Tumgik
#Suriye dış politikası
lolonolo-com · 3 months
Text
Türk Dış Politikası 2022-2023 Final Soruları (Tarih)
Türk Dış Politikası 2022-2023 Final Soruları 1. İstanbul hangi sadrazam döneminde İtilaf Devletleri tarafından resmen işgal altına alınmıştır? a) Salih Paşa b) Ali Rıza Paşa c) Tevfik Paşa d) Damat Ferit Paşa e) Ahmet İzzet Paşa Cevap: a) Salih Paşa 2. Türkiye, Suriye ve Fransa arasında soruna yol açan Sancak meselesi Milletler Cemiyetine havale edildikten sonra hangi devletin desteği sayesinde…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
deliklicinar · 2 years
Text
Bakan Çavuşoğlu: “Yunanistan’ın silahlanmasına karşı elimiz kolumuz bağlı kalmaz”
Tumblr media
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Elbette Yunanistan uluslararası hukuka aykırı bir şekilde silahlandırılmış adaların statüsünü ihlal ederken bizim de elimiz kolumuz bağlı kalmaz. ABD biliyorsunuz taraftarsızlık politikasını bozarak Yunanistan’ın lehine adımlar atıyor" dedi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, AK Parti’nin "2023’e Doğru Şehir Buluşmaları" programına katılmak üzere Denizli’ye geldi. AK Parti Denizli İl Başkanlığında gerçekleşen programda konuşan Bakan Çavuşoğlu, “Milletimizin ve ülkemizin çıkarlarını korumaya kararlılıkla devam edeceğiz. Dünya çok hızlı bir şekilde devam ediyor. Etrafımızda çatışmalar, savaşlar, göç problemi ve enerji krizi var, birçok problem var. Biz gerek Ukrayna savaşı, Suriye ve Libya gibi sorunlu bölgeler var. Sorunların çözümü konusunda gayret sarf etmeye devam edeceğiz. Pazartesi günü Milli Savunma Bakanımız ve diğer bakanlarımız Cumhurbaşkanımın görevlendirdikleriyle bu amaçla Libya’yı ziyaret etmiş olacağız. Dünyanın her yerinde faal olmamız lazım. Bugün dünyada en büyük 5. diplomatik ağa sahibiz” dedi. “Yunanistan’ın silahlanmasına karşı elimiz kolumuz bağlı kalmaz” Yunanistan’ın silahlanmasına değinen Bakan Çavuşoğlu, “Elbette Yunanistan uluslararası hukuka aykırı bir şekilde silahlandırılmış adaların statüsünü ihlal ederken bizim de elimiz kolumuz bağlı kalmaz. Diğer taraftan ABD biliyorsunuz taraftarsızlık politikasını bozarak Yunanistan’ın lehine adımlar atıyor. Geçmişte denge politikası izliyordu. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne karşı silah ambargosu 1 yıllığına kaldırıldı. Biz de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gerekli takviyeleri yapacağız” ifadelerini kullandı. “Alman bakanla görüşmemiz iyi bir görüşme olmadı” Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ile İstanbul’da yaptığı görüşmeyi de hatırlatan Bakan Çavuşoğlu, “Bazı muhataplarımız özellikle kendi iç siyasetine mesaj vermek için ya da mensubu olduğu birliğe ’Türkiye’ye gittim, onu da bunu da dedim’ demek için basının da önünde gerekli gereksiz açıklamalarda bulunuyor. Herkesin görüşüne saygımız var. Belli bir diplomasinin içinde kalarak cevaplarımızı veriyoruz. Alman bakanla en son İstanbul’da yaptığımız baş başa görüşme iyi bir görüşme olmadı. Tamamen Yunan tezlerini savunan, egemenliğimizi sorgulamaya cüret eden bir yaklaşım içindeydi, biz de gerekli dersi verdik” diye konuştu. “Yunanistan’ın denizin ortasında insanları öldürmesi utanılacak bir durum” Mültecilerin durumundan bahseden Bakan Çavuşoğlu, “Savaşlar ve çatışmalardan dolayı mülteci sorunuyla mücadele etmemiz lazım. Elbette Türkiye’de geçici olarak da gelen göçmenlerin başta Suriyeliler olmak üzere ülkelerine dönüşünün güvenli olması gerekiyor. Şu ana kadar 520 binden fazla Suriyelinin ülkelerine dönmesi de aynı bu çerçevede olmuştur. Yunanistan’ın Avrupa Birliği’nin gözetiminde Frontex’in yardımıyla denizin ortasında insanları öldürmesi, göçmenlerin kötü muameleye maruz kalması utanılacak bir durumdur” dedi. “Kırım’ın illegal ihlalini tanımadığımız gibi bu referandumun sonucunu da tanımayacağımızı açık bir şekilde söyledik” Rusya’nın Ukrayna’da ele geçirdiği dört bölgede düzenlediği referandum hakkında açıklama yapan Bakan Çavuşoğlu, “Biz Türkiye olarak açıklamamızı yaptık. Bundan endişe duyduğumuzu söyledik ve buralar Ukrayna’nın topraklarıdır. Dolayısıyla Kırım’ın illegal ihlalini tanımadığımız gibi bu referandumun sonucunu da tanımayacağımızı açık bir şekilde söyledik. Biz Türkiye olarak ilkeli bir dış politika diyoruz. Denge politikamız dünyaya da örnektir. Geçmişte bizim bu denge politikamızı, Türkiye’nin dış politikası aksında bir kayma mı var gibi çok sorgulamalar oldu. Türkiye’nin bu denge politikası herkes tarafından takdir ediliyor. Türk dünyası başta olmak üzere Orta Asya, Asya ile yeniden bütüncül bir Asya’ya geri döndüğümüz Asya ile ilişkilerimizin de yarın önemi daha da görülecektir. Rusya ile ilişkilerimiz iyi ama Rusya’ya da yapacaklarımız ve yapmayacaklarımızı, kabul edeceklerimizi ve etmeyeceklerimizi net bir şekilde söyleyen ülkeyiz. Ukrayna için de geçerli bu. Kırım’ın ilhakını da tanımadık, tanımayacağımızı da söyledik. Bu referandumun sonuçlarını da Türkiye olarak tanımıyoruz” şeklinde konuştu.
“Filistinlilerin mesajını net bir şekilde İsraillilere iletiyoruz”
İsrail ve Filistin sorununa değinen Bakan Çavuşoğlu, “İsrail ile ilişkilerde yeni hükümetle, yeni cumhurbaşkanıyla yeni bir sayfa açma imkanı bulduk. Bu diyaloğun faydasını da gördük. Gerek ikili ilişkilerde gerekse bölgesel konularda ama özellikle de Filistin meselesinde de doğrudan temasın faydalarını görmeye başladık. Cumhurbaşkanının telefonla görüşmesinden sonra Müslüman olmayanların Mescid-i Aksa’ya, o bölgeye sokulmaması dahil birçok alanda görüyoruz. Filistinlilerin mesajını net bir şekilde İsraillilere iletiyoruz. Filistin davası konusunda hiçbir zaman normalleştirmeyeceğimizi başından beri söylüyoruz. Cumhurbaşkanımız, Lapid’le New York’ta yaptığı görüşmelerde eksiklikleri ve yanlışları açıkça söylemiştir. Seçimlerden sonra karşılıklı ziyaretler, bu diyalog devam edecektir” dedi. Programa Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, AK Parti Genel Merkez Demokrasi Hakem Kurulu Üyesi Necip Filiz, milletvekilleri ve partililer katıldı. Read the full article
0 notes
onderkaracay · 5 years
Text
Tumblr media
Masum insanları öldürmenin üzerini kapatacak hiçbir bahane veya sebep yoktur. Tek gerçek; gerçeği bilmeden bir oyunun parçası olmak ve sömürgeye hizmet edildiğinin toplumdan gizlenmesidir. Söz konusu vatansa gerisi teferruattır. Söz konusu birini kurtarmak için veya kötü bir niyete hizmet etmek adına danışıklı dövüş içinde bir savaşa vatan alet edilmişse bu bir cinayet ve ihanettir. Bu noktaya nasıl gelindiğine baktığımızda ihanet olduğu çok açık ve nettir. 29 Ekim'de Kobaniye (Aynel-Arap) bu teröristleri açılım ihaneti ile topraklarımızı kullanarak törenle gönderenler bugün bu teröristlerle savaşa giriyoruz diyorlar. BOP eş başkanlığında bu danışıklı dövüş oyunları oynamaya devam ediyor. 12 Kasım 2019 tarihinde Amerika davetine gidilirse öyle görünüyor yeni taviz ve pazarlık yapılacak demektir.
