlediklerimi paylaşacağım.
20.10.2024
9 notes
·
View notes
Text
Lise hayatı... Anlatmak o kadar zor ve güzel ki...
Lisenin ilk yılında karantina yüzünden doğru düzgün gidemedim bile. O yüzden bunu direkt pas geçiyorum. Doğru düzgün kimseyi bile tanımıyordum burada.
İkinci yılında ise, her şey burada yaşandı aslında. Ailevi çok büyük sorunlar yaşandı, psikologluk durumlarım oldu, hayatımın en büyük hatasını yaptım farkında bile olmadan... Ailevi yeri geçip okula geleceğim.
10. Sınıfın birinci döneminde bu söylediğim berbat aile dönemini yaşadım. İkinci dönemde ise bu sebeple mesem sistemi denen eğitime geçtim. Hem stsj görüp, hemde meslek dersleri alacaktım. Fazla olmasa da kültür dersleri de olacaktı ama okula sadece hafta sonları gelinecekti. Hafta içi ful stajdaydık. Bu çok hoşuma gitmişti ve hemen başvurdum. İş yeri buldum, her şeyi ayarladım ve artık bir mesem öğrencisiydim.
Ve bu mesem sistemi hayatımdaki en mükemmel lise hayatını yaşamamı sağladı. Normal okula giderken görünmez olan ben mesemde o kadar güzel bir lise hayatı yaşadım ki. Belki size çok saçma gelecek ama ben liseden mezun olduğum gün eve giderken otobüste bile o kadar ağlamıştım ki bir daha ben böyle bir şeyi nasıl yaşayacağım diye. Aylar geçti ama hala da ağlayabilirim.
Birkaç arkadaşımdan ve hocalarımdan bahsederek başlayacağım. Umarım hiçbirinin karşısına çıkmaz bu. Yani çıkarsa da bir şey olmaz ama. Normal hayatımdan insanların burada olmasını sevmiyorum, burası bir günlük benim için. O yüzden görmemeleri daha iyi.
Mesela Yasir hoca... En sevdiğim bölüm hocasıydı. İlk günden beri benimle fazlasıyla ilgilendi. Çok güzel ders anlatırdı. Onun bir şeyler anlatmasını çok severdim. Üstümde o kadar fazla emeği var ki. Mezun olduğum gün gözlerimin içine bakarak "güzel kızım, o kadar farklı ve özel bir kişiliğin var ki. Hayatında kişiliğin kadar mükemmel olsun Allah'ın izniyle, ve senin gözlerinde o ışığı da görebiliyorum." demişti. Sırf bu adamın yüzünü önüne eğdirmemek için bile bir şeyleri başarmaya söz vermiştim.
Mesut hoca... Gördüğüm hem en ciddi, hemde en espritüel hoca olabilir. Onu da Yasir hoca kadar severdim. O da bölüm hocamdı. Çok esprili ve güler yüzlü bir adamdı. İngilizcesi çok güzeldi. Her sabah sınıfa girdiğinde benimle ingilizce konuşurdu. Bunu sadece bana yapardı. Çoğu zaman onu anlardım ama bazen cevap veremezdim, o da sırıtırdı sadece. Beni kendi kızına benzetirdi. Mezun olacağım zaman son dersimizde yanına gidip defterime benim hakkımda görüşlerini yazmasını istedim. Yazdığı koca paragraftan aklımda kalan tek cümle; "Biz öğretmenler öğrencilerimizi belirli özellikleri ile hatırlarız. Ben seni her zaman iç ısıtan gülümsemenle hatırlayacağım."
Özlem hoca... Müdür yardımcımızdı. Önceden başka bir bölümün hocasıydı, hiçbir zaman benim dersime de girmedi. Ama nedense okulla ilgili bir problemim olduğunda yönetici olmadan önceden de hep ona giderdim. Müdür yardımcısı olunca da hep yanına gidiyordum. Çok güzel ve güler yüzlü bir kadındı. İyi bir insandı. Mezun olduğum gün diplomamı verdikten sonra bana sarılmıştı, o kadar hoşuma gitmişti ki anlatamam.
Arkadaşlarıma gelirsek de hepsini ayrı ayrı çok seviyordum. Ama burada sadece birkaç kişiyi anacağım. Sınıfımız zaten fazla kalabalık değildi. 4 kız, 12 erkektik. Ama buna rağmen hepimizin arası iyiydi. Kardeş gibiydik, birbirimize yanlışımız olmazdı, herkes birbirinin arkasındaydı. Mükemmel bir atmosferdi.
