#Refik Halit Karay
Explore tagged Tumblr posts
dipnotski · 2 years ago
Text
Christine M. Philliou – Türkiye: Tarihe Muhalif Bir Geçmiş (2022)
Christine M. Philliou – Türkiye: Tarihe Muhalif Bir Geçmiş (2022)
Resmî tarih tezine göre, 1910’lu yılların İttihatçı hükümetleri ile Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Kemalist rejim arasında kayda değer bir kopuş yaşandı. 1980’li yıllara kadar modern Türkiye tarihi üzerine çalışan Batılı akademisyenler, özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda alınan yenilgiden sonra, Anadolu’da yaşayan ve çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu nüfusun kurtarıcısı olarak Mustafa Kemal’in…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
istanbulda1sonbahar · 2 years ago
Text
"Uzakta kalanlar için İstanbul'un kaldırımları bozuk değildir, sokaklarda çamur ve süprüntü yoktur; tramvaylarda ve vapurlarda azap çekilmez. Musluklardan Terkos yerine kevser akar, sersemletici lodos ılık bir buse, dişleyici poyrazı bir serin nefestir. Bilhassa çölde onu konuşurken hep beyaz yelkenlerin kayıp gittiği şurup renkli denizler, avize gibi şıkırdayan pınarlar, çınar ve çitlembik gölgeleri, çilek tarlaları, fulya bahçeleri, tüy gibi ince kadınlar ve ağızlarından şekerleme kadar tatlı sözler dökülen kızlar görürsünüz."
Refik Halit Karay - Gurbet Hikayeleri
Tumblr media
11 notes · View notes
alpersadic · 1 year ago
Text
Edip yazar Alper Sadıç
Edip yazar: Alper Sadıç
                        1977 yılında Ankara’da hayata başlayan Alper Sadıç, çocukluk yıllarını bir ege kasabasında sürdürmüştür. Selçuk Üniversitesi Biyoloji Öğretmenliği mezunu, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nde yüksek lisans programını tamamlamış ve aktif olarak İstanbul’da bir ortaokulda Fen Bilimleri öğretmeni olarak hayatına devam etmektedir. Akademik makaleleri çeşitli dergilerde yayımlanırken şu anda simit çay edebiyat etkinlikleri tarafından üç ayda bir çıkan Betik dergisine minimal öyküleriyle katkıda bulunmaktadır. Yazmayı bir meslek olarak değil de heyecanını diri tutan bir destek olarak gördüğünü ifade eden Alper Sadıç, aynı zamanda benim de ortaokul Fen Bilimleri öğretmenliğimi yapan, benim için kıymetli öğretmenlerimdendir. Yollarımız çok kısa bir süre kesişse de öğrenim hayatımda kendimi şanslı hissetmemi sağlayan bir eğitimcidir kendisi. Her zaman öğretmenlerin öğrencileriyle gurur duyduğu bu dünyada bana öğretmenimle gurur duymayı öğretti şu zamanlarda. Kendisinin öyküden, novellaya, romandan, bilim kitabına kadar kaleme aldığı ve okuyucuya sunduğu eserleri bulunmaktadır.  Bilgi birikimine, öğütlerine ve düşüncelerine sıralarından geçerken de değer verdiğim öğretmenimle yıllar sonra yolumuzu tekrar birleştiren güçlü kalemi oldu. Yer yer Tanzimat esintili eserleri, geniş kitap bilgisi, güçlü betimlemeleriyle Alper Sadıç, kitapları ve kendisi hakkında daha fazla bilgi edinilmesi gereken eser sahiplerimizdendir.
Ortaokul yıllarında kapısından bakmaya bile çekindiğimiz öğretmenler odasında emektar hocam ile kıymetli eserlerini konuşmak benim için oldukça iyi bir tecrübeydi. İyi bir öğretmen bir insanın sahip olabileceği en değerli şeylerdendir.
 Sözlerime öncelikle okuttuğu öğrencilerinden hâlâ elini çekmeyen, desteğini esirgemeyen bir öğretmen olduğunuz ve röportaj teklifimi içtenlikle kabul ettiğiniz için teşekkürlerimi sunarak başlamak istiyorum.
 ·         Öncelikli olarak ilk aldığınız kitap neydi ve bu kitabı neden almak istediniz?
 Simyacı kitabı; ismi, kapağı ilgimi çektiğinden dolayı almak istemiştim. Babama kitabın ismi hakkında sorularımı yöneltmiştim fakat yaşıma uygun bir açıklama yapmamıştı. Belki de bilerek fazla açıklamak istemedi. Teşvik etmek, merakımı okuyarak gidermemi sağlamak için böyle yapmıştı. Bu yüzden kendim alıp okumak istedim.
