#Peynir ve kurtlar
Explore tagged Tumblr posts
Text
Engizisyon mahkemelerinin baştan sona bir saçmalık olduğunu, bir insanın düşünmesinden, değişik fikirlerden ve kitaplardan ne kadar korktuğunu, ortaçağda basit bir ayaklanma olarak düşünebileceğimiz Lutherciliğin aslında muazzam büyük bir olay olduğunu, - ya ben bunları zaten biliyorum da yine- neymiş nasılmış filan diyorsanız bi bakın. Çoğu yerinde tekrara düştüğü için anlatım biraz sıkıcı gelebilir. Çok ilginç bir yeni bilgi, ortaçağ da değirmencilerin böyle bir olayı varmış onu da bu kitapla öğrenmiş oldum, değirmenciler kitap alışverişi, fikir toplantıları gibi organizasyonlar yapıyorlarmış hem de değirmenlerde toplanarak, ortaçağdaki düşünce değişiminin kaynağı olarak değirmenciler gösteriliyor. Menoccio üç kere yargılanmış, üçüncüsünde uslanmadığı için asılmış bir değirmenci. Asiliği çoğu zaman hergeleye bak dedirtti :) Galileo'nun hikayesini ilk duyduğumda keşke "dünya düz evet, hata etmişim" deseymiş de ölmeseymiş demiştim. Bu kitapla farkettim ki ters psikoloji engizisyon mahkemelerinde işlemiyor, mahkemeye bir kez düşmek bile ölmeye yetiyor.
Asıl kurtlar peynirden kendi kendine oluşan kurtlar değil (hatta onlar yoklar), bizi yenilecek bir peynir gibi görüp her zayıf anımızı saldırmak için fırsat bilen kurtlar, yemek için daima bir bahanesi olan kurtlar, düşünmekten korktuğu için bir şey yapmayarak olduğu yerde kurtlananlar ve içimizi kemiren kurtlar. :))
#carlo ginzburg#Peynir ve kurtlar#metis yayınları#galilei#galileo#galileo galilei#kitap özetleri#kitapkurdu#kitaplar#kitap alıntısı#kitaptavsiyesi#kitaplık#kitapalintisi#kitap oku#okuyun#okuyorum#okumak#okuduklarım#okumavakti#okuma halleri#okumalısın#okumasaati#okuyorumla
3 notes
·
View notes
Text
köyde babamın öğretmenliğini yaptığı 1,2,3,4,5 birleştirilmiş sınıfta okudum 2. ve 3. sınıfımı. bir kitap elden ele herkes okuyana kadar raflara konmazdı. yalan söylemek ve lakap takmak en büyük ceza sebepleriydi. kimse başarısız olduğu için üzülmek zorunda değildi. zil olmadığı için tenefüs bittiğinde öğretmenin bir kişiye komut vermesiyle herkes içeriiiiiiiii diye bağırmaya başlardı. ve sonra içeri koşuşurduk tabi. herkesin ailesinin farklı uğraşları olduğundan öğle vakti okulun bahçesinde çimlerin üstünde minik sofralar açılır üzüm bağları olan çocuklar pestil, ceviz, fındık, fıstık; hayvancılıkla uğraşanlar peynir, süt, yumurta vs getirirdi. her öğlen yerli malı haftasıydı anlayacağınız ama her öğlen. pakette yiyecekler asla yoktu. ayda bir babam şehre iner resmi işleri halletmek için dönüşte çikolata, çubuk kraker alırdı. her şeyi ikiye bölüp kardeşimle birlikte yerdik. yoksullukla ilgili değil her şeye çok uzak bi köydeydik. hatta bazen yollar kapanır bayramlarda, tatillerde babannemgile gidemezdik.
misafirliğe gittiğimiz komşularda mutlaka kurban kesilir en kötü ihtimalle tavuk,hindi kesilirdi. misafirliğe dediğime bakmayın eğer gündüzden yola çıktıysak mola vererek yürürdük 1 saat. çoğunda gittiğimiz yerde yatıya kalmak zorunda kalırdık hava şartlarından ve yoğun ısrardan dolayı. eğer gece dönmek istersek de atların üzerinde bizi eve kadar getirip geri dönerlerdi.
