#ahşap hipodrom kapısı
Explore tagged Tumblr posts
avrasyaistanbul-blog · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Topkapı’dan Ayvansaray’a Giderken Görülmesi Gereken Yerler
Emin Baba Tekkesi
Edimekapı’da yolun karşısına geçtiğiniz zaman göreceğiniz Emin Baba Tekkesi, konak tarzı Bektaşi tekkelerinin en güzel örneklerinden. Sultan Abdüla-ziz’in annesi Peıtevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi tekkelerinin kapalı olduğu dönemde onarılması, Bektaşiliğin gücünü göstermesi açısından önemli. 1997 yılında yenilenen tekke, arka bahçesindeki mezarlıkta bulunan gri mezar taşlarıyla da ilgi çekiyor.
Osmanlıların şehre ilk girdikleri yer: Ahşap Hipodrom Kapısı / Kerkoporta
Edirnekapı’nın kuzeyinde yer alan ve geçmişte bu civarda bulunan hipodrom yüzüne 01ı Ahşap Hipodrom Kapısı olarak adlandırılan kapıdan Fatih Sultan Mehmed’in Yeniçeleri ilk kez şehre girmeyi başarmış. Hemen yakınındaki burç ise Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını dikmek için tırmandığı yer (Topkapı metro istasyonuna onun anısına adı verilmiş). Bu arada “Kerko” Yunanca kuyruk demek, hipodromdaki atlardan geliyor, aynı bir sonraki kapının adının nal olması gibi.
Eğrikapı
Bizanslılar döneminde burada atlar için nal (kaligae) yapılan bir yer varmış. İmparator Manuel Komnenos bir kapı yaptırınca adı “Poıta Kaligaria” olmuş. Bugünkü adıyla Eğrikapı’nın girişinde, Eyüp Sultan’ın yeğeni Hazret Hafız’ın türbesi var. Hazret Hafız’ın VII. yüzyıldaki Arap Kuşatması sırasında öldüğü sanılıyor. 1453’te Türklerin çoğu bu kapıdan şehre girmiş.
1939 yılına kadar bu kapının yanında, Bizans döneminden bu yana Yahudiler tarafından kullanılan bir mezarlık varmış. Buradaki mezar taşları günümüzde Hasköy Mezarlığına taşınmış. Surları geçip soldan iç aşağı doğru yöneldiğinizde yüksek bir duvarın arkasında XIX. yüzyıl Rum Ortodoks kilisesi olan Panayia Suda’yı görürsünüz. Kilisenin içinde sinir hastalıklarından muzdarip olanlara iyi geldiğine inanılan ayazma var. Cemaat kalmadığından kilise hep kapalı, o yüzden ayazmayı görme şansınız yok gibi.
Soldaki kapıdan dışarı çıktığınızda Belgrad Ormanı’ndan getirilen suyun iki son toplama noktasından biri olan Mimar Sinan’ın yaptığı Kırkçeşme Maksemİ’ni göreceksiniz. Maksem 2009 yılında restore edildi. Son toplama yerlerinden İkincisi ise Taksim Meydanı’nda anıtın arkasındadır.
Tekfur Sarayı’ndaki Atölye
BizanslIların saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzında inşa etme gelenekleri burada da bozulmamış. XIII. veya XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Tekfur (Porphyrogenitos) Sarayı, yanı-başındaki Blachemae Saray kompleksinin önemli bir parçası olarak yapılmış. Porphyrogenitos “mor ya da porfir rengine doğmuş” demek. Mor kraliyet rengi olduğu için bu Bizans imparatorları için de kullanılan bir tanımlama. Mermer ve tuğla ile yapılan sarayın dış yüzey süslemeleri iyi durumda. Yıllardır bitmeyen restorasyon dolayısıyla içeriye girmenin mümkün olmadığı binanın terkedildiği yalnızlık inşanın içini acıtıyor.
Saray Türkçe ’de Tekfur (İmparator) Sarayı olarak tanınmış. Sarayın ilginç bir öyküsü var. Fetihten sonra bir süre zürafa gibi değişik hayvanların olduğu küçük bir hayvanat bahçesi, olarak kullanılmış. 18. yüzyılda çini ve seramik üreten bir atölye olarak yeni hayatına başlamış. İznik fırınlarında üretilenlere göre daha düşük kalitede kabul edilse de, bu seramikler bugün bile çok değerli. Örneklerini İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Çinili Köşk’te görebilirsiniz. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru çini üretimi durdurulup bina düşkünler evine dönüştürülmüş. Robert Koleji (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) kuran Cyrus Hamlin, 1860’larda okulu saraydan geri kalan bölümde kurmayı bile düşünmüş.
Rum Kiliseleri
İstanbul’da 96 tane Rum Ortodoks kilisesi var. İo’u manastırı 12’si mezarlık, 2’si kurum kilisesi. 1 özel, 7 tane de temsilcilik statüsünde kilise var. Kiliselerin 53 tanesi Tanzimat öncesinde, 42 tanesi Tanzimat sonrasında yapılmış. Bir tek Panayia Muhliotissa Kilisesi Bizans döneminden kalmış.
İvaz Efendi Camii
1580’lerde yapılan caminin geleneksel bir cümle kapısı yok. Ana girişin üstünde Mimar Sinan tarafından yapıldığı yazılı ama Sinan’ın tezkerelerinde adı geçmediğinden yine de mimarı hakkında kesin konuşulamıyor. Blachernae Sarayı’nın kalıntılarının üzerine inşa edilen caminin tek minaresi kıble duvarının köşesine yapılmış, mihrabı ise harika İznik çinileriyle donatılmış. Kazasker İvaz Efendi’nin aslında bir külliye olarak yaptırdığı eserden < geriye sadece bir çeşme ve bahçesinde İvaz Efendi’nin de yattığı hazire kalmış.
Tepeden aşağı biraz inince sağda göreceğiniz 1513 yılında inşa edilen Emir Buhari Tekkesi, XIX. yüzyılda yeniden yapılmış. Baştan aşağı restorasyon ise 2009 yılında oldu.
Blachernae Sarayı
Haiiç kıyılarında kara surları ve deniz surlarının birleştiği yere yakın bir yerde bulunan Blachernae Saray kompleksi 500’lü yıllarda İmparator Anastasios tarafından yapılmış. Adını yakınlardaki çok saygı duyulan bir ayazmadan alan saray, ayazmayı ziyaret eden imparatorluk ailesi tarafından kullanılmış. XI. ya da XII. yüzyılda hanedan Sultanahmet’teki Böyük Saray’dan buraya taşınınca geniş ölçüde yeniden inşa edilmiş. 1204 yılından 1261’e kadar süren Latin İşgali döneminde Büyük Saray virane bir halde bırakılmış ve imparatorlar burayı sürekli olarak kullanmaya başlamışlar. Batılı yorumculann arkasından ağıtlar yaktığı görkeminden ne yazık ki bugüne çok az şey ulaşmış: Tekfur Sarayı, tepedeki birkaç yapı Anemas Zindanı ve II. Isakios Angeios Kulesi.
Civardaki Ayvansaray (Eyvan Sarayı) semti adım görünüşe göre saraydan almış. “Ayvan” Farsça bir kemerle dışarı açılan dikdörtgen mekân anlamına gelen “eyvan” kelimesinin bozulmuş hak.
Anemas Zindanı
Bhchemae Saray kompleksinin bir parçası olan bu hapishane birçok tutsak ağırlamış. Bunların arasında burada öldürülen imparatorlar II. Isakios Angelos ve IV. Aiexios Angelos da var. Orijinal binada, zindanın üç kata dağılmış 42 hücresi varmış. Girit Adası’nın Arap emirinin soyundan gelen Michael Anemas XII. yüzyılda İstanbul’a mahkûm olarak getirilmiş. Cesur davranışları sayesinde Bizans imparatorunun saygısını kazanmış. Anemas, Alexios Komnenos’a karşı bir ayaklanmaya karışmış. Sakalları yolunarak paçavra kıyafetler içinde, sokaklarda gezdirilme cezasına çarptırılmış. Şanslıymış, imparatoriçe ona acımış ve kocasına onu kör yapmaması için yalvarmış. Anemas, adını taşıyan zindana atılmış. Zülfü Livaneli Şahmaran filmini bu zindanda çekmişti. Zindan 2010 yılında restore ediliyordu. İnşallah yakında biter.
Gizli Mezarlık
Ayvansaray’da kara surlarının deniz surları île birleştiği yerde* XVII. yüzyılda yapılmış ancak 2009’da yeniden inşa edilmiş küçük Hacı Hüsrev Mescidi var. Mescidin bahçesinden kara surlarından geriye kalan son üç kulenin nefes kesen manzarasını seyredebilirsiniz. Burada duvarların önünde küçük ve güzel bir mezarlık var. Ebu Şeybet-ül Hudri’nin türbesi de burada. Bu mezarlıkta Hz. Muhammed’in yoldaşları olduklarına inanılan Ebu Ahmet El Ansari ile Hamidullah Et Ansari ve 1453’te şehrin fethinde görev aldığına inanılan Toklu İbrahim Dede de yatıyor.
1990’da yapılan bir araştırmaya göre İstanbul’da 180 tanesinin yapısı duran 200 civarında ayazma var. Zarif Mustafa Paşa Yalısı’nın bahçesinde bile Bizans döneminden kalma bir ayazma bulunuyor. Arnavutköy’deki Ayios Nikolaos örneğinde olduğu gibi ziyaret ettiğimiz ayazmaların bir kısmı çok kötü durumdaydı. Üzüldük, çünkü bütün eserler bu ülkenin zenginliklerinin bir parçası.
Blachernae Ayazması
Bugün Ayvansaray Kuyu Sokağı’nda bulunan ve iyileştirici gücüne inanılan ayazmaya Hıristiyanlık öncesi dönemde de insanlar geliyormuş. 451 yılında İmparator Marcian’ın eşi Pulcheria, burada bir kilise inşa ettirince önemi daha da artmış. Kutsal topraklardan dönen iki hacı Meryem Ana tarafından giyildiğine inanılan, Kudüs’ten çaldıkları giysileri bağışlamışlar. Burası şehirdeki en kutsal mekân haline gelmiş.
Bu yüzden kilise ve bölge imparatorların çok sık ziyaret ettiği bir yer halini almış ve zamanla buraya bir saray yapma ihtiyacı doğmuş. Öyle inanılmış ki buranın gücüne, 627 yılında Avarlar’a karşı savaşan askerleri cesaretlendirmek için Bakire Blacherniotissa’nın şehir surları üzerinde görüldüğü rivayeti yayılınca kimse şaşırmamış. Bugün hala Avarları yenme yıldönümünde kutlama yapılıyor. Orijinal kilise 1434’te bir yangında hasar görmüş, ayazma XIX. yüzyılda zarif bir kubbe eklenerek yeniden yapılan  kilisenin içinde kalmış.
0 notes
ist-sehirrehberi-blog · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Topkapı’dan Ayvansaray’a Giderken Görülmesi Gereken Yerler
Emin Baba Tekkesi
Edimekapı’da yolun karşısına geçtiğiniz zaman göreceğiniz Emin Baba Tekkesi, konak tarzı Bektaşi tekkelerinin en güzel örneklerinden. Sultan Abdüla-ziz’in annesi Peıtevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi tekkelerinin kapalı olduğu dönemde onarılması, Bektaşiliğin gücünü göstermesi açısından önemli. 1997 yılında yenilenen tekke, arka bahçesindeki mezarlıkta bulunan gri mezar taşlarıyla da ilgi çekiyor.
Osmanlıların şehre ilk girdikleri yer: Ahşap Hipodrom Kapısı / Kerkoporta
Edirnekapı’nın kuzeyinde yer alan ve geçmişte bu civarda bulunan hipodrom yüzüne 01ı Ahşap Hipodrom Kapısı olarak adlandırılan kapıdan Fatih Sultan Mehmed’in Yeniçeleri ilk kez şehre girmeyi başarmış. Hemen yakınındaki burç ise Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını dikmek için tırmandığı yer (Topkapı metro istasyonuna onun anısına adı verilmiş). Bu arada “Kerko” Yunanca kuyruk demek, hipodromdaki atlardan geliyor, aynı bir sonraki kapının adının nal olması gibi.
