#Tahmin odası
Explore tagged Tumblr posts
Text
TAHMİNODASİ - SİLVER
Tahminodasi.com: Bilgi ve Stratejinin Buluşma Noktası!
Tahminodasi.com, spor tahminleri, iddaa analizleri ve bahis stratejileri gibi konularda bilgi arayanları bir araya getiren öncü bir platformdur. İşte Tahminodasi.com'un sunduğu avantajlar ve hizmetler:
1. Spor Tahminleri ve Analizler: Tahminodasi.com, geniş bir spor yelpazesi üzerine profesyonel tahminler ve detaylı analizler sunar. Futbol, basketbol, tenis ve daha birçok spor dalında uzman tahmincilerin görüşlerine erişim sağlar.
2. İddaa Stratejileri: Platform, iddaa oyunlarından en iyi şekilde faydalanmanız için geliştirilmiş stratejiler sunar. Bahis yaparken kazanma olasılığınızı artırmak için kullanabileceğiniz taktik ve bilgileri içerir.
3. Canlı Bahis Tüyoları: Tahminodası, canlı bahis oynayanlar için güncel tüyolar ve stratejiler sunar. Anlık gelişmeleri takip ederek daha bilinçli bahisler yapmanıza yardımcı olur.
4. Bahis Dünyasındaki Güncel Haberler: Platform, bahis dünyasındaki en son gelişmeleri ve haberleri takip eden bir haber kaynağıdır. Sektördeki yenilikleri ve değişiklikleri anında öğrenme imkanı sunar.
5. Tahminodasi.com ile Kazanan Tahminler Yapın: Tahminodasi.com, spor tahminleri, iddaa analizleri ve bahis stratejileri konusunda en güvenilir kaynaklardan biridir. Siz de kazanan tahminler yapmak ve bahis stratejilerinizi geliştirmek için Tahminodasi.com'u ziyaret edin!
238 notes
·
View notes
Text
İş ortağım
Her şey çalıştığım iş yerinde Erdal adında yeni evli bir arkadaşın işe girmesiyle başladı. Erdal benden iki yaş büyüktü. Ara sıra işyerine gelen karısıyla da tanıştırdı beni…
Gül benimle aynı yaştaydı. Güzel, seksi, yuvarlacık hatlarıyla, uzun bacaklarına güvenerek giydiği mini etekleriyle harika bir kadındı. Gerek Gül, gerek Erdal ile kısa sürede samimiyetimiz arttı, kafalarımız uyuyordu. Her konuda rahatça konuşabiliyorduk, zevklerimiz hemen hemen aynıydı.
Aramızdaki ilişki koyulaşıp ilerledikçe, kanka konumuna yükselen arkadaşlığımız derinleştikçe Erdal'ın garip bir huyu olduğunu öğrendim zamanla... İş yerindeki kadınlarla ilgili geyik muhabbetleri yaparken listeye karısını da ilave etmeye başladı. Bana sürekli karısıyla olan yatak odası ilişkilerini anlatıyordu.
"Kanka, benim karı çok azgın!" dedi bir gün…
"Eve girer girmez üstüme atladı!" diyordu benden hiç çekinmeden… Zamanla daha çok ayrıntı vermeye başladı,
"Şu pozisyonda siktim!" , "Şöyle soktum!" , "Böyle inledi!" , "Kasıla kasıla orgazm oldu!" gibi sözlerini sık sık duyar oldum.
"Karım doymak bilmiyor kanka..! Yatakta çok yoruyor beni…" gibi sürekli karısıyla nasıl seks yaptığını anlatması ilk başlarda bana tuhaf gelse de, sonradan bunları anlatmasını bekler oldum. Sonunda bir sohbet sırasında,
"Kanka, bak sana ne göstericem. Ama ölümü gör, aramızda kalacak." diyerek telefonunu uzattı bana…
Merakla alıp baktım, çırılçıplak bir kadın, yatakta poz vermiş, yüzü görünmüyor. Vücut yapısından bir şeyler tahmin ediyordum ama yine de buna cesaret edeceğini zannetmemiştim.
“Nasıl? Güzel değil mi?” diye sordu. Resmi büyütüp büyütüp bakıyordum kadının her yerini iyice inceledim. İri memeler, tertemiz kaymak gibi amı, her şeyi meydandaydı.
“Of, kanka… Harika bir kadın… Tam sikilecek pozisyonda poz vermiş. Her yeri mükemmel, taş gibi… Ne amcık vardır bunda…” dedim sonunda… Sertleşen sikimi pantolonumun üstünden oğuşturarak zaptetmeye çalışıyordum bir yandan… Gözleri parladı,
“Kanka, karımın resmi bu… Gül…” dedi heyecanla… Tahmin ettiğim şey gerçekti, karısının çırılçıplak, amı götü meydanda resimlerini gösteriyordu bana… Yine de gözlerime inanamadım. Tekrar tekrar baktım resme… Evet, oydu, karısıydı.
“Gerçekten mi? Erdal, sen baya ilerlettin işi kanka… Gerçekten, Gül mü bu?”
“Evet kanka… Karımın resimleri… Sen doymadın galiba bakmaya… Hem de inanmadın sanki bana… Dur, başka resimler de var. Onları da göstereyim sana…”
Gösterdi. Diğer resimlerde yüzü de görünüyordu. Her şeyiyle mükemmel bir seks abidesiydi karısı… İçim gitti. Telefonu geriye verdim.
“İyisin valla Erdal… Ne güzel, sana çırılçıplak poz veren bir karın var. Peki neden bana gösterdin bu resimleri? Bekar adamım, senin yüzünden evde kaç posta otuzbir çektireceksin bana…”
“Hoşuma gidiyor kanka, elimde değil. Zevk alıyorum. Ne yapayım, ben böyleyim işte… Cuckold olayı acayip tahrik ediyor beni… İstersen sana da atayım Gül'ün resimlerinden… Karımın çıplaklığına, amcığına götüne bakıp otuzbir çekersin. Ne diyorsun buna?”
“İnanamıyorum kanka…” diyebildim. “Demek karının amını görmemden zevk alıyorsun ha? Peki… Madem istiyorsun, akşam karının resimlerine bakıp bakıp asılırım artık… Yarın söylerim sana, karını hayal ederek kaç posta attığımı…”
“Off… Karımın amına bakıp otuzbir çekeceksin kanka… Gül'ümü siktiğini hayal edeceksin, sikini okşarken boşalacaksın, döllerin fışkıracak karım için… İnan şu anda benimki taş gibi oldu. Söylemesi bile sertleşmeme yetiyor inan...”
Zamanla Erdal bu olayı iyice ilerletti. Artık karısıyla seks yaparken fotoğraflar ve videolar çekip bana gösteriyordu. Karısına sakso çektirirken... Gül'ü altına almış, iki büklüm yapmış vaziyette sikerken... Seksi iç çamaşırları giymiş veya çırılçıplakken…
Bir erkeği tahrik edip sikini kaldırabilecek, şehvetten delirtebilecek bir sürü fotoğraf ve videolar...
“Nasıl poz veriyor sana böyle?” dedim bir gün, öyle pozisyonlarda çekmiş ki kendilerini… Uzaktan, yakın plan amına girerken, götünü sikerken… “Çoğu kadın bacaklarını bile göstermez, senin Gül hiç çekinmiyor bakıyorum.”
“Sana söylüyorum, inanmıyorsun kanka… Benim karım azgın diyorum. Hoşuna gidiyor böyle pozlar vermek, o da teşhircilikten, çırılçıplak poz vermekten zevk alıyor. Gündüz ben evde yokken sikiş resimlerimize bakıp kendini okşuyormuş.”
Erdal'ın karısı Gül dediğim gibi genç, güzel, taş gibi, çok seksi, biraz zayıf, bembeyaz teni olan biri, ama özellikle tahrik edici olan sesiydi. Konuşmasını duymak bile resmen insanın sikini kaldırmaya yetiyordu.
Fotoğraflara ve videolara bakarken, karısıyla çırılçıplak sikişen Erdal'ın sikinin küçük bir şey olduğunu görmüştüm. Artık benim bütün odağım Gül olmuştu. Fırsat buldukça Erdal'la sohbet etmek ve bir şeyler içmek için bahane uyduruyor, sık sık onlara gidiyordum.
Resimlerinden ve videolarından o kaymak gibi amcığının her ayrıntısını bildiğim, sakso çekerken kocasının küçük sikini boylu boyunca kavrayışını, o narin dudakların hırsla emişini, orgazm olurken attığı zevk çığlıklarını bildiğim kadına hasta oluyordum. Karşımda hanım hanımcık oturan bu azgın kadının hep yakınında olmak istiyordum...
Erdal da anlıyordu elbette… Evlerinden neden çıkmadığımı, sık sık neden bir bahane uydurup onlara damladığımı gavur gibi biliyordu. Pek şikayetçi de sayılmazdı, hatta kendisi çağırıyordu evlerine…
Karısı karşımda otururken açılan eteğinden sergilediği güzel bacaklarına bakarken dalıyordum bazen… Başımı çevirdiğimde kocasının gülerek beni izlediğini görüyordum. Gül içeriye gittiğinde bana dönüyor,
“Karımın çıplak resimlerine bakmak kesmedi galiba kanka… Gözünü ayıramadın bacaklarından… Bir şey görebildin mi bari, külodunu gösterdi mi sana?” diyerek kahkahayı basıyordu pezevenk… Gülmesini duyan karısı yanımıza gelirken cümlenin sonunu yakalıyordu,
“Neye gülüyorsunuz bakayım siz? Kim külodunu göstermiş?”
“Aşkım, bu benim abaza kankam var ya… Bugün muhasebedeki mini etekli kızın külodunu görücem diye deli oldu da… Ona gülüyorduk.” diye geçiştirdi…
“Aman ne meraklısınız bacak görmeye… Ondaki bacak bende de var aşkım…” diyerek mini eteğini biraz daha yukarı çekip bacaklarını gösterdi bize… İkisi de birbirinden çılgındı bu karı kocanın…
İki ay önce ev sahibim kiramı aşırı yükseltmişti ve ben kirası daha uygun başka bir kiralık ev arıyordum. Bir gün Erdal karşılarındaki dairenin boşaldığını, kirasının da uygun olduğunu, kaçırmamamı söyleyince hemen tuttum ve oraya taşındım.
Artık karşılıklı dairelerde, hep birlikte yaşıyor gibi olmuştuk. Fırsat buldukça akşam yemeklerini beraber yiyor, içiyor, televizyondan dizi, film izliyor, beraber bolca zaman geçiriyorduk. Tabii ben sürekli Gül'ü dikizliyor, adeta gözlerimle sikiyordum.
İlerleyen haftalarda birbirimize iyice kaynaşmış ve bunun neticesinde Gül ile iyice samimi olmuştum. Artık yanımda iyice rahatlamıştı. Kısa ve açık şeyler giymeyi seviyordu zaten, artık benden hiç çekinmiyordu. Erdal ara sıra takılıyordu karısına,
“Aşkım, biraz daha kısa giy istersen, kankam iyi göremiyor bacaklarını…” diyerek gülüyordu. Benim yüzüm kızarırken karısı aldırmıyor,
“Ne diyorsun sen aşkım?” diyerek gülüyordu.
“Ne bu kızım, bu kadar mini etek giymişsin. Üstün başka alem, memelerin yarısı meydanda… Çocuğun canı çekecek seni göre göre… Bekar adama otuzbir mi çektireceksin akşam akşam…” Karı koca kahkahayı patlatıyor, ben de biraz utanmış, biraz şaşkın vaziyette gülmeye, onlara katılmaya çalışıyordum.
O bembeyaz güneş görmemiş teni canlı canlı gözlerimin önündeydi. Bazen el şakası bahanesiyle dokunuyordum ve teninin o tazeliği, pürüzsüzlüğü beni kendimden geçiriyordu.
Bir hafta sonu onlarda akşam yemeği yedik. Yemeğin üstüne de Erdal'ın açtığı viskiden içtiğimiz birkaç duble ile gece yarısını etmiştik. Televizyonda film izlerken içim geçmiş ve kanepede uyuklamışım. Erdal'ın beni dürtmesiyle uyandım, gözlerimi açıp bakındım. Gül yoktu yanımızda... Erdal,
“Kanka, miskin miskin uyuma, biraz hareket edelim.” Uykum açılmıştı bile, bu deli herif ne planlıyordu acaba? Doğrulup merakla yüzüne baktım,
“Gül yine azdı, ille de sik beni diye tutturdu. Ben birazdan karımı sikicem. Yatak odasında beni bekliyor. Kapıyı aralık bırakayım, istersen sen de gizlice bizi sikişirken izlersin!” dedi.
Bir yandan da pis pis sırıtıyordu. Gerçekten tuhaf bir insandı bu Erdal... Benim bir şey dememe fırsat vermeden karanlıkta süzüldü gitti yatak odasına... Böyle bir şey yapmasını beklemem lazımdı aslında… Karısıyla sikişirken videolarını çeken, benimle paylaşan kocadan her şey beklenirdi.
Biraz sonra içerden belli belirsiz fısıltı ve şapırtı sesleri gelmeye başladı. Yavaşça yatak odasının önüne gittim. İçerisi gece lambasının loş kırmızı ışığıyla aydınlanıyordu, ama Gül'ün çıplak beyaz teni ay gibi parlıyordu.
Yatağın önündeydi karı koca... Gül ayakta duran Erdal'ın önüne diz çökmüş, benimkinin yarısı kadar büyüklükte olan sikini iştahla yalıyordu. Sikim bir anda kalkmıştı onu öyle görünce...
Gül bir süre Erdal'ın sikini yalayıp emdi. Sonunda Erdal karısını ayağa kaldırıp dudaklarına yumuldu. Deli gibi, hırsla, şehvetle öpüşüyorlardı. Erdal Gül'ün dolgun dudaklarını öpüp emerken, elleriyle de götünü avuçluyordu. Onları böyle izlemek kafamı allak bullak etmiş, sikim kazık gibi olmuştu.
Erdal, ayağa kaldırdığı Gül'ün arkasına geçip çömeldi. Yüzünü Gül'ün götünün yanakları arasına soktuğunda, Gül çıldıracak gibi oldu ve
“Ohhhhh!” diye inledi, sonra da yalvarırcasına, “Yala hadi beni! Hadi yala, ne olursun...” demeye başladı.
Erdal Gül'ün götünün yanaklarını iki eliyle iyice ayırıp ağzını amına yapıştırmış, şapırtılı sesler çıkararak amını götünü yalıyordu. Gül ise gözleri kaymış, Erdal'ın götünün yanaklarına yaptığı destekle ayakta durabiliyordu.
Biraz daha yaladıktan sonra Erdal ayağa kalktı, yüzü Gül'ün zevk sıvılarıyla iyice ıslanmış, parlıyordu. Gül yatağa sırt üstü uzanırken, Erdal sinsi bir bakış attı kapıya, beni görünce sırıtarak göz kırptı.
Gerçekten deliydi bu Erdal ve beni de kendine uydurmuştu. Ben de pantolonumu indirip zonklayan sikimi serbest bıraktım ve tekrar içeriyi izlemeye başladım.
Erdal, zevkten iyice ıslanmış olan Gül'ün amının girişine dayamıştı sikini. İyice kendinden geçmiş olan Gül iki eliyle Erdal'ı belinden asılarak içine istiyordu, ama Erdal sikini sürekli yukarı aşağı sürtüp Gül'ü delirttikçe delirtiyordu.
“Hadi aşkım sok içime sikini, hadi yar beni!” deyince sonunda Erdal var gücüyle bastırdı.
“Ohhhhh!” diye bir inleme koptu Gül'den. Erdal'ın sikini amında hissetmekten müthiş bir zevk aldığını görebiliyordum saklandığım yerden. Gül Erdal'ın boynuna sarılıp dudaklarına hırsla yumuldu.
Erdal belini oynatmaya, yavaşça pompalamaya başladı. Gül'ün zevkten gözleri kaymış, bacaklarını Erdal'ın beline dolamış vaziyetteydi. Dudaklarını ısırarak amına girip çıkan sikin verdiği zevkle inliyordu. Erdal da,
“Aşkım... Güzel amcıklım benim... Dar amcıklı orospum benim!” diyerek var gücüyle Gül'ün kaymak gibi amını sikiyordu.
Elimi tükürükleyip kayganlaşan parmaklarımla sikimi sıvazlamaya başladım. Manyak herif, benim onları izlediğimi bilerek, beni delirtmek, daha çok tahrik etmek için konuşuyordu böyle, emindim buna…
Dakikalarca sürdü bu sahne... Hırsla, vahşice sikişiyorlardı. Gül bacaklarını Erdal'ın bacaklarına sarmıştı şimdi. Kocasının acımasız köklemelerine zevk çığlıkları ile karşılık veriyor, dudakları titriyor, iki eliyle Erdal'ın belini tutmuş, amına daha çok köklemesini istiyordu.
“Ohhhh!” diye bir çığlık kopardı Gül, sonra da, “Dayanamıyorum... Geliyorumm kocacım..." diye kıvrandı. Erdal da ona homurtularıyla eşlik ediyordu.
Ve birden o videolarında defalarca izlediğim Gül'ün kasılması başladı. Amının o anda Erdal'ın sikini sağdığına emindim. Zaten Erdal da daha fazla dayanamadı ve var gücüyle son bir kez altında çırpınmakta olan Gül'ün amına kökleyip kasılmaya başladı. Erdal da boşalmıştı.