 ·         Konularınızı neye göre seçiyorsunuz, baştan bir plan içerisinde misiniz yoksa hikâyenin akışına karakterlerin duygularına göre mi hareket ediyorsunuz?
 Yazarın sermayesi kendi yaşantısıdır derler. Biyografik ya da otobiyografik eserlerim bu ilke ile ortaya çıktı. Sadece gerçekleri yazdığım bu eserlerimi olay yeri tutanağı gibi de oluşturmadım. Edebiyat da tam olarak böyle bir şey aslında. Yaşanılanları uygun bir dil ile hisleri paylaşmak için icat edilmiş bir iletişim şeklidir edebiyat. Kurgu metinlerde ise çarpıcı bir son gereklidir, öykü yazma yarışmasında bana birincilik getiren en önemli etkenin öykümün çarpıcı final bölümü olduğunu düşünüyorum. Bazen gerçeği hayal dünyasında harmanlayabiliyoruz, karakterler yazı içerisinde kendini buluyor.
  ·         Yazar olarak bir mahlas kullanacak olsanız bu ne olurdu?
 Edip takma ismiyle yazabilirdim.  Anlam olarak saygılı, nazik kimse ve edebiyatla uğraşan kişi anlamına geliyor. Anlamı itibarıyla kendi adımla yazmasam bu takma adı seçerdim.
 ·         Kaç yaşında yazmaya başladınız?
 40 yaş tam olarak diyebilirim. İnsanın kendini yazmaya hazır hissetmesi gerekiyor. Yazar bir arkadaşımın söylediği gibi şişe yani zihin okumalarla dolup taşınca yazma eylemi sahneye çıkıyor.
  ·         Hangi edebiyatçıları kendinize yakın buluyorsunuz, Ben yazı yazmalıyım dediğiniz bir dönüm noktanız oldu mu?
 Hayatta olmayan yazarlar arasından Ahmet Mithat Efendi benim için efsanedir. Refik Halit Karay, Ahmet Haşim, Peyami Safa ve Sabahattin Eyüboğlu; bu beş yazar benim için çok önemlidir. Tanışma fırsatım hâlâ devam eden, gidip elini öpmek, sohbet etmek istediğim yazar ise Sevinç Çokum’dur. Amin Maalouf, Jean-Cristophe Grangé yabancı yazarlar olarak çok okuduğum eser sahipleridir. Her ikisi de mesleğinin getirmiş olduğu tecrübeyi edebiyata çok iyi yansıtmış ve bu durum beni oldukça etkilemiştir. Polisiye türünü edebiyattan pek saymazdım ama Grangé’yi okurken polisiyenin de edebiyat olduğunu kabul ettim.
  ·         Yazdıklarınızı kimsenin okumayacağını bilseniz yine de yazar mıydınız?
 Evet. Bu bir doyum benim için. Ancak bir yazarın en büyük mutluluğu paylaşmaktır. Paylaşmak için de yazıyorum. Okuyucularımın değerlendirmeleri benim için oldukça önemlidir. Eserlerim hakkında yorumlarını dinlerken, yazdığım kitabı elimde tutarken, içimde elimde tuttuğum kitabın benim dünyamdan çıkmış olmasının gururunu yaşıyorum. Bu gurur egodan çok mutluluk ve emeğin karşılığını somut bir şekilde görmenin vermiş olduğu heyecandan kaynaklanıyor.
  ·         Yazmış olduğunuz yazılarda sonun geldiğini nasıl anlıyorsunuz, karakterler hala yaşıyorken anlatımın son bulacağı yere nasıl karar veriyorsunuz?
 Ahmet Mithat Efendi’nin kendi evindeki matbaası ile yazdıklarını Tercüman-ı Hakikat adlı gazetesinde belirli zaman aralıklarıyla bölüm bölüm yayınladığı eserleri bulunmaktaydı. Bir gün yayınladığı bölümde kitabın başkarakterini öldürüyor ve bu bölümden sonra bütün Galata esnafı evini basıp, bu karakter nasıl ölür diye tepki gösteriyor. Hatta bir esnafın attığı taş Ahmet Mithat Efendi’nin başına geliyor ve başını yaralıyor. Bu olay sonucunda Ahmet Mithat, eserin bir sonraki bölümünde karakterin ölmediğini, komada olduğunu belirten bir bölüm yayımlıyor. Bu aslında okuyucudan çok yazarın hissiyatıyla alakalı bir durumdur. Bir kitap kaleme alınırken, girişteki yazar ve finaldeki yazarın bir olmaması gibi yazdığı karakter de aynı değildir. Bir karakter eğer eser içerisinde gelişme kaydetmiş ve okuyucuyu etkilemeyi başarmışsa çekileceği zamanı da bilmelidir.
