#Sebebini bilmiyorum
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bazen insanlar için boşa çabaladığımı hissediyorum
9 notes
·
View notes
Text
Hickimse:
Odada sessizce oturan ben
Seftali ve nektari: gluk gluk
#baliklarimizin ismii🥺🥺#cok sirinler#biz niye hep evcil hayvanlarimiza meyve ismi koyuyoruz bilmiyorum#aslinda biri valencia olucakti#sonra olmadi sebebini bilmiyom orayi kacirdim#VE GERCEKTEN SU ESKİDEN RESİMLERE CİZDİGİMİZ baliklarin yanina gluk gluk yazardik ya gercekten o sesİ CİKARİYOLAR
20 notes
·
View notes
Text
dershanede birini bıçaklamışlar bugün her yerde kan vardı
#bir de bugün veli toplantısı vardı#sebebini tam bilmiyorum#birileri kız meselesi diyor#birileri şaka falan diyo#olay yeri inceleme geldi#olay mescidde yaşanmış#görmedim ama çok kan var diyorlar#ölüm bu kadar yakın#çocuk ölmemiş ama#bugün biri bıçaklandı yarın biri ölebilir#ölüm bu belli olmaz#ama insan korkmuyor değil
2 notes
·
View notes
Text
Sanırım kafayı yemek üzereyim
#niye bilmiyorum#algılarım çok açık#bir şeyi dinliyorum ya da okuyorum#hemen anlıyorum#kendi kendime anlatıyorum#soru çözüyorum maşallah ama yani bi tane mi boş olmaz yanlış olmaz#ya ben ders çalışmayı özledim#o kadar özledim ki hatta full odak verip çalışıyorum#ya da bana bir şeyler oldu#buraya yazdım büyük ihtimalle nazar değecek ama#bunun sebebini bulursam sınava kadar böyle devam etmesi için her gün yaparım o şeyi
3 notes
·
View notes
Text
OZUR DİLERİM AMA COK GULDUM
Danilo şefi dövmüşler
10 notes
·
View notes
Text
Otobüste Elime Verdi! (Meltem 24 Y., Adana)
Herkese selamlar, ben Meltem, 24 yaşındayım. Güzel olduğumu düşünüyorum. Adana'da yaşıyorum ve 3 yıldır evliyim. 2 yaşında kız çocuğum var. Kocamı çok seviyorum, ama azgınlığımı durduramadığım için onu aldatmak zorunda kaldım. Bankacıyım ve 2 ayda bir eğitim için İstanbul'a gitmem gerekiyor. Yine eğitim için İstanbul'a gidecektim, ama uygun uçak bileti bulamamıştım, o yüzden otobüsle gitmeye karar verdim. İnternetten bilet aldım ve kocam beni otogara bıraktı.
Otobüse koltuğuma oturmak için bindim, ama yan koltuğumda bir erkeğin oturduğunu gördüm. Hemen inip bilet ofisine, "Ben bayan yanı almıştım, ama yanımda bir erkek oturuyor!" diye şikayetçi oldum. Onlar da, "Kusura bakmayın çok yoğunluk var, bütün seferler dolu, beyfendinin de acelesi varmış!" deyince artık yapacak birşey yoktu, adamı otobüsten indirtmem yanlış olurdu. Hem zaten ben bu tarz şeylere de karşıyım. Ama aylardan Temmuz ve Adana yanıyordu, ben de altıma kısacık şort giymişim ve tanımadığım bir erkeğin yanında 12 saat öyle yolculuk yapacaktım.
Neyse, bindim otobüse. Selamlaştık. Bana, "Kusura bakmayın rahatsız ettim sizi. Üniversite öğrencisiyim, ailemi ziyarete geldim, sınavlara yetişmek için sağolsun yardımcı oldular." deyince, bana karşı bu nazik ve hoş tavırları çok hoşuma gitmiş, biraz da olsa rahatlamıştım. İlk bindiğimde fark etmemiştim, ama çok yakışıklıydı. Adana'dan çıkana kadar sohbet ettik. Adı Cem idi ve sohbeti, konuşması beni çok etkilemişti. Kocamla lisedeyken tanışmıştım ve benim ilk erkek arkadaşım olmuştu. Lise sonrası evlenmiştim onunla ve onun dışında daha önce hiç ilişkim olmamıştı. İş yerindeki müşterilerim hariç, ilk defa yabancı bir erkekle bu kadar uzun hoş sohbet ediyordum. Sebebini bilmiyorum ama Cem'e kanım kaynamıştı.
Sohbet esnasında parmağımdaki yüzüğü görünce, "Evli misin?" diye sordu. "Evet!" deyince şaşırdı. Ben, "Ne olduuu? Niye şaşırdınnn?" deyince, "Senin gibi biri nasıl hemen evlenmiş!" dedi. Ben de, "Benim gibi derken?" dedim. "Güzel ve kültürlü biri!" dedi. Ben de, "Niye, aşık olmuş olamaz mıyım?" diye sorunca, aşka inandığını, ama evlenmeye karşı olduğunu, bir imza ile birine bağlanmanın ve ömrünün sonuna kadar onunla olup ona sadık olmayı kabul etmediğini söyledi ve "Herkes istediği kişiyle birlikte olabilir!" dedi. Bu söz beni etkilemişti ve Cem'den anlaşılmaz bir şekilde hoşlanmaya başlamıştım.