Eğrikapı
Bizanslılar döneminde burada atlar için nal (kaligae) yapılan bir yer varmış. İmparator Manuel Komnenos bir kapı yaptırınca adı “Poıta Kaligaria” olmuş. Bugünkü adıyla Eğrikapı’nın girişinde, Eyüp Sultan’ın yeğeni Hazret Hafız’ın türbesi var. Hazret Hafız’ın VII. yüzyıldaki Arap Kuşatması sırasında öldüğü sanılıyor. 1453’te Türklerin çoğu bu kapıdan şehre girmiş.
1939 yılına kadar bu kapının yanında, Bizans döneminden bu yana Yahudiler tarafından kullanılan bir mezarlık varmış. Buradaki mezar taşları günümüzde Hasköy Mezarlığına taşınmış. Surları geçip soldan iç aşağı doğru yöneldiğinizde yüksek bir duvarın arkasında XIX. yüzyıl Rum Ortodoks kilisesi olan Panayia Suda’yı görürsünüz. Kilisenin içinde sinir hastalıklarından muzdarip olanlara iyi geldiğine inanılan ayazma var. Cemaat kalmadığından kilise hep kapalı, o yüzden ayazmayı görme şansınız yok gibi.
Soldaki kapıdan dışarı çıktığınızda Belgrad Ormanı’ndan getirilen suyun iki son toplama noktasından biri olan Mimar Sinan’ın yaptığı Kırkçeşme Maksemİ’ni göreceksiniz. Maksem 2009 yılında restore edildi. Son toplama yerlerinden İkincisi ise Taksim Meydanı’nda anıtın arkasındadır.
Tekfur Sarayı’ndaki Atölye
BizanslIların saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzında inşa etme gelenekleri burada da bozulmamış. XIII. veya XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Tekfur (Porphyrogenitos) Sarayı, yanı-başındaki Blachemae Saray kompleksinin önemli bir parçası olarak yapılmış. Porphyrogenitos “mor ya da porfir rengine doğmuş” demek. Mor kraliyet rengi olduğu için bu Bizans imparatorları için de kullanılan bir tanımlama. Mermer ve tuğla ile yapılan sarayın dış yüzey süslemeleri iyi durumda. Yıllardır bitmeyen restorasyon dolayısıyla içeriye girmenin mümkün olmadığı binanın terkedildiği yalnızlık inşanın içini acıtıyor.
Saray Türkçe ’de Tekfur (İmparator) Sarayı olarak tanınmış. Sarayın ilginç bir öyküsü var. Fetihten sonra bir süre zürafa gibi değişik hayvanların olduğu küçük bir hayvanat bahçesi, olarak kullanılmış. 18. yüzyılda çini ve seramik üreten bir atölye olarak yeni hayatına başlamış. İznik fırınlarında üretilenlere göre daha düşük kalitede kabul edilse de, bu seramikler bugün bile çok değerli. Örneklerini İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Çinili Köşk’te görebilirsiniz. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru çini üretimi durdurulup bina düşkünler evine dönüştürülmüş. Robert Koleji (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) kuran Cyrus Hamlin, 1860’larda okulu saraydan geri kalan bölümde kurmayı bile düşünmüş.
Rum Kiliseleri
İstanbul’da 96 tane Rum Ortodoks kilisesi var. İo’u manastırı 12’si mezarlık, 2’si kurum kilisesi. 1 özel, 7 tane de temsilcilik statüsünde kilise var. Kiliselerin 53 tanesi Tanzimat öncesinde, 42 tanesi Tanzimat sonrasında yapılmış. Bir tek Panayia Muhliotissa Kilisesi Bizans döneminden kalmış.
İvaz Efendi Camii
1580’lerde yapılan caminin geleneksel bir cümle kapısı yok. Ana girişin üstünde Mimar Sinan tarafından yapıldığı yazılı ama Sinan’ın tezkerelerinde adı geçmediğinden yine de mimarı hakkında kesin konuşulamıyor. Blachernae Sarayı’nın kalıntılarının üzerine inşa edilen caminin tek minaresi kıble duvarının köşesine yapılmış, mihrabı ise harika İznik çinileriyle donatılmış. Kazasker İvaz Efendi’nin aslında bir külliye olarak yaptırdığı eserden < geriye sadece bir çeşme ve bahçesinde İvaz Efendi’nin de yattığı hazire kalmış.
Tepeden aşağı biraz inince sağda göreceğiniz 1513 yılında inşa edilen Emir Buhari Tekkesi, XIX. yüzyılda yeniden yapılmış. Baştan aşağı restorasyon ise 2009 yılında oldu.
Blachernae Sarayı
Haiiç kıyılarında kara surları ve deniz surlarının birleştiği yere yakın bir yerde bulunan Blachernae Saray kompleksi 500’lü yıllarda İmparator Anastasios tarafından yapılmış. Adını yakınlardaki çok saygı duyulan bir ayazmadan alan saray, ayazmayı ziyaret eden imparatorluk ailesi tarafından kullanılmış. XI. ya da XII. yüzyılda hanedan Sultanahmet’teki Böyük Saray’dan buraya taşınınca geniş ölçüde yeniden inşa edilmiş. 1204 yılından 1261’e kadar süren Latin İşgali döneminde Büyük Saray virane bir halde bırakılmış ve imparatorlar burayı sürekli olarak kullanmaya başlamışlar. Batılı yorumculann arkasından ağıtlar yaktığı görkeminden ne yazık ki bugüne çok az şey ulaşmış: Tekfur Sarayı, tepedeki birkaç yapı Anemas Zindanı ve II. Isakios Angeios Kulesi.
Civardaki Ayvansaray (Eyvan Sarayı) semti adım görünüşe göre saraydan almış. “Ayvan” Farsça bir kemerle dışarı açılan dikdörtgen mekân anlamına gelen “eyvan” kelimesinin bozulmuş hak.
Anemas Zindanı
Bhchemae Saray kompleksinin bir parçası olan bu hapishane birçok tutsak ağırlamış. Bunların arasında burada öldürülen imparatorlar II. Isakios Angelos ve IV. Aiexios Angelos da var. Orijinal binada, zindanın üç kata dağılmış 42 hücresi varmış. Girit Adası’nın Arap emirinin soyundan gelen Michael Anemas XII. yüzyılda İstanbul’a mahkûm olarak getirilmiş. Cesur davranışları sayesinde Bizans imparatorunun saygısını kazanmış. Anemas, Alexios Komnenos’a karşı bir ayaklanmaya karışmış. Sakalları yolunarak paçavra kıyafetler içinde, sokaklarda gezdirilme cezasına çarptırılmış. Şanslıymış, imparatoriçe ona acımış ve kocasına onu kör yapmaması için yalvarmış. Anemas, adını taşıyan zindana atılmış. Zülfü Livaneli Şahmaran filmini bu zindanda çekmişti. Zindan 2010 yılında restore ediliyordu. İnşallah yakında biter.
Gizli Mezarlık
Ayvansaray’da kara surlarının deniz surları île birleştiği yerde* XVII. yüzyılda yapılmış ancak 2009’da yeniden inşa edilmiş küçük Hacı Hüsrev Mescidi var. Mescidin bahçesinden kara surlarından geriye kalan son üç kulenin nefes kesen manzarasını seyredebilirsiniz. Burada duvarların önünde küçük ve güzel bir mezarlık var. Ebu Şeybet-ül Hudri’nin türbesi de burada. Bu mezarlıkta Hz. Muhammed’in yoldaşları olduklarına inanılan Ebu Ahmet El Ansari ile Hamidullah Et Ansari ve 1453’te şehrin fethinde görev aldığına inanılan Toklu İbrahim Dede de yatıyor.
1990’da yapılan bir araştırmaya göre İstanbul’da 180 tanesinin yapısı duran 200 civarında ayazma var. Zarif Mustafa Paşa Yalısı’nın bahçesinde bile Bizans döneminden kalma bir ayazma bulunuyor. Arnavutköy’deki Ayios Nikolaos örneğinde olduğu gibi ziyaret ettiğimiz ayazmaların bir kısmı çok kötü durumdaydı. Üzüldük, çünkü bütün eserler bu ülkenin zenginliklerinin bir parçası.
Blachernae Ayazması
Bugün Ayvansaray Kuyu Sokağı’nda bulunan ve iyileştirici gücüne inanılan ayazmaya Hıristiyanlık öncesi dönemde de insanlar geliyormuş. 451 yılında İmparator Marcian’ın eşi Pulcheria, burada bir kilise inşa ettirince önemi daha da artmış. Kutsal topraklardan dönen iki hacı Meryem Ana tarafından giyildiğine inanılan, Kudüs’ten çaldıkları giysileri bağışlamışlar. Burası şehirdeki en kutsal mekân haline gelmiş.
Bu yüzden kilise ve bölge imparatorların çok sık ziyaret ettiği bir yer halini almış ve zamanla buraya bir saray yapma ihtiyacı doğmuş. Öyle inanılmış ki buranın gücüne, 627 yılında Avarlar’a karşı savaşan askerleri cesaretlendirmek için Bakire Blacherniotissa’nın şehir surları üzerinde görüldüğü rivayeti yayılınca kimse şaşırmamış. Bugün hala Avarları yenme yıldönümünde kutlama yapılıyor. Orijinal kilise 1434’te bir yangında hasar görmüş, ayazma XIX. yüzyılda zarif bir kubbe eklenerek yeniden yapılan  kilisenin içinde kalmış.
0 notes
bakbakistanbul-blog · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Topkapı’dan Ayvansaray’a Giderken Görülmesi Gereken Yerler
Emin Baba Tekkesi
Edimekapı’da yolun karşısına geçtiğiniz zaman göreceğiniz Emin Baba Tekkesi, konak tarzı Bektaşi tekkelerinin en güzel örneklerinden. Sultan Abdüla-ziz’in annesi Peıtevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi tekkelerinin kapalı olduğu dönemde onarılması, Bektaşiliğin gücünü göstermesi açısından önemli. 1997 yılında yenilenen tekke, arka bahçesindeki mezarlıkta bulunan gri mezar taşlarıyla da ilgi çekiyor.
Osmanlıların şehre ilk girdikleri yer: Ahşap Hipodrom Kapısı / Kerkoporta
Edirnekapı’nın kuzeyinde yer alan ve geçmişte bu civarda bulunan hipodrom yüzüne 01ı Ahşap Hipodrom Kapısı olarak adlandırılan kapıdan Fatih Sultan Mehmed’in Yeniçeleri ilk kez şehre girmeyi başarmış. Hemen yakınındaki burç ise Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını dikmek için tırmandığı yer (Topkapı metro istasyonuna onun anısına adı verilmiş). Bu arada “Kerko” Yunanca kuyruk demek, hipodromdaki atlardan geliyor, aynı bir sonraki kapının adının nal olması gibi.
Eğrikapı
Bizanslılar döneminde burada atlar için nal (kaligae) yapılan bir yer varmış. İmparator Manuel Komnenos bir kapı yaptırınca adı “Poıta Kaligaria” olmuş. Bugünkü adıyla Eğrikapı’nın girişinde, Eyüp Sultan’ın yeğeni Hazret Hafız’ın türbesi var. Hazret Hafız’ın VII. yüzyıldaki Arap Kuşatması sırasında öldüğü sanılıyor. 1453’te Türklerin çoğu bu kapıdan şehre girmiş.
1939 yılına kadar bu kapının yanında, Bizans döneminden bu yana Yahudiler tarafından kullanılan bir mezarlık varmış. Buradaki mezar taşları günümüzde Hasköy Mezarlığına taşınmış. Surları geçip soldan iç aşağı doğru yöneldiğinizde yüksek bir duvarın arkasında XIX. yüzyıl Rum Ortodoks kilisesi olan Panayia Suda’yı görürsünüz. Kilisenin içinde sinir hastalıklarından muzdarip olanlara iyi geldiğine inanılan ayazma var. Cemaat kalmadığından kilise hep kapalı, o yüzden ayazmayı görme şansınız yok gibi.
