#algılarım çok açık
Explore tagged Tumblr posts
uzaklarasavrulalim · 2 years ago
Text
Sanırım kafayı yemek üzereyim
3 notes · View notes
womanhidinginbooks · 11 months ago
Note
"İçimde tarifini yapamadığım tuhaf bir ağrı var. Ve bir cinayet işlendi bu gece, kimsenin haberi yok. Faili meçhul, tanığı korkak. An gelir ve insan ölmek ister ölemez, yaşamak ister yaşayamaz. Gırtlağına takılır cümleler konuşmak artık en büyük külfettir. İnsanın yediği yemekten hiç tat almadığı ve ağzında bütün lokmaların büyüdüğü bir huzursuzluk türü vardır. İnsanı tüm tatlara sağır, tüm sorulara dilsiz ve tüm acılara tutkun bırakır. Acıyı duyumsamak artık bir ibadet gibi yapışır insanın nefsine ve hissedemediği vakit içinde garip bir suçluluk duygusu oluşur. Düşünüyorum da şimdi, ben dört duvarın arasında bu dünyanın tüm zehirli tatlarını hissederken ve tırnaklarımın dibinden suratımdaki kemiklerin orta noktasına kadar acı içinde kıvranırken yan evdeki bir başka insan mutluluğun en koyu rengini tadıyor. Ne tuhaf bir gökyüzü, herkese yetiyor, herkesi bağrına basıyor, herkesi kucaklıyor. Algılarım sonuna kadar açık, damarlarımda dolaşan yangını fazlaca hissediyorum. İçimde bir barut fıçısı kıvılcıma çarpmış ve alev almış yanıyor adeta eriyorum. Başımı duvarlara vurup patlatmak istiyorum. Bu şehir, bu caddeler, bu sokaklar yaratan şahittir ki, en sıcak çöllerden bile daha çok yakıyor. Kulaklarımda tarifini yapamadığım, uğultuyu andıran bir gürültü var, hiç gitmiyor. İsmini bilmiyorum benim meselem buna isim bulmak değil zaten ya bu cehennemde yana yana kül olup sönmek ya da bu cehennemden kurtulmak. İnancım yok, umudum yok, kapkaranlık sabahlara uyanıyorum. Perdeler kollarımı bağlıyor, pencereler bileklerime yapışıyor.
Öyle bir musibet ki bu düştüğüm yangın, gece gündüz yanıyorum; odun oluyorum, kömür oluyorum bir türlü kül olamıyorum."
Hepimiz aynı gökyüzünün altındayken bazılarımızı güneşli günleri bazılarımızın ise en koyu kışı, fırtınaları var. Çok adaletsi ve ben buna dayanamıyorum mükemmel bir hayatı olanlar şükretmek yerine kötülük yaparken her gün şükredip karnını zor doyuran insanları gördükçe dayanamıyorum bu adaletsiz dünyaya doğduğum için lanetler yağdırıyorum çünkü kendi canım da olsa almaya kıyamıyorum neden doğdum ben böylesine kötü bir dünyaya neden hala yaşıyorum...
3 notes · View notes
no0033 · 3 days ago
Text
artık eskisi gibi değilim ve bunu çok derinden hissediyorum. bi şey var yakıp kavuran küle çeviren ama küllerimden doğuyorum ben her seferinde, hayır anka kuşu gibi değil cehennem azabı gibi. ben, ben değilim sanki rol bile yapamıyorum artık içimden gelmiyor ölmek bile gelmiyor içimden sanki mevcut bir savaşın ortasında yara almışım gibi benim cephem tek kişilik ben de vurulup düştüm ama savaş hala devam ediyor. duyuyorum, hissediyorum, algılarım o kadar açık her şey o kadar net ki, önce sıcak basıyor sonra üşüyorum buz gibi annanemin evinde ki sanki betondan yapılmışçasına yorganlar bile ısıtmaz beni içerimi yakmak lazım ateşe vermek istiyorum. soğuğu severim aslında ama bu öyle bi soğuk değil keskin, acıtıyor canımı yakıyor. nefret ettim soğuktan. diyorum ya ben, ben değilim sanki… aldığım nefes ciğerlerimi doldurmuyor aksine sanki oksijenle boğuluyorum. ne oluyor bana, ben bilirdim yaralarımın yerini hatta öyle ezberimde ki dün gibi tazeler bende?
0 notes
hereinmybedatnight · 4 months ago
Text
Algılarım kapalı, vücudumun içinde hislerim çok açık. Loş ışıkları olan bir kafede yanımda bir kediyle oturuyoruz.
1 note · View note
kur-an-ve-risalei-nur · 5 years ago
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Sabah ezanından çok önce uyandım yine. Uyumuş, dinlenmiş, kendime gelmişim, bin şükürle. Biraz ağrım vardı uyumadan önce. Geçmiş onlar da, kendimi Yaradana emanet edince. Sonra uyandım birden uykuyu kandırmış olmalıyım ki Uykum yoktu ama kalkmak istemedim, öylece dinlendim bu gece.
Gözlerim kapalı, algılarım açık, akleden kalbim yine manalar peşinde... Epey vakit geçmiş olmalı ki, sabah ezanı da duyuluyor. Sabah ezanı beni diğer vakitlerden daha çok mutlu ediyor. "Yaşam başladı bugün de, birileri karıştı bile güne, hadi sen de uyanmayı dene" der gibi kalbime.
Müezzin okudukça diyor ki bana, "Biri daha çıkmış sıcacık yatağından, ailesini bırakıp tüm insanlığı müjdelemeye gelmiş ve demiş ki, yeni güne uyan!" Ezanı duyunca sevinçle kalkıyorum yataktan. Evet, gözlerim mahmur olabilir zaman zaman. Fakat içimde gizli bir sevinç filizleniyor gecenin son deminde okunurken ezan.
Ezandan bir süre sonra yeni güne bismillah diyen kepenklerin açılış sesleri duyuluyor. Fırınlar camilerden hemen sonra açılıyor, içimi yine huzur kaplıyor. Allah razı olsun, bu vakitte kalkıp işe geliyorlar, bize ekmek yapıyorlar ve ondan da önce gün başlarken onlar müjdeliyorlar diye düşünüyorum. Usulca kalkarken fark ediyorum, bu sevinç de bana miras, için için duyduğum bu şükür de. Babacığım gece çalışırken tıpkı bu vakitlerde yanına gelen bir simitçiye hep Allah razı olsun derdi. Ben takılırdım, adam para kazanacak tabii gelir diye. Gelmeyebilir ama ben simit alacağım diye geliyor, sağolsun derdi. Şimdi anlıyorum o vakitte, günün ıssızlığına nur olan çalışan kişilere duyduğu o saygı dolu sevgiyi. Babam gibi duygusal bakıyorum ben de her emekçiye. Minnet duyuyorum günü müjdeleyenlere. Bu yüzden her sabah uğradığımız pastanede duyduğum o şükran hissi, bundan sebep geçenlerde kıyafetime güzelce tadilat yapan terziye dua edişim.
Ben ki ne vakit uyansam pencereye koşarım. Bomboş bile olsa sokağım, selama dururum. Merhaba sokak lambası, merhaba kaldırım taşı, gökyüzü merhaba!.. Hayatı çok ciddiye alıyorum belli ki, gözlerim doluyor bu selamlarla. Yollar çalışanlarla kalabalıklaşırken, ben şükürle dolduruyorum kalbimi izlerken... Emek veren her bir insana selam, sevgi ve teşekkürlerimle.
Her uyanan yüreğe, her nefese, her kalp atışına hayırlı sabahlar... Bereketli bol sevaplı tefekkürlü bir gün olsun inşaallah...🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
21 notes · View notes
burayanasiilgeldik · 5 years ago
Text
benden daha bilgili, kültür seviyesi biraz daha yüksek insanlara iki şekilde tepki veriyorum. ilki, eğer çok yakın değilsek açık açık "ya ben seninle sohbet etmeyi çok sevdim, bi gün otursak ya biraz" diyorum. zaten zamanla ya arkadaş oluyoruz ya da görünce içimde çiçekler açtıran bir tanışıklık kuruyoruz. ikinci olarak da yine bilgisi olduğuna inandığım ama bunu göstermekte yetenekli olamayan insanlardan da rahatsız oluyorum. böylelerinden de uzak durmaya, öğreneceğim iki kelime varsa da "aman onunla uğraşamam" deyip olabildiğince iletişime girmemeye çalışıyorum. bu ikisi arasındaki farkı da kişilerin konuşma tarzları, duruşları, diğer insanların fikirlerine bakışları belirliyor. mesela, diğerlerinin söylediğini yoksayıp "ya ben şunu biliyorum" havasına girildiğinde algılarım otomatik kapanıyor ve sıkılıyorum.
dünkü kritikte böyle bir mevzu oldu da not edeyim demiştim. bir ara da bir zamanlar yakın olduğumuz insanlarla yakınlığımı devam ettirmeye çalışmaktan nasıl vazgeçtiğimi yazmak istiyorum. çünkü that's a thing.