Manzara mükemmeldi. Hayvanlar gibi sikişen bu çifti izlerken otuzbir çekerek deli gibi asılıyordum. Gül'ün o pürüzsüz amının kenarından dışarıya taşan zevk sıvıları ve kocasının dölleri kendimden geçmeme yetmişti. Hiç boşalmadığım kadar boşalıyordum avucuma.
Döllerimi yerlere damlatmamaya özen göstererek banyoya gidip temizlendim. Geri geldiğimde içeriye bir bakış attım, çırılçıplak ve sarmaş dolaş uykuya dalmışlardı. Bir süre yatakta yatan şehvetli ve isterik kadının çıplak, bembeyaz tenli bedenine baktım.
Daha az önce boşalmama rağmen sikim taş gibi olmuştu. Ama yapacak bir şeyim yoktu. İçeri dalıp Gül'ü pezevenk kocasının yanında sikmeyi düşündüm bir an, ama sonra vaz geçtim.
Ne tepki vereceğini bilemezdim. Kocasıyla aynı şeyleri düşünmüyor olabilirdi Gül…Ben de geri salona döndüm. Artık kafama koymuştum, bir yolunu bulup Gül'ü sikmem lazımdı...
Ertesi gün birlikte kahvaltı yaptıktan sonra, Erdal Gül'e çaktırmadan benimle konuşmak istediğini söyledi. Benim eve geçip birer bira açtık ve anlatmaya başladı.
“Biliyorsun, daha önce sana söylemiştim. Uzun zamandan beri Cuckold olayına ilgi duyuyorum. Bu olay beni aşırı derecede tahrik ediyor kanka… Adeta deliriyorum.”
“Biliyorum sapık herif… Dün gece de harikaydınız, çok güzel siktin karını… Siz yatakta, ben de kapının önünde boşaldım.” diyerek güldüm.
“Her zamanki halimiz arkadaşım. İnan hep böyle bu kadın… Delirtiyor beni sikişirken… Hele dün gece senin bizi sevişirken izlediğini, otuzbir çektiğini bilmek de zevkimi ikiye katladı.”
“Eee, kanka? Şimdi benden ne istiyorsun? Bu kadar önemli olan ne?” dedim. Yüzüme baktı Erdal... Söylesem mi söylemesem mi diyordu, çok belliydi. Sonunda,
“Kanka, bunu çok düşündüm inan… Artık bu cuckold işini bir adım daha öteye taşımak istiyorum.”
“Nasıl yani?” Derin bir soluk alıp derdini döküverdi bir anda,
“Nasıl var mı işte kanka… Ben… Ben senin karımı sikmeni istiyorum… Ama ben de izleyeceğim siz sevişirken… Gizlice… Sen karımı sikerken ben bir şekilde röntgenleyeceğim sizi…”
Doğrusu hiç şaşırmadım buna… Zaten karısını sikmek için fırsat kollamaya başlamıştım. Bir punduna getirip sikmeliydim o seksi kadını… Şimdi bunu bizzat kocasından teklif olarak duyunca ağzım kulaklarımda kabul ettim elbette…
“Ama ufak bir sıkıntı var kanka... Karımın bu konulardan haberi olmasını istemiyorum. Gül, seninle sevişirken kocasını aldattığını, beni boynuzladığını sanmalı... En azından şimdilik... Belki böylesi onun için daha da zevkli olur aslında… Adrenalin patlaması yaşar.”
“Peki, karın kabul edecek mi bunu?”
“Ben elimden geldiğince seni Gül'e anlattım, her fırsatta methettim. Gül de zaten seni çok seviyor, beğeniyor seni...”
“Vay anasını kanka… Desene işimiz pek zor değil öyleyse…”
Erdal ile oturup iyi bir plan yaptık. Öncelikle Erdal yorgun, hasta ve keyifsiz olduğunu söyleyip Gül'e bir hafta hiç dokunmayacaktı. Her gün, her gece sikişmeye alışmış karısını duvara tırmanır hale getirip, sonra da öylece bırakacak, memlekete gidecekti.
Öyle de oldu. Bir hafta sonra Erdal memlekete gidiyorum diyerek benim eve geldi saklandı. Planımıza göre ben de o gün akşam yemeklik malzemeleri alıp, Gül ile birlikte yemek için kapısını çaldım.
Gül kapıyı açtı ve beni içeri davet etti. Üzerinde göğüslerini belli eden beyaz ince bir tişört vardı. Altında ise siyah renkte tayt vardı. Eli yüzü kıpkırmızıydı, sanki ateşi varmış gibiydi.
Onu biraz tanıyorsam, amını parmakladığı resimlerini, kocasıyla sikiştiği videolarını gördüğüm, kocasının altında sikişirken canlı izlediğim kadın, ben kapıyı çaldığımda kesin mastürbasyon yapıyordu.
Erdal bir haftadır karısına elini sürmemişti ve kalıbımı basarım, Gül kesin azgınlıktan delirmek üzereydi.
Birlikte mutfağa geçtik. Ona güzel bir yemek hazırlayacağımı söyledim. Yine o sik kaldıran şuh kahkahasını attı ve sonra dilini çıkarıp dudaklarını yalarken,
“Mmmm, desene bu gün tıka basa doyacağım!” dedi.
Pembe dilinin etli dudaklarını yaladığını görünce içim eridi birden… İçimden (Doyuracağım seni yavrum... Hem karnını yemeğe, hem amını yarağa doyurucam!) dedim.
Yemekleri hazırlarken mutfakta bana yardım etti. Arada ona sürtünmeyi ve dokunmayı ihmal etmiyordum.
Mutfak dardı ve mecburen sürekli birbirimize sürtünmemiz gerekiyordu. Bilerek her seferinde onu önümden geçmeye mecbur bırakıyor ve o güzel götüne önümü bastırıyordum.
Gül hiç tepki vermiyor, aksine o geçişlerini elinden geldiğince yavaşlatıyordu. Gerçekten iyice kızışmıştı, benim birşey yapmama gerek kalmadan o üzerime atlayacaktı anlaşılan…
Yemeği masaya servis ederken gecenin biraz daha ısınması için getirdiğim viskiyi de masaya koydum. Bunu yapmamı Erdal istemiş, içkinin onu daha da isterik bir orospuya çevirdiğini söylemişti. Erdal ile içerken bazen Gül bize eşlik ederdi zaten.
Küçük yemek masasında çok yakın oturmuştuk, bacaklarımız birbirlerine değiyordu. Sikim kazık gibi olmuştu. Gül viskinin verdiği gevşemeyle bacaklarımı okşamaya başlamıştı. Hiç konuşmuyor, sadece birbirimizi süzüyorduk.
Aklımdan onun Erdal ile sikişirken çıkardığı inleme sesleri ve orgazm kasılmaları geçiyordu. Ve bu gece o güzelliğin tadına bakma fırsatını bana bizzat kocası olacak pezevenk sunmuştu.
Ama işi dayanabildiğim kadar uzatmak ve Gül'ü adeta kudurtmak istiyordum. Ne kadar azdırırsam o kadar ateşli sevişeceğini biliyordum.
Yemekten sonra yine elimden geldiğince götüne sürtünerek gelip geçtim. Artık viski onu iyice gevşetmiş, bilerek gelip önümde oyalanır olmuştu. Götünün o sıcaklığını ince taytının üzerinden hissedebiliyordum. O da götünü iyice bana yaslayıp adeta sikimi içine davet ediyordu.
Artık iş o kadar uzamaya başladı ki, nerdeyse boşalacaktım. Neyse ki mutfaktaki işimiz bitmişti, ama ikimizde de artık film koptu kopacaktı. Ben lavaboya giderken, Gül de terlediğini ve üzerini değiştirmesi gerektiğini söyleyip kendini yatak odasına zor atmıştı.
Ben ondan önce lavabodan çıkıp mutfağa geçtim, ikimize birer kadeh daha viski hazırlayıp salona geçtim. Artık son noktayı koymanın vakti gelmişti. Biraz sonra Gül de salona gelince dilimi yutacaktım.
Göğüslerinin büyüklüğünü meydana çıkaran minik bir gecelik giymişti. Gecelik tam olarak erotik iç çamaşırı sayılmazdı. Ama ancak kendi kocasının yanında, yatak odasında giyilebilirdi. Başka bir yerde, yabancı bir erkeğin yanında giyilecek bir giysi değildi.
Gül'ün yüzünde de heyecan ve karışık duygular belirmişti. Şeffaf gecelik kumaşından minicik tanga külodunu görebiliyordum. Geceliğin boyu o tanga külodun hemen altında bitiyordu zaten, kısacıktı.
Sütyen yoktu içinde. Meme uçlarının pembemsi koyuluğu ve kabarıklığı belli oluyordu. Gözlerimi ince geceliğin altında sergilenen hazinelerine diktim. Gülümseyerek,
“Gül… Geceliğin çok seksiymiş!” dedim.
“Sen yabancı sayılmazsın canım... İyice sıcak bastı!” dedi.
Gerçekten beni istiyordu, onu sikmemi istiyordu. İncecik şeffaf kısa geceliği bütün güzelliğini meydana çıkarmıştı, uzun ve çıplak bacaklarını, güzel götünü zor kapatıyordu.
Eline içkisini tutuşturdum. Hemen çaprazıma oturdu. Otururken özenle geceliğinin eteğinin sıyrılmasına dikkat etti. Bacak bacak üstüne atmıştı. Götünün bir yanağına kadar görünse de o beni delirten tazecik şeftalisini bacakları kapatmaktaydı.
Sohbet havadan sudandı, ama odanın havası seks yüklüydü. Tıpkı hayvanların çiftleşmeden önce yaptığı gibi birbirimizi tava getirmeye çalışıyorduk.
Bacak bacak üstüne atmışken vazgeçti, bacağını indirip sürekli hareket ettirmeye başladı. Tangasından taşmış amı bir görünüp bir kayboluyordu. Onun gözleri de önümdeki kabarıklıktaydı. Birden kumandaya uzanıp,
“Hadi film izleyelim!” diyerek televizyonu açtı, sonra da kalkıp salonun ışığını dimerden kısıp geldi, yanıma oturdu. O baştan çıkarıcı kokusu kendimi kaybetmeme sebep olmuştu. Bana dönüp,
“Ne izleyelim?” dediğinde burunlarımız birbirine değecek kadar yakındı ve birden dudağına yapıştım.
Öyle iştahla öpüşüyordu ki nerdeyse dilimi kopartacaktı. Dudağına bir ısırık atıp kendimi kurtardım. Erdal'a söz vermiştim, karısını sikerken onun da izlemesini sağlayacaktım. Ama Gül,
“Seni istiyorum!” dedi. Uzun parmaklarıyla düğmelerini açtığı gömleğimden vücuduma öpücükler kondurup aşağılara iniyordu. Öyle azmış bir hali vardı ki, kendini kaybetmiş gibiydi. Fazla zaman kaybetmeden pantolonum ve boxerimden de kurtulmuştu.
“Offf, ne kadar büyük sikin! Erdal'ın siki bunun yarısı kadar…” diyerek yirmi santimlik sikimi eline almış, gözleri parlayarak inceliyor, sikimin başına küçük öpücükler konduruyordu.
Ayağa kalktım ve üzerimdekileri tamamen çıkardım. Çıplak vücudumu hayranlıkla izleyen Gül'ü de ellerinden tutup ayağa kaldırdım ve tekrar dudaklarına yumuldum. Öpüşürken üzerindeki gecelikten de kurtuldum. Sonra da ondan yatak odasına geçip jartiyer çorap giymesini istedim.
İstemeye istemeye yatak odasının yolunu tuttu Gül. Ben de o arada benim evde beklemekte olan Erdal'a mesaj atıp gelebileceğini yazdım.
“Gelebilirsin kanka… Senin azgın karını sikmek üzereyim. Yatak odasına gönderdim. Benim için jartiyer giyecek orospu karın… Biraz sonra yarağı karıcığının kızışmış amcığına geçiricem. Kaçırma istersen, çabuk gel…”
Garip bir duyguydu. Ben arkadaşımın karısını sikecektim ve o gizlice bizi izleyecekti. Bana karısını siktiği videoları izletirken duyduğu heyecanın aynısını yaşıyordum şu anda… Tek farkı Erdal bizi canlı izleyecekti.
Bu durum beni daha da tahrik ediyordu. Artık sikim zonklamaya başlamıştı ve yatak odasına gidip bir an evvel sikimin sızısını geçirmek istiyordum.
Yatak odasının kapısına geldiğimde, Gül arkası kapıya dönük, siyah dantelli bir jartiyer giyiyordu. Doğrusu çok zevkli kadındı. Üzerindeki son bez parçası olan tangadan da kurtulmuştu. Gece lambasının loş ışığında kabarmış ve ıslaklıkla parlayan amı ve siyah jartiyerin vücuduyla oluşturduğu kontrast çok tahrik ediciydi.
Onu jartiyerini giyene kadar izledim ve arkadan yaklaşıp o dolgun memelerini bir elimle mıncıklayıp boynuna öpücükler kondurmaya başladım. Elini arkaya atıp sikimi avuçladı ve
“Mmhhhh!” diye inledi. “Epey kalınmış senin şeyin…” diyerek inledi.
“Kalındır benim yarak… Sen bir de amcığına soktuğumda gör onu…” diye yanıtladım kulak memesini emerken…
“Terbiyesiz…” diyerek kikirdedi. “Amıma sokacakmış yarağını…” Kulak memesini emmemden huylanmış, dudaklarımdan, dilimden kaçırmaya çalışıyordu bir yandan da…
Gül'ü yavaşça yatağa sırt üstü uzattım. O da beraberinde beni bacaklarının arasına çekmiş, hırsla boynuma sarılmıştı. Dudaklarıma, boynuma her yerime öpücükler konduruyor, elleri sabırsızca omuzlarımda, kollarımda, sırtımda, belimde dolaşıyordu.
Sikim taş gibi olmuş, hareket ettikçe Gül'ün ıslak amına sürtünüp duruyordu. Dudaklarımı öpmüyor, adeta yiyor, somururcasına emiyordu. Dillerimiz birbirini okşuyordu. Dudaklarımı kurtarıp,
“Ağzına al yavrum!” diyerek üzerinden kalktım. Doğruldu ve hiç vakit kaybetmeden etli dudaklarını araladı.
Kalın sikimi ağzına almaya çalışıyordu. E tabii, Erdal'ın minik boy sikine alışkın olduğundan, benim sikimi almakta zorlanıyordu. Kırmızı loş ışıkta Gül'ün açılıp kapanan o narin dudakları harika görünüyordu.
Birden kapı aralığından bizi izleyen Erdal'ı fark ettim. Benim yönüm kapıya dönüktü, Gül'ün ise sırtı... Erdal sırıtarak, heyecan içinde, gözlerini fal taşı gibi açmış, bizi izliyordu. En küçük bir ayrıntıyı kaçırmak istemiyor gibiydi. Küçük sikini çıkarmış bizi izleyerek sıvazlıyordu.
Deliydi bu adam... Ben karısını sikmek için fırsat kollamaya başlamışken, o bana karısını kendi elleriyle ikram etmişti. Birazdan onun tazecik, körpe karısının tadına bakacaktım. Var gücümle sikimi onun o narin amına kökleyecek, altımda zevkten bayıltana kadar sikecektim.
Ve bu imkanı bana kocası olacak pezevenk sağlamıştı. Bunu düşünmek bile beni delirtiyordu. Sikimi karısının ağzına kökledikçe duyulan boğuk sesler, nefessiz kalan karısının çırpınmaları, beni daha da kendimden geçiriyordu.
Gül'ün başını tutup sikimi ağzından çıkardım. Dakikalarca sikimi yalayan ıslak dudaklarına yumuldum. Vahşice öpüşmeye başladık. Tekrardan yatağa uzattım ve memelerini yalayıp aşağıya indim, o ıslanıp kabarmış şeftalisine yumuldum.
Amcığının tadı, kokusu harikaydı. Amını şapırdatarak yalıyor, akan zevk sularını büyük bir iştahla yutuyordum. Gül kendinden geçmiş, saçlarımı çekiştirip duruyor, bir taraftan da kıvranıyor,
“Ohhh, çok güzelll, harikaaa!” diye inliyordu. Beni gazladıkça daha bir iştahla yalıyordum. Dilimi amının en dibine kadar sokup orda dolandırıyor ve geri çıkarıyordum. Arkadaşımın karısını resmen dilimle sikiyordum. Biraz sonra o adım gibi bildiğim, artık tanıdığım kasılmaları başladı, orgazm oluyordu. Zevk feryatları eşliğinde beni bacaklarıyla sıkıştırarak dakikalarca kasıldı.
Neden sonra durulunca ayağa kalktım ve bacaklarının arasındaki yerimi aldım. Gül başını kaldırmış sikime bakıyordu. Biraz önce yalaya yalaya zevk sularını akıttığım amcığına bu kez kol gibi kalın, kavisli sikimi dokundurdum. "
“Ohhhh!” diye bir inleme kopardı, müthiş bir zevk aldığını görebiliyordum. Arkadaşımın karısı altımda onu sikmem için kıvranıyordu. “Hadiii!” diyerek bana ellerini uzatıp üzerine çekmeye çalışıyordu. “Beni mi istiyorsun?” diye sordum.
“Evet seni istiyorum!” dedi hırsla, ardından şehvet dolu bir sesle,
“Sikini istiyorum... Beni sikmeni istiyorum!” diye ekledi. Bunları kocasının da dinlediğini bilmek beni çileden çıkartıyordu.
“Hadi içime sok artık şunu... Sik artık beni... Dayanamıyorum!” diye feryat edip altımda kıvranıyordu azgın kadın...
