#analoji
Explore tagged Tumblr posts
felsefesitesi · 2 years ago
Text
DMY Felsefe yeni yazı
DMY Felsefe, yeni felsefeler :) : https://www.dmy.info/bir-filozof-ne-yapar-ve-filozoflar-icin-analojiler-nelerdir/
Bir filozof ne yapar ve filozoflar için analojiler nelerdir?
Tumblr media
Bir hikaye anlatıcısı hikayelere odaklanır, bir tarihçi gerçek hikayelere odaklanır, bir filozof ise bu hikayeleri nasıl bildiğimizi tartışmaya odaklanır. Dolayısıyla felsefe, bir yazı bütününden çok bir faaliyettir. Ayrıca, tüm faaliyetler zaman içinde değişir ve felsefenin değişen görünümü için farklı analojileri vardır. Filozoflar, tıpkı bir tesisatçının su işlerini ya da bir duvarcının duvar örmeyi halletmesi gibi bilgiyi ele alır. Bu iki benzetme dışında insan olarak; filozof büyük resmi görür, bu şekilde resim yapanların, anlatıcıların ya da insan yaşamının yaratıcılarının arasından sıyrılabilir. Analizcilerin analizcisi, buna insanlar arasındaki meta, hiper kişilik diyebiliriz. Her şey eski zamanların masal anlatıcılarına, namı diğer. efsane yapıcılara bir
3 notes · View notes
senaysl7 · 9 days ago
Text
Tumblr media
ARA GÜLER - AKŞAMÜSTÜ KANDİLLİ'DEN KALKAN BİR BOĞAZİÇİ VAPURU (1965)
Bu öykü, Ara Güler'in "Akşamüstü Kandilli'den Kalkan Bir Boğaziçi Vapuru" isimli fotoğrafının ilhamını taşıyarak tarafımca kaleme alındı.
KENDİNİ MESİH SANAN DELİ
Sırtım Boğaz'a dönük tahta sandalyeye, tükenmesine ramak kalmış kurşun kalemim ise orta parmağımdaki nasıra yaslıydı. Hava kararıyordu. Rüzgâr esiyor, dalgalar sakince kıyıya çarpıyor ve vapurlar geçiyordu. Denizin üstünde bile insan gürültüsü vardı. Gözlerime dokunmasınlar kâfi diye geçiriyordum içimden. Gözlerim beyaz sayfadaki kurşun izlerine dalmıştı. Bu beyaz sayfada insanları görmüyordum ama okuyabiliyordum, hatta ben yazıyordum onları. Ne zaman yanımdaki sandalyeye henüz yirmilerinde bir delikanlı oturdu, gözlerim o an sabitlendiği yerden ayrıldı.
   Hiç çaba sarf etmeden anladım aklının yerinde olmadığını. Ellerine bakmıştım. Baş parmağı ile diğer dört parmağını sayıyordu hızlı hızlı. Belki de on kez tekrar etmişti aynı şeyi. Tırnaklarını yemişti. Bu yüzden elleri çirkindi. Sonra kara gözlerini kısarak bana baktı, ben de ona baktım. Ne yazdığımı sordu işaret parmağını defterime doğrultarak. Defterimi kapatıp ceketimin arasına yerleştirdim ya da ondan sakladım, bilmiyorum. Yazmaktan tükenmiş kalemimi gösterdim ona ve insanların kaderini yazdığımı söyledim. Önce sustu ve kıyıya vuran dalgaları seyretti. Sonra baş parmağındaki tırnağını kemirerek "Yani tanrısın." dedi. Güldüm. Kafamda kurduğum analoji ile yanıt verdim deli olduğunu bilsem bile. "Yazarlar insanların kaderini yazar, tanrılar da insanların kaderini yazar. Yazarlar insanlar yaratır, tanrılar da insanlar yaratır. O hâlde yazarlar tanrıdır." Bu kez o güldü. Benimle aynı ses tonunda: "Ben de Mesih'im." dedi. "Mesih'ler bu kadar genç olmaz, deli." dedim. Bir kez daha sustu. Bu sefer uzun sürmüştü. "Sen kendini tanrı sanıyorsun, Mesih olduğumu söylediğim zaman da bana deli diyorsun. Ne küstah ve bencilsin sen yazar."  Yerinden kalktı ve gidecek gibi oldu. Gitmekten vazgeçti ve sandalyesini alıp yanımdan uzaklaşmadan onu çapraz çevirdi. Tekrardan oturdu. Arkamı dönüp bedenine baktım. Yüzünün tamamını göremiyordum. Yarımdı suratı. Kollarını önünde bağlamış, kaşlarını çatmıştı.
  Bakışlarının bana sitem ettiğinden emindim. Gözlerini görebiliyordum. Gözleri karaydı ama yüzü yoktu. Yüzünü yazmamıştım. Yarattığım bana isyan edince tanrının bencilliğine daha çok aklım erdi. Yüzünü görebilmek için defterimi sakladığım ceketimin arasından çıkardım. Evet, defterimi saklamıştım. Yazmaya başladım. Artık sivri bir burnu vardı delinin. Dudaklarını incecik yaptım, sanki ağzını bıçakla kesip de iki parçaya ayırmıştım. Çenesinde jilet izleri vardı, benim de çenemde jilet izleri vardı. Kurşun kalemim tükendi. Daha fazla yazamadım. Şimdi bana küstah ve bencil dediği için hesap soracaktım ona. "Bak yüzüme deli!" dedim. Sağıma döndüm sandalyede kimse yoktu. Arkama baktım, çok insan vardı. Siyah ceketli, kırmızılı ve beyazlı. Sahi, onun ceketi hangi renkti? Ceketinin rengini yazmamıştım. Eksikti o. Onu bulamayacaktım. Hesap soramayacaktım bana bencil dediği için. Saçlarının rengini de bilmiyordum. Saçlarını da unutmuştum. Kalemim tükenmişti artık, yazamazdım. Yalnızca çirkin elleri ve kara gözleri vardı. Herkesin eli ceplerindeydi. Herkes arkasını dönmüştü bana. Sanki deliyi saklıyordu hepsi benden.
Az ilerimdeki balıkçıya seslendim. "Nereye gitti deli, gördün mü?" dedim. "Ne delisi be adam!" diye bağırdı bana. Adını söyleyecek gibi oldum ama adını da yazmamıştım. "Deli işte." dedim. "Biraz önce yanımda oturup benimle konuşan deli." Bana yanımda kimsenin oturmadığını ve benim kendi kendime konuştuğumu söyledi. Galiba balıkçı da deliydi. Kendini Mesih sanan bir deliyi nasıl olur da görmezdi?
   Çaresizce nefesimi üfledim dudaklarım arasından. Onu bulamayacaktım artık. Deliyi yazdığım sayfayı koparıp buruşturdum avcumda. Tahta sandalyeden ayırdım sırtımı ve birkaç adım uzaklaştım birbirine sırt çevirmiş iki sandalyeden. Vapurun sesi girdi kulaklarıma. Bir kez daha Boğaz'a döndüm ve akşamüstü Kandilli'den kalkan bir Boğaziçi vapuruna baktım. Vapurda gördüm deliyi. El sallıyordu bana. Saçları da siyahtı gözleri gibi, ceketi de.
   Buruşturduğum kağıda baktım. Ne kurşun izleri vardı kağıdın ne de kelimeleri. Siyah beyaz bir fotoğraftan ibaretti. Ben miydim deli yoksa vapurda giden mi?
✨ DESTEK OLMAK İSTERSENİZ ✨
Kelimelerim size dokunduysa ve bu hikâyenin yankılarını benimle paylaşmak isterseniz, @senaysl7 hesabımı Instagram’da takip edebilirsiniz. Desteğiniz, mürekkebime hayat verir; her satır, sizlerle daha anlamlı.
https://www.instagram.com/senaysl7?igsh=MXNwc2dyNDZhOGVtMQ==
⚜️ TELİF HAKKI BİLDİRİMİ ⚜️
Bu hikaye, kelimelerin kaderime işlediği mürekkep gibi bana aittir. Her cümlesi, her satırı, rüzgâra fısıldadığım bir sır gibi yalnızca benim ruhumdan süzülmüştür. Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve herhangi bir dijital ya da basılı platformda paylaşılamaz. Eğer bu dünyadan bir parça almak istersen, kaynağı onurlandırmayı unutma.
11 notes · View notes
acid-gramma · 2 years ago
Note
Çok uzattım kusura bakma ama yanlış anlamadıysam boyut kelimesini aslında bilmediğimiz şeyler vardır/olabilir anlamında kullanıyorsun değil mi? Nasıl zihne ruh dememiz ama orada casper tarzı bir şey olmaması gibi? Kötü bir analoji mi oldu bilmiyorum ama
ya baya su anlamda kullaniyorum basicly https://vm.tiktok.com/ZMY53Q73x/
10 notes · View notes
epifizz · 2 years ago
Note
İçinde bulunduğumuz kapitalist sistemi bir virüs olarak sayarsak bir antivirüs var mıdır yoksa eğer bir yada bir kaç sıradan insan bir antivirüs yaratabilir mi çözüm bulup bununla savaşabilir mi. Eğer böyle olsaydı bunlar şunlar olmasaydı insanlar birlik olsaydı olabilirdi gibisinden cevaplar İstemiyorum çünkü kötülük nasıl bulaşıcı ise iyilik de öyledir. O yüzden bu kotuluge (virüs) karsi bir antivirüs yaratilirsa zaten insanlara bulasacaktir.