16 notes · View notes
melankoliningunlugu · 6 years ago
Text
faili meçhul
sinir sistemim iflasın eşiğinde, içimde tuhaf bir ağrı var. bir cinayet işlendi bu gece, kimsenin haberi yok. faili meçhul olsun, tanığı korkak.
an gelir ve insan ölmek ölemez, yaşamak yaşayamaz. gırtlağına takılır cümleler ve çok önemi yoktur hangi cümlenin takıldığının. konuşmak artık en büyük külfettir
insanın yediği yemekten hiç tat almadığı ve ağzında bütün lokmaların büyüdüğü bir huzursuzluk türü vardır. insanı tüm tatlara sağır, tüm sorulara dilsiz ve tüm acılara tutkun bırakır. acıyı duyumsamak artık bir ibadet gibi yapışır insanın nefsine ve hissedemediği vakit içinde garip bir suçluluk duygusu oluşur.
düşünüyorum şimdi, ben dört duvarın arasında  bu dünyanın tüm zehirli tatlarını hissederken ve tırnaklarımın dibinden suratımdaki kemiklerin orta noktasına kadar acı içinde kıvranırken yan dairemde bir başka insan mutluluğun en koyu rengini tadıyor. ne tuhaf bir gökyüzü, herkese yetiyor, herkesi bağrına basıyor.
algılarım sonuna kadar açık, damarlarımda dolaşan yangını hissediyorum. içimde bir barut fıçısı kıvılcıma çarpmış ve alev almış yanıyor adeta. eriyorum. başımı duvarlara vurup patlatmak istiyorum. bu şehir, bu caddeler, yaratan şahit ki yalın ayak yürüdüğüm çöllerden daha yakıyor.
kulaklarımda uğultuyu andıran bir gürültü var, hiç gitmiyor. tıbbi ismine lüzum yok, terminoloji her felakete bir isim bulur. benim meselem buna isim bulmak değil, ya bu cehennemde yana yana kül olup sönmek ya da bu cehennemden kurtulmak.
inancım yok, umudum yok, simsiyah sabahlara uyanıyorum. perdeler kollarımı bağlıyor, pencereler bileklerime yapışıyor. öyle bir musibet ki bu düştüğüm yangın, gece gündüz yanıyorum; odun oluyorum, kömür oluyorum bir türlü kül olamıyorum.
Emre
87 notes · View notes
mevsimsizcicek · 6 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media
Günaydın, Nur yazmayı unutmuşsun şekerim resmen.
Evet ben geldim. Kahvaltımı yaptım, odamı toparladım, kahvemi aldım geldim. Burayı özlemişim. Kafamı eseni yazmayı bile özlemişim.
Nereden başlasam, ne yazsam pek bilmiyorum şu an, neyse artık aklıma ne eserse yazacak bir havam var.
1, 2, 3 Başlıyorum.
Ağustos ayı başlarında hiç peşimi bırakmayan iç sesim bana her zamankinden daha fazla seslenmeye başlayınca, ona kulak verip, uzaktan bir göz olarak kendime bakmam gerektiğini ve hatta kendi ellerimden tutup, saçımı okşamam gerektiğini fark ettim. Neler oluyordu Allah aşkına bana? Derdin ne senin Nur dedim. Her zaman, eğer algılarım yeniliklere ve gelişime açıksa, gelişmemin ömür boyu devam edeceğine ve daima kendime bir şeyler katabileceğime inandım. Ve sanırım sorun buydu. Hayatı gereğinden fazla ciddiye alıyordum. Son zamanlarda çok fazla gelişme oldu, ben daha bir tanesini sindiremeden üst üste başka şeyler eklendi. Korktukça, kaygılandıkça, sevindikçe ve hatta ağladıkça açıp bir şeyler karaladığım defterimi bile en son doğum günümde yazdığım sayfadan beri açmamışım. Bu ortalama bir Nur için çok şey ifade ediyor. Adeta bir alarm. Tehlike çanı.
Bu, yaşarken dramatik fakat yazarken oldukça komik gelen çıkarımı yaptıktan sonra bir takım küçük değişiklikler yapıp hayatımı biraz sakinleştirip nefes almaya karar verdim. Çok zorlamıştım kendimi.
Aiy iyi ki de vermişim böyle bir karar. Aferin sana Nur.
İlk işim final sınavından çıktıktan dört gün  sonra müthiş eğlenceli ve hoş bir İstanbul gezisi oldu. Şubatta gittiğim İstanbul gezisinden of İstanbul çok kalabalıkmış, güzeldi ama yordu beni diyerek geldikten sonra tekrar gitmem biraz şov oldu ama ne yapayım göremediğim yerler vardı. Hayatımda ilk defa üç kişilik bir kız grubuyla mangal yaptık jdfaDads, aslında ben sadece işin salata kısmına ve yeme kısmına karıştım ama olsun aramızda. Heybeliada’ya gittim. Kendi ülkemde kendimi yurtdışında gibi hissettim. Moda’da saatlerce yürüdük. Bir limonatacı var orada. Çeşit çeşit limonata yapan. Yaklaşık iki saat oturduk galiba, ikindi güneşinin tatlı tatlı vurduğu saatler var hani, insanın yüzüne yüzüne güneş vuran, işte tam o saatlerde, yaşadığım için, arkadaşlarım için aklıma gelenler için bol bol şükrettim. Çay bahçesine geçtik. Saat galiba gece dokuz buçuktu kalktığımızda ve eve ulaşmamız için yaklaşık bir saatlik bir yolculuk bekliyordu bizi djjkahdkshadx. Gece gece canlı müzik için beklediğimiz dakikalar, saat 23 civarlarında aldığımız pizza, sevmeye çalıştığım kedi tarafından habersizce korkutulmam, vapurda yediğim simit, içmeyi sevmediğim halde açık havaya kapılıp içtiğim çay, aşırı rüzgara alışık olmayan bedenimin tutularak tepki vermesi, trende karşılaştığım ve bir vagonu tamamen kapamış olan Fenerbahçeli, maça giden taraftarlar, gece gece bize türk kahvesi içirip bir güldürüp bir duygulandıran anneanne sohbetleri ve son olarak guitar hero. Sizi unutmak istemiyorum.  
Geçenlerde çiçek arkadaşlarımdan bir tanesi ile mutluluk nedir acaba, biz mi abartıyoruz, sen ne zaman mutlu olursun Nur gibisinden bir sohbet geçti aramızda. Eskiden hayatta ulaşmak istediğim şeyin mutluluk olduğunu ve bir insanın bunu kovalaması gerektiğini düşünen bir Nur varken şimdi bu konuda daha farklı şeyler düşünen bir Nur’a dönüştüğümü fark ettim. Olgunlaşmak kavramını ilk defa bu kadar keskin hissettim. Zaten son zamanlarda yaşadığım ve düşündüklerimi kanıtlayan olaylar sonucunda hayatı gereğinden fazla ciddiye aldığıma kanaat getirerek, verdiğim bir buçuk aylık aranın bana iyi geldiğini hissederek artık münzevi hayatıma noktayı koydum. Her şeyi fazla abartıyorum altını çiziyorum bazı şeyler değil her şey.
Ne zaman üzüntünün ve sıkıntıların bile ayrılmaz parçamız olduğunu fark ettim, işte o zaman bir şeyler aydınlandı kafamda. 
Hayatımda geçirdiğim en çalkantılı, en duygu yüklü, en sulu göz, en dengesiz, en mutlu, en mutsuz, en boş ve en dolu tatil olabilir. A bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, gerçekten bol bol dağda bayırda ve yaylada koştuğum, gezdiğim bir tatil de oldu. Kendi kendimin elini tutma sürecinde birbirinden mükemmel kitaplar okudum, arkadaşlar size o kitapların güzelliklerini nasıl anlatsam bilmiyorum. Aklıma geldikçe heyecanlanıyorum. Öyle güzellerdi ki bazen sırf okuduğum bir cümle üzerine oturup uzun uzun düşüncelerimi yazdım. 
Bir de şeyi anladım. neyse kalsın.
Buraya kadar okuyanınız var mı bilmiyorum ama okuyabildiyseniz vallahi helal olsun. Size bir sürü çiçek.
Tumblr media
 Sonuna geldiğim bu yazıyı nasıl bitireceğimi bilmiyorum.
Merhaba ben Nur. Geçirdiğim karmaşa ve bir o kadar sessizlik dolu bir buçuk aydan sonra,  bu düşünce saçmalıklarını yazmasam rahat edemeyecektim. Yazdım, mutluyum. 
Şimdi yeni keşfettiğim şarkılar ile birlikte battaniyeye sarılıp, koltuktan koltuğa zıplayıp son tatil haftasını değerlendirecek kitaplar seçmeye gidicem. Battaniyesiz olmaz çünkü Ankara’ya sonunda serinlik geldi ^.^
17.09.2018
54 notes · View notes
est-kurosawa · 3 years ago
Text
Uykum var, uyumak istemiyorum ama Model çalıyor arkada. Gözlerim yuvalarından çıkana kadar açık kalsın istiyorum...
               Hayat mı? o’ndan pek haber yok açıkçası. Kendimi bir sandal gibi hissediyorum; dalgalarda bir yukarı, bir aşağı usul usul ilerliyorum. Bazen yüksek dalgalar geliyor... tam da orada kürek çeken bedenime vuran o tuzlu su ve ardından vücudumu yakıp kül etmek isteyen Güneş.
