#Osmanlı-Rus Savaşı
Explore tagged Tumblr posts
Text
History Of War D-Day Özel Sayısı
Son aylarda elime geçen çok değerli yayınlar var sevgili okur. Bu dergileri böyle ara ara bloga da yazıyorum. Arşivciler ve konunun meraklıları için ufak bir Google araması yapıldığında My Resort’ün ilk sıralarda çıkıyor olması oldukça keyif verici. Takip ettiğim süreli yayınlardan en güzeli olan History Of War Dergisi’nin 6 no.lu Mart-Nisan-Mayıs 2023 sayısı Özel Koleksiyon Sayısı başlığıyla…
View On WordPress
#All About History#Çanakkale Savaşları#Özel Koleksiyon Sayısı#Bernard Montgomery#D-Day#Dwight Eisenhower#Er Ryan&039;ı Kurtarmak#History Of War#II. Dünya Savaşı#Normandiya Çıkarması#Omaha Beach#Osmanlı-Rus Savaşı#Overlord Operasyonu#Şıpka Geçidinin Savunması
0 notes
Text
Bir Geri Zekalıya Anlatır Gibi Anlatayım.
Yıl: 1828–1829
Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturuyor.
Osmanlı-Rus savaşı sürüyor.
Osmanlı ordusunun Tuna garnizonlarında ekmek yok! Çünkü ekmeği yapacak un yok, buğday yok!
Osmanlı, ünlü Yahudi banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild, gerekli buğdayı satın alıp Osmanlı’ya verir.
Osmanlı devleti, aldığı buğdayın ancak yarı parasını ödeyebilir.
Yıl: 1834
Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturmaktadır.
Yunanlar Osmanlı’ya başkaldırmış, savaşmış ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Ayrıca, Osmanlı devletinin Yunanlara tazminat ödemesi kararlaştırılmıştır.
Osmanlı’nın tazminat ödeyecek parası yoktur, hazine boştur.
Osmanlı yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild’in bir temsilcisi İstanbul’a gelir, sözü edilen parayı öder, Osmanlı’ya borç yazılır.
bu arada tahtta 1. Sultan Abdülmecit var ve 1843 de Dolmabahçe sarayı yapıldı Osmanlı hazinesine çok büyük bir yük getirdi ancak o dönemki zihniyet Avrupa’ya karşı itibarını saraylarla gösteriyordu - yıkılmadık ayaktayız- ki saray yaptırıyoruz… borç para verenler kim bilir ne düşünmüştür…
Yıl: 1853–1856
Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
Kırım Savaşı sürmektedir.
Osmanlı ordusunun silaha ve mühimmata ihtiyacı vardır, ama bunları alacak parası yoktur.
Osmanlı, yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild aracı olur, Osmanlı’ya 10 milyon 514 bin 976 kuruş borç verip 40 bin tüfek, 2 bin şişhane, 10 milyon fişek ve 50 milyon kapsül alınır.
Yıl: 1855
Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
Zaten kasasında parası olmayan Osmanlı’nın, Kırım Savaşı sırasında masrafları çok artmıştır.
Çok acele ve çok büyük paraya ihtiyacı vardır.
Osmanlı yine banker Rothschild’a başvurur.
Osmanlı, istediği borç karşılığı Mısır vergisi, İzmir ve Şam gümrüklerinin gelirlerini teminat olarak gösterir, yani ipotek ettirir.
Rothschild bu teminatlarla yetinmez. Çünkü Osmanlı devleti, aldığı buğdaydan kaynaklanan borcun yarısını hâlâ ödememiştir.
İşte bu nedenle Rothschild; İngiltere ve Fransa’nın kefil olması koşuluyla Osmanlı’ya borç vermeyi kabul eder.
Osmanlı devletine 5 milyon Sterlin borç verir.
bu arada Abdülmecit döneminde 1867 tarihinde Çırağan sarayının yapımına başlanır 1871 tarihinde sarayın yapımı biter itibar yine saraydadır… derken 1880 tarihinde 2. Abdülhamit devrinde yıldız sarayı yapımına başlanır … bu dönemlerde Adile Sultan sarayı, Beylerbeyi sarayı gibi onlarca saray Köşk kasr yapılmıştır
Yıl: 1891
Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.
Hazinede para yoktur.
Bir kez daha banker Rothschild’e başvurulur.
Rothschild; yüzde 4 faizle, ödeme süresi 60 yıl olan, 6 milyon 316 bin 920 Sterlin borç verir.
Yıl: 1894
Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.
Hazine tam takırdır.
Borç için yine banker Rorhschild’e başvurulur.
Rorhschild, yüzde 3,5 faizle 8 milyon 212 bin 340 Sterlin borç verir.
Borcun geri ödeme süresi 61 yıldır.
Osmanlı bu borcu yıllık 330 bin Sterlin taksitlerle ödemek üzere borç senetleri imzalar.
Tarih: 1 Kasım 1922
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Osmanlı saltanatına son verdi,
Tarih: 17 Kasım 1922
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin, bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’dan kaçtı.
Tarih: 24 Temmuz 1923
Lozan Antlaşması imzalandı.
Genç Türk devleti, Osmanlı devletinin borçlarını yüklendi.
Bu borçlar arasında banker Rorhschild’den alınmış borçlar da vardı.
Lozan Antlaşması’nın ilgili hükümleri gereğince, banker Rorhschild’den alınmış olan borçlar Rothschild Ailesi’ne ödendi.
9 notes
·
View notes
Text
Zaro Ağa'nın uzun yaşamı ve hayatı, tarihi ve kültürel açıdan oldukça heyecan vericidir. Hayatı boyunca birçok tarihi olaya tanıklık etmiş olan Zaro Ağa, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde yaşamış ve 10 farklı Osmanlı padişahını görmüştür.
Ayrıca, birçok savaşa da katılan Zaro Ağa, Osmanlı-Rus Savaşı, 93 Harbi, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı gibi büyük çatışmalara şahitlik etmiştir. Bu savaşlarda gösterdiği cesaret ve dayanıklılık, onun adını tarihe altın harflerle yazdırmıştır.
Zaro Ağa'nın uzun yaşamının sırrı ise hala tartışma konusu olsa da, doğal beslenme ve aktif bir yaşam tarzı benimsediği bilinmektedir. Bu yaşam tarzı ona sağlıklı bir hayat sürdürme imkanı vermiş ve onun uzun ömürlü olmasını sağlamıştır.
16 Şubat 1764'te Bitlis Mutki'de doğdu ve 29 Haziran 1934'te İstanbul'da vefat etmiştir. Sonuç olarak, Zaro Ağa'nın hayatı ve uzun yaşamı, heyecan verici ve ilgi çekici bir hikayeye sahiptir. Onun yaşamı, tarihin önemli bir dönemine ışık tutmakta ve onun cesareti ve dayanıklılığı, her zaman hatırlanacak bir miras olarak kalacaktır.
#ZaroAğa #Tarih #Bilgi #Osmanlı
32 notes
·
View notes
Text
#TÜRKLÜĞÜN FEDAİSİ, #TEŞKİLÂT-I #MAHSUSA'NIN #KURUCUSU, #TURAN ORDUSU BAŞ KUMANDANI, #AZERBAYCAN VE BAKÜ'NÜN KURTARICISI, ÇANAKKALE VE KUT'UL AMARE ZAFERİ #FATİHİŞEHİTİSMAİLENVER PAŞA
ŞEHİT ENVER
Duruşun kınından sıyrılmış
Bir hançer kadar güzel
Çeğen tepesinde
Rus mitralyözüne karşı
Atını süren Yiğit Enver...