Sikimi gövdesinden tutup o ıslak amcığına sürttüm biraz, klitorisine bastıra bastıra ileri geri yaptım. Jartiyerli dizlerinden tutup bacaklarını ikiye ayırdım. Şimdi amı tam anlamıyla önümde serili vaziyetteydi. Yavaş yavaş yüklenmeye başladım çizgi gibi duran tazecik amına... O kadar dardı ki, girmekte zorlanıyordum. Olanca gücümle bastırınca nihayet sikimin başını sokabildim. Kalanını da sokacaktım. Gül,
“Ahhh, acıyor, acıyor!” diye altımda ciyaklıyor, elleriyle de yüklenmemi engellemeye çalışıyordu.
Biraz bekledikten sonra sikimin başıyla yavaş yavaş git gel yapmaya başladım. Rahatlaması için kilitorisini okşuyor, eğilip memesine ve dudağına şehvetli öpücükler konduruyordum.
Sikim Gül'ün amında milim milim ilerliyordu. Zevkten gözleri kaymış, belimi tutan elleri kasılmış vaziyetteydi. Dudaklarını ısırarak içine giren sikime dayanmaya çalışıyordu. Amcığı ateş gibiydi, daracıktı ve tazecikti. Dayanacak gücüm kalmamıştı artık, bir hamlede kalanını kökleyiverdim amına. Kasıklarımız birleşince Gül bir çığlık kopardı,
“Aaahhhh! Yandııımmm!” diye yankılandı sesi... “Ahhh! Yavaş... Yavaş sik ne olur... Yardın beni... İkiye ayrıldım sanki... İçim yanıyor... Amım yanıyor!” diye feryat ediyordu.
Üzerine uzanıp iyice altıma aldım, yavaş yavaş gidip gelmeye devam ediyordum. Biraz sonra acının yerini zevk çığlıkları almaya başladı.
“Ohhhh, devam et aşkım, sik beni, daha hızlı sik!” diye inliyordu. Kocaman sikimi arkadaşımın karısına hırsla sokup çıkarıyordum. Gül bacaklarını açabildiği kadar ikiye ayırmıştı. Ellerini belimde, kaba etlerimde dolaştırıyor, kasılmış bir vaziyette, sürekli inliyor, çığlıklar atıyordu.
Kendinden iyice geçmiş, gözleri kaymıştı. Teni sıcaktan ve şehvetten kıpkırmızı olmuştu. Yine o defalarca videolardan izlediğim orgazmına ulaşmaya yaklaşmıştı. Bu kez şahane kadın benim altımdaydı. İçindeki benim sikimdi.
Hırsla sikiyordum, kapıda bizi izlemekte olan kocasına kadın nasıl sikilirmiş göstermek istercesine, sikimi dibine kadar kökleyip çıkarıyordum. Gül elektrik çarpmış gibi sarsılmaya başladı. Aslında kendimi kasmasam ben de onunla birlikte boşalabilirdim, ama elimden geldiğince ilk sikişimizi uzatmak istiyordum.
Sikimi dibine kökleyip dudaklarına hırsla yumuldum. Gül orgazm olurken ker tarafı titriyordu. Dakikalarca sürdü titremesi. Titremesi bitip kendine gelince ben de kendimi biraz toparlanmıştım. İçinden çıkıp yana devrildim ve
“Hadi bakalım Gül hanım, sıra sizde!” dedim.
“Zevkle beyefendi…” dedi ve şehvetten kaymış gözlerle tebessüm ederek kalkıp üstüme çıktı.
O koca sikimin kafasını amının girişine hizalayıp yavaş yavaş alçalmaya başladı. İkimiz de yeni bir zevk dalgasının içine giriyorduk.
Gözlerim kapıya ilişti yeniden. Erdal da çoktan boşalmıştı, inik sikiyle oynayarak karısını nasıl siktiğimi izliyordu. Göz göze gelince, eliyle 'Süper' işareti yapıp memnuniyetini belli etmeyi de ihmal etmedi.
Artık kasıklarım sızlamaya başlamıştı, ama dayanabildiğim kadar dayanıp Gül yeniden orgazm olurken birlikte gelmeye çabalıyordum. Gül kalın sikimin üstünde yaylanmaya başladı. Ellerini göğsüme dayamış vaziyette, yavaş hareketlerle götünü indirip kaldırıyordu.
Amcığı sikimi öyle sıkı sarıyordu ki, delirtiyordu beni. Koca sikim bir görünüp bir kayboluyordu, her kaybolduğunda Gül'den bir inleme sesidir yükseliyordu.
“Ohhh... Çok güzelll...” diye mırıldanıyordu arada, “Başını hissediyorum, yumurtalıklarıma dayandı, en derinlerimi okşuyor sikin...” diyordu... “Harikasın Gül! Aşkım! Çok güzel sikişiyorsun bebeğim!” deyip bu kez sımsıkı beline sarıldım, boynunu, memelerini hırsla öperken, üstten sabitlediğim Gül'e alttan hızlı hızlı köklüyordum şimdi.
Yine orgazm olmaya yaklaşıyordu. Gözleri kaydı zevkten, inlemeleri sıklaştı, zevk çığlıkları yükselmeye başladı. Orgazmın eşiğindeydi, iyice yükselmiş, gelmek üzereydi tekrar...
Bir hamlede içinden çıkmadan altıma aldım onu, artık benim de dayanacak gücüm kalmamıştı, transa girmiştim, var gücümle pompalıyordum... Kızarmış, ter ve zevk sıvılarımızla ıslanmış kasıklarımızdan çıkan ses ikimizin homurtusuna eşlik ediyordu.
“Geliyorum!” dediğimde,
“İçime gel, korunuyorum!” diye inledi.
Son gücümle sikimi dibine kadar kökleyip hayvan gibi böğürerek boşalmaya başladım. İlk defa böyle iştahla boşalıyordum! Sanki taşaklarım birbiri ardınca kasılıp içindeki yükleri boşaltıyordu.
Gül de titreyip kasılmaya, orgazm olmaya başladı. Amı kasılıyor, içindeki sikimi adeta sağıyordu.
“Ohhh, içimi yakıyor döllerin, hissediyorum, rahmime ulaşıyor döllerin, ohhhh!” diye mırıldanıyordu sürekli… Sonra ikimiz de durulduk. Doğrulup, içinden halen çıkarmadığım ve yavaş yavaş sertliğini kaybeden sikimin olduğu amına baktım. Manzara müthişti.
Sevgili arkadaşımın karısının sikilmekten kızarmış, açılmış, kaymak gibi amının etrafından süzülen zevk sıvıları ve benim döllerim... Çıkardığımda ölü bir yılanı andıran ve amıyla mükemmel bir tezatlık oluşturan koyu renk sikim! Kendine gelen Gül doğrulup dudaklarıma şehvetli bir öpücük kondurdu ve
“Çok iyiydin aşkım, kocam beni hiç böyle sikemiyor inan..!” dedi. Sonra hınzırca gülümseyip omuzlarımı okşayarak, “Kocam ikinci postayı da atamaz, eminim sen sabaha kadar rahat durmazsın!” dedi ve yeniden yatağa uzandı... O gece uyku çökene kadar sikiştik. Bu böyle bir hafta devam etti. Erdal güya memleketten dönünce Gül ile yatakta baş başa sabahlama olayımız bitti doğal olarak...
Ama yine de, sevgili arkadaşımın karısını artık ortak kullanır olmuştuk. Daha doğrusu, ben ondan çok kullanır olmuştum. Çünkü adamın en büyük zevki karısının başka bir erkekle sikişmesini izlemekti. En çok bundan zevk alıyordu.
Gül, kocasının bilmediğini sansa da herkes durumundan gayet memnundu.
Erdal evin her yerine gizli kameralar kurmuş, benim Gül'ü sikmelerimi gizli gizli izlediği yetmiyormuş gibi bir de kaydedip tekrar tekrar izliyordu.
Hatta işi daha da ileriye götürmüştük. Gül'ün olmadığı zamanlarda iki ortak, benim evde oturuyorduk. Rakıyı açıp yudumlarken karısını siktiğim videoları ikimiz beraber büyük ekran televizyonda heyecanla izliyorduk.
“Of kanka… Şurda ne biçim geçirdin Gül'e yaa… Nasıl da zevkle bağırıyor karım… Muhteşemsin kanka…” diye yorumlar yapıyordu sertleşmiş sikini okşarken…
“Senin sikin ufak ya Erdal... Karın kalın yarağı yedikçe bağırıyor işte... Korkarım Gül zevkten geberecek bir gün altımda…” diyerek kahkahayı basıyordum ben de…
Neden bize katılmadığını sorduğumdaysa, büyünün bozulmasını istemediğini söyledi. Azgın karısının o kocasını aldatma heyecanını, şehvetini sürekli yaşamasından haz aldığını söyledi.
Garip bir adamdı Erdal, ama bu garipliği hiç tahmin edemeyeceğim kadar zevk almama yarıyordu...
153 notes
·
View notes
Text
Nişanlımı Erasmusta Aldattım! (Aleyna 23 Y., İzmir)
Herkese selam. İsmim Aleyna, 23 yaşında üniversite öğrencisiyim. 4 yıldır Hakan isimli bir çocukla çıkıyordum. Ciddi düşündüğümüz için de nişanlandık ve bekaretimi Hakan'a verdim. Ama ilişkimizin ikinci yılında kendisini aldatmış bulunmaktayım. Şöyle ki, o zamanlar ikimiz de üniversite 2. sınıftayken Erasmus için başvuru yapmıştık. Ben Erasmusa gitmeyi çok istiyordum, Hakan ise benim ısrarlarım sonucu kabul etmişti. Neyse sonuçlar açıklanmış ve bana Polonya, ona Çekya gelmişti. İkimiz aynı yere gidemiyorduk. Bu durum sonrası çok üzülmüştüm ve bunu fark eden Hakan da, "Sen git çok istiyorsan!" dedi. Ben de, "Bir dönem ayrı kalacağız ama!" deyince, "Olsun, insanın hayatında kaç kez yurt dışında yaşama fırsatı gelir ki, sen git, eğlen, ben sana ve aşkımıza güveniyorum!" dedi. Ben de ona sarılıp teşekkür ettim.
Başvuru sonrası okul onayı, vize süreçleri gibi şeyleri tamamladım ve güz dönemi için Polonya'nın başkenti Varşova'ya gitmek için hazırdım. Hakan'la havalimanında vedalaşıp, uçakla Varşova'ya vardım. Havalimanında beni okuldan gönderdikleri bir mentör karşıladı ve kalacağım yurda beni yerleştirdi. Yurtların erkek-kız karışık olduğunu biliyordum, ama aynı koridorda, hatta yanyana odalarda kalacağımızı tahmin etmiyordum. Neyse ki oda arkadaşım kız idi. İlk haftam okula belge teslimi, şehiri biraz gezme ve yeni arkadaşlar edinmeyle geçmişti. Haftasonu gelip çatmıştı. Cumartesiydi ve herkes diskotek tarzı gece klüplerine gitmek için hazırlanıyordu. Yurtta tanıştığım, adı Ece olan kız da beni davet etti. Önceleri yok mok dediysem de, "Çok eğleneceğiz, Türkiye'deki klüplerden farklı, ortam çok iyi!" diyerek beni ikna etmişti. Ayrı da olsak, Hakan'la hergün telefonla görüşüyorduk. Hakan'ı aradım, "Ben yatıyorum!" diyerek yalan söyledim. Ece ve birkaç arkadaşıyla bir klübe gittik.
İçeri girer girmez gerçekten farklı bir yer olduğu belliydi. Ortada kocaman bir pist ve herkes disko müziği eşliğinde çift olarak dans ediyordu. Şöyle anlatayım, ortada kızlar tek dans ederken, erkekler ellerini uzatarak dans teklifinde bulunuyor ve birlikte dans etmeye başlıyorlardı. Pistte eşli olmayan çok az kişi vardı, çoğu da erkekti, onlar da sanırım danslarını kabul eden bir kız bulamamışlardı. Neyse, ben elime içki alıp dans edenleri izlemeye başladım. Ece de direkt piste atlayıp dans ederken, bir Polak erkek tarafından kapılmıştı. Sözde dans ediyorlardı, ama çocuğun eli Ece'nin götünde duruyor, Ece ona kucak dansı yapıyor gibi, arada ona götünü dönüp sürtünüyordu ve bunun adına dans diyorlardı!
Ağzım açık şekilde olanları izlerken, çocuk Ece'yi öpmeye başlayınca, "Yuh artık!" dedim. Elimdeki içkiyi diktim kafama ve 'Sigara odası' denilen aynı zamanda herkesin orturup sohbet edip sosyalleşmeye çalıştığı bir bölüme geçtim. Bir süre sonra Ece yanıma geldi ve oturup bir sigara yaktı. Bana, "Nasıl, beğendin mi ortamı?" diye sordu. Ben, "Güzel de, herşeyin bu kadar ortada ve hızlı olduğunu düşünmemiştim, az önce tanımadığın bir çocukla öpüştün. Sahi nerede o çocuk?" deyince, "Bilmem, gidip başkasına salça olmuştur!" deyince bir şok daha yaşadım. Yüzümden okumuş olmalı ki, bana, "Alışırsın merak etme, kim nereden bilecek, burada olan burada kalır, hem Polak erkekler yatakta çok iyi, sana tavsiye ederim!" dedi. Bu sözleri beni azdırmıştı, ama Hakan'a ihanet etmek istemiyordum.
Yanımıza Ece'nin bir arkadaşı geldi ve 'Kamikaze' isimli bir içkiyi bize ikram etti. Bir tür Vodka-Tekila kokteyli idi ve 4 shottan oluşuyordu, tadı da çok güzeldi. Kaç shot içtim hatırlamıyorum, ama kafam çok güzel olmuş ve Ece'nin anlattıklarının gazıyla da kendimi pistte bulmuştum. Müziğin ritmine kapılmış dans ederken birden bir elin belime sarıldığını fark ettim. Çocuk beni itice kendine çekti. Sırtım dönük şekilde, arkamdan bana yapışmış, elini göbeğimin üstüne koyup iyice kendine yapıştırıyordu beni. Sanki tek vücut olmuştuk. Ben daha çocuğun yüzünü bile görmüyordum, ama sesimi çıkarmamış ve kendimi onun kollarına bırkamıştım. Birden boynumu öpmeye başlayınca hafiften kendime geldim ve hemen kollarından ayrılıp kenara çekildim.
O zaman yüzünü görebilmiştim. Çocuk çok uzun boylu ve çok yakışıklıydı. Sarışın ve mavi gözleriyle Polak olduğu da kesindi. Ben hareketsiz durunca bana iyice yaklaştı ve kolumdan tutup tekrar kendine çekip benimle dans etmeye başladı. Aynı o çocuğun Ece'ye yaptığı gibi ellerini götüme atmış ve yüzüme doğru yaklaşmıştı. İşte o an kontrolümü kaybetmiştim. Kalbim bana (Git uzaklaş!) diyordu, ama beynim (Hakan'ın nereden haberi olacak, keyfini çıkar!) diyordu ki, tam o sırada çocuk dudaklarıma yapıştı ve beni öpmeye başladı. Ben de beynimin kararına uymuş ve öpücüklerine karşılık veriyordum. Çocuk ellerini memelerime götürüp okşamaya başlayınca kendimi kaybettim ve elimi çocuğun önüne atıp sikini okşamaya başlayınca, çocuk elimden tuttuğu gibi beni pistten aldı ve klübün dışarısına çıkardı.
Gittiğimiz klüp büyük bir parkın içindeydi, heryerde ağaçlar vardı, sanki ormanın içindeymişiz gibiydi. Çocuk halen elimden tutmuş, beni arkalara doğru götürüyordu. Heryer çok karanlıktı ve arkalara yaklaştıkça ağaçlara yaslanmış ve sevişen insanları az da olsa görebiliyordum. Çok azmıştım ve çocuğun da aynısını bana yapmak için getirdiğini anlamıştım. Hemen beni boş gördüğü bir ağaça yasladı ve dudaklarıma yapıştı. Bir yandan beni öperken, bir yandan da üstümü çıkarıyordu. Artık sadece sütyenimle kalmıştım ve ben de onun üstünü çıkarttım. Elini arkama atıp sütyenimin kancasını da açınca, ben de kollarımı yukarı kaldırıp sütyenimi çıkarmasına yardımcı oldum. Memelerimi öpüp yalamaya başlayınca resmen çıldırdım ve hemen elimi kemerine atıp çözmeye başladım. Kendime inanamıyordum, daha ilk haftadan, tanımadığım, ismini dahi bilmediğim yabancı bir çocukla öpüşmüştüm ve ona sakso çekmek için kemerini çözüyordum!
Kemerini çözüp pantolonunu ve boxerını biraz indirdikten sonra yere çömeldim. Sünnetsiz ve kalın siki karşımdaydı. Hemen ağzıma alıp sakso çekmeye başladım. O da elini memelerime götürüp avuçlamaya başladı. Hava da biraz soğuktu, ama ben aldığım zevk ve adrenalinden ateş gibiydim. Çok sürmeden beni kaldırdı ve kotumun düğmesini açıp, kotumu ve külodumu dizlerime kadar indirdi, cüzdanından kondom çıkartı. Kondomu açmaya çalışıyordu, aldım elinden, dişimle yırtıp açtım ve sikine geçirdim. O da hemen beni yüzüm ağaça dönük şekilde çevirdi. Ellerimi ağaça yaslayıp biraz eğildim. Sikini arkadan amıma sürtmeye başlayınca ben inlemeye başladım bile. Birkaç kez sürttü sonra sikini amıma soktuğu gibi pompalamaya başladı. Benim de zevk inlemelerim arttı. Çığlıklarım yüksek çıkmaya başlayınca elini ağzıma koydu.