Bana bir analoji veriyorsun ancak onun ne şekillerde olduğunu, hiçbir sınır vermeden analojinin diğer ucundaki çözüme benzer bir çözüm talebinde bulunuyorsun. Bu hatalı bir mantıktır. Şimdi bir antivirüsden bahsediyorsak bu biyoloji ile değil bilişimle ilgili bir virüs tanımıdır ve buna bağlı olarak virüs tanımlarımız da değişir. Kapitalizmi bu surette virüse benzetmek zordur, çünkü virüs yazılım açısından sistemin işleyişini bozan bir unsurdur ve dışsaldır elbette. Kapitalizmi insan doğasına dışsal sayalım (bunun ne ölçüde olduğu tartışmaya açıktır) ancak sistemin akışını bozan bir şey olarak nasıl değerlendireceğiz? Kapitalizm bir birim değildir, kendisi bizatihi bir sistemdir. Bu sistem düzgün işlemiyor olabilir ancak yine de bir sistemdir. Antivirüslerin kapsamı varolan dizgenin olduğu gibi sürmesini sağlamaktır ve esas amacı olan şeyi kaldırmak değil (immün sistemimizden farkı budur) önlemektir, bu sebeple de kurduğun analoji yanlıştır.
Kurduğun analoji biyolojik olarak daha doğru olabilirdi ancak yine doğru olmazdı çünkü kapitalizm sınırları belli, merkezi belli, birimleri belli çok somut bir şeymiş de aynı somutlukta bir merhemi varmış gibi ele alıyorsun. Ancak ideolojilerin, üretim ilişkilerinin ve toplumsal yapının dönüşümünün böyle hatları olduğunu sanmıyorum.
Elbette sorunun genel kapsamını anlıyorum ancak mantık dizgendeki hatana odaklanmadıkça, kapitalizmi ele alış şeklimiz yanlış oldukça çözüm üretme ya da çözüm üzerine konuşma şansımız da düşer o yüzden analojin üzerinden bana yanlış gelen somutlama hatanı eleştirdim.
Kapitalizm en basit haliyle bir üretim modelidir ve günümüz şartlarında daha efektif bir üretim modeli geliştirildiğine pekala işlevsizleşecektir. Bunu söylemek elbette basit bir şey, bunun nasılını söylemek ve dizayn edebilmek ise bambaşka bir olay ve bunun için mevcut ve geçmiş üretim modellerinin ilişkiselliğini, kapsamlarını ve geleceğin potansiyel boyutlarını detaylı incelememiz gerekiyor. Buna verecek tam anlamıyla tatmin edici ve uygun kapsamda bir cevabım tam olarak yok, olsaydı da bunu blogda konuşmadan çok önce tez önerisi olarak sunmuş olurdum.
3 notes · View notes
gunayagamali · 3 months ago
Text
Tumblr media
ATƏT böhran içində, MQ isə “yaşayır” –
Ermənistanın sonuncu “saman çöpü”
Günay Ağamalı: “Yarımçıq sülhdən söhbət belə gedə bilməz”
Gələn ay, dekabrın 5-6-da Maltada ATƏT-ə Avropada Təhlükəsizlik və Əməkdaşlıq Təşkilatına (ATƏT) üzv ölkələrin XİN başçılarının illik toplantısı keçiriləcək. Tədbirə Rusiya XİN rəhbəri Sergey Lavrovun da qatılacağı gözlənilir.
Qəribə durumdur: təşkilat böhran içində, Minsk qrupu isə formal da olsa, qalır. Ermənistan nəyə ümidlidir?
Milli Məclisin deputatı, Ana Vətən Partiyasının sədr müavini Günay Ağamalı hesab edir ki, hazırda Azərbaycanın siyasi gündəliyində ATƏT-in Minsk qrupu ilə bağlı hər hansı bir müzakirə predmeti yer almır:
“Ermənistan 30 ilə yaxın müddətdə BMT Təhlükəsizlik Şurasının 4 qətnaməsini görməzdən gələrək Azərbaycan torpaqlarını işğal altında saxladı. 1992-ci ildə ATƏT-in nəzdində yaradılan Minsk qrupu isə proses ətrafında imitasiya xarakteri daşıyan fikirlər səsləndirməklə sadəcə mövcud status-kvonu qoruyub saxlamağa çalışdı. Bu səbəbdən, ATƏT-in Minsk qrupu və digər beynəlxalq təşkilatların fəaliyyətsizliyi işğal olunmuş torpaqlarımızı hərbi gücün tətbiqi ilə azad etməyə sövq etdi. Nəticədə, 44 gün davam Vətən savaşı ilə Azərbaycan tarixi ədaləti bərpa etdi və işğal olunmuş torpaqlarımızı geri qaytardı. Artıq münaqişənin həllindən dörd il keçir və Azərbaycanın siyasi gündəliyində Minsk qrupu ilə bağlı hər hansı bir müzakirə predmeti yer almır. Ona görə də həmsədrlik institutu öz legitimliyini itirib və o ləğv olunmalıdır.
Lakin, son dövrlər Ermənistanın və bəzi Qərb ölkələrinin Minsk qrupunun yenidən canlandırılması üçün çalışdığını müşahidə edirik. Rəsmi İrəvanın mövcud sülh gündəliyində vaxt qazanmağa hesablanmış addımlarını strateji üstünlük əldə etmək cəhdləri kimi qiymətləndirməliyik. Ermənistan normallaşma prosesini uzatmaqla beynəlxalq müstəvidə dəstək qazanmağa çalışır və yardım edilən silah-sursatla hərbi aventuraya yönəlir. Qərb isə analoji vəziyyətə qayıtmaq üçün Minsk qrupunun canlandırılmasında maraqlıdır. Ancaq bu tamamilə qeyri-real bir yanaşmadır və rəsmi Bakının prinsipləri bəllidir. Biz Ermənistanı bütün müddəaları təmin edilmiş sülh müqaviləsini imzalamağa çağırırıq. Həmin məlum şərtlər reallaşmadıqca hər hansı bir yarımçıq sülhdən söhbət belə gedə bilməz”.
“Musavat.com” saytı
Cavanşir Abbaslı
16 noyabr 2024-cü il
https://musavat.com/news/atet-bohran-icinde-mq-ise-yasayir-ermenistanin-sonuncu-saman-copu_1119808.html
0 notes
medyahmet · 11 months ago
Text
1968 Düşüncesi Miti ve Fransız Entelijansiyası III - Gabriel Rockhill (Çev. Erman Çete)
Gabriel Rockhill'in 1 Haziran 2023 tarihinde Monthly Review dergisinde yayınlanan "1968 Düşüncesi Miti ve Fransız Entelijansiyası: Tarihsel Meta Fetişizmi ve İdeolojik Gerileme" başlıklı yazısını Erman Çete siyasaliktisat.com için çevirdi. Yazıyı üç parça halinde yayınlıyoruz. "1968’in Diyalektik Bir Analizi" ve "İdealist Analoji" başlıklarını taşıyan ilk kısmını "Tarihsel Meta Fetişizmi" başlıklı ikinci kısım takip ediyor. Aşağıda paylaştığımız son kısım ise "Sonuçları Sebeplerle Karıştırmak" ve "Fikirlerin Uluslararası Siyasal İktisadı: Eleştirinin Sol Sınırını Kontrol Etmek" başlıklarını taşıyor. Keyifli okumalar.
Sonuçları Sebeplerle Karıştırmak
Bugün ‘68’le ilişkilendirilen moda entelektüeller ne hareketin öne çıkmasından önce ne de Mayıs ve Haziran’daki yoğunlaşma döneminde hareketin gelişimine katkıda bulunmamışlarsa da, teorik yörüngelerini önemli ölçüde belirleyen çeşitli şekillerde harekete yanıt verdiler.[1] Bu tepkiler oldukça çeşitlidir ve bu teorisyenler grubu arasındaki bazı önemli siyasi farklılıkları ön plana çıkarırken, aynı zamanda hepsinin sözde ‘68 düşünürleri olduğu yönündeki yaygın varsayımın nedenlerinden birini daha da açıklığa kavuşturmaktadır. Tarihi yönlendirenin fikirler olduğu varsayımına dayanan idealist tarih yazımının hilesi, materyalist etiyolojiyi göz ardı ederek düşünce ve söylemlere gururla yer vermekten ibarettir. Böyle bir yaklaşım, ‘68’in entelektüel etkilerinin –yani söylemdeki değişimlerin– bir şekilde kendilerinden önce gelen siyasi aktivizmle bağlantılı olduğunu öne sürer.[2] ‘68’e yönelik entelektüel tepkilerin kapsamlı bir değerlendirmesi mevcut analizin kapsamı dışında olsa da, en azından dört yönelim kolaylıkla tanımlanabilir.