Soldaki kapıdan dışarı çıktığınızda Belgrad Ormanı’ndan getirilen suyun iki son toplama noktasından biri olan Mimar Sinan’ın yaptığı Kırkçeşme Maksemİ’ni göreceksiniz. Maksem 2009 yılında restore edildi. Son toplama yerlerinden İkincisi ise Taksim Meydanı’nda anıtın arkasındadır.
Tekfur Sarayı’ndaki Atölye
BizanslIların saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzında inşa etme gelenekleri burada da bozulmamış. XIII. veya XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Tekfur (Porphyrogenitos) Sarayı, yanı-başındaki Blachemae Saray kompleksinin önemli bir parçası olarak yapılmış. Porphyrogenitos “mor ya da porfir rengine doğmuş” demek. Mor kraliyet rengi olduğu için bu Bizans imparatorları için de kullanılan bir tanımlama. Mermer ve tuğla ile yapılan sarayın dış yüzey süslemeleri iyi durumda. Yıllardır bitmeyen restorasyon dolayısıyla içeriye girmenin mümkün olmadığı binanın terkedildiği yalnızlık inşanın içini acıtıyor.
Saray Türkçe ’de Tekfur (İmparator) Sarayı olarak tanınmış. Sarayın ilginç bir öyküsü var. Fetihten sonra bir süre zürafa gibi değişik hayvanların olduğu küçük bir hayvanat bahçesi, olarak kullanılmış. 18. yüzyılda çini ve seramik üreten bir atölye olarak yeni hayatına başlamış. İznik fırınlarında üretilenlere göre daha düşük kalitede kabul edilse de, bu seramikler bugün bile çok değerli. Örneklerini İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Çinili Köşk’te görebilirsiniz. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru çini üretimi durdurulup bina düşkünler evine dönüştürülmüş. Robert Koleji (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) kuran Cyrus Hamlin, 1860’larda okulu saraydan geri kalan bölümde kurmayı bile düşünmüş.
Rum Kiliseleri
İstanbul’da 96 tane Rum Ortodoks kilisesi var. İo’u manastırı 12’si mezarlık, 2’si kurum kilisesi. 1 özel, 7 tane de temsilcilik statüsünde kilise var. Kiliselerin 53 tanesi Tanzimat öncesinde, 42 tanesi Tanzimat sonrasında yapılmış. Bir tek Panayia Muhliotissa Kilisesi Bizans döneminden kalmış.
İvaz Efendi Camii
1580’lerde yapılan caminin geleneksel bir cümle kapısı yok. Ana girişin üstünde Mimar Sinan tarafından yapıldığı yazılı ama Sinan’ın tezkerelerinde adı geçmediğinden yine de mimarı hakkında kesin konuşulamıyor. Blachernae Sarayı’nın kalıntılarının üzerine inşa edilen caminin tek minaresi kıble duvarının köşesine yapılmış, mihrabı ise harika İznik çinileriyle donatılmış. Kazasker İvaz Efendi’nin aslında bir külliye olarak yaptırdığı eserden < geriye sadece bir çeşme ve bahçesinde İvaz Efendi’nin de yattığı hazire kalmış.
Tepeden aşağı biraz inince sağda göreceğiniz 1513 yılında inşa edilen Emir Buhari Tekkesi, XIX. yüzyılda yeniden yapılmış. Baştan aşağı restorasyon ise 2009 yılında oldu.
Blachernae Sarayı
Haiiç kıyılarında kara surları ve deniz surlarının birleştiği yere yakın bir yerde bulunan Blachernae Saray kompleksi 500’lü yıllarda İmparator Anastasios tarafından yapılmış. Adını yakınlardaki çok saygı duyulan bir ayazmadan alan saray, ayazmayı ziyaret eden imparatorluk ailesi tarafından kullanılmış. XI. ya da XII. yüzyılda hanedan Sultanahmet’teki Böyük Saray’dan buraya taşınınca geniş ölçüde yeniden inşa edilmiş. 1204 yılından 1261’e kadar süren Latin İşgali döneminde Büyük Saray virane bir halde bırakılmış ve imparatorlar burayı sürekli olarak kullanmaya başlamışlar. Batılı yorumculann arkasından ağıtlar yaktığı görkeminden ne yazık ki bugüne çok az şey ulaşmış: Tekfur Sarayı, tepedeki birkaç yapı Anemas Zindanı ve II. Isakios Angeios Kulesi.
Civardaki Ayvansaray (Eyvan Sarayı) semti adım görünüşe göre saraydan almış. “Ayvan” Farsça bir kemerle dışarı açılan dikdörtgen mekân anlamına gelen “eyvan” kelimesinin bozulmuş hak.
Anemas Zindanı
Bhchemae Saray kompleksinin bir parçası olan bu hapishane birçok tutsak ağırlamış. Bunların arasında burada öldürülen imparatorlar II. Isakios Angelos ve IV. Aiexios Angelos da var. Orijinal binada, zindanın üç kata dağılmış 42 hücresi varmış. Girit Adası’nın Arap emirinin soyundan gelen Michael Anemas XII. yüzyılda İstanbul’a mahkûm olarak getirilmiş. Cesur davranışları sayesinde Bizans imparatorunun saygısını kazanmış. Anemas, Alexios Komnenos’a karşı bir ayaklanmaya karışmış. Sakalları yolunarak paçavra kıyafetler içinde, sokaklarda gezdirilme cezasına çarptırılmış. Şanslıymış, imparatoriçe ona acımış ve kocasına onu kör yapmaması için yalvarmış. Anemas, adını taşıyan zindana atılmış. Zülfü Livaneli Şahmaran filmini bu zindanda çekmişti. Zindan 2010 yılında restore ediliyordu. İnşallah yakında biter.
Gizli Mezarlık
Ayvansaray’da kara surlarının deniz surları île birleştiği yerde* XVII. yüzyılda yapılmış ancak 2009’da yeniden inşa edilmiş küçük Hacı Hüsrev Mescidi var. Mescidin bahçesinden kara surlarından geriye kalan son üç kulenin nefes kesen manzarasını seyredebilirsiniz. Burada duvarların önünde küçük ve güzel bir mezarlık var. Ebu Şeybet-ül Hudri’nin türbesi de burada. Bu mezarlıkta Hz. Muhammed’in yoldaşları olduklarına inanılan Ebu Ahmet El Ansari ile Hamidullah Et Ansari ve 1453’te şehrin fethinde görev aldığına inanılan Toklu İbrahim Dede de yatıyor.
1990’da yapılan bir araştırmaya göre İstanbul’da 180 tanesinin yapısı duran 200 civarında ayazma var. Zarif Mustafa Paşa Yalısı’nın bahçesinde bile Bizans döneminden kalma bir ayazma bulunuyor. Arnavutköy’deki Ayios Nikolaos örneğinde olduğu gibi ziyaret ettiğimiz ayazmaların bir kısmı çok kötü durumdaydı. Üzüldük, çünkü bütün eserler bu ülkenin zenginliklerinin bir parçası.
Blachernae Ayazması
Bugün Ayvansaray Kuyu Sokağı’nda bulunan ve iyileştirici gücüne inanılan ayazmaya Hıristiyanlık öncesi dönemde de insanlar geliyormuş. 451 yılında İmparator Marcian’ın eşi Pulcheria, burada bir kilise inşa ettirince önemi daha da artmış. Kutsal topraklardan dönen iki hacı Meryem Ana tarafından giyildiğine inanılan, Kudüs’ten çaldıkları giysileri bağışlamışlar. Burası şehirdeki en kutsal mekân haline gelmiş.
Bu yüzden kilise ve bölge imparatorların çok sık ziyaret ettiği bir yer halini almış ve zamanla buraya bir saray yapma ihtiyacı doğmuş. Öyle inanılmış ki buranın gücüne, 627 yılında Avarlar’a karşı savaşan askerleri cesaretlendirmek için Bakire Blacherniotissa’nın şehir surları üzerinde görüldüğü rivayeti yayılınca kimse şaşırmamış. Bugün hala Avarları yenme yıldönümünde kutlama yapılıyor. Orijinal kilise 1434’te bir yangında hasar görmüş, ayazma XIX. yüzyılda zarif bir kubbe eklenerek yeniden yapılan  kilisenin içinde kalmış.
0 notes
isturlama-blog · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Topkapı’dan Ayvansaray’a Giderken Görülmesi Gereken Yerler
Emin Baba Tekkesi
Edimekapı’da yolun karşısına geçtiğiniz zaman göreceğiniz Emin Baba Tekkesi, konak tarzı Bektaşi tekkelerinin en güzel örneklerinden. Sultan Abdüla-ziz’in annesi Peıtevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi tekkelerinin kapalı olduğu dönemde onarılması, Bektaşiliğin gücünü göstermesi açısından önemli. 1997 yılında yenilenen tekke, arka bahçesindeki mezarlıkta bulunan gri mezar taşlarıyla da ilgi çekiyor.
Osmanlıların şehre ilk girdikleri yer: Ahşap Hipodrom Kapısı / Kerkoporta
Edirnekapı’nın kuzeyinde yer alan ve geçmişte bu civarda bulunan hipodrom yüzüne 01ı Ahşap Hipodrom Kapısı olarak adlandırılan kapıdan Fatih Sultan Mehmed’in Yeniçeleri ilk kez şehre girmeyi başarmış. Hemen yakınındaki burç ise Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını dikmek için tırmandığı yer (Topkapı metro istasyonuna onun anısına adı verilmiş). Bu arada “Kerko” Yunanca kuyruk demek, hipodromdaki atlardan geliyor, aynı bir sonraki kapının adının nal olması gibi.
Eğrikapı
Bizanslılar döneminde burada atlar için nal (kaligae) yapılan bir yer varmış. İmparator Manuel Komnenos bir kapı yaptırınca adı “Poıta Kaligaria” olmuş. Bugünkü adıyla Eğrikapı’nın girişinde, Eyüp Sultan’ın yeğeni Hazret Hafız’ın türbesi var. Hazret Hafız’ın VII. yüzyıldaki Arap Kuşatması sırasında öldüğü sanılıyor. 1453’te Türklerin çoğu bu kapıdan şehre girmiş.
1939 yılına kadar bu kapının yanında, Bizans döneminden bu yana Yahudiler tarafından kullanılan bir mezarlık varmış. Buradaki mezar taşları günümüzde Hasköy Mezarlığına taşınmış. Surları geçip soldan iç aşağı doğru yöneldiğinizde yüksek bir duvarın arkasında XIX. yüzyıl Rum Ortodoks kilisesi olan Panayia Suda’yı görürsünüz. Kilisenin içinde sinir hastalıklarından muzdarip olanlara iyi geldiğine inanılan ayazma var. Cemaat kalmadığından kilise hep kapalı, o yüzden ayazmayı görme şansınız yok gibi.
Soldaki kapıdan dışarı çıktığınızda Belgrad Ormanı’ndan getirilen suyun iki son toplama noktasından biri olan Mimar Sinan’ın yaptığı Kırkçeşme Maksemİ’ni göreceksiniz. Maksem 2009 yılında restore edildi. Son toplama yerlerinden İkincisi ise Taksim Meydanı’nda anıtın arkasındadır.
Tekfur Sarayı’ndaki Atölye
BizanslIların saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzında inşa etme gelenekleri burada da bozulmamış. XIII. veya XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Tekfur (Porphyrogenitos) Sarayı, yanı-başındaki Blachemae Saray kompleksinin önemli bir parçası olarak yapılmış. Porphyrogenitos “mor ya da porfir rengine doğmuş” demek. Mor kraliyet rengi olduğu için bu Bizans imparatorları için de kullanılan bir tanımlama. Mermer ve tuğla ile yapılan sarayın dış yüzey süslemeleri iyi durumda. Yıllardır bitmeyen restorasyon dolayısıyla içeriye girmenin mümkün olmadığı binanın terkedildiği yalnızlık inşanın içini acıtıyor.