Biraz daha sohbet edip, "Yorgunum!" dedim ve uyumak için gözlerimi kapattım. Birkaç saat sonra gözlerimi açtığımda, başımı Cem'in omzunda ve ellerimi de onun kucağında, hatta bir elimin şortunun (Yarağının!) tam üstünde olduğunu fark edip hemen toparlandım. Utancımdan kıpkırmızı olmuştum. Güldü ve "Sorun değil, ben rahatım, uzanabilirsin!" dedi. Ben, "Dalmışım kusura bakma!" deyince, bir elini bacağıma koyup, "Gerçekten sorun yok!" dedi. Gözlerimle eline baktım ve o da hemen çekti elini. Ama bu olay beni biraz azdırmış, Cem'in elinin bacağımda olması çok hoşuma gitmişti. Hatta elini çektiği için resmen üzülmüştüm. İçimden, beni okşadığını, öptüğünü, hatta siktiğini bile hayal ediyordum. Bir yandan da kendi kendime (Kendine gel kızım, evlisin sen, aklından çıkar böyle şeyleri!) diyordum.
Gözlerimi kapattım, uyumaya çalışıyordum, ama sürekli aklım ondaydı, hep beni sikerken canlandırıyordum kafamda. Bir süre sonra azgınlığım mantığımın önüne geçmiş ve isteyerek başımı tekrar onun omzuna koymuştum. O da omzunu iyice yaklaştırmıştı. İkimizden de çıt çıkmıyordu. Ben elimi tekrar onun şortunun üzerine koyunca, kulağıma eğilip, "Rahat ol!" dedi ve saçlarımı okşamaya başladı. Benden ses çıkmayınca da elini tekrar bacağıma atıp okşamaya başladı. Çok zevk alıyordum. Bir eliyle bacağımı yukarı çekti ve ayaklarıma kadar her yerimi okşamaya başladı ve ben de biraz daha sokuldum ona. Elim halen şortunun üzerindeyken yarağının kalktığını hissediyordum. Diğer eliyle elime bastırdı, yarağını şortunun üzerinden elimin içine verdi. Ben biraz elimle oynadıktan sonra kafamı kaldırdım ve sağa sola baktım, acaba gören falan var mı diye. Bana, "Merak etme, herkes uyuyor!" dedi. Ben de tekrar kafamı göğsüne yasladım. Cem bu sefer yarağını şortundan çıkarıp elime verdi. İtiraz etmeden yarağıyla oynamaya devam ettim. O da elini amıma götürmüş okşamaya başlamıştı.
Artık zevk sarhoşu olmuştum. Kafamı kaldırdım ve yüzyüze geldik. Gözlerine arzu dolu bakıyordum. Bana iyice yanaştı ve yanaklarıma, dudaklarıma öpücük kondurmaya başladı. Kulağıma, benim çok güzel olduğumu ve İstanbul'a gider gitmez beni eve atıp tüm gün sikmek istediğini söyledi. Ben ses çıkarmıyor ve öpücüklerin keyfini çıkarıyordum. Bir an önce İstanbul'a varmak ve dediği gibi tüm gün beni sikmesi için sabırsızlanıyordum. Herkes uyanana kadar biz elleşip öpüştük.
Sabah saatlerinde İstanbul'a vardık. Taksiyle hemen evine gittik. Kapıdan girer girmez öpüşmeye başladık. Beni kucağına alıp odasına götürdü. İkimiz de çabucak soyunduk. Yatağa uzanınca heryerimi yalayıp öpmeye başladı. Amımı çılgınca yalıyor, beni deli ediyordu. 69 olduk ve ben de onun sikini ağzıma alıp ona sakso çekmeye başladım. Sonra çekmeceden kondom alıp sikine taktı. Beni altına aldı ve sikini amıma yerleştirip pompalamaya başladı. Beni inlete inlete sikiyor, bana zincirleme orgazm yaşatıyordu. Ben de, "Durma, sik beni aşkım!" diyordum.
Bir süre sonra beni domaltıp amımı sikmeye devam etti. O pozisyonda amımı sikerken parmakları sürekli göt deliğimde geziniyordu. Parmağını götüme sokup, "Aşkım götünü de sikmek istiyorum!" deyince, "Kocam beni oradan hiç sikmedi! Kısmet seninmiş, sik aşkım!" deyip ona onay verdim. Hemen gitti banyodan şampuan getirdi ve iyice götüme yedirdi. Ben kıvranıyor, "Hadi sok artık!" diyordum. Götüm ilk defa sikileceği için hepsini sokana kadar epey bir u��raştı. Önce yavaş, sonra hızlı şekilde götümü sikmeye başlamıştı. İlkin acı çektim, ama sonradan aldığım zevk o acıya değmişti...