              Vücudum mu? harakiri yapıp bir anda devrilmeyi bekleyen çöp konumunda. Acının da en şiddetlisi ile ceza çekmeliyim galiba, o zaman pek bir şey yaşamadığımı, kendimi kandırdığımı anlarım.
              Yaşamak mı? yaşantım sürüp giderken; etrafımı gözetlediğimde, yürüdüğümde, düşündüğümde, b*k gibi sesimle şarkı söylerken de bir şeyin farkında;  zamanın boşuna ve nedensiz geçtiğini biliyorum.
               Neden mi? binlerce neden bulabilirim, binlerce kalıba. Beni döndürülmeyen fikirlerimden caydırmaya çalışan insanlarda aradığım bir soru; neden?
               İnsanlar mı? her zaman yanılıyorum, güvensizliğim artıyor ve sanki iyice hissizleşiyorum.  Hayallerim biraz olsa ortak buldu, en azından orada biraz kalabalık tuttum kendimi.
               Hayaller mi? gerçekleşen hayalime giderken, başka hayallere kapılıp çabalamaya başlıyorum. Hayallerim hep yıldızlara ve gökyüzüne sırdaş olacak.
               Yıldızlar mı? her zaman eziklendiğim hoşlantım. Yıldızları anlatırken içine sonsuzluk algımı da katınca, çocuk kadar mutlu olduğumu, heyecanlandığımı bir bilseler. Gökyüzü de renk paletlerini içinde bulunduruyor, ben onlara her zaman seslenip durdum.
                Sesler mi? sesler her zaman olacak. Beni hiç duymadı ama gökyüzü ve yıldızlar. Kim bilir belki de cevabı verdiler de ben farklı algıladım.
                Algı mı? algılarım kapalı son zamanlarda. İçimde her an gideceğim hissiyatı ile yaşıyorum. Algım o kadar kapalıydı ki; olacaklara gözünü kapattı... ama ben bu filmi çok gördüm.
                 Film mi? filmler benim, müzikle beraber hayatım. Akira Kurosawa, Stanley Kubrick ve sevdiğim diğer eski yönetmenlerin hayatı tüm çıplaklığıyla anlatması hoşuma gidiyor. Hayatın ne olduğunu, en azından Tanrı olarak görebiliyoruz.
                   Tanrı mı? ben tanrılarımı öldüreli çok oldu. İnanç isteği hiç bir zaman olmadı içimde ve önemi yok.
                   Önem mi? zıtlığıyla beni anlatan kelime ‘’önemsiz’’. Kendimi her zaman kötü görmüşümdür bu hiç dinmeyecek gibi. 
                    Kötü mü? Beni tezatlığa ittikleri ama her zaman kabul ettiğim bir gerçeğim.     
                    Gerçekler mi? her zaman bilmek istediğim. Gerçekçi insanları severim, her ne kadar ben yalan söylemeyi beceremesem bile bahanem olur gerçeklerim.
                      Bahane mi? herkesin çıplaklığıya dökemediği isteklerini, hislerini vs. koruduğu yalanları. Bahanem hiç bir zaman olmadı bu yüzden kesin biriyim galiba.
                       Ve bunlar şuan aktarmak istediğim bazı şeyler. Model bitti şuan maNga çalıyor ve uyuyacağım galiba. Hastalık geçer yakında.
0 notes
ranaozkan · 4 years ago
Photo
Tumblr media
58/365 Ben daha iyi bir insan olmayı, hayvanlardan öğrendim. Hayatıma bu minik dostlar girdiğinden beri insanları daha iyi analiz edip, anlayabiliyorum. Belki ilginç gelir birilerine, hayvanla insan analizi ne alaka diye. Biz hayvan miyiz diye(boyle düşünen beni yormasın bir zahmet beni engellesin,yanimda yoremde olmasın!) Bana hayvanlar beden dili ve davranışları okumayı çok iyi öğretti. Gözlerinden derdini okumayı, neyi neden yaptığını sürekli sorgulamayı öğretti. Çünkü konuşamıyorlar ve size muhtaçlar, siz ise onunla iletişim kurmak zorundasınız. Zamanla algılarım açıldı, kedilerimle daha iyi iletişim kurabilmeye başladım. Fakat bir yan etki olarak insanlarında duygularını ve beden dillerini de okumaya başladım. Bu özelliğimi fark ettiğimde ise oldukça büyük bir şok yaşadım. Meger aslında dışardan konuşuyor gibi görünüp, içinde olanları sessizce anlatmaya çalışan o kadar çok kişi varmis ki😢 Insanların dışa göstermediği yüzlerini okumaya başladıgimda, daha anlayışlı, daha az kindar oldum ve boylece sanırım özgürleşme başladım. Çok hoş bir yazı buldum dün İnternet'e hayvanlardan öğrenmemiz gereken şeyler diye, bir açıp okuyun derim. Onların doğal olarak yaptığı ama dogamizda olmasına rağmen, bize zamanla unutturulan o kadar çok şey var ki.Belki onlara bakıp tekrar öğreniriz. Peki bu konuya bir örnek ver derseniz, iki gün önce yazdığım yazıyı kedime bakarak yazmıştım. Çoğu kişi kediye nankör desede, kediler sınırlarını çok iyi belirleyip, bunu gösteren canlılar, canı yanıyorken numara yapmayan canlılar.tum hislerini açık ve net şekilde yaşayan, bunu da elleme ne der diye umursamadan yapan canlılar. Acaba hangimiz daha gelişmiş? --- NOT : Kizisima bir maşallah değin. NOT: Bana da dua edin, Mart ayı sendromu geldi. NOT :Köpuslere bayılıyorum ama hiç beslemediğim için yorum yapamam. Kedilerden önce işe benim'' ekmek arası bir tosbigim'' vardı. Kıpkırmızı yanaklı bir su kaplumbağasi ve galiba ölümü bende en çok acı yaratan o oldu. Yerini beslediğim hiçbir hayvan alamadı. Onu kaybedene kadar hiç sevdiğim birini kaybetmemesim. Sevgiyi, insanlığı bana ilk defa o öğretmişti. Sonra o tertemiz ve masum sevgisini alıp gitti.😢 (at Ankara, Turkey) https://www.instagram.com/p/CLxWhZ7gpBP/?igshid=a738v4kca1qt
0 notes
dedimnabimya · 6 years ago
Text
16 ocak 2019'dayız. Bu yıl kaç kez ağladığımı hesaplamak gibi garip bi isteğim var. Şimdiye kadar sayımın sıfır olması beni şaşırtıyor. Tamam elbette ki ağladım ama bir diziye falan, ya da filmeydi galiba. Bir şeye. Ama kesinlikle kötü bir şey olduğu için değil. Üzüldüğüm için değil. Sayacağım. Damla sayılarını değil belki ama tane sayılarını. Bir de reglden önce aşırı sinirli oluyorum. Tahammülüm artık dünyaya karşı zaten bitmiş durumda ama bu PMS'de o kadar belirgin oluyor ki, tüm kavgalarımı bu zamanda ediyorum. Her şey o zamana mı denk gelir yoksa algılarım daha açık ve tetikte hissedip herkese diken oluyorum bilmiyorum. Ama daha bugün iki kişinin amına koyup hayatımdan atmak istedim çünkü canımın istediği gibi davranmadılar. Bir de kinyas ve kayra'nın 50 sayfasını falan okudum. Siz bunları nasıl yazdınız ben hala nasıl duruyorum. Ben yazdığım dünyaya ışınlanmak istiyorum. Yarattıklarımla tanışmak, ellerini öpüp özür dilemek sonra sarılıp gözlerini öpmek istiyorum. Ben onları yaşayan birçok akrabamdan çok seviyorum 🌙🌸
-03:59
0 notes
duyguluyanim · 5 years ago
Text
Kendimi kendime hapsediyorum ve kimse bilmiyorum içimi bir ben biliyorum bir de sana yazıyorum. Bak bana gör beni. Ben her yeni güne penceremden sızan güneşle başlıyorum akşamları isteyerek değil ama gözkapaklarıma mahkum uyuyorum. Seni düşün��p sana yazıyorum artık bunu da bil. Yokluğun artık daha bir hissedilir oldu uzun yollar beni mahvediyor ama neyse ki bol bol yazıyorum kulağımda kulaklık var müzik akıyor ama ben duyamıyorum pek algılarım açık değil boşvermişliğimin zirvesindeyim. Çok iyi idrak ettim ben asıl şimdi büyüyüp şimdi değiştim. Senden başkası bilmiyor bu da sana yazdıklarım kadar aramızda. Amaçlarım daha bi gerçekçi inan hepsini başaracağım beni izle. Kendi yolumdayım ne arkama ne yanıma bakıyorum sadece ileri diyorum kendime sadece ileri eğer durursam her şey zor gelecek biliyorum. Sana bir söz verdim biliyorsun aramızda.
0 notes
farukalexsikandemir · 7 years ago
Text
+++++++ Bir Budist'in ve Budizmin Anatomisi +++++++
Budizm’in kurucusu Buda (Guatama, Gotama) ( MÖ.563 - 483 ) Kuzey Hindistan’da Lumbini koruluğunda doğmuş bir filozoftur. Buda “aydınlanmış” anlamına gelir. Budizm’in en güçlü yayılma dönemi Hint Hükümdarlarından Aşoka (MÖ. 273 - 236) zamanına rastlar. Aşoka zamanında Budizm’ Hindistan, Seylan,Suriye,Mısır,Makedonya ve Yunanistan’a kadar yayılmıştır. Aşoka’dan sonrada yeni Krallar Budizm’e girmiş yayılmasını sağlamış hatta Çin,Moğolistan ve Japonya’nın ileri gelen devlet adamlarının Budizm’e hizmet etmesini sağlamışlardır.