Saray Türkçe ’de Tekfur (İmparator) Sarayı olarak tanınmış. Sarayın ilginç bir öyküsü var. Fetihten sonra bir süre zürafa gibi değişik hayvanların olduğu küçük bir hayvanat bahçesi, olarak kullanılmış. 18. yüzyılda çini ve seramik üreten bir atölye olarak yeni hayatına başlamış. İznik fırınlarında üretilenlere göre daha düşük kalitede kabul edilse de, bu seramikler bugün bile çok değerli. Örneklerini İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Çinili Köşk’te görebilirsiniz. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru çini üretimi durdurulup bina düşkünler evine dönüştürülmüş. Robert Koleji (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) kuran Cyrus Hamlin, 1860’larda okulu saraydan geri kalan bölümde kurmayı bile düşünmüş.
Rum Kiliseleri
İstanbul’da 96 tane Rum Ortodoks kilisesi var. İo’u manastırı 12’si mezarlık, 2’si kurum kilisesi. 1 özel, 7 tane de temsilcilik statüsünde kilise var. Kiliselerin 53 tanesi Tanzimat öncesinde, 42 tanesi Tanzimat sonrasında yapılmış. Bir tek Panayia Muhliotissa Kilisesi Bizans döneminden kalmış.
İvaz Efendi Camii
1580’lerde yapılan caminin geleneksel bir cümle kapısı yok. Ana girişin üstünde Mimar Sinan tarafından yapıldığı yazılı ama Sinan’ın tezkerelerinde adı geçmediğinden yine de mimarı hakkında kesin konuşulamıyor. Blachernae Sarayı’nın kalıntılarının üzerine inşa edilen caminin tek minaresi kıble duvarının köşesine yapılmış, mihrabı ise harika İznik çinileriyle donatılmış. Kazasker İvaz Efendi’nin aslında bir külliye olarak yaptırdığı eserden < geriye sadece bir çeşme ve bahçesinde İvaz Efendi’nin de yattığı hazire kalmış.
Tepeden aşağı biraz inince sağda göreceğiniz 1513 yılında inşa edilen Emir Buhari Tekkesi, XIX. yüzyılda yeniden yapılmış. Baştan aşağı restorasyon ise 2009 yılında oldu.
Blachernae Sarayı
Haiiç kıyılarında kara surları ve deniz surlarının birleştiği yere yakın bir yerde bulunan Blachernae Saray kompleksi 500’lü yıllarda İmparator Anastasios tarafından yapılmış. Adını yakınlardaki çok saygı duyulan bir ayazmadan alan saray, ayazmayı ziyaret eden imparatorluk ailesi tarafından kullanılmış. XI. ya da XII. yüzyılda hanedan Sultanahmet’teki Böyük Saray’dan buraya taşınınca geniş ölçüde yeniden inşa edilmiş. 1204 yılından 1261’e kadar süren Latin İşgali döneminde Büyük Saray virane bir halde bırakılmış ve imparatorlar burayı sürekli olarak kullanmaya başlamışlar. Batılı yorumculann arkasından ağıtlar yaktığı görkeminden ne yazık ki bugüne çok az şey ulaşmış: Tekfur Sarayı, tepedeki birkaç yapı Anemas Zindanı ve II. Isakios Angeios Kulesi.
Civardaki Ayvansaray (Eyvan Sarayı) semti adım görünüşe göre saraydan almış. “Ayvan” Farsça bir kemerle dışarı açılan dikdörtgen mekân anlamına gelen “eyvan” kelimesinin bozulmuş hak.
Anemas Zindanı
Bhchemae Saray kompleksinin bir parçası olan bu hapishane birçok tutsak ağırlamış. Bunların arasında burada öldürülen imparatorlar II. Isakios Angelos ve IV. Aiexios Angelos da var. Orijinal binada, zindanın üç kata dağılmış 42 hücresi varmış. Girit Adası’nın Arap emirinin soyundan gelen Michael Anemas XII. yüzyılda İstanbul’a mahkûm olarak getirilmiş. Cesur davranışları sayesinde Bizans imparatorunun saygısını kazanmış. Anemas, Alexios Komnenos’a karşı bir ayaklanmaya karışmış. Sakalları yolunarak paçavra kıyafetler içinde, sokaklarda gezdirilme cezasına çarptırılmış. Şanslıymış, imparatoriçe ona acımış ve kocasına onu kör yapmaması için yalvarmış. Anemas, adını taşıyan zindana atılmış. Zülfü Livaneli Şahmaran filmini bu zindanda çekmişti. Zindan 2010 yılında restore ediliyordu. İnşallah yakında biter.
Gizli Mezarlık
Ayvansaray’da kara surlarının deniz surları île birleştiği yerde* XVII. yüzyılda yapılmış ancak 2009’da yeniden inşa edilmiş küçük Hacı Hüsrev Mescidi var. Mescidin bahçesinden kara surlarından geriye kalan son üç kulenin nefes kesen manzarasını seyredebilirsiniz. Burada duvarların önünde küçük ve güzel bir mezarlık var. Ebu Şeybet-ül Hudri’nin türbesi de burada. Bu mezarlıkta Hz. Muhammed’in yoldaşları olduklarına inanılan Ebu Ahmet El Ansari ile Hamidullah Et Ansari ve 1453’te şehrin fethinde görev aldığına inanılan Toklu İbrahim Dede de yatıyor.
1990’da yapılan bir araştırmaya göre İstanbul’da 180 tanesinin yapısı duran 200 civarında ayazma var. Zarif Mustafa Paşa Yalısı’nın bahçesinde bile Bizans döneminden kalma bir ayazma bulunuyor. Arnavutköy’deki Ayios Nikolaos örneğinde olduğu gibi ziyaret ettiğimiz ayazmaların bir kısmı çok kötü durumdaydı. Üzüldük, çünkü bütün eserler bu ülkenin zenginliklerinin bir parçası.
Blachernae Ayazması
Bugün Ayvansaray Kuyu Sokağı’nda bulunan ve iyileştirici gücüne inanılan ayazmaya Hıristiyanlık öncesi dönemde de insanlar geliyormuş. 451 yılında İmparator Marcian’ın eşi Pulcheria, burada bir kilise inşa ettirince önemi daha da artmış. Kutsal topraklardan dönen iki hacı Meryem Ana tarafından giyildiğine inanılan, Kudüs’ten çaldıkları giysileri bağışlamışlar. Burası şehirdeki en kutsal mekân haline gelmiş.
Bu yüzden kilise ve bölge imparatorların çok sık ziyaret ettiği bir yer halini almış ve zamanla buraya bir saray yapma ihtiyacı doğmuş. Öyle inanılmış ki buranın gücüne, 627 yılında Avarlar’a karşı savaşan askerleri cesaretlendirmek için Bakire Blacherniotissa’nın şehir surları üzerinde görüldüğü rivayeti yayılınca kimse şaşırmamış. Bugün hala Avarları yenme yıldönümünde kutlama yapılıyor. Orijinal kilise 1434’te bir yangında hasar görmüş, ayazma XIX. yüzyılda zarif bir kubbe eklenerek yeniden yapılan  kilisenin içinde kalmış.
1 note · View note
istbeste-blog · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Topkapı’dan Ayvansaray’a Giderken Görülmesi Gereken Yerler
Emin Baba Tekkesi
Edimekapı’da yolun karşısına geçtiğiniz zaman göreceğiniz Emin Baba Tekkesi, konak tarzı Bektaşi tekkelerinin en güzel örneklerinden. Sultan Abdüla-ziz’in annesi Peıtevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi tekkelerinin kapalı olduğu dönemde onarılması, Bektaşiliğin gücünü göstermesi açısından önemli. 1997 yılında yenilenen tekke, arka bahçesindeki mezarlıkta bulunan gri mezar taşlarıyla da ilgi çekiyor.
Osmanlıların şehre ilk girdikleri yer: Ahşap Hipodrom Kapısı / Kerkoporta
Edirnekapı’nın kuzeyinde yer alan ve geçmişte bu civarda bulunan hipodrom yüzüne 01ı Ahşap Hipodrom Kapısı olarak adlandırılan kapıdan Fatih Sultan Mehmed’in Yeniçeleri ilk kez şehre girmeyi başarmış. Hemen yakınındaki burç ise Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını dikmek için tırmandığı yer (Topkapı metro istasyonuna onun anısına adı verilmiş). Bu arada “Kerko” Yunanca kuyruk demek, hipodromdaki atlardan geliyor, aynı bir sonraki kapının adının nal olması gibi.
Eğrikapı
Bizanslılar döneminde burada atlar için nal (kaligae) yapılan bir yer varmış. İmparator Manuel Komnenos bir kapı yaptırınca adı “Poıta Kaligaria” olmuş. Bugünkü adıyla Eğrikapı’nın girişinde, Eyüp Sultan’ın yeğeni Hazret Hafız’ın türbesi var. Hazret Hafız’ın VII. yüzyıldaki Arap Kuşatması sırasında öldüğü sanılıyor. 1453’te Türklerin çoğu bu kapıdan şehre girmiş.
1939 yılına kadar bu kapının yanında, Bizans döneminden bu yana Yahudiler tarafından kullanılan bir mezarlık varmış. Buradaki mezar taşları günümüzde Hasköy Mezarlığına taşınmış. Surları geçip soldan iç aşağı doğru yöneldiğinizde yüksek bir duvarın arkasında XIX. yüzyıl Rum Ortodoks kilisesi olan Panayia Suda’yı görürsünüz. Kilisenin içinde sinir hastalıklarından muzdarip olanlara iyi geldiğine inanılan ayazma var. Cemaat kalmadığından kilise hep kapalı, o yüzden ayazmayı görme şansınız yok gibi.
Soldaki kapıdan dışarı çıktığınızda Belgrad Ormanı’ndan getirilen suyun iki son toplama noktasından biri olan Mimar Sinan’ın yaptığı Kırkçeşme Maksemİ’ni göreceksiniz. Maksem 2009 yılında restore edildi. Son toplama yerlerinden İkincisi ise Taksim Meydanı’nda anıtın arkasındadır.
Tekfur Sarayı’ndaki Atölye
BizanslIların saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzında inşa etme gelenekleri burada da bozulmamış. XIII. veya XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Tekfur (Porphyrogenitos) Sarayı, yanı-başındaki Blachemae Saray kompleksinin önemli bir parçası olarak yapılmış. Porphyrogenitos “mor ya da porfir rengine doğmuş” demek. Mor kraliyet rengi olduğu için bu Bizans imparatorları için de kullanılan bir tanımlama. Mermer ve tuğla ile yapılan sarayın dış yüzey süslemeleri iyi durumda. Yıllardır bitmeyen restorasyon dolayısıyla içeriye girmenin mümkün olmadığı binanın terkedildiği yalnızlık inşanın içini acıtıyor.
Saray Türkçe ’de Tekfur (İmparator) Sarayı olarak tanınmış. Sarayın ilginç bir öyküsü var. Fetihten sonra bir süre zürafa gibi değişik hayvanların olduğu küçük bir hayvanat bahçesi, olarak kullanılmış. 18. yüzyılda çini ve seramik üreten bir atölye olarak yeni hayatına başlamış. İznik fırınlarında üretilenlere göre daha düşük kalitede kabul edilse de, bu seramikler bugün bile çok değerli. Örneklerini İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Çinili Köşk’te görebilirsiniz. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru çini üretimi durdurulup bina düşkünler evine dönüştürülmüş. Robert Koleji (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) kuran Cyrus Hamlin, 1860’larda okulu saraydan geri kalan bölümde kurmayı bile düşünmüş.
Rum Kiliseleri
İstanbul’da 96 tane Rum Ortodoks kilisesi var. İo’u manastırı 12’si mezarlık, 2’si kurum kilisesi. 1 özel, 7 tane de temsilcilik statüsünde kilise var. Kiliselerin 53 tanesi Tanzimat öncesinde, 42 tanesi Tanzimat sonrasında yapılmış. Bir tek Panayia Muhliotissa Kilisesi Bizans döneminden kalmış.
İvaz Efendi Camii
1580’lerde yapılan caminin geleneksel bir cümle kapısı yok. Ana girişin üstünde Mimar Sinan tarafından yapıldığı yazılı ama Sinan’ın tezkerelerinde adı geçmediğinden yine de mimarı hakkında kesin konuşulamıyor. Blachernae Sarayı’nın kalıntılarının üzerine inşa edilen caminin tek minaresi kıble duvarının köşesine yapılmış, mihrabı ise harika İznik çinileriyle donatılmış. Kazasker İvaz Efendi’nin aslında bir külliye olarak yaptırdığı eserden < geriye sadece bir çeşme ve bahçesinde İvaz Efendi’nin de yattığı hazire kalmış.