Önder Karaçay
2 notes · View notes
magazinevim · 3 years
Text
Diplomasi, Türkiye'nin dünya siyasetindeki yükselen rolünün başında geliyor
Diplomasi, Türkiye’nin dünya siyasetindeki yükselen rolünün başında geliyor
Soğuk savaş sona erdiğinde, beynelmilel arenada meçhullük ve güvensizlik hissi egemen olmaya başladı. Sovyetler Birliği’nin ayrılması, Amerika Birleşik Devletlerinin beynelmilel sistemde eşi görülmemiş bir üstünlük kazanmasına izin verdi. Yeni bir dünya kumpası duyuru eden Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın Şerifinin rolünü oynamaya başladı. Uluslarüstü müesseseler ehemmiyetini yitirdikçe, bu…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
konnektom · 4 years
Text
Büyükelçi Süha UMAR'ın sayın A.Davutoğlu'na yazdığı mektup *Kardeşim Davutoğlu!* Yaşça da, meslekte de ağabeyiniz sayılırım. Biliyorum dış ilişkilere meraklısınız. Kitap da yazmışsınız. Uzun cümleleriniz nedeniyle kolay olmadı ama okudum. Ama korkarım siz dış politikaya hâlâ çok uzaksınız. Ancak size hayranlık duymamak da elde değil. Konuya bu kadar uzak olup, bu kadar bildiğini zannetmek, bu kadar, "bilmeden uygulamaya kalkmak" az cesaret değil... Görüyorsunuz, bildikleriniz doğru değil, hele uygulanabilir hiç değil! Hemen kızmayın! Kaybettikçe sinirlenmek normal olsa da, "oyun kuran", "dünyaya akıl veren" devlet adamı sinirlenmez. Bu diplomasinin de ilk kuralıdır. Korkarım siz bunu da, diplomasi dilini de bilmiyorsunuz. Bosna Hersek için oy istediğiniz NATO ülkelerinin bakanlarını "katliam" ve "soykırım"la suçlamak olmaz! Size oy verse, döndüğünde işinden olur. AB, Türkiye'nin Suriye konusundaki tutumunu "anlayışla karşıladığını" söylerken, "Susun, Türkiye başını derde soksun!" diyor! Hepimiz dine saygılıyız. Farkımız; biz, dini devlet işine karıştırmayız... "Batılı" bizim için "gâvur" veya "kâfir" değil, sadece örneğin, "Amerikalı, Fransız, Alman vs."dir. Din gözlüğüyle bakınca bu devletlerin dış politikasını anlayamıyorsunuz. Hepsi "Hıristiyan" dır ama esas olan "Ulusal Çıkar" dır. "Tartışmaya Açılmalıdır." dediğiniz "Ulusalcılık", Batı'nın önde gelen ilkesidir. Gerektiğinde AB içinde bile herkes bildiğini okur. Batılı meslektaşlarınız adam kullanmak konusunda çok beceriklidirler: "Ahmet! şu bizim İran'da tutuklu gazetecilerimizi kurtarıver" derler ama sizi Ortadoğu konusundaki toplantılara davet etmezler. Hin oğlu hinler. Hem adamlarını kurtarırlar hem de sizi, "Batı'nın adamı" durumuna düşürüp, bir taşla iki kuş vururlar. Korkarım siz Ortadoğu'yu da bilmiyorsunuz. "Osmanlı": Ortadoğu'da en "Türk dostu!" ülkelerin bile korkulu rüyasıdır. Yöneticilerinin çoğu kendilerini Peygamber sülalesine bağlarlar ama sizi bu bile kurtaramaz. Ortadoğu'ya asker göndermeye kalkışıyorsunuz! Tarih de bilmiyorsunuz. Osmanlı atalarımız bölgeyi altı yüz yıl; üç beş subay ve bir avuç askerle yönetmişlerdi. Arapların aralarındaki sorunlara karışmayarak, bölgeye yeni düzen vermeye çalışmayarak... Siz Suriye ile İsrail'in arasını bulmaya, Müslüman Kardeşler'i iktidara getirmeye, ülkeleri kimin yöneteceğine karar vermeye, Hamas ve Meşal'i desteklemeye kalkışıyorsunuz! Müslüman Kardeşler başa gelince Türkiye'yi lider mi seçecekler? Böyle olmayacağını daha şimdiden aldıkları tavırda, sözlerinden anlayamıyor musunuz? Türkiye'nin yaşamsal çıkarına aykırı olduğunu çocukların bile bildiği, İran'ın nükleer programına zaman kazandırıyorsunuz. Yanınıza aldığınız Brezilya; Suriye'de, Rusya ve Çin ile birlikte size ters düşüyor! Balkanlar'ı dağ-bayır bildiğinizi söylüyorsunuz! Dağ bayır bilmek çobanlarla avcıların işidir. Dışişleri bakanlarının tarih, sosyoloji, kültür vs. bilmesi gerekir. Balkanlar'ı bilseydiniz, Saraybosna'da; "Balkanlar'da Osmanlı Mirası" konuşması yapar mıydınız? Balkanlar'da da en korkulan düşüncenin "Osmanlıcılık" olduğunu bilmeden bölgeyi nasıl bileceksiniz? Unutmayın, siz o konuşmayı, Prof.Dr. Davutoğlu olarak değil, Türk Dışişleri Bakanı olarak yaptınız. Aradaki farkı göremiyor musunuz? Balkanlar'ı bilseydiniz, bizim Diyanet İşleri Başkanı dururken; Batı tarafından "Avrupa Müslümanlarının lideri" olarak sunulan El Ezher çıkışlı, ABD-AB destekli Bosna Müftüsü Mustafa Ceriç'i desteklemezdiniz. Balkanlar'ı bilseydiniz, her türlü tehdide en açık, Batı'nın ilk fırsatta eritilmesinden yana tavır koyacağı Boşnakları, kendi elleri ile yok olmaya götürecek olan "Bosna Hersek, Karadağ ve Sırbistan Boşnaklarının tek bir devlet kurmaları" söyleminin takipçisi, her yönden kuşkulu bir Sancak Müftüsü üzerine politika kurmazdınız. Son iki yıldır, Batı Balkan politikasını Diyanet İşleri Başkanına bırakmazdınız. Kitap yazarken masa başında ahkâm kesmişsiniz! Dışişleri Bakanı olduktan sonra da Büyük Arnavutluk projesinin sadece Balkanlar'da değil, bütün Avrupa'da herkesin tüylerini diken diken ettiğini anlamadınız mı? Sizce Batı, Kosova'da neden Sırp azınlığı bıraktı? 2008' e kadar sırt çevirdiğiniz Sırbistan'ın; Türkiye'nin "doğal müttefiki Boşnakları" korumanın koşulunun bu ülke ile iyi ilişkiler kurmak olduğunu hiç düşünmediniz mi? Sırpların Bosna'da yaptıklarının insanlık açısından yüz karası olduğu, unutulmayacağı tartışmasızken, "devlet adamı"na düşenin, "bir daha tekrarlanmaması için önlem almak" olduğunu da mı bilemediniz? Kimse size, Osmanlı'nın/Sokollu'nun, Yunan Ortodoks Kilisesi'ni; "Sırp Ortodoks Kilisesi" kurarak nasıl dengelediğini anlatmadı mı? Türkiye Sırbistan ile yakınlaşınca, ABD'nin telaşını görmek de mi hiçbir anlam ifade etmedi? Yunanistan ile, "egemenlik" sorunlarının; "sıfır sorun" politikası ile çözülebileceğine gerçekten inandınız mı? Denktaş'ı devirip, Kıbrıslı soydaşlarımıza kabul ettirdiğiniz Annan Planı'nın; "Alınan alınmıştır, şimdi gerisine bakalım" yaklaşımı ile anında rafa kalkmış olması da mı size bir şey anlatmadı? Ermenistan ile protokol yapmaya bu kadar hevesli olmanın gerekçesi neydi? Parlamentolarda Ermeni kararları daha da hızla ve artarak çıktı, değil mi? Sorunu bu kadar anlamamak kimseye nasip olmaz! "Pro-aktif dış politika", "Siz istemeseniz de ben vereceğim!" demenin Arapçası mı? Düşündükçe aklıma neler geliyor? Yazsam sizin kitaptan kalın olacak! Gelin siz; diplomasi, dünyaya yön vermek, bölgelere düzen getirmekten vazgeçin! Bakın sizi istediği gibi yönlendiren ABD bile bunu başaramadı. Dünyayı kurtarmak sevdasından vazgeçerseniz inanın önce Türkiye, sonra dünya rahat bir nefes alacak! Bundan büyük hizmet mi olur? 31 Ekim 2012 Süha Umar Büyükelçi
2 notes · View notes
yusufserkan · 4 years
Text
Son zamanlarda II. Abdülhamit, üstün özellikle-re sahip, dini bütün, siyaset dehası bir “ulu ha-kan” olarak tanıtılıyor.
Aslında bu “Ulu Hakan II. Abdülhamit” portresi, “Abdülhamit'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır” diyen Necip Fazıl'a ait-tir. Buna karşı bir de Abdülhamit karşıtlarının “Kızıl Sultan II. Abdülhamit” portresi vardır.
Peki, ama gerçek nedir? Ulu hakan, kızıl sultan ikileminin ötesindeki gerçek II. Abdülhamit kimdir?
OPERADAN HOŞLANAN BİR PADİŞAH
II. Abdülhamit dünyaya kapalı ve bağnaz bir hükümdar değildi. Dünyayı takip eden, Fransızca bilen, sanatla ilgilenen; klasik müzikten, operadan, tiyatrodan zevk alan, polisiye romanlar okuyan, gençliğinde içki içen, el sanatlarına meraklı, iyi bir marangoz, bir hayvansever, eğitime önem veren, çağdaş okullar açan ve her geçen gün kan kaybe-dip dağılan Osmanlı'yı çok zor koşullarda ayakta tutmaya çalışan bir monarktı.