 ·         Karakter ve tiplemelerinizde kendiniz ya da yakın çevrenizdeki insanlardan esinleniyor musunuz?
 Tabii, elbette. Yazarın sermayesi kendi yaşantısıdır. Bir karakterin betimlemesini yaparken mutlaka çevremi gözlemlerim. Bir gözüm yazdığım metinde bir gözüm de çevremde olur yoksa kurguya nasıl gerçeklik hissi katabiliriz ki? Sadece karakterlerde değil kurgu mekânlar oluştururken de çevreyi gözlemlerim. Bahçe Evi adlı eserimde bir okuyucumun dikkati ve bana ulaşmasıyla bir sonraki baskıda metinde küçük bir düzeltme yaptık. Bu düzeltmenin sebebi ise, kitabın bir bölümünde asmaların goruğa durmasıyla erik ağacının çiçek açmasının aynı döneme denk gelmesiydi. Kitapta betimlemede bulunurken iki ayrı zamanda gerçekleşecek olayı aynı zaman içerisinde oluyormuşçasına ele almışım. Kurgu olaylarda gerçeklik yakalamalıyız. Bu yüzden gözlem yapmak ve kurguyu gerçeklikle ele almak oldukça önemlidir.
  ·         Bir röportajınızda‘’Yazar önce okumalı, ruhunu kitap okuyarak beslemeli’’ demişsiniz, yazarların bu serüvende doygunluğa ulaştığı bir nokta olduğunu düşünüyor musunuz, yoksa okumak hep aç olmak mıdır?
 Okumanın sonu yok. Blake Snyder, ‘O Kediyi Kurtar’ adlı kitabında, toplam 20 farklı senaryo var ve bütün filmler bu senaryolar üzerinden dönüyor demiş fakat bu senaryolar aynı olsa da renkler, motifler, işleniş biçimleri farklıdır. Edebiyat zaten budur, aynı konuları bahse alırken kendimize özgü duyguları aktarmak, hissettirmek önemlidir.
  ·         ‘’Manayı en sade şekliyle’’ yazdığınızı ifade ediyorsunuz, sizce karmaşık olay ve cümle yapıları okuyucu üzerinde nasıl bir etki uyandırır?
 Hitap ettiğiniz kitle ile alakalı. Eğer üniversitelerde görev yapan kurullar için kitap yazıyorsanız kompleks cümleler sorun teşkil etmez. Ben eserlerimde daha çok sade ama basit olmayan bir üsluptan yanayım. Çok sevdiğim yazarlardan Sevinç Çokum, öğrencilik yıllarında kaleme aldığı bir yazı ile öğretmeninden övgüler alırken, bir sonraki yazısında notu beklediği kadar yüksek olmamış. Bunun nedenini öğretmeni Farsça ve Arapça kelimeleri de oldukça yoğun kullanması olarak açıklamıştır. Öğretmeni Türkçe yazmasını tavsiye etmiş. Yani dili zengin göstermek isterken karmaşık yapılı cümle yapısına sahip, farklı dillerden devşirme kelimelerle eserler ortaya koymak sade üslupla kaleme alınan eserlerden üstün değiller.
  ·         Bakır Çalığı kitabınızda kendi kurguladığınız bir son bulunmamaktadır. Bir okuyucunuz olarak Ruhi’nin bundan sonra ne yapacağını hayatını nasıl şekillendireceğini merak ediyorum. Sizin kurgu dünyanızda Ruhi şu an ne konumda?
 Ruhi mücadeleye devam ediyor. Kendine bulduğu uğraşı benimsemiş ve bu uğraşın onda oluşturduğu duygular olumlu duygular olmasa da onun tuhaf bir şekilde hoşuna gidiyor. Bu duyguyu benimsediği ve hissetmek istediği için kendisiyle ve çevresiyle çatışmaya devam edecektir.
 ·         Sadece Ruhi’yi değil, kitabınızdaki Zeytin karakterinin yolunu da çok merak ediyorum. Okula gidebilecek mi, Ruhi’yi o da seviyor mu bunların hepsi için birçok cevabım ve hikâyem var ama asıl eser sahibinin gözündeki yolu ve tercihleri merak ediyorum. Bir devam kitabı gelecek mi?
     Okurlardan gelen en büyük eleştiri Bakır Çalığı eserimin tam tadında bitmesidir. Devam kitabı okurun bana tavsiyesidir. Ben de düşünüyorum. Bu konuda bir devam kitabı çok istendiği için gelebilir.
 ·         Bakır Çalığı kitabı bir köyde geçmek yerine şehirde geçseydi sizce kurguladığınız karakteriniz Ruhi nasıl bir yol izlerdi, örtülü gerçeği yine de bulmaya çalışır mıydı yoksa hayatın akışına dalıp gider miydi, çevre eserlerinizde ve sizin hayatınızda önemli bir etken mi?