Tepeden aşağı biraz inince sağda göreceğiniz 1513 yılında inşa edilen Emir Buhari Tekkesi, XIX. yüzyılda yeniden yapılmış. Baştan aşağı restorasyon ise 2009 yılında oldu.
Blachernae Sarayı
Haiiç kıyılarında kara surları ve deniz surlarının birleştiği yere yakın bir yerde bulunan Blachernae Saray kompleksi 500’lü yıllarda İmparator Anastasios tarafından yapılmış. Adını yakınlardaki çok saygı duyulan bir ayazmadan alan saray, ayazmayı ziyaret eden imparatorluk ailesi tarafından kullanılmış. XI. ya da XII. yüzyılda hanedan Sultanahmet’teki Böyük Saray’dan buraya taşınınca geniş ölçüde yeniden inşa edilmiş. 1204 yılından 1261’e kadar süren Latin İşgali döneminde Büyük Saray virane bir halde bırakılmış ve imparatorlar burayı sürekli olarak kullanmaya başlamışlar. Batılı yorumculann arkasından ağıtlar yaktığı görkeminden ne yazık ki bugüne çok az şey ulaşmış: Tekfur Sarayı, tepedeki birkaç yapı Anemas Zindanı ve II. Isakios Angeios Kulesi.
Civardaki Ayvansaray (Eyvan Sarayı) semti adım görünüşe göre saraydan almış. “Ayvan” Farsça bir kemerle dışarı açılan dikdörtgen mekân anlamına gelen “eyvan” kelimesinin bozulmuş hak.
Anemas Zindanı
Bhchemae Saray kompleksinin bir parçası olan bu hapishane birçok tutsak ağırlamış. Bunların arasında burada öldürülen imparatorlar II. Isakios Angelos ve IV. Aiexios Angelos da var. Orijinal binada, zindanın üç kata dağılmış 42 hücresi varmış. Girit Adası’nın Arap emirinin soyundan gelen Michael Anemas XII. yüzyılda İstanbul’a mahkûm olarak getirilmiş. Cesur davranışları sayesinde Bizans imparatorunun saygısını kazanmış. Anemas, Alexios Komnenos’a karşı bir ayaklanmaya karışmış. Sakalları yolunarak paçavra kıyafetler içinde, sokaklarda gezdirilme cezasına çarptırılmış. Şanslıymış, imparatoriçe ona acımış ve kocasına onu kör yapmaması için yalvarmış. Anemas, adını taşıyan zindana atılmış. Zülfü Livaneli Şahmaran filmini bu zindanda çekmişti. Zindan 2010 yılında restore ediliyordu. İnşallah yakında biter.
Gizli Mezarlık
Ayvansaray’da kara surlarının deniz surları île birleştiği yerde* XVII. yüzyılda yapılmış ancak 2009’da yeniden inşa edilmiş küçük Hacı Hüsrev Mescidi var. Mescidin bahçesinden kara surlarından geriye kalan son üç kulenin nefes kesen manzarasını seyredebilirsiniz. Burada duvarların önünde küçük ve güzel bir mezarlık var. Ebu Şeybet-ül Hudri’nin türbesi de burada. Bu mezarlıkta Hz. Muhammed’in yoldaşları olduklarına inanılan Ebu Ahmet El Ansari ile Hamidullah Et Ansari ve 1453’te şehrin fethinde görev aldığına inanılan Toklu İbrahim Dede de yatıyor.
1990’da yapılan bir araştırmaya göre İstanbul’da 180 tanesinin yapısı duran 200 civarında ayazma var. Zarif Mustafa Paşa Yalısı’nın bahçesinde bile Bizans döneminden kalma bir ayazma bulunuyor. Arnavutköy’deki Ayios Nikolaos örneğinde olduğu gibi ziyaret ettiğimiz ayazmaların bir kısmı çok kötü durumdaydı. Üzüldük, çünkü bütün eserler bu ülkenin zenginliklerinin bir parçası.
Blachernae Ayazması
Bugün Ayvansaray Kuyu Sokağı’nda bulunan ve iyileştirici gücüne inanılan ayazmaya Hıristiyanlık öncesi dönemde de insanlar geliyormuş. 451 yılında İmparator Marcian’ın eşi Pulcheria, burada bir kilise inşa ettirince önemi daha da artmış. Kutsal topraklardan dönen iki hacı Meryem Ana tarafından giyildiğine inanılan, Kudüs’ten çaldıkları giysileri bağışlamışlar. Burası şehirdeki en kutsal mekân haline gelmiş.
Bu yüzden kilise ve bölge imparatorların çok sık ziyaret ettiği bir yer halini almış ve zamanla buraya bir saray yapma ihtiyacı doğmuş. Öyle inanılmış ki buranın gücüne, 627 yılında Avarlar’a karşı savaşan askerleri cesaretlendirmek için Bakire Blacherniotissa’nın şehir surları üzerinde görüldüğü rivayeti yayılınca kimse şaşırmamış. Bugün hala Avarları yenme yıldönümünde kutlama yapılıyor. Orijinal kilise 1434’te bir yangında hasar görmüş, ayazma XIX. yüzyılda zarif bir kubbe eklenerek yeniden yapılan  kilisenin içinde kalmış.
0 notes
ozelrehberiniz · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Topkapı’dan Ayvansaray’a Giderken Görülmesi Gereken Yerler
Emin Baba Tekkesi
Edimekapı’da yolun karşısına geçtiğiniz zaman göreceğiniz Emin Baba Tekkesi, konak tarzı Bektaşi tekkelerinin en güzel örneklerinden. Sultan Abdüla-ziz’in annesi Peıtevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi tekkelerinin kapalı olduğu dönemde onarılması, Bektaşiliğin gücünü göstermesi açısından önemli. 1997 yılında yenilenen tekke, arka bahçesindeki mezarlıkta bulunan gri mezar taşlarıyla da ilgi çekiyor.
Osmanlıların şehre ilk girdikleri yer: Ahşap Hipodrom Kapısı / Kerkoporta
Edirnekapı’nın kuzeyinde yer alan ve geçmişte bu civarda bulunan hipodrom yüzüne 01ı Ahşap Hipodrom Kapısı olarak adlandırılan kapıdan Fatih Sultan Mehmed’in Yeniçeleri ilk kez şehre girmeyi başarmış. Hemen yakınındaki burç ise Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını dikmek için tırmandığı yer (Topkapı metro istasyonuna onun anısına adı verilmiş). Bu arada “Kerko” Yunanca kuyruk demek, hipodromdaki atlardan geliyor, aynı bir sonraki kapının adının nal olması gibi.
Eğrikapı
Bizanslılar döneminde burada atlar için nal (kaligae) yapılan bir yer varmış. İmparator Manuel Komnenos bir kapı yaptırınca adı “Poıta Kaligaria” olmuş. Bugünkü adıyla Eğrikapı’nın girişinde, Eyüp Sultan’ın yeğeni Hazret Hafız’ın türbesi var. Hazret Hafız’ın VII. yüzyıldaki Arap Kuşatması sırasında öldüğü sanılıyor. 1453’te Türklerin çoğu bu kapıdan şehre girmiş.
1939 yılına kadar bu kapının yanında, Bizans döneminden bu yana Yahudiler tarafından kullanılan bir mezarlık varmış. Buradaki mezar taşlar�� günümüzde Hasköy Mezarlığına taşınmış. Surları geçip soldan iç aşağı doğru yöneldiğinizde yüksek bir duvarın arkasında XIX. yüzyıl Rum Ortodoks kilisesi olan Panayia Suda’yı görürsünüz. Kilisenin içinde sinir hastalıklarından muzdarip olanlara iyi geldiğine inanılan ayazma var. Cemaat kalmadığından kilise hep kapalı, o yüzden ayazmayı görme şansınız yok gibi.
Soldaki kapıdan dışarı çıktığınızda Belgrad Ormanı’ndan getirilen suyun iki son toplama noktasından biri olan Mimar Sinan’ın yaptığı Kırkçeşme Maksemİ’ni göreceksiniz. Maksem 2009 yılında restore edildi. Son toplama yerlerinden İkincisi ise Taksim Meydanı’nda anıtın arkasındadır.
Tekfur Sarayı’ndaki Atölye
BizanslIların saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzında inşa etme gelenekleri burada da bozulmamış. XIII. veya XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Tekfur (Porphyrogenitos) Sarayı, yanı-başındaki Blachemae Saray kompleksinin önemli bir parçası olarak yapılmış. Porphyrogenitos “mor ya da porfir rengine doğmuş” demek. Mor kraliyet rengi olduğu için bu Bizans imparatorları için de kullanılan bir tanımlama. Mermer ve tuğla ile yapılan sarayın dış yüzey süslemeleri iyi durumda. Yıllardır bitmeyen restorasyon dolayısıyla içeriye girmenin mümkün olmadığı binanın terkedildiği yalnızlık inşanın içini acıtıyor.
Saray Türkçe ’de Tekfur (İmparator) Sarayı olarak tanınmış. Sarayın ilginç bir öyküsü var. Fetihten sonra bir süre zürafa gibi değişik hayvanların olduğu küçük bir hayvanat bahçesi, olarak kullanılmış. 18. yüzyılda çini ve seramik üreten bir atölye olarak yeni hayatına başlamış. İznik fırınlarında üretilenlere göre daha düşük kalitede kabul edilse de, bu seramikler bugün bile çok değerli. Örneklerini İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Çinili Köşk’te görebilirsiniz. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru çini üretimi durdurulup bina düşkünler evine dönüştürülmüş. Robert Koleji (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) kuran Cyrus Hamlin, 1860’larda okulu saraydan geri kalan bölümde kurmayı bile düşünmüş.
Rum Kiliseleri
İstanbul’da 96 tane Rum Ortodoks kilisesi var. İo’u manastırı 12’si mezarlık, 2’si kurum kilisesi. 1 özel, 7 tane de temsilcilik statüsünde kilise var. Kiliselerin 53 tanesi Tanzimat öncesinde, 42 tanesi Tanzimat sonrasında yapılmış. Bir tek Panayia Muhliotissa Kilisesi Bizans döneminden kalmış.
İvaz Efendi Camii
1580’lerde yapılan caminin geleneksel bir cümle kapısı yok. Ana girişin üstünde Mimar Sinan tarafından yapıldığı yazılı ama Sinan’ın tezkerelerinde adı geçmediğinden yine de mimarı hakkında kesin konuşulamıyor. Blachernae Sarayı’nın kalıntılarının üzerine inşa edilen caminin tek minaresi kıble duvarının köşesine yapılmış, mihrabı ise harika İznik çinileriyle donatılmış. Kazasker İvaz Efendi’nin aslında bir külliye olarak yaptırdığı eserden < geriye sadece bir çeşme ve bahçesinde İvaz Efendi’nin de yattığı hazire kalmış.
Tepeden aşağı biraz inince sağda göreceğiniz 1513 yılında inşa edilen Emir Buhari Tekkesi, XIX. yüzyılda yeniden yapılmış. Baştan aşağı restorasyon ise 2009 yılında oldu.
Blachernae Sarayı
Haiiç kıyılarında kara surları ve deniz surlarının birleştiği yere yakın bir yerde bulunan Blachernae Saray kompleksi 500’lü yıllarda İmparator Anastasios tarafından yapılmış. Adını yakınlardaki çok saygı duyulan bir ayazmadan alan saray, ayazmayı ziyaret eden imparatorluk ailesi tarafından kullanılmış. XI. ya da XII. yüzyılda hanedan Sultanahmet’teki Böyük Saray’dan buraya taşınınca geniş ölçüde yeniden inşa edilmiş. 1204 yılından 1261’e kadar süren Latin İşgali döneminde Büyük Saray virane bir halde bırakılmış ve imparatorlar burayı sürekli olarak kullanmaya başlamışlar. Batılı yorumculann arkasından ağıtlar yaktığı görkeminden ne yazık ki bugüne çok az şey ulaşmış: Tekfur Sarayı, tepedeki birkaç yapı Anemas Zindanı ve II. Isakios Angeios Kulesi.