Mesela Münevver abla, evet abla. 4 çocuklu, evli bir kadındı. O da bizimle lise okuyordu. Çok iyi bir insandı. Sırdaşımdı, her şeyi ona anlatırdım. Bana çok yardımı dokundu çoğu konuda. Baya severdim. O da beni severdi. Lise diplomasına ihtiyacı olduğunu söylerdi. Çocukken okula göndermemişti ailesi sanırım. İstediği diplomayı da aldı, umarım işine yaramıştır abla.
İsmail... Kader ortağım. Hem aynı sınıftaydık, hemde aynı yerde staj yapıyorduk. Staja ilk başladığımızda birbirimizi pek sevmezdik. Soğuk bir insandı. Sınıftayken muhatap bile olmazdık. Ama hep aynı yerde olunca zamanla alıştık ikimizde. Zamanla yakın arkadaş olmuştuk. Her zaman senkronize bir şekilde çalışırdık ofiste. Okulda da kimse olmasa bile ona güvenebileceğimi ve arkamda biri olduğunu biliyordum. Bazen okul çıkışı eve giderken diğer okullardan gelen serseriler kızlara laf atardı. Ne zaman böyle bir şeye maruz kalmak üzere olsam İsmail arkamda belirirdi. İri yarı bir çocuk olduğu, tanındığı ve çevresi olduğu için ondan çekinirlerdi. Sınavlarda da ben ona yardım ederdim. Onu kurtarmak için çok riske girerdim sınavlarda ama o bunu hak eden bir abimdi. Böyle anlatınca belki yanlış anlaşılıyordur ama İsmaille aramızda hiçbir zaman arkadaşlıktan ötesi olmadı. Sevgilisi bile beni tanırdı. Şuan o da üniversiteye gidiyormuş zaten. Bir daha görüşmeyiz ama bana çok yardımcı oldu zamanında.
Kadir... Meseme başlayınca ilk tanıştığım insandı. Beni çok güldürürdü. Temiz kalpli biriydi. İkimizde sınıfın çalışkanları olduğumuz için çok yardımcı olurduk birbirimize ve sınıftakilere. Okuldan mezun olduktan bile yaşadığım en ufak sorunda beni arayıp yardım etti. Gerçekten minnettarım.
Hakkında konuşmak ne kadar doğru bilmiyorum ama... O kızın ismini anmak istemiyorum. Aramız fazlasıyla iyiydi. Zaten sınıfta az kız olduğumuz için ister istemez iyi anlaşmak zorundaydık. Beraber sınıfta gizli gizli piknik yaptığımız, okuldan kaçıp hamburger yemeye gittiğimiz, saatlerce yolda fotoğraf çekip eve geç kaldığımız günler... Çok güzel anılarımız vardı. Taa ki ben mezun olmadan önce o kızın bana söylediği büyük yalanı öğrenene kadar. Tek bir gerçek tüm okula bakış açımı değiştirmişti. O günden sonra da görmedim daha. Kırgınlığımda açıkçası geçmeyecek. O da bunu çok iyi biliyor.
Peki ben liseyi neden bu kadar sevdim? Sadece bunlar için mi? Keşke öyle olsa ;)
#ay benim gece senin#geceye not#kitaplar#geceyedair#gelmemeyegidenadam#kitap alintilari#uykusuz geceler#3391kilometre#3391km#beyza alkoç#0 kilometre#0 km#liseli#mahşerinbinlerceatlısı#mahşerindörtatlısı#egenin izmiri#egenin incisi#karantina#yalnızlık#tumblr girls#writers on tumblr#artists on tumblr
12 notes
·
View notes
Text
Anlatılmamış Hikayeler Part 1: Carl
Carl her gün yaptığı gibi erkenden uyandı ve 1 haftadır bitirmeye kıyamadığı ekmekten küçük bir parça aldı. Çayın yanında diz çöktü ve ekmeğini ıslattı, bu sayede yarı çıplak ayaklarından bile daha sert olan ekmeği yiyebildi. Carl fakir bir insandı, ayağında yırtık pırtık bir çarığı ve üstünde kirli kıyafetleri vardı. Artık orta yaşlarına gelmiş, yavaştan saçları dökülmeye başlamıştı. Bir deri bir kemik denecek kadar olmasa tüm gün güneşin altında tarla sürmekten zayıflamıştı ve biraz da kızarmıştı. Carl her sabah tarlaya çalışmaya giderdi. Evi biraz uzaktı ama bedavaya kaldığı için sorun etmiyordu, zaten sorun etse de kimsenin umrunda olmazdı. Bu ev şehre taşınan amcasından kalmıştı. Amcası bu evi depo olarak kullanıyordu ve içerisi dardı. Işığın içeriye girmesi için bir tanecik pencere olmasına karşın tahtalarla kapatılmıştı. Bunun nedeni Carl'ın gece yürüyen olması değildi. Yeni gelen pencere vergisini vermek istemeyen amcasının pencereleri kapamasıydı. Carl yemeğini bitirdi ve güçlükle ayağa kalktı. Sırtı çok ağrıyordu ama oturarak ekmek parası kazanılmazdı değil mi? Carl gıcırdayan kapısını açtı ve tarlanın yolunu tuttu.