 Şehir insanı yorar, dertlerini unutturacak yeni dertlerle oyalar. Dolayısıyla örtülü gerçeği bulmaya çalışacak zamanı, enerjisi kalmaz; yeni davaları olur. Büyük şehir değirmen gibidir, öğütür insanı. Küçük yerlerde insanın davasını kamçılayan etmenler vardır çünkü karmaşıklık azdır. Ruhi’nin tutumu şehirde yaşayan ve büyüyen bir karakter olsaydı değişebilirdi.
 ·         Tasarladığınız bir karakterin kendi kontrolünüzden çıktığı ve bir çizgiye, benliğe ulaştığı, yaptıklarına sizin bile şaşırdığınız durumlar oldu mu?
 Elbette oldu. Ben Bulut Kapısı adlı eserimde erkek karakterin –Rasim- hoşlandığı kızın –Herdemet- izini sürdüğü zaman çok etkilenmiştim. Kendi hayal dünyama çok şaşırmıştım.
 ·         Sizin için yazı yazmak ne anlama geliyor tek cümle ile anlatacak olsanız bu ne olurdu?
 Yazmak bir doyumdur. Okumak aç olmaktır demiştik. Yazmak ise tam tersi. Doyduğunu yeniden yazmak isteyene kadar hissetmektir. Bir öyküyü kaleme aldığımda küçük ya da uzun soluklu olsun o kadar mutlu oluyorum ki onun üzerinde düzeltmeler yapıp vitrine hazır hale getirmek müthiş bir şey. Aslında cümleleri okuyucunun anlamasına uygun hale getirmek sancılı bir süreç, meyvesi tatlı bir olgunlaşma dönemi olarak tabir edebiliriz.
 ·         Bahçe Evi kitabınızda sizinle birlikte o köstebeğe ne olduğunu hayatı boyunca merak edecek birçok okuyucunuzun olması ve size ait bazı olayı birçok insanla paylaşmış olmak size ne hissettiriyor?
 Biz üç kardeşiz. Bahçe Evi’ni kaleme aldıktan sonra benim bir küçüğüm, bunca olayı nasıl hatırlayabiliyorsun diye sordu. En küçük kardeşim ise bunlar bizim özelimiz, geniş kitlelerle paylaşmak doğru mu diye sorguladı. Annem ise babamla anılarımıza ait olan bu eseri, henüz onunla ilgili bir eser kaleme almadığım için hafif kıskanmış bir tavırla “benim de ölmem mi lazım beni yazman için” diye eleştirdi. Onlara verdiğim en güzel cevap bunları ben yazmasaydım unutulacaktı oldu. Babama duyduğum özlemden dolayı bu eseri kaleme aldım, annem ile ilgili ise çok şükür ki hâlâ hayatta, ulaşabileceğim bir konumda olduğu için ve anılarımız oluşmaya devam ettiği için anılarımızdan oluşacak bir kitabı henüz kaleme almadım.  En küçük kardeşime cevabım ise babamı biraz tanıtmak istedim oldu. Babam vefat ettikten sonra onu internette arama motorunda ararken sadece yaşadığımız yer olan Nazilli Belediyesi’nin taziye mesajını gördüm ve çok etkilendim, yıllarca bu ülkeye emeği geçmiş bir polis memurunun hakkında araştırma yaparken sadece bir ölüm ilan metninin bulunması beni çok hırpaladı. Dünyadan bir Neşet Sadıç’ın geçtiğini anlatmak ve bundan daha fazlası olduğunu aktarmak istedim. Bu nedenle babamla anılarımızı kaleme alarak onu tanıtmak istedim.
  ·         Hayatınız boyunca tek bir türden eser verecek olsaydınız bu hangi tür olurdu?
 Roman olurdu. Çünkü bende romanın açılımı çok önemlidir, roman edebiyatın okyanus olan kısmıdır. Bir öyküden yazarın ruh dünyasını tamamıyla yakalayamazsınız ama roman da yakalanır. Kalemim öyküye yatık olsa da roman yazmak benim için önemli bir meziyet. Romanda oluşturduğunuz karakter büyüyor, gelişiyor ve siz bunu gözlemleyebiliyorsunuz; oldukça etkileyici bir izlenim diyebiliriz.
 ·         Biyoloji bölümü mezunu olduğunuzu biliyorum. Bilim ve edebiyatı kıyaslayacak olursak nasıl farklar ve benzerlikler bulabiliriz, sizin için biraz daha önde olan hangisidir?