Civardaki Ayvansaray (Eyvan Sarayı) semti adım görünüşe göre saraydan almış. “Ayvan” Farsça bir kemerle dışarı açılan dikdörtgen mekân anlamına gelen “eyvan” kelimesinin bozulmuş hak.
Anemas Zindanı
Bhchemae Saray kompleksinin bir parçası olan bu hapishane birçok tutsak ağırlamış. Bunların arasında burada öldürülen imparatorlar II. Isakios Angelos ve IV. Aiexios Angelos da var. Orijinal binada, zindanın üç kata dağılmış 42 hücresi varmış. Girit Adası’nın Arap emirinin soyundan gelen Michael Anemas XII. yüzyılda İstanbul’a mahkûm olarak getirilmiş. Cesur davranışları sayesinde Bizans imparatorunun saygısını kazanmış. Anemas, Alexios Komnenos’a karşı bir ayaklanmaya karışmış. Sakalları yolunarak paçavra kıyafetler içinde, sokaklarda gezdirilme cezasına çarptırılmış. Şanslıymış, imparatoriçe ona acımış ve kocasına onu kör yapmaması için yalvarmış. Anemas, adını taşıyan zindana atılmış. Zülfü Livaneli Şahmaran filmini bu zindanda çekmişti. Zindan 2010 yılında restore ediliyordu. İnşallah yakında biter.
Gizli Mezarlık
Ayvansaray’da kara surlarının deniz surları île birleştiği yerde* XVII. yüzyılda yapılmış ancak 2009’da yeniden inşa edilmiş küçük Hacı Hüsrev Mescidi var. Mescidin bahçesinden kara surlarından geriye kalan son üç kulenin nefes kesen manzarasını seyredebilirsiniz. Burada duvarların önünde küçük ve güzel bir mezarlık var. Ebu Şeybet-ül Hudri’nin türbesi de burada. Bu mezarlıkta Hz. Muhammed’in yoldaşları olduklarına inanılan Ebu Ahmet El Ansari ile Hamidullah Et Ansari ve 1453’te şehrin fethinde görev aldığına inanılan Toklu İbrahim Dede de yatıyor.
1990’da yapılan bir araştırmaya göre İstanbul’da 180 tanesinin yapısı duran 200 civarında ayazma var. Zarif Mustafa Paşa Yalısı’nın bahçesinde bile Bizans döneminden kalma bir ayazma bulunuyor. Arnavutköy’deki Ayios Nikolaos örneğinde olduğu gibi ziyaret ettiğimiz ayazmaların bir kısmı çok kötü durumdaydı. Üzüldük, çünkü bütün eserler bu ülkenin zenginliklerinin bir parçası.
Blachernae Ayazması
Bugün Ayvansaray Kuyu Sokağı’nda bulunan ve iyileştirici gücüne inanılan ayazmaya Hıristiyanlık öncesi dönemde de insanlar geliyormuş. 451 yılında İmparator Marcian’ın eşi Pulcheria, burada bir kilise inşa ettirince önemi daha da artmış. Kutsal topraklardan dönen iki hacı Meryem Ana tarafından giyildiğine inanılan, Kudüs’ten çaldıkları giysileri bağışlamışlar. Burası şehirdeki en kutsal mekân haline gelmiş.
Bu yüzden kilise ve bölge imparatorların çok sık ziyaret ettiği bir yer halini almış ve zamanla buraya bir saray yapma ihtiyacı doğmuş. Öyle inanılmış ki buranın gücüne, 627 yılında Avarlar’a karşı savaşan askerleri cesaretlendirmek için Bakire Blacherniotissa’nın şehir surları üzerinde görüldüğü rivayeti yayılınca kimse şaşırmamış. Bugün hala Avarları yenme yıldönümünde kutlama yapılıyor. Orijinal kilise 1434’te bir yangında hasar görmüş, ayazma XIX. yüzyılda zarif bir kubbe eklenerek yeniden yapılan  kilisenin içinde kalmış.
1 note · View note
istanbuldoga-blog · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Topkapı’dan Ayvansaray’a Giderken Görülmesi Gereken Yerler
Emin Baba Tekkesi
Edimekapı’da yolun karşısına geçtiğiniz zaman göreceğiniz Emin Baba Tekkesi, konak tarzı Bektaşi tekkelerinin en güzel örneklerinden. Sultan Abdüla-ziz’in annesi Peıtevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi tekkelerinin kapalı olduğu dönemde onarılması, Bektaşiliğin gücünü göstermesi açısından önemli. 1997 yılında yenilenen tekke, arka bahçesindeki mezarlıkta bulunan gri mezar taşlarıyla da ilgi çekiyor.
Osmanlıların şehre ilk girdikleri yer: Ahşap Hipodrom Kapısı / Kerkoporta
Edirnekapı’nın kuzeyinde yer alan ve geçmişte bu civarda bulunan hipodrom yüzüne 01ı Ahşap Hipodrom Kapısı olarak adlandırılan kapıdan Fatih Sultan Mehmed’in Yeniçeleri ilk kez şehre girmeyi başarmış. Hemen yakınındaki burç ise Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını dikmek için tırmandığı yer (Topkapı metro istasyonuna onun anısına adı verilmiş). Bu arada “Kerko” Yunanca kuyruk demek, hipodromdaki atlardan geliyor, aynı bir sonraki kapının adının nal olması gibi.
Eğrikapı
Bizanslılar döneminde burada atlar için nal (kaligae) yapılan bir yer varmış. İmparator Manuel Komnenos bir kapı yaptırınca adı “Poıta Kaligaria” olmuş. Bugünkü adıyla Eğrikapı’nın girişinde, Eyüp Sultan’ın yeğeni Hazret Hafız’ın türbesi var. Hazret Hafız’ın VII. yüzyıldaki Arap Kuşatması sırasında öldüğü sanılıyor. 1453’te Türklerin çoğu bu kapıdan şehre girmiş.
1939 yılına kadar bu kapının yanında, Bizans döneminden bu yana Yahudiler tarafından kullanılan bir mezarlık varmış. Buradaki mezar taşları günümüzde Hasköy Mezarlığına taşınmış. Surları geçip soldan iç aşağı doğru yöneldiğinizde yüksek bir duvarın arkasında XIX. yüzyıl Rum Ortodoks kilisesi olan Panayia Suda’yı görürsünüz. Kilisenin içinde sinir hastalıklarından muzdarip olanlara iyi geldiğine inanılan ayazma var. Cemaat kalmadığından kilise hep kapalı, o yüzden ayazmayı görme şansınız yok gibi.
Soldaki kapıdan dışarı çıktığınızda Belgrad Ormanı’ndan getirilen suyun iki son toplama noktasından biri olan Mimar Sinan’ın yaptığı Kırkçeşme Maksemİ’ni göreceksiniz. Maksem 2009 yılında restore edildi. Son toplama yerlerinden İkincisi ise Taksim Meydanı’nda anıtın arkasındadır.
Tekfur Sarayı’ndaki Atölye
BizanslIların saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzında inşa etme gelenekleri burada da bozulmamış. XIII. veya XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Tekfur (Porphyrogenitos) Sarayı, yanı-başındaki Blachemae Saray kompleksinin önemli bir parçası olarak yapılmış. Porphyrogenitos “mor ya da porfir rengine doğmuş” demek. Mor kraliyet rengi olduğu için bu Bizans imparatorları için de kullanılan bir tanımlama. Mermer ve tuğla ile yapılan sarayın dış yüzey süslemeleri iyi durumda. Yıllardır bitmeyen restorasyon dolayısıyla içeriye girmenin mümkün olmadığı binanın terkedildiği yalnızlık inşanın içini acıtıyor.
Saray Türkçe ’de Tekfur (İmparator) Sarayı olarak tanınmış. Sarayın ilginç bir öyküsü var. Fetihten sonra bir süre zürafa gibi değişik hayvanların olduğu küçük bir hayvanat bahçesi, olarak kullanılmış. 18. yüzyılda çini ve seramik üreten bir atölye olarak yeni hayatına başlamış. İznik fırınlarında üretilenlere göre daha düşük kalitede kabul edilse de, bu seramikler bugün bile çok değerli. Örneklerini İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Çinili Köşk’te görebilirsiniz. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru çini üretimi durdurulup bina düşkünler evine dönüştürülmüş. Robert Koleji (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) kuran Cyrus Hamlin, 1860’larda okulu saraydan geri kalan bölümde kurmayı bile düşünmüş.
Rum Kiliseleri
İstanbul’da 96 tane Rum Ortodoks kilisesi var. İo’u manastırı 12’si mezarlık, 2’si kurum kilisesi. 1 özel, 7 tane de temsilcilik statüsünde kilise var. Kiliselerin 53 tanesi Tanzimat öncesinde, 42 tanesi Tanzimat sonrasında yapılmış. Bir tek Panayia Muhliotissa Kilisesi Bizans döneminden kalmış.
İvaz Efendi Camii
1580’lerde yapılan caminin geleneksel bir cümle kapısı yok. Ana girişin üstünde Mimar Sinan tarafından yapıldığı yazılı ama Sinan’ın tezkerelerinde adı geçmediğinden yine de mimarı hakkında kesin konuşulamıyor. Blachernae Sarayı’nın kalıntılarının üzerine inşa edilen caminin tek minaresi kıble duvarının köşesine yapılmış, mihrabı ise harika İznik çinileriyle donatılmış. Kazasker İvaz Efendi’nin aslında bir külliye olarak yaptırdığı eserden < geriye sadece bir çeşme ve bahçesinde İvaz Efendi’nin de yattığı hazire kalmış.
Tepeden aşağı biraz inince sağda göreceğiniz 1513 yılında inşa edilen Emir Buhari Tekkesi, XIX. yüzyılda yeniden yapılmış. Baştan aşağı restorasyon ise 2009 yılında oldu.
Blachernae Sarayı
Haiiç kıyılarında kara surları ve deniz surlarının birleştiği yere yakın bir yerde bulunan Blachernae Saray kompleksi 500’lü yıllarda İmparator Anastasios tarafından yapılmış. Adını yakınlardaki çok saygı duyulan bir ayazmadan alan saray, ayazmayı ziyaret eden imparatorluk ailesi tarafından kullanılmış. XI. ya da XII. yüzyılda hanedan Sultanahmet’teki Böyük Saray’dan buraya taşınınca geniş ölçüde yeniden inşa edilmiş. 1204 yılından 1261’e kadar süren Latin İşgali döneminde Büyük Saray virane bir halde bırakılmış ve imparatorlar burayı sürekli olarak kullanmaya başlamışlar. Batılı yorumculann arkasından ağıtlar yaktığı görkeminden ne yazık ki bugüne çok az şey ulaşmış: Tekfur Sarayı, tepedeki birkaç yapı Anemas Zindanı ve II. Isakios Angeios Kulesi.
Civardaki Ayvansaray (Eyvan Sarayı) semti adım görünüşe göre saraydan almış. “Ayvan” Farsça bir kemerle dışarı açılan dikdörtgen mekân anlamına gelen “eyvan” kelimesinin bozulmuş hak.
Anemas Zindanı
Bhchemae Saray kompleksinin bir parçası olan bu hapishane birçok tutsak ağırlamış. Bunların arasında burada öldürülen imparatorlar II. Isakios Angelos ve IV. Aiexios Angelos da var. Orijinal binada, zindanın üç kata dağılmış 42 hücresi varmış. Girit Adası’nın Arap emirinin soyundan gelen Michael Anemas XII. yüzyılda İstanbul’a mahkûm olarak getirilmiş. Cesur davranışları sayesinde Bizans imparatorunun saygısını kazanmış. Anemas, Alexios Komnenos’a karşı bir ayaklanmaya karışmış. Sakalları yolunarak paçavra kıyafetler içinde, sokaklarda gezdirilme cezasına çarptırılmış. Şanslıymış, imparatoriçe ona acımış ve kocasına onu kör yapmaması için yalvarmış. Anemas, adını taşıyan zindana atılmış. Zülfü Livaneli Şahmaran filmini bu zindanda çekmişti. Zindan 2010 yılında restore ediliyordu. İnşallah yakında biter.