Aslında operadan, tiyatrodan, klasik müzikten hoşlanan, borsa ve faizle zengin olan, içki fabrika-ları kurulmasına izin veren ve sürekli öldürülme korkusu yaşayan gerçek II. Abdülhamit, bugün siyaseten kurgulanmak istenen
II. Abdülhamit'e hiç benzemiyor. II. Abdülhamit her bakımdan zor bir dönemde ve çok kötü koşullarda padişah oldu. Ayrıca saray da pek güvenli bir yer değildi. Bir süre önce amcası Abdülaziz öldürülmüş, ardından ağabeyi V. Murat delirmiş, üç ayda tahttan indirilmişti. II. Abdülha-mit tahta oturur oturmaz 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) başlamıştı.
ABDÜLHAMİT'İN KAYBETTİĞİ TOPRAKLAR
II. Abdülhamit döneminde Osmanlı çok toprak kaybetti. Öyle ki savaşmadan masa başında kay-bedilen topraklar bile vardı. Örneğin 1878'de Yu-nanistan Osmanlı'dan toprak istedi. II. Abdülhamit büyük devletlerin de baskısıyla 1881'de Teselya ve Narda'yı Yunanistan'a verdi. İşin ilginç tarafı, II. Abdülhamit, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Te-selya'yı savaşarak geri aldı, ancak savaş sonrasın-da büyük devletlerin baskısıyla Teselya'yı 1897'de yeniden Yunanistan'a bırakmak zorunda kaldı.
1878'de Kıbrıs'ı da bir miktar para karşılığında İngiltere'ye bıraktı.
1881'de Fransa Tunus'u işgal ettiğinde II. Abdül-hamit, Mithat Paşa'yı kendisine teslim eden Fran-sa'nın Tunus'u işgaline sessiz kaldı. (Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı, C.1, Kısım 1, 2. Baskı, s.24, 25).
1882'de Mısır İngilizlerce işgal edildiğinde II. Ab-dülhamit değişik vehimlerle Mısır'a asker gönder-medi. Yusuf Hikmet Bayur, Abdülhamit'in, Mısır'a gidecek askerin orada gördüklerinden gözünün açılacağı endişesiyle Mısır'a asker göndermediğini yazıyor. (Bayur, age. s.33).
II. Abdülhamit döneminde kaybedilen diğer top-raklar da şöyle:
1878 Berlin Antlaşması'yla Batum, Ardahan, Kars, Oltu, Kağızman Ruslara, Kotur kazası ve civa-rı İran'a, Bosna Hersek Avusturya'ya bırakıldı. Bul-garistan önce özerk, sonra bağımsız oldu. Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsız oldu. Şarki Rumeli Eyaleti kuruldu ve önce özerk, sonra bağımsız oldu.
Girit fiilen Yunanistan'a geçti.
II. Abdülhamit döneminde İngiltere, Kıbrıs ve Mısır'ı alarak adeta Akdeniz'e yerleşti.
II. Abdülhamit döneminde Osmanlı, toplamda 1.600.000 kilometrekareye yakın toprak kaybetti.
ABDÜLHAMİT, HİLAFET VE ALMANYA
1897 Yunan zaferi, Abdülhamit'in İslam dün-yasındaki şöhretini artırdı. İngiltere ile rekabete giren Almanya, Abdülhamit'in bu şöhretinden yararlanmak için İslam halifesinin koruyucusu gi-bi davranmaya başladı. 1898'de Kayzer Wilhelm, İstanbul'a gelip II. Abdülhamit'i ziyaret etti. Ora-dan Anadolu'ya geçip Suriye ve Filistin'e gitti. Kudüs'te Alman Luteryen Kilisesi'ni açtı. Suriye'de Müslüman kılığına girip Selahad-din Eyyübi'nin türbesini ziyaret etti. Şam'da yaptığı konuşmada, “Halifenin ve halifeye saygı duyan 300 milyon Müslümanın dostu olduğunu” söyledi. (Bayur, age, s. 130. Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, I. Kitap, s. 148).
Sonuçta “Abdülhamit'in Panisla-mizm politikası aslında Türkiye'yi sömürmek isteyen Alman emper-yalizminin ideolojik silahından başka bir şey değildi.” (Avcıoğlu, age, s. 148,149).
Alman emperyalizmin bu sila-hına karşı İngiltere, Kuveyt, Necit, Hicaz, Asir, Yemen mahalli liderle-rini ayaklandırdı. İngiltere, Kuveyt Şeyhi Müberek-üs-sabah, Vehhabi İmamı Abdürrahman İbnüs-Suut ve Yemen'de Zeydi İmamı Yahya b. Hamidüddin'i Osmanlı'ya karşı kullandı.
1897-1898 ve 1904'te Yemen, Osmanlı'ya karşı ayaklandı. 1905'te Yemen, isyancı İmam Yahya tara-fından ele geçirildi. 1911'e kadar Yemen isyanları devam etti.
1904'te Kuveyt ve Halil Riyat bölgelerinde Osmanlı'ya karşı ayaklanma başladı. 1889'da Kuveyt Şeyhliği, İngiliz himayesine girdi. (Mufassal Osmanlı Tarihi, C.6, s. 3385).
1904'te Arabistan Necit'te Suudiler ayaklandı. 1906'da isyancı İbnüs-Suut, Halil ve Necit'i ele ge-çirdi.
1906'da II. Abdülhamit'ten rahatsız olan Fas sul-tanı, halifeyi “sahtekâr” diye adlandırdı. (Bayur, age, s. 212).
1885'te Sudan'da Abdullah-ut-taişi halifeliğini ilan etti. Sudan 10 yıl onun halifeliğinde kaldı. (Bayur, age, s. 41). 1896'da İngilizler Sudan'a girdi. Abdülhamit bu İngiliz işgaline sessiz kaldı.
Yusuf Hikmet Bayur'un ifadesiyle “İngiltere, padişah ve halifeyi perişan bir hale getirmiş ve sonunda onu ve Kayzer'i tamamen yenmiştir.” (Bayur, age, s. 125).
Abdülhamit döneminde ne İslam birliği sağla-nabildi, ne de Müslümanlar emperyalizme karşı bir araya gelebildi. Abdülhamit'in halifeliği, Os-manlı'nın sömürülmesini ve toprak kaybetmesi-ni de önleyemedi. Turgut Özakman'ın ifadesiyle “İlginçtir ki, bütün Müslüman ülkeler, hilafetin kaldırılmasından (1924) sonra bağımsızlıklarına kavuşmuştur.”
ABDÜLHAMİT'İN EKONOMİK BAĞIMLILIĞI
1854'te ilk dış borcunu alan Osmanlı, yüksek faizler nedeniyle borçlarını ödeyemeyerek 1876'da iflas etti. Avrupalı alacaklı devletlerle Osmanlı arasında 20 Aralık 1881'de Muharrem Kararname-si imzalanıp Duyunu Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kuruldu. İngiltere, Fransa, Almanya, Avus-turya, İtalya gibi alacaklı ülkelerin temsilcilerinden oluşan Duyunu Umumiye Meclisi, Osmanlı'nın tuz ve tütün tekelleri, pul, müskirat, balık resimleri, bazı illerin ipek öşürleri ve daha başka vergilerine el koydu.
Duyunu Umumiye, tütün üretimini ve ticaretini yönetmek için jandarmalı tütün rejisi kurdu. Tütün rejisi kazanırken, tütün üreticisi kaybetti.
II. Abdülhamit ne Duyunu Umumiye'nin Osman-lı'nın temel gelirlerine el koymasına engel olabil-di, ne de bu jandarmalı tütün rejisini kaldırmaya cesaret edebildi.
Osmanlı, 1854-1914 arasında toplam 42 dış borç anlaşması yaptı. II. Abdülhamit de 1877, 1886, 1888, 1890, 1891, 1893, 1894, 1896, 1902, 1903, 1904, 1905, 1908 yıllarında borç anlaşmaları yaptı.
YERLİ- MİLLİ HİÇBİR ŞEY YOK
II. Abdülhamit döneminde Osmanlı'da yerli-milli neredeyse hiçbir şey yoktu. II. Abdülhamit döne-minde yerli bir şirket kurulmadı. 19. yüzyılda tek anonim şirketimiz 1850'de kurulan Şirket-i Hayri-ye'dir. II. Abdülhamit demiryolları, madenler, ban-kalar, belediye hizmetleri, (su, havagazı, elektrik, telefon, tramvay, tünel vb) sanayi kurumları, li-manlar, ticaret vb. her şeyi imtiyazlı yabancı şir-ketlere teslim etti. Osmanlı Bankası bile adı dışında yabancılarındı.
Demiryollarını yabancılara yaptıran II. Abdül-hamit, demiryolu yapacak şirkete kâr garantisi verir. Bunun için Duyunu Umumiye, eyaletlerin vergi gelirlerine önceden el koyar. 99 yıllık imtiyaz sözleşmeleri imzalanır. Demiryollarının iki tarafın-daki 20'şer km'lik alandaki madenler, ormanlar, kömür yatakları demiryolu yapan yabancı şirkete bırakılır. İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Rusya, Osmanlı'dan imtiyaz koparabilmek için birbiriyle yarışır. Bastıran, gücünü gösteren yabancı devlet, Osmanlı'dan güzel bir imtiyaz koparır. Almanların Bağdat demiryolu imtiyazını almaları gibi…
II. Abdülhamit dönemindeki bu imtiyaz savaşı is-ter istemez rüşvet çarkının hızla dönmesini sağlar. Doğan Avcıoğlu şöyle diyor: “Saray erkânı demir-yolu, tramvay, elektrik ve gaz tesisleri imtiyazları-nı yabancı şirketlere peşkeş çekerek büyük kârlar sağlamışlardır.” (Avcıoğlu, age, s. 209, 210).