Son nefesini düşmanlar aldı
Ah iğrenç zamanlar geldi
Çağresizliğimize şimdi
Şeytanlar bile güler..
Enver Paşa'dan bir anekdot ; Erkanı Harbiyede yapılan bir toplantıda generaller Enver Paşa'ya :"kendinizi hiç sakınmıyorsunuz siperlerin üzerinde,askerin en önünde elde kılıç tabanca savaşırken canınızı tehlikeye atıyorsunuz.Size bir şey olursa yerinize kim geçecek,kime güvenirsiniz? diye sorarlar.
Enver Paşa kısa bir cevap verir: "Sadece #TENGRİKutUluğBaşBuğMKATATÜRK'e !..." .
(Falih Rıfkı Atay- Çankaya)
Sadrazam Talat Paşa sorar:
"-Enver, sana bir şey olursa yerine kimi tavsiye edersin?"
Enver Paşa tereddütsüz cevap verir:
#TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK'i"
(Halil Menteşe'nin anıları sayfa:252)
"Türklerin Avrupadaki arazisinin kaybı neticesinde, genç bir subay olan Enver, bu fırsattan istifade ederek, Harbiye Nazırı olarak Osmanlı ordusunun başına geçmiştir. Onun ilk müspet ve büyük işi, ordunu gençleştirmek olmuştur.
Bu suretle ordu genç bilgili kimselerin eline geçince pek çabuk şekli değişmiş ve Boğazlarda İngilizlere karşı durmuş, Galiçya'da Avusturyalılara yardım etmiş, böylece de müttefik ordularına Makedonya ve Romanya'daki işbirliği ile yardımda bulunmuştur. (...)
Şu iddiada bulunabilirim ki, eğer Türk ordusu bu umumi harpte kendi hissesine düşeni yapmasaydı müttefiklerin bugün lehine gibi görünen durumum tamamen aksi olabilirdi.
Fakat can sıkıcı bir durumdur ki, hakikati birçok Türkler dahi bilmezler.." (Prof. Afet İnan, VII Türk Tarih Kongresi)
"Enver Paşa her halde zamanının en kuvvetli adamı idi. Elimizde bunun aksini ispat edecek hiçbir vesika yoktur. Bilakis, kuvvete delalet edecek bir vesika vardır ki o da, Enver Paşa'ya, mevkide iken kimsenin karşı gelmemiş ve ancak o memleketi terk ettikten sonra birtakım insanların başlarını kaldırabilmiş olmasıdır. Böyle bir şahsın kuvvetli olmadığını söylemek lüzumsuz ve manasız bir iddia olmaz mı?" (Enver Ziya Karal, #TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK'ten Düşünceler, s: 223)
"Türkiye Umumi Harbe girmeye mecburdu ve mevcut dünya müvazenesine göre bu giriş şekli de, olandan ve görülenden başka türlü olamazdı. Belki harbe giriş zamanı, belki kuvvetlerin kullanma tarzları, hulâsa bir sürü teferruat tenkit olunabilir. Fakat esasa diyecek yoktur." (Enver Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, s: 224)
"Enver, bir alevin etrafında dönen ve en nihayet kendisini o aleve atıp yanan bir pervane gibi Turan ideali etrafında döndü durdu. Sarıkamış'ta, Galiçya'da, Kafkas Dağları'nda, hatta Irak'ta bu Turan idealinin açık tesirleri görülür."
(Kâzım Karabekir Paşa)
”…Ben Enver Paşa’nın dünya Türklerini birleştirme idealinde samimi olduğuna inanırım. Bolşevik ihtilalinden sonra da bu umudu arttı ve taa oralara giderek, bu ideali gerçekleştirmeye çalıştı.”(Sabiha Gökçen anıları/Atatürkle bir ömür )
Enver bir güneş gibi doğmuş, bir gurûb ihtişamıyla batmıştır; arasını tarihe bırakalım.”
#TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK
Makedonya Dağlarında Türk düşmanı Çetelerle gerilla savaşı yapan, Trablusgarb'ın kızgın çöllerinde #TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK'le İtalyanları bozguna uğratan, Kut'ul Amare'de küçük amcası Halil Kut'u görevlendirip Irak'ta İngilizleri bozguna ugratıp 4 general, 481 subay ve 13100 İngiliz askerini esir aldıran, Sarıkamışta Ruslara 40 bin kayıp verdirip haketmediği iftiralara maruz kalan, Çanakkale'de O büyük zaferde 7 Düvveli yenen Türk ordusuna başkumandanlık yapan, kardeşi Nuri Paşayı Kafkas İslam Ordusuna kumandan yapıp Azerbaycan'ı İngiliz, Rus ve Ermeni işgalinden kurtaran, #Türkistan #Türklerini örgütleyip Basmacı harekatı ile Turan Ülküsü uğruna savaş meydanında Şehit olan #TuranOrdusuBaşKumandanı,
Teşkilat-ı Mahsusa kurucusu ve başkomutanı Şehit İsmail Enver Paşa'yı şehadetinin yıl dönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz.
Ruhu şad mekanı Cennet olsun
Tanrı Türk'ü korusun...
Belcivan
Feryâdım boğsun dünyânın bütün varlığını,
Ümîdim son ipini de koparıp atsın!
Gazaptan titreyen genç bir yiğidin
Dolmuş sînesine taş gibi.
Dağlarda özgrülük diye gezen bir geyiğin
Mâtemler inmiş kara gözlerine.
Deryâlar, dalgalar titreten bir yiğit,
yediği darbelerin kahrından yıkılıp kalmış
Kurtuluş yıldızı sanki hiçliğe karışmış
Senin son canını da düşmanlar almış.
Marmara boyları, Edirne yolu
Çatalca Ovası, Boğaz Geçidi,
Karpat Dağları, Trablus Çölleri,
Güzel Selânik'in şirin bahçeleri,
Şehitlerin yüzüne damlayan nurlar,
Bizi kan ağlattı bu kara haber.
Berlin sokakları yiğidin birini,
Dopdolu koynuna alıp sardı,
Tiflis'in havaları da bir kurtarıcı yiğidi
Kara kanlara boyayıp toprağa saldı.
Târihin rengini kanlarla karartıp dolduran
En son ümîdimizi de kana boyadı o Belcivan.
Ah nasıl uğursuz zamanlar gelmiş,
Feryâdım dünyânın varlığını boğup öldürsün,
Kapkara bahtına şeytanlar gülsün!
Semerkant -1922 Türkistan Şairi Çulpan'ın Enver Paşa'nın şehâdeti üzerine yazdığı şiir
Turan Ordusu Başkomutanı Enver Paşa'nın Şehid olmadan önceki son sözleri:
"Türkistan için mutlaka savaşmalıyız. Alın yazımızda ne varsa o olacaktır, bundan korkmuyoruz. Böyle köpekler gibi Rus zülmünde yaşamaktansa Atalarımızın yaptığı gibi şerefle öleceğiz. Bizleri takip edenlerin Hürriyet ve mutluluğunun emniyeti bizlerin ölümü göze alabilmemizle mümkün olacaktır."