Beni bir 5 dakika öyle siktikten sonra boşaldı, ama ben halen orgazm olamamıştım. Kondomu sikinden çıkarıp bir köşeye attı, kotunu da yukarı çekti ve yerdeki tişörtünü de alıp hiçbir şey demeden gitti. Resmen 15-20 dakikada beni pistte kaptı, öptü, sonra da buraya getirip sikip bıraktı. Ben de hemen üstümü giyip klübe geri döndüm. Kendime bir Kamikaze daha alıp sigara içme bölümüne geçtim, masada oturup içmeye başladım. Ece beni görüp yanıma geldi, yanında adlarının Murat ve Selman olduğunu öğrendiğim iki Türk genci vardı. İkisi de çok yakışıklıydı. Onlar da öğrenciydi, ama bizim gibi Erasmus değil de Full-Time eğitim alıyorlardı.
Ece bana, "Hadi kalk gidelim!" deyince, "Nereye?" diye sordum. "Arkadaşlar bizi evlerine davet etti!" dedi. Anlamıştım, çocuklar bizi eve atıp sikeceklerdi ve ben az önce yaşadığım olayın etkisindeydim ve halen azgınlığım geçmemişti. Ama aklıma Hakan geldi. Yurda dönmek istediğimi söyleyince, Ece, "Dönemezsin, çünkü yurt görevlilerine geç geleceğini bildirmediğin için bu saatte seni kabul etmezler!" dedi. Böyle de bir saçmalık varmış, yani saat 24:00'ü geçince yurtlar kapanıyormuş. Yapacak birşey yoktu. Taksiye bindik. Yolda Selman benim, Murat ta Ece'nin dudaklarına yapıştı, öpüşerek çocukların evinin yolunu tuttuk.
Ev küçük, 1+1, sıradan öğrenci eviydi. Selman beni odasına götürdü. Yatağa uzanıp bir yandan soyunup bir yandan da öpüşmeye başladık. Bana sürekli, "Çok güzelsin, aşkım, bebeğim!" diyordu. İkimiz de çıplak olunca Selman sikine kondom takıp direk amıma girdi ve beni misyoner pozisyonunda sikmeye başladı. Artık ben de ona, "Sik beni aşkım, durma!" diyordum. Yan odadan da Ece'nin de inleme sesleri geliyordu. İkimiz de inleye inleye sikiliyorduk. Selman bacaklarımı omzuna alıp beni sikmeye devam etti. Ben artık aldığım zevkten dayanamayıp orgazm olmuştum. Bir süre beni o şekil siktikten sonra domaltıp, arkadan tekrardan amıma girdi. Yaklaşık 20 dakika sikiş sonrası Selman da boşaldı. İkimiz de yatağa uzandık. Yan odadan da sesler kesilmişti. Birkaç dakika sonra Selman'la Murat yer değiştirdiler. Murat bana geldi, Selman da Ece'ye gitti. Murat gelir gelmez inik olan yarağını ağzıma verdi. Ben de yalayarak tekrar kaldırdım ve direk domalıp içime aldım. Murat ta beni pozisyondan pozisyona sokarak bir yarım saat sikti ve ikimiz de neredeyse aynı anda boşaldık. Yorgunluktan uyuya kalmışım
Sabah uyandığımda Murat'ın kollarında, ona sarılmış halde buldum kendimi. Dün gece aldığım zevki düşündükçe, Hakan'a olan sadakatim gittikçe azalmıştı. O gün akşama kadar, Murat ve Selman benle Ece'yi sikerek resmen seks partisi yaptık. Ben arada Hakan'la görüşmek için dışarı çıkıyor, görüntülü konuşup, tekrar eve giriyor kendimi Selman'ın kollarına atıyordum.
Erasmus boyunca kaç erkekle birlikte oldum anlatamam. Ece ile her haftasonu farklı klüplere gidiyorduk. Kendimi değişik ülkelerden erkeklere ve arada yine Murat'la Selman'a siktiriyordum. Erkek yada kız olsun, Erasmusa gidip te sevgilisini yada nişanlısını aldatmayan yalan söylüyordur. Ben aldattım ve pişman değilim, aksine hayatımın en güzel zamanlarıydı!
[Aleyna]
144 notes
·
View notes
Text
Yolculuk | 8 - Süit Ücreti (2)
<Bir saat sonra>
Tsumugi: Vay canınaaa...! Tahmin ettiğimden daha lüks bir odaymış~
Sora: HuHu~☆ Harika değil mi~!? Sanki bir şatonun odası gibi! Bir prens gibi hissediyorum~♪
Natsume: AhH, anlaDIM... Odanın neden bu kadar pahalı olduğu belli oluYOR. Normalde asla böyle bir odaya adım atamazDIK.
Tsumugi: Öyle ama yine de harcayacak vaktimiz yok. Bir anlaşma yaptık ve şimdi bu oda kadar gösterişli bir konser vermeliyiz. Bu işi batıramayız!
Natsume: SanırIM, eveT...
Sora: Shisho~, Senpai, buraya gelin! Birsürü oda var burada!
Tsumugi: Vay, gerçekten de öyle~ Tüm bu odalara bakınca ne kadar şanslı olduğumuzu farkettim.
Sora: Shu abi ve Anzu'ya bir teşekkür borçluyuz, değil mi? Bizim için çalışanları ikna edip bu odayı alabilmişler.
Tsumugi: Haklısın. Ama ondan önce kusursuz bir konser vermeye odaklanalım. Onlara teşekkür etmenin en iyi yolu bu.
Tsumugi: Eğer gösteri başarısız olursa hem Shu, hem de Anzu'yu hayal kırıklığına uğratırız.
Sora: Evet! Anlaşıldı~ Sora elinden geleni yapacak!
Tsumugi: Ahaha, bunu duyduğuma sevindim!
Tsumugi: Pekâlâ. Öyleyse nasıl bir konser yapacağımız hakkında bir toplantı yapsak? Sana da uyar mı, Natsume?
Natsume: ......
Sora: Shisho~?
Natsume: Ha? Ne...?
Natsume: ÜzgünÜM, hâlâ çok sıcak hissediyoRUM... Gözüm dalıverMİŞ...
Tsumugi: Hmm~? Klima açık, odanın daha serin olması gerekiyor?
Tsumugi: Aslında pek iyi görünmüyorsun, Natsume. Adada bile zor yürüyor gibiydin.
Tsumugi: Dur bakalım...
Natsume: ...HmM? Ne yapıyorSUN...
Tsumugi: Yanakların çok sıcak... Biraz başına güneş geçmiş olabilir...
Tsumugi: Sora ve ben birlikte karar veririz. Natsume, gerçekten burada kalıp dinlenmek lazım.
Natsume: ...EndişelenME. İyiyim beN.
Natsume: Switch konseri bU, benim de gelmem—Ah!?
Sora: Shisho~! Dikkat et!
Tsumugi: İyi misin, Natsume!? Sora seni tutmasaydı yere yığılacaktın!
Natsume: AhH... TeşekkürLER, Sora.
Sora: Başın mı dönüyor, Shisho~? Sora senden rica ediyor. Lütfen, biraz uzan...!
Tsumugi: Gördün mü, Natsume? Sora'nın isteğini geri çeviremezsin herhalde?
Tsumugi: Biz toplantıdan sonra olanları sana söyleriz. Sen de uslu uslu dinlen.
Tsumugi: Hadi hadi, yatağa! Al bakalım♪ (Başını okşar)
Natsume: HeY... Çocuk gibi davranma baNA!
Tsumugi: Çocuk gibi değil, hasta gibi davranıyorum.
Natsume: ...Hasta MI?
Tsumugi: Aynen. Senin için şu havluyu ıslattım. Alnına koyarsın. Yastığının yanına da şu şişeleri koydum. Bolca su içmeyi unutma, tamam mı?
Tsumugi: Senin gücüne de ihtiyacımız olacak. Yani burada dinlenip iyileş!
Natsume: ...OfF, peKİ. Karşı gelecek halim yok zaTEN.
Tsumugi: Aynen öyle. Uslu çocuk seni♪
Tsumugi: Burada konser hakkında konuşursak Natsume'yi rahatsız edebiliriz, yani başka bir yere gidelim mi? Olur mu, Sora?
Sora: HeHe~ Tabiki~ Sora da Shisho~'nun iyice dinlenmesini istiyor~
Tsumugi: Tamamdır, Natsume, geri döneceğiz. Bir ihtiyacın olursa telefonunla bizi arayabilirsin.
Sora: Görüşürüz, Shisho~! Lütfen yat ve dinlen, olur mu~?
Natsume: ...—
Sora: ...Ah.
Sora: (Shisho~ az önce "işte bu yüzden yazdan nefret ediyorum" diye mı mırıldandı...?)
Sora: (Kendi kendine söylemiş olmalı, ama Sora'nın işitme duyusu keskin olduğu için Sora da duydu~)
Sora: (Sora, Shisho~ yüzme bilmediği için yazı sevmiyor sanmıştı... Ama...)
Sora: (Shisho~ bütün yazdan mı nefret ediyor? Yaz mevsimi hakkında sevdiği bir şey yok mu?)
Sora: (Eğer... Eğer Shisho~ yazdan hiç keyif almıyorsa... Yazık olurdu~)
Sora: (Sora yaz mevsimini seviyor.)
Sora: (Çünkü Shisho~'nun isminde geçiyor~!* Shisho~'nun mevsimi bu!)
* ç.n. Natsume'nin isminde geçen "Natsu" (夏) karakteri "Yaz" anlamına gelir.
Sora: (Ama Shisho~ yazdan nefret ediyor... Çok üzücü...)
Tsumugi: ? Bir sorun mu var, Sora? Neden durdun?
Sora: Ah! Hayır, sorun yok~! Sora şimdi geliyor!
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
#ensemble stars#ensemble stars music#enstars#enstars music#natsume sakasaki#tsumugi aoba#sora harukawa
2 notes
·
View notes
Text
ben bu mesleği seçerken bunların olacağını tahmin etmemiştim. olursa bile bu kadar olacağını tahmin etmemiştim diyeyim. daha dün kontrol için ateşini, tansiyonunu ölçüp “çok şükür tansiyonunda iyi yakında taburcu da olursun sen.” diye durumunu gülerek söylediğim amcanın bugün vefat haberini aldım. odası bomboştu, sadece kulağımda her odasından çıkışımda “Allah senden razı olsun kızım.” sözü kaldı. bilmiyorum sürekli hasta insanlarla karşılaşıyorum ama bu amcanın yeri farklıydı benim için ya. çünkü bir yerde hayatlarımız benziyordu belki de bu yüzden içselleştirip bu kadar duygulandım
16 notes
·
View notes
Text
"Hem Uyuyan Yüzler Hem de Uykuda Konuşan" / Saki Tenma 3★
Yan Hikaye 1
«Tenma'ların Oturma Odası»
Saki: Abi~! Dinle dinle!
Tsukasa: Hm? Ne oldu, Saki? Neşelisin.
Saki: Bu kadar mı belli oluyor?
Saki: Biliyor musun, bugün sabah Shizuku-senpai ile karşılaştım...
// Saki bir günlük gezi planını anlatır
Tsukasa: Ne? Tenma ve Hinomori'lerle bir günlük gezi mi?
Saki: Evet. Son zamanlarda herkes yoğundu, ben de biraz dinlenmenin iyi olacağını düşündüm!
Saki: Abimin de programında boş bir zaman var mı acaba?
Tsukasa: Hm... Tiyatro topluluğundaki stajdan önce kısa bir boşluğum var.
Tsukasa: Emin olmak için programıma bakacağım ama sanırım bir ayağım şimdiden gezide.
Saki: Yaşasın~!
Tsukasa: Oldukça ilginç bir grup topluyoruz gibi, ama çok eğlenceli olacak gibi görünüyor.
Tsukasa: Ama merak ettim... Shizuku’nun gelmesi doğal, ama Shiho’yu nasıl ikna ettin?
Saki: Hehe! Shizuku-senpai ile birlikte onu uzun süre ikna etmeye çalıştık.
Saki: Ve sonunda Shiho-chan gezi günü antrenmanlarını ertelemeyi kabul etti! Ayrıca, gezi planlamasını bize bıraktığını söyledi!
Tsukasa: Ooo, harika!
Tsukasa: Eğer “Sonbahar Yapraklarını İzleme İntikamı”na gidiyorsanız, size katılmaktan mutluluk duyarım.
Tsukasa: Hm... Sıfırdan bir plan yapmamız gerekecek... Zor olacak gibi görünüyor...
Saki: Sorun değil! Bizim zorlanacağımızı önceden tahmin ettim, bu yüzden~...
Saki: Ta-da~! Bir sürü gezi dergisi aldım ♪
Tsukasa: Vay, harikasın, Saki! Bilgi toplamak plan için çok önemli!
Tsukasa: Peki... Dağcılık, kamp ve teleferik gezileri...
Tsukasa: Sonbahar yapraklarını izlemek için bile inanılmaz çok seçenek var!
Saki: Haha, evet, o kadar çoklar ki insan ne yapacağını şaşırıyor.
Saki: Keşke sadece sonbahar yapraklarını izlemekle kalmasak– A...!
Tsukasa: Ah! Bir şey mi buldun, Saki?
Saki: Bak! Burada canlı müzik dinleyebileceğimiz bir kafe olduğu yazıyor, hem de sonbahar yapraklarının tadını çıkararak!
Tsukasa: Harika...!
Tsukasa: Muhteşem manzaralar eşliğinde canlı müzik dinleyebilme fikri bile etkileyici!
Saki: Sen de şaşırdın mı? O zaman derginin bu sayfasına bir yapışkan koyacağım.
Tsukasa: Oo, bir de kestane tatlılarıyla ilgili bir tur var.
Saki: Kestane tatlıları mı?
Tsukasa: İnsanlar kendi topladıkları kestaneleri kavuruyorlar.
Tsukasa: Grubun en büyük kestaneyi bulan kişisi “Kestane Ustası” sertifikasını alıyormuş.
Saki: Haha, eğlenceli geliyor!
Tsukasa: Evet, oldukça. Üstelik hepsi bu değil...
Tsukasa: Bir de “Maron Ustası” var, isteyen herkesin tadabileceği özel kestane tatlıları!
Saki: Valla mı! Ağzım sulandı bile!
Tsukasa: O halde buraya da bir yapışkan ekleyelim. Başka ilgini çeken bir şey var mı?
Saki: Evet, meyve toplamak ilginç görünüyor!
Tsukasa: Aa, üzüm toplamak, değil mi?
Saki: Küçükken oraya gitmiştik hatırlıyorum.
Tsukasa: Evet. Kendi ellerimizle topladığımız o üzümler dünyanın en lezzetlisiydi...
Saki: Hm, şimdi bunu hatırlayınca yeniden oraya gitmek istiyorum. Buraya da yapışkan koyuyorum!
Tsukasa: Bir sonraki sayfada armut çiftliği var.
Saki: A, ben armutları da çok severim! Hem gevrek hem de yumuşaklar, istediğim kadar yiyebilirim.
Tsukasa: Ugh, şey...
Tsukasa: Belki de dergiden dolayı, ama daha yeni yemek yemiş olmama rağmen karnım iyice acıktı...
Saki: ...Benim de öyle...
Tsukasa: Karar verildi. Gece vakti atıştırmak çok sağlıklı olmasa da, aç karna savaş kazanılmaz.
Tsukasa: Saki. Krema ile kakao nasıl olur?
Saki: Çok lezzetli olur!
Saki: Bu arada, geçenlerde çok lezzetli bir marshmallow buldum! Onu kakaoya koyalım!
Tsukasa: Ah hayır! Gece vakti midemizi böyle şımartmak büyük bir suç...!
Saki: Sanırım gezide görmek istediğimiz tüm yerleri seçtik.
Tsukasa: Evet. Şimdi tek yapmamız gereken listeyi daraltmak...
Tsukasa: ...Ama böyle yapmamız doğru olmaz. Madem beraber gideceğiz, Shizuku’nun fikrini de almalıyız.
1 note
·
View note
Text
Bölüm 125: Rüzgar ve yağmur çoktan mum ateşlerini söndürdü
Qi Yan'ın bir miktar içi rahatlayabilmişti, "Majestelerinin sağlığı yerinde mi?"
Nangong Shunu: "Her ne kadar krallığı yönetmekten hala wu-ge sorumlu olsa da, İmparator babam bir süredir katlanır paravanın ardından meclisi takip ediyor. Sağlığı artık iyi olsa gerek."
Qi Yan'ın yüz ifadesi değişmedi fakat şüphe, suya damlayan mürekkep gibi kalbine yayılıyordu.
Qi Yan, Ding You'dan Nangong Rang'ın asıl vaziyetini öğrenmişti. Yatalak olmaması bile büyük bir mucizeydi, nasıl her gün meclise katılıyor olabilirdi ki?
Tabii eğer...
Qi Yan'ın kalbinden bir tahmin geçti. Belli etmeden Nangong Shunu'yu süzdü, yüz ifadesinden işe yarar herhangi bir bilgi edinmeye çalışıyordu. Nafileydi.
Ama aklına bu fikir bir kez girdiğinde, sarmaşıklar gibi çılgınca yayılırdı.
O boncuklu perdenin arkasındaki başka biri olabilir miydi?