Osmanlı'da 1867'den itibaren yabancıların top-rak satın almalarına izin verilmişti. II. Abdülhamit de yabancılara toprak sattı.
1882-1900 arasında 20 bin kadar Rus Yahudi-si Filistin'e yerleşti. II. Abdülhamit'in Yahudilere toprak satmadığı iddia edilse de yeni ortaya çıkan belgeler Abdülhamit'in Yahudilere de toprak sattı-ğını kanıtlıyor. (Bkz. Sezai Balcı, Mustafa Balcıoğlu, Rothschıldler ve Osmanlı İmparatorluğu).
YABANCI ELÇİLER VE KONSOLOSLAR
Osmanlı'da II. Abdülhamit döneminde yabancı elçilerin ve konsolosların etkisi büyüktü. ABD bile 1831-1911 arasında Osmanlı'da 50'ye yakın konso-losluk açıyor. Devlet adamları, yabancı elçilere ve konsoloslara yaranmaya çalışıyor. II. Abdülhamit elçilerin ve konsolosların isteklerini yerine getiriyor. 1898'de Lord Salsböri şöyle diyor:
“Çin ve Türkiye o kadar zayıftır ki, her önemli me-selede daima yabancı devletlerin öğütleri üzerine yürürler.” (Bayur, age, s. 127).
II. Abdülhamit, İngiltere, Fransa, Almanya gibi Avrupalı devletlere karşı çok çekingendi. Örneğin, 1901'de şahsi bir alacak meselesi nedeniyle Fransız donanması Midilli Adası'nı ve gümrüklerini işgal ediyor. Ertesi gün II. Abdülhamit, tüm Fransız istek-lerini kabul ediyor. (Bayur, age, s. 156). 1905'te II. Abdülhamit'e bir suikast düzenledi. Suikastın ele-başı Edward Jorris adlı suikastçı yakalandı. Belçika, kapitülasyon haklarına dayanarak bu kişinin ancak kendi mahkemelerinde yargılanabileceğini savun-du. Buna rağmen Jorris yargılanıp idama mahkum edildi. Ancak -Mithat Paşa'yı öldürten, Namık Ke-mal gibi onlarca aydını sürgün eden- II. Abdülha-mit, yabancıların baskısıyla Edward Jorris'i affetti, hatta onu kendi hizmetine alıp maaşa bağladı.
KÖYLÜ PERİŞAN
II. Abdülhamit 1918'de öldüğünde cenazesi kal-dırılırken kadınların, “Bizi refah içinde yaşatan padişahım bizleri bırakıp nereye gidiyorsun?” diye ağladıkları anlatılır. 1911-1918 arasındaki 7 yıllık savaşın yarattığı yokluk ve yoksulluk or-tamında bu serzeniş çok normaldir. Ancak II. Ab-dülhamit döneminde halkın, özellikle köylünün durumu pek iç açıcı değildi. Üretim yetersizdi. Her şey, buğday bile dışarıdan alınıyordu. Köylü, ağır vergi ve uzun askerlikle eziliyordu. II. Abdülha-mit'in 1906'da “şahsi vergi” ve “hayvan vergisi” biçiminde iki yeni vergi koyması üzerine Anado-lu'da vergi ayaklanmaları başladı. Kastamonu, Erzurum, Trabzon, Sivas, Giresun, Kayseri, Bitlis'te halk ayaklandı. Özellikle Erzurum isyanı sırasında jandarma ve halk birbirine girdi. Ölenler oldu.
II. Abdülhamit döneminde askerlerin durumu da iyi değildi. Maaşlarını zamanında alamıyorlar, zor koşullarda yaşıyorlardı.
II. Abdülhamit -darbe yaparlar korkusuyla- Os-manlı donanmasını Haliç'te çürüttü. Sonraki dö-nemde adaların kaybedilmesinde bu hatanın etki-si büyüktü.
II. Abdülhamit döneminde Osmanlı'da 50'den fazla yabancı okul açıldı. Fakat denetlenemedi. Bu yabancı okullarda misyonerlik faaliyetleri görüldü. Hristiyanlık propagandası yapıldı. Hatta bazı Ame-rikan okulları Ermenileri kışkırttı.
II. Abdülhamit bir istibdat/baskı rejimi kurdu. Aydınlara göz açtırmadı. Mithat Paşa'yı Taif'te boğdurdu. Namık Kemal ve çok sayıda aydını hapislerde çürüttü, Fizan'a sürgün etti. Abdül-hamit'in şerrinden kurtulmak isteyen birçok aydın yurtdışına kaçtı. (Jön Türkler). İstan-bul'da her taraf hafiyelerle doldu. Her gün sara-ya sayısız jurnal verildi. İnsanlar birbirini şika-yet etti. Üç kişinin bir araya gelmesi yasaklandı. Sabahın erken saatlerinde evler basılıp insanlar tutuklandı. Yıldız Mahkemesi'nde adalet yoktu.
Basına sansür uygulandı. II. Abdülhamit'in hoşlanmadığı haberler gazetelere koyulmadı. Örneğin devrimler, suikastlar, Rus Çarı II. Niko-la'yı incitecek haberler, Balkanlarda karışıklık vb. haberler yasaktı.
II. Abdülhamit'in bir de yasaklı kelimeleri vardı: Yıldız, tepe, hürriyet, vatan, millet, cum-huriyet, hal, grev, suikast, anarşi, sosyalizm, kargaşa, müsavat (eşitlik), Kanuni Esasi, Kıbrıs onlardan bazılarıydı. Hatta Sultan Abdülaziz'i çağrıştırdığı için “horoz” (çünkü horoz dövüştü-rürdü) ve II. Abdülhamit'in uzun burnunu çağ-rıştırdığından “burun” sözcükleri ile “Girit” ve onu çağrıştıran “geride” sözcükleri bile yasaktı. Bir önceki padişahın adı olan “Murat” ve veliah-tın adı “Reşat” da yasaklı kelimeler arasındaydı.
30 yıllık II. Abdülhamit sansürü 1908'de hür-riyetin ilanıyla son buldu.
II. Abdülhamit döneminde Osmanlı'nın Avrupa topraklarının önemli bir bölümü kaybedilmişti.
Gerçek şu ki, II. Abdülhamit, bir siyasal deha gösterip imparatorluğun dağılıp parçalanmasını önleyemedi. Osmanlı'dan ayrılıp özerk olmak isteyen topluluklar özerk, bağımsız olmak isteyenler bağımsız oldu. İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler Osmanlı'dan her istediğini aldı. Emperyalizm, 33 yıllık II. Abdülhamit döneminde Osmanlı'yı sömürdü. II. Abdülhamit'in Osmanlı'nın ömrünü uzattığı iddiası da sorunludur. Çünkü Abdülhamit döneminde emperyalizm “hasta adam” Osmanlı'yı henüz paylaşmış değildi. Emperyalist devletler arasında paylaşım kavgası vardı. Bu nedenle “hasta adamı” öldürmeyi değil, son nefesine kadar süründürüp sömürmeyi kendi çıkarları açısından daha uygun buluyorlardı. Osmanlı'nın ölüm fermanı I. Dünya Savaşı'na girişidir.
II.Abdülhamit dönemindeki tüm bağımlılıklara Atatürk son verdi: Duyunu Umumiye'yi işlevsizleştirdi, tütün rejisini, kapitülasyonları kaldırdı. Osmanlı borçlarını ödedi. Türkiye'nin yabancıların elindeki demiryolu, liman, maden vb. tüm zenginlik kaynaklarını yabancılardan satın alıp millileştirdi. Dış borç almadan yerli-milli-devletçi kalkınmayı gerçekleştirdi. Yabancı elçiliklerin, konsoloslukların şımarıklıklarına son verdi. Yabancı okulları denetim altına aldı. Her şeyden önce de emperyalizme karşı bir kurtuluş savaşıyla bu toprakları yeniden vatan yaptı.
Siz kendinizi kandırmaya devam edebilirsiniz, ama evlatlarımızı kandırmaktan vazgeçin! Çocuklarımıza II. Abdülhamit'i “rol model” olarak göstermeyin. Bağımsız ve çağdaş bir Türkiye'nin rol modeli Mustafa Kemal Atatürk'tür.
2 notes · View notes
baybaykus · 5 years
Text
BURNUNUZU SOKMADIĞINIZ BİR KEŞMİR KALMIŞTI
Sokağa çıkın ve 100 kişiye "Keşmir" nedir diye bir sorun
Bu yüz kişiden 5 tanesi bile "Keşmir bir tatlı ismidir" diye cevap vermezse ben de hiçbir şey bilmiyorum demektir.