Budizm MS 1.yy Türkistan , 4. yy da Kore , 6.yy da Japonya ve 7.yy da ise Tibet’te yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Güney,Doğu;Güneybatı ve Orta Asya’da çok sayıda taraftarı olan Budizm’ Avrupa ve Amerika’da da yayılmaya ve taraftar bulmaya başlamıştır.
2.2.1. Gotama’nın Doğuşu
Gotomanın doğuşu ile ilgili anlatılan aşağıdaki hikaye diğer dinlerde anlatılan mucizeleri hiç saydıracak bir hikayedir.
Milattan önce altıncı asırda Hindistanda Sakya kabilesi üzerinde hüküm süren kıral Suddhadana kendisine bir eş seçmek istemiş ve devrinin en güzel kadınını seçerek onunla evlenmiştir. Bu kadının adı Maya idi ve kral bu kadını almak için onun altı kardeşiyle de evlenmek zorunda kalmıştır. Ad... Ben’e verilen özel ad.
Milanda Panha adli kitaptan:
Kral Bilge Nagasena’ya seslenmiş: “Ustam kimsin, adini söyler misin?” “Bana Nagasena diyorlar. Ama bu yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka şeye yaramayan, bir deyim, bir sözcük, içinde bir kimlik, bir benlik yok. Bir ad, bir lakap, bir işaret, yalın bir sözden Başka bir şey değil. Kral inanmaz ve sorular sorar. “Nagasena bu saçlar midir?” “Hayır büyük kral” ... “Duygu ve coşkular midir Nagasena?” “Hayır büyük kral” Nagasena kraldan arabayı tanımlamasını ister. “Tekerlek, dingil, ok, sandık ve kollar bir arada olunca arabadan söz edilir. Araba yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka bir ise yaramayan bir deyimden Başka bir şey değil.” “Evet kralım. Benim de saçlarım, derim, ... ad ve bedenim, duygularım, algılarım, geçmiş eylemlerimle biçim almış karakter özelliklerim,ayırt edici bilincim bir araya gelince Nagasena adi veriliyor. Ama kimlik, benlik söz konusu olunca burada öyle bir şey yok.
Nasıl arabanın beş bölümü bir araya gelince araba diyorlarsa, beş katışmaç bir araya gelince de bir kimden bir den bir özneden söz ediliyor. Buda diyor ki: Ne ben’in, ne de ben’e ilişkin kalıcı bir şeyin varlığından söz edilebilir. Ben, ben olarak gelecekte de var olacağım, benim sürekli değişmez bir benliğim var, savında bulunmak hatalıdır. Ben düşüncesini yok etmeli, benlikle kurumlanmak yanılgısını yenmelidir.
Buda’nın görüsüne göre “ben”, insanin hem bedensel hem de ruhsal varlığını oluşturan bu beş kümenin bir arada ve birlikte, sürekli bir akis, sürekli bir değişim içinde olusunun ortaya çıkardığı bir görüngü, bir olgu, insani çevresinden ayrı bir varlık olarak ayırt etme, özerk bir biçimde hareket etme durumundan köklenen bir yanılgı, bir yanılsamadan Başka bir şey değil. ayırt edici bilinç ise karışıp dünyayı ben ve ben olmayan diye ikiye bölünce bu ben yanılgısı kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Aslında bilincin ayırt etmeden, seçmeden, bölmeden bütünü kavrama olanağı da var.Ben’in var olma doyumsuzluğundan kaynaklanan ve ölümün sinirini aştığına inanılan uzantısına verilen ad’sa ruhtur. Budizm’de Öz varlık yoktur.Buda ben-ruh yanılgısını sergilemek istiyor. Bir kez ben-ruh yanılgısı oluştu mu bütün varlığımızı sarıyor, bilincimizin özgürce çalışma etkinliği engelleniyor, onun bitmez tükenmez istekleri nasıl yaşamı çekilmez bir hale koyuyor, sorunlarımız yaşamla bile sınırlı kalmıyor, ölümden sonrası ile ilgili sorunlar da gündeme girdiğinden onlar da kaygı ve üzüntü konusu olmaya başlıyor. Buda ben’i kurtarmaya değil, bizi ben’den kurtarmaya çalışıyordu.
Ölümsüzlüğe erişmek için tek bir yol olduğunu savunuyordu. Öncesizden sonsuza uzanıp giden varoluş zincirinin içindeki yerimizi bulmak, evrensel yaşam ırmağının içimizden aktığının, yaşam gücünün bizim burun deliklerimizde, bizim ciğerlerimizde nefes alıp verdiğinin bilincine erişmek.
2. Nedensellik Çemberi- bağımlılık ve Özgürlük-
Buda’ya göre varolan her şey nedenselliğin bir sonucu olarak vardır, boşluktan yokluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne takılan yokluk varlığa dönülür, her neden bir sonucu, her etki bir tepkiyi zorlar. Evrenin değişmez yasası nedensellik (Karma) yasasıdır. Ne başlangıcı ne de sonu olan evrende egemen olan yalnız doğa yasalarıdır. Buda böylelikle tanrıların görevini yasalara yüklemiş, tanrıları gereksizleştirmişti. Değil mi ki insanin geleceğini belirleyen nedenlerin zorladığını sonuçlardır, öyleyse insanin kendi eylemlerinin sonuçlarından kaçıp kurtulması olanaksızdır. Bir çocuğun anasından beklediği gibi tanrıların bize sevecenlik göstermelerini, bizi bağışlamalarını bekleyemeyiz. Eylemlerimizin sonuçlarından kurtulmanın bir yolu varsa, onu ancak kendi çabamızla kendimiz bulmalıyız.
On iki halkalı kapalı bir zincir olarak temsil edilen nedensellik yasası:
1.Yanılgı yanlış düşüncelere yol açıyor.2.Bu düşünceler eğilimlere, karakter özelliklerinin biçimlenmesine ortam hazırlıyor.3.Buradan da bilinç oluşuyor.4.Bilincin bentle ben olmayanı ayırt etmesinden özne nesne ikiliği, ad ve beden ortaya çıkıyor.5.Bundan altı duyu alanı gelişiyor.6.Bu altı duyudan dolayı duyularla nesneler karşılaşıyor.7.Bu karşılaşmadan hoşlanma, hoşlanmama gibi duygular oluşuyor.8.Bu duygular isteklere, tutkulara dönüşüyor.9.istekler, tutkular bağımlılığa, insanin isteklerinin, tutkularının tutsağı olmasına, bireysel yaşam isteğine yol açıyor.10.Bundan da oluşuma bağımlılık ortaya çıkıyor.11.Oluşum doğuşa12.Doğuşsa ihtiyarlık ve ölüme, ıstıraba, tedirginlik ve umutsuzluğa yol açıyor.
Buradan da gene yanılgı çıkıyor ortaya. Buda’nın yanılgıyı dizinin en başına koymasının nedeni olasılıkla bu döngüden tek çıkış yolunun bu halka olmasıyla açıklanabilir. İstekleri, tutkuları kışkırtan yanılgıdır ana yanılgıyı besleyen de gene istekler ve tutkulardır. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar ve eylemlere dönüşüyor. Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız Eylemlerimizi belirlerken, eylemlerimiz de kararlarımızı etkileyip zorluyor.Her düşünce sonrakileri sınırlıyor.
Biz kez tam bir özgürlük içinde bir şey düşünmüş olabileceğimizi varsaysak bile, ondan sonraki düşüncelerimizde ayni oranda özgür olamayacağımız açık. Giderek özgürlük alanı kısıtlanıp daralıyor. Şu anda ne olduğumuzu belirleyen dünkü düşüncelerimizdir.Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarinki yaşamımızı biçimliyor. Yaşamımız kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. Budist metinler dört tür bağımlılıktan söz ediyorlar.
1.isteklerden, tutkulardan gelen bağımlılık.2.Yanlış görüşler, kanılardan kaynaklanan bağımlılık.3.Erdemli bir yaşamla ve kurallara tıpatıp uygun davranmakla kurtuluşa erişilebileceğini sanmaktan gelen bağımlılık.4.Sürekli ve değişmez bir ben’in varlığına inanmaktan gelen bağımlılık isteklerimizin tümüne yakın bir bölümü toplumun yapay olarak yarattığı gereksiz şeyler.