Qian Yuan, Qi Yan'ın çalışma odasının dışında oradan oraya yürüyordu; en sonunda kapıyı tıklatmaya karar verdi.
"Efendim, Bayan Die sizi görmek için kargaşa çıkarıyor."
Çalışma odasının içinde geçen konuşma aniden durakladı. İkisi birbirine baktı, ardından Qi Yan mahcup bir şekilde şöyle dedi, "İkinci Ekselans lütfen biraz beklesin, bu kul hemen geri gelecek."
Biraz düşündükten sonra Nangong Shunu da ayağa kalktı, "Bakmak için seninle gideceğim."
Qi Yan'ın adımları durakladı, fakat onu reddetmemişti.
Nangong Shunu çalışma odası gibi özel bir mekanda yalnız başına durmasının son derece uygunsuz olacağını düşünmüştü, ayrıca Qi Yan'ın mahkumiyet pahasına yanında tutmakta ısrar etmesine neden olan kişinin nasıl biri olduğunu kendisi de görmek istiyordu.
Qi Yan, Qian Yuan'a, "Sen gidebilirsin," dedi.
İkisi bir bambu ormanından geçerek özel köşkün en tenha avlusuna vardılar. Qi Yan Xiao-Die'ye ait bağırış seslerinin gelmediğini duyunca biraz rahatlamıştı. Kapıyı iterek içeri girdi.
Xiao-Die somurtarak yatakta oturuyordu. İki dilsiz hizmetçi kız da onun yanındaydı.
Qi Yan bir elini salladı, ardından o ikisi odadan gerisin geri çıktı. Qi Yan'ı gördüğünde Xiao-Die'nin gözleri parlamıştı. Ellerindeki tahtadan ufak tavşanı bırakıp büyümüş karnıyla ona doğru yürüyerek tatlı bir şekilde seslendi, "Yuanjun~!"
Qi Yan Xiao-Die'yi destekleyerek yumuşak bir tonla, "Daha dikkatli ol, neden yine kargaşa çıkarıyorsun?" diye karşılık verdi.
Nangong Shunu yakın bir mesafede durmuş, Xiao-Die'yi süzüyordu. Doğrusu, biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Eğer Xiao-Die'nin hamile olduğunu görmeseydi, Qi Yan'ın yanında böyle bir kadını tuttuğuna inanmaya cüret bile edemezdi.
Xiao-Die ile son birkaç aydır güzelce ilgilenildiği için, ilk baştaki gibi çelimsiz ve yabani görünmüyordu. Hatları babasına çekmişti, vücut şekli net ve güçlü görünüyordu; kaşlarının altındaki kemiklerin ve elmacık kemiklerinin yüksekliği, gözlerini oldukça derindeymiş gibi gösteriyordu. Kaşları kalın ve düzensizdi. Bunların hepsi bir araya geldiğinde, hiçbir cazibesi olmadığı söylenemezdi ama bir kadının böylesine maskülen bir yüzü olması, Wei Krallığı'ndaki kadınlar için olan güzellik standartlarına uymuyordu.
Nangong Shunu incelerken Xiao-Die'nin gözlerinde daha uzun süre durdu: her ne kadar bu kadın güzel olmasa da, gözleri canlı ve parlak bakıyordu... Entrika çevirip baştan çıkaracak biri gibi durmuyordu.
Xiao-Die dudaklarını büzdü, ardından şımarıkça davranmaya başladı, "Bugün beni görmeye gelmedin."
Qi Yan gülümsedikten sonra Xiao-Die'nin elinden tutup Nangong Shunu'ya doğu yürüdü, "Sizi tanıştırayım. Bu benim arkadaşım, ona şey diyebilirsin..." Qi Yan, nasıl bir hitap şeklinin Nangong Shunu'yu rahatsız etmeyeceğini düşünürken Xiao-Die'nin sesi duyuldu, "Jiejie!"
Nangong Shunu dudaklarını birbirine bastırdı. Gözlerinden hoşnutsuz bir ifade geçti.
Qi Yan bu durum karşısında biraz şaşırmıştı, "Genç efendi olacaktı," diyerek düzeltti.
Lakin Xiao-Die bunu kabul etmiyordu. Ciddi bir şekilde ısrar etti, "Jiejie diyeceğim!"
Nangong Shunu başını ona çevirip baktığında, Xiao-Die'nin de kendisine baktığını gördü. Simsiyah gözleri net ve berrak bakıyordu. Kötülüğe dair hiçbir iz taşımıyordu ve diğer insanların sert bir şekilde eleştirmeye gönlünün elvermemesine yol açıyordu.
Qi Yan: "Genç efendi olacak."
Xiao-Die: "Jiejie!"
Nangong Shunu sessiz bir iç çekti, "Boş ver, bu hanımefendi beni çoktan fark ettiğine göre... jiejie desin öyleyse."
Xiao-Die gülümsedi. Gülümsemesi de gözleri gibi berraktı; sarp kayalıkta biten bir kar nilüferi gibiydi, ölümlü dünyanın tozuyla kirlenmemişti.
Nangong Shunu gözlerini kaçırdı. Bu "o kadar da güzel olmayan" kadının bir cazibesinin olmadığını, ya da en azından, bu samimi masumiyetin az rastlanır türden olduğunu kabul etmeliydi.
Xiao-Die normalde Qi Yan dışında hiçbir adamdan hazzetmezdi, fakat erkek kılığına girmiş olan Nangong Shunu'ya karşı merakla doluydu. Yüzünde ona yaklaşmak isteyen ama bunu yapmaya biraz çekinen bir ifade vardı.
Qi Yan aslında onların herhangi bir münasebet içerisinde olmasını istemiyordu. Fakat Xiao-Die'yi hep bu "ufak avluda" kilitli tutuyordu, bu da aslında onun durumu ve zihin sağlığı için iyi değildi. O esnada en iyi yaklaşımın ne olacağını bilmediği için sessiz kalıp işlerin doğal şekilde ilerlemesine izin verdi.
Nangong Shunu bakışlarını başka yere çevirdikten sonra sakin bir şekilde, "Avluda seni bekleyeceğim öyleyse," dedi.
İkisi Nangong Shunu'nun gidişini izledi, ardından Xiao-Die başını yana eğerek Qi Yan'a, "Bu jiejie kim?" diye sordu.
"Kendisi... bir arkadaşım olur."
Qi Yan Nangong Shunu'yu fazla bekletemezdi, bu yüzden bir süre Xiao-Die'yi teskin ettikten sonra o da odadan ayrıldı. Xiao-Die bu sefer Qi Yan'a yapışmamıştı. Uysal bir şekilde küçük tavşan heykelciğiyle oynuyordu.
Nangong Shunu ufak avludaki taş banka oturmuş, etrafa bakıyordu. Burası çok sessiz ve güzel bir yerdi, pek uzakta olmayan zengin yeşillikteki bambu ormanı görülüyordu. Qi Yan Nangong Shunu'nun önündeki yere oturdu, "Beklettiğim için üzgünüm. Xiao-Die herhangi bir şekilde gücendirdiyse, Ekselansları lütfen bağışlasın."
Nangong Shunu başını iki yana salladı. Bir şeyler demek istiyordu, fakat bunun uygun olmayacağını düşünüp sessiz kaldı.
Uzunca bir süre geçtikten sonra yavaş bir şekilde şöyle dedi, "Birinin karısının arkasından bir metrese bakması gibi şeyler... imparatorluk ailesi bir yana, normal herhangi bir ailede bile veraset için kötü bir etki taşır."
Qi Yan bir şey demeyip başını aşağı eğdi, ardından Nangong Shunu alçak sesle devam etti, "Ne olursa olsun, Jingnu'nun gebe kalamadığına kesinlikle inanmıyorum. Her şeye rağmen... sen hala Jingnu'nun Fuma'sısın, sen ve o... bayanın karnındaki çocuğun altın albümüyle yeşim taşı belgeleri almak için Jingnu'nun onayına ihtiyacınız var. Sen hala ev hapsinde olduğun için daha fazla bir şey söylemeyeceğim, ama umarım durumu net bir şekilde düşünürsün."
Nangong Shunu'nun sözleri hafifti, fakat Qi Yan'ın kalbinde yıldırım kadar büyük bir etki bırakmıştı.
Her ne kadar son birkaç ayda kendine Nangong Jingnu'yu düşünmeyi yasaklasa da, gece derinleştiğinde ve insanlar sessizken Nangong Jingnu'nun onu ve Xiao-Die'yi korumak için nasıl bir kılıf bulduğunu tahmin etmeye çalışmaktan kendini alamıyordu.
Demek, işin aslı böyleydi.
En son görüşmeleri Qi Yan'ın zihninde belirdi. Nangong Jingnu şu satırları akıldan okumuştu: Arkamı sütuna veriyorum, tesellisi mümkün olmayan halimde bir eşlikçiye hasret duyan, bulanmış bir bahar rüyası.
Demek ki o eskiden şımarıkça davranan ve kitap okumaktan kaçmanın yollarını arayan "bilgisiz ve yeteneksiz" kızın... doğaçlama şiir sanatıyla konuşabildiği günler gelmişti.
Avludaki beyaz karlar çoktan yok olmuştu, fakat bu alıntı onlarla beraber silinmemişti. Her bir sözcüğü Qi Yan'ın kalbine ağır bir biçimde inmişti.
Qi Yan'ın derin düşüncelere dalmış gibi göründüğünü fark eden Nangong Shunu da onu bölmedi. Nihayetinde buraya, gidecek başka hiçbir yeri olmadığı ve yalnız kalmak istemediği için gelmişti.
Bu ufak avluda saklanmak, yanında oturan birinin olması, huzurlu ve sessiz olmak yeterince güzeldi.
Öğlen vaktinde, Qian Yuan bir kez daha rapor vermeye geldi, "Efendim, bir ziyaretçi geldi."
Qi Yan ziyaretçi kartını aldı. Bir bakış attıktan sonra Nangong Shunu'ya, "Vekil Ayin Bakanı Gongyang Baishi gelmiş. Kardeş Gong onunla görüşmek istiyor mu?" diye sordu.
Nangong Shunu bu ismi duyduğunda bir süreliğine şaşırdıktan sonra ayağa kalkarak, "Misafirin varsa, daha fazla rahatsızlık vermeyeceğim," dedi.
Qi Yan yukarıdaki gökyüzüne baktıktan sonra, "Öğle yemeği vakti gelmek üzere, geri dönmeden önce yemeğe kalmaya ne dersin?" diyerek öneride bulundu.
Nangong Shunu bunu kısa bir an düşündükten sonra başını sallayıp onayladı.
Qi Yan Qian Yuan'a küçük mutfağa öğle yemeğini hazırlamalarını söylemesini bildirdi. Yan yemek olarak biraz daha fazla taze kızarmış yiyecek ve bir küp osmantus şarabı hazırlamalarını da özel olarak bildirmişti.
Nangong Shunu, "Senin içmemen gerekmiyor muydu?" diye sordu.
Qi Yan: "Baishi içmeyi seviyor. Malikanemdeki kaliteli şarapların tümü Ekselansları tarafından hediye edilmişti, bu yüzden Baishi sık sık beni görmeye değil de içmeye gelir."
İkisi ön avluya doğru yürüdü. Gongyang Huai düz renk cübbesiyle içeri girdi. Nangong Shunu'yu gördüğünde donup kalmıştı, "Yuanjun, bu kişi...?"
Qi Yan ikisini tanıştırdı, "Bu şiir sanatlarından eski bir dostum, Gong Shu."
Gongyang Huai ellerini birleştirerek Nangong Shunu'nun önünde eğildi, "Kardeş Gong."
Gongyang Huai'nin unutkan gözleri olması karşısında Qi Yan içinden bir kahkaha atmaktan kendini alamadı. Şu an Vekil Ayin Bakanıydı, yani saray ziyafetinde Nangong Shunu'yu birden fazla kez görmüştü ama şimdi gerçeği göremiyordu.
Gongyang Huai'nin konuşmaya tereddüt ettiğini ve patlamak üzere gibi bir tavır içinde olduğunu gören Qi Yan şöyle dedi, "Kardeş Gong konusunda içim rahat. Baishi anlatması gereken şeyi söyleyebilir."
Gongyang Huai'nin gözlerinden şüphe geçti, fakat yine de saygı duyup Qi Yan'a inanmayı seçerek mırıldandı, "Saraylar bölgesinde bir şeyler olmuş gibi duruyor..."
Qi Yan Nangong Shunu'ya bir bakış attıktan sonra, "Çalışma odasında konuşalım," dedi.
... ...
Gongyang Huai sıcak çaydan iki yuduma aldıktan sonra çay fincanını bıraktı, "Sarayda henüz kesin bir haber verilmedi. Ama ben Efendi Baş Katip'ten duydum, yani muhtemelen doğru... Hanımefendi Baş Cariye Hui hayatını kaybetmiş gibi duruyor."
Nangong Shunu şiddetle sandalyesinden kalktı. Görünüşü halden hale girerek şöyle karşılık verdi, "Bu kadar büyük bir mesele böyle kaba söylenemez. Bildiğim kadarıyla Hanımefendi Baş Cariye Hui hala hayatının baharında..."
Gongyang Huai Qi Yan'a baktı. Onun kendisine onay verdiğini görünce açıklamaya başladı, "Böyle büyük bir olay hakkında nasıl akılsızca konuşabilirim ki? Bunu yabancıların önünde söylememem gerekiyordu, ama Yuanjun sana güveniyor ve ona saygı duyuyorum. Ben Ayin Bakanlığında çalışıyorum, babam ise Kraliyet Ailesi Bakanı. Böyle şeyleri önce imparatorluk hastanesi öğrenir, sonra da biz öğreniriz. Efendi Baş Katip benden saklamak istemediğine göre nesi yalan olabilir bunun?"
Nangong Shunu ellerini birleştirerek Qi Yan'ın önünde eğildi, "Ben erken ayrılıyorum."
Qi Yan ayağa kalktı, "Öyleyse Kardeş Gong'u geçireyim mi?"
"Gerek yok."
... ...
Nangong Shunu yürüyüp uzaklaştığında Qi Yan bir kez daha sordu, "Baishi, böyle meseleler bu şekilde söylenmez. Hanımefendi Baş Cariye Hui daha ellilerine girmedi, sağlığı da hep iyiydi. Birdenbire nasıl olmuş olabilir?"
Gongyang Huai cıkladı, "Sen de mi? Ben de sırf sana bu haberleri iletmek için buraya koşmuştum. Kim bu Gong Shu? Güvenilir bir adam mı? Majestelerinin bu olaya karşı sergilediği tutum biraz tuhaftı. Efendi Baş Katip telaşla gitti, fakat geri döndüğünde bana birkaç şeyden bahsetti. Cenaze işlemleriyle ilgilenmeyi hiç istemiyor gibiydi..."
Nangong Shunu üstündekileri değiştirmek için aceleyle geri döndü, lakin karşılaştığı, harıl harıl çalışan karıncalar kadar endişeli olan Baihe ile Shaoyao oldu. Nangong Shunu'yu gördükleri gibi yanına koştular, "Ekselansları, nihayet döndünüz. Öncesinde saraydan birileri emri iletmeye geldi, Majesteleri derhal saraya gitmenizi emrediyor!"
Gongyang Huai yalan söylememişti. İkinci Prens Nangong Wei ile Dördüncü Prens Nangong Zhen'in öz anneleri, Hanımefendi Baş Cariye Hui hayatını kaybetmişti.
Nangong Shunu saraya vardığı sırada, çoktan Chengchen Sarayı'na siyah ipek asılmıştı. Tuhaf bir şekilde, Nangong Shunu oraya gelirken yolda hiçbir ağlama sesi duyamamıştı. Saray odasına sakinlik hakimdi, tuhaf bir ölüm sessizliği vardı...
0 notes
Text
Ekim 23
Uzun süredir görüşmediğin birisinin ölüm haberini almak… Cümle kendi içinde fazlaca hüzün barındırıyor değil mi? Bana bundan oldu bugün ve tahmin edersiniz ki fazlaca hüzünlüyüm. Görüşmediğiniz kişi zamanında sevdiğiniz biri olunca insan garip hissediyor. Bir arkadaş, bir dost değildi ama en az onlar kadar hayatıma dokunmuş biriydi kendisi. Ortaokul dönemimde iki yıllığına dersime giren bir hocaydı kendisi. Kendisinden detaylıca bahsetmeye başlamadan önce başımız sağ olsun; toprağı bol, yattığı yer rahat, mekanı cennet olsun. Sizi özlemeye devam edeceğim hocam.
Ortaokul bir ve ikinci -hatırladığım kadarıyla- sınıflarda solfej dersimize girerdi. Kendisi piyanonun başında, bizler de büyükçe bir toplantı masasının etrafında yere zor değen ayaklarımızı havada sallayarak işlerdik derslerimizi. İlk haftalarda belirlediğimiz -belirlediği diyelim şuna- kurallar listesine uymak zorundaydık. Yoksa… Çikolata mı alıyorduk, sütlaç mı acaba? Tam hatırlamasam da o yoksa cümlesinin sonrasının verdiği gerginliği ve en az kadar gerginliği kadar tatlı olan o heyecanı unutamıyorum. Hata yapmamaya çalışmamız sadece nottan, alacağımız sütlaçlardan dolayı değil de hocanın gözüne girebilmemiz içindi sanki. Bize söz hakkı gelmesinden biraz korkar biraz da bu ihtimalden dolayı heyecanlanırdık. İlk derslerimiz temelden eğitimlerle başlamış basit diktelere doğru evrilmişti. Yapamazdım yalan yok ama hoca bunu bilir bana yardımcı olmaya daha doğrusu sınıfa yardımcı olmaya çalışırdı.