En Azından Teoride Anarşist Esinli Radikalleşme
Mayıs-Haziran ‘68’e verilen tepkilerden biri, büyük ölçüde anarşizme ve Maoizme (Batılı anlamda ‘Marksizm’in anarşist yönelimli bir biçimi) yönelme biçimini alan siyasi radikalleşmeydi.[3] Foucault, Deleuze, Rancière ve Badiou gibi düşünürlerin hepsi bu yönde hareket etmiş ve daha sonra olayları önemli bir dönüm noktası olarak tanımlamışlardır.[4] Foucault’nun o dönemdeki çalışma arkadaşları onu militan katılımlara mesafeli duran biri olarak tanımlıyordu ve onun ani dönüşüne inanmakta güçlük çekiyorlardı: “1970’lerde aşırı sola kayması ve aldığı radikal pozisyonlar karşısında en hafif tabirle hepsi çok şaşırmıştı. 1962’den 1966’ya kadar asistanlığını yapan Francine Pariente, ‘Buna gerçekten inanmayı hiç başaramadım,’ diyor. Kesin olan bir şey var: onun bu yönde evrileceğinden şüphelenmelerini gerektirecek hiçbir şey yoktu.”[5] Foucault’nun kendisi de ‘68’in çalışmaları için son derece önemli olduğunu ve siyasi mücadeleye girdiği anı oluşturduğunu iddia etmiştir: “Mayıs 1968 olmasaydı, hapishane, suçluluk ve cinsellikle ilgili yaptıklarımı asla yapamayacağım kesindir.”[6] Deleuze de ‘68’e aynı şekilde atıfta bulunur: “Ben, kendi adıma, Mayıs 1968’le birlikte bir tür politikaya geçiş yaptım.”[7] Sonraki yıllarda Guattari ile yaptığı çalışmalar açıkça Mayıs’ın bir sonucu olarak kendini göstermiştir.[8] Badiou da radikalleşmiş, sosyal demokrat konumundan Maoist konuma geçmiş, daha sonraki yazılarında bile “Biz hâlâ Mayıs ‘68’in çağdaşlarıyız,” demiştir.[9] Rancière Althusser’in durağan Marksizm’inden koptu ve Mayıs isyanını yavaş yavaş benimseyerek sonunda bir anarşist olarak ortaya çıktı: “Olayla ilgili olarak geride kalmıştım, ancak zaman geçtikçe ‘68’e daha çok inandım.... o zamana kadar katıldığım şeye dair anlayışımı tersine çevirmeye başladım [Je me suis mis à voir complètement à l’envers ce à quoi j’avais participé jusque-là].”[10] Foucault’nun soldaki açık siyasi angajmanının nispeten kısa ömürlü olduğunu ve Deleuze ve Rancière’in kendilerini solcu olarak ilan etmelerine rağmen, bunun öncelikle anarşist olarak teoride kaldığını belirtmek gerekir. Badiou ise bir tür siyasi örgütlenmeye bağlı kalmaya devam etti, fakat o da anarşistler gibi kendisini parti politikalarına ve sosyalist devlet kurma projelerine karşı konumlandırdı.[11] Bu grubun radikalliğinin çoğu söylemsel olarak kaldı ve Marksist ya da Marksçı etkiler anarşist unsurların yanı sıra bilimsel sosyalizmin Freud ve Nietzsche’ninkiler gibi sırasıyla liberal ve gerici söylemlerle seyreltilmesiyle yumuşatıldı.[12] Bu bağlamda, bu düşünürler ‘68’in radikal enerjilerini söylemsel olarak yeniden canlandırmaya çalışan bir sonraki gruba yakın durdular.
Sosyolog Jean-Pierre Garnier’ye göre –ki analizi Simon, Clouscard ve diğerlerinin analizleriyle örtüşmektedir– küçük burjuva entelijansiyası kapitalizmi yıkmakla ilgilenmiyordu, bunun yerine geleneksel Fransız toplumunu açarak kendi türünden profesyonel entelektüellere daha fazla yer açmayı amaçlıyordu. Özellikle Foucault, Deleuze ve Cixous’dan alıntı yapan Garnier, bunların ‘68 sonrası deneysel Vincennes Üniversitesi’nin kurulması projesinde hükümetin muhataplarından bazıları olduğunu belirterek, Georges Pompidou’nun şu sözlerini duyduğunu iddia eder: “Tüm bu insanlar, meşhur ‘huzursuzlar [les agités]’, eğer onlara sınıflar verirsek, eğer onlara amfitiyatrolar verirsek, devrimlerini bir boşlukta yapacaklar ve bu süre zarfında sokakta huzur bulacağız.”[13] Garnier’ye göre tam da böyle oldu: ‘68 sonrasında kendilerini radikal olarak sunan profesörlere zararsız söylemleri için akademik bir platform verildi ve entelektüel kariyerlerini pratik sınıf mücadelelerinden uzakta ilerletmelerine izin verildi.
Söylemsel İyileştirme
Birincisiyle örtüşen ikinci bir tepki, ayaklanmaların radikal ruhunu yeniden canlandırmak için, her isyanın kaçınılmaz olarak başarısız olduğu, iç edildiği, saldırdığı aynı efendilik mantığını yeniden kullandığı, ‘metafizik’ ya da ‘eski sembolik sistem’ içinde sıkışıp kaldığı, vb. varsayılan açık siyasi eylem alanından kaçınarak, söylem ve farklılığın sözde devrimci gücüne yatırım yapmaktan ibaretti.[14] Barthes, ‘68’in hemen ardından, anlamlı bir örnek vermek gerekirse, Mayıs ayında her yerde bulunan ‘konuşma’nın ‘ele geçirme iradesi’ ile bağlantılı olduğu ve “herhangi bir ‘yeniden doğrulama’nın sesi’ olduğu, fakat ‘zorunlu olarak devrime ait olmadığı’ iddiasını ileri sürmek için Derrida’nın konuşma ve yazı arasındaki teorik ayrımından açıkça yararlandı.[15] Buna karşılık, ona göre Mayıs olaylarında yalnızca çok marjinal bir rol oynayan yazı, ‘eski sembolik sistemden baş döndürücü bir kopuş’tur. Derrida'yı çok açık bir şekilde yineleyerek şu sonuca varmıştı: “Yazının her türlü tahliyesini, konuşmanın her türlü sistematik önceliğini şüpheli olarak göreceğiz, çünkü devrimci gerekçe ne olursa olsun, her ikisi de eski sembolik sistemi koruma eğilimindedir ve kendi devrimini toplumunkiyle ilişkilendirmeyi reddeder.”[16]
1975’te Cixous ve Catherine Clément benzer bir argümanı formüle ettiler ve bunu bariz bir basmakalıp sözü duyurur gibi sundular: “Herkes, iktisadi ya da siyasi olarak tüm kötülüklere ve uzlaşmalara borçlu olmayan bir yerin var olduğunu bilir. Sistemi yeniden üretmek zorunda olmayan bir yer. Bu yer yazıdır.”[17] Bu, edebiyatın burjuva ideolojisine dayanan açıkça yanlış bir ifade olmasına rağmen, özellikle ‘68’in ardından çok sayıda postyapısalcıolarak adlandırılan düşünür, pratik devrimin imkansız ya da tehlikeli olmasa bile en azından ‘son derece sorunlu’ olduğu, oysa teorik ve söylemsel ‘devrimin’ sadece mümkün değil, aynı zamanda bir şekilde daha radikal olduğu kanaatini kabul etti. Farklılığa, belirsizliğe, heterojenliğe ve görünüşte sonsuz bir değer göstergeleri zincirine gururla yer vererek, yazıda bir devrim, dikkatimizi söylemsel ve sembolik olanın daha temel –ve çok daha temelde karmaşık– alanına odaklayarak somut siyasi pratiğin tuzaklarından kaçınabilirdi. Böylece über-sofistike bir anlamlandırma siyaseti, en azından küçük-burjuva entelektüellerinin siren şarkısına göre, sanki teoride bir devrim pratikte bir devrime tercih edilebilirmiş gibi, kara cahil kurtuluş siyasetinin yerini alacaktır.[18]
Pratikten söyleme ve dolayısıyla materyalist tarihten idealist tarihe bu geçişte, ‘68’in kendisi fırsatçı bir şekilde istifade edilebilecek yüzen bir gösterge haline geldi. Lacan’ın, Foucault’nun 1969’daki “Yazar Nedir?” başlıklı dersini takip eden tartışmanın sonunda yaptığı uğursuz açıklama bu konuda örnek teşkil eder. Soru-cevap oturumunun başlarında Goldmann, Foucault’nun ‘genetik olmayan yapısalcılığı’ olarak tanımladığı, özneyi yapılar içinde eriten ve insan failliğini bu yapılar içindeki bir dizi işleve indirgeyen yaklaşımına yönelik Marksist bir eleştiri formüle etmişti. Sorbonne’un işgali sırasında tahtaya yazılan ünlü bir ifadeye atıfta bulunarak –”Yapılar sokağa inmez”– Goldmann, ‘tarihi yapanın yapılar değil, eylemleri her zaman yapısal ve anlamlı bir karaktere sahip olsa da insanlar olduğunu’ savundu. Foucault, yapmaya yatkın olduğu gibi, ‘yapı’ kelimesini ‘asla’ kullanmadığını samimiyetsizce iddia ederek soruyu semantik olarak geçiştirdi ve ‘68 meselesinden tamamen kaçındı.[19] Ne var ki Lacan daha sonra kendine özgü peygambervari açıklamalarından birini yaptı. Bu açıklama, eliptik doğasına ve onu destekleyecek kanıtların yokluğuna rağmen –ya da belki de bu nedenle– daha sonraki tarih tarafından unutulmayacaktır: “Mayıs olaylarının gösterdiği bir şey varsa, o da yapıların sokağa inişidir.”[20] Elbette kimse bunun ne anlama geldiğini bilmiyor, fakat en güçlü öneri, yapısalcıların, mevcut yapıların muhafazakâr koruyucuları olarak isyana sırtlarını dönmek bir yana, bir şekilde onun canlandırıcı ruhu olduklarıdır.[21] Hareketin ‘yeni mandarinlerin bilimi’ olarak tanımlanan yapısalcılığa açıkça saldırması ve ‘yapılar sokağa inmez’ ifadesinin Catherine Backès-Clément tarafından ‘68’deki bir genel kurul için hazırlanan ve Algirdas Julien Greimas’ın önünde bir eleştiri olarak tartışılan üç sayfalık bir önergenin sonucu olması önemli değildir.[22] ‘68, söylemin efendileri tarafından onu maddi tarihten koparıp yüzen bir gösterene dönüştürerek yeniden ele alınabilir ve mücadelelerin aptal ve görgüsüz katılımcılarının düşündüğünden kökten farklı bir anlama geldiğini öne sürmek için alternatif bir gösterenler zincirine bağlanabilirdi.