14 Ağustos 1947
İngilizler bir bombanın pimini çekip Hindistan ile Pakistan ın eline tutuşturduktan sonra defolup gitmişler ve daha sonra o coğrafyada ki insanların birbirlerini katletmesini lordlar kamarasında sütlü çay içerek keyifle izlemeye başlamışlar.
Şu anda Keşmir'in yüzde 45’i Hindistan'ın
Yüzde 35’i Pakistan'nın
Yüzde 20'si ise Çin'in hakimiyetinde.
Nüfusunun %70 ı müslümanlardan oluştuğu için Pakistan Keşmirin kendisinin olması gerektiğini savunuyor.
Şimdi sıkı durun...
Pakistan ın nüfusu 219 Milyon
Pakistan daki müslüman nüfusun sayısı 174 Milyon
Keşmir'in nüfusu 12 Milyon
Keşmirde ki müslüman nüfusun sayısı 8 Milyon
Pakistan ve Keşmir de ki toplam Müslüman nüfus sayısı 182 Milyon
Hindistan da ki Müslüman nüfusun sayısı ise 203 Milyon
Yani Pakistan ve Keşmirden daha fazla Müsluman nüfusu topraklarında ikamet ettiren ülkeninin adı HİN DİS TAN dır.
Pakistan Türkiye ile iyi ilişkileri olan bir dost ülkedir. Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ilk tanıyan ve baskılar nededeniyle daha sonra bu kararını geri çeken Pakistan Türkiye'nin terörle mücadelesini haklı bulmakta, bu amaçla Türkiye Cumhuriyeti tarafından yapılan sınır ötesi hereketlerini desteklemektedir.
Ama Pakistan doğru dış politikası gereği mevcut Suriye rejimini de haklı bulmakta, her mecrada Suriyenin toprak bütünlüğünü savunmaktadır.
Şimdi sorular şunlar......
Pakistanlı milletvekilleri masalarına vurarak alkış tutsun, bu haliyle egolarımız tavan yapsın, böylelikle de Türkiyede düşüşe geçen oy oranlarımız artsın diye Çin ve Hindistanı'da karşımıza almak mantıklı bir davranış şekli midir?
Yarın Hindistan ve Çin Keşmir meselesine misilleme olarak "Ege de ki adalar Yunanlıların hakkıdır" dese o zaman ne yapacaksınız?
Çin ve Hindistan'a yaptırımlar uygulayacak ekonomik yapınız, ileri teknolojiniz, halk içinde birlik ve beraberliğiniz, moral ve motivasyonunuz var mıdır?
Türkiye Cumhuriyetinin çok ciddi ekonomik sorunları yok mudur?
Ülkemizde 4 gençten iki tanesi işsiz ve amçsız kalmış bir vaziyeteyken , insanlarımız ekonomik sıkıntıları sebebiyle intihar edip yaşamlarına son verirlerken kısıtlı olan kaynakların bu şekilde kullanılması doğrumudur?
Türkiye Cumhuriyeti hatalı politikaları ile Suriye de cephe açmış terör örgütleri ile mücadelesi Suriyeli muhalifleri kollamak ve korumak yüzünden ciddi bir sekilde zaafiyete uğramıştır.
Dünya devletlerinin hemen hemen hepsi bu ikircikli politikalarımız yüzunden terörle mücadele ettiğimize inanmamakta ve bize karşı tavır almaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Libya ve Ürdünde ki iç savaşa taraf olmuş bu ülkelerde gelecekte bir tarafın çoğunluğu ile şekil bulacak yönetimlerin Türkiye ye karşı takınılacak tavırlarını adeta kumar masasına atılan zarların akibetine bırakmıştır.
Ortadoğu, Avrupa ve neredeyse tüm dünya Türkiye Cumhuriyeti ile arasına mesafe koymuş, bunun sonucunda da özellikle savunma sanayi onarılmaz yaralar almıştır.
Kırım, Filistin,Ürdün, Mısır, Irak, İran, libya
Şimdi de Keşmir
Ne yapmak istiyorsunuz?
Niyetiniz iktidarda kalabilmek ve eylemlerinizin sonuçları ile yüzleşmemek için bu cennet vatanı kan gölüne çevirmek midir?
5 milyon Suriyeli sığınmacıya 1 milyon daha ekleyip bu sığınmacıların günün birinde terör örgütleri ile birlikte ittifak yapmasının önünü açarak Güneydoğu Anadolu da yeni bir devlet kurulmasının temellerini mi atmaktır?
Şu burnunuzu her yere sokmayın artık
İşinize bakın
Türkiye Cumhuriyeti kavurma kazanı gibi kaynamaktadır
O kazanda kaynayan et olmamıza ise ramak kalmıştır.
Lütfen önce burnunuzun önüne bir bakın sonra o kocaman burunuzla koku almaya çalışın
Sonra koku almayacak duruma gelmiş bir burnumuz olacak bilesiniz.
Tumblr media
1 note · View note
erenaksoyoglu · 5 years
Text
Yeni satranç masası: Türkiye
Uluslararası ilişkiler uzmanları ve dış politikacı çevreleri iki şeyi çok önemser: Çıkarlara dayanan realist politikalar ve belirli periyotlarla değişiklik gösteren-coğrafyalar arasında kayan satranç masaları. Atlantik’in 60 yıllık çevreleme politikası, reel sosyalizmin çökmesi ve batıdaki uluslararası sistemi ayakta tutmak için siyasal İslam’ın hedef olarak belirlenmesi süreçleri zaten sıklıkla konuşuluyor. Bunların da yanında 2002 kırılmasıyla birlikte belirgin şekilde değişen bir Türk dış politikası var. Esasen yeni gibi lanse edilen Türk dış politikasındaki bazı şeyler pek de yeni sayılmaz. Rusya’ya yakınlaşma politikası bunlardan biri. Cumhuriyet’in kuruluşu ve Kıbrıs Barış Harekatı dönemlerinde de Atlantik’in düşmanı Sovyetler Birliği’yle belirgin bir yakınlaşma olmuştu. Bugün yeni diye sunulan şey Türk dış politikasının açısından bir tekrardan fazlası değil. Ruslar açısından ise durum farklı.
Atlantik’in Kuzey Avrupa’dan Hindistan’a kadar sürdürdüğü çevreleme politikası Rusya’nın üç hamlesiyle yerle bir oldu. Rusya kısa süre içerisinde Kırım’ı ilhak etti, Suriye’de meşru hükümet içindeki gücünü muazzam şekilde arttırdı ve Türkiye’de Saray’la pek çok aşamada işbirliğini ilan etti. Rus dış politikasında önemli yer tutan Gazprom’un lisans verdiği Türk dağıtım şirketlerinin ortaklık yapılarını Rusya’nın lehine bozması dahi tek başına çok çarpıcı bir çalışmaydı. Buna benzer pek çok aşama geçildi. Bu aşamaların her birinde Saray’ın menfaati de yüksek. Zira basit bir ajans çalışmasıyla ilerleyen rejimin partisi bir süre sonra geniş halk kitlelerini ikna etmek için lideri ABD ve Rusya liderleriyle görüntü verir duruma taşıdı. Anadolu’da geniş bir bayi teşkilatlanması gibi çalışan iktidar partisi, kahvehanelerde “gördünüz mü, reis dünya liderleriyle oturup kalkıyor,” mesajını vermeye çalışıyor. Özellikle Suriye topraklarındaki son askeri operasyonun Saray’ın görev onayını yükselttiğine vurgu yapan çevreler bunu milliyetçiliğin daima yükselmesiyle ilişkilendiriyor. Ancak anlatımlar sırasında “karizmatik liderlik” gibi bulunduğumuz coğrafyaya ait daha ilkel duyguların atlandığına da şahit oluyoruz. Türk dış politikasının bu bağlamda bir bayi teşkilatlanmasıyla ilişkilenmesi Saray’ın kurumlar ve yasalarla olan ilkel ilişkisini ortaya koyması açısından da ilginç. Orta vadede bu yaklaşım aynı zamanda Türkiye’yi başka bir tehlikenin içine daha çekiyor: Doğu Akdeniz’deki gerilim.
Kanımca Saray şunun farkında: Eğer satranç masası Türkiye’ye doğru kayarsa kültürel ve sosyal milliyetçiliğe dayanan bir politika, rıza birliğini çok daha kolay sağlar ve yüksek görev onayı Anadolu kahvehanelerindeki “karizmatik lidere” bir meşru zemin kazandırır. Bu bir sarmal ve bu sarmal daima başarılı olur. Son askeri harekattan Ruslarla ve Amerikalılarla temasa kadar neredeyse her şey bu bağlamda düşünülmeli. Zaten bu bağlamın dış politikadaki karşılığını düşününce son askeri harekatın Doğu Akdeniz’de Fransa ve Yunanistan’a karşı bir güç gösterisi olduğunu, arası açık olan ABD-Fransa ekseninde Saray’ın ABD’den yana tavır aldığını zaten fark etmiş oluyorsunuz.
Bir Yol, 15 Kasım 2019
1 note · View note
selim-curukkaya · 2 years
Video
youtube
YAN ETKİ - Değişmeyen Türkiye'nin Değişen Dış Politikası Putin Erdoğan görüşmesi, İran, Türkiye, Rusya üçlüsü, Suriye Türkiye flörtü, beklemedeki şaşkın Kürtler.