Bir grup vardı ki sınıfımızda o grup hocadan özel dersler alırlardı hocanın odasında. Çok ama çok özendiğimi, kıskandığımı hatırlıyorum onları. Onlar kadar yetenekli değildim belki ama yine de isterdim o grupta olmayı. Bir kere kapıyı dinlemeye çalışırken az daha yakalanacağımı hatırlıyorum. Hemen çalışma odası sıra alma kağıdında yer arıyormuş gibi davranmaya çalıştığımı hatırlıyorum. O zamanlarda bir şeyi çaktırmamak için çok fazla gülerdim daha fazla çaktırdığımı bilmeden. Hocam da anlamamış gibi yapardı ve halimi sorardı. İyi sayılır mıyım bilmiyorum hocam ama sizinle bir kez daha görüşebilseydim iyi olurdum, onu biliyorum.
Hocam sütlaca bayılırdı, Türk kahvesine de. Ve sigarayı da çok içerdi. Ama biz ne zaman odasına gelsek o sigarayı ya söndürür ya da bizi odadan kovardı. Kendisi içerdi ama bize de sık sık tembihlerdi ‘Sakın içmeyin!’ diye. Hocam sütlü tatlıları da severdi ama sütlacın yeri onda farklıydı. Yemekhanede sütlacın olduğunu duyar duymaz kalkıp yemekhaneye giderdi. Bizden de isterdi yapmamızı. Elbette zorla değil ama çok severdi işte anlarsınız. Annemi zorlayarak sütlaç yaptığımızı ve o sütlacı hocaya verirken bulutlu suratının nasıl aydınlandığını gördükten sonra hep yapıp getirmeye çalışmıştım. Türk kahvesi de demiştim değil mi? Odasında hep yıkanması gereken fincanlar olurdu diplerinde telveleriyle. Çok içerdi, çok severdi. Sigarayı da çok içerdi, odası da yerin altında olduğundan ve bu nedenle minicik bir camı olduğundan odada o an içilmemiş olsa da yoğun bir sigara kokusu olurdu.
Çok mütevazi, kendiyle övünmeyi sevmeyen biriydi. Ünlü şarkıcılardan birisi onun öğrencisiydi ve bunu bize övünmek için değil, derste dağıldığımız zamanlarda anlatırdı. Elde kalem çevrilmesini sevmezdi dikkatini dağıttığını söyleyerek. Hatta bahsettiğim bu ünlüye de kızmış bu konuda. Çevirmeye devam ettikçe de hoca sinirlenmiş, kalemi çocuğun burnuna sokup o şekilde bantlamıştı. Yani en azından dediğine göre böyle gelişmişti olaylar. Hocamın yalancısıyım, lütfen.
Kendisi ve başkaları bir konser vereceği zaman konserdeki yeri ister şef ister başka bir şey olsun adını yukarı, büyük yazdırmak istemezdi. Sınıfımızdan bir arkadaşımız ve kendisinin sahneye çıkacağı bir konser bölümünde de aynısını yapmıştı. O broşür ve arkadaşımın imzası anı kutumdalar. Hatta arkadaşımız şarkının bir kısmını söylemiş sonrasında seyirciler arasında oturan bizlere bırakmış, devamını biz söylemiştik. Bu fikri veren de bu hocamızdı.
Üzerine düşündükçe başka şeyler de geliyor aklıma ama unutamadığım en büyük şey hocamızın bizi bırakışıydı. Bir gün ansızın hocamız derse on dakika kadar gelmedi. Geç kalan biri değildi diye kalmış aklımda ama o gün kalmıştı işte. Kendi aramızda konuşurken ve bazılarımız da kapıdan dışarı gizlice bakarken gittikçe endişelenmeye başlamıştık. Aklımıza kötü ihtimalleri getirmemeye çalışırken koridorda birinin yürüme sesleri gelmeye başladığında hemen yerlerimize geçip beklemeye başladık. Yürüme sesleri hocamızınki kadar tok değildi, daha hafifti. Birbirimize bakarken birisi içeri girdi ve bizi selamladı. Hocamızın artık o olacağını, eski hocamızın dersimize girmeyeceğini söylediğinde başta şaka zannetsek de en kötü ihtimalleri karşımızdaki yeni hocamıza sormaya başladık. Hocamıza bir şey mi olmuştu? Başına bir iş mi gelmişti? Kendisi iyi miydi? Ne demek bize bir daha gelemeyecekti? Şehir mi değiştirmişti? Ne olmuştu? Ben ve birkaç arkadaşımızın gözleri yaşarmaya başlarken yeni hocamız da detayları bilmediğini sadece artık derslere eski hocamızın girmeyeceğini söyledi.
Hocamız bizi bırakmıştı. Evet yüzüstü bırakılmıştık. Üzücü değil mi? O zamanlar daha üzücüydü. Bir açıklama bile yapmadan bırakmıştı bizi. Küsmüştük ona. Değil mi, küsmüştük?
Bırakılma olayından sonra kendi içimizde bir kırgınlık yaşarken özellikle kendi adıma konuşmak gerekirse baya bir üzülmüşken hocayı bir daha göremedim. Görmeye gitmedim başlarda. Sonrasında görmek istediğimde ise odası değişmişti. Daha sonrasında ise okulumuzdan ayrıldığını öğrenmiştim. Ama asla öleceğine inanmıyordum, hala bir parçam inanmıyor ki duyduklarına. Ama ben hocamı daha mezuniyetime çağıracaktım, eskileri yâd edecektik, sütlaç yapacaktım kendisine. Nereye gittiniz hocam bu kadar erkenden? Bir kez daha mı bırakıldık biz?
Sanırım şimdilik buraya kadar yeterli.
0 notes
Text
Sitelerde Mini Hastane ya da Sağlık Odası Zorunluluğu
Konutlarda, 150’den fazla bağımsız bölümü bulunan sitelerde mini hastane veya sağlık odası zorunluluğu getirilmesi planlanıyor.
150’den fazla bağımsız bölümü bulunan sitelerde tüm gün hizmet verecek tam donanımlı sağlık odalarının kurulması zorunlu olacak. Buralarda hemşireler görev alacak ve önceden öngörülemeyen sağlık durumları için hızlı müdahale imkanı sağlanacak. Projenin hayata geçmesiyle salgın hastalıkların hızla yayılmasının önüne geçilmesi, yaşlılara sağlık hizmetlerinin daha kolay sağlanması ve trafik yoğunluğunun azalması gibi birçok avantaj elde edileceği tahmin ediliyor. Türkiye Kentsel Tesis Yönetim Derneği yetkililerinin Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nu ziyaret ettiği görüşmede, toplu konut alanlarında sağlık odalarının kurulmasını öngören proje hakkında anlaşmaya varıldı. Bakan Memişoğlu, projeyi onaylayarak tüm Türkiye’de uygulanması için gerekli talimatları verdi. Bu proje kapsamında, sitelerin ortak kullanım alanlarından biri Sağlık Bakanlığı’na tahsis edilecek ve bakanlık bu alanlarda gerekli çalışmaları başlatacak. Read the full article
0 notes
Text
Başkan Aydın sözünü tuttu: Projede sona yaklaşıldı
https://pazaryerigundem.com/haber/185703/baskan-aydin-sozunu-tuttu-projede-sona-yaklasildi/
Başkan Aydın sözünü tuttu: Projede sona yaklaşıldı
Osmangazi Belediyesi tarafından geçtiğimiz Mayıs ayında Hamitler Mahallesi’nde temelini attığı Ayça Azak Gündüz Bakımevi ve Çocuk Kreşi’nin inşaatında sona yaklaşıldı.
BURSA (İGFA) – Seçim döneminde Osmangazili yurttaşlara ilçenin birçok noktasına kreş inşa edeceklerinin sözünü veren Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın, göreve başlamasının henüz 45’inci gününde bu vaadini yerine getirerek Ayça Azak Gündüz Bakımevi ve Çocuk Kreşi’nin temelini attı.
Hamitler Mahallesi’nde mülkiyeti Osmangazi Belediyesi’ne ait arazi üzerine Metin Azak isimli bir hayırsever vatandaşın destekleriyle hayata geçirilen kreşin inşaatında kısa sürede büyük yol kat edildi. Toplam 500 metrekare alan üzerine tek katlı olarak inşa edilen kreşin kaba inşaatı tamamlandı. İnce işçiliklerin ve çevre düzenleme çalışmaların yürütüldüğü kreş, dört sınıftan oluşacak. 80 çocuğa eğitim verebilecek kapasitede inşa edilen kreşin içerisinde aynı zamanda müdür odası, öğretmenler odası, veli görüşme alanı, revir, kapalı etkinlik alanı ve veliler için bekleme alanı yer alacak. Kreş bünyesinde, çocuklar için açık etkinlik ve oyun alanları ile hobi bahçesi de bulunacak.
“İNŞAAT BEKLEDİĞİMİZDEN HIZLI İLERLİYOR”
Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın, temeli geçtiğimiz Mayıs ayında atılan Ayça Azak Gündüz Bakımevi ve Çocuk Kreşi inşaatını gezdi. Yetkililerden çalışmalar hakkında bilgiler alan Başkan Aydın, inşaatın beklentilerinden daha hızlı bir şekilde ilerlediğini söyledi. Osmangazi’nin birçok noktasına geleceğe güven ve umutla bakan çocukların yetiştirileceği kreşler inşa etmeyi hedeflediklerini ifade eden Başkan Aydın, “Seçimin ardından göreve başlamamızın 45’inci gününde Ayça Azak Gündüz Bakımevi ve Çocuk Kreşi’nin temelini attık. İnşaat çalışmaları hızlı bir şekilde ilerliyor. Çalışmaların bu kadar hızlı gideceğini biz de tahmin etmiyorduk. Kreşimizi 2024-2025 eğitim öğretim yılı ile birlikte çocuklarımızın hizmetine açacağız. Çocuklarımıza çağdaş bir eğitim vererek, hayata hazırlanmalarına katkıda bulunacağız. Kreşimizin inşaatında bizlere destek olan hayırsever vatandaşımız Metin Azak ve ailesine teşekkürlerimi sunuyorum. Hayırsever vatandaşımızın vefat eden kızının ismini de kreşimizde yaşatacağız” dedi.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
''senin yanında uyumak istiyorum'' dedim ''bu akşam gelir misin bana?'' dedi ''gelirim'' dedim ''umarım Barış, bekleyeceğim'' dedi ve kapattı... tebessüm ettiğini telefonun ucundan bile hissedebilmiştim... bana kırgın olduğunu biliyordum... hatta biraz öfkeli... ama hafiflemişti artık öfkesi... 5 yıl olmuştu... hiç görüşmemiştik ama defalarca konuşmuştuk... hayatına birini almamıştı o... bense hatırlamıyorum kimler vardı yanımda... belki de bi'tek o'nu alamamıştım hayatıma... hazırlandım... evimde, yanımda bir kadın vardı o zamanlar... yalan söyledim o kadına... ''Serhat'la dışarı çıkacağım'' dedim... o kadar çok yalan söylemiştim ki yanımdaki kadına... artık aldatıp aldatmadığımı bile bilmiyordum... tek bildiğim şey bu gece o renkli gözlü kadını görmek istediğimdi... evden çıktım ve taksiye binip evinin önüne gittim... hep sitem etmişti bana, ''bir kere gelmedin evime Barış'' diye ''bi kere evime gelmek istemedin, merak dahi etmedin'' ev bulma, tutma sürecinde o'nun yanındaydım... çok zorlu bi süreçti o'nun için... o çok güçlü bi kadındı... çok güzeldi... renkli gözlerinin ardında hep bi meydan okuması vardı bana, Barış'a... apartmana girip, en üst kata çıktım... kapıyı çaldım... yavaş yavaş açtı kapıyı.. gülümsedi... ''gerçekten geldin mi?'' dedi gülümsedim.. ''sanırım'' dedim postallarımı çıkarıp içeri geçtim... ufak, tefek tam onluk bi evdi... koltuğu, çalışma masası, lambası... tüm eşyalar o'nun yansımasıydı... yanıma oturdu... ''hoşgeldin'' dedi sarıldı... ''çok güzelmiş evin'' dedim ''gerçekten beğendin mi?'' dedi gülümseyerek ''çok beğendim, tam senlik olmuş'' dedim gülümsedi... ''alıştım buraya'' dedi montumu bile çıkarmamıştım... öylece o'nu izliyordum... gözlerini kaçırdı... ''alkolüm yok ama kahve yapabilirim'' dedi... ''alırım'' dedim o mutfağa gitti... montumu çıkardım, sigara yaktım... duvardaki fotoğraflara takıldı gözüm... içeri seslenerek ''güzel fotoğraflar'' dedim güldü... ''senin çektiklerin kadar iyi olmasa da idare eder işte'' dedi gülümsedim... kalkıp mutfağa yanına gittim... ''orta mı içiyorsun hala?'' dedi ''şu an zehir bile içerim elinden'' dedim ''hiç değişmeyeceksin dimi?'' dedi belinden tutup sarıldım... fincanları tezgaha bırakıp, elimi tuttu... ''özlemişim'' dedi ''ben de'' dedim... bi süre hiç konuşmadık, hiç kıpırdamadık... yavaşça bıraktım belini... ''evini gezicem ben'' dedim gülümsedi... ''tabi'' dedi
terasa açılan bi yatak odası vardı... küçük karanlık ama keyifli... ''burada mı uyuyorsun sen?'' dedim ''hayır'' dedi ''genelde salondaki koltukta uyuyorum'' ''bi tek yatak odasına alışamadım evde'' tahmin etmiştim... bi'şey söylemedim... fincanları getirdi... sigara yaktık... ''çok içiyorsun hala dimi?'' dedi ''evet'' dedim ''benim için bi tek o yanıyor'' gülmeye başladı... ''hadi ordan'' dedi
''hatırlıyorum'' dedi ''o evde tekli koltuğuna oturup saatlerce sigara içerdin'' ''attım o koltuğu'' dedim
''hayret'' dedi
o tekli koltuğu hiç sevmemişti... ''orası senin tahtındı'' ''tüm kırıcı cümlelerini orda oturup söyledin bana'' derdi hep, en son bana geldiğinde, ''kalkıp bişey söyle bana'' diye ağlamıştı ve hala onu hatırlıyordu...
''kızgın mısın bana hala?'' dedim ''hayır'' dedi ''geçti'' ''ben de sana kızgın değilim'' dedim gülerek yanımda otururken birden fırladı, ciddileşmişti... ''sen bana neden kızgın olacaksın ya?'' dedi ''arkasına bile bakmadan kapıyı çekip giden sen, bana neden kızacaksın?'' dedi ''sakin ol'' dedim ''şaka yapıyorum'' ''ben yapmıyorum'' dedi ''onlarca kadın varken hayatında yanında kalabilmek ne demek anlıyor musun?'' dedi cevap vermedim... sigaramdan bi duman aldım... ''susuyorsun çünkü verecek cevabın yok Barış'' dedi haklıydı... ''koşa koşa yanına geldim defalarca işten çıkıp'' dedi ''dua ederek'' ''umarım yanında bi kadın yoktur diyerek'' dedi ''hiç birinde yoktu ama'' dedim ''çünkü zaten hep birileri vardı etrafında'' dedi ''hep hep hep... Ben de onlardan biriydim senin için'' ''hayır'' dedim ''değildin, değilsin'' ''öyleydim Barış'' dedi ''artık tüm kadınlarını bırakıp gel bana'' ''bi ilişkin olduğunu biliyorum'' dedi ''buna rağmen seni köpek gibi özlediğim için gelmene izin verdim''
''nerden biliyorsun ki?'' dedim ''Barış Şahingöz sen beni çok hafife alıyorsun'' dedi ''kapıyı çarpıp çıkmakla, bana bir daha yazma demekle olmuyor bazı şeyler'' ''nasıl yani?'' dedim ''yıllarca baktım sana'' dedi ''sosyal medyadan, evinin önünden geçerken, heryerden'' ''motor aldığını bile ilk ben gördüm'' dedi şaşırmıştım... öylece kalakaldım... ''tahmin bile etmezdim'' dedim gülümsedi... sigarasını yaktı... ''seni seviyorum cümlesini gözlerinin içine bakıp söyleyemediğim için mi?'' dedi ''yanındaki kadınlarla uğraşıp kıskançlığımı sana farkettirmediğim için mi?'' ''hayır'' dedim kekeleyerek, ''sadece bu kadarını bilmiyordum'' ''bilmek istemedin ki'' dedi sigarası bitmişti... elimi tuttu... ''sarılabilir miyim?'' dedim ''lütfen'' dedi o'nu anlayabilmek, o renkli, tüm dünyaya kafa tutan gözlerinin ardındakileri okuyabilmek için çok daha fazlası gerekliydi... uzun süre sarıldık... ''Barış'' dedi ''lütfen, lütfen tüm kadınlarını bırakıp gel bana bidaha gelirsen''
cevap veremedim... yüzümü ellerinin arasına aldı... öptü... ''lütfen'' dedi... ''sarılarak uyuduğumuz günleri unutma''
''asla'' dedim ''asla''
Barış Şahingöz 2023 Şişli
1 note
·
View note
Text
'Pütürge-Çelikhan Segmenti Büyük Bir Tehlike Arz Ediyor'
Malatya Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Erkan Özgür, Pütürge-Çelikhan segmenti Malatya için büyük bir tehlike arz ettiğine dikkat çekerek, “Erzurum ya da Palu-Bingöl arasındaki depremlerde Malatya için büyük bir tehlike yok ama bizi esas çok etkileyecek ve yıkıcı depremlere neden olacak şey Pütürge-Çelikhan arasındaki bağlantıdan kaynaklanıyor” dedi.