 Farkları; bilimde gerçek ön plandadır; bilim saf gerçektir, manevra yapamazsınız gerçekler buna müsaade etmez, sonuçlar tıpkı bir reaksiyonun girdisi çıktısı gibidir, formüle edilirler. Edebiyatta böyle değildir. Forrester’ı Bulmak adlı filmde; bir kitap için iyi bir roman nasıl yazılır bunu bu kitapta öğretmişsiniz ama edebi değeri tartışılır anlamı taşıyan bir kitap yorumu vardır. Romanın nasıl yazılacağını formülüze ederiz fakat bu roman özelliği taşımaz. Hatta bu formüle göre de yazabiliriz fakat yazdığımız iyi bir roman olmayabilir.
 ·         Üzerinde çalıştığınız bir projeniz var mı şuanda?
 Evet. küçürek öykülerden oluşturduğum bir kitap dosyam var. En fazla 1000 kelime ile yazılan öykülere küçürek öykü diyoruz. Eli kulağında yayımlanmak üzere. Yaklaşık 25 öykü yer alıyor. Aslında benim gayem küçürek öyküyü, öykünün bir alt dalı olmaktan çıkartıp başlı başına bir edebiyat dalı yapmak. Az sözle çok şey anlatmak gerçekten çok zor. Blaise Pascal'ın “Daha kısa bir mektup yazacaktım ama vaktim yoktu” cümlesi tarihe geçmiş özlü sözlerden biridir. Az yazıp çok şey anlatmanın, uzunca açıklama yapmaktan daha zor ve uğraş gerektiren bir meziyet olduğunu düşünüyorum.
·         Kendiniz için mi yazıyorsunuz yoksa bir toplumsal mesaj içerikli kanal kullanarak okurlar için mi?
 Kendim için yazıyorum. Paylaşmak güzel bir şey fakat doyum noktasında bencillik yapmak lazım, yazmak eyleminin bana hissettirdiği duygular tarif edilemeyecek derecede iyi ve keyif verici. Ruhumu bu doyumdan alıkoymak istemem. Zamandan ve sevdiklerinizden bu kadar fedakârlık yapmak, bu kadar güzel duyguları hissetmek için aslında. Bence bu hoş görülen bir bencillik olmalıdır.
 ·         Eserlerinizde karşıma çıkan Charles Buhowski’nin ‘’Gerçekten yaşamak için önce birkaç kez ölmelisiniz, bunun başka yolu yok.’’ sözünün hayat mottonuzda yeri olduğunu düşünüyorum. Sizce gerçekten yaşamak için önce birkaç kez nasıl ölünür?
 Yaşamanın kıymetini böyle anlarsınız. İnsan çok nankördür. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür derler. İnsan unutmak üzere kurulmuştur ve bu bir nimettir. Yaşamak bir bedeldir. Sait Faik Abasıyanık; maddi açıdan zorluk çekmeyen, çalışmak zorunda olmayan bir edebiyatçıydı. Şiirlerini çoğunlukla Beyoğlu-Burgazada arası vapur seferlerinde kaleme alırdı. Bir gün yurtdışına çıkmak için pasaport çıkartırken mesleği bölümüne işsiz yazılması onun çok ağırına gitmiş. Belki de bir farkındalık kazanmıştı. Bana göre Sait Faik’in bir ölümü de burada olmuştu. Dönüm noktası gibi düşünebiliriz.
  ·         Şu anki deneyimlerinizle yazmaya başlamadan önceki Alper Sadıç’a ne söylemek istersiniz?
“Her yazar bir roman teorisyenidir,” böyle bir cümle okumuştum. Yani hiçbir roman bitmemiştir aslında yazar kendi iç dünyasında yazdıklarını aktararak romanı ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla kendisi de gelişim gösteriyor. İlk yazdığım eser olan Bulut Kapısı ve şimdiki eserlerim arasında elbette fark var ama bunu bir basamak olarak görüyorum. Şimdi olduğum yere gelmek için geçmek zorunda olduğum bir basamak.
·         Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
 Okumak bir erdemdir. Okumak lazım. Bizim insanımızın bu konuda biraz eksik. Örneğin ortaokul öğrencilerin girdiği LGS sınavı kitap okuyan öğrenciyi istiyor. Aynı zamanda öğretmen olduğum için bu yorumu kolaylıkla yapabilirim. Okumanın bir branşı yoktur.  Boş zamanlarımızda kitap okumalıyız sözü yerine, okumak için zaman ayırmalıyız sözünü daha doğru buluyorum.
2 notes · View notes
lolonolo-com · 11 months ago
Text
Siyaset Sosyolojisi 2022-2023 Bütünleme Soruları (Siyaset Bilimi)
Siyaset Sosyolojisi 2022-2023 Bütünleme Soruları (Siyaset Bilimi) 1. Türk modernleşmesini zaman boyutunda ele alan roman ve yazarı aşağıdakilerden hangisidir? A) Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Yaban B) Refik Halit Karay-Üç Nesil Üç Hayat C) Orhan Pamuk-Benim Adım Kırmızı D) Ahmet Hamdi Tanpınar-Saatleri Ayarlama Enstitüsü E) Reşat Nuri Güntekin-Anadolu Notları Cevap : D) Ahmet Hamdi Tanpınar-Saatleri…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
eserozetlerim · 2 years ago
Text
İlk Makaleyi Kim Yazmıştır?