Reformizm
Mayıs-Haziran aylarının radikal dürtülerine açık olan bazı entelektüeller bu dürtüleri kurumsal reformlara kanalize etmeye çalıştı. Bu durum belki de en açık şekilde, öğrenci ayaklanmasının başladığı Nanterre’deki Paris Üniversitesi’nde ders veren Paul Ricœur örneğinde görülmektedir. Diğer çalışmaları göz önüne alındığında, öğrencilerin isteklerini üniversite reformlarıyla diyalojik bir uzlaşma ‘diyalektiği’ içinde ilişkilendirmeye çalışması şaşırtıcı değildir. Ricœur, Nisan 1969’da üniversitenin dekanı olduktan sonra aktif olarak müdahale etme fırsatı bulduğunda, ertesi yılın başında yönetim kuruluyla birlikte kampüs güvensizliği konusunda ciddi bir açıklama yapmaya ve üniversitenin sıradanlaştırılmasını [banalization] talep etmeye karar verdi, bu da polisin ‘düzeni sağlamak’ için kampüse gelmesine izin vermek anlamına geliyordu. Polis derhal harekete geçti ve sadece birkaç gün içinde eşi benzeri görülmemiş şiddette çatışmalar patlak verdi. Le Monde’da 5 Mart’ta yayınlanan bir makalede alıntılanan bir öğrenciye göre: “‘Sessiz çoğunluk’ daha sakin ve anarşistler arasında polisten daha iyi çalışabiliyor, okuyabiliyor ya da tartışabiliyor. İki gün içinde iki üç aylık kargaşa döneminden daha fazla yaralı oldu, daha fazla yaşam tehdit edildi.”[23] Polis öğrencileri dağıtmak için göz yaşartıcı gaz bombası attı, gazdan boğulanları dövdü, “Öğrencilere ölüm!” diye bağırdı ve onları ‘cenaze arabası’ (ambulans) dedikleri şeylere attı.[24] Daha sonra Ricœur bir açıklama yaparak ‘sıradanlaştırmanın aceleyle yapılmasını’ (ama sıradanlaştırmanın kendisini değil) onaylamadığını beyan etti ve bunun onaylanması ile uygulanması arasında geri dönülmez bir fark varmış gibi, sıradanlaştırmanın derhal uygulanması konusunda kendisine danışılmamasından şikayet etti.[25] Böylece, kendi gözetiminde öğrencilerin polis tarafından dövülmesini mazur göstermek için hayali bir liberal prosedüralizme sığındı. Lyotard, Henri Duméry ve Mikel Dufrenne de dahil olmak üzere felsefe bölümündeki meslektaşlarının çoğu sıradanlaştırmaya karşı çıktı. Sol Ricœur’ü sert bir şekilde eleştirdi ve hatta ılımlılar ona sırtlarını döndü. ‘Ricœur Olduğu Gibi’ başlıklı bir Maoist broşürde şöyle deniyordu: “Polis göçmenleri gecekondularına geri göndermek için orada. Ricœur tarafından çağrıldılar, patronlarla ve burjuva hükümetiyle el ele.... Ricœur tarafsız değil! Ricœur’ün maskesi düştü: ırkçı ve bir polis, işte bugün bir liberalin yüzü.”[26]
Reddetme
Öğrenci-işçi hareketine karşı kamuoyu önünde yapılan saldırıya Aron öncülük etti, fakat diğer pek çok kişi de buna büyük bir hevesle katıldı. Gösterişli bir şekilde ‘öğrenci gücünün terörizmi’ karşısında geri adım atılmaması gerektiğini ileri sürerek, Michel Crozier, Annie Kriegel, Emmanuel Le Roy Ladurie ve diğerleriyle birlikte Fransız eğitim sisteminin savunulması ve yenilenmesi için bir komite oluşturdu. Mayıs ayının son günlerinde Alexandre Kojève kendisine telefonda bunun bir devrim olmadığını, çünkü kimsenin öldürülmediğini ve sadece ‘çerçöp akıntısıyla [ruissellement de connerie]’ uğraştıklarını açıkladığında Aron’un inançlarında rahatladığı görülüyordu.[27] François Mauriac ve André Malraux, Crozier gibi Gaullist rejime desteklerini ifade ettiler.[28] Lévi-Strauss ‘ayaklanmayı niteliksiz bir felaket olarak gördü’ ve 1968 sonbaharında Collège de France’ın aristokratik elitizmini demokratikleştirici reformlardan korumak için bir kampanyaya öncülük etti.[29] Son bir örnek vermek gerekirse, Bourdieu, Georges Canguilhem’in tepkisini şu şekilde tanımlamıştı: “Mayıs 1968’in çalkantılı günlerinde sık sık konuşurduk, bu onun için büyük bir sınavdı: her şeyini eğitim sistemine vermiş ve öğrencilerinin (benim kuşağımdan) öğrenci hareketine sempatisini oportünizm ya da hırstan kaynaklanan bir ihanet olarak gören ‘yobazlardan’ biriydi.”[30]
Fikirlerin Uluslararası Siyasal İktisadı: Eleştirinin Sol Sınırını Kontrol Etmek
"Postmodernizm, olumsuz yönüyle, çok geniş bir eleştirel düşünce ve özgürleştirici siyaset yelpazesini kapatan acımasızca ‘totalleştirici’ bir sistemdir ve bu kapatma nihai ve belirleyicidir."
– Ellen Meiksins Wood[31]
Basit bir karşı olgu, Fransız teorisinin ‘68 düşüncesi olarak uluslararası alanda tanıtılmasının siyasi etkilerini açıkça göstermektedir. Dünyanın dört bir yanındaki entelektüellerin gerçek teorisyenler olarak ciddiye alınmalarının ön koşulu olarak okumak zorunda oldukları en radikal, en ileri ve önemli teorinin Clouscard ve Simon gibi figürlerin devrimci felsefesi ya da bu konuda, büyük Afrikalı devrimci Thomas Sankara gibi ‘68 tarafından radikalleştirilenlerin düşüncesi ya da yine bu gelenek içinde çalışan Georges Gastaud, Annie Lacroix-Riz ve Aymeric Monville gibi çağdaş Marksist teorisyenlerin düşüncesi olduğu bir dünya hayal edin. Yapısalcıların ve postyapısalcıların –ya da en azından önemli bir kısmının– Nietzsche’ninkine benzer aristokratik bir radikalizm bayrağı altında eşitlikçi politikaları ve uluslararası sosyalist projeyi kibirli bir şekilde reddeden, genellikle statükoyu savunan, hatta gerici muhafazakârlığa batan elitist akademisyenler olarak tanımlanacağı bir evren düşünün.[32] Böyle bir dünyada, sözde kavramsal ve söylemsel radikallikleri, emperyal merkezdeki entelektüel mandarinler için bir sosyal sermaye biçimi olarak kabul edilecek ve –söylemenin her zaman yapmanın önüne geçtiği idealist habitusa uygun olarak– tekrarlanan efsunlarla işlerin başka türlü ya da radikal bir şekilde farklı olduğunu ilan etmenin yeterli olduğunu iddia ederken akıntıya karşı yüzmenin tadını çıkaracaklardır.