1922-Belcuvan (Kaynak: O.Caroe,Soviet Empire, The Turks of Central Asia and Stalinisim, London,1967,S.124)
Tarihe İttihatçılar olarak geçen Türk Milliyetçileri emperyalizme karşı verdikleri mücadelede hepsi de ya vuruşarak, ya da kahpe pusularda şehit oldular. Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine önder kadro biçilmedi. Bu bile mücadelenin ne kadar çetin olduğunu gösterir. Öldüler ama asla boyun eğmediler. Vuruşarak öldüler. Türkiye Cumhuriyet'nin kuruluşunun Önsöz'ünü yazdılar.
İşte o şehit kadro: Resneli Niyazi (17 Nisan 1913 günü Arnavutluk'ta vatana dönerken şehit oldu.), Süleyman Askeri Bey (14 Nisan 1915 günü Basra'da İngilizlere karşı savaşırken şehit oldu.), Enver Paşa (4 Ağustos 1922 Tacikistan'da Ruslarla giriştiği çatışmada şehit oldu.), Talat Paşa (15 Mart 1921'de Berlin'de Ermeni kurşunu ile şehit edildi.),Cemal Paşa (22 Temmuz 1922, Tiflis'te Ermeni kurşunuyla şehit edildi.), Sadrazam Said Halim Paşa (6 Aralık 1921, Roma'da Ermeni kurşunuyla şehit edildi.) ve Dr. Bahattin Şakir (17 Nisan 1922 günü Berlin'de arkadaşı Cemal Azmi Bey ile birlikte Ermeni militanlar tarafından şehit edildi.).
Hatasız kul olmaz derler başarıları ve hatalarıyla Şehid olma payesine erişerek Vatan için ölümü bile göze alarak İttihatçılar günahlarıyla sevaplarıyla göçüp gittiler bu Dünyadan...
Her olay kendi koşullarında ve kendi zamanında değerlendirilmesi gerekir. Onlar O büyük yangında ateşten gömleklerini giydiler. Samimi olarak Vatan için mücadele ettiler. Şehit düştüler. Başka türlü olabilirdi belki...
Ama mukadderat Türk'ün yüzüne gülmedi.
Osmanlı Devleti, basiretsiz yönetim yüzünden Büyük Balkan bozgununu yaşamış, Balkanlarda yaşamakta olan 2.5 milyona yakın müslüman Türk katledilmişti. Bulgar Ordusu İstanbul Çatalcaya kadar ulaşmıştı. İstanbul'un düşmesi an meselesiydi. İşte böyle bir süreçte Enver Paşanın liderliğini çektiği Milliyetçi Türk Subayları "Babıali Baskını" ihtilali ile askeri yönetimi devraldı.
Çoğu insan eleştirse de; Talat Paşa ve ittihatçı kadro olmasaydı ve tehcir kararını almasaydı. Anadolunun 7 ilinde bugün kukla Ermeni devletçiği kurulacak. Doğu Anadoluda Erzurum ve sivas kongreleri yapılamayacak. Anadolu Türk yurdu olamayacaktı.
Yine ittihatçı paşalar olmasaydı. Milli mücadeleyi destekleyen ve silahlarını teslim etmeyen 2.Ordu ve Kazımkarabekir olmayacaktı. Milli ordu kurulamayacaktı.
İttihatçı paşalar olmasaydı Anadolunun kıyısına köşesine saklanan silahlar milli mücadele için yeraltında faaliyet yürüten Teşkilatı Mahsusacılar olmayacaktı.Ankaradaki Gazi TBMM binasının İttihat Terakkiye ait bir bina olduğunu unutmayalım.
İttihatçı savaşçı komutanlar olmasaydı;
#TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRKTrablusgarp'ta savaşçı bir subay olarak yetişemeyecek askeri sahada dahileşemeyecekti. Çünkü Trablusgarp Milliyetçi Türk subaylarının yetiştiği ve piştiği en büyük gayrinizami harp sahasıydı.
#TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK'ün gerek Balkan cephesi gerekse Filistin ve Suriye cephesindeki uyarıları dikkate alınsaydı. Bu kadar toprak kaybetmeyeceğimiz kesindi. Ancak mukadderat böyle oldu. Öyle sürse idi sonuçta yine Osmanlı için yıkılış ve bozgun kaçınılmaz idi zira Osmanlı devleti sistemsel olarak çökmüş kendisini yenileyememiş zamana yenik düşmüştü.
Sonuçlarına baktığımızda #TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK öncülüğünde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması Türk milleti için en büyük başarı ve zaferidir.
Ama dediğim gibi şehit ittihatçı paşaların, teşkilatı mahsusacılarında Vatan için mücadele eden her bir neferinde haklarını da yemeyelim. Hayırla yad edelim hatalarından ders alalım yaptıkları doğruları da sahiplenelim...
#ENVERPAŞA, #TEŞKİLAT-I #MAHSUSA VE BAKÜ'NÜN KURTULUŞU:
“Bu mücadele öyle bugün yarın değil, belki beş, on ve hatta elli sene sonra neticesini verecektir. Bundan dolayı da buna hayal diyenler bulunuyor. Fakat biz bu işe biz görelim diye sarılmıyoruz.”
İsmail Enver
Trablusgarp Milliyetçi Türk Subaylarının (Enver Paşanın kurduğu Teşkilatı Mahsusa fedailerinin) gayrinizami harbi tatbik ettikleri ve kendilerini pişirdikleri bir savaş sahasıydı. Bu eğitim alanı Atatürk'ün yetişmesinde, kuvayı milliye denilen işgal kuvvetlerine karşı gerçekleşen Türk direniş hareketinin (Gerilla ve Çete savaşının) örgütlenmesinde büyük etkisi olmuştur. Azerbeycan'ın kuruluşunu sağlayan, Çanakkale,Kut'ul Amare,Kurtuluş savaşı zaferlerini kazanan kahramanlarının çoğu bu sahalarda yetişen Milliyetçi Türk Subayları (Teşkilatı Mahsusa fedaileri) idi.
Enver Paşa bu günkü Milli İstihbarat Teşkilatının kökeni olan Teşkilat-ı Mahsusa'nın yani Osmanlının parçalanmasını ve işgalini engellemek için Kafkaslardan Afrikaya, Ortadoğudan Balkanlara ve Anadoluya değin büyük bir coğrafyada yedi Düvel düşman unsurları ile en büyük ve çetin mücadeleyi yürüten Teşkilât-ı Mahsusa (işgale karşı Türk direniş savaşı ve istihbarat) örgütünün hem kurucusu hem de Başkumandanıdır. Bunu Enver Paşa'nın Bakü'nün Rus,Ermeni ve İngiliz İşgalinden kurtulması için 4.Kolordu Komutanlığına göndermiş olduğu Nuri Paşa'nın Teşkilatı Mahsusa görevlendirme emrinden bile anlamak mümkündür:
"Dördüncü kolordu komutanlığına,
Kafkasya İslam Ordusu Kumandanı Nuri Paşa Kafkasya'da ki İslam anasırından Teşkilat-ı Mahsusa-i Askeriye yapmak vazifesiyle ve kendi emrinde iki üç fıkra teşkiline kafi zabitan kadrosu verilerek gönderilmiştir. Ahval müsait olursa Bakü'ye girecek ve oradaki Teşkilat-ı Mahsusayı idare edecektir. Ordu-yı Osmaniye'de rütbesi kaymakam olup, oradaki vaziyeti hususiyeti nazarı dikkate alınarak Fahri Ferik rütbesi verilmiş ve kendisi senelerden beri bu rütbe ile Trablus Kumandanlığını ifa etmiştir.Dördüncü Kolordunun harekat-ı askeriyesi müşarünileyhi vazifesi itibariyle fevkalade alakadar edeceği cihetiyle, yapılan ve yapılacak olan harekat hakkında kendisinin daimi surette haberdar edilmesi ve daimi ve emin bir muharebe temini esbabının bilmuhabir isteğini mütemennan.