Carl yürümeye devam etti ve tarlaya ulaştı. Diğer herkes çalışmaya yeni başlamış gibiydi. Carl bunu nereden mi anlamıştı? Kimse uflayıp puflamıyordu. Ayrıca onlara bekçilik yapan herif bağırıp çağırmıyordu, büyük ihtimalle onun da uykusu vardı. İlk başlarda işler rahat gider çünkü bekçi uyuklar, işçiler uyuklar, çoğunlukla herkes daha hava açmadan gelmenin işlevsiz ve saçma olduğu hakkında hemfikirdir. Bir zaman sonra bekçi uyuklayan işçilere bağırır ve derin uykuda olanlara birer tokat atar. Bu herkes için bir uyarı işaretidir ve çalışmaya koyulurlar. Nadiren çiftliğin sahibi gelir ve tüküre tüküre bir şeyler anlatır. Açıkçası Carl onun ne dediğini anlamaz çünkü farklı bir dilde konuşur. Galiba şehirde bu dil konuşuluyor, Carl emin değil ama çok umrunda da değil. Carl şehre yaklaşamaz bile, girmeyi ise rüyasında bile göremez. Aslında pek rüya da göremez, çoğunlukla yorgunluktan kendini yatağına atar ve ne zaman uyduğunu bile bilmeden uyanır. Kısaca carl şehre gidemez, iyi yanından bakarsak şehir hasreti de çekmez. Bu yaşına kadar şehire gitmeden yaşadıysa, bu yaşından sonrada yaşar. Carl çok düşünen biri değildir, düşünmeyi sevmez zaten. Düşünürsen soru sormak istersin, soru sorarsan bekçi sana "Ağzını çalıştırıcağına elini çalıştır hergele!" diye bağırır.
Carl her zaman ki gibi işine yapmaya devam eder. Büyük ihtimalle hayatının sonuna kadar yapacağı işi yapmaya devam eder. O gün şansızlığı tutar ve çiftiliğin sahibi gelir. Gene ne olduğu anlaşılmayan şeyler söyleyip bir sigara yakar. Garip bir şekilde bu gün işçilerle ilgili konuşuyorlar gibidir. Normalde işçiler yokmuş gibi davranırlar. Çiftliğin sahibi, ona kısaca patron derler, işçelere doğru bakar ve "Siz beş para etmez heriflerden hanginiz biraz para kazanmak ister?" diye sorar. İlk başta herkes afallar ama birkaç kişi el kaldırır.
-Güzel. El kaldıranlar gidip beni atların orada beklesin, eliniz değmişken onlara yemekte verin. Eğer bir atımın bile huysuzlandığını görürsem derinizi yüzüp eğer yaparım. Anladınız mı beni?!
Bu cevap bekleyen bir soru değildi, Patron işçilerin cevaplarıyla ilgilenmezdi. Onlar düşünceleri önem arz eden insanlar değillerdi. Carl bir anda bir şey fark etti, keşke daha erken fark etseydim diye içinden sövdü. Birkaç kişi el kaldırınca istemsizce elini kaldırmıştı. Şimdi vaz geçtiğini söylemek demek güzel bir dayaktı. Carl'ın bu gün dayak yiyesi yoktu, aslında onun hiç bir zaman dayak yiyesi yoktu. Carl istemeye istemeye 4 kişi ile birlikte atların olduğu ahıra gitti. Elinden geldiğince beslediler atları. O sırada içeriye Patron girdi. Herkesin sesi kesildi.