Bununla birlikte, ABD tarzı emperyalizmin hakim olduğu kapitalist dünyada önde gelen teorinin, radikal değişim yanılsaması yaratırken her şeyi yerli yerinde bırakan, devrimci siyasi önemi olmayan bir teori olması hiç de şaşırtıcı değildir. Fikirlerin uluslararası siyasal iktisadının uluslararası siyasal iktisada uygun olması son derece mantıklıdır. Dahası, Anglo-ABD’nin Fransız teorisini lüks bir haute culture ürünü olarak tanıtması, savaş sonrası entelijansiyası içindeki güçlü bir akıma karşı tarihsel bir hücuma öncülük ederek siyasal iktisada önemli bir katkıda bulunmuştur: Marksizm ve özellikle de Marksizm-Leninizm. Marksist felsefenin yerine devrim karşıtı Fransız teorisinin söylemsel pirotekniğini geçirme girişiminin ve bu teorinin tüm teoriler arasında en eleştirel ve avangard teori olarak tanıtılmasının çok kapsamlı sonuçları olmuştur. En azından bazı çevrelerde, devrimci düşünürleri modası geçmiş, sofistike olmayan veya kabul edilemez olarak itibarsızlaştırarak eleştirinin sol sınırını kontrol altına almaya hizmet etmiştir. Böyle bir yönelim, Fransız teorisinin ya da daha genel olarak eleştirel teorinin doğasını devrimci olmayan düşünürlerin çalışmaları açısından yeniden tanımlarken (bize tekrar tekrar en ‘radikal’ ve ‘tehlikeli’ olanın bu teori olduğu söyleniyor), onları unutulmaya ya da daha da kötüsü Derrida’nın Specters of Marx’ında olduğu gibi postmodern bir teslimiyete mahkum etmeyi amaçlıyor. Üstelik bu değişim çok daha geniş bir projenin parçasıdır: entelijansiyanın ve profesyonel yönetici sınıf tabakasının diğer üyelerinin devrimci siyasetten uzaklaştırılıp komünist olmayan sola ya da daha sağdaki diğer yönelimlere doğru ikna edildiği –ya da kışkırtıldığı– büyük Batılı ideolojik yeniden düzenleme.
Fransa örneğinde, hem ideolojik hem de baskıcı devlet aygıtları bu projede seferber edildi. Fransız teorisi kültürel olarak desteklenirken, entelijansiya da dahil olmak üzere antikapitalist sola karşı acımasız devlet ve kamusal baskı biçimleri uygulandı. Daha 12 Haziran 1968’de, İçişleri Bakanı ve eski Vichy yetkilisi Raymond Marcellin, yaklaşan seçimlerin kampanyası sırasında protestoların yasak olduğunu duyurdu ve 1936'dan kalma bir antifaşist yasaya başvurarak ‘68’e katılan on bir sol örgütü yasakladı (Occident gibi şiddet yanlısı hareketler de dahil olmak üzere aşırı sağın cezasız kalmasına izin verirken). Ne var ki bu, protestoculara karşı aşırı polis şiddetini; sol yayınların ve broşürlerin yaygın bir şekilde sansürlenmesini ve imha edilmesini; sol literatür dağıtan, afiş asan veya devlet izni olmadan ‘68 ile ilgili film gösteren aktivistlerin kapsamlı bir şekilde taciz edilmesini ve tutuklanmasını içeren yıllarca süren karşı ayaklanma baskısının sadece başlangıcıydı; solcuları toplamayı amaçlayan kimlik kontrolleri; solcu eylemlere saldırmalarına izin verilen faşist komando birliklerinin güçlendirilmesi; siyasi mülteciler de dahil olmak üzere sol görüşlü yabancı uyrukluların sınır dışı edilmesi ve vize verilmemesi; 1971’de ‘kamu düzenini bozma ihtimali olan’ her türlü protesto veya kamusal toplantının yasaklanması vb.[33] Bazı rakamlar şaşırtıcıdır: Kasım 1969 ile Mart 1970 arasında sol broşür dağıtmaktan 890 tutuklama; 1970’te solculara karşı 1.284 suç duyurusu; 1968 ile 1972 arasında solculara verilen 1.035 hapis cezası.[34] ‘68’de yer alan entelektüellerin yanı sıra gazeteciler, yayıncılar ve sanatçılar da doğrudan hedef alınarak açığa alınma, işten çıkarılma, nezarete alınma ve hapis cezalarına çarptırıldı.[35] ‘68’i eleştiren moda Fransız teorisyenler, yükselen söylemsel radikallik dalgasına binip Anglo-ABD akademisi tarafından küreselleştirilen bir pazar nişinden cömertçe faydalanırken, ‘68’e dahil olan radikal entelektüeller hem kültürel rütbe düşürme hem de doğrudan baskı ile karşı karşıya kaldılar.[36]
Fransız teorisi, ‘68 ile kurduğu serbest ilişki aracılığıyla, devrimci teorinin, tam anlamıyla yukarıda bahsedilen Sankara ve Lacroix-Riz geleneğinin yerini almaya çalışmıştır. Devrimci teoriyi, emekçilerin mücadelelerini açık bir şekilde aydınlatmaya ve onlara katkıda bulunmaya çalıştığı için basite indirgeyerek reddeden Fransız teorisi, kendisini son derece basit bir denkleme dayanarak radikal bir şekilde yeni, sonsuz derecede karmaşık ve çok daha rafine olarak sunmaktadır: söylemsel gizemcilik ve burjuva kültürel referansların katsayısındaki artış, zorunlu olarak siyasi sofistikasyonda bir artış anlamına gelmektedir (sanki daha fazla ideoloji daha iyi ideolojiymiş gibi). Bu Dionysosçu gösterge oyununun açık bir devrimci kolektif kurtuluş projesiyle bağlantılı olmaması, onun tarihsel rolünü doğrulamaktadır. Eleştiriyi, kapitalizmin doğasında var olan aşırı sömürü, baskı, savaş ve ekolojik yıkıma karşı hiçbir tehdit oluşturmayan, yeni başlayanlar için über sofistike, küçük burjuva bir toplumsal ritüel olarak yeniden tanımlayarak eleştirel teorinin sol sınırını denetim altına almaya hizmet eder. ‘68 düşüncesi mitinin nihai amacı budur: devrimci özü sahte devrimci sembollerle yerinden etmek ve böylece dünyanın ezilen ve çalışan kitlelerinin pratik mücadelesine karşı söylemde hayali bir isyanı teşvik etmek.
Kaynakça:
0 notes
cointahmin · 1 year ago
Text
Altcoin analisti Digital PerspectivesPermaBull, kısa müddet evvel attığı bir tweet’te XRP’nin global finans ortamını yine şekillendirme potansiyeline ait mert bir bakış açısı paylaştı. Para ünitelerinin evriminde petrolün tarihi ehemmiyetiyle paralellikler kuran influencer, XRP‘nin dönüştürücü yeteneklerinin gerisindeki itici güçler olarak XRP’nin yararını ve karbon-nötr dizaynını vurguladı. İşte detaylar… Analist, tanınan altcoin XRP için açıklama yaptı Digital PerspectivesPermaBull, kripto para topluluğu genelinde tartışmaları ateşleyen tweet’inde, altın standardı periyodundan sonra ABD dolarının yükselişinde petrolün rolü ile XRP’nin dördüncü sanayi ihtilalindeki potansiyel tesiri ortasında büyüleyici bir analoji sundu. Bu karşılaştırma, XRP’nin potansiyel ehemmiyeti hakkında ikna edici bir argüman için taban hazırlıyor. Analist tarafından vurgulanan kilit noktalardan biri, sürtünmeyi azaltmada ve global büyümeyi teşvik etmede petrolün tesirlerini taklit edebilecek olan XRP’nin yararıdır. Bu yarar, XRP’nin karbon-nötr dizaynıyla el ele geliyor ve bu özellik finans dalında sürdürülebilirliğe verilen kıymetin artmasıyla ahenk sağlıyor.https://twitter.com/DigPerspectives/status/1695425701229334804 PermaBull, XRP’yi finans dünyasının “yeni petrolü” ya da “suyu” olarak nitelendirmeye devam ederek, uygulamasının çeşitli bölümlerde ihtilal niteliğinde değişikliklere yol açabileceğini öne sürüyor. XRP’nin kullanımıyla dönüşüm için olgunlaşmış olarak tanımlanan bölümler, küçük ve orta ölçekli işletmelerden finans kurumlarına, bankalara, merkez bankalarına ve takas odalarına kadar uzanıyor. Bu savlı kapsam, XRP’nin geniş bir finansal zorluk yelpazesini ele alma, süreçleri kolaylaştırma ve verimliliği artırma potansiyelini yansıtıyor. XRP ile emtia benzetmesi Dahası, influencer, XRP’nin, Sanayi Devrimi’nin petrolle olan bağındaki rolüne benzeri halde, finans tarihinde kıymetli bir dönüm noktasını tetikleyebileceğini öngörüyor. Bu bakış açısı, XRP’nin mevcut piyasa bedelinin çok ötesinde, global finansal dinamikler üzerinde sahip olabileceği derin tesirin altını çiziyor. Analist ayrıyeten altın standardının terk edilmesinin ve akabinde merkez bankalarının para basmaya yönelmesinin tarihî bağlamına da değiniyor. Bu bağlam, XRP üzere yeni dönüştürücü varlıklar ortaya çıksa bile, altın üzere emtiaların gelişen finansal sisteme inanç aşılamada rol oynamaya devam edeceğini göstermektedir. Değişik bir biçimde analist, petrodolar mutabakatından uzaklaşmanın potansiyelini düşünmekte. Özellikle Suudi Arabistan’ın muahededen çekilmesinin global finansal dinamiklerdeki değişiklikler için muhtemel bir katalizör olduğunu belirtmektedir. Bu jeopolitik kıymetlendirme, XRP’nin dönüştürücü potansiyeline ait anlatıya derinlik katıyor. Kripto para dünyası gelişmeye devam ederken, Digital PerspectivesPermaBull’un düşündürücü tweet’i, XRP üzere dönüştürücü varlıkların finansın temellerini tekrar şekillendirebileceğini ve yeni bir yarar odaklı piyasalar çağının önünü açabileceğini hatırlatıyor.