0 notes
pusancatholic · 2 years
Text
ABD: Türkiye Suriye'ye operasyon konusunda geri adım atmıyor
ABD: Türkiye Suriye’ye operasyon konusunda geri adım atmıyor
Türkiye’nin Suriye’ye yeni bir operasyon hazırlığında olması ABD’nin gündeminden düşmüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Barbara Leaf, Orta Doğu Siyasetinden Sorumlu Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dana Stroul ile Senato Dış Bağlantılar Komitesinde ABD’nin Suriye politikası üzerine bir oturumda konuştu. Oturumda, Suriye’deki insani durum, Beşşar Esed rejiminin varlığını…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
cejna · 2 years
Text
ABD: Türkiye Suriye'ye operasyon konusunda geri adım atmıyor
ABD: Türkiye Suriye’ye operasyon konusunda geri adım atmıyor
Türkiye’nin Suriye’ye yeni bir operasyon hazırlığında olması ABD’nin gündeminden düşmüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Barbara Leaf, Orta Doğu Siyasetinden Sorumlu Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dana Stroul ile Senato Dış İlgiler Komitesinde ABD’nin Suriye politikası üzerine bir oturumda konuştu. Oturumda, Suriye’deki insani durum, Beşşar Esed rejiminin varlığını sürdürmesi…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
malummedya · 2 years
Text
AB’den Suriyeliler için 1 milyar euroluk ek destek taahhüdü
AB’den Suriyeliler için 1 milyar euroluk ek destek taahhüdü
ANKARA – AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, AB’nin Suriyeliler için 2022’de ek 1 milyar euroluk destek taahhüt ettiğini bildirdi.   Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, “Suriye ve Bölgenin Geleceğinin Desteklenmesi Konferansı’ başlıklı 6’ncı Brüksel Konferansı’nın açılışında konuştu.   ‘SAVAŞ FİYATLARI…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
onderkaracay · 5 years
Text
Tumblr media
Devlet Aklı
Son yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelere bizi taşıyan yanlışlar paralelinde devlet aklı ne demektir hatırlamakta yarar var diye düşünüyorum.
Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye'de Amerika tarafından desteklenen ve dolaylı bir zamanlar bu iktidarın da 29 Ekim'de topraklarımızı kullanarak törenle oraya yerleşmelerine rağmen bugün bu terör tehdidini ortadan kaldırmak için operasyon yapıyoruz.
Bir askeri operasyonun başarıya ulaşabilmesi için siyasi hedeflerle eşgüdüm içinde uyumlu olması gerekiyor.
Uyumlu mu? Uyumsuz mu? Sorularına cevap aradığımızda uyumlu olmadığını çok net görebiliriz.
O zaman askeri operasyon başarıya ulaşsa bile iç siyasete yönelik bir hamle gibi olduğu için sınırlı kalacağını ve siyasi alanda başarısızlık üreteceği çok açıktır.
Neler oluyor? Neler yapılması gerekir?
~ Suriye topraklarında fakülte açmak gibi bu bölgelere kaymakam vb görevliler atamak büyük risktir. Ülkemizi işgalci durumuna sokabilecek ve dış dünyayı karşımızda bulmamıza sebep olur.
~ Suriye toprak bütünlüğü savunuluyorsa Suriye devleti ve bu devletin milli ordusu ile birlikte hareket edilmelidir. O zaman Rusya ve İran desteği bizimle olur. Oysa emperyalizmin vekalet savaşçısı terör örgütlerini Suriye milli ordusu görmek devlet aklı değil başka maceracı ve tehlikeli bir akıldır.
~ Nitekim işgalci söylemi operasyonun ikinci gününde başladı bile. O zaman bu işte yine bir tuzak var.
~ Devlet aklı ile hareket etmek bütün yetkileri tek bir kişiye teslim etmiş ülkemizde mümkün değildir. Çünkü kontrol ve denetim mekanizmaları patlamış durumdadır. Bu tür bir yönetim sağlam olmayan bir ekonomi ile şamar oğlanına dönme riski taşır. Nitekim telefon ve tweet tehditlerine dayanmayan bir ekonomi ile dayılık yapmak mümkün olmadığı görülmüştür.
~ Sorunun müsebbibi olanlarla sorunun çözüleceğine inanmak büyük saflık ve aptallıktır. Emevi Camisi'nde namazı bir haftada kılarız macerası, Osmanlı olacağız hayalciliği bizi perişan etmiştir. Atatürk bu bölge için Sadabad Paktı'nı vatanın ve milletin çıkarları için yapmıştı. Aynı çizgiye gelmeden siyasi başarı gelmez askeri çabalar boşa gider.
~ Amerika petrolün bekçiliğini yapacak İsrail terör örgütü sonrası ikinci bir terör devleti inşa etmek istiyor. BOP eş başkanlığı bu projeye hizmet etmekti. Bugün Cumhurbaşkanı hala bu görevi hukuksuz bir niyet olarak sürdürüp sürdürmediği bikinmemekle birlikte Amerika ile işbirliği ve pazarlık bitmediğıni göstermeye fazlasıyla yeter.
~ Kasım ayında ayağına çağıran Amerika'ya gelmiyorun demesi lazımdı, tehditlere bize yakışır bir cevap verilmemiş olması oldukça onur kırıcıdır. İlk Amerika ihanetini başlatan Adnan Menderes zamanın da bile bu şekilde onur kırıcı bir tehdit almamıştık.
~ Yanlışı yanlışla düzeltmeye kalkıp tarihte başarıya ulaşmış ne kişi ne de devlet vardır. Askeri operasyon Suriye merkezi devleti ile anlaşılarak milli ordusuna destek amaçlı Suriye topraklarına girilmeli. Rusya ve İran desteği ile Amerika yalnız bırakılıp yenilmeli ve bu topraklardan gönderilmelidir.
~ Bu şartlarda Müslüman ülkeler bile bizim değil Amerika'nın yanındadır. Bu bile yanlıştan dönmek için yeterli bir sebeptir. İsrail terör örgütü zulmüne maruz kalan ve bizim destegimiz hiç eksik olmayan Filistin bile bize destek vermediğini açıklamıştır.
Bizim bizden başka dostumuz olmadığını anladığımıza göre devlet aklına geri dönmemiz şarttır.
Önder Karaçay
0 notes
hetesiya · 3 years
Text
SOYKIRIMCI SİSTEM VE TOPLUMU
Tumblr media
Hasan H. Yıldırım & Hussein Erkan
Türk egemenlik sistemi ve toplumsal varoluşu soykırımcıdır. Sistemin ve toplumun temeli böyle atılmış. Bu bir zorunluluk olarak görülmüş. Nedeni; uygulayıcıların yerli olmayışlarından, dışarıdan gelen göçmen, muhacir karakterinden ileri gelmektedir. Yerlilerle kan uyuşmazlığı var. Birlikte eşitçe ortak bir yaşam kurma mümkün görülmemiş. Etnik arındırma yöntemini izleyerek herkesi kendi kanlı potasında eritmiş. Bana tabiî olacaksın, benim gibi düşüneceksin, dediklerimi yapacaksın demiş. Başlamışlar “kırmızı çizgilerimiz” diye sıralamaya. “Tüküm diyeceksin.” “Devlet baba diyeceksin.” “Devletin kestiği parmak acımaz diyeceksin.” “Tek vatan, tek millet, tek dil, tek bayrak diyeceksin.” Demeyene “ya sev, ya terk et” dediler. Terk etmeyenlere yöneldiler. Tek tek veya toplu katlettiler. Ya zindana attılar, ya da yurtdışına kaçışlarına yol verdiler.
Bu yöntemle coğrafyamızın kadim millet ve etnik unsurlarını yok ettiler. Geri kalanlardan kendi deyişleriyle “72.5 milletten yok olan bir ulus yarattılar.“ Kendi potalarından erittiler, mankurtlaştırdılar. Kendi dışında kim varsa onlara saldırttılar.
Bu yönetim biçimine soykırım sistemi denir. Bu sistemin yaratımı olan kitleye de soykırımcı toplum denir. Soykırım sadece etnik bir unsuru toptan yok etmekle sınırlı değildir. Dilini yasaklamak da soykırımdır. Kültürünü yasaklamak da soykırımdır. Zoraki asimilasyon da soykırımdır. Zoraki göç ettirmek de soykırımdır. Bunların hepsi Türk egemenlik sisteminin sahipleri tarafından yapılmış ve yapılıyor. Halkının da sosyal-siyasal rızası olmuş. Buna Türk tipi yönetim biçimi diyebilirsiniz. Soykırım sitemi ve toplumu dediğimiz budur.
Bu tutum sadece yönetim kademesiyle sınırlı değildir. Sistemin bazı kanatlarıyla da sınırlı değildir. İstisnalar hariç Anadolu toplumunun tamamına yakın kesiminin bu düşünce ve uygulamalara iştirakçı olduğu inkar edilemez. Toplum öyle yetiştirilmiş. El kadar bebeğe bile bu bilinçaltı empoze edilmiş. Devletten bunu görmüş. Aileden bunu görmüş. Komşusundan bunu görmüş. Bunun iyi bir şey olduğuna inanmış. Ondan sonra kendisi de uygulamaya başlamış. Kendisi gibi düşünmeyen herkesi yok edilmesi gereken düşman görmüş. Bugünde aynı mantık ve uygulama sahibidir.