-Siz kuş beyinliler bu vericeğim görevin ne olduğunu anlamayabilirsiniz ama eksiksiz bir şekilde halledilmesini istiyorum. Bunun karşılığında hepinize 10 demir para vericem. Aranızda bölüşün, beni ilgilendirmez. Bu görev için gizli olmanız önemli, ayrıca şu kokuşuk kıyafetlerinizi de değiştireceksiniz. Bir yerlerden ucuza bulurum. Sizden yan köyün sakinleriymişsiniz gibi bizim köye saldırmanızı istiyorum. Sizi biraz hırpalıyacaz, yakalayıp sorguluyacaz ve kaçmışsınız gibi göstericez. Bundan sonra bir süre köye gelmeyin, geldiğinizi görürsem yemin olsun ki hepinizin kafasını kendi ellerimle keserim! Anlaşıldı mı?
Bu soru cevap bekliyordu anlaşılan, çünkü arkasını dönüp gitmemişti. "Anlaşıldı efendim" dedi herkes hep bir ağızdan. Kıyafetler alındı, plan hazırlandı. Biraz etraf yıkılacaktı ve askerler gelip biraz dayak atacaktı. Sonra sorgulanmak için herkes sırasıyla alınacak, herkes "Loockwood köyündenim. Siz piçler bizi kazıkladınız, bunu ödetmeye geldik." diyecek ve hapse girilecekti. En sonunda da Patron ile anlaşmış bir gardiyan herkesi çıkarıcak ve kaçacaklardı. Carl bu planın nedenini anlamamıştı ama 10 demir para için iki dayak yemeyi göze alırdı, canını bile verirdi 10 demir para için. Carl'ın canını verdikten sonra parayı kullanamayacağı aklına gelmedi, Carl düşünmeyi pek sevmezdi. Patron dinlenmeleri için o gün izin verdi. Bir şişe şarap ve biraz ekmek verdi. Dört adam aralarında paylaştılar. O gün Carl'ın en iyi günüydü, en son ne zaman şarap içtiğini bile hatırlamıyordu.
Akşam geldi çattı. Güneş battı ve dört adam planı uygulamak için köyün dışına çıktı. Kıyafetlerini değiştirdiler ve ellerine birer kör kılıç verildi. Bu kılıçlar yerine büyükçene bir sopa daha yararlı olurdu ama Carl ağzını açmadı, zaten dayak yiyeceklerdi bunu erkene çekmeye gerek yoktu. Dört adamda koşa koşa köye girdiler. Evlerin kapılarını kırıp ordaki insanlara demir çubuklarıyla vurmaya başladılar. Erkekleri öldürdüler, kadınların ırzına geçtiler, yiyebilecekleri ne varsa yediler. Belki de bu Carl'ın düşündüğünden daha da güzel olucaktı. Belki biraz sonra dayak yiyeceklerdi ama bunu o zaman düşünürdü, belki de düşünmezdi Carl düşünmeyi pek sevmezdi.
En sonunda askerler geldi. Ellerinde sivri mızraklar vardı. Adamlardan biri kendini role o kadar kaptırmıştı ki "Loockwood köyündenim. Siz piçler bizi kazıkladınız, bunu ödetmeye geldik!" diye bağırdı ve askerlerin üzerine koştu. Askerlerden birinin kafasına kör kılıcıyla vurdu ama karşılarında köylüler yoktu. Kılıç adamın kafasına sopa gibi çarptı ve sekti. Açık veren adama iki adet mızrak saplandı. Adam çığlık atmaya başladı ama artık çok geçti. Mızraklar göğsünden çıkarıldığı gibi adam öldü. Askerler kanlı mızraklarını Carl ve yanındakilere doğrulttular. Hepsi birden kaçmaya başladı. Askerlerin üzerinde ağır zırh yoktu ama mızraklar tabiki de ağırdı. Ormana kaçmayı başardılar. Askerler meşalelerle onları arıyordu. Carl bunun hayatının sonu olduğunu düşündü, demek ki düşünmesi için hayatının tehlikeye girmesi gerekiyordu. Üç adam saklanmaya karar verdiler ve tepenin üstünde duran bir ağacın arkasına sığınarak geceyi geçirdiler. Yarın sabah askerlerin onları bulacağı korkusuyla yerlerinden kıpırdamadılar, konuşmadılar, hatta nefesleri bile sessizleşti. Öğlene doğru içlerinden biri biraz daha uzaklaşmayı teklif etti ve kabul ettiler. Yavaş yavaş köyden uzaklaştılar. Akşam olunca ateş yaktılar ve vahşi hayvanlar onları bulmasın diye dua ettiler. Carl vahşi hayvan saldırısının mı askerlerin onları bulmasının mi daha korkunç olduğuna karar veremiyordu. Carl iki şey arasında kolay karar verebilen biri değildi, genelde ona söyleneni yapardı.