0 notes
pateralba · 1 year ago
Text
Tumblr media
Wormhole bir analoji, bir metafor ve Einstein-Rosen köprüsü olarak da bilinir. Cisimler kütleleriyle doğru orantılı olarak uzay-zaman düzlemini bükerler. Kara delikler kütle olarak çok büyük, boyut olaraksa çok küçükler. Bu sebeple uzay-zamanda adeta yırtılma yaratırlar ve bu durumda oluşan geçitin teorik adı solucan deliğidir. Uzay-zaman bükülmesinden dünyanın alt üst olması gibi bir çıkarımda bulunmayın. Elinize düz bir A4 kağıt alın. Normalde kağıdın bir köşesinden diğer köşesine gitmek biraz sürer. Şimdi kağıdı köşelerinden birleştirin. Aynı köşelerin arasındaki mesafe kısaldı ve şimdi gitmek daha kısa sürüyor. Solucan elmanın çevresinden dolaşmak yerine içinden geçiyorsa, kestirme bir yol bulmuş olur. Tabi teorik fizikte solucan deliğinin mesafeleri kısaltması şart değildir. Genel görelilik teorisine göre kara delikler dipsiz değildir; solucan deliklerinin yuttuklarını püskürten beyaz deliklerine bağlıdır. Bildiğimiz en yüksek hız ışık hızıdır ve karadeliklerin yüksek hızlardaki ışığı engelleyebilecek ve ondan daha hızlı başka yere çekebilecek güçte olmaları solucan deliklerinin "doğal" olarak var olma olasılığını artırıyor. En dip noktası kabul edilen yerde, yani boğazın orta noktasında hacim sıfırdır ve yoğunluk "m/V" formülünden dolayı sonsuzdur. Hacmin "0" olmasından dolayı güçlü bir vakum etkisi ile çoğu şeyi dönüştürebilir; yani karadeliklerin dibinde zaman ve mekân parametreleri bildiğimiz ve kabul ettiğimiz sistemin dışındadır. İçinden çıkmak için ışıktan hızlı olmalısınız. Çıkamazsanız, karadeliğin yapısından dolayı enerji ya da gaz kütlesine dönüşürsünüz. Einstein "E=mc²" formülünü bulduğundan beri, teorik olarak tek yönlü zaman yolculuğunun yapılabileceği düşünülüyordu. Işıktan hızlı gitmek, teorik olarak zamanda geçmişe gidebilmektir ama bu solucan deliğinin zaman makinasına dönüştüğü zamandan daha eski bir zaman olamaz. Ayrıca ışık hızı nedenselliğin hızıdır ve bu durum nedenselliği ihlal eder. Solucan deliğinin yapay olanı ise teorik olarak zaten vardı ve pratikte "manyetik alandan yararlanılarak, qubit veya bir kaç bit bilgi taşınarak" mikro ölçekte yapıldı. Bir araştırmaya göre de teoride makro ölçekte geçişler sağlanabiliyor.
1 note · View note
earlgreyninja · 3 years ago
Text
"İnsan zihni çeşitli analojilere çok yatkın sanırsam. Seviyoruz bir şeyleri bir şeylere benzetmeye çalışmayı. Belki beynimizin çalışma şekli biraz böyledir. Bir şeyleri bir şeylere benzeterek anlamlandırmak daha kolay oluyordur. Hatta kesin öyle oluyordur."
-Earl Grey Ninja
45 notes · View notes
felsefesitesi · 7 months ago
Text
DMY Felsefe yeni yazı
DMY Felsefe, yeni felsefeler :) : https://www.dmy.info/ezelden-atilmis-okun-daha-da-yuceltilmesi-egitim/
Ezelden Atılmış Okun Daha da Yüceltilmesi- Eğitim
Tumblr media
Sıradan bir mucize: eğitim Ezelden, ta insanlık öncesinden atılmış bir ok nasıl daha da yüceltilir? Fiziksel olarak mümkün olmayan bu yüceltme insanlık için bir standarttır. Oku dile ve kağıda taşıyan insan bu mucizeyi günlük olarak yaşar. Ezelden atılmış oku yücelterek çizmeye devam eden insanlık sıradan bir mucizenin içindedir. Bireyler sonraki nesillere öğretip, yazararak oku daha da yüceltir. Yalnız herkes aynı oranda yücelmez. Artık kağıtta yoluna devam eden okun yanlış yerlere çekildiği, diğerlerinin çizgilerine yetişemediği ve fiziksel dünyaya aykırı biçimde geriye dönük çizildiği bile olur. Eğitim atılmış bir oku geriye döndürecek kadar güçlü ve insanın köklerinde yer alan bir çabadır.  Okullarda
0 notes
we-dekormimar-me · 4 years ago
Text
Analoji türleri
Analoji kelimesi iki farklı terim veya şey arasındaki benzerlik ilişkisini belirtmek için kullanılır. “Benzeşik” bir şeye atıfta bulunmanın sonucu, iki şeyin, terimin veya öğenin benzer olduğu, hatta farklılıkları koruyarak; bu, iki nesne, terim, kelime veya durum arasında karşılaştırma yapılırken analoji teriminin birçok kez kullanılmasına neden olur. Analoji teriminin kullanıldığı alana bağlı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
felsefe-site · 5 years ago
Text
DMY Felsefe yeni yazı gönderildi.
Yeni yazı paylaşıldı: https://www.dmy.info/felsefi-dusunme-yontemleri/
Felsefi Düşünme Yöntemleri
Tumblr media
Düşünce üretmek için çok çeşitli yöntemler tarif edilmiştir. Biz burada giriş ölçüsünde bilgi vermeye çalışacağız. Başlıca düşünme yöntemleri tümevarım, tümdengelim, diyalektik, analoji, çözümleme ve sentezdir. 1.Tümevarım İndüktif yöntem, tekil durumlardan kalkarak genel sonuçlara varmaktır. Tek tek gözlemlenen olayların genel yapısına dair yargıya ulaşmaktır. Tekil olayların tüm etkenlerle algılanamaması ve olasılıkların hesap edilememesi nedeniyle genel bir kanun haline getirilmeleri mümkün değildir. Yalnız iş görecek ölçüde tümevarımlar her zaman yapılmıştır. Genelleme, istatistiksel kıyas, analojik kıyas ve nedensel çıkarım yapma gibi türleri vardır. Temelde hepsi basit tümevarım dediğimiz öncüllerden genele varma şeklindedir. Gözlemlenen bir insan yalan söylemektedir, gözlemlenen ikinci insan da yalan söylemektedir,
0 notes
acid-gramma · 3 years ago
Note
siyasal islam cidden alakasiz bi olay nej basbaya hatali analoji otur dusun bi. cok sik yaptigin bi sey
AMINA KOYIM
Boyun ağrısı çekenler grubu ya da sezeryanla doğanlar ordusu saçları çabuk yağlananlar ekibi sakalları seyrekler korosu küçük bir YouTube kanalı aboneleri düşük ücretli çalışan kadrosu siyasal islamcilar nike giyen andavallar
NE FARK EDER BAHSETTIGIM SEY NORMIE KELIMESININ BIR TOPLULUK HITABI OLMASI
kapis?
7 notes · View notes
epifizz · 3 years ago
Note
Epiii uzun zaman sonra aklıma düşüverdin nasılsınn gri miyiz mavi mi
Bu gün hislerim renklere bürünmüyor, kelimeler yığını altında anlaşılmaz bir halde yatıyorlar çünkü. Gri ile mavinin arasında, girinin nerede bitip mavinin nerede başladığını bilmediğin o spektrumun, ince geçişkenlikliği içinde her şeyin mükemmel ayrıma vardığı yanılgısının altına gizlediği sessiz bir kaosun konuşlandığı o belirsiz sınır sanırım kendimi ifade etmeme en çok hizmet edebilecek analoji olacaktır.
5 notes · View notes
mervekaratas · 4 years ago
Text
Determinizm ve Özgür İrade Paradoksu
En basit, en sistematik şekilde şu tablo ile açıklanabilir:
Tumblr media
Tabloda da görüldüğü üzere 4 olasılık vardır:
1) Gerçeklik determinedir ve özgür irade yoktur -> katı determinizm. 2) Gerçeklik determine değildir ve özgür irade yoktur -> katı indeterminizm. 3) Gerçeklik determinedir ve özgür irade vardır -> kompatibilizm. 4) Gerçeklik determine değildir ve özgür irade vardır -> liberteryenizm.