New Post has been published on https://eserozetleri.com/ilk-makaleyi-kim-yazmistir/
İlk Makaleyi Kim Yazmıştır?
İlk makaleyi kim yazmıştır? Türk edebiyatı olarak düşünecek olursak Türk edebiyatında ilk makale İbrahim Şinasi tarafından kaleme alınmış olan Tercüman-ı Ahval Gazetesi’nde yayımlanmış olan Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi olarak bilinir. Mukaddime sözlük anlamı olarak Osmanlı Türkçesinden günümüz Türkçesine geçecek olursa önsöz anlamına gelir. Yani ilk makale niteliği taşıyan eser, Tercüman-ı Ahval Gazetesi’nin önsözü olarak Türk edebiyat araştırmacıları tarafından kabul edilir.
Türk Edebiyatında Makale Nedir?
Türk edebiyatında makale nedir konusu da bu hususta ele alarak genel hatlarıyla açıklamak gerekli olacaktır. Aslına bakacak olursak edebiyatın bir türü olan makale, gazetelerle hayatımıza girmiş olan bir yazın türü olarak karşımıza çıkar. Makalenin tam olarak bir makale olması için de bir takım özellikleri bünyesinde barındırması son derece büyük bir önem taşır.
Bir makalenin ilk olarak bilgi içerikli olması gözetilir. Mesela herhangi bir yazının makale olması için bilimsel bir veriye dayalı olması ve bir takım bilgiler içermesi gerekli olacaktır. Belli bir düşünsel plan çerçevesinde, akıcı ve ayrıntıcı bir yaklaşımla yazılan yazılardır. Örnek verme ve olayın ya da konunun benzer özellikler taşıyan farklı bir şeyle kıyaslanması gibi bir takım teknikleri de içeren yazılar olması makale açısından çok önemli olacaktır.
İlk Makaleyi Kim Yazmıştır
Türk Edebiyatında Makale Yazarları Kimler?
Türk edebiyatında makale yazarları kimler? Ya da makale temsilcileri denildiği zaman akla ilk gelen isimler genel olarak İbrahim Şinasi ve Agâh Efendi’dir. İbrahim Şinasi ile Agâh Efendi bir araya gelerek Tercüman-ı Ahval Gazetesini çıkartmış ve bu gazeteye ilk mukaddime yani önsözü yazarak Türk edebiyat tarihinde makale örneği sunmuşlardır.
İbrahim Şinasi ve Agâh Efendi’den sonra Türk edebiyatında makale temsilcileri olarak; Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Refik Halit Karay, Şemsettin Sami, Namık kemal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Süleyman Nazif, Muallim Naci ve Fuat Köprülü gibi pek çok isim akla gelir.
İlk Makale Ne Zaman Çıktı?
İlk makale ne zaman çıktı? Konusuna gelecek olursak, Tanzimat döneminden söz etmek mümkün olacaktır. Aslına bakacak olursak makale bir yazın türü olarak batı edebiyatından Türk edebiyatına geçmiş olan bir türdür. Tanzimat dönemi de zaten bir batılılaşma dönemi olarak karşımıza çıkar. Sanatın her türünde etkisini gösteren batı unsuru edebiyatta da hem tür hem de içerik bakımından son derece güçlü bir şekilde esintiler göstermiştir.
Tanzimat dönemi ile birlikte artık Osmanlı Dönemi Türk edebiyatında da gazete ortaya çıkmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak da makaleler yazılmaya başlanmıştır. Zaten bu dönemin aydınları yabancı gazeteleri ve dergileri takip etmekte olduğu için makale türünü de çok rahat bir şekilde Türk edebiyatına geçirmişlerdir. Daha sonra bu tür zamanla geliştirilmiş ve kitaplara da yansımıştır.
0 notes
k-1imparatorluk · 3 years ago
Photo
Tumblr media
Karlı dağdaki ateşim🎶 Seni beklermiş hep kalbim🎶 Bunca yıl yazık🎶 Boşa geçmiş günlerim🎶
Ayhan Işık & Filiz Akın (1969)
4 notes · View notes
dostum-dostoevsky · 5 years ago
Text
XX. asır, birer iç bahçesi olmayanların, bir türlü dinlenemeyenlerin, ruh rahatına kavuşamayanların, diken üstünde yaşayanların dünyasıdır ve bu sebepten kıvranmaktadır.