Yaşananların üzerinden 2 hafta geçti ve köye dönme kararı aldılar. Yavaşça köyün yolunu tuttular ve herkes orda dağıldı. Carl kendi evine döndü ve güzelce dinlendi. Yarını tarlanın yolunu tuttu. Bekçi Carl'ı görünce şaşkına döndü. Patrona haber vermesi için birine emir verdi. Patron çok kısa bir sürede tarlaya ulaştı ve bağırmaya başladı "Siz serseriler neden kaçtınız!? Ben size teslim olun demedim mi be aptallar!?" Carl afallamıştı, patronun öyle bir şey dediğini hatırlamıyorudu ama Carl hafızası güçlü veya tartışmalarda galip gelen biri değildi. Özür dilemekle yetindi. Patron sakinleşti ve diğerlerinin nerde olduğunu sordu, Carl cevapladı. Patron diğerlerini çağırıp ambara gelmesini söyledi. Carl denileni yaptı. Üç kişi ambarda patronu beklemeye koyuldular. En sonunda patron geldi ama ne yapıcaktı ki? Patronun arkasından beş tane asker gelmesi işleri ele vermeliydi, ki diğer iki adam için verdi, ama Carl pek parlak değildi. Diğer iki adam kaçmaya çalışınca Carl peşlerinden koştu. Bunu yapması için bir nedeni yoktu ama iki hafta ormanda kaldığı arkadaşları yapıyorsa bir sebebi olucağını varsayıyordu.
Carl arkadaşlarının arkasından koştu, koştu ve en sonunda birlikte büyük bir ambara geldiler. Askerler de arkalarından koşmuştu. Carl ve arkadaşları hemen samanların arasına saklandı. Samanlar her zamanki gibi batıyordu ve bu çok rahatsız ediciydi. Ama askerlere yakalanma düşüncesi daha da rahatsız ediciydi. Beş asker dağılıp ambarı aramaya başladılar. Mızraklarıyla samanları dürtüyor, kaçakların yerini bulmaya çalışıyorlardı. Askerlerden biri Carl'ın arkadaşına çok yaklaşınca adam bir anda samanların arasından fırlayıp kaçmaya başladı ama asker mızrağını çevik bir hamleyle adamın sırtına saplamayı başardı. Sırtından aldığı darbeyle yere düşen adam acı içinde inledi. Mızrağının ucu kana bulanmış asker mızrağını son bir kez havaya kaldırdı ve adamın boynuna sapladı. Yerde acı içinde kıvranan adamın sesi kesilmiş, hareket edemez hale gelmişti. Bu sahneye gören Carl neler olduğuna anlam vermeye çalışıyordu. Neden Patron onları öldürtmeye çalışıyordu? Teslim olmadıkları için mi? Ama askerler içlerinden birini öldürmüştü. Başka ne yapabilirlerdi ki o durumda? Bunlar Carl'ın aklından geçerken bir mızrak Carl'ın kaburgasına girdi. Askerler sonunda Carl'ın yerini bulmuştu. Carl acı içinde bir çığlık attı ama çığlığı askerin mızrağının kafasına girmesiyle yarıda kesildi. Son anlarında ne kadar tembel olduğunu, daha fazlası için çalışsa şu an bu durumda olmayacağını düşünemedi bile. Zaten düşünmezdi de, Carl düşünmeyi pek sevmezdi.