Konuyu ele alanların farklı yaklaşımlarını, bu yaklaşımlarda kullanılan konseptleri aynı anda ele alıp çorba gibi karıştırmak yerine eldeki dört olasılığı birbirinden bağımsız olarak değerlendirmek daha faydalı olacaktır.
* * * 1) Katı determinizm:
Katı determinizm ele alınırken en sık karşılaşılan problem bazı insanların kuantum fiziğindeki uncertainty principle'ı ontolojik bir indeterminizmin beyyinesi gibi yorumlamasıdır. Oysa böyle düşünmek için bir neden yoktur. Fenomenlerin tahmin edilebilirliğini sağlayabilecek bir teknolojinin, bilimin ve tekniğin namevcudiyetinden ve gözlemcilik yetimizin sınırlarından doğanın rastgele prensiplerle işlediği sonucu rasyonel olarak çıkarılamaz zira ilki yöntembilim problemidir, ikincisi gerçeklik problemidir.
Elbette teorik olarak bir zar attığınızda zarın üst tarafı 6 farklı şekilde konumlanabilir. Buna mukabil zar atma eyleminizi belirleyen faktörlerin özlerinde belirlenimci olduklarını inkâr etmek için bir neden yoktur. Yalnızca Libet deneyinde değil Libet'ten sonra da karar alımının bilinç ile kontrol edilmediği doğrulanmıştır. 
Bu tür deneylerden çıkarılması gereken ders oldukça nettir: bilinç demek, özgür irade demek değildir. Ancak bundan bilincin fonksiyonel olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır.
Her ne kadar kafa karıştırıcı gibi görünse de, katı determinizmi benimsemiş olan bir insan bile bilincin fonksiyonel olma olasılığını kestirip atamaz. Asıl mesele, bu fonksiyonalitenin bizim sezinlemekte olduğumuz türde bir işleve mi yoksa başka evrimsel amaçlara mı hizmet etmekte olduğudur. Algı fonksiyonunu düşünelim. Neden bazı yiyeceklerin tadı güzelken, bazı yiyeceklerin tadı kötüdür? Neden kaynar suyun tenimize değmesi canımızı yakar? Bu sorular basit ve fundamental sorulardır, zaten tam da bu yüzden mühimdirler.
Bilincin fonksiyonelliğinin özgür iradeyi zorunlu kılmadığı basit bir analoji ile açıklanabilir:
Bilinç, matematiksel bir sistemin içindeki "y" elemanı olsun. X + y = z işleminde y elemanı sıfır değildir ve x ve z arasındaki ilişkide bir etki sahibidir ancak y'nin y'den başka bir değere sahip olma lüksü namevcuttur çünkü z ve x arasındaki fark her koşulda y olmak zorundadır.
Bilinç ve özgür irade fenomenlerinin aynı şeyi ifade etmediğinin altı tekrar tekrar çizilmelidir. İnsan algısının bu konuda yanıltıcı olduğu bilimsel olarak aşikardır. Konuyla ilgili bir araştırmayı buraya iliştirmekte fayda görüyorum:
the biological function of consciousness
Bundan 3 yıl önce hâlâ üniversitede öğrenci iken, materyalist ve determinist olarak yaşamaya dair bir yazı yazmıştım. İtiraf etmeliyim ki özgür irade inancımı yitirdikten sonra hayatım pek de yazımda yazdığım kadar "sakin" ve "duygusuz" geçmedi, aksine türlü türlü duygu durum bozukluğu ile boğuştum. Bu durumun özgür irade inancımı kaybetmemden ötürü ortaya çıktığını düşünmüyorum. Ancak özgür iradeye inanmamak, insanları yargılama ve suçlama alışkanlığınızı ciddi oranda azaltsa da sürekli olarak bir neden-sonuç ilişkisi kurma hastalığını beraberinde getirebiliyor ve bu vaziyet sizi yer yer daha tahammülsüz ve özellikle sosyal anlamda eskisinden daha umursamaz bir forma sokabiliyor. Aslına bakarsanız bu dezavantaj ile ilgili de bir araştırma mevcut:
prosocial benefits of feeling free: disbelief in free will increases aggression and reduces helpfulness
Peki bu dezavantaj, katı determinizme karşı bir argüman olarak kullanılabilir mi? Konuya bir pragmatist gibi yaklaşıyorsanız evet, hakikat arayışındaysanız ise hayır. Hakikat arayışındaki biri bu tür karşı argümanların argumentum ad consequentiam olduğunu kolaylıkla görecektir. Carl Sagan'ın da dediği gibi güven verici bir yalan yerine, zor bir gerçeği kucaklamak daha iyidir. Katı determinizmin geçerli olduğu bir gerçeklik modelini olasılıklar dahilinde gören herkes için bu söz unutulmaması gereken bir aforizmadır.
Baruch Spinoza'nın katı determinizmini şu satırlarda gözlemlemek mümkündür:
"Further conceive, i beg, that a stone, while continuing in motion, should be capable of thinking and knowing, that it is endeavouring, as far as it can, to continue to move. Such a stone, being conscious merely of its own endeavour and not at all indifferent, would believe itself to be completely free, and would think that it continued in motion solely because of its own wish. This is that human freedom, which all boast that they possess, and which consists solely in the fact, that men are conscious of their own desire, but are ignorant of the causes whereby that desire has been determined."
İngilizce alıntı yapmanın hoş olmadığının farkındayım, meali kısaca şu: hareket halindeki bir taş bilinç sahibi olsaydı eğer, özgürce hareket ettiğine inanırdı. Homo sapiensin özgürlüğü de özünde buna benzemektedir.
* * * 2) Katı indeterminizm:
Kuantum mekaniği örneğindeki gibi belirsizlikleri yöntemsel aksaklıklardan ziyade evrendeki ontolojik bir indeterminizmden doğan görüngüler olarak kabul eden ancak bunun özgür iradeyi geçerli kılmadığını savunan duruştur. Katı indeterminizmde beyin fonksiyonlarında rastgele desenler görülmesi mümkündür fakat bu rastgelelik özgür irade kullanımı sonucunda ortaya çıkmamaktadır. Bu görüşü benimseyenler, determinizmin özgür iradeyi yanlışlamadığını hatta özgür iradenin var olabilmesi için zaruri olduğunu savunur. İlk bakışta çoğu kişiye saçma gelse de kendi içinde tutarlı bir perspektiftir.
Katı indeterminizmde alternatif olasılıklar ahlaki yükümlülük için bir açıklama olamaz. Alternatif olasılıklar iradeye transandantal bir sorumluluk yüklememekte, yalnızca nedenselliğin kontrol dışında kalan doğasını ihtiva etmektedir.
Derk Pereboom bunu açıklamak için bir düşünce deneyi tasarlamıştır.
Dört vaka senaryosu vardır. Her birinde Profesör Plum adında bir karakter, kişisel çıkarları için Bayan White'ı öldürmeye karar verir ve bunu başarır. Bu bazen Profesör Plum'ın, sinirbilimciler tarafından yaratılmış bir karakter olup ve beyninin radyo sinyalleri ile doğrudan manipüle edilebilmesi ile gerçekleşmiştir, bazen ise yalnızca fizikalist determinizmin Plum'ı White'ı öldürmeye itecek olan koşulları ortaya çıkarması ile vuku bulmuştur. Derk Pereboom'un dört vaka ile dikkat çekmeye çalıştığı nokta nedensellik atfının içsel veya dışsal olarak kurgulanmasının iradenin özgürlüğü adına bir şey ifade etmeyeceğidir.
Binaenaleyh Perebloom da özgür iradeyi reddeden herkes gibi hukuk sisteminin meşruiyeti ve işlevselliği üzerinde düşünmüştür. İnsanlık suçluların cezalandırılmasının onları eğiteceğini ortaya koyan ampirik verilerden yoksun iken bu hedef için suçluların cezalandırılması hatalı bir eylem olmaktadır.
Perebloom'a göre zararın yararı yaratacağına dair önemli kanıt olmadığında iyiyi gerçekleştirmek için birine zarar vermek yanlıştır. Perebloom'un adalet nosyonuna bakışının, Nietzsche'yle ev arkadaşlığı yapmış olan Paul Rée ile benzer bir çizgide olduğu söylenebilir. Rée'ye göre de adalet, aslında özgür irade illüzyonu ve intikam duygusundan dolayı ortaya çıkmış olan bir kavramdı. 1849 doğumlu filozofun düşünceleri toplum genelinde kabul görmemiş olsa da, bu düşünceler hayatını bu konular üzerinde düşünmeye adayanların kafalarında var olmaya devam etmektedir ve katı determinist filozoflar için de geçerlidir.
* * * 3) Kompatibilizm:
İlginçtir ki, insanoğlunun majoritesini kompatibilist olup bunun üzerinde hiç düşünmeyenler oluşturur. Öyle ki, sokaktan herhangi bir insanı çevirdiğinizde ve ona nedenselliğe bağlı bir belirlenimci düzenin varlığına inanıp inanmadığını sorduğunuzda olayların nedensel örüntüler sonucunda açığa çıktığını elbette kabul edecektir. Aynı şekilde özgür iradenin de varlığını kabul edecektir. Lakin bu ikisinin nasıl uyuştuğunu açıklamasını istediğinizde tatmin edici bir yanıt alma olasılığınız oldukça düşük olacaktır.