hiç unutmam hatta bi kış günü kurtlar vadisini izliycektik hiçbir evde tv yok tabi. bizim evde de yok da bilgisayar var. babam ona tv izleyebileceğimiz bi program yüklemiş (bunların hepsi o zaman imkansız şeyler) ordan izliycez. elektrikler kesiliyo çoğu zaman kesildiğinde de yupies var şöyle bi 3-4 saat götürüyo. hep yupies diyoruz ama ne dediğimizi bilmiyoduk ups ymiş (uninterruptible power supply). eve dönücez neyse ama bir tane at var gittiğimiz komşuda. annem ve kardeşimi ona bindirdiler, mehmet amca beni sırtına aldı ayaklarımı montunun cebine koydu:) baya kar fırtına var dışarda. babam en önde fenerle yolu aydınlatıyo. kaç saat gittik bilmiyorum ama kurtlar vadisine yetişmiştik :D
elektrikler sürekli kesildiğinden 8 yaşındayken çok iyi batak oynamaya başlamıştım. gaz lambası altında babam bize iskambil kağıtlarıyla oynayabileceğimiz her şeyi öğretmişti. allahtan 4 kişiydik ama ben 8 kardeşim 6 yaşındaydı, olsun ben 10 kardeşim 8e geldiğinde iyice pişmiş bi gamer olduk.
modern çağdan aşırı uzak olduğumuzdan 1 gün 38 saat sürüyordu. babam köydekilerden avlanmayı öğrenip kendine bi tüfek bile almıştı. bazı günler dağa keklik avlamaya gider saatlerce gelmezdi. telefon da olmadığından ben, annem ve küçük kardeşim pencereye dizilir babamın gelmesini beklerdik. bazen gelemez köyden birilerinin evinde kalırdı. annem sabaha kadar uyuyamazdı, biz uyurduk tabi.
evin etrafındaki bazı yerlere çukurlar açardık kardeşimle kurtlar falan inerse tuzağa düşsünler diye. çukurun üzerini yapraklar ve çubuklarla örtüp üzerine hafif toprak atardık. bazen abartıp çukuru geri doldurmuş oluyoduk olsun. evin etrafında tuzak olduğunu bilmek güvende hissettiriyodu.
okulla ev bitişikti bizim girişleri farklıydı sadece. babam okuldan çıkıp evin kapısına gelir (kapının önünde de merdivenle bi yükselti var 1-1.5 metre civarı) bütün çocuklar koşarak yükseltinin önünde birikir öğretmenim size yumurta getireyim mi öğretmenim annem peynir yaptı getireyim mi diye bağırırlar babam da duruma göre sipariş verirdi onlardan:)
yediğim her şey ancak o kadar lezzetli olabilirdi ki hala her şeyin tadı damağımda. annem yufka ekmekleri sobanın üzerinde kızartır, hafif yanıklar olunca da alıp üzerine tereyağı sürerdi içine peynir, ceviz ve nane koyup sarardı. çıtır çıtır sesler gelirdi yufkayı dürerken. yediğim en iyi şeydi şimdiye kadar. yanında da ballı süt olurdu. kardeşimle hiç sevmediğimiz için ben kahvaltıdan önce direk kafama dikerdim, o kahvaltı bittikten sonra burnunu tutup kafasına dikerdi. hala aynıyız ben sevmediğim işleri önce halledip öyle yoluma bakarım. o, sevmediklerini sona bırakır.
daha yazacak çok fazla anı var. ama şunu diyecektim sonra kendimi durduramadım: herhangi bir şeyin kıymeti bilinecekse en iyi biz biliriz
80 notes
·
View notes
Photo
Bu postu kurtlar vadisi 31.bölüm eşliğinde örgütlü suçlar çalışırken izliyorum. Savcımcım ölmeseydi polat ve çakır hiyerarşik üst olmalaro hasebi ile her vakıadan iştirak hükümlerine tabi olacaktı. Betül Amerika dan geldi. Evde simit peynir zeytin yedik. Sonra dışarı çay içmeye çıktık bizim mekana. Geçen gittiğimizde abinin demlediği çay midemi ağrıttığı için kendi çayımı götürdüm demlesinler diye. Sağolsunlar demlediler 😂 Şereftir çay öyle laf olsun diye içmek istemem. Sena da evleniyor galiba Bilmiyorum kafam karışık
1 note
·
View note
Text
Peynir ve Kurtlar
Gölge Konuşuyor:
2019’un en düşük notunu (3/5) bir tarih kitabı olan İnsanın Hikayesi’ne verdikten kısa bir süre sonra yılın ikinci bir tarih kitabını biraz korkarak elime aldım. Okul yıllarında Tarih ve İnkilap Tarihi başlığı altında “resmi tarih” yani “resmi ideoloji”ye maruz kalarak sakatlanıp mağdur edilen bir halkın ferdi olarak korkumun nedeni anlaşılabilir. Neyse ki okuma alışkanlığım…
View On WordPress
0 notes
Quote
"Dünyada tek başına ölmekten daha büyük bir felaket olamaz."