Örneğin toplum bizi zeki bir adam gibi görünmeye isteklendiriyor. Çevremizde beğenilen bir kimse olmak bize nelere mal oluyor ? Bunun karşılaştırmalı bir hesabini yapabilmiş olsak, harcadığımız bunca çaba, üzüntü, sıkıntıya değmeyeceğini anlayacaktık. Başka insanların önüne geçememek, Başka insanlara üstün olamamaktan gelen ezikliklerin ardında hep ben yanılgısı yatıyor ama bu ben yanılgısını besleyen de toplumun özendirici etkisi. Bir kere gözümüzü açıp ta bu koşturmacanın amaçsızlığını, anlamsızlığını görebilsek, bu koşullanmalar, biçimlenmeler etkisini yitirecek, ve bağımlılık da ortadan kalkacak. O zaman ıstırap yerini özgürlüğümüzü yeni bastan kazanmış olmaktan gelen aşkın bir mutluluk duygusuna bırakacak, nedensellik döngüsünden kendimizi kurtarmış, daha doğrusu döngüyü ters yöne çevirmeyi başarmış olacağız insan kendini yanılgıdan nasıl kurtarır?
Bu sekiz basamaklı yolla mümkündür. Yanılgıdan kurtaran bilgiye çıkarımcı düşünceyle varılamaz. Çünkü bu tür düşüncede özgürlük yoktur. Budizm’ görüsüne göre, bizi yanılgıdan kurtaracak bilgiye ancak sezgiyle erişilebilir. insan yanıldığını, yanilmadigini; aldatılmadığını, aldatılmadığını; sevildiğini, sevilmediğini ancak sezgiyle anlayabilir. Uyanan kimse karmanın elinde eli kolu bağlı bir oyuncak olmaktan kendini kurtarmış olur. Koşullanmaya, biçimlenmeye bütünüyle karşı koyabilecek bir insan yok bu dünyada. Yanında yada karşısında tutum almakla her zihnini sınırlamış oluyor. Bizi düşündüğümüz gibi düşünmeye, davrandığımız gibi davranmaya iten ön koşullar, düşünsel yada duygusal zorunluluklar var. Uyanınca bu zorunluluğu fark etmiş oluyoruz ve zorunluluk olmaktan çıkıyor. Bu yüzden de karma değiştirilemez bir alın yazısı sayılmaz, uyanan kimse karmanın bağlarını da koparmış olur. Eylemlerimiz er geç bize geri döner.
Her eylemin iyi yada kötü sonuçları eninde sonunda eylemi yapana ulaşır. Buda,kalıcı olan bir yaşamdan öbürüne aktarabileceğimiz, şu gövdemiz içinde saklanan bir şey olamayacağını anlatmaya çalışmıştı Öyleyse gene doğumla söz edilmek istenen neydi? Buda’ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan ben yada ruh değil, yalnızca eylemlerimizin zorladığını nedensel sonuçlardır. Bu senin gövden de değil, Başka birisinin gövdesi de değil. Ona geçmiş eylemlerin (karma) ürünü gözüyle bakmak daha doğru olur. Önceki bir yaşamda yaptıklarımın ödülü ya da cezası da değil. Ben nedensellik zincirinin bir zorunluluğu olarak varım. Eylemlerin bir sürekliliği var ama ben’in de bilincin de sürekliliği yok. Buda’nın dilinde doğum ölüm döngüsü, yaşamların ��nceki yaşamların etkisiyle biçimlendiğini anlatmaktan öte bir anlam taşımıyordu.
3. Nirvana
Nirvana, Batı’da genelde anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu anda gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. istek ve tutkuların yok olması, Istırabın etkili olmayacağı bir iç barışa, iç suskunluğa, aşkın bir Mutluluğa erişmektir. Nirvana’ya erişme isteği de dahil olmak üzere tüm istek ve tutkular bırakılmadan, olanla, gelenle yetinmekten gelen iyimser bir yetingenlik kazanılmadan Nirvana gerçekleştirilemez. Nirvana’yı gerçekleştiren kimse bir yandan da günlük yaşamını normal haliyle sürdürüyor. Eylemlerinin bir takım nedensel zorunluluklar (karma) yaratmaması da olanaksız elbette.
Nirvana’ya erişen kimselerin tek farkı, bu zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesi. Eylemlerinde beğenilmek, beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı islerden alkış beklemiyor, basarı ya da kazanç onu fazla sevindirmediği gibi başarısızlık ya da yitim de fazla üzmüyor. Kuskusuz acı da çekiyor ama bunlara bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun eğmesini de biliyor.
Ben’i aşınca bütünle bütünleşiyor.. Yarinin getireceklerine kaygısız, ben’in doyumsuzluğundan gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl yaşanmalıysa öyle yaşamaya başlıyor.Özgürlük,coşku,aşkın mutluluk içinde, akıp gitmekte olan yaşam ırmağı içindeki yerinin bilincine erişiyor.
Buda’nın öğretisi, bir yandan ben’i yok sayarken öbür yandan da bireyciliği en ileri götürmüş olan öğretidir. insanin toplumun kendisine giydirdiği kişiliksiz kişilikten soyunup gerçek varlığıyla baş başa kalınca gerçeği olduğu gibi özümleyecek bir yeteneğe sahip olabileceğine inanıyordu. Buda ölümden sonra ne olduğuyla ilgili sorulara yanıt vermek istemiyordu. Böyle bir soruyla karşılaşınca ya susuyor, ya da söyle diyordu: Göğsünüze zehirli bir ok saplanmış olsa, oku çıkartmaya çalışacak yerde, oku atanın kim olduğunu, hangi kasttan, hangi soydan geldiğini,boyunu boşunu, oku atmaktaki amalini falan mi araştırmaya kalkardınız? Ben bir şeyi açıklamıyorsam bırakın açıklanmamış olarak kalsın. Peki neden açıklamıyorum?
Çünkü o şeyin açıklanması size hiç bir yarar sağlamayacaktır da ondan. Çünkü bu sorulara yanıt aramak ne aydınlanmanıza, ne bağımlılıktan kurtulup özgürlüğünüzü kazanmanıza, iç suskunluğuna, gerçeğe ermenize, Nirvana’ya erişmenize katkıda bulunabilir. Buda öğretisinde hiç bir dogma, iç yaşantıyla doğrulanamayacak hiç bir inanç getirmemeye özen göstermiştir. Varoluş, devingen gücünü nedensellikten alan sürekli bir oluşum, değişim sürecinden Başka bir şey değildir; varoluşun ardında Durağan bir öz, tözel bir nitelik yoktur. Budizm’de tözsüz, öz varlıksız bir nedensellik vardır.
4.Sekiz basamaklı yüce yol
-Tam görüş
-Tam anlayış: Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi, gerçek böylesiliğiyle görmeyi, adların biçimlerin gizlediği temel gerçeğin, her şeyin ıstırap, her şeyin oluşum, değişim içinde olduğu, kalıcı bir ben’in, değişmeyen bir tözün olmadığını anlayışına ulaşmayı amaçlıyor.
-Doğru sözlülük
-Tam davranış: Bu basamak, özgür istencinizin ürünü olan, içten geldiği için, hiç bir amaç gütmeden yapılan davranıştır.
-Doğru yaşam biçimi: Yaşamını sağlamakta doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır.
-Tam çaba, tam uygulama: Her şeyin tam bir özenle, eksiksiz yapılmasıdır. Bir Budist’in oturması, kalkması bile büyük bir dikkatle yapılmalıdır. Zihnini bencil düşüncelerden arıtmak sürekli bir uğraş olmalıdır. Zihnin arıtılması, bencil düşüncelerden ayıklanması dört yüce duygunun yüzeye çıkmasına olacak sağlar: Sevecenlik, acıma, sevgi, yan tutmama.
-Tam bilinçlilik
-Tam uyanıklık
Bu basamaklar meditasyonla ilgilidir. Meditasyon Batı’da anlaşıldığı gibi derin derin düşünme değil, düşüncenin aşılmasını, çıkarımcı düşünceden arıtılmış bir zihinle, salt bilinçli olmayı amaçlayan bir yöntem. Tam bilinçlilik, tüm duyumların, duyguların, düşüncelerin ruhsal durumların ardında olacak biçimde bir alicilik, bir uyanıklık durumunu sürdürmektir.
Algının kapıları öylesine temizlensin ki, her algı hiç bir engelle karşılaşmadan bilince ulaşabilsin. Sözcükler de bilinçle yaşantı arasına giren bir engel oluyor çoğu kez. Sözcüklerden oluşan düşünceler durmadan bizi, iyi kötü, hoşa giden hoşa gitmeyen gibi ayrımlar yapmaya, yargılara varmaya kışkırtıyor.
Artık dünyayı olduğu gibi değil, kurgularla, soyutla, soyutlamalarla yani sözcüklerle dünyayı kavrıyoruz. Gerçeğin sözcüklerle kavramlarla değil, ancak yaşantıyla kavranabileceğini savunan Budizm’ sözcüklere, kavramlara tutsak olmak yerine onları tam olarak denetim altına almak istiyor.
Budist meditasyonun özü nefes alıp verdiğinin ayırdında olmakla başlayan yaygın dikkattir. insan nefes alıp verdiğine duyarlı olunca yaşadığının da farkında oluyor, geleceğe ya da geçmişse değil, kendini şu ana ayarlıyor, şimdide yaşamaya başlıyor, duyulara daha duyumlu, duygulara daha duyarlı oluyor; kendinden kopuk, kendinden habersiz yaşamaktan kurtarıyor kendini, yaşamla da kendiyle de bütünleşiyor. Bu uygulamada yol almış kimse gövdesinde kendi istencine bağlı olmadan bir nefes alıp verme işleminin sürüp gittiğine duyarlı olmaya başlıyor. Bu yaşamsal bir yaşantı olarak kendini açığa vuruyor, ve bu izlenim insanda iç barış, esenlik ve Mutluluğun oluşmasına yol açıyor. Artık zihindeki karmasa yatışmıştır.