Başkumandan Vekili Enver (Genelkurmay ATASE arşivi, BDH Kol.K.51,D.243A,F.005-01)
Nitekim Enver Paşa'nın görevlendirdiği Nuri Paşa Teşkilatı Mahsusa görevlisi olarak bölgedeki Azrebeycan Türklerinden müteşekkil Türk silahlı milis direniş örgütlenmesini kurmuş, yapılan iç ve dış silahlı harekat neticesi Nuri Paşa Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak Bakü'yü İngiliz, Rus ve Ermeni işgalinden kurtarmıştır. Enver Paşa bu kurtuluş sevincini şu telgrafla bildirmektedir:
"....Büyük Turan İmparatorluğunun Hazer Kenarındaki zengin bir konak yeri olan Bakü şehrinin zaptı haberini en büyük meserretle (sevinçle) karşılarım. Türk ve İslam tarihi sizin bu hizmetinizi unutmayacaktır. Gazilerimizin gözlerinden öper, Şehitlerimize Fatiha'lar ithaf (hediye) ederim.
(Kafkas İslam Ordusu Komutanı Nuri Paşa(Killigil)/Ötüken yayınları sayfa:234)
ÇANAKKALE SAVAŞININ UNUTULAN KAHRAMANI: ENVER PAŞA
Osmanlı Devleti, basiretsiz yönetim yüzünden Büyük Balkan bozgununu yaşamış, Balkanlarda yaşamakta olan 2.5 milyona yakın müslüman Türk katledilmişti. Bulgar Ordusu İstanbul Çatalcaya kadar ulaşmıştı. İstanbul'un düşmesi an meselesiydi. İşte böyle bir süreçte Enver Paşanın liderliğini çektiği Milliyetçi Türk Subayları "Babıali Baskını" ihtilali ile askeri yönetimi devraldı.
Harbiye Nazırı Başkumandan Vekili olan Enver Paşa kısa sürede Edirneyi düşman işgalinden kurtardı. Ordunun kritik noktalarına savaşçı milliyetçi Türk subaylarını yerleştirdi. Kısa sürede Türk Ordusunu büyük işgal orduları ile muharebe sahasında savaşabilecek bir konuma getirdi.İngiliz donanmasının Çanakkaleyi geçmesini ve İstanbulu işgalini önlemek için Enver Paşa, Çanakkale’nin kara savunma kuvvetini iki tümenden dört tümene çıkardı.
Deniz savaşını kaybeden müttefik donanması diğer müttefikleri Rusya’nın da iyice daralması ve kendilerini sıkıştırmaya başlaması neticesinde kara harekâtı ile hedefe ulaşmayı düşündü. Bu harekât için İngiliz ve Fransızlar Limni ve İmroz adalarına asker taşımaya başladılar. Bu durum karşısında Enver Paşa ise, Yanya müdafii olarak tanınan Esat Paşa komutasındaki III. Kolordu’yu güçlendirerek 5.Ordu şekline dönüştürüp başına Alman Islah Heyeti başkanı Liman Von Sanders’i mareşal rütbesiyle getirdi. Seddülbahir, güney grubu kuvvetlerinin komutanlığına Vehip Paşa, Arıburun, kuzey grup kuvvetlerinin komutanlığına da kardeşi Esat Paşa'yı getirdi.
Enver Paşa, Çanakkale’de sonuna kadar direnişin devam edeceğini ve sonunda zaferin geleceğine emindi.
27 Nisan sabahı düşman, bir İngiliz tümeni solda ve bir Fransız tugayı sağda olmak üzere, Kirte Tepe’yi ele geçirmek için yürüdü ve ağır kayıplar verdi. Ama, Teke Burnu tarafından ilerleyerek Hisarlık-Zığındere önlerine kadar geldiler. Ünlü Yahya Çavuş siperleri işte buradadır. Bu vuruşmalar, Birinci Kirte Köyü Savaşı olarak isimlendirilir. Üç taraflı donanma ateşi altında kesin sonucu alamayan askerlerimize Enver Paşa, gece taarruzu emrederek ve buradaki asker sayısını artırdı. Büyük gece hücumu 1-2 Mayıs gecesi yapıldı fakat yine beklenen sonuç alınamadı. Durum çok kritikti bir direnç ve irade savaşı yaşanmaktaydı. İki taraf da büyük kayıplar vermektedir. Bazı komutanlar Alçı Tepe’ye kadar çekilmeyi önerirlerse de III. Kolordu Komutanı Esat Paşa ve Enver Paşa, ne olursa olsun sonuna kadar direnme emri verdiler.
6 Mayıs’ta yapılan İkinci Kirte Köyü Savaşından iki gün sonra Osmanlı Orduları Başkomutan Vekili Enver Paşa cepheye geldi Arıburun ve Seddülbahir cephelerini gezerek teftiş ve kontrolde bulundu. Birliklerin kontrolü sonrası Enver Paşa Arıburun’da saldırıya karar verdi ve 5. Ordu Komutanına emrini bildirdi. Enver Paşa Çanakkale’de karar mekanizması olduğunu bu hamlesi ile birlikte bir kez daha göstermektedir. Karar mekanizması olduğunu saldırı emirleri harici terfiiler sırasında da rahatlıkla görebilmekteyiz.
Anafartalar ve Conkbayırda İngilizlerin işgal hayalini suya düşüren ve büyük bir direniş göstererek Çanakkale geçilmez diyen büyük kahraman yarbay #TENGRİkutUluğBaşBuğMKATATÜRK’in Harbiye Nazırlığı kararı ile miralaylığa (Albaylığa) terfii sonrası Başkumandan Vekili Enver Paşa tarafından tebrik telgrafı almıştır:
‘’On dokuzuncu Fırka Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Beye,
Rütbe-i cedidenizi (yeni rütbenizi) tebrik ederim. Bu terfi, görmekte olduğunuz büyük ve fedakârane hizmetlerinize mukabil bir mükâfat değil, ancak, memlekete daha mühim ve ordumuza daha kıymettar hidemat(hizmetler) ifa edebilecek mevakii ihraz (elde etmek) için, geçilmesi lazım bir kademedir.