Sözde İstanbul'a Cem sınav için, ben de eğitim için gelmiştim, ama sınavdan ve eğitimden artan sürede iki gün boyunca evden çıkmayıp sürekli sikiştik. Artık her eğitim için İstanbul'a gittiğimde sevgilimin yanında kalıyor, ona karılık yapıp dönüyordum. Hatta bazen eğitim yokken bile, kocama, "Yine eğitim var!" diyerek yalan söyleyip İstanbul'a kaçıyor, kendimi Cem'in kollarına bırakıyorum!
192 notes
·
View notes
Text
İyi akşamlar
Mutsuzum Bugün..
Sebebini Bilmiyorum..
Öylesine Bir Şey İşte, İçimi Sıkan
Sanki Özlediğimin Hiç Gelmeyeceğini Öğrenmek Gibi
Sanki Çok Sevdiğimin Beni Terk Edip Gitmesi Gibi
Sanki Koşmak İster de Peşinden, Ayaklarımın Zincirlendiğini
Hisseder Gibi
Ağlamak İsteyip de Bir Damla Gözyaşını Bile Bulamaz Gibi
Bir Yumruk Boğazımda
Nefes Alamamak, Boğulduğumu Hissetmek Gibi..! :(
109 notes
·
View notes
Text
Benim biraz canım sıkkın biraz da ağlamak istiyorum ama sebebini bilmiyorum
61 notes
·
View notes
Text
Paris, ‘23.
DSM’de yer almadığı için hastalık kategorisine girmeyen ama Dr. Hiroaki Ota tarafından literatüre bir sendrom olarak sokuluveren Paris Sendromu bende tam tersi bir etki yaratmıştı çünkü öyle bi’ sendromun var olduğunu bilerek, dolayısıyla beklentilerimi düşük tutarak gitmiştim Fransa’ya. İşte özellikle Japonya, Kore, Singapur, Çin gibi yerlerden gelen turistler Paris’i görünce derin bir hayal kırıklığına uğrayıp “ee bu muydu yani” oluyorlarmış falan. Tam sebebini bilmiyorum ama “kültür şoku” yaşadıklarına dair birkaç bir şey okumuştum sanki. Yine de bana en baskın sebebi Asya’nın zaten aşırı ışıklı ve fattık futtuk mimarisi olan bir kıta olması gibi geliyor; bi’ düşünün Japonya’daki Çin’deki yapıları falan, Eiffel’e bakıp pekala da “bu ne olm” diyebilirsin yani.
Ben de adını sendromlara vermiş bir durum olduğunu bildiğimden “amaan kule işte bi’ tane, ışıklı bi’ cadde falan” diye düşünerek gitmiştim ama sonra “nasıl bu kadar büyük olabilir, oha”ya bağlamıştım direkt. Kafamı kaldırıp her baktığımda başımın döner gibi olduğunu, o hissi çok iyi hatırlıyorum. Aslında bu bile sendromun ana fikrini özetliyor ya; bir beklentiyi ne kadar büyütürsen hayal kırıklığı riskin o kadar artıyor, ne kadar küçültürsen de o kadar randıman alıyorsun. Tamamen senin algınla bağlantılı, öyle değil mi?
43 notes
·
View notes
Text
benim ellerim çiçek kokarken ve topladığım çiçekleri avuçların arasına bırakmaya çalışırken, yaşım küçüktü. yalanı da yanlışı da bilmezdim. yapılan her şeyi sevgiden sayardım. bir tokatla başım yana çevrilse de gülerdim. ellerin saçlarıma uzanırken okşayacaksın sanardım. ardından eline dolanan saçlarımın acısından ağlardım. ben senden gitmez yine sana ağlardım. düşsem kaldırırsın şimdi biliyorum. arasam beni buradan al, diye. gelir alırsın. ellerimi uzatsam tutarsın da. ama içimdeki çocuğun çığlıklarını dindiremezsin. ben seni inandırmaya çalışırken bazı şeylere bir de seninle savaştım hep. bir aile olalım diye verdiğin çabaların arasından cesedimizi çıkarttın. dört kişinin yaşadığı bir evde her gün dört tane cenaze sırtladık her birimiz. susmamız gerekti, sustuk. gıkımız çıkmadı. ama paramparça oluşumuz bizi hep çığlık çığlığa bıraktı. çocuktum ben. unuturum sandım çoğu şeyi. kâbuslar hariç unuttum her şeyi. dışarıya sunduğun gülüşlerin bir kez olsun bizim yüzümüze çevrilmedi. aynı odada ikimiz kalsak ağzını bıçakla dâhi açamadık. şimdi, ardımızdan kalanlarla bir aile yaratmaya çalışıyorsun kendince. ben yanına gelince ağzın açılıyor sırf ağzımı açmak için. bu sefer ben dönüyorum sırtımı sana. sebebini ben de bilmiyorum. yalnızca yenemiyorum bazı şeyleri. gece geç saatlerde arıyorsun 'neredesin' diye. 'gelip alayım' diyorsun. ben biliyorum, gel desem gelirsin. ama on yaşında beni bırakışın gibi yine bırakırsın sanıp 'gel' diyemiyorum. çünkü korkuların esiri oldum. evden çıkarken bana sarılmak için yaklaşıyorsun, ben hep üç adım geri gitme isteğiyle yanıp tutuşuyorum. korkuyorum. çok.