Buda’nın meditasyon yöntemi öyle dalıp gitmeyi kendinden geçmeyi değil, tersine sürekli uyanıklılığı, sürekli bilinçli kalmayı gerektiriyor. Tam bilinçlilik gerçekleşince tam uyanıklık kendiliğinden gelir. Burada tüm ikilikler yok olur; düşünenin düşünceden, bilenin bilinişten, öznenin nesneden kopukluğu diye bir şey kalmıyor; zihinle yaşantı arasındaki bölüntü kalkıyor. Bütün bu ayrımların yaşantıyla ayırt edilecek somut bir gerçekliği olmadığını, bunların akıl yoluyla varılmış çıkarımlar olduğunu fark ediyorsunuz. Size “bu benim, bu da benim düşüncem” yada “gören benim, bu da gördüğüm şey” diye ayrım yapmanıza olanak veren şeyin bir gözlemden daha çok, sözcüklerin ve mantığın aracılığıyla elde edilmiş bir kuramdan Başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz.
Kraliçe gelin bir yaz günü ikindi vakti uyurken bir rüya görür. Güya kendisini dörthükümdar Himalaya dağlarına kaçırmışlar ve onun yatağını yedi fersah uzunluğundaki bir ağacın altına serdirmişlerdi. Dört kraliçe onu yıkamışlar,giydirmişler sonra en güzel kokularla yağlamışlar ve onun şahane yatağını gümüşten bir dağın üzerindeki altından bir eve götürmüşlerdi. Daha sonra altından bir dağ üzerinde dolaştığı görülen bir fil gümüş dağına gelmiş, hortumunda taşıdığı tek zambakla altından eve girmiş, kraliçenin yatağının etrafında üç kere dolaşmış, sonra kraliçenin sağ yanında durmuş ve birden bire onun rahmine girmişti.
Kraliçe bu rüyasını kocasına anlatınca o da altmış dört akıllı adamı çağırmış, hepsini yedirmiş, içirmiş, hepsine hediyeler vermiş, sonra rüyayı tabir etmelerini istemişti. Hepsi de birden bire ayağa kalmışlar ve anlatmışlar.
‘Zerre kadar telaş etme..Bilki kraliçe gebedir ve bir kız değil erkek doğuracaktır. Şayet bu erkek bir ev içinde yaşarsa, tüm dünyaya hüküm eden bir kral olacak. Şayet evini bırakarak, ayrılırsa, bir Budda olacak. Yani dünya içinde perdeyi (cehalet perdesini) kaldıran adam olacak.’ Bunun üzerine, Budda yazılarına göre, bir zelzele olmuş, dilsizlerin dili çözülmüş, aksakların hepsi düzelmiş ve cehennemlerin ateşi sönmüştü. <p> </p> Kraliçenin doğurma zamanı geldiğinde kendisi Lumbini korusunda dolaşıyordu ve çiçeklenmiş bir ağacın altında idi. Kraliçe ağacın dalını koparmak için dala uzanmıştı. Dal bir hayli yüksekti. Fakat kraliçe için eğilmiş ve kraliçe dala sarılmış olduğu sırada doğurmuştu. Doğan çocuğu dört Brahma bir altın ağ içine almışlardı. <p> </p> Doğan çocuk gerçi temizdi, fakat gökyüzünden biri sıcak, biri soğuk iki ırmak akmış ve Brahmanlar, Budalık namzedi olan bu çocuğu yıkamışlardı. Çocuğun anası da bu sularda yıkanmıştı.Daha sonra Brahmanlar, çocuğu dört kırala uzatmışlar ve bunlar onu çıplak derileri üzerine almışlar, sonra fanilerin tuttukları bir ipekli yastığa koymuşlardı. <p> </p> Bunun üzerine yeni doğan çocuk ayağa kalmış ve bütün ilahlar ona tapmışlar. Çocuk kendisine benzeyen biri varmı diye etrafına bakmış ve böyle bir kimse olmadığını görerek şimale doğru yedi adım atmıştı ve ben dünyanın başıyım dedi. Daha sonra mabede götürülen bu çocuk kendisinden daha üstün bir ilah olmadığını anlatan üç ayet okumuş ve herkes onun etrafında toplamış. Daha sonra alfabe öğretilmek üzere mektebe götürülmüş hocasıyla ilk karşılaştığında hangi alfabeyi öğreneceğini sormuştu. Başlangıç bu merkezde olduğuna göre çocuğun ne harikalar başardığını tasavvur etmek kolaydır. <p> </p> Budda refah içinde yetişmiş, sağlam bünyeli olmak için çalışmış ve 19 yaşında Yosodhara ile evlenmiş onunla on yıl yaşamış ve daha sonra oğlu Rahula doğmuştur. <p> </p> Anlatıldğına göre babası saray duvarları içinde tüm acı ve ızdıraplardan uzak tutmuştur. Ancak o dışarıyı hep görmek istemiştir. Fakat tüm bu tedbirler kar etmemiş ve genç prens bir ihtiyar adam, son derece hasta bir adam, bir ceset ve bir zahit görmüş ve bu manzaralar onu çok üzmüştü. Genç adam insanların ızdırap çekmelerini hayretle karşılamışlardır. Evlilik yıllarını da babasının yanında geçiren bu adam olgunluk yaşı olan 30 unda evini bir oğlu olmasına rağmen terk etmiştir. <p> </p> Bu otuz yaş Zerdüşt’ün harekete geçtiği , Mahavira nın dünyayı terk ederek mezhebini yaşatmaya çalıştığı ve İsa nın peygamberlik yaşamına başladığı yaşla aynıdır. <p> </p> Budda daha sonra tüm Budda mezhebine girenlerin kullandığı sarı elbiseyi sırtına geçirmiş, elde keşkül, cepte ustura, iğne, belde kemer ve matara seyyar bir rahip olmuştur.2.2.2. Budizm’de İbadet ve İnanç
Budizm’de inancın temeli “ Buda'ya sığınırım, Dhamma'ya (dine,doktrine) sığınırım, Sangha’ya sığınırım (Rahipler Cemaati,dünyanın en eski bekar rahipler topluluğu)” cümlesi oluşturur.Bunlardan birini inkar eden kişi budist sayılmaz ve Budizm’e girmek için yukarıdaki cümleyi söylemek gerekir. Sangha’ya giren rahip ve rahibeler evlenemezler.
Budizm’de mabetlere “Vihara” denir. Budistler Karma- Ruhgöçü’ne inanırlar. Vihara da ayda iki kez bir araya gelen rahipler yaptıkları hataları itiraf ederek benliklerini öldürürler. Bazı dinlerde olduğu gibi Budizm’de de bir kurtarıcı bekleme inancı vardır. Kurtarıcının isma Metteya veya Maitreye’ dir.
inançlarına göre Metteya tüm dünyayı düzeltmek olarak gelecek ve Buda’nın tamamlayamadığı dini tamamlayacaktır.
İbadet Stupa denilen mabetlerde yapılır. Stupalar helezoni yapıda inşa edilmiştir. ibadet için Stupaya giren Budist önce Buda’nın heykeline saygı gösterisi yapar; O’na çiçek ve tütsü sunar, Budistler kendi evlerinde de bir köşede korudukları Buda heykeline tazimde bulunarak,ibadet ederler. ibadetlerinde klişeleşmiş dua ve söz yoktur.
Budizm’in kutsal ziyaret yerleri ;
Budanın doğum yeri( Lumbin)Aydınlanma yeri (Bodhi Gaya)Buda’ nın ilk vaaz verdiği geyik parkı (Sarnarth’da)Buda’nın öldüğü Uttar_Prades şehri,Ganj nehri
2.2.3. Kutsal Kitapları
Budistler Buda’nın vaazlarının Pali - Kanon adlı bir kitapta toplandığına ve 400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar. Budizm’in kutsal kitabı üç sepet anlamına gelen “Tripitaka veya Tipitaka’dır”.Tripitaka da;
Vinaya PitakaSutta PitakaAbhidhamma
adlı bölümler bulunur.Bu kitaplarda rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri, beslenme,giyinme, Buda’nın hayatı,konuşmaları,vaazların yorumu,Budizm’ felsefesi vb ayrıntılı bir şekilde anlatılır.
2.2.4. Budizm’de Mezhepler
Budizm başlıca iki büyük mezhebe ayrılır.
1-Hianayana,2-Mahayana
Hinayana (Küçük Araba)
Kişinin kendisini kurtarmasını esas aldığı için böyle isimlendirilmiştir. Bu mezhep Seylan ve Güney Asya’da yayılmıştır. Mensupları saf Budizm’e yani Budanın asıl telkinlerine kendilerinin muhatap olduklarını iddia ederek Mahayana koluna bağlı olanları sapkınlıkla suçlarlar.