İnşallah yakında bu gibi merâtibi (mertebe) de ihraza muvaffak ve muvaffakiyât-ı âliyeye mahzar olursunuz. Başkumandanvekili ve Harbiye Nazırı Enver’’
Enver Paşa'nın Almanların kuklası olmadığı, her istediklerini yapmadığı Türk milli menfaatlerini daima gözettiği Enver Paşanın emirlerinden bile anlaşılacaktır:
"Afrika Gurupları Kumandanlığı mıntıkasına bir Alman neferinin dahi girmesi minküllivücuh (her cihetle) gayri caizdir(Hiçbir suretle izin verilmeyecektir.)
Harbiye Nazırı Enver (İhsan Aksoley " Afrika Hatıraları ve Hayat Tarih Mecmuası 1970 8.Sayı 72.Sayfa
"Şark Orduları Grubu Komutanı Halil Paşa Hazretlerine Gayet acele ve zata mahsustur. 23 Eylül 1918
" Baküye gönderilmek istenilen Alman taburu hakkında Nuri merkezi hükümetten emir ve müsade almadıkça buna muvafakat edemeyeceğini, General von Kress'e bildirsin. Eğer bunu dinlemeyerek zorla kuvvet göndermeye teşebbüs ederlerse bu halde demiryolu köprüsünün attırılması ve her halde geçmelerine mani olunması muvaffıktır.
-N.441-Enver
EZİLEN DOĞU HALKLARI VE DÜNYA TÜRKLERİ
TÜRK BAYRAĞI ALTINDA BİRLEŞİN...
Turan Ordusu Baş Kumandanı İsmail Enver Paşa (MAYIS 1922/Semerkand-Türkistan Türk Müstakil İslam Cumhuriyeti Devleti Meclis açılış konuşmasından...)
BASMACI HAREKATI VE YİĞİT ENVER...
Türk Dünyasının önemli bağımsızlık hareketlerinden biriside; asrın evvellerinde Orta Asya da (Türkistan) ve Kırımda başlayıp Çar Rusyasına ve Sovyet Rusyasına karşı gerçekleşen ve yaklaşık otuz yıl devam eden Basmacı Hareketidir.
... Çar Rusyasının son döneminde özellikle Türkmenistan, Başkurdistan ve Kırım bölgelerinde küçük çaplı ayaklanmalar ve saldırılar şeklinde başlayan Basmacı Hareketi zamanla gücünü ve etkisini büyütmüş, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği zamanındada daha güçlü, kapsamlı ve organize bir hareket halini almıştır.
Çar Rusyasının 1917 Bolşevik İhtilalıyla yıkılıp yerine Komünist Sovyet Rejiminin gelmesiyle Basmacı Hareketi yeni rejime karşıda duruşunu açıkça belirtmiş ve mücadelesinin dozunu daha da arttırmıştır. Rusların “Basmaçestvo”, Başkurtların “Ayyar”, Türkmenlerin ise “Basmacı” adını verdikleri hareket, Bolşeviklerin katı, acımasız ve yayılmacı rejimleri karşısında tesir ve örgütlenme alanlarını daha da genişleterek Kırımın, Türkmenistan’ın ve Başkurdistan’ın dışına taşıp tüm Türkistan’a yayılmıştır.
Özbekistan’ın Fergana bölgesinde Basmacı Hareketi liderlerinden Mehmet Emin Bey tarafından 1917 de kurulan “Fergana Hükümeti” Kızıl Ordu tarafından gerçekleştirilen kanlı çarpışmaların ve kıyımların neticesinde 1920 yılında yıkılmıştır.
Yine Özbekistan’ın Hokand bölgesinde Basmacı Hareketi liderlerinden Korbaşı Ergaş tarafından 1918 de kurulan “Hokand Milli Hükümeti” de Kızıl Ordu tarafından 1920 yılında yıkılmıştır. Üç gün süren savaş sırasında 10 binden fazla Türk vahşice katledilmiştir. Kısa ömürlüde olsa bağımsız Türk Hükümetlerinin yıkılması ve akan kanlar Basmacı Hareketinin hızını ve örgütlenmesini durduramamıştır.
Sovyet Hükümetinin ve Kızıl Ordunun bütün baskılarına ve kıyımlarına rağmen yılmayan Orta Asya Türkleri inat ve azimle mücadelelerine devam edip 3 MAYIS 1920 de Basmacı Hareketi liderlerinden Şir Muhammed Bey önderliğinde “Türkistan Hükümeti” ni kurdular. Kısa bir müddet ayakta kalabilen bağımsız “Türkistan Hükümeti” de kanlı savaşlar sonunda Kızıl Ordu tarafından 1921 yılının evvellerinde yıkılmıştır.Enver Paşanın arkadaşlarıyla 8 KASIM 1921 de Kafkaslardan Türkistan’a gelip Basmacı Hareketinin başına geçmesiyle bağımsızlık mücadelesi yeniden derlenip toparlanarak şiddetlenmiş ve ivme kazanmıştır. Önceleri birbirlerinden bağımsız halde mücadele eden Basmacı Hareketi liderleri Enver Paşa tarafından bir araya getirilmiş ve mücadele yerel bağımsızlık anlayışından çıkarılarak bütün Türklerin ve bütün Türkistan’ın bağımsızlığı mücadelesine dönüştürülmüştür. Enver Paşa öteden beri savunduğu “TURAN” idealini gerçekleştirip Orta Asya’da bütün Türklerin tek bayrak ve devlet çatısı altında birleştirileceği büyük devleti kurmak için mücadeleye başlamıştır.
Enver Paşanın liderliğinde yeniden teşkilatlanan Basmacı Hareketi bütün imkânsızlıklara, yokluklara ve zorluklara rağmen Türkistan’ın birçok yerinde Kızıl Orduya karşı önemli başarılar elde etmiş ve 19 NİSAN 1922 de Rusları barış istemeye mecbur etmiştir. Rusların barış isteklerini “ mücadelemiz, Türkistan topraklarında bir tek Rus askeri kalmayıncaya kadar devam edecek” diyerek reddeden Enver Paşa aynı zamanda da bütün Türkleri tek Bayrak, tek Devlet çatısı altında birleştirmek ideali doğrultusunda ilerleyerek MAYIS 1922 de Semerkand şehrinde “ Türkistan Türk Müstakil İslam Cumhuriyeti” ni kurmuştur.
Türkistan Türk Müstakil İslam Cumhuriyetinin kuruluşu; Hun İmparatorluğundan ve Göktürk İmparatorluğundan sonra Türk Birliğinin kurulması için atılan ilk reel adım olması hasebiyle çok büyük önem arz etmektedir.
Türkistan’ı tamamen ele geçirmek için her yola başvuran Sovyetler Birliği; durumun kötüye gittiğini görünce; Türkistan’ı tamamen kaybetme korkusuyla tüm askeri güçlerini birleştirerek büyük bir saldırı başlatmış ve uzun çarpışmaların ardından, büyük kayıplar vermek pahasına 4 AĞUSTOS 1922 de Belcivan bölgesinde Enver Paşayı ve birliklerini kuşatma altına almıştır. Sayısal olarak kat kat üstün olan Kızıl Ordu birliklerine karşı geri adım atmadan kahramanca savaşan Enver Paşa ve birliğindeki askerlerin çoğusu şehit düşmüştür.
Belcivan yenilgisinin sonunda Kızıl Ordunun Semerkand’ı ele geçirmesiyle; Türk Birliği idealinde çok önemli bir nokta olan ve “Turan Devleti”nin başlangıcı sayabileceğimiz “ Türkistan Türk Müstakil İslam Cumhuriyeti” yıkılmıştır.