Özgür, Pütürge ilçesinde meydana gelen 4,6 ve Yeşilyurt ilçesinde meydana gelen 4,4 büyüklüğündeki depremlerle ilgili açıklamalarda bulundu. Pütürge-Çelikhan segmentinde yakın zamanda bir kırılma beklediklerini yineleyen Özgür, Yeşilyurt içerisinden geçen fayın ise normalde literatürde olmadığını söyledi. “5,6’NIN ÜZERİNDE BİR DEPREM ÜRETECEĞİNİ TAHMİN ETMİYORUZ” Özgür, Yeşilyurt’ta 5,6 büyüklüğünde bir depremin daha önce yaşandığını hatırlatarak, “O depremin ardından git gide şiddetini düşürüyor. Şiddetini düşürmesine rağmen fay hattı Malatya’ya yakın olduğu ve 7-8 kilometre derinlikte olduğu için şiddetli bir şekilde hissediyoruz. Ama üretebileceği depremi daha önce yapmıştı. 5,6 büyüklüğün üzerine çıkacağını tahmin etmiyoruz” dedi. “EN AZ BİR YIL DAHA BÖYLE GİTMESİNİ BEKLİYORUZ” Pütürge ile ilgili kaygılarının devam ettiğini dile getiren Özgür, şunları söyledi: “Pütürge-Çelikhan segmenti Malatya için büyük bir tehlike arz ediyor. Erzurum ya da Palu-Bingöl arasındaki depremlerde Malatya için büyük bir tehlike yok ama bizi esas çok etkileyecek ve yıkıcı depremlere neden olacak şey Pütürge-Çelikhan arasındaki bağlantıdan kaynaklanıyor. 6 ay ila bir yıl içerisinde bu tür depremler olacaktır. Kahramanmaraş depreminin ardından irili ufaklı depremler oluyor. Bundan sonrada depremler olacaktır. En az bir yıl daha böyle gitmesini bekliyoruz.” Read the full article
0 notes
Text
Yerelden Tedarik Krediden Daha Değerli
Başkan Sadıkoğlu’ndan yerelden tedarik vurgusu
Daha hızlı toparlanmayı destekleyecek kritik konulardan birinin de tedarik zincirinde yerele öncelik verilmesi olduğuna dikkat çeken Malatya Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Başkanı Oğuzhan Ata Sadıkoğlu, “AFAD, Kızılay ve TOKİ başta olmak üzere birçok kuruluşun faaliyetlerinde ürün tedarikini ilimizden yapmaları işletmelerin ayağa kalkmasında krediden daha değerli olacaktır” dedi.
Malatya ekonomisinin toparlanmasını destekleyecek kritik konulardan birinin de tedarik zincirinde Malatya’ya öncelik verilmesi olduğunu belirten Başkan Sadıkoğlu, “Yaşadığımız depremlerden esnaf ve tüccarımızın neredeyse yüzde 80’i ağır hasar aldı. Az hasar alan ve ayakta kalan firmalarımızın mücadelesini destekleyecek en önemli unsur yerelden tedariktir. AFAD ve Kızılay başta olmak üzere birçok kuruluşun yardım faaliyetlerinde ürün tedarikini ilimizden yapmaları bu firmalarımıza büyük katkı sunacaktır. Özellikle içinde bulunduğumuz Ramazan ayında gıda kolilerinin hazırlanılmasında yerel firmalarımıza öncelik verilmelidir. Tarım Kredi Kooperatifleri ve DMO gibi kurumların alımlarında ilimizdeki işletmelere tedarikçi olarak öncelik verilmesi ilimiz ekonomisi için büyük önem arz etmektedir. TOKİ’nin inşa edeceği konut ve işyerleri için malzeme alımlarında yine yerel firmaları tercih etmesi krediden daha değerli olacaktır” diye konuştur. “DAHA KAPSAYICI ADIMLAR BEKLİYORUZ” Ekonomik aktivitenin canlandırılmasına yönelik daha kapsayıcı adımlar beklediklerini kaydeden Başkan Sadıkoğlu, “Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından hazırlanan Deprem Sonrası Değerlendirme Raporuna göre Malatya geneli imalat sektöründeki hasarın 10,6 milyar lira olduğu tahmin ediliyor. Bunun 785 milyon TL’si altyapı, 4,7 milyarı bina, 2,2 milyarı makine ve 2,8 milyarının da stok hasarından kaynaklandığı tahmin ediliyor. Çarşı merkezi başta olmak üzere ilimiz genelindeki hizmet sektörünün hasarını da işin içine dahil ettiğimizde 10 milyarlık hasarın beşe katlandığını düşünüyoruz. İlimizdeki ekonomik aktivitenin canlandırılmasına yönelik daha kapsayıcı adımlar bekliyoruz. KOSGEB üzerinden verilen finansman ve Kısa Çalışma Ödeneği gibi destek programlarının çerçevesinin genişletilmesini talep ediyoruz. Deprem öncesi kullanılan ticari kredilerin ödemesinin en az bir yıl ötelenmesi talebimizi yineliyoruz. Vergi, SGK ödemeleri ve enerji faturalarında firmaların yaralarını saracak adımlar bekliyoruz” dedi. Read the full article
0 notes
Link
Ankara Sanayi Odası (ASO) Yönetim Kurulu Başkanı Seyit Ardıç, mart ayı meclis toplantısında konuştu. Ardıç “İşletme sermaye ihtiyacı ve firmaların finansmana ulaşabilme zorlukları artıyor” dedi. Konuşmasında depremin 2023 yılında büyümeyi yüzde 1,4 negatif yönde etkileyeceği tahmin edildiğini söyleyen Ardıç, Merkez Bankası’nın, Varlık Fonu şirketlerinin ve kamu bankası genel müdürlüklerinin İstanbul Finans Merkezine taşınma kararı tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini belirtti. ‘FİNANSMANA ULAŞMA ZORLUKLARI ARTIYOR’ Ardıç, iç ve dış talepteki yavaşlamanın iktisadi faaliyetleri zayıflattığını söyleyerek, “Enflasyonun yarattığı belirsizlik, yatırım ve dayanıklı mal satın alma konusunda çekingen davranılmasına neden oluyor” değerlendirmesinde bulundu.Konuşmasında, “İşletme sermaye ihtiyacı ve firmaların finansmana ulaşabilme zorlukları artıyor” diyen Ardıç, özel bankaların piyasayı fonlamada çekimser kalmasının önemli bir sorun olduğunu dile getirdi. ‘MERKEZ BANKASININ TEDBİRLERİ YETERLİ DEĞİL’ Ardıç, Merkez Bankası’nın stratejilerine ilişkin şunları söyledi:“Merkez Bankası tarafından döviz kuruna karşı alınan tedbirlerin tek başına yeterli olmadığını düşünüyorum. Merkez Bankası’nın özellikle üretimin devamlılığı açısından reel sektörün öncelikleneceği bir para politikasına ağırlık vermesi beklentimiz.Son günlerde ekonomi medyasında sıkça dile getirilen ikili kur uygulaması eğer hayata geçirilecek ise, üretici ve ihracatçılar gözetilerek devreye alınması gerekli. ”KAVCIOĞLU: TİCARİ KREDİ KULLANIMI ARTTI TCMB Başkanı Şahap Kavcıoğlu da ASO meclis toplantısında konuşma yaptı.Bir taraftan kredilerin hacmi artarken, diğer taraftan kredi kompozisyonunda ihracat ve yatırım kredilerinin ağırlığının arttığını belirten Kavcıoğlu, “2022 yılında TL ticari kredi kullanımı güçlü bir gelişim göstermiş ve 2021 yılı kullanım tutarının yaklaşık 5.5 katı düzeyinde gerçekleşmiştir” dedi. Kavcıoğlu’nun konuşmasından öne çıkan diğer kısımlar şöyle* Toplamda 150 milyar TL kullandırdığımız Yatırım Taahhütlü Avans kredilerinin cari dengeye yatırımlar tamamlandıktan sonra yılda 5 milyar dolardan fazla katkı vermesi beklenmekte. * 2023 yılında küresel talebin toparlanmasıyla birlikte büyümenin yapısındaki gelişim sürecinin güçleneceğini öngörüyoruz. * Kalıcı cari fazla kapasitesinin artışı için ihracat kapasitemizi geliştirmemiz gerekmekte. * Uyguladığımız politika çerçevesi enflasyonu düşürme gücüne sahip.* Enflasyondaki düşüş süreci, ekonomimizi tehdit eden birçok büyük şokun ardı ardına yaşandığı bir ortamda yaşanmakta. * Hedeflere ulaşmak için finansmanın yatırımları destekleyici nitelikte olması ve kredi kompozisyonun ekonomideki arz-talep dengesizliklerini giderecek yönde gelişmesi gerekmekte. * Ocak-Mart dönemi itibarıyla TL ticari kredi kullanımı 2022 yılının aynı dönemine kıyasla yaklaşık 1.5 kat artarken, KOBİ kredileri aynı dönemde 2 kattan fazla artış kaydetti. * Geldiğimiz noktada finansman maliyetlerindeki düşüşün kalıcı olduğunu ve finansal öngörülebilirliği artırdığını söyleyebiliriz. * Önümüzdeki dönemde sürdürülebilir ve kalıcı fiyat istikrarı perspektifiyle oluşturulan liralaşma stratejisi kararlılıkla uygulanmaya devam edilecek. * Gerileyen politika faizlerinin sunduğu uygun finansman maliyeti imkânlarından hedefli kredi politikalarımızı ihracat ve yatırım kapasitesini destekleyecek şekilde geliştirmeyi sürdüreceğiz. * 2022 son çeyrekte belirginleşen enerji fiyatlarındaki gerilemeyle ile birlikte 2023 yılında dış ticaret açığının azalması beklenmekte. * Özetlediğim ekonomik performans, korunması gereken bir yatırım ve üretim ivmesine yaklaştığımızı göstermekte. * Ülkemiz, dış dengesini sürekli bir fazlayla sağladıktan sonra döviz piyasalarındaki arz-talep dengesi kalıcı bir istikrara kavuşacak.
0 notes
Text
Oyunlarda Denk Gelince Efkârın Dibine Vurduran Üzücü Easter Egg
Video oyunu severlerin oyunlarda umarsızca kovaladıkları, bulmak için çok uğraş verdikleri, geliştiricilerin oyunun içine gizleyerek yerleştirdiği unsurlara easter egg deniyor. Bu easter egg’ler çoğunlukla eğlenceli materyaller barındırsa da bazıları hayatı sorgulamamıza sebep olacak kadar üzücü olabiliyor…
Oyun oynarken denk geldiğimiz easter egg’ler çoğunlukla eğlenceli olurlar ve bizi kısa bir süreliğine de olsa akışına kapıldığımız hikâyenin dışına çıkartırlar. Ancak her easter egg böyle değil; bazıları öyle üzücüdür ki bizi hikâyenin dışına çıkarmakla kalmaz, belli bir süre uzaklara dalmamıza sebep olur…
Neyse ki üzücü easter egg’ler, eğlenceli veya gönderme amaçlı olanlara kıyasla bir hayli azlar. Dolayısıyla aralarından en üzücü olanlarını seçmek pek zor olmadı. (Listeye geçmeden uyaralım, listeye aldığımız olaylar spoiler içeriyor olabilir.)
Far Cry New Dawn: Far Cry 5’teki can dostumuz Boomer’ın mezarı
Far Cry 5, gerek açık dünyası gerek müzikleriyle seri içerisinde en otantik olan oyun. Bu oyunla birlikte seriye ‘yoldaş’ mekaniği gelmişti. Açık dünyada belirli NPC’ler ile karşılaşıp onlarla birlikte hareket edebiliyorduk. Bu yoldaşlardan biri de cesur köpek Boomer idi.
Far Cry 5’in hikâyesinin sonunu biliyorsanız, Boomer’ın kaderini de tahmin edebiliyorsunuzdur. Far Cry 5’in olaylarından 17 yıl sonrasını anlatan Far Cry: New Dawn’da can dostumuz Boomer’ın mezarını bulabiliyoruz.
Marvel’s Spider-Man: Oyunun içine koyulan evlilik teklifinin bir işe yaramaması
Aslında easter egg’in kendisi üzücü değil, sevindirici bir şey ancak ardından yaşanan olaylar bir hayli üzücü. Bir adam, Marvel’s Spider-Man piyasaya sürülmeden kısa bir süre önce Twitter’dan bir çağrıda bulunuyor ve sevgilisine evlilik teklifini oyunun içinde yapmak istediğini belirtiyor.
Bunun üzerine oyunun geliştiricileri, bir sinema tabelasının üzerine ‘Maddie, benimle evlenir misin?’ yazıyor. Ancak oyunun çıkışına az bir süre kala bu kişi, kız arkadaşı tarafından aldatılıyor, hem de kişinin ağabeyi ile. Tabii ki ilişkileri son buluyor ancak evlilik teklifini hâlâ oyunun içinde bulabiliyoruz.
Dead Island: Fragmanda zombilere yem olan çekirdek ailenin odası
youtube
İkincisinin fragmanı büyük heyecan yaratan ancak bir türlü piyasaya çıkmayan Dead Island’ın ilk oyunu da fragmanıyla büyük bir beğeni toplamayı başarmıştı. Hatta oyun tarihinin en üzücü fragmanıdır desek abartmış olmayız. İşin daha üzücü yanı, fragmandaki aileyi oyunda da bulabiliyorsunuz.
Resident Evil 3: Kendo’nun kızı
youtube
Resident Evil 2’nin remake’inde Kendo diye bir karakterle tanışıyoruz. Bu karakter, zombiye dönüşmüş olan kızını öldürmememiz için bizim karakter Leon’a yalvarıyor. Resident Evil 3 Remake’i, 2’nin öncesini anlatıyor, dolayısıyla Kendo karakteri ve kızının hikayesinin daha öncesini görebiliyoruz.
Resident Evil 3 Remake’te Jill ile Kendo’yu tekrar ziyaret edebiliyoruz ve kızının tam dönüşmeden önceki halini görebiliyoruz. Kendo’nun gerçekten yürek burkan bir hikâyesi var.
Red Dead Redemption 2: Bonny McFarlane’in kocasının mektubu
Eğer ilk Red Dead Redemption’u oynadıysanız, Bonnie McFarlane karakterinin ne kadar büyük bir rol oynadığını biliyorsunuzdur. İkinci oyunda bu karakteri maalesef fiziksel olarak sadece Red Dead Online’da görebiliyoruz.
Ancak Bonnie’nin ilk oyunda bahsettiği eski kocasını, ikinci oyunda bulabilmemiz mümkün ancak kaçırması çok kolay bir etkileşim. Flat Iron gölünün etrafındaki sahillerde gezerken uzaklardan ölü bir beden görüp yaklaştığınızda ve yağmalamaya çalıştığınızda bu kişinin aslında ölmediğini görüyoruz.
Kendisi elimize bir mektup tıkıştırıyor ve oracıkta canını veriyor. Mektubu okuyunca bunun Bonnie’ye, eski kocası tarafından yazılmış bir mektup olduğunu görüyoruz. Mektupta kendisi ne kadar üzgün olduğunu anlatıyor ve işleri düzeltmek için her şeyini feda edebileceğini söylüyor.
1 note
·
View note
Text
VESTA – C.4102
“Kardeşin nerede?” Çocuklardan uzun bir süredir ses çıkmadığı için laboratuardan ayrılmış onları bıraktığı yere, büyük salona gelmişti. Kapının girişinde oğlu Roy’u görmüştü.”Bilmem içerdedir herhalde” altı yaşındaki çocuk omzunu silkerek. Burası bulundukları yerleşimin yani Vesta C.4102’ün en geniş salonuydu. Bir kenarına kurulmuş olan tek basketbol potasından bile ne kadar geniş ve yüksek olduğunu tahmin edebilirdiniz. Kafasını kaldırıp baktı, tam tavanın ötesinde çevrelerinde dönüp duran yüzlerce gölgeyi gördü. Uzun zaman geçmesine rağmen hala alışamamıştı kimi loş kimi hafif aydınlık bu meteorların dans etmelerine. Tesisin dışına kurulmuş olan güç kalkanları sayesinde tehlike arzetmiyorlardı ama yine de varlıkları rahatsız ediciydi. Güvenlik uzmanına “ya arıza yaparsa” diye sorduğunda uzman, “koruyucu kalkanın kapanması diye bir şey söz konusu değil” Ardından adamın yüzünde endişenin hala sürdüğünü görünce “tesis konumu itibarıyla zaten güvenli bir yerde hiç merak etmeyin” demişti. “Mikro reaktörleri sayesinde bin yıl daha sorunsuzca çalışır” Kızına seslendi. “Gloria”, ses seda çıkmayınca daha yüksek sesle bir kere daha seslendi. Paçasından biri çekince irkildi
“Buradayım baba, bağırmaktan vazgeç” “Aynı annesi gibi, buyruk vermeyi seviyor” , gülümsedi.
“Neden ses vermiyorsun” Saçları iki yanda örülmüş kız tüm sevimliliğiyle işaret parmağını dik olarak burnunun üstüne getirdi.
“Baba sessiz ol konuğumuz var” dedi. Ardından babasının pantolonunu paçasından tutarak içeriye götürmek istedi. Eli istem dışı aydınlatma düğmesine gidince “Baba.” dedi “Şeker ışığı sevmiyor” yürüdüler.