24 notes
·
View notes
Text
— HEVES, BİRİNCİ BÖLÜM.
Heves Korhan.
❝ Hadi gene iyisin, Nik.
Sıcak denizlere iniyorsun. ❞
Nicolas Belyakov.
❝ İnan bana, Rusya'nın soğuğunu
senin çenene tercih ederim, sarışın. ❞
❄️
Alkışlar.
Kulağımı dolduran, kalbimin küt küt atmasına sebep olan destekçi alkışlar ve adımı haykıran sesler. Sesler diyorum, çünkü bir tane değil; binlerce.
Mikrofonu kavrayan ellerim tir tir titriyor heyecandan, sanki on yedinci yaşıma geri dönmüşüm gibi. On yedi yaşında sahneye ilk çıkışımda başlayan, sadece sahnede ortaya çıkan ve hiç şikayetçi olmadığım ellerimin titreyişini görüyor muydu binlerce kişi? Görmelilerdi. Onların bende ne kadar büyük etkileri olduğunu görmelerini, hissetmelerini istiyordum.
"Bir gözyaşı dökülür usuldan,
Yok olursun aniden, rüyalarımdan
Her yer sen olur,
Yanar kalbim usulca,
Sensizlik zorlaşır resimlerimize bakınca
Sen ve sensizlik
Sen ve sensizlik..."
Şarkının sonuna gelmemle kulağımı dolduran çığlık sesleri, ismimi haykıran binlerce sesle gözlerim yanmaya başladı.
Tanımadıkları birine koşulsuz duydukları sevgi, kalbimi ısıtıyordu. Beni tanımıyorlardı, sosyal medyaya, şarkılara yansıttığım kadarıyla tanıyorlardı beni ama bu kadarıyla bile beni o kadar güzel seviyorlardı ki bazen bu sevginin altında ezildiğimi, onlara sevgimi belli edemediğimi hissediyordum.
"Heves! Heves! Heves!" gözyaşlarım akmaya başladığında kopan çığlık seslerinin arasından gözyaşlarımı sildim ve mikrofona dudaklarımı yaklaştırdım.
"İstanbul!" diye haykırdım tüm sesimle. "Sizi hak edecek ne yaptığımı inanın bilmiyorum ama bu gece müthiştiniz, ağlamamın sebebini büyük ihtimalle şarkının hepimize getirdiği efkardan olduğunu düşünüyorsunuz," herkes gülmeye başladı. "ama hayır, ağlamamın sebebi size minnettarlığım. İyi ki varsın İstanbul, bir dahaki konserde görüşmek üzere!"
Sahnenin ucuna yaklaştığımda bana doğru gelen insanların heyecanına daha da gülümsedim, her seferinde sahneden inip onların arasına kaynamayı; çekinebildiklerimle resim çekinebilmeyi ve onlarla konuşmayı çok seviyordum. Bu bir klasikti, vazgeçilmezdi benim için.
Sahneden indiğimde birkaç kişi aynı anda bana sarıldı, ben de elimin yettiği kadarıyla onları kavradım ve sımsıkı sardım. Gözlerimi kör edecek kadar flaş yanıyordu ancak sorun değildi, bu onlara teşekkür edişimin bir göstergesiydi sonuçta.
Rutinlerimiz, hiç değişmeyen rutinlerimiz bize güven verirdi.
Güven, her şey demekti.
Güven içinizi ısıtır, sımsıcak tutardı kalbinizi. İnsanlara güvendikçe güçlenir, adımlarınızı kendinize güvenerek atardınız. Attığınız emin adımlar, gittiğiniz yollar ne kadar zorluklara sahip olursanız olun sizi zafere götürürdü.
Ben, on yedi yaşımdan beri sevenlerime duyduğum güvenle bir yolda ilerliyor, o yollardan hep sağ çıkmayı başarıyordum.
Ta ki, şu ana kadar.
Birinin arkamdan sarılmasından ne kadar rahatsız olsam da sesimi çıkarmamıştım, taciz etmek gibi bir niyeti olmadığını düşünmüş ve tepki gösterirsem yanlış anlaşılacağımı düşünmüştüm. Yanlış anlaşılmayı, birinin kalbini kırmayı istemezdim. Bu yüzden sesimi çıkarmadım ve ne kadar rahatsız olursam olayım, yüzünü göremediğim o kişinin bana sarılmasına izin verdim.
Sonra... sonra bir şey oldu.
Hayatımı tamamen değiştirecek, insanlara duyduğum güven duygusunun duvarlarını yıkacak bıçağın darbesini karın boşluğumda hissettiğimde acı her yerdeydi.