"Peynir ve kurtlar", CARLO GİNZBURG
0 notes
Text
Türkiye‘nin batısında yaşayanlar uzun süredir bu ülkenin bir doğusu olduğunu unutmuştu. Yedi yüz seksen üç kilometre kare olan yurdun doğusu, orada bir köy var uzakta tekerlemesiyle hafızalara hasret kalmıştı. İyi de o köy bizimse eğer, her zaman görmesek de ara sıra o köye neden gitmiyorduk? Sosyal medyada patlayan Kars ilgisi sayesinde Birkaç yıldır Türkiye’nin bir doğusu olduğu gerçeği yeniden hatırlandı ve o köyler şimdilerde ziyaretçi akınına uğruyor…
Kars yalnızca bu ülkenin doğusunda bulunan bir il olma özelliğine sahip değil. Kars’ı bakir bıraktık. Bu demek değildir ki gidip onu mahvedelim. Fakat pek çok yöresel yemeği ile insan çeşitliliğiyle, tarihiyle, kültürüyle, doğa harikalarıyla, insanlığın hafızasını hıfzeden medeniyetler kalıntısıyla ona sahip çıkıp tanıyalım. Ben, bu tanışma hasretini söndürmek için uzun fakat keyifli bir yol seçtim. Rağbetin artmasından dolayı bilet bulmakta sıkıntı çeksem de Doğu Ekspresi ile seyahat ettim. Bir turistin heyecanı değildi bu. Ülkesini daha iyi tanımak için çantasını sırtlayan gezginin, hikâye toplamaya hevesli macerasıydı.
Doğu Ekspresi Treni…
Kars Kalesi
Kars’ı gezerken şehri keşfetmek için, kalelerin olduğu taraftaki gecekondu mahallelerini gezmeyi unutmayın.
Doğu keşfi sırasınca Fırat Nehri ile trenin kavuştuğu birçok yerde dağlarla kuşatılmış Anadolu köylerine rastlayabilirsiniz.
Çıldır Gölü’nde atların çektiği kızaklarla güzel bir turun keyfine varabilirsiniz.
Kars’ı Yeniden Hatırladık…
Ankara’dan Kars’a yirmi dört saat süren Doğu Ekspresi seferinin adını Seyahat Tüneli koyuyorum. Çünkü zamanı hatırlatan film şeritleri gibi, trenin geçtiği güzergâh bana ülkemin topraklarından istikrarlı seyirler sunuyor. 26 Şubat günü Ankara Garı’ndan kalkması gereken tren, ray çalışmaları sebebiyle bir sonraki duraktan hareket ediyor. Bu yüzden demiryollarının tahsil ettiği araçlar sayesinde sıradaki bekleme istasyonuna hareket ediyorum. Yedinci vagondaki yataklı odama varıp yatağımı, bana özel havlularımı, bütün yol boyunca üzerinde yemek yiyebileceğim geniş masamı gördüğümde, ayaklarım heyecanlı, dinmek bilmez bir hareketle titriyor. Eh 24 saat boyunca ülkenin kalbini bir mızrak gibi yaracak olan güzergâhın manzaralarına şahitlik etmek üzereyim ne de olsa. Ertesi gün, güneş doğduğunda tren Erzincan’a varmak üzere.