Bu maden işletmesine birimler, diğer standart madenler gibiydi ama yönetici bölümü geniş gözüküyordu. Üstelik standart olan salonda emsallerinden büyüktü. Maden sahasını saymazsanız derin bir kraterin içerisine yapılmış yerleşim merkezi üç ana bölümden oluşuyordu. Birinci bölüm oldukça ferahtı. On iki madenci bir de yardımcı personeli rahatlıkla ağırlayacak geniş yatakhaneler vardı. Maden müdürü içinde bir lojman ayrılmıştı. Yönetici lojmanı, basit paravanlarla birbirinden ayrılmıştı ve dört kişilik ailesine rahatlıkla yetiyordu. Bir uzay kolonisine göre iki geniş oda, büyük bir mutfak vardı. Burası aynı zamanda yardımcı personelin yani Ricky’nin lojmanı sayılıyordu.
İkinci bölümde dar bir yolla gidilen çalışma odası vardı. Orada büyük bir çalışma masası ve iletişim birimleri vardı. Diğer bölümünde de maden laboratuarı bulunuyordu. Üçüncü ana bölüm ise bu kocaman salondu. Üçü birbirine uzun bir yolla bağlanmıştı ve yolun iki yanında hava geçirmez güçlü kapılar vardı. Maden ise standart mesafe olan 500 metre uzaklıktaydı.
Salonun karşı duvarına kadar yürüdüler. Cam tavandan gelen ışık, zayıf olduğu için sadece önünde yürüyen kızını görebiliyordu, küçük ayaklarıyla koşar gibi yürüyordu. Karşılarındaki duvarın önüne geldiğinde durdu. Tekrar babasına susması için işaret yaptı. “Uyuyordur belki”, birlikte eğildiler. Çocuğun minik parmaklarının ucunda iki ya da üç milimetre boyunca soluk kırmızı renkte bir böcek vardı. Adam çok şaşırdı. “nereden buldun bu böceği” dedi. Efsane gibi anlatılan ama kendisinin hiç gitmediği dünyada bu tür böceklerden milyonlarca vardı. Ama burada Mars ile Jüpiter arasında dönüp duran irili ufaklı kayalarda bu tür böceklerden olduğunu duymamıştı görmemişti.
“Benim olabilir mi?” Kızı kocaman gözleriyle kendisine bakıyor babasının izin vermesini istiyordu.
“Ben bir inceleyeyim, sonra Ricky amcanında fikrini alırız. O’da zararsız olduğuna kanaat ederse böcek senin”
“Onun adı artık böcek değil, Onun adı “Şeker” dedi. Adam yerde duran böceğe baktı, neredeyse şeffaf önde üç çift bacağı olan uzun antenlere sahip bütün böcekler gibiydi ve şekere benzeyen bir yanı yoktu. “Sen nasıl istersen” dedi. Baba kız içeriye yöneldiler Laboratuara gidip örnek kaplarından birini aldı. Bu kibrit kutusundan biraz daha büyük, üst kapağının dışında diğer yüzeyleri paslanmaz çelik olan bir kutucuktu. Hayvan kıpırdamıyordu. “Gloria, kızım bu hayvan ölmüş olmasın”
“Az önce kıpırdanıyordu” küçük kız gülümseyerek.
Akşam saatlerinde madenden dönen arkadaşına gösterdi böceği Ama çekmecesinde duran kutuyu çıkardığında çok şaşırdı. Kutunun içerisinde iki böcek vardı şimdi. “Sen içkiyi bırakmıştın değil mi?” dedi Ricky, arkadaşına. Öyle böcekler konusunda uzmanlığı falan yoktu tek farkı Dünyada doğmuş olmasıydı. “şaka yapıyorum” dedi ve ekledi. “Biraz karıncaya birazda gümüşçüne benziyor. Her ikisi de olmadığına eminim” Yüzüne bakan arkadaşına dönerek “ben uzan değilim” dedi. Müdürün tedirginliğinin geçmediğini görünce “Erzak paketlerinden gelmiştir, çok kafanı yorma” dedi. Ardından günlük konuşmalara döndüler. Müdür Elder, kutuyu çekmeceye koyarken böceklerin sayısının dörde çıktığını fark etmemişti.
“Sence rapor etmeli miyiz?” dediğinden de Ricky kocaman bir kahkaha attı. “Niçin, kendimizi komik duruma düşürmek için mi?” Arkasından devam etti.
“Sen böceği boş ver bu ay ki kotayı doldurabiliyor muyuz” tekrar gülüştüler.
O sabah erken saatlerde iki çocuk babalarının laboratuarına sessizce girdiler. “Küçücük bir şeydir o şimdi bu saatte beni uyandırdığına değmez” dedi Gloria’dan üç yaş büyük ağabeyi Roy.
“Ben böyle bir şey görmedim. Sürüyle ayakları var ve hepsinin birden hareket ettirebiliyor.”
“Senin böcekler konusunda bir şey bilmediğin belli oluyor. Böceklerde sayısız bacak vardır zaten. Ayrıca kıskaçlar, antenlerde bazılarında kanatlar bile vardır. Uçarlar, kaçarlar, tırmanırlar, böcek olmanın gereğidir bu” dedi. Masanın üzerinden babasının büyütecini almayı unutmamıştı. Çekmeceyi sessizce açtılar. Kutuyu çıkardıklarında kutunun içerisinin böceklerle dolu olduğunu gördüler. O kadar çoktular ki neredeyse sığmayacaklardı minik kutuya. Hareket edemiyor gibi olsalar da kımıl kımıldılar.
“Böceğim yavrulamış” dedi kız sevinçle ellerini çırparak.
“Ver yakından bakayım” dedi. Birbirinin kopyası gibi duran onlarca böcek kaynaşıp duruyordu kutunun içerisinde
“Hani bir taneydi” Sesinde hem şaşkınlık hem de tedirginlik vardı. Bu tesiste dünyaya gelmişlerdi. Bu da tüm dünyaları üzerinde yaşadıkları kayadan ibaret demekti. Nereden bileceklerdi ki böcek nedir nasıldır diye. Sen bakacaksın yok ben bakacağım diye tartışırlarken arkalarından gelen ses ikisinin de korkmasına neden oldu. O an kutu, kardeşinin elinden almaya çalışan Roy’un parmaklarının arasından kaydı. Daha yere değer değmez kutunun cam kapağı açıldı ve içindekiler dışarıya döküldü. Anneleri “neler oluyor” demeye kalmadan minicik varlıklar dağılıverdi.
Carla, tatlı sert tutumuyla kapının eşiğindeydi. “Birazdan dersleriniz başlayacak ve siz buradasınız.” Aniden aklına gelmiş gibi “ben size kaç defa babanızın çalışma alanlarına girmeyeceksiniz demedim mi” Ses biraz daha sertti.
“Doğru odanıza dersler başlamış bile olabilir.” Çocuklar dışarı çıkmak üzereydiler birden onları durdurdu. “Bu kutu nedir, gene neyi kırdınız” Roy, “Bak anne bomboş” Kardeşi de araya girdi. İçinde bir şey yok anne” dedi İki çocuk hızla odalarına gitti. Vesta’dan yayın yapan kanaldan eğitimleri başlayacaktı.
Gece uydu sakinlerinin zamanlarını senkronize etmek için kullanılan büyük aydınlatma lambası söndükten sonra adamı uyku tutmamıştı. Sabah bir ara baktığı kutuyu yerinde bulamamıştı. Şirket verimi arttırmak için az adamla çok iş yapmaya çalışıyordu. Bu nedenle maden müdürü olarak vardiyaları iyi ayarlamalı çalışanları fazla yormadan üretimi arttırmalıydı. Artan üretimden gelen gelir fazlasını da çalışanlar arasında adil dağıtmalıydı. Bu durum uykularının kaçmasına neden oluyordu. İşte içeriden gelen sürünme veya sürtünme sesini duyduğunda uykusuzlukta yatakta döndüğü anlardan birini yaşıyordu. Yerinden doğruldu. Karısı uykusunda şöyle bir kıpırdandı. O’da çok yoruluyordu. En kısa zamanda para biriktirip bu ıssız yerden gitmeleri gerekiyordu. Usulca kapıyı açtı. Koridoru dinledi ama hiç ses seda yoktu. Yorgunluğuna vermek üzereydi ki kızının keskin çığlığını duydu. Çocukların odası kendi odalarının hemen yanındaydı. Az önce derin uykuda olduğunu düşündüğü eşi yanı başındaydı ve neler olduğunu anlamak için kocasının yüzüne bakıyordu. Bir göz kırpma anı kadar süren bu bakıştan sonra ikisi de çocukların odasına girdi.
İçeri girdiklerinde kızlarının yatağın üzerinde ayakta olduğunu ve çığlık çığlığa bağırdığını gördüler. Diğer duvarın yanında uyuyan oğullarıysa uykulu gözlerle neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. “O burada… O burada” diye bağırıyordu küçük kız. Adam telaşla içeriye bakındı ama bir yabancı nesne veya canlı yoktu. “nasıl bir şeydi” diye sordu annesi. Kollarını açtı ve gösterdi “bu kadardı” diye. Ağlamaklı bir sesle üstelik senin kolundan kalındı” diye sözlerini tamamladı. Anne, iki çocuğunu iki koltuğunun altına aldı. “rüya görmüş olmalısın.” Oğlu sözlerini düzeltti, “kâbustur o anne” diye. “Bizle yatarsınız” diyerek ikisini de içeriye aldılar.
O sabaha kadar adam gözlerini kırpmadı. Çocuğunun nasıl böyle rüya gördüğüne anlam verememişti. İkisinin de sağlıklı çocuklar olmaları için ellerinden geleni yapmışlardı. Ama tüm sisteme hakim olan işsizlik kendisini gösteriyordu. Biraz daha çalışmaları gerekiyordu. O nedenle bir süre daha burada bu maden meteorit’inde çalışmalıydı. Bir yanda üretim diğer yanda ailesi arasında bocalarken uykuya daldı.
Sabah ilk işi çocukların odasına gitmek oldu. Işık altında bir kere daha gözden geçirdi bütün odayı. Dünyada bir sahilde veya bir ormanda hatta çölde olsalardı o zaman kızı haklı olabilirdi. Ama şimdi uzayın karanlık bir köşesinde nereden gelirdi bu yılan. Hem küçücük iğne ucu kadar bir delik olsaydı yaşayamazlardı. Kahvaltıdan sonra kendisini maden işletmesine götürecek tünele girdi.
Yolun yarısına gelmeden telefonu çaldı. Arkadaşı Ricky heyecanla “Elder, acele buraya yatakhaneye gelmelisin” dedi. Koşarak uzun tüneli geçti. İçeri girdiğinde gördükleri karşısında kusacaktı neredeyse. Adamı tanıyordu, Jack. Soyunun Fransa’ya dayandığını söylüyordu her konu açıldığında. Yirmi beş yaşındaydı ve diğerleri gibi bekârdı. Adamın sol kolu kan revan içindeydi. “Arkadaşları bulmuş kendisini. Kazı robotunu kullanıyormuş. Galeriden acı çığlık duyduklarında hemen koşmuşlar yardımına ama Jack öylece yerde yatıyormuş. Allahtan kendisine ilk yardım yapmışlar da çok kan kaybetmeden getirmişler. “ne olduğunu anlatabilecek durumda mı” diye sordu Elder. “Ağrı kesici verdiklerini bir süre kendinde olmadan yatacağını söylediler. Kan desteği veriyorlardı, iyi ki kan stokları vardı. Diğerlerine belli etmeden ısırma izini gösterdi. Kapının önünde bekleşen arkadaşlarına “iyileşecek” dedi Rick.
Neler olmaya başlamıştı böyle bir türlü anlamıyordu. Rakip şirketler tarafından sabote mi ediliyorlardı. Eğer üretimi azaltmak için sabotajlar yapılıyorsa İşi elemanları yaralayacak veya sakat bırakacak kadar ileri götürmüş olabilirler miydi? O zaman bir ihtimal kalıyordu, işi hafife almıştı güvenlik tedbirlerini tam uygulamamıştı. O günü izin günü yaptı Eller.
“Gidin dinlenin” dedi karşısında duran 11 kişiye. Arkada duranlardan biri el kaldırınca ne soracağını bildiği için “ücretlerinizi tam alacaksınız” diye sözlerini tamamladı.
İçki içilen yerin işletmesini kendi aralarında oluşturdukları kooperatif benzeri bir işletme olarak çalıştırıyorlardı. Onlar kendilerine ayrılmış yerde birkaç kadeh içerlerken yanlarına biri yaklaştı.
“Müdürüm neler oluyor.” Adam kafasını çevirip bakınca çoktandır görmediği bir yüz gördü, bir saniye sonrasında sevindiğini bir çocuk bile anlayabilirdi.
“Kaptan Aleksi hoş geldin” dedi. Gözlerinden bir saniyelik pırıltı geçmişti. Bir saniye sonrasında aklı başına gelmiş gibiydi. “Ne zaman geldin sen.”
“Siparişleriniz varmış, bizim Fırtınayla getirdik.” Biraz ötesinde oturan kısa boylu ve kaslı Moğol, kendilerine bakarak gülümsedi.
“Marza, hoş geldin” dedi şaşkınlığı devam ediyordu. “Yoksa neler olduğunu duydun mu?” Kır saçlı ufak tefek adam gülümseyerek yanında oturan kadına baktı. “ben duymadım ama çok uzaklarda neler olduğunu duyacak yetenekte tanıdıklarım var” dedi. Yanındaki kişi mahcup bir şekilde başını eğdi.
Yarım saat sonra müdürün bürosunda konuşuyorlardı. Adam iki gündür başlarına gelenleri anlattı. En sonunda bir şey yapıp yapamayacaklarını sorduğunda yanında duran kişi “ her geçen saniyede tehlike büyüyor” dedi. Kaptan Aleks, Zofia’nın bazı psişik güçleri vardır faydasını göreceksiniz” dedi.
Rahat ettiğini düşünmeye başlamıştı. Anımsayamayacağı kadar uzun bir süre meteor kayasının içerisinde yolculuk yapmıştı. Büyük katliamdan kaçan türünün birkaç örneğinden biriydi. Sonra uzun uykusundan uyandığında küçük bir kümese giren tilki gibi hissetmişti kendini. Etrafta kendisine uzun süre yetecek kadar av vardı. Uzun bir zamanda rahat edecekti, Hep yaptığı gibi kendini gizlemeyi başarırsa bu avların içerisinde rahat edecekti.
Karanlığın içerisinde süründü bir süre. Kendinden olanlar kendini böle böle çoğalttıklarıyla kocaman bir sürüngen olmuştu. Daha da büyümesi için karnını doyurması lazımdı hem kendinin hem de kendinden oluşanların. Gözüne kestirdiği iki ayağının üzerinde durabilen avlarından birine atıldı. Bütün gücüyle saldırsa da işler sandığı kadar kolay olmamıştı. Avı tepki göstermiş elindeki ilkel aletle savunmaya geçmişti. O zaman daha akıllı davranması gerektiğini anladı ve hızla karanlığın yüreğine çekildi. Aklında yemlerinin odaların birinde toplandığı düşüncesi vardı.
Ortalık sakindi, yatakhanenin soluk ışıkları yanıyordu. Koca odada çıt çıkmıyordu. Sessiz bir gölge tabanda ince bir ip gibi sürünerek süzüldü içeriye. Göze batmamak için duvar dibinde yol alıyordu. Gölgenin ucu durdu arkası üzerine katlanarak kalınlaşıyordu. İnsan bedeni şeklini alması çok zor olmadı. Eğer biri yakından inceleme fırsatı bulsaydı ranzaların boyuna ulaşmaya çalışan varlığın bir değil milyonlarca küçük böceğin birleşmesinden olduğunu anlardı. Yaratığın boyu ranza kadar olunca birden yatakhane aydınlandı. Parlak ışık her yana vuruyordu. Nerden geldiği ilk anda belli olmayan bir çığlık hatta milyonlarca çığlık duyuldu. Birden zeminden yükselen alevler kapladı her yanı. Şekil dağıldı, böcekler sağa sola saçıldı. Her biri kendilerini kaçınılmaz sona ulaştıracak alevlerden kaçmaya çalışsa da bütün zemin yandığı için kaçacak durumları yoktu. Dışarıda tüm personel bekleşiyordu. Kiminin ellerinde yangın söndürücüler kiminde de basit silahlar vardı. Dışarı çıkmayı başaran olursa halledeceklerdi. Gerek kalmamıştı, yatakhane ve böcekler kavrulmuştu.
Kaptan Aleksandır kendisini uğurlamaya gelen Müdür Elder’la vedalaşırken, “ucuz atlattık”
“Hepimiz ucuz atlattık dedi kaptan da. “Koca evren bomboş değildir ya. Bizi nelerin beklediğini bilemeyiz”.
“Sizce tamamen kurtulduk mu?” dediğinde
Bölünerek çoğaldıklarını siz söylemiştiniz. Eğer ana böceği öldürdüysek korku yok demektir.” Eldar’da, “Bunu bilmemize imkân yok” dedi kendi kendine konuşur gibi. Personel gemiye binmek üzereydi ki Kaptan Aleks, namına uygun bir cümle kurdu.
“Taş yok mu Taş” Doğduğu ülkede sık kullanılan bir cümleydi bu. Uzay elbisesiyle eğildi yerden bir taş aldı. Gemisi Fırtına’nın duvarında duran kırmızı bir lekeye vurdu, ezdi. “Şimdi tamamen kurtulduk”
0 notes