Kompatibilizmi felsefi olarak savunan insanlar ise tahmin edilebileceği üzere bu kadar yüzeysel değildirler.
Fischer, kompatibilist düşünceyi savunurken Borges'in öykü anlatımını çok beğendiğini ifade eder. El jardin de senderos que se bifurcan öyküsünün ismine dikkat çeker. İngilizcedeki garden gibi, İspanyolcada jardin bahçe anlamına gelir ve kökeni "jardinus"tur. "sendero"nun ise İtalyanca ve Fransızcadaki sözcükler gibi (sentiero-sentier) kökeni "semita" iken "bifurcar" için kelime kökeni çatallanma anlamındaki "bifurcatus"tur. Yolları çatallanan bir bahçe analojisi doğal olarak kompatibilistlerin sevdiği bir analojidir zira onlara hem determinist kuralların geçerli olduğu hem de seçme özgürlüğünün iradeye bahşedildiği bir gerçeklik modelinin tasvirini sunar.
Şimdi diyebilirsiniz ki "Hem seçme özgürlüğü, hem determinizm bir arada nasıl olur?"
Kompatibilistler konuyu ele alırken determinizmin özgürlükle uyumlu olup olmadığı probleminin analizlerle ortaya çıkarılamayacağını savunurlar. Analiz bir işe yaramaz zira determinizmin geçerli olduğu bir evrende reel eyleme dökülen bütün seçimler nihayetinde deterministik işlemiş olan bir nedensellik zincirinin ürünü olarak ortaya çıkacaktır.
Kompatibilizmi anlayabilmenin en kolay yolu belki de inkompatibilistleri anlamaktan geçer. Katı indeterminizmde sözünü ettiğim Pereboom'un dört vaka argümanında nedensellik atfının içsel veya dışsal olarak kurgulanmasının iradenin özgürlüğü adına bir şey ifade etmeyeceğini yazmıştım. Kompatibilistlerin katılmadığı detay özünde budur. Bir kompatibilistin gözünde tüm nedensellik zincirleri özdeş olarak değerlendirilemez ve nedensellik zinciri iradenin özgürlüğüne ket vurmaz.
Gelgelelim kompatibilist düşünürlerin çoğu belirlenimci işleyen bir evrende sınırsız bir irade özgürlüğünün mevcudiyetini savunmazlar. Fischer bu kavram karmaşasının önüne geçmek için semi-kompatibilizm nosyonunu ortaya atmış ve bunu Locke'un Frankfurt örneği ile açıklamıştır. (Aslında Frankfurt örneklerine adını vermesi gereken Harry Frankfurt değil John Locke'tur.)
Locke'un hikayesinde bir adam uyandığında kendisini bir odada bulur, odadan ayrılmayı düşünür ancak ayrılmamaya karar verir. Adamın haberi olmasa da oda zaten kilitlidir. Locke bu adamın odada özgürce değil, "gönüllü" olarak kaldığını söyler.
* * * 4) Liberteryenizm:
Metafizik liberteryenizm kompatibilist bir duruş değildir, yani özgür iradenin determinizm ile çeliştiği ve bu dikotominin içinden çıkılması gereken bir dikotomi olduğu hususunda diğer inkompatibilistlerle hemfikirdirler. Belirlenimci olmayan bir evren modelinin iradeyle olan ilişkisine bakış açıları ise çeşitli varyasyonlar gösterebilir.
Örnek olarak Robert Nozick düşüncesini savunurken kuantum fiziğinden söz eder ancak iradenin özgürlüğünü doğrudan kuantum fiziğinde temellendirmez. Kitabı Philosophical Explanations'ta kuantum fiziğini yalnızca insanın karar alım sürecine dair bir analoji yapmak için kullanır.
Nozick kitapta kuantum mekaniğinin günümüzdeki yorumuyla irade problemini karşılaştırır. Bu karşılaştırmanın amacının kuantum mekaniğinden özgür irade çıkarımı yapmak, özgür iradeyi kanıtlamak için fizik teorisi kullanmak ya da kuantum düzeyindeki belirsizliğin özgür iradeye alan bıraktığını söylemek olmadığını belirtir. Bilâkis Nozick'in görmek istediği teorinin makro düzeydeki eylemlerde somutlaştırıldığı takdirde tanımlanan durumlara uyacak yapısal olasılıklar sunup sunmadığıdır.
Kuantum mekaniğinde statelerin süperpozisyonundan söz edilir ve wave function collapse ile olasılıklar bir duruma indirgenir. Nozick karar verme sürecini buna benzetir.
Descartes gibi düşünürlerin yaklaşımı ise doğrudan düalizme dayanır. Aslında töz problemindeki temel sorun ikinci bir tözü kabul etmek değildir. Daha çok, ikincil bir tözü illa "ruh" veya "irade sağlayıcı" olarak yorumlamaktaki aceleciliktir. Bu da temelde bilinci ve iradeyi birbirine karıştırmaktan kaynaklanan bir mantık hatasıdır. Bilincin ve bilişsel fonksiyonların klasik anlamda materyal fenomenler olduklarını kabul etmek için bir sebep yoktur. Bilinci kendisini oluşturan materyal elemanlara ayırdığınızda bilincin bir emergent property olarak ortaya çıktığını düşünebilirsiniz ve üssel niteliği elbette ikincil bir töz ile açıklayabilirsiniz. Ancak özgür iradeyi düalizmle savunmak bir hatadır. Neden hata olduğunu merak eden, nörobilimle ilgilenen herkes Antonio Damasio'dan Descartes' Error adlı eseri okuyabilir.
Günümüzün önemli liberteryenlerinden kane ise deterministlerin fiziksel sistemlerdeki kaosun öngörülemez olsa da deterministik olduğu iddiasına karşıdır ve Kane'in bu karşıtlığında kuantum mekaniğinin payı vardır. Nöral networklerin kaotik ve rekabet halinde olduğu, bu rekabetten galip çıkan sonucun da bir "seçim" olduğu fikri kane'in savunduğu görüştür.
Haliyle liberteryenizmde ahlaki sorumluluk yükü korunur.
* * *
Bu yazı, eksiksiz bir açıklama değildir, tüm görüşler Four Views on Free Will'de detaylı olarak ele alınır. 
4 notes · View notes
kur-an-ve-risalei-nur · 4 years ago
Text
Tumblr media
⭐ ⭐ ⭐ ⭐ ⭐
Zaman değil, deneyimdir iyileştiren. Koskoca bir yıl pek de bir gelişme olmaksızın geçse, daha dün gibi acıtır yine de yaşananlar. Kısacık bir ay dolu dolu geçse, koca bir ömür geçmişçesine gelir aydınlık baharlar.
Bu nedenle zaman değil,
o zaman geçerken içinde bulunduğu faaliyet ve meşguliyettir insana şifa olan.
Bu hayatta en sevdiğim şeylerden biridir analoji.
Benzetmeler bulmak ve bağlantılar kurmak, dünyayı benim için yaşanılır ve anlamlı kılıyor bir nebze.
Alakasız gibi görünen şeylerde birbirine bir yol bulmak böyle bir hediye.
Elimizdeki zamanda meşgul ve faal olduğumuz şeyleri düşünürken de bir ânda "Bir kötülük yaptığınız zaman hemen arkasından bir iyilik yapın ki, o kötülük silinsin" nasihati geldi kalbime.
"Yaradan 'zamana bırakın' demiyor; yine bir aksiyon almayı öneriyor.
Demek ki insana gerçekten hayırla meşguliyet ve iyilikli faaliyet gerekiyor" diye düşündüm.
Aslında o kötü deneyimi hemen iyisiyle,
yani deneyimi deneyimle temizle, diyor. Nahoş olana, güzellikleri seçerek müdahale gerekiyor.
Yine aktif ve iyiliklerle ilgili olmak şifa oluyor...
Dönüşmeden ve dönüşmeyen mutluluk var mı?
Arkasından kalbime gelen soru, bu oluyor.
Çaydanlığın altını yakınca su buhar oluyor.
Çamaşırlar ıslanarak yıkanıyor. Islanan şeyler ancak kuruyunca kullanılıyor.
Odunlar ahşap olunca eşya olarak iş görüyor. Hiçbir şey ham hâliyle değil, her biri ancak işlem geçirmiş hâliyle bir işe yarıyor.
Belki de insanın yolu da tam olarak budur. Dönüşmeden ve dönüşmeyen mutluluk yoktur; her daim güzel faaliyet ve
hoş meşguliyet insanı iyi ediyordur. Tekamül dediğimiz şey,
belki de şu birkaç ânın özü ve özetidir.
Güzel düşünen,
güzel gören,
güzel işleyen ve hep
güzel şeylere ilgi duyan akl-ı selim,
zevk-i selim sahibi olmak ve her biriyle geçen zamanda dönüşmek, iyileşmek, güzelleşmek duasıyla...
Güzel bir gün harika vakitler diliyorum... 🌺
________________°��💞🌸°_________________
🎀
13 notes · View notes