Gizli Mezarlık
Ayvansaray’da kara surlarının deniz surları île birleştiği yerde* XVII. yüzyılda yapılmış ancak 2009’da yeniden inşa edilmiş küçük Hacı Hüsrev Mescidi var. Mescidin bahçesinden kara surlarından geriye kalan son üç kulenin nefes kesen manzarasını seyredebilirsiniz. Burada duvarların önünde küçük ve güzel bir mezarlık var. Ebu Şeybet-ül Hudri’nin türbesi de burada. Bu mezarlıkta Hz. Muhammed’in yoldaşları olduklarına inanılan Ebu Ahmet El Ansari ile Hamidullah Et Ansari ve 1453’te şehrin fethinde görev aldığına inanılan Toklu İbrahim Dede de yatıyor.
1990’da yapılan bir araştırmaya göre İstanbul’da 180 tanesinin yapısı duran 200 civarında ayazma var. Zarif Mustafa Paşa Yalısı’nın bahçesinde bile Bizans döneminden kalma bir ayazma bulunuyor. Arnavutköy’deki Ayios Nikolaos örneğinde olduğu gibi ziyaret ettiğimiz ayazmaların bir kısmı çok kötü durumdaydı. Üzüldük, çünkü bütün eserler bu ülkenin zenginliklerinin bir parçası.
Blachernae Ayazması
Bugün Ayvansaray Kuyu Sokağı’nda bulunan ve iyileştirici gücüne inanılan ayazmaya Hıristiyanlık öncesi dönemde de insanlar geliyormuş. 451 yılında İmparator Marcian’ın eşi Pulcheria, burada bir kilise inşa ettirince önemi daha da artmış. Kutsal topraklardan dönen iki hacı Meryem Ana tarafından giyildiğine inanılan, Kudüs’ten çaldıkları giysileri bağışlamışlar. Burası şehirdeki en kutsal mekân haline gelmiş.
Bu yüzden kilise ve bölge imparatorların çok sık ziyaret ettiği bir yer halini almış ve zamanla buraya bir saray yapma ihtiyacı doğmuş. Öyle inanılmış ki buranın gücüne, 627 yılında Avarlar’a karşı savaşan askerleri cesaretlendirmek için Bakire Blacherniotissa’nın şehir surları üzerinde görüldüğü rivayeti yayılınca kimse şaşırmamış. Bugün hala Avarları yenme yıldönümünde kutlama yapılıyor. Orijinal kilise 1434’te bir yangında hasar görmüş, ayazma XIX. yüzyılda zarif bir kubbe eklenerek yeniden yapılan  kilisenin içinde kalmış.
0 notes
koruistan-blog · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Topkapı’dan Ayvansaray’a Giderken Görülmesi Gereken Yerler
Emin Baba Tekkesi
Edimekapı’da yolun karşısına geçtiğiniz zaman göreceğiniz Emin Baba Tekkesi, konak tarzı Bektaşi tekkelerinin en güzel örneklerinden. Sultan Abdüla-ziz’in annesi Peıtevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi tekkelerinin kapalı olduğu dönemde onarılması, Bektaşiliğin gücünü göstermesi açısından önemli. 1997 yılında yenilenen tekke, arka bahçesindeki mezarlıkta bulunan gri mezar taşlarıyla da ilgi çekiyor.
Osmanlıların şehre ilk girdikleri yer: Ahşap Hipodrom Kapısı / Kerkoporta
Edirnekapı’nın kuzeyinde yer alan ve geçmişte bu civarda bulunan hipodrom yüzüne 01ı Ahşap Hipodrom Kapısı olarak adlandırılan kapıdan Fatih Sultan Mehmed’in Yeniçeleri ilk kez şehre girmeyi başarmış. Hemen yakınındaki burç ise Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını dikmek için tırmandığı yer (Topkapı metro istasyonuna onun anısına adı verilmiş). Bu arada “Kerko” Yunanca kuyruk demek, hipodromdaki atlardan geliyor, aynı bir sonraki kapının adının nal olması gibi.
Eğrikapı
Bizanslılar döneminde burada atlar için nal (kaligae) yapılan bir yer varmış. İmparator Manuel Komnenos bir kapı yaptırınca adı “Poıta Kaligaria” olmuş. Bugünkü adıyla Eğrikapı’nın girişinde, Eyüp Sultan’ın yeğeni Hazret Hafız’ın türbesi var. Hazret Hafız’ın VII. yüzyıldaki Arap Kuşatması sırasında öldüğü sanılıyor. 1453’te Türklerin çoğu bu kapıdan şehre girmiş.
1939 yılına kadar bu kapının yanında, Bizans döneminden bu yana Yahudiler tarafından kullanılan bir mezarlık varmış. Buradaki mezar taşları günümüzde Hasköy Mezarlığına taşınmış. Surları geçip soldan iç aşağı doğru yöneldiğinizde yüksek bir duvarın arkasında XIX. yüzyıl Rum Ortodoks kilisesi olan Panayia Suda’yı görürsünüz. Kilisenin içinde sinir hastalıklarından muzdarip olanlara iyi geldiğine inanılan ayazma var. Cemaat kalmadığından kilise hep kapalı, o yüzden ayazmayı görme şansınız yok gibi.
Soldaki kapıdan dışarı çıktığınızda Belgrad Ormanı’ndan getirilen suyun iki son toplama noktasından biri olan Mimar Sinan’ın yaptığı Kırkçeşme Maksemİ’ni göreceksiniz. Maksem 2009 yılında restore edildi. Son toplama yerlerinden İkincisi ise Taksim Meydanı’nda anıtın arkasındadır.
Tekfur Sarayı’ndaki Atölye
BizanslIların saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzında inşa etme gelenekleri burada da bozulmamış. XIII. veya XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Tekfur (Porphyrogenitos) Sarayı, yanı-başındaki Blachemae Saray kompleksinin önemli bir parçası olarak yapılmış. Porphyrogenitos “mor ya da porfir rengine doğmuş” demek. Mor kraliyet rengi olduğu için bu Bizans imparatorları için de kullanılan bir tanımlama. Mermer ve tuğla ile yapılan sarayın dış yüzey süslemeleri iyi durumda. Yıllardır bitmeyen restorasyon dolayısıyla içeriye girmenin mümkün olmadığı binanın terkedildiği yalnızlık inşanın içini acıtıyor.
Saray Türkçe ’de Tekfur (İmparator) Sarayı olarak tanınmış. Sarayın ilginç bir öyküsü var. Fetihten sonra bir süre zürafa gibi değişik hayvanların olduğu küçük bir hayvanat bahçesi, olarak kullanılmış. 18. yüzyılda çini ve seramik üreten bir atölye olarak yeni hayatına başlamış. İznik fırınlarında üretilenlere göre daha düşük kalitede kabul edilse de, bu seramikler bugün bile çok değerli. Örneklerini İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Çinili Köşk’te görebilirsiniz. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru çini üretimi durdurulup bina düşkünler evine dönüştürülmüş. Robert Koleji (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) kuran Cyrus Hamlin, 1860’larda okulu saraydan geri kalan bölümde kurmayı bile düşünmüş.
Rum Kiliseleri
İstanbul’da 96 tane Rum Ortodoks kilisesi var. İo’u manastırı 12’si mezarlık, 2’si kurum kilisesi. 1 özel, 7 tane de temsilcilik statüsünde kilise var. Kiliselerin 53 tanesi Tanzimat öncesinde, 42 tanesi Tanzimat sonrasında yapılmış. Bir tek Panayia Muhliotissa Kilisesi Bizans döneminden kalmış.
İvaz Efendi Camii
1580’lerde yapılan caminin geleneksel bir cümle kapısı yok. Ana girişin üstünde Mimar Sinan tarafından yapıldığı yazılı ama Sinan’ın tezkerelerinde adı geçmediğinden yine de mimarı hakkında kesin konuşulamıyor. Blachernae Sarayı’nın kalıntılarının üzerine inşa edilen caminin tek minaresi kıble duvarının köşesine yapılmış, mihrabı ise harika İznik çinileriyle donatılmış. Kazasker İvaz Efendi’nin aslında bir külliye olarak yaptırdığı eserden < geriye sadece bir çeşme ve bahçesinde İvaz Efendi’nin de yattığı hazire kalmış.
Tepeden aşağı biraz inince sağda göreceğiniz 1513 yılında inşa edilen Emir Buhari Tekkesi, XIX. yüzyılda yeniden yapılmış. Baştan aşağı restorasyon ise 2009 yılında oldu.
Blachernae Sarayı
Haiiç kıyılarında kara surları ve deniz surlarının birleştiği yere yakın bir yerde bulunan Blachernae Saray kompleksi 500’lü yıllarda İmparator Anastasios tarafından yapılmış. Adını yakınlardaki çok saygı duyulan bir ayazmadan alan saray, ayazmayı ziyaret eden imparatorluk ailesi tarafından kullanılmış. XI. ya da XII. yüzyılda hanedan Sultanahmet’teki Böyük Saray’dan buraya taşınınca geniş ölçüde yeniden inşa edilmiş. 1204 yılından 1261’e kadar süren Latin İşgali döneminde Büyük Saray virane bir halde bırakılmış ve imparatorlar burayı sürekli olarak kullanmaya başlamışlar. Batılı yorumculann arkasından ağıtlar yaktığı görkeminden ne yazık ki bugüne çok az şey ulaşmış: Tekfur Sarayı, tepedeki birkaç yapı Anemas Zindanı ve II. Isakios Angeios Kulesi.
Civardaki Ayvansaray (Eyvan Sarayı) semti adım görünüşe göre saraydan almış. “Ayvan” Farsça bir kemerle dışarı açılan dikdörtgen mekân anlamına gelen “eyvan” kelimesinin bozulmuş hak.
Anemas Zindanı
Bhchemae Saray kompleksinin bir parçası olan bu hapishane birçok tutsak ağırlamış. Bunların arasında burada öldürülen imparatorlar II. Isakios Angelos ve IV. Aiexios Angelos da var. Orijinal binada, zindanın üç kata dağılmış 42 hücresi varmış. Girit Adası’nın Arap emirinin soyundan gelen Michael Anemas XII. yüzyılda İstanbul’a mahkûm olarak getirilmiş. Cesur davranışları sayesinde Bizans imparatorunun saygısını kazanmış. Anemas, Alexios Komnenos’a karşı bir ayaklanmaya karışmış. Sakalları yolunarak paçavra kıyafetler içinde, sokaklarda gezdirilme cezasına çarptırılmış. Şanslıymış, imparatoriçe ona acımış ve kocasına onu kör yapmaması için yalvarmış. Anemas, adını taşıyan zindana atılmış. Zülfü Livaneli Şahmaran filmini bu zindanda çekmişti. Zindan 2010 yılında restore ediliyordu. İnşallah yakında biter.
Gizli Mezarlık
Ayvansaray’da kara surlarının deniz surları île birleştiği yerde* XVII. yüzyılda yapılmış ancak 2009’da yeniden inşa edilmiş küçük Hacı Hüsrev Mescidi var. Mescidin bahçesinden kara surlarından geriye kalan son üç kulenin nefes kesen manzarasını seyredebilirsiniz. Burada duvarların önünde küçük ve güzel bir mezarlık var. Ebu Şeybet-ül Hudri’nin türbesi de burada. Bu mezarlıkta Hz. Muhammed’in yoldaşları olduklarına inanılan Ebu Ahmet El Ansari ile Hamidullah Et Ansari ve 1453’te şehrin fethinde görev aldığına inanılan Toklu İbrahim Dede de yatıyor.
1990’da yapılan bir araştırmaya göre İstanbul’da 180 tanesinin yapısı duran 200 civarında ayazma var. Zarif Mustafa Paşa Yalısı’nın bahçesinde bile Bizans döneminden kalma bir ayazma bulunuyor. Arnavutköy’deki Ayios Nikolaos örneğinde olduğu gibi ziyaret ettiğimiz ayazmaların bir kısmı çok kötü durumdaydı. Üzüldük, çünkü bütün eserler bu ülkenin zenginliklerinin bir parçası.