Ne de çok dağlık yer var ülkemde! Her an üstümüze devrilecekmiş gibi ay yıldızlı penceremin yanı başında bir kral zorbalığıyla bekleyen uçurumların kıyısında ilerliyoruz. Tren, Fırat Nehri ile zikzaklar çizerek dans ediyor. Kimi zaman nehri kaybettim sanıyorum fakat sarp kayaların arasında kaybolduktan kısa bir süre sonra yeniden karşımıza çıkıyor; adeta ekspresin hasretine dayanamıyormuş gibi. Sanki uzun zamandır hasret kaldığı sevgilisinin yüzüne, yan yana yürüdükleri şu kısa zaman diliminde doyabildiğince doyabilsin diye hareket ediyor. Elimde kahvem, penceremin kenarından akıp giden dağları, ovaları, nehirleri, kuşları ve beyaz bir örtüyle ölüme yatmış kırları, bütün gün duraklarda ekspresin geçişini abur cubur istemek ve kartopu atmak için bekleyen köy çocuklarını selamlıyorum. Erzurum’un düzlükleri kara teslim olmuş, gökle yeri birbirinden ayırt edemiyorum; aklım gözlerimin ilettiğine inanmıyor. Sonsuz bir hülyanın mahzeninde hoş hayallere dalıyorum.
Medeniyet Şehri; Kars Kars pek çok millete kucak açmış, tarihte pek çok dönüm noktasına ev sahipliği yapmış bir şehir. Sultan Alparslan da ayak basmış buraya, Ruslar da. Bu yüzden şehrin içinde pek çok tarihi yapı bulunmakta. Barselona sokakları gibi hizalı düzenlenmiş sokakların ve caddelerin ortasında Ruslar’dan kalma otele dönüştürülmüş yapıları da görebiliyorsunuz, 12 havariye atfedilen 12 köşeli eski kiliseyi de. Bu kilisenin hemen karşısında, Selçuklular’ın Anadolu’ya girişini kolaylaştırmak için önceden dini tebliğ etmeye giden şeyhlerden biri olan Hasan El Harakami’nin türbesi selam duruyor ziyaretçilere. Uzun yıllardır Kars’a gözcülük eden Kars Kalesi de tüm bu yapıların çaprazında, kısık gözlü taştan burçlarıyla ovayı seyretmeye devam ediyor. Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı’na kadar, Kars’ın merkezinde taşlarına dokunulacak yapıların bahsi saymakla tükenmez. Ben tüm bu yapılara gün batarken, şehrin gecekondu bölgesini bulunduğu çeperde gezerek tanıklık ettim. Ve doğunun güvenlik sıkıntısı yaşadığı önyargısının alt üst olduğuna tanık oldum. Kars’ta saat dokuz oldu mu, ortalık İstanbul’un gece yarısındaki ıssızlığına erişiyordu; buna rağmen gecenin tüm saatlerinde hürce dolaştım sokakları. Hangi saatte olursa olsun sorularımı yanıtlayan şehir insanı en büyük güvencemdi. Kars’ta çekinilebilecek tek şeyin, bir gece uluma sesiyle aniden uyandığımda, gün doğmadan evvel şehre inmeye kalkan kurtlar olduğunu öğrendim. Yine de bir taksiciyle bunun hakkında konuştuğumda, şehir köpeklerinin şehri koruduğunu söylediler.
7000 Yılın Manzarası
Ani Harabeleri şehrin yaklaşık 45 km uzağında yer alıyor. 1001 kiliseler şehri diye de anılmakta. 7000 yıl boyunca çeşit çeşit medeniyet tasavvuruna ve yaşama şekline şahitlik etmiş. Şehrin surlarından içeriye girdikten sonra Bagratuni Ermenileri’nden Bizans’a, Selçuklular’dan Osmanlı’ya pek çok tarihi kalıntı gözlerimin ulaşabildiği tüm genişliğe dağılmıştı. 7000 yıllık bir yerleşim yeri olduğu için, sağ taraftaki mağara kalıntılarını gördüğümde, mağara insanlarının burada yaşadığını hemen işaretledim. 1001 yılında tamamlanan ve Selçuklular tarafından fetih olunduktan sonra Sultan Alparslan emriyle Anadolu topraklarında ilk Cuma namazının kıldırıldığı Ani Katedrali (Fethiye Camii), Selçuklular zamanında Anadolu’da kurulan ilk Türk camisi Ebul Manucehr, harabelerin temsilcisi haline gelmiş işlemeli yazıtlarıyla Halaskar Kilisesi, Ani İç Kalesi ve Hrispimian Bakireler Manastırı gibi pek çok yapı, unutulmaya yüz tutmuş hikayelerini hatırlatmak için benimle sohbet etmeyi bekliyordu.