Türk egemenlik sisteminin yönettiği Anadolu toplumu sürekli tetiktedir. Kim saldıracak korkusu içindedir. Bunu da devlet ona empoze etmiş. “Ülkemizi bölmek isteyen bedbahlar var” korkusunu vatandaşa aşılamış. “Kimseye tek bir çakıl taşı vermeyiz” mottosuyla başlatılan geniş bir repertuar kolektif hafızalara kazınmış. Bu nedenle binbir zahmetle yetiştirdiği evladını davullu-zurnalı “en büyük asker bizim asker” nidalarıyla savaşa gönderme yükümlülüğü toplumun sırtına yüklemiş. Öldürüldüğünde de “vatan sağ olsun” demeyi olağanlaştırmış. Bu bir cinnet halidir. İşte soykırımcı sistem ve yaratımı olan toplumun korkunç bir yüzü de budur.
Bu soykırımcı sistem ve toplumun mevcut araç ve aktörlerle değişmesi mümkün görünmüyor. Bir devrimle alt-üst olması gerekiyor. Buna da mevcut toplumsal dinamiklerin gücü yetmiyor. Anadolu toplumunun sosyolojik yapısı buna elvermiyor. Bu toplumsal düzenin ancak dış bir müdahale ile alt-üst edilmesi gerekiyor. Tıpkı Irak, Suriye, Afganistan, Libya, Yugoslavya’da olduğu gibi. Bu da ABD’nin 21. Yüzyıl politikası denilen Genişletilmiş Orta Doğu Projesi (GOP) kapsamında gerçekleşecektir. ABD’li yetkililerin “Türkiye de GOP kapsamı içindedir” demesi boşuna değildir.
Bundan sonra Türkiye’ye karşı izlenecek politika 14 Haziran NATO ve sonraki günlerde toplanacak olan demokrasi ile yönetilen ülkelerin alacakları kararlarla iyice netleşecektir. Sorunlar Türkiye ile müzakere edilmeyecektir. Alınan kararlar kendilerine dayatılacaktır. Türkiye de bunu kabullenmeyeceğine göre Irak, Suriye, Afganistan, Libya, Yugoslavya’ya ne yapıldıysa ona da aynısı yapılacaktır. Türk soykırımcı sistemi ve toplumun değişmesini isteyen güçler bunu ciddiye almalı, kendini buna göre örgütlemeli ve pratikleştirmelidir. Bunu kavrayan, gereğini yapan güçler yarının sahipleri olacaklardır. Burada kendilerine “anti-emperyalist” rolü devşiren güçler istemese de kendini soykırımcı Türk yönetimin yanı başında bulacaktır.
ABD’nin öncülük ettiği Batı sistemi, önce yenilmez denilen Türk devletinin yenilgisini Anadolu toplumuna tattırmaya çalışacaktır. “Bir Türk dünyaya bedeldir” algısını kıracaktır. Türkün de yenilebileceğini kendisine gösterecektir. Sonra, “hata ülke Türkiye” dediğimiz coğrafyanın etnik temelde bölünebileceği kendisine gösterilecektir. Böylelikle “Kimseye verecek bir çakıl taşımız yok” anlayışının yok edilmesi gerekiyor. Toplumu oluşturan kesimlerin kendi kimlikleriyle kendini ifade etmesi, kim neye inanıyorsa ona göre ibadetini yapmasının kimseye bir zararının olmadığının ona gösterilmesi gerekiyor.
Ondan sonra geride kalan Anadolu toplumunun sıfırdan yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Ona soykırımın insanlıkdışı bir suç olduğunun kavratılması gerekiyor. Soykırımcı tarihiyle hesaplaşması gerekiyor. Soykırım mağdurlarından özür dilemesi gerekiyor. Bunun ilkokuldan başlamak üzere tüm eğitim süreci boyunca müfredat olarak okutulması gerekiyor. Bu da hemen olacak bir mesele değildir. Uzun bir çabayı ve rücuyu gerektiriyor.
Her şeyden önce Anadolu toplumunun demokrasiye ihtiyacı vardır. Kendi siyasal ve toplumsal hastalığının panzehiri budur. Eskiden “hasta adam” diyorlardı, şimdi ise bütün sosyolojisi hastalandı. Jenosidal düzen toplumu mental anlamda çürüttü. Bu yüzden öncelikli olarak bu toplumun demokratikleşmesi gerekiyor. Bunun nasıl ve hangi güçlerle olması gerektiğini bilince çıkarması gerekiyor.
Anadolu toplumunun değişmesi için ne sosyalistlerin, ne sosyal-demokratların, ne de başka bir kesimin sistemle ciddi olarak bir hesaplaşması olmadı. Çağdaşlaşma ve toplumda diğer etnik, milli ve farklı dini inançtaki kesimlerle barış içinde hakça birlikte yaşama akıllarına bile gelmedi. Bu güne kadar “Kahrolsun emperyalizm“, “yaşasın bağımsız Türkiye“ belagatıyla bayrak sallamanın dışında ciddi bir proje uygulanmadı. Bunu da monolitik bir mantıkla yaptı. ‘Türkiye ve Türk’ ile başlayan siyasal argümanlarla sisteminin tezahürüne dönüştü. Sistemin kuruluş felsefesinden farklı bir yol bulamadı. Ve doğaldı ki, toplumla kucaklaşılamadı. Bu yöntemlerle toplumun değişmeyeceği anlaşılmalıdır. Bu konuda ciddi bir çabadan bahsedilecekse eğer, o da “liberal demokratların” verdiği mücadeleydi. Onlar da 15 Temmuz 2016’da büyük bir mağlubiyet alarak tasfiye oldular.
https://gazetekok.com/soykirimci-sistem-ve-toplumu/%20somut%20emek-soyut%20emek
0 notes
elazigsurmanset · 3 years
Text
MISIR ve İSRAİL İLİŞKİLERİ
Tumblr media
Gelişen süreçte; 2013 yılında ki Mısır’da Müslüman kardeşlerle ilgili gelişmeler den sonra Türkiye-Mısır arasındaki problemlerin başlaması ile geçen 8 yılın ardından, yakın süreçte ki küresel dengeler de gelinen noktada, Doğu Akdeniz meselesi başta olmak üzere iletişim yolları açılmaya başlamış ve diplomasi atakları ivme almıştır. Türkiye’nin bu süreçte ki diplomasi atağını belki de çok daha önceden yapması gerekiyordu. Deniz yetki alanları ile ilgili olarak; 2013 yılında ki kırılmadan sonra Türkiye ile diplomatik olarak soğuyan Mısır’ın, Yunanistan ile yaptığı deniz yetki alanı anlaşmasında Türkiye’nin kıta sahanlığına dikkat etmesi realist bir adımdır. Sorunlu konularda bir araya gelmek zor olsa da, Türkiye ve Mısır’ın bu denklemde ki ortak çıkarlar ekseninde koşulsuz bir araya gelmesi gelmelidir. İhvan üyelerinin Avrupa ülkelerinde daha aktif olduğu dönemlerde ve özellikle İngiltere’de yoğun faaliyetlerde olduğu dönemde, Türkiye’nin bu konuda çok daha pasif olması ve dengeli gitmesi ülke çıkarları açısından mevcut Mısır yönetiminden uzak kalmasını gerektirmemektedir. Bugün İngiltere ve bazı batılı ülkeler İhvan üyelerine hem medya hem de maddi destek anlamda daha fazla destek vermelerine rağmen, Mısırla sorun yaşamaması, Türkiye ile neden daha fazla sorun yaşandığını düşündürmektedir. Yunanistan’ın sınır olarak Mısır’a bu kadara uzak olmasına rağmen, Kıbrıs Rum tarafını bahane ederek burnumuzun dibine kadar sokulması Türkiye’nin dış politikada çıkarlarını korumasını gerektirmektedir. BİDEN döneminin politikaları da Ortadoğu politikasını etkileyecek daha fazla uzlaşmayı gerektirecektir. İki ülke arasında tabi ki sorunlu başlıklar vardır. Bazı şartlar gerçekçi olması da uzak durulması gerekmektedir. Bu nedenle; iki ülke arasında ortak çıkar ekseninde önemli ve yol alınabilecek noktaları anlamak lazımdır. Libya ile Türkiye’nin anlaşması, Türkiye’nin diplomasi ile Libya meşru hükümeti ile dengeli politikası, Libya ile sınırı olan Mısır’ın Türkiye’ye kontrollü ve makul yaklaşmasını gerektirmektedir. Türkiye deniz yetki anlaşması yani Libya ile meşru hükümeti ile yaptığı anlaşma ile Mısır’ın da güvenliği de korumuş olmaktadır. Türkiye’nin etkili dış politikası doğrudan Mısır’ın güvenliğine katkı yapmıştır. Libya’daki silahlı çatışmanın Mısır’ın faydasına olmadığı, Türkiye’nin siyasi çözümünün Mısır’a yarayacağını yetkililerin daha mantıklı görmesi ile mevcut sorunlu statükonun yıkılması, Türkiye-Mısır-Libya üçgeninde ülkelerin menfaatinedir. Türkiye Libya’ya müdahale etmeseydi barış süreci ertelenecek, uzun vadede