#hikaye#ortaçağ#kölelik#medieval#kısa yazı#new artist#kitaplar#kitap#edebiyat#new to tumblr#edebi yazılar#kitap alintilari#kitap alıntısı#kitap alıntıları#kitap alintisi#geceye bir söz bırak#geceye not#gece#tarih#tarihi#umut#short story#story#original story#fiction#short stories#türk edebiyatı#türkçe#deneme#yazar
13 notes
·
View notes
Text
Kadın erkek algısından nefret ediyorum. Dışarıda geç saatte kadında görebilirsiniz! Bu gayet normal bir şey. Nasıl ki erkekler çıkıp istediği saatte istediği şeyi yapabiliyorsa aynı şey kadın içinde geçerli. Kadın ister güzel ister çirkin olsun,ister açık ister kapalı olsun,ister müslüman ister gayrimüslim olsun ne olursa olsun,bir kadın akşam geç saatte dışarı çıkarken korkmak zorunda değil. Aynı erkekler gibi korkmadan çıkabilmek onlarında hakkı. Siz yolda yürürken 2 dakikada bir arkanızı kontrol etmenin nasıl hissettirdiğini biliyor musunuz? Kulaklığı takıyorsun şarkını açıyorsun ama sonradan kapatıyorsun. Neden peki biliyor musun? Dur ben sana anlatayım çünkü çok iyi biliyorum. Çünkü ara sokağa girdin ve takip edilmekten korkuyorsun adım sesi duyarsın diye kapatıyorsun,kapatıyorsun çünkü akşam vakti,kapatıyorsun çünkü KADINSIN! Bu algı bitmek zorunda! Bitmeli değil bitmek zorunda. Yoldan geçen bir araba aniden durup laf atıcak diye korkmamalı kadınlar. Ara sokağa girdiğinde aniden biri önüne çıkıcak diye korkmamalı. Belki saçma bulacaksın ama ben ara sokağa girdiğimde orada biriyle karşılaşsam koşarak ne kadar dayanabilirim diye hesaplama yapıyorum. Saçma bulamazsın çünkü bunu bir tek ben değil çoğu kadın yapıyor. Aynı rahatsızlığı niçin erkekler hissetmiyor peki? Niçin kadınlar gidip erkekleri kaçırıp onlara türlü türlü iğrençlikler yapmıyor? Yapsın demiyorum,kimse yapmasın diyorum. Burda ki erkeklerden kastım da bütün erkekler değil. Genelleme yapmadım aslında ,öyle olmayanların üstüne alınmasına gerek yok. Sadece bu ayrım artık fazla can sıkıcı bir duruma dönüştü. Her yıl kaç tane kadın ölüyor farkında mısınız? Kaç tane kadın tecavüze uğruyor? Hiç bunlarıda araştırdınız mı? Aslında böyle şeyleri takip etmeyi bırak böyle şeylerin olmaması gerekiyor ama her sene yüzlerce kadın ölüyor. Ölüyorlar çünkü KADINLAR,ölüyorlar çünkü aynı erkekler gibi akşam geç saatte dışarı çıktılar, ölüyorlar çünkü istediği gibi giyindiler vs. Bir kadının nasıl giyindiğine de karışamazsınız! İsterse apaçık giyinir isterse tesettürlü giyinir bu kimseyi alâkadar etmez,edemez ya. Erkeklere açık giyindi diye kim taciz ediyor? Erkek geç saatte dışarı çıktı diye kim taciz edip öldürüyor? Hangi erkek yürürken defalarca etrafını kontrol ediyor? Hangi erkek toplu taşımaya binerken rahatsız edilmekten korkuyor? Söylesenize bir kadın;otobüs, minibüs vs. toplu taşımanın herhangi birinde tek kaldığı için korkmak zorunda mı? Allah aşkına aklınız alıyor mu ya!? Sürekli bir korkuyla yaşamak zorunda mıyız biz? Şu algıyı bitirin artık. Herkesin kendi hayatı. Kimse kimsenin hayatına,özeline karışamaz! Zihniyetsizseniz eğer aynı korkuyla yaşamanızı isterim.
99 notes
·
View notes
Text
Sanırım 3 haftadır sigara içmiyorum. Ben daha önce de sigarayı birkaç kez bıraktım, hepsi de uzun soluklu bırakmalardı, 8-9 ay, 1 buçuk yıl gibi gibi bırakmalar. Bana şöyle oluyor, sigarayı bırakmayı önce düşünüyorum ama düşündüğüm gibi hemen uygulamıyorum, sigarayı bırakma düşüncesiyle sigara içmeye devam ederken sigaranın aslında bana keyif veren bir şey olmadığını fark ediyorum, niye içiyorum ki o zaman çok saçma diye düşünüyorum. sonra bir sabah uyanıyorum ve ben sigarayı bıraktım hayırlı olsun diyorum. Valla umarım tekrar başlamam söz veremiyorum, 1 buçuk yıl içmeyip tekrar başlayan insan 5 yıl içmeyip de tekrar başlayabilir, hiç büyük konuşmamak lazım. alkolle malkolle ayda yılda bir keyfi içmeyi başarabilen insanlara çok imreniyorum ama o da zor iş, o yüzden hiç bulaşmamak en mantıklısı.
12 notes
·
View notes