Anahtar - Refik Halit Karay
18 notes · View notes
adar-mine · 5 years ago
Text
Şehirdeki balkona veya pencere kenarına konmuş olan saksıdaki çiçeğin sokaktan gelip geçenleri seyrederek eğlendiğine ve eğlendiği için de daha mesut yaşadığına inanırım.
Anahtar - Refik Halit Karay
14 notes · View notes
derdiderun · 5 years ago
Text
İyi insan olmak istersen önce kötü insan olduğumuzu anlamalıyız.
Refik Halit Karay
37 notes · View notes
liimonlucay · 6 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Ne tuhaf, insanın yüreği de meğerse dişleri gibi kamaşırmış..
223 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 4 years ago
Text
Çetin Altan / Refik Halit'ten çok şey öğrendik
Tumblr media
Refik Halit de artık yok işte… Yetmiş küsur yıllık yaşama macerası sona erdi. Onun parmakları dolaşırken canlanan kitaplar, o tuttuğu zaman konuşan kalem ve o yazarken anlam kazanan kâğıt oldukları yerde oldukları gibi donup kaldılar. O kitapları başka parmaklar karıştırsa da, o kalemi başka eller tutsa da, o kâğıtlara başkaları yazsa da hiçbiri Refik Halit’e ait dalga uzunluğundaki sesi ebediyen veremiyecekler.
En tersime gelen şey tanıdığım bir yazarın ölümü ardından yazı yazmak. Bir yazarın ne demek olduğunu bildiğim için onun bir gün kayboluverişinde her yazarı bekleyen sonu bir kere daha somut olarak görmenin acısı çöküyor içime…
Refik Halit de artık yok işte… Yetmiş küsur yıllık yaşama macerası sona erdi. Onun parmakları dolaşırken canlanan kitaplar, o tuttuğu zaman konuşan kalem ve o yazarken anlam kazanan kâğıt oldukları yerde oldukları gibi donup kaldılar. O kitapları başka parmaklar karıştırsa da, o kalemi başka eller tutsa da, o kâğıtlara başkaları yazsa da hiçbiri Refik Halit’e ait dalga uzunluğundaki sesi ebediyen veremiyecekler.
Refik Halit benim çocukluğumun yıldız yazarıydı. İnce uslubu, renkli teşbihleri, ılık samimiyeti ve hafif tepeden nükteli bakışıyla ilk kalem denemelerimizi en etkilemiş olan odur…
Değişmez bir hayalim vardı o tarihlerde. Büyüyecektim, yazar olacaktım. Refik Halit'le açık bir arabada gezmiye gidecektik. Bir de saçları rüzgârda uçan sarışın bir sevgilim olacaktı aramızda…
Nedense yüreğimi pek okşardı bu hayal. 
Geçen yıl Refik Halit’le bir dâvada bilirkişi olmuştuk. Dönüşte arabayla evine bırakırken kendisine gülerek bu eski çocukluk hayalinden bahsettimdi…
- Saçları uçan sarışın eksik kaldı, demişti.
Bunca hır gür arasında kendime sakladığım tek çocuksu fiyaka galiba okuldayken imrendiğim hayattaki Türk yazarlarının hepsiyle sonradan dost olmuş olmamdır. Gazeteciliğin bana verdiği en süslü armağan bu oldu. Benden önceki kuşakların en parlak imzalarıyla yıllarca beraber çalıştım, Refik Halit’le de birlikte yazı yazdığımız dergiler vardı.
İlk defa Ankara Palas’ta karşılaşmıştık. Bana haber göndermiş, tanışmak istediğini söylemişti. AKŞAM ‘da ilk yazılarım çıkıyordu o tarihte. Uça uça gitmiştim. Olduğumdan daha fazla görünmek ve kendimi beğendirmek sıkıntısı içinde yalan yanlış Arapça cümleler de sıralamıştım. Genç, rahat bir yazar yerine acemi bir çocukla karşılaşmaktan biraz hayal kırıklığı duyduğunu sezmiştim. Sohbet edecek bir konu bulup kaynaşamamıştık.
Uzun yıllar sonra Ulunay’ın minyatür çiftliğinde buluştuğumuz zaman artık hava başkaydı. Meselelerimiz, düşüncelerimiz açık ve seçikti. Ve tek bağlantımız kendisinin lezzetine doyum olmaz düşünce bohemindeki özlü ve emin sanatçılara has hudutsuz fantazilerinden benim de zevk almamdı.
Refik Halit devri yazarlığı, olaylar karşısında duyup, görüp sezdiğini en güzel anlatma sanatıydı. Bizim devrimizde ise yazarlık toplumları mutlu kılacak doğruları bulma çabası olmuştu. Ve bu doğrular iktisat kurallarının merkezlerine yöneliyordu.