Mahayana (Büyük Araba)
Toplumu bir bütün halinde ele alarak herkesin kurtuluşa ermesini amaç edinmişlerdir. Onlara göre Budizm, herkese cevap vermeli, herkesin ihtiyaçlarını gidermeli, doktrinleri basitleştirerek halkın anlayacağı bir seviyeye getirilmelidir. Budizm’in bu kolu başka din ve doktrinlerden yararlanmakta sakınca görmez. Bu mezhebe göre Nirvanayı gerçekleştiren herkes Buda unvanını alır. Ve ihtiraslarının esiri olarak dünya zevklerinin arkasından koşmaz. Mahayana mensupları,”hata yapabilirim” diye faaliyetleri askıya almanın karşısındadır. “Bu yüzden pişmanlık duymaya lüzum yoktur” derler Mahayana’ya bağlı kişi kendini kurtuluşa hazırlayabilmek için şü hususlara dikkat etmek zorundadır:
1.Cömertlik2.Olgun manada bilgelik3.Budizm’in ahlak kurallarına bağlılık4.Meditasyon5.Karşılaştığı olumsuzluklara sabır göstermek6. Hiç usanmadan sürekli bir gayret içinde olmak
Bu sayılan özellikleriyle Mayayana Budizm’i dünyanın bir çok bölgesinde yayılma imkanı bulmuş,adeta misyonerli bir hüviyet kazanmıştır
2.2.5. Buda ve Öğretisi
Buda’nın öğretisinin baslıca özelliği; Buda’nın aydınlanma sonucu bulmuş olduğu gerçekleri birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini öğretmeyi ve böylelikle yöntemi öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla bu gerçekleri kendilerinin bulup yasantısal deneyimle doğrulamalarını öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda’nın yasadığı dönemde Budizm’ bir din, Buda da bir peygamber değildi. Şimdiye dek her geliş gidişsimde, içinde hapis olduğum, Duyularla duvaklan mis bu evin, Yapıcısını aradım durdum. Ey yapıcı! Simdi seni buldum. Bir daha bana ev yapmayacaksın, Bütün kirişlerin kirildi, payandaların çöktü. içimde Nirvana’nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi.
Öğretide 4 temel gerçek vardır: Yaşamda ��stırap vardır; ıstırabın bir nedeni vardır; bu neden yok edilirse ıstırapta yok edilmiş olur; bu nedeni yok etmeyi sağlayan bir yol, bir yöntem vardır.
1.Istırap (DUKKHA) ve Yaşamın üç özelliği
Dört okyanusun suyu mu daha çoktur, yoksa sizlerin inleye sızlaya sürdürdüğünüz bu yolculukta sevdiğiniz istediğiniz şeyleri elde edememek, sevmediğiniz istemediğiniz şeylerden kaçınamamak,
istediğiniz şeylerin istediğiniz gibi olmaması, istemediğiniz şeylerin istemediğiniz biçimde olması
yüzünden akıttığınız göz yaşları mi daha çoktur? Ananızı, babanızı yitirmek, kardeşlerinizi, kızınızı yitirmek, malinizi, mülkünüzü yitirmek... Bu uzun yolculukta tüm bunlara katlandınız ve dört okyanusun suyundan daha çok göz yaşı akıttınız.
Buda ıstırap için dukkha sözcüğünü kullanıyordu. Anlamı;ıstırap,üzüntü,tasa, keder, maddesel veya ruhsal sağlıksızlık, uyumsuzluk, tedirginlik, doyumsuzluk, yetersizlik, sürtüşme, çelişki yani olumsuz ruh durumları... Buda’nın gözlerimizi açmaya çalıştığı gerçek daha çok ıstıraptan korunmak, kurtulmak için izlediğimiz tutumdaki yanlışlarımız, yanılgılarımız. Herkes yaşamda Istırabın olduğunu biliyor, ama yaşamda Tatlı anlar, hoş ve zevkli olan şeyler olduğunu, haz ve zevkin ıstırabı dengeleyebileceğini düşünüp bu anların beklentisi içinde ıstıraba katlanabiliyor. Buda’ya göre yanılgı işte burada.
Buda kaynağı dışımızda olan şeylerden elde ettiğimiz haz ve zevkin ıstırabın asil nedeni olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yanılgının dünyanın bu geçiciliğine gözlerimizi kapamak, geçici olan, kalıcı olmayan şeylere tutunmaya çalışmaktan geldiğini, dünyayı gerçek böylesiliği, yapısıyla görememekten kaynaklandığını söylüyordu. “Sevdiğimiz hiç bir şey yok ki, bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz onlardan ayrılmayalım.”
Buda yaşamı gerçek boyutları içinde kavrayabilmemiz için yaşamın birbiriyle ilgili 3 özelliğinin üzerinde ısrarla duruyordu: Dukkha - Istırap Bir arada bütünleşmiş, bileşmiş, oluşmuş hiç bir şey değişimden, çözülüp dağılmaktan kurtulamaz. Yanılgı değişim içinde olan, geçici olan şeylere sanki hiç değişmeyeceklermiş, sanki kalıcı şeylermiş gibi tutunmaya, sarılmaya çabalamaktan geçiyor. Oysa elde etmek istediğimiz şeyi elde edene kadar o şey değişiyor, koşullar değişiyor, bu arada biz kendimiz de değişiyoruz.
Buda’nın amacı dünyayı ne olduğundan daha kötü ne de daha iyi göstermekti. Onu olduğu gibi iyi ve kötü yanlarıyla, kendimizi hiç bir yanılgıya, yanılsamaya kaptırmadan bütünlüğü içinde gerçek böylesiliğiyle görmemizi sağlamaya çalışıyordu. Istırabın dünyayı olduğu gibi içimize sindirememekten, dünyadan verebileceklerini değil de daha çoğunu beklememizden, istememizden kaynaklandığını anlatma çabası içindeydi. Kötü olan yaşam değil, ona arsızca yapışmaya çabalamaktan, ondan verebileceğinden çoğunu istemekten gelen ıstıraptır. akıp giden yasamla birlikte karşı koymadan, direnmeden akıp gitmesini öğrenmek, dönüsü olmayan bir akis içinde olduğumuzun, yaşamın tek bir aninin bile ikinci kez yaşanmasının olanaksızlığını içten içe kavramak, her saniyenin tadını bilecek biçimde yaşamın sevinçle, kıvançla, coşkuyla kucaklanmasına yol açabilir.
Mutluluğun ertelenmesinin de, para biriktirir gibi haz ve zevk biriktirmenin de olanaksızlığı iyice anlaşılabilir. Acaba yaşamda kendimize sığınak yapabileceğimiz Istırabın güçsüz kaldığı, etkisinin azaldığı bir yer, bir zaman var mi? Budizm’ olduğunu savunuyor. Bu an ve burası... Hiç bir şeyin öteki şeylerden ayrı bir kendiliği, ayrı kalıcı bir benliği olamaz. Istırabın asil nedenini aradığımız, kökenine indiğimiz zaman hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde karşımıza çıkan sorumlunun, bir yandan istek ve tutkularımızı besleyip kışkırtan den Başka birisi olmadığını görüyoruz.
“Benim güvenim” ”Benim görevim” ”Benim sorumluluğum” ”Benim başarım” ”Benim param” ”Benim isteklerim” ”Benim heveslerim” ”Benim öldükten sonra ne olacağım” ”Benim öldükten sonra da var olma doyumsuzluğumdan gelen sorunlarım” Nedir bu ben?
Buda insan varlığında geçici olmayan değişmeden kalan, dayanıklı bir öz, tözel bir nitelik olmadığını göstermeye çalışıyordu. Bir gövde doğar, büyür, yaşlanır, ölür, çözülür, sürekli değişim içindedir. Bir kimse kolunu, bacağını yitirse de ne azalır, ne de küçülür. Öyleyse insanin gövdesinde olamaz. duygularımızda da olamaz. Çünkü onlar değişse de gene olduğu gibi kalır. duyu organlarımızdan gelen algılarımız da olamaz.önceki düşüncelerimiz,kararlarımız,eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimizde olamaz. ayırt edici bilincimizde de olamaz. Bu beş kümede toplanan bedensel ve ruhsal varlığımız gövdemiz, duygularımız, duyu organlarımızdan gelen algılarımız, önceki düşüncelerimiz, kararlarımız ve eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz, karakter özelliklerimiz, ayırt edici bilincimizin bir araya gelmiş olmasından da oluşmuş olamaz. Çünkü bunlardan hiçbirisi i içermiyorsa o zaman besinin bir araya gelmesi de beni oluşturmaz. O zaman geriye değişmeden kalan tek bir şey kalıyor.
0 notes
birtakimolaylar · 8 years ago
Text
Geçmişteki Etkisiz Bir Kapı Tıngırdaması, Bir Takım Başa Çıkma Yöntemleri ve Gönül Kapılarını Oldukça Zarif ve Etikili Şekillerde Oynatan Güzeller Güzeli Ole
Ole’yle tanışalı tam 12 gün oldu. Birlikte yaklaşık 65 saat geçirmişiz. Aslında epey fazla bir süre. Yaptığımız şeyler çok çeşitli değildi fakat şöyle düşünelim bir de: normal bir buluşmada 5 saat harcansa, tam 13 buluşma eder 65 saat. 13 buluşmada da insan karşı tarafa pek derin ve şiddetli hisler besleyebilecek kıvama gelebilir yani, gayet makul.