Karın boşluğuma bıçağı saplayan kişi arkamdan yok olduğunda elim bıçağın olduğu yere gitti. Etrafımdaki herkes açılırken ellerimde kanı gördüğüm için mi yoksa kan kaybediyor olduğum için mi bilinmez, başım dönüyordu. Çok. Çok dönüyordu. Bir dönme dolaba binmiş, binlerce tur atıyor gibiydim.
Dengede durmaya çalışırken dengemi koruyamadım ve kendimi soğuk zeminin üstünde hissettim. Zemin o kadar soğuktu ki, çırılçıplak bir şekilde karın üstünde dursam aynı soğukluğu hissedeceğime emindim. Nefes almaya çalıştıkça ciğerlerime binbir iğne batıyordu.
"Heves!" adımı duyuyordum ama bu sefer destek veya sevinç nidaları değildi, seslerde bir yıkım vardı.
O yıkımı düzeltebilmek, sesimi duyurmak istedim.
Yapamadım.
Konsere gelen binlerce kişinin arasından çıkan karanlık, saçlarımı okşadı ve beni kendisinin içine çekti.
Karanlığın arasından, bir elin beni havaya kaldırdığını hissedebiliyordum ancak bu benim hayal gücüm müydü, yoksa gerçek miydi bir fikrim yoktu.
Tek bildiğim, karanlığın dipsiz kuyusuna teslim olduğumdu.
❄️
"Doktor uyanır demişti birazdan. Hala uyanmadı, korkmalı mıyız?"
"Sakinleş, Kaan. Hemen uyanacak hali yok ya kızın."
Kulaklarıma ilişen seslerin arasından gözlerimin önüne gelmeye başlayan güneş ışığı, gözlerimi cehennem ateşine maruz kalmışım gibi kasıp kavururken gözlerimi kırpıştırdım, ancak gözlerimi bir türlü açamadım.
Gözlerimi açacak gücü bulduğumda gözlerim etrafı taradı. Kolumdaki serum, perişan halde duran ekibim aynı zamanda arkadaşlarım; hastanenin kendine has kokusuyla olanlar zihnimde tekrar yaşanmaya başladı.
Hayranlarıma sarılışım.
Arkamdan birinin sarılması.
Bıçağı karnıma saplayışı ve birçok seveniminin önünde kanlar içinde yere yığılışım.
Bunu bana kim, neden yapmıştı en ufak bir fikrim yoktu. Birinin beni bıçaklayacak hale gelmesine sebep olacak ne olmuş olabilirdi ki? Her ünlü gibi benim de sevmeyenlerim olduğunu biliyordum ancak körü körüne, bana nefret kusan birini henüz hiç görmemiştim.
Bıçağın karnıma saplanışını hatırladığımda irkildim. Sanki o an karnıma değil, sahne ve sevenlerimden oluşturduğum, evim gibi hissettiğim yere saplamıştı bunu yapan kişi. Evime yıkıcı bir darbe vurmuştu ve ben, o yıkımın altında ezilmiş gibi hissediyordum.
Karın boşluğuma kaydı gözlerim, örtüyle üstü kapanmış olduğu için yaramı göremiyordum ama varlığı, kalbimi kırıyordu.
Kalbimin kırılmasının sebebi orada olan çocuklara, ailelere yarattığı korkuydu. Tek başıma olduğum, sokakta olduğum bir an yapsa belki bu kadar takılmazdım ama bunu bana yapan kişi binlerce kişinin, beni seven binlerce kişinin, önünde yapmayı seçmişti. İçimden bir ses, bunun bir anlama geldiğini söylese de içimdeki Sherlock Holmes'u susturdum ve arkadaşlarıma baktım.
"Su..." dedim zar zor. Boğazım, yıllardır çölde susuz geziyormuşum gibi alev alev yanıyordu. "Su verir misiniz?"
Polina suyu içmeme yardımcı olduktan sonra rahatlamış bir hisle nefes verdim ve ağlayacak gibi duran arkadaşlarıma baktım. "Türk dizisi çekiyoruz da benim mi haberim yok? Ölmüşüm gibi durmasanıza." dedim kısık sesime rağmen gülmeye çalışarak. "Ay kesin öldüm zannedip benim başımda dramatik şeyler söylediniz! Bilginiz olsun, dizilerdekinin aksine dediğiniz hiçbir şeyi duymadım ve hatırlamıyorum."
Friends dizisindeki Chandler karakterinin bir sözü vardır, "I make jokes when i'm uncomfortable." yani rahatsız olduğumda şaka yaparım. Bu söz beni en iyi tanımlayan, hayat felsefeme en çok uyan sözdü. Çevremdeki insanların üzülmesini hiç sevmezdim ve bu yüzden durum ne kadar içler acısı olursa olsun, komik olmasa bile şakalar yapardım.
Genelde şakalarım komik olmasa da ortamdaki kasvet dağılır, yerini gülümselere bırakırdı ancak bu sefer böyle olmamıştı, her zaman gülüp eğlendiğim arkadaşlarım bu sefer bana gülümsememiş; büyük bir üzüntüyle bakmışlardı ve bundan hiç hoşlanmamıştım.