Mısır’ın güvenliği ve etkinliği azalacaktır. Gelinen noktada ülkeler arasında verilen mesajla Türkiye ile çok olumlu olmasa da, olumlu anlamda mesafe kat edilebileceği ile ilgili umut taşımaktadır. Türkiye-İsrail ilişkilerin de bu bağlamda gelişmesi, Arap ülkeleri’nin tutumu ile dengeli olmalıdır. Türkiye-İsrail ekonomik ilişkilerin devamı siyaset ile birlikte tekrardan inşa edilmelidir. TRUMP döneminde İsrail’in bölgede ki etkinliği Körfez ülkeleri ile yaptığı anlaşmalar, Mavi Marmara baskını sonrası açılan mesafenin yakınlaştırılmasını gerektiriyor. Türkiye Kudüs sorununa sahip ç��kmalı, ancak Arap dünyasının tavrının Türkiye’nin tutumunda yumuşama yapmasını gerektiriyor. İsrail ile yapılacak etkili diplomasi ile statünün geliştirilmesi, ilişkilerin normalleşmesi hem Suriye politikasına hem de hem de Türkiye’nin güvenliğine fayda sağlayacaktır. Kazan-Kazan politikası ile Doğu Akdeniz de değişen bölgesel düzende İsrail ile ikili sorunlar dışında tarihi dinamiklerle bu politikasının jeopolitik eksende düşünülmesi gerekmektedir. Ekonomik ilişkilerde ortak noktada, Türkiye–İran ilişkisi ayrı tutularak Türkiye-İsrail-Arap dünyası, İran’ın Suriye ve Azerbaycan politikasında ki çoğu noktada Türkiye’ye karşıt politikaları ile Türkiye’nin İsrail politikasını tekrar düşünmesini gerekmektedir. Türkiye-Rusya-Katar ortalığının da dünyanın ilgisini çekmekte ve Türkiye’nin elini güçlendirmiştir. Suriye konusunda Türkiye ile Rusya’nın adımı Arap dünyasının tavrını da etkilemektedir. Türkiye Katar ile ilişkilerine Rusya’nın katılması önemlidir. Katar’ın körfez ülkeleri ile bir nebze düzelen ilişkilerinde Türkiye’nin Astana sürecinde yeni bir oluşuma gitmesi, Türkiye’nin etkinliğini arttıracaktır. İran’ın nükleer politikalarını gözden geçirmediği müddetçe ABD ile mesafeli olacağı bunun Rusya’nın da farkında olduğunu ortaya koymaktadır. Suriye politikasının değişmesi, Katar’ında işin içinde olması bölge için önemlidir. İran’ın Karabağ sorununda ki tutumu, Türkiye’ye karşı bazı sert açıklamaları İran’ın ılımlı politika gütmemesinin, istikrara zarar vereceğini düşündürmektedir. Ortadoğu da ki küresel ve bölgesel güçlerin BİDEN döneminde yeni pozisyon alması, Türkiye’nin ortak çıkarları ile bölgede ki dengelere olumlu katkı yapması gerekmektedir. Suriye politikası’nın ilerlemesi, Batı ülkelerinin vereceği desteğe bağlıdır. Göç ve insan hakları ile Türkiye’nin bölge aktörleriyle uzlaşma sağlamalıdır. Ülke dış politikaları ve ulusal çıkarlar çözülemeyecek sorunları halının altına atarak Türkiye’nin Mısır ve İsrail ile ortak gelecek de buluşmasını gerektirmektedir. Sağlıcakla kalın. Prof.Dr.İNANÇ ÖZGEN Fırat Üniversitesi Biyomühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ Read the full article
0 notes
oguzhanahmetkara · 6 years
Text
'Toplum' olmak mı? 'Topluluk' olarak kalmak mı? Seçim bunun için…
Erol MANİSALI
Son 15 yılda AKP iktidarının ülkeyi getirdiği durumu “hiç abartmadan, en nesnel hali ile” görelim. Önce ekonomi:
- Dış borç, dış açık, dış ticaret açığı olağanüstü büyümüş, kriz var.
- Gelir dağılımı olağanüstü bozulmuş, işsizlik dayanılamaz boyutlara gelmiş, insanımız yurtdışına “kaçma” çabası içinde.
- Sanayide, “birim üretimde dış girdi oranı” çok yükselmiş, tarım çökmüş, A’ dan Z’ye her şey ithal edilir olmuş.
- Cumhuriyet döneminin bütün sanayi kuruluşları, ulaştırma, iletişim ne varsa satılmış, daha çok da yabancılara; “içimiz boşaltılmış”.
- Ekonomide, “tamamen haksız rekabet koşulları egemen olmuş”, bağımsız ve yarı bağımsız çalışması gereken kamu kurumları çalışamaz hale gelmiş ve ekonomik saydamlık tamamen ortadan kalkmış, otoriter bir rejim egemen olmuş.
Bütün bu saydıklarım, feci sonucun sadece başlıkları: hepsi de sayısal olarak “görülen ve hesaplanan öğeler”.
Bir iktisat hocası olarak not vermem gerekirse vereceğim not, 10 üzerinden 2 ya da 3 olabilir, bütün sayısal sonuçlar ortada, safsata değil, gerçek rakamlar bunlar.
Gelelim dış politikadaki duruma
İktidarın ABD, AB, Rusya ve komşu ülkeler konusunda çizdiği zikzaklar ile “siyasal İslam” odaklı yaklaşımlar, yeni dostlar yerine, çok sayıda düşman ve yeni sorun çıkmasına yol açmıştır.
- Ortadoğu’da “siyasal İslam öncelikli dış politika”, Suriye ve Irak’ta “kaosun tarafı olmamıza yol açtı”: çok sayıda şehit verdik ve veriyoruz: olağanüstü mali yük ile karşı karşıya kaldık: 4 milyon Suriyelinin faturası daha şimdiden 40 milyar dolar.
Gırtlağımıza kadar Suriye ve Irak iç savaşının tarafı olduk. Ankara önce Mesud Barzani’yi ekonomik, siyasi ve askeri olarak destekledi, Şam’ın arkasında durdu: sonra da onlarla savaşmaya başladı. Kandil’de dün işbirliği, bugün savaş var.
- Siyasal İslam referanslı Irak ve Suriye politikaları, bu ülkelerde radikal İslami örgütleri güçlendirdi: ABD ve PKK bunlar üzerinden, İsrail ile birlikte Kürdistan uygulamalarını hızlandırdılar. ABD ordusu binlerce TIR silahı YPG’ye (ve PYD’ye) verdi, Kürdistan fiilen kurulmaya başladı.
- Şu anda Kuzey Suriye ve Irak sınırımızda ABD üsleri PKK’yı güçlendirmek için yerleştiler. Artık ABD burada kalıcı. Ankara’nın Suriye ve Irak politikalarındaki yanlış ve hatalar, bu sonucu göz göre göre doğurdu.
- AKP iktidarında Yunan ordusu, Ege’deki ihtilaflı adaları fiilen işgal etti ve üslerini kurmaya başladı. Atina’nın bu fiili durumu yaratmasına iktidar sessiz kaldı.
- İktidar Gülen cemaati ile işbirliği içinde iken, “ABDiktidar ilişkileri iyi gitti”. ABD’nin oyununa geldiğini ve aldatıldığını itiraf eden iktidar, kaçınılmaz olarak FETÖ kumpası ile karşı karşıya geldi.
- Rusya’ya, “kerhen de olsa yaklaşmak zorunda kalan” iktidar, şimdi iki arada bir derede: Rusya’ya doğalgaz, petrol bağımlılığı var: ABD’den ambargo yediği için de Rus füzelerine gitti. Ancak ABD ile ilişkileri koparma şansı yok, pazarlıklarını hâlâ sürdürüyor. Washington ve Moskova arasında kendisini sıkıştırmış durumda, belirsiz bir durum.
- AB’den uzaklaşma eğiliminde olan bir iktidar: ancak ekonomik koşullar ve bağımlılık buna izin vermiyor. Siyasal İslam ağırlıklı iktidar politikası AB çevrelerinde büyük rahatsızlık yarattı ve AB’ye koz verdi: misilleme yaparak Ankara’yı dışlıyorlar. Olan 81 milyona ve Avrupa’daki 4 milyon insanımıza oluyor.
Sonuç olarak AKP iktidarı dış politikada da ülkeyi sorunlar yumağının içine yuvarlamış durumda. Dış politikada notum 10 üzerinden sadece 2 puan.
Ve sıfırlanan, iktidarın demokrasi notu
AKP iktidarı yürüttüğü uygulamalarla demokrasiyi rafa kaldırarak, son dönemde “OHAL” ile işi “kanunlaştırdı”. 81 milyonun fiilen her alanda yaşadığı bu antidemokratik ortamı, artık Türkiye’de ve dünyada herkes kabul ediyor.
Ve bu ortamda Türkiye, haksız rekabet koşulları altında, “OHAL” ile seçimlere gidiyor.
Oylama, “15 yıldır yaşananların sürmesi mi, yoksa normalleşmeye dönüş mü” sorusuna yanıt getirecek.
Seçim, “Cumhuriyet’imizin geleceğini” belirleyecek yaşamsal bir önem taşıyor. 81 milyon insan bu gerçeğin farkında olmak durumunda: “toplum” mu, yoksa “topluluk” mu olduğumuza karar vereceğiz…
#erolmanisalı
1 note · View note