Donmuş Dev Bir Göl; Çıldır
Çıldır Gölü, Kars’ın doğa harikaları arasında yer alıyor. Aralık ayından itibaren yavaş yavaş donmaya başladığın öğrendiğim göl, kış ortasında tamamen taş kesiliyor ve yüzlerce insanın üzerinde rahatlıkla yürüyebileceği bir sağlamlığa kavuşuyor. Sadece insanlar adımlamıyor buzdan düzlüğü. Göle gittiğimde kızaklara bağlanmış atları görüyorum. Onlar defalarca tur atarken göl üzerinde, bir takım sesler yükseliyor fakat en ufak bir çatlama oluşmuyor. Hatta benim orada bulunduğum gün, seyis atları elinden kaçırıyor ve hayvanlar gölün karşı tarafındaki göle kadar hürce koşturuyorlar… Çıldır Gölü’nde, bembeyaz bir düzlüğün hayran edici beyazlığı üzerinde bir ileri bir geri yürüyorum. Kimsenin ilerlemeye cesaret edemediği mesafeleri aşıyorum. Adımlarım kimi zaman kurt ve tilki izlerine yoldaşlık ediyor. Güneşli bir günde, beyazlığın kristalize oluşuna şahit oluyorum. Zaten insan Çıldır Gölü karşısında şaşkınlıktan başka bir meziyet sergileyemiyor.
Kars’ın Kadim Hikâyeleri
Bir gün Kars’a giderseniz, tüm bu meşhur yerlerin dışında, kahvaltı yapmak için mutlaka Boğatepe Köyü’ne uğrayın. Yirmi çeşit peynir üretildiği söylenen köyün Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği adında bir kuruluşu, peynir üretiminde kullanılan araçların sergilendiği müzesi, belirli dönemlerde peynirlerin sergilenip satıldığı Kadın Bakkalı mevcut. Kahvaltı yapmak için gittiğimde, Safiye Abla beni evinde ağırladı. Orada bir köy var uzakta söyleminin aksine, Boğatepe ağlamadan kendi imkânlarını üretip, turistik bir çekim merkezi olmayı başarmış ve Safiye Abla gibi insanlar, köye gelenlere kahvaltı hizmeti vererek bu cesur atılımın birer unsuru olmuş. Yalnızca 25 liraya 5-6 çeşit peynirden oluşan zengin bir sofrada kahvaltı ederken, Safiye Abla ile durmadan konuştuk. Böylece sadece köyü değil Kars’ı da tanımış oldum. Boğatepe eski bir Ermeni Köyü imiş. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, köyde kalan bir avuç Müslüman Ermeni yoksul bir yaşam sürüyormuş. Daha sonra Safiye Abla’nın dedeleri Terekemeler, Orta Asya’daki Rus baskısından kaçıp bu köye yerleşmişler. Sohbet böyle ilerlerken Kars’ın ağırlıklı nüfusunun Azeriler olduğunu öğrendim. Terekemeler, Kürtler ve diğer azınlıklar da şehrin çeşitli bölgelerinde ikamet etmeye devam ediyormuş. Bu seyahatin can bulması, pek çok hayra da yol açtı. İnsanların, yaşadıkları ülkenin ne olduğunu bilmeleri, Kars’ın ürettiği gıdalara olan talebin artması, şehir tarihinin canlanması (ki baktığımızda Kars’ın tarihi yalnızca Kars’ın tarihi değil) sonuçlarına sebebiyet verdi. Bu ilgi alaka sayesinde belki de Kars’ın hayvancılığı daha da artacak, peynir üretimi çoğalacak, bir yöreye ait yiyecekler gündeme gelecek. Eh, bu noktada, pek çok hususta hayatımızı olumsuz etkileyen sosyal medyaya da bir teşekkür etmeliyiz…
NOTLAR
Ne, Ne Kadar? Doğu Ekspresi’nde, yataklı ya da örtülü kuşetli bir oda alırsanız istediğiniz yemeği kendiniz içeride hazırlayabilirsiniz. Ben yataklı vagona öğrenci olarak 84 lira ödedim. Marketten aldığım çeşitli şeylerle 24 saatlik yolculuğu tamamladım. Boğatepe Köyü’ne gitmek için taksiye 150 lira verdiğimden, Kars’ın meşhur kaz etini yiyemedim. Bir porsiyon için 70 lira istiyorlar. Bunun dışında Ani Harabeleri için 10 liraya şehir merkezinden, Çıldır Gölü’ne gitmek için de belediye önünden ücretsiz servisler kalkıyor. Ben arkadaşlarım vasıtasıyla ücretsiz olarak bir yurtta konakladım, 4 gece kaldım. Ama şehir merkezinde geceliği 150 liraya oda kiralayabiliyorsunuz.