Enver Paşanın şehadetinden sonra büyük darbe alan Basmacı Hareketi kısa bir duraklamadan sonra tekrar toparlanarak mücadelesine devam etmiştir. Kurulduğu günden itibaren dış dünyadan herhangi bir yardım ve destek almadan, kendi kısıtlı imkânlarıyla yıllarca mücadele eden Basmacı Hareketi uzun süren ağır çarpışmalar sonunda önemli liderlerinin şehit düşmesi, zayiatların çoğalması, cephane sıkıntısı ve yokluklar neticesinde dağılma noktasına gelmiş ve 1935 yılında tamamen bitmiştir.
Basmacı Hareketinin bitişiyle Türkistan’ı tamamen işgal eden Kızıl Ordu hâkimiyetini sağlamlaştırmak, mevcut Türk Birliğini dağıtmak ve ileride çıkabilecek isyan ihtimallerini ortadan kaldırmak için eli silah tutan onbinlerce Türkü katletmiş, onbinlercesini çalışma kamplarına kapatmış ve yüz binlercesini de sürgüne göndermiştir.
#FulinASTKHCLulinPiyi.
2 notes
·
View notes
Text
Günümüzdeki yaşananları anlatan sözleri sahibi olan Albert payk'ın 1871' lerde bir diğer mason olan İtalyan #CüzeppeManzini'ye yazdığı mektup adeta #Mason teşkilatlarının adeta neler yapmak istediklerini ve başardıklarını da gayet güzel açıklıyor .
Bizim ahalinin batı hayranlığının sonucu olarak yaşadığımız buhranlar yüzünden koca Osmanlı imparatorluğu yıkıldı ve bu hayranlığın sonucunda nelerin olacağını açık açık belli olduğunu daha ne Zaman idrak edeceğiz..
Adamların içimizi #benliğimizi #Ahlak'ımızı #İslam'i değerlerimizin altını oymak için neler yaptıklarını nezaman öğrenmek isteyeceğiz..
"Başkalarının değerleri ile âleme kral olunmaz, ancak kralların soytarısı olunur."
#YusufKaplan
ABD’li bir Yahudi olan Albert Payk33 dereceden bir masondur. “Dogmalar ve Ahlak”adlı kitabında savundukları ile ABD masonluğunun Eflatun’u olarak görülür.Albert Payk, 1871 yılında İtalyan cumhuriyetini ayaklandıran Mazzini’ye bir mektup yazar. “Üç tane dünya savaşı öneriyoruz, bunlardan bir tanesinde monarşinin hepsi yok olacak (Osmanlı, Rus çarlığı, Doğu Avrupa’daki monarşik yapılar yok oldu), bu kavganın sonucunda İkinci Dünya Savaşını yapacağız, bu dünya savaşında oluşturmuş olduğumuz iki yapının (Nato ve Varşova) kavgası sonucunda İsrail devletini kuracağız.” der.“Üçüncü dünya savaşında tüm dinleri birbirine karıştırıp, üçüncü dünya savaşıyla dinlerden kurtulup yeni bir din ve ahlak oluşturacağız.”Der.
Söylemlere göre bu #Deizm’dir.
6 notes
·
View notes
Text
Sarıkamış Faciasını Şahidi Anlatıyor
Dünya Savaşı’nın üzerinden tam 100 yıl geçti. 600 yıllık bir çınarın gövdesinin paramparça edildiği bu büyük harpte, nice insanımız, evinden binlerce kilometre ötede can verdi. Niceleri anasından, babasından, eşinden ve çok sevdiği çocuklarından ayrılmak zorunda kaldı… Kimisi vatan uğrunda şehit oldu, kimisi esir düştü… Büyük savaşta Osmanlı’nın başına gelenler birçok eserde anlatılmışsa da, yaşanan felaketler dillendirilmişse de, dedelerimizin acıları ne yazık ki unutuldu. Şimdi toprağa gömülüp giden o acılar hatırlanmayı bekliyor…
İrfanoğlu İsmail’in Esaret Hatırları
Dedelerimizin askerlik hatıraları maalesef gerektiği gibi kayıt altına alınmadı. Buna rağmen bir gayret var ki, takdire şayan… Sarıkamış cephesinde Ruslara esir düşen Molla İsmail Efendi’nin hatıraları oğlu Ahmed Rıza İrfanoğlu’nun kalemiyle yeniden hayat buldu. 14 yaşına kadar babasının dizinin dibinde harp ve esaret hatıralarını dinleyen Ahmed Rıza İrfanoğlu’nun “Allahüekber Dağları’ndan Sibirya’ya” isimli hatırat kitabı meraklılarını bekliyor.
Sarıkamış’ın kışından, Rus’un süngüsünden, Sibirya’daki 5,5 yıl süren esaretten kurtulan Molla İsmail, memleketi Rize’ye döndükten sonra yıllarca imamlık yapmış, 28 Ocak 1961 tarihinde de vefat etmiş. “Kirpiklerimi birbirine vurmazdım bile! O derecede dikkatle dinlerdim.” diyen oğul Ahmed Rıza, babasının hatıralarının yazılamaması hususunda şunları söylüyor: “1961 yılında ölümünden önce, hatıralarını yazdırmak için köyümüzde yazıcı aradığını duydum. Ben o zaman uzaklarda idim. Onun o niyetini, o zaman hafife aldığımı itiraf ederim. Sonra pişman oldum, hatıralarının yazılamayışına! Bir yandan da kendimi teselli ediyordum. Çünkü babamın esaret hatıraları aklımdaydı. Ve de kendime güveniyordum, onları yazabileceğime!..”
Bu düşüncelerle babası Molla İsmail Efendi’nin harp ve esaret hatıralarını kaleme alan Ahmed Rıza İrfanoğlu, yaşanan acıların, yoklukların, milletin başına gelen faciaların unutulmaması namına kalemi eline almış.
Cihan Harbi’ne Gönüllü Katıldı
1914 senesinin haziranında fitili ateşlenen dünya savaşı Osmanlı için ölüm kalım mücadelesinin de başlangıcı demekti. Memleketin dâhilinde ilan edilen umumi seferberlikle pek çok kişi silahaltına alınmıştı. Silahaltına alınan askerler evvela eğitim için belirli bölgelerde toplanıyordu. İşte o günlerde Rize’nin köylerinden Beyazsu’da (Palodya) ikamet eden Molla İsmail Efendi, tahsilini İstanbul Beyazıd Medresesi’nde tamamlamıştı. 1914 senesinin Eylül ayında da Osmanlı ordusuna gönüllü olarak katıldı.