Blachernae Ayazması
Bugün Ayvansaray Kuyu Sokağı’nda bulunan ve iyileştirici gücüne inanılan ayazmaya Hıristiyanlık öncesi dönemde de insanlar geliyormuş. 451 yılında İmparator Marcian’ın eşi Pulcheria, burada bir kilise inşa ettirince önemi daha da artmış. Kutsal topraklardan dönen iki hacı Meryem Ana tarafından giyildiğine inanılan, Kudüs’ten çaldıkları giysileri bağışlamışlar. Burası şehirdeki en kutsal mekân haline gelmiş.
Bu yüzden kilise ve bölge imparatorların çok sık ziyaret ettiği bir yer halini almış ve zamanla buraya bir saray yapma ihtiyacı doğmuş. Öyle inanılmış ki buranın gücüne, 627 yılında Avarlar’a karşı savaşan askerleri cesaretlendirmek için Bakire Blacherniotissa’nın şehir surları üzerinde görüldüğü rivayeti yayılınca kimse şaşırmamış. Bugün hala Avarları yenme yıldönümünde kutlama yapılıyor. Orijinal kilise 1434’te bir yangında hasar görmüş, ayazma XIX. yüzyılda zarif bir kubbe eklenerek yeniden yapılan  kilisenin içinde kalmış.
0 notes
selviler · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Topkapı’dan Ayvansaray’a Giderken Görülmesi Gereken Yerler
Emin Baba Tekkesi
Edimekapı’da yolun karşısına geçtiğiniz zaman göreceğiniz Emin Baba Tekkesi, konak tarzı Bektaşi tekkelerinin en güzel örneklerinden. Sultan Abdüla-ziz’in annesi Peıtevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi tekkelerinin kapalı olduğu dönemde onarılması, Bektaşiliğin gücünü göstermesi açısından önemli. 1997 yılında yenilenen tekke, arka bahçesindeki mezarlıkta bulunan gri mezar taşlarıyla da ilgi çekiyor.
Osmanlıların şehre ilk girdikleri yer: Ahşap Hipodrom Kapısı / Kerkoporta
Edirnekapı’nın kuzeyinde yer alan ve geçmişte bu civarda bulunan hipodrom yüzüne 01ı Ahşap Hipodrom Kapısı olarak adlandırılan kapıdan Fatih Sultan Mehmed’in Yeniçeleri ilk kez şehre girmeyi başarmış. Hemen yakınındaki burç ise Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını dikmek için tırmandığı yer (Topkapı metro istasyonuna onun anısına adı verilmiş). Bu arada “Kerko” Yunanca kuyruk demek, hipodromdaki atlardan geliyor, aynı bir sonraki kapının adının nal olması gibi.
Eğrikapı
Bizanslılar döneminde burada atlar için nal (kaligae) yapılan bir yer varmış. İmparator Manuel Komnenos bir kapı yaptırınca adı “Poıta Kaligaria” olmuş. Bugünkü adıyla Eğrikapı’nın girişinde, Eyüp Sultan’ın yeğeni Hazret Hafız’ın türbesi var. Hazret Hafız’ın VII. yüzyıldaki Arap Kuşatması sırasında öldüğü sanılıyor. 1453’te Türklerin çoğu bu kapıdan şehre girmiş.
1939 yılına kadar bu kapının yanında, Bizans döneminden bu yana Yahudiler tarafından kullanılan bir mezarlık varmış. Buradaki mezar taşları günümüzde Hasköy Mezarlığına taşınmış. Surları geçip soldan iç aşağı doğru yöneldiğinizde yüksek bir duvarın arkasında XIX. yüzyıl Rum Ortodoks kilisesi olan Panayia Suda’yı görürsünüz. Kilisenin içinde sinir hastalıklarından muzdarip olanlara iyi geldiğine inanılan ayazma var. Cemaat kalmadığından kilise hep kapalı, o yüzden ayazmayı görme şansınız yok gibi.
Soldaki kapıdan dışarı çıktığınızda Belgrad Ormanı’ndan getirilen suyun iki son toplama noktasından biri olan Mimar Sinan’ın yaptığı Kırkçeşme Maksemİ’ni göreceksiniz. Maksem 2009 yılında restore edildi. Son toplama yerlerinden İkincisi ise Taksim Meydanı’nda anıtın arkasındadır.
Tekfur Sarayı’ndaki Atölye
BizanslIların saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzında inşa etme gelenekleri burada da bozulmamış. XIII. veya XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Tekfur (Porphyrogenitos) Sarayı, yanı-başındaki Blachemae Saray kompleksinin önemli bir parçası olarak yapılmış. Porphyrogenitos “mor ya da porfir rengine doğmuş” demek. Mor kraliyet rengi olduğu için bu Bizans imparatorları için de kullanılan bir tanımlama. Mermer ve tuğla ile yapılan sarayın dış yüzey süslemeleri iyi durumda. Yıllardır bitmeyen restorasyon dolayısıyla içeriye girmenin mümkün olmadığı binanın terkedildiği yalnızlık inşanın içini acıtıyor.
Saray Türkçe ’de Tekfur (İmparator) Sarayı olarak tanınmış. Sarayın ilginç bir öyküsü var. Fetihten sonra bir süre zürafa gibi değişik hayvanların olduğu küçük bir hayvanat bahçesi, olarak kullanılmış. 18. yüzyılda çini ve seramik üreten bir atölye olarak yeni hayatına başlamış. İznik fırınlarında üretilenlere göre daha düşük kalitede kabul edilse de, bu seramikler bugün bile çok değerli. Örneklerini İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Çinili Köşk’te görebilirsiniz. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru çini üretimi durdurulup bina düşkünler evine dönüştürülmüş. Robert Koleji (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) kuran Cyrus Hamlin, 1860’larda okulu saraydan geri kalan bölümde kurmayı bile düşünmüş.
Rum Kiliseleri
İstanbul’da 96 tane Rum Ortodoks kilisesi var. İo’u manastırı 12’si mezarlık, 2’si kurum kilisesi. 1 özel, 7 tane de temsilcilik statüsünde kilise var. Kiliselerin 53 tanesi Tanzimat öncesinde, 42 tanesi Tanzimat sonrasında yapılmış. Bir tek Panayia Muhliotissa Kilisesi Bizans döneminden kalmış.
İvaz Efendi Camii
1580’lerde yapılan caminin geleneksel bir cümle kapısı yok. Ana girişin üstünde Mimar Sinan tarafından yapıldığı yazılı ama Sinan’ın tezkerelerinde adı geçmediğinden yine de mimarı hakkında kesin konuşulamıyor. Blachernae Sarayı’nın kalıntılarının üzerine inşa edilen caminin tek minaresi kıble duvarının köşesine yapılmış, mihrabı ise harika İznik çinileriyle donatılmış. Kazasker İvaz Efendi’nin aslında bir külliye olarak yaptırdığı eserden < geriye sadece bir çeşme ve bahçesinde İvaz Efendi’nin de yattığı hazire kalmış.
Tepeden aşağı biraz inince sağda göreceğiniz 1513 yılında inşa edilen Emir Buhari Tekkesi, XIX. yüzyılda yeniden yapılmış. Baştan aşağı restorasyon ise 2009 yılında oldu.
Blachernae Sarayı
Haiiç kıyılarında kara surları ve deniz surlarının birleştiği yere yakın bir yerde bulunan Blachernae Saray kompleksi 500’lü yıllarda İmparator Anastasios tarafından yapılmış. Adını yakınlardaki çok saygı duyulan bir ayazmadan alan saray, ayazmayı ziyaret eden imparatorluk ailesi tarafından kullanılmış. XI. ya da XII. yüzyılda hanedan Sultanahmet’teki Böyük Saray’dan buraya taşınınca geniş ölçüde yeniden inşa edilmiş. 1204 yılından 1261’e kadar süren Latin İşgali döneminde Büyük Saray virane bir halde bırakılmış ve imparatorlar burayı sürekli olarak kullanmaya başlamışlar. Batılı yorumculann arkasından ağıtlar yaktığı görkeminden ne yazık ki bugüne çok az şey ulaşmış: Tekfur Sarayı, tepedeki birkaç yapı Anemas Zindanı ve II. Isakios Angeios Kulesi.
Civardaki Ayvansaray (Eyvan Sarayı) semti adım görünüşe göre saraydan almış. “Ayvan” Farsça bir kemerle dışarı açılan dikdörtgen mekân anlamına gelen “eyvan” kelimesinin bozulmuş hak.
Anemas Zindanı
Bhchemae Saray kompleksinin bir parçası olan bu hapishane birçok tutsak ağırlamış. Bunların arasında burada öldürülen imparatorlar II. Isakios Angelos ve IV. Aiexios Angelos da var. Orijinal binada, zindanın üç kata dağılmış 42 hücresi varmış. Girit Adası’nın Arap emirinin soyundan gelen Michael Anemas XII. yüzyılda İstanbul’a mahkûm olarak getirilmiş. Cesur davranışları sayesinde Bizans imparatorunun saygısını kazanmış. Anemas, Alexios Komnenos’a karşı bir ayaklanmaya karışmış. Sakalları yolunarak paçavra kıyafetler içinde, sokaklarda gezdirilme cezasına çarptırılmış. Şanslıymış, imparatoriçe ona acımış ve kocasına onu kör yapmaması için yalvarmış. Anemas, adını taşıyan zindana atılmış. Zülfü Livaneli Şahmaran filmini bu zindanda çekmişti. Zindan 2010 yılında restore ediliyordu. İnşallah yakında biter.
Gizli Mezarlık
Ayvansaray’da kara surlarının deniz surları île birleştiği yerde* XVII. yüzyılda yapılmış ancak 2009’da yeniden inşa edilmiş küçük Hacı Hüsrev Mescidi var. Mescidin bahçesinden kara surlarından geriye kalan son üç kulenin nefes kesen manzarasını seyredebilirsiniz. Burada duvarların önünde küçük ve güzel bir mezarlık var. Ebu Şeybet-ül Hudri’nin türbesi de burada. Bu mezarlıkta Hz. Muhammed’in yoldaşları olduklarına inanılan Ebu Ahmet El Ansari ile Hamidullah Et Ansari ve 1453’te şehrin fethinde görev aldığına inanılan Toklu İbrahim Dede de yatıyor.
1990’da yapılan bir araştırmaya göre İstanbul’da 180 tanesinin yapısı duran 200 civarında ayazma var. Zarif Mustafa Paşa Yalısı’nın bahçesinde bile Bizans döneminden kalma bir ayazma bulunuyor. Arnavutköy’deki Ayios Nikolaos örneğinde olduğu gibi ziyaret ettiğimiz ayazmaların bir kısmı çok kötü durumdaydı. Üzüldük, çünkü bütün eserler bu ülkenin zenginliklerinin bir parçası.
Blachernae Ayazması
Bugün Ayvansaray Kuyu Sokağı’nda bulunan ve iyileştirici gücüne inanılan ayazmaya Hıristiyanlık öncesi dönemde de insanlar geliyormuş. 451 yılında İmparator Marcian’ın eşi Pulcheria, burada bir kilise inşa ettirince önemi daha da artmış. Kutsal topraklardan dönen iki hacı Meryem Ana tarafından giyildiğine inanılan, Kudüs’ten çaldıkları giysileri bağışlamışlar. Burası şehirdeki en kutsal mekân haline gelmiş.
Bu yüzden kilise ve bölge imparatorların çok sık ziyaret ettiği bir yer halini almış ve zamanla buraya bir saray yapma ihtiyacı doğmuş. Öyle inanılmış ki buranın gücüne, 627 yılında Avarlar’a karşı savaşan askerleri cesaretlendirmek için Bakire Blacherniotissa’nın şehir surları üzerinde görüldüğü rivayeti yayılınca kimse şaşırmamış. Bugün hala Avarları yenme yıldönümünde kutlama yapılıyor. Orijinal kilise 1434’te bir yangında hasar görmüş, ayazma XIX. yüzyılda zarif bir kubbe eklenerek yeniden yapılan  kilisenin içinde kalmış.
2 notes · View notes