"Canından oluyordun, Heves." dedi Kaan yanımdaki sandalyeye oturduğu sırada. "Binlerce kişinin önünde, yok oluyordun. Oturup bunun şakasını yapıyorsun, komik olduğunu falan mı zannediyorsun?"
Arkadaşlarımın içinden en çok Kaan'ın etkilendiğini biliyordum. Depremde birçok arkadaşını kaybetmesinin ardından aylarca savaştığı depresyondan yeni yeni kurtulmaya başlamıştı ve ben, tam bu zamanda bıçaklanmış; yarasına bir kez daha tuz basmıştım.
Kaan'a baktım. Gözleri kıpkırmızıydı, bitik haldeydi. Polina da ondan farksız sayılmazdı, saçı başı karmakarışıktı ve rengi atmıştı. İkisinin geldiği hali detaylı fark edişimle, yaptığım şakanın pişmanlığı sanki kalbimi ele geçirmiş ve atmayacak hale gelene kadar sıkmış gibi hissettirmişti.
"Ben... özür dilerim." dedim ikisinin gözlerine bakacak gücü kendimde bulamayarak. "Size bu korkuyu yaşatmamalıydım."
"Konu bize yaşattığın korku değil, Heves." dedi Polina. Sinirlendiğinde Rus aksanı devreye girerdi, tıpkı o anki gibi. "Konu, canını hiçe sayman. Ya kurtulamasaydın, oracıkta ölseydin ne yapacaktık biz sensiz?"
"O an canımı hiçe saydığımın farkında değildim, gerçekten. Bunca zaman sahneden indiğimde, onlarla konuşup sarıldığımda başıma böyle bir şey gelmemişti. Bana kızmanızı anlıyorum ama tahmin edemezdim."
"Nasıl edemezdin, Heves? Sana yaklaşık iki senedir koruma tutalım diyoruz ve bunu ne zaman desek yaygara çıkarıyorsun, biz sana böyle bir şey olabileceğini söylemiştik."
"Çünkü korumaya gerek yoktu!" sesimi yükselttiğim için boğazım ağrısa da konuşmaya devam ettim. "Korumaların hayranlara ne kadar kötü davrandığını en iyi siz biliyorsunuz, hayranların korumalar tarafından nasıl darp edildiğini görüyorsunuz. Ben bunu onlara yaşatamam!"
"Kızım sen salak mısın?" dedi Polina söylediklerime inanamayarak. "Konserinde bıçaklandın ve bıçaklanmış olmana rağmen hala bunu mı düşünüyorsun?"
Evet, hala bunu düşünüyordum. Beni seven, destekleyen insanlara sırf sahneye çıktı, bana yaklaştılar diye zarar görmelerini istemiyordum. Bunun neresi yanlıştı, anlayamıyordum. Evet, bıçaklanmıştım ama bunun çözümü vardı zaten. Sahneden bir daha inmezdim, olur biterdi bu kadar uzatmanın anlamı neydi?
"Bu konuda düşüncemin değişmeyeceğini biliyorsunuz." dedim. "Gerekirse silahlı saldırıya uğrayayım, yine koruma tutmam."
"Öyle mi?" dedi Kaan kaşlarını kaldırarak. "Eminsin?"
"Eminim?" dedim anlamamış bir şekilde. Neden bundan emin olup olmadığımı sorduğunu anlamamış bir şekilde ona bakmaya devam ettim.
"Madem öyle, bu kadar kibarlık yeter Polina." dedi Kaan. "Ona muhteşem sürprizimizden bahsetmekten başka çare bırakmadı bize."
"Ne diyorsunuz, ne sürprizi?" merakla etrafa bir hediye paketinin olup olmadığını anlamak amacıyla baktığım esnada hiçbir şey göremeyince kafam karışmıştı, sürprizlere bayılırdım ancak konunun sürprizleriyle ne alaka olduğunu anlamamıştım, kaldı ki görünürde bir sürprizi de görememiştim. "Hayatta kaldığım için bana hediye mi aldınız yoksa?" dedim hala bir hediye kutusunun beni beklediğini umut ederek. Polina bu cümleme gülerken odadan çıktı. Nereye gittiğini soracağım sırada Kaan konuşmaya başladı.
"Evet Hevesçiğim, nerden anladın?" dedi. Kaan bana gülümsediğinde bu gülümsemenin ardında bir şeylerin yattığını anlamak çok zor olmamıştı. "Kaan," dedim gözlerimi şüpheyle kısarak. "Neden içimden bir ses çok sinirleneceğim bir bok yediğini söylüyor?"
"Bilmem." arkasına rahatça yaslandı ve omuz silkti. "İç sesin kızmaya yer arıyordur belki."
"Eveet, geldik." Polina Tuana'nın koluna girmiş bir şekilde odaya girdiğinde sürprizin gerçekten neredeyse her gün gördüğüm Tuana olduğunu fark edince hem rahatlamış hem de arkadaşlarımın zekasını sorgulamaya başlamıştım.