Beyazsu Köyü’nden cepheye giden 27 kişi arasında yer alan Molla İsmail Efendi Of – Çaykara üzerinden Gümüşhane- Kelkit yolunu takip ederek Erzincan’a geldi. 22 gün süren bu yolculuktan sonra Erzincan’da başlayan askerî eğitim Molla İsmail Efendi’nin hayatının dönüm noktalarından birini teşkil ediyor. Harp talimlerinin ardından topçu batarya katibi olarak III. Ordu’ya katılan Molla İsmail, Kasım 1914’te Ruslarla çarpışmak üzere Erzurum’a hareket etti. İlk çarpışmaya Hasankale-Hızardere mevkiinde katıldı, kahramanca vuruştu, pek çok kez ölümün kıyısına yaklaştı. Ancak Sarıkamış’ta verilen elim karar, o büyük hata, birçok Osmanlı askeri gibi Molla İsmail Efendi’nin de hayatını alt üst etti. Muhteris bir emirle yok edilen koca ordudaki binlerce askerin hikâyesi Allahüekber Dağları’nda nihayete erdi. Peki ya sağ kalanlara ne oldu?
26 gün boyunca dağlarda, esir düşmemek için, aç susuz hayatta kalma mücadelesi veren Molla İsmail ve birkaç düzine asker 1915 senesinin ocak ayında Ruslara esir düştü. Böylece İsmail Efendi, 46 günlük bir tren yolculuğundan sonra hayatının 5,5 yılını geçireceği, Asya’nın doğusundaki Rus esaret kampı Vladivostok’a götürüldü. Rus ellerinde geçirdiği sıkıntı ve hasret dolu yılların ardından, Ekim Devrimi’nin getirdiği boşluktan istifade edip memlekete dönmek üzere yola çıkan İsmail Efendi, Stalingrad’da Bolşevik kurşunlarından son anda kurtuldu.
İsmail Efendi, Stalingrad’dan güneye, Hazar Denizi’ne akan Volga suyunun kıyısında da ölümden döner, hayretler içinde kalır: “Hasankale’de, Hızardere’de, bu Rus milletinin askeri ile 5,5 sene evvel süngü muharebesine girdim. Bana bir şey olmadı. Narman’a kadar savaştık, üstümde kan lekesi görmedim. Bardız’ı alırken savaştık. Sarıkamış’ı almak için taarruza kalktık. Ordumuz kırıldı. Bana bir şey olmadı. Allahüekber Dağları’nda başıboş bir ay dolaştık. Kar, kış, soğuk, açlık, bit, tifüs, düşman ve her şeye rağmen sağ kaldım. Sonra esaret, Vladivostok. Bunca işten sonra kaçıp kurtulayım derken, birbirlerini yok etmeye çalışan Rusların iç savaşının ortasında kıl payı ile ölümden kurtulmuştum. Ne talihim varmış hayret! (…) 27 kişilik arkadaş grubundan sadece iki kişi kurtulmuştuk! Her tehlikeli anda, en son dakikada, gizli bir el beni korumuş ve kurtarmıştır. Beni koruyan ve kurtaran gizli elin farkındayım. Bu elin sahibine söz vermiştim, dualarım kabul olmuştu.”
Molla İsmail Efendi’nin Dilinden Sarıkamış Faciası
Her satırı enteresan bilgilerle dolu kitapta Molla İsmail Efendi, Sarıkamış’ın en çok merak edilenlenlerini şöyle anlatıyor:
“22 Aralık 1914 tarihinde kolordu olarak, Bardız Yaylası'ndan Sarıkamış’a doğru, yani dağları aşmak üzere taarruza başladık. O gün ikindi vaktine kadar düzlük araziden ilerledik. Rus’dan hiç ateş yok. Karşımızdaki dağlarda orman var. Akşama kadar ormana ulaşırsak başaracağız kısmen. Rus bizi görüyor. Rus ormanda gizlenmişti. İkindiye doğru askerimiz Rus ateş hattına girmiş oldu. İşte ne oldu ise bu anda oldu. Rus üç taraftan birden ateş etmeğe başladı. Sağdan, soldan ve önden müthiş bir ateş yağmuruna tutulduk. Şaşırıp kaldık. Toparlanıncaya kadar kırıldık. Toparlansak ne olacak sanki! Biz açıktayız. Açıkta yakalandık, Rus siperinde. Biz de ateş etmeye başladık amma, kırıldık, bittik. Açıkta yakalanan asker berbat oldu. Büyük kısmı şehit oldu. Arazide diz boyu kar var. Karın üzerinin kandan kızardığını gördüm. Kısaca fena vaziyette, pusuya düşürüldük. Şehit olmayanların da büyük kısmı yaralandı. Yaralanmayan çok az asker kaldı. Ben de yaralanmayanlar arasında idim. Akşamın geç saatlerine doğru askerimiz yok olmuştu artık.
"O gece müthiş bir don vardı. En küçük yarası olan bile karın üstüne düşmüş, beklemek zorunda. Kimsenin gidebileceği yer yok. Yaralıların hepsi o gece dondu. Sabaha kimse kalmadı.
"Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Ben, o gece yarısına kadar, o yaylanın Kur’an sesi ile inlediğini çok iyi hatırlıyorum. Çünkü o günkü asker Kur’an okumasını biliyordu. Yasin-i Şerif’i bilmese de hemen herkes namaz surelerini biliyordu. Herkes ölmek üzere olduğunu biliyordu. Savaşta ölen ilk başta zaten ölmüştü. Yaralananlara gelince, onlar da gece sabaha sağ çıkamayacaklarını biliyorlardı. Kısaca herkes kendi Kur’an’ını kendisi okuyordu. Yani askerimizin henüz şehit olmayan yarısı Kur’an okuyordu. Bu ne demektir. Mahşer gibi. Ne var ki gece yarısından sonra Kur’an sesleri kesildi. Çünkü yaralıların hepsi öldü. Kolordu şehit oldu. Asker dondu. O manzarayı hatırlamak bile kanımı donduruyor. Üstelik ben o hali gördüm ve yaşadım.
“Sadece Kur’an okunuyor. Ağlamak yok. Çünkü ağlamak demek bir ümit beklemek, bir ışık beklemek demektir. Herkes öleceğini biliyor. Ne bekleyecekler. Niçin ağlasınlar. Nasıl asker silahaltına giderken azığı ile gelme hazırlığına girişmiş idi ise tıpkı onun gibi, şehadet kapısından geçmesi, kayıtsız, şartsız, kesinleşmiş, askerin de Rabbi’nin huzuruna çıkarken, onun kitabından birkaç sure okuma hazırlığı vardı, girişimi vardı. Ağlama yoktu ve ben duymadım. Sadece Kur’an sesi duydum. Ben de Yasin okudum. Gece yarısından sonra ses kesildi. Artık Kolordu’nun sustuğunu ben de anladım!...