Bir gün Refik Halit’le konuşurken boyuna istatistikler sıralıyor ve Türkiye’nin neden geri kaldığının iktisadi tablosunu çizmeye çalışıyordum”. Refik Halit:
- Benim için öyle değişik ve yabancı şeyler söylüyorsun ki, ben bunları hayatımda bir defa dahi düşünmedim, demişti.
Osmanlı ve Meşrutiyet devri yazarının işi değildi bu… Onlar istidatları, zekâları ve üslûplarındaki hünerlerle sadece güzel anlatmıya önem verirlerdi. Politikaya hevesleri ise kişisel heyecanlarından ve çevre bağlarından doğmuştu. Ne sosyolojiyle, ne de iktisadi bir radikalizmle ilgileri yoktu.
Bizim kuşağımızın yazarları güzel anlatmadan çok, doğruyu anlatmıya yöneliyorlar ve bunu da bilimsel bir süzgeçten geçirerek toplumun mutluluğu için metod araştırmalarında kullanıyorlar. Ve bu araştırmalar Refik Halid’in vaktiyle yazdığı «Memleket Hikâyeleri»ndeki gerçekleri çok daha ayrı bir açıdan ve nedenleriyle değerlendiriyor.
Bu farklar Refik Halit kuşağı ile aramızda çok kesindir. Ve onların son temsilcisi çok daha Cumhuriyetçi görünmesine rağmen kötü bir Batı burjuvazisi özlemciliğinden öteye geçemiyen, bunun için de çok daha alaturka kalan Falih Rıfkı’dır.
2000 yılına doğru yirminci yüzyılı tanımış eski kuşağa mensup Türk yazarlarından ne kalacak diye düşünüyorum. Refik Halit’den «Memleket Hikâyeleri» ve malzeme olarak bazı anılar. Falih Rıfkı’dan da yeniden değerlendirilmek şartıyla yine malzeme olarak Mustafa Kemal’e ait bazı gözlemler kalacak belki.. 
Topluma karşı çok ilgisiz ve bilinçsiz olmalarına rağmen benim onlara karşı saygı ve sevgim eski ve yeni bütün sakat yargılarını da bilerek sanatçı olmalarından gelmektedir. Yaşadıkları devir icabı daha fazlasını bilemezlerdi. Üslûplarıyla bunu örtmüş, bilir gibi görünmüşlerdi ama bu o devirde her yazarın az çok büründüğü bir havaydı. Refik Halit dün akşam toprakta yattı.
Türkçeyi çok güzel kullanmış zevkli bir Türk yazarıydı.
Biz ondan çok şey öğrendik, ama Türk halkı ne öğrendi onu bilmiyorum.
(Çetin Altan / Akşam gazetesi / 21 Temmuz 1967)
0 notes
kunyekultursanat · 4 years ago
Text
Kıskanmak
Boş lafları satın alan ve ne konuştuğu hakkında en küçük fikri olmayan geveze insanları oldu bitti sevmem. Yani bana yapılacak en büyük işkence, herhalde çenesinin şirazesi kaçmış birini uzun süre dinletmek olurdu. Böyle birine katlanmaya mecbur kaldığımda ruhum daralır ve üstüme de garip bir fenalık çöker. Daha da devam ederse oradan uzaklaşmak hatta kaçmak ve kaçarken de avazım çıktığı kadar…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
lolonolo-com · 1 year ago
Text
548- Türk Dili ve Edebiyatı -8 2023 Deneme Sınavı
548- Türk Dili ve Edebiyatı – 8 2023 Deneme Sınavı 548- Türk Dili ve Edebiyatı – 8 2023 Deneme Sınavı 1- Aşağıdakilerden hangisi Millî edebiyat akımının temsilcilerinden biri değildir? A) Halit Ziya Uşaklıgil B) Refik Halit Karay C) Yahya Kemal Beyatlı D) Orhan Pamuk Cevap: D) Orhan Pamuk Millî edebiyat akımı, 20. yüzyılın başlarında Türk edebiyatının şekillendiği bir akımdır ve Halit Ziya…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
kitapfestivali · 7 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
8.8.2017 İzmir/Selçuk/Efes
7 notes · View notes
365lugat-blog · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Refik Halit Karay'ın satırlarında "âheste"...
1 note · View note
hassas-kalbim · 3 years ago
Text
Asıl büyük dertler başlangıçta mahiyet ve kudreti anlaşılamayan, kavranamayanlardır; talihsizlik darbesi inince insan daha ziyade teferruatı düşünür, esası ihmal eder. Vakit geçip de zıyaina! üzüldüklerinin hiç olduğunu sezdikten sonradır ki büyük acıyı duymaya, asıl derdini keşfedip sızlamaya başlar. Refik Halit Karay
31 notes · View notes