"Heves, nasıl oldun güzelim?" dedi Tuana yatağın kenarına otururken. "Normalde uyandığında yanında olacaktım ama ufak bir işim çıktı."
"İyiyim Tuana, teşekkür ederim." dedim süprizin gerçekten Tuana olmasına daha fazla sessiz kalamayacağımı fark ettiğim sırada. "Gerçekten sürpriziniz her gün gördüğümüz Tuana mıydı? Yanlış anlama Tuanoş ama sürpriz olmak için fazla yan yanayız."
"Sürpriz olanın ben olması gururumu okşardı tabii," sinsice gülümsedi. "ama sürpriz maalesef ben değilim."
"Sürpriz ne o zaman? Ne kadar gizem kastınız ya!" dedim gözlerimi devirerek. Benimle kafa buluyor olmalılardı çünkü hepsi sırıtıyor, beni kızdırmaktan zevk alıyor gibi görünüyordu. "Siz sürprizi açıklayana kadar ben yaşlanıp bu sefer gerçekten ecelimden öleceğim."
"Sana uzun bir süre ölüm demek yasak." dedi Polina kapıya yaklaştığı sırada. "Madem Sürprizi bu kadar merak ediyorsun, öyleyse bana sürprizi getirmek düşer."
Hepimiz kapıya 'sürpriz' in ne olduğunu anlamak için döndüğümüzde içeri biri girdi.
Biri demek yanlıştı, daha doğrusu gelen bir doğal afet; bir yunan tanrısıydı.
"Tanıştırayım." dedi Polina eliyle yanındaki adamı gösterirken. "Nicolas."
"Bana sürprizin... bu beyefendi mi?" dedim gülmemek için zor dururken.
Beyefendi dediğim kişiye baktığımda dikkatli inceledikçe daha da mükemmelleştiğini fark ettim. İri yarı ve upuzundu. Hatta o kadar uzundu ki, 1.78 Polina onun yanında küçücük kalıyordu. Büyük ihtimalle 1.65 olan ben yanında dursam, çocuğu gibi gözükürdüm.
İsmi Rus ismiydi ancak Rus erkeklerinin aksine kaşları kapkara, saçları da üçe vurulmuştu. Hafif çekik, hayatımda gördüğüm en açık mavi gözlere sahipti.
Burnu dümdüzdü, kendisinin aksine küçük ve sevimli bir burnu vardı. Rus olduğunu burnuna bakarak anlayabilirdiniz yani, çok zor olmazdı. Burnumu on sekiz yaşına gelir gelmez estetikle düzelttirmiş biri olarak bu kadar güzel bir burun görmek dürüst olmak gerekirse biraz sinir bozucuydu.
Dudakları çok abartı durmayacak kadar kalındı. Yeni traş olmuş olmalıydı çünkü yüzü bebek gibi kusursuzdu. Giydiği beyaz gömleğin içinden gözüken baklavalar bana selam verdiğinde daha fazla tacizci gibi görünmemek adına bakışlarımı tekrar Polina'ya çevirdim ve konuşmaya devam ettim.
"Aşk hayatımı bu kadar dert ettiğini bilmiyordum Polina, koruma istemiyorum diye bana koca bulmaya mı karar verdin?" son cümlemle kahkahamı dizginleyemezken Kaan ve Tuana, ağızlarını kapatmış ve gülmemek için kendini çok zor duruyordu.
Ancak Polina ve Nicolas denen beyefendi, gülmüyordu. Pekala. Yunan sandığım tanrı, Rus çıkmıştı ve şimdiden, Rusyadan geldiğini belli ediyordu.
"Aslını istersen Heves," dedi Polina zoraki bir gülümsemeyle. "Kendisi benim abim oluyor. Aynı zamanda da... koruman."
Eğer o an şaşkınlığın ve utancın bir arada olduğu bir tablo çizilseydi; o tabloda ben olurdum.
Nicolas'ın buz mavisi gözleri beni öldürecek gibi bakarken "Son cümleyi yanlış anladım değil mi?" dedim. " Sadece abi, değil mi?"
Nicolas'ın buz mavisi gözleri o kadar korkunç gözüküyordu ki bir an üstümdeki yorganın altına girip oradan mı konuşsam diye düşünürken buldum kendimi. Bir insanın bu kadar ters ve korkutucu bakması normal miydi?
"Yoo, doğru anladın." diye araya girdi Kaan. "Kendisi senin koruman oluyor."
"Ne diyorsun sen ya?" dedim sinirle yerimden doğrularak. "Korumam olmayacak diyorum anlamıyor musunuz? Eğer korumamsa bile," Nicolas'a baktım. "Kendisini şu an kovuyorum!" Nicolas'ın bir şeyler demesini veya bu lafımdan sonra çıkıp gitmesini beklesem de hiçbir şey demeden sadece öldürücü bakışlarını üzerimde gezdirmeye devam etti.
"Çok zekisin gerçekten Heves, bu işlerin bu kadar kolay olduğunu mu zannediyorsun? Onu düşünmedim mi sence?" Kaan, sehpada duran çantayı açtı ve içinden bir dosya çıkardı. "Bu, korumanın Nicolas olduğunun resmi belgesi."