Kars Kalesi Merkez Kale, İç Kale veya Stadel olarak anılır. M.S. 1153 yılında Selçuklular’a bağlı Saltuklu Sultanı Melik İzzeddi’in emri ile Veziri Firuz Akay tarafından yaptırılmıştır.
Kayak Merkezleri Kayak veya snowboard yapanlar için Erciyes (Kayseri), Ergan (Erzincan), Palandöken (Erzurum) ve Sarıkamış’a (Kars) keyifli bir ulaşım imkânı sağlıyor.
93 Harbi ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa
1877-78 yıllarında gerçekleşen Rus- Osmanlı savaşı 93 Harbi olarak da anılmaktadır. Düşman taburlarını 3 defa yenilgiye uğratmasına rağmen, imkânsızlıklar sebebiyle Erzurum hattına çekilmek zorunda kalan Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Kars’ta hala vefayla hatırlanır.
Yazı/ Fotoğraf: Faruk Kanber
Bu yazı Marmara Life Mart- Nisan sayısında yayımlanmıştır.
Bir Seyahat Tüneli Doğu Ekspresi Türkiye‘nin batısında yaşayanlar uzun süredir bu ülkenin bir doğusu olduğunu unutmuştu. Yedi yüz seksen üç kilometre kare olan yurdun doğusu, orada bir köy var uzakta tekerlemesiyle hafızalara hasret kalmıştı.
#93 Harbi#Çıldır Gölü#Boğatepe Köyü#Doğu Ekspresi#Gazi Ahmet Muhtar Paşa#Kars#Kars Kalesi#Karsrail#Kayak Merkezleri#seyahat#Tren#tren istasyonu#Tren Yolculuğu
0 notes
Quote
Söylendiği gibi, Tanrı başlangıçta ne şekli ne şemaili olan bir öz yarattı; bundan öyle çok yaratmıştı ki, bundan ne istiyorsa yapabiliyordu, o da o özü böldü ve parçalara ayırdı, dört elementten oluşmuş insanı bunun içinden çıkaracak şekilde ayarladı… (…) ve başlangıçta Tanrı’nın gökyüzünü ve yeryüzünü yarattığı söylendi; onların zaten var olduğu söylenmedi, ama potansiyel vardı, çünkü sonradan da gökyüzü yaratıldı yazıyor; bu bir ağacın tohumunu düşünerek, işte kökü, gövdesi, dalları, meyveleri ve yaprakları demeye benzer. Onlar var olduklarından değil, ama o tohumdan oluşacaklarından. Aynı şekilde Tanrı, gökyüzünü ve yeryüzünü yarattı dendiğinde, aslında gökyüzü ve yeryüzünün tohumundan söz ediliyordu; çünkü gökyüzü ve yeryüzünün özü henüz bir karmaşa halindeydi; ama bu karmaşanın gökyüzü ve yeryüzüne dönüşeceği belliydi, bu nedenle o öze, o zamandan gökyüz�� ve yeryüzü dendi. Ovidius’umuz, başyapıtının girişinde, diğer düşünürler gibi, bu özgül biçimi olmayan geniş oluşuma Kaos adını verdi. Ovidius, adı geçen bu kitapta, bu terimi şöyle kullanır: ‘Her şeyi içine alan yeryüzü, deniz ve gökyüzü var olmadan önce, doğa bir ucundan bir ucuna düşünürlerin Kaos dedikleri bir görüntüye sahipti. Kaos, büyük ve gelişimini tamamlamamış bir maddeydi, belirsiz ve hareketsiz bir kütleden başka bir şey değildi ve bu geniş oluşumun içinde doğru dürüst bir araya getirilmemiş, birbiriyle uyumsuz tohumlar toplanmıştı.’
"Fioretto della Bibbia" / Peynir ve Kurtlar - Carlo Ginzburg
2 notes
·
View notes