Gönül kapılarım uzun süredir açılmamıştı, en son bir 5 ay kadar önce bir gıcırdamıştı kapılar. Ama kapıların gıcırdaması benim sallantılı, kapı açıp cereyan yaptırmaya meyilli halimden ötürüydü. Uzun bir yoksunluk ve yoksulluk döneminden çıkıp gevşeklik gecesine girmiştim, bünyemde müzik ve alkol tazeydi. Birkaç günlük menteşe gevşetmeler böyle başlamıştı. Karşı tarafın o kadar istekli, ilginç veyahut menteşe gevşetmeye değer olduğunu söyleyemeyeceğim. Lakin benim için bir yenilikti ve ben meyilliydim. Bu gevşemelere neden olan bey, bir sıcak bir soğuk yapıp uzaklara gidince üzüldüm tabi ki. Konuşuyorduk ama bir sıcak bir soğuk düzleminde. Bir yerden sonra sıktı, saldım. O esintili birkaç günümüzde sandığım kadar derin bağlar kurulmadığını anladım. Konuşur, paylaşırız, arkadaş oluruz niyetindeydim fakat olmadı, günlerimize devam ettik.
Günlerimize nasıl devam ettik? Biraz robotik. Bahsi geçen beyin yarattığı hayalkırıklığı nedeniyle mi? Yoo, pek hayalkırıklığı yaratmamıştı kendisi en başta. Robotiklik bir süredir kullandığım başa çıkma yöntemim. Çok düştüğüm zamanlarda “normal olmaya, uyum sağlamaya, akışta olmaya” o kadar aç kalmıştım ki, rutine canla başla bağlandım. Rutin benim kurtarıcım, gerçek aşkım. Temizlik yapmak, yıkanmak, yemek yemek... Sınav tarihlerini not edip onlara çalışmak... Sınavların gelip geçmesi, dersleri vermek, günlerin geçmesi... Bunlar benim kurtarıcım. Bunlar olmazsa düşerim gibi geliyor. Rutin çok dar bir his spekturumunda çalışabiliyor. Uçlar yok, derin istekler ve uzak hayaller yok. Bir hafta sonraki sınav var sadece ufukta, bir sitcomun azıcık güldürtmesi var spekturumun en uç sınırında. Bu kadar. Bunu seviyorum aslında, az yaşamayı, az hissetmeyi,az istemeyi. Aslında bir yere kadar sağlıklı bir şey işte, yetişkin, mantıklı, kendisini regüle edebilen bir birey olmaya benziyor. Ama sanki ben ucunu kaçırdım biraz. Çünkü kendimi anımsatan bir şeyler yok hayatımda, ne isterdim ve ne hayal ederdim unuttum. Günlük akışta iradesiz ama görev bilincine sahip bir şeyim. Yapmam gerekeni yapınca tatmin oluyorum ama yön vermiyorum bir şeye. İstek yok çünkü, bilmiyorum ki. Belki de gerçekte olduğum kişi, dönüştüğüm yetişkin budur. Bu kadardır. En korktuğum da bu aslında. Ama bir yandan da işlevselim, sağlıklıyım nispeten önceye göre. Bilemiyorum ki.
İşte ben böyle devam ederken Ole’yle tanıştık. Gönül kapıları yine bir açıldı. Hem de bu seferki kişi haldur huldur kendisi girdi yani, ben meyletmedim. Okşadı, öptü, kokladı, güzel sözler söyledi, yiyecek içeçecek ısmarladı, güldürmeye çalıştı, korudu, dinledi... Klasik cicim şeyleri işte. Yani açık konuşmak gerekirse benim ligimin çok çok çok üstünde gelmişti bana, ama sonra eşit olduğumuzu hissettirdi. Ben daha önce yaşamadım bunu galiba. Hala kendimle çok sağlıklı bir ilişkim yok ama onun yanındayken kendimi hiç düşük hissetmedim. Kendisi yaşayan bir insan; sağlıklı, isteyen, hisseden, akıp giden bir insan. Yapay da değil, erişilebilir ve sıcak. Ve çok güzel gülüyor gerçekten. Şimdi bu 65 saat benim isteyebileceğimin, hayal edebileceğimin ötesindeydi. Sarstı bu yüzden. Ona dair bir şey istemeye kıyamıyorum. Çünkü yani, tüm eşit hissetmelerime rağmen çekiniyorum, kirletir bozarım diye. Ayrıca her şeyden öte daha fiziksel engeller var arada. Merak ediyorum, fiziksel uzaklık 65 saatin tadını ne kadar sürede silecek? Ne kadar sürede anılar uzak ve daha az iç cızlatıcı gelecek? Ama çok güzel be, düşünüp düşünüp iyi olsun, mutlu olsun istiyorum. Sanki bu 65 saat bu kadar güzel bir şeye sahip olabileceğim maksimum uzunluktu gibi geliyor. Yani 1-kendisi çok güzel, senki benim kendisini daha uzun bir süre kitlemem, kurallara aykırı gibi olurdu 2-kendisini inanılmaz güzel gören algılarım, daha uzun süre algılayacak olsalar belki de onu bu kadar güzel bulmayacaktı. Ama olsun, keşfedilmemiş bir sürü potansiyel, bunlar da heyecanlı. Hem şöyle de bir şey var: şen şakrak, şıkır şıkır geldi de oynattı kapılarımı. Daha önce kapıyı açıtığımda şen şakrak değil de daha yaralı, daha düşkün bir tonda buluşmuştuk gelen kişiyle. Kapılar öyle açılmıştı. Bu öyle değil, bu güzel, doğal güzel. Dolayısıyla bu düşük, yaralı, hafif arabesk endişelerim normalde olacağı kadar güçlü değil. Getirdiği sıcaklık ve yumuşaklık sanki bir iyimserlik bulaştırdı bana. Ayrıca belki de ben -inanması güç ama- güçlenmişimdir eskisine göre.
Tanışmamız falan da böyle evrenin ultimate kıyağını geçmesi gibiydi, çok ilginçti. Her neyse, Ole daha yeni gitti ve o gittikten sonra ben yine düştüm. Üzüldüm, tadım tuzum kaçtı tabi. Ama böyle garip, yav Ole seni böyle görse ne düşünürdü falan dedim salak salak, azıcık toparlandım. Tabi düşünüyorum bir yandan, yani birkaç aya unutacak, takmayacak beni diye. Ama sonra diyorum ki yani bunun ne önemi var. Gelecek belirsiz, yanımdayken sahici ve çok güzeldi ve kalbime yerleşti. Bunun hatrı var, bu gidecek böyle bir süre. Sonra düşünüyorum birkaç yıl önceki ben olsam gözümü karartır ve kendimi peşine takardım. Tüm bu güzellikler ve kalbe yerleşmeler çok kıymetli fakat kimsenin peşine takılamam artık galiba, o gözü karalık için çok durağanım sanırım. Bu kadarı da güzel, keşke yetinmeyi bilebilsem. İçimden ah keşke yollarımız kesişse diye geçirip, gözü kara planlar içerisinde hayal ediyorum kendimi. Hemen sonra sanki günah işlemişim gibi bu düşüncelerden kendimi çekip almaya çalışıyorum. O kadar güzeldi ki şu an tatminsiz olmak, daha fazlasını istemek günah gibi geliyor.
Bir de ufaktan şöyle bir korkum var: bu güzel insan bana bakıp güzel bir şeyler gördü ya, bu muazzam bir his. Devamı gelse, potansiyeller keşfedilse, o güzelliği göremeyecek artık belki de. Bu da muazzam bi acı benim için. Çünkü bu benim geçmiş yaram, büyük yaram. Ama Ole o kadar güzel, yumuşak, doğal geldi ki... Yani aslında bu korkum çok muazzam benim, ama Ole’nin güzelliği bu korkumu epey geri plana attı sanırım. Tabi ki hala var bu korku ama sanki devamı gelecek olsa ve Ole bana baktığında güzel şeyler görmese dahi canım o kadar yanmazmış gibi geliyor. O noktaya kadar geçireceğimiz onca zaman o kadar değerli olur ki çok acımaz canım gibi geliyor. İşte bunlar hep Ole’nin güzelliğinden.
Yani imkanlar kısıtlı ve ben de dediğim gibi hem daha gerçekçi hem de daha tutkusuz bir dönemimdeyim, imkan kısıtlılığını irademle ve gözükaralığımla aşabilecek gibi değilim pek. Ama gönlüm hep meylediyor, belki, belki şans bir araya getirir diyor. Bilmiyorum, ama dediğim gibi geleceğin belirsizliğinde boğulmak yerine birlikte geçirdiğimiz güzel zamanı düşünüyorum. Benimle bir şeyler paylaştığı sürece, öyle ya da böyle benim hayatıma dokunduğu sürece ondan gelen şeyler bana enerji verecek gibi. Bunlara odaklanmaya çalışıyorum.
Bir süre geceleri onu düşüneceğim. Umarım iyidir, mutludur diye dilekler dileyeceğim. Bir de burnunu burnuma sürtmesi gözümün önüne gelecek, o sırada burnum karıncalanacak. Ay güzel adam.
Tumblr media
Fig.1. Güzelliğiyle doğayı canladıran adam.
Tumblr media
Fig.2. Güzelliğin beni eğlemeye çalıştığı ilk görsel.
Tumblr media
Fig.3. Zarif ellerin yakaladığı bir kare: güzelliğe hücum.
0 notes