"Hah." dedim küstah bir tavırla. "Asıl sen çok zekisin, ben ona imza atmadan nasıl 'resmi' oluyormuş bu?"
Kaan daha da sırıttı ve hiçbir şey demeden belgeyi önüme koydu. Bunun tek bir anlamı olmalıydı.
Hassiktir.
"Heves, şu belgeyi imzalar mısın?" Kaan'ın getirdiği dosyaya anlamamış bir şekilde bakarken bana uzattığı kalemi aldım.
"Neden imzalıyorum bu sefer?" dedim. "Günlerdir bir sürü belgeyle geliyorsun, bir sıkıntı mı var?"
"Hayır." güven verici gülümsemeyle omzumu okşamıştı Kaan. "Konserde sana ödenecek tutarın anlaşması bu."
"Seni yalancı!" dedim şaşkınlık ve kızgınlıkla. "O gün bana imzalattığın belge bu belgeydi, değil mi?"
Cevap vermedi, sadece sinir bozucu gülümsemesiyle bana bakmaya devam etti.
"Sana inanamıyorum Kaan!" dedim isyan dolu bir sesle. "Resmen sana güvenmemden faydalandın!"
"Sana her zaman söylediğim ve öğrenmemekte ısrarcı olduğun tek bir şey var, Heves." Kaan belgeyi elimden aldı. "O da kimseye, ben bile olsam güvenmemen."
"Ha bu arada," dedi Kaan belgeyi çantaya koyduğu sırada. "Bu belgeyi çalıp yırtma fikrin varsa söyleyeyim, binlerce kopyası var. Gerçi binlercesini koparsan bile bu anlaşma tek taraflı olmadığı için anlaşmadan Nicolas'ın da çekilmesi gerek."
Kaan Şenses, bir insanın başına gelebilecek en sinir bozucu mükemmelliğe sahip menajerdi. Öyle mükemmeldi ki, kendisini işe almış olmama rağmen, ben bile kovamazdım. "Anlaşmanın detaylarını cuma görüşmek üzere senin evinde toplanalım. Önümüzdeki bu bir yılda seni harika şeyler bekliyor."
Olduğumuz odayı dolduran, kusursuz Türkçeye sahip tok ses, "Beni bir koca adayı olarak görmeniz egomu epeyce okşasa da Heves hanım," dedi, sesindeki alayı anlamak çok zor değildi. "sizin korumanız olduğum sürece başınıza bu tür felaketlerin tekrar gelmeyeceğinden emin olabilirsiniz."
Odada Nicolas ve ben dışında gülen herkes, sanki bu günden sonra yaşayacaklarımızı biliyor gibiydi.
Başıma gelecekleri bilmeden uyandığım bir güne, asla listemin en başında yer alan maddeyle başlamıştım. Kocaman, yunan tanrılarından farksız ama Rus çıkan bir korumayla.
İçimden bir ses, sadece onun beni değil; benim de kendimi koruyacağımı söylüyordu.
Etraftan değil, kendisinden.
İç sesim her zaman haklı çıkardı ancak bu sefer, haklı çıkmamasını dilemekten başka çarem yoktu.
Bakalım, çok 'güvenli' geçecek bu bir yılımda beni neler bekliyordu?
*
1 Ekim 2023 te çıktığımız bu yola bir 24 temmuz 2024 günü sıfırdan başlamak da varmış :’) Umarım wattpad kadar olmasa bile okurken mutlu etmiştir, wattpaddeymişiz gibi hissettirmiştir🌟 Yeni bölümde görüşmek üzere, hevesleriniz hiç solmasın!
26 notes
·
View notes
Text
Aklım başımda değil ki sebebini bilmiyorum
22 notes
·
View notes
Text
çocukken şehit haberlerinde hüngür hüngür ağlardım sebebini kimse anlamazdı sonra psikoloji okurken asıl sebebin babamın o şehitlerden biri olma ihtimali olduğunu fark ettim dünden beri aldığımız şehit haberlerinde yine aynı şeyi hissediyorum ama bu seferki biraz farklı gibi bilmiyorum hislerimi tazeyken anlatmakta güçlük çekiyorum sadece çok üzgünüm bu düzenin senelerdir böyle devam ediyor olmasına insanların hayatlarının yarım kalmasına hala birilerinin mecliste varlığını sürdürebiliyor olmasına çok üzgün ve sinirliyim
38 notes
·
View notes
Text
çok iyi bir insanla tanıştım gerçekten çok iyi her şeyiyle mükemmel bana çok iyi davranıyor gün içinde merak ediyor beni görmek için vakit ayırıyor ama bu bile bana yetmiyor. sebebini bilmiyorum ama eksik bir şeyler var sanki ne yaparsa yapsın o eksiklik dolmayacak gibi. güzel şeylerin bana uğraması beni bulması bile bana inandırıcı gelmiyor o kadar dolu ve umutsuzum ki gerçekten yaşıma 10 yıl eklenmiş gibi hissediyorum
18 notes
·
View notes