“Ben yaralanmamıştım. O düzlükte, o karanlıkta yalnız kaldım. Nereye gidebilirdim. Soğuktan donabilirdim. Aklıma geldi ki yaralıların arasına gireyim. Yaralanmış asker de, bir başka askerin nefesine muhtaç oluyor. Böylece ister istemez yaralılar, sürüne sürüne, karın üstünde öbekleşiyorlar, kümeleniyor. İşte böyle bir yaralılar kümesinin içine girdim. Onların kümesinde, aşağı yukarı, yaralıların altına girdim demektir. Onların vücut sıcakları gece yarısına kadar beni donmaktan korumuştur. Yarı geceden sonra da şehitlerin vücutları soğuyunca, bazı şehitlerin kaputlarını alıp tekrar giyindim. Böylece birkaç kat giysinin içinde sabahı buldum. Kısaca gece ayazı her şeyi dondurdu. Sabah oldu, yerimden doğruldum, karın içinden ayağa kalktım. Elbisem hep kan olmuş. Şehitlerimizin mübarek kanları elbiseme damlamış ve beni de kızartmıştı. Çevreme baktım. Ses yok. Acaba sağ kalan kimse var mı? Yüksek sesle, bağırarak künyemi okudum. Kimse var mı diye bağırdım. 200 adım öteden bir kişi doğruldu karın içinden. Böylece 10 kişi daha karın içinden toplandık. Toplandık amma; acaba biz sağ mıyız, ölü müyüz diye epeyce tereddüt ettik! Bizim taburdan 10 kişi kadar sağ kalmışız! Belki kaybolup da başka yerde kalan olmuştu. Bir türlü, bu maddi âlemde olduğumuza kanaat getiremiyorduk. Çünkü binlerce kişi elbiseyle karın üstünde yatıyor. Belki onlar canlıdır da uyuyorlar! Belki biz şehit olmuşuz da ruhlar âleminden onlara bakıyoruz! Yavaş yavaş bu hayatta olduğumuza inandık.
“Bunları Bizzat Gözlerimle Gördüm”
“Karşıda çamlık var. Çamlığa girip ateş yaktık ısındık. Elbiselerimizi temizledik. Eksiklerimizi, silahımızı, cephanemizi tamamladık. Hadsiz hesapsız silah sahipsiz kalmıştı. Atlar da ölmüştü. Tek tük sağ kalmış at, katır var. Onlar da karın üzerinde yatan arkadaşlarının çevresinde duruyorlar. Her halde onlar da ölümü idrak edememişler, şaşırıp kalmışlar şu insanların işlerine! İnanıyorum ki bu muharebeyi bu atlar idare etmiş olsalardı bu acıklı hale düşmezdik.
“Ey bu söylenenleri dinleyen insanlar! Zannetmeyiniz ki İsmail İrfanoğlu bunları kitap okuyarak bir yerden öğrendi! Zannetmeyiniz ki İrfanoğlu İsmail bu söylediklerini bir başkasından duyup da anlatmıştır. Asla ve haşa! Bunları bizzat gözlerimle gördüm, bizzat ben şahit oldum. Ne var ki ben onları tam göremedim, gördüklerimi de tam anlatamadım. Çünkü görme ve duyma kudretimizi kaybetmiştik!..
“Bizim taburdan 10 kişi sağ kalmıştık. Yani ordumuz kırıldı. Subay da kırıldı. Mekkâre de (at ve katırlar) öldü. Ben onlara da şehit diyorum. Her ne kadar şehitlik rütbesi insan için bir rütbe ise de bizim mekkâremiz de insan sınıfından sayılırdı. Savaş sonrası sağ kalan birkaç at-katırın şaşkınlığını görünce bu kanaate vardım. Yayla sahipsiz kaldı. Silah ve cephane ile her taraf doldu! Silah, cephane var, amma onu tutacak el, kol yok artık. Neye yarar o demir parçaları? Ordu yok oldu.
“Diğer taburlardan da bazı canlılar var tabii. Toplandık. Konuşuyoruz. Yine dedikodu devam ediyor. Kesin olmamakla beraber duyduğumuza göre: Enver Paşa, taarruz başladığında bizimle beraber imiş. Neticeyi görünce kaçmış. 400 atlı birliği varmış. 40 atlı ile kaçmış…
“O muharebede Sarıkamış'ı kurtarmak için uğraşırken 9, 10 ve 11. kolordular cephedeydi. Ben 9. Kolordu'da er idim. Bu kolorduların mevcudu 100 bin civarında olmalıydı. En çok 10 bin kişi kurtulabilmiştir. Yani 90 bin kişi yok olmuştur. Bir ordunun silah ve cephanesi de gitmiştir. Ayrıca geniş bir vatan parçası da düşman eline geçmiştir. Sırf saraya damat olmuş Enver'in kafasızlığından oldu bu felaket. Oysa Rus bizden zayıftı. Öyle ki Rus o zaferinden sonra Erzurum'u işgal etmemiş, Rize ve Trabzon'a girememiştir. Ancak 1916 yılının baharında buralara girebilmiştir.
“Hayatı Ciddiye Almıyorduk!”
“Yapabilecek tek iş var: Şehit yığınlarının arasından, kar içinden çıkıp en yakın ormana sığınmak, her canlının hiç düşünmeden, sevk-i tabii ile yapacağı iş budur. Sağ kalan atlar da öyle yaptılar. Ne yapsınlar, onlar da kader arkadaşımız. Yaktığımız ateş çevresinde atlarla beraber ısınıyoruz…
“Yavaş yavaş şaşkınlığı geride bırakan sağ askerler, toparlanmaya başladık. Gene sohbetler başladı. Çam altlarında manevî meseleler konuşuluyor, kerametler anlatılıyor. Bir asker şöyle anlatıyor: ‘Şehit bir askerin iyi bir tüfeği vardı. Şehit olmuş ama tüfeği elinden bırakmamış. Onun tüfeğini almak istediğim sırada ‘Alma tüfeğimi!’ diye bir ses geldi şehitten, tüfeği almadan korkup kaçtım.’
“Bir yandan kar yağıyor. Yoğun kar, şehitleri örtmeye başladı. Bir daha şehit cesetlerini göremez olduk. Artık karlar eriyince, nisan ayında cesetler meydana çıkacaktır. Rus, cesetlerle ilgilenmiyor. Sağ kalan küçük gruplarla uğraşıyor. Bu maksatla yer yer çatışmalar oluyor. Rus, bu tepeye gelince biz de karşı tepeye geçiyorduk. Artık Rus’u da ciddiye almıyorduk, hayatı ciddiye almadığımız gibi…”
Kaynak: İrfanoğlu İsmail Efendi’nin Esaret Yılları Hatıraları Allahüekber Dağları’ndan Sibirya’ya, Ahmed Rıza İrfanoğlu, Tebliğ Yayınları, İstanbul 2011.
Kutu1: “Babamın kitapları ambalaj kağıdı olarak satıldı!”
Babamın hatıralarını belgeleyen bazı kitaplar, mektuplar ve kendi notları köyümüzde, evimizin yanındaki mısır ambarında (nalya) saklanmaktaydı. Bunlar eskimez yazıyla yazılmıştı. 1944-45 yıllarında ortaokul öğrencisiyken nalyada yatıyordum. O zamanlar onları okuyordum. O zamanlar notlarını okumuş, zihnime kazımıştım… O belgeler maalesef yok edildi. Köyümüzdeki okula öğretmen olarak gelen Ali Kafkasyalı, okul çocuklarını eski eserleri toplayıp getirmeleri hususunda teşvik ve tahrik ettiğinden çocuklar bizim ambarın kapısını kırarak içerideki her şeyi okulun önüne getirip meydana döktüler. Ali Kafkasyalı, kendine yarayan her belgeyi alıp götürmüş ve diğer vesikalar da ambalaj kâğıdı olarak bakkallara satılmıştır.
O bakımdan bu hatıralar kitabına bazı belgeleri eklemek mümkün değil!
YEDİKITA
77. Sayı Ocak 2015
#demircizademehmett#yekıta#insanvehayat#çamlıcakitap#readbooks#faziletneşriyat#izmir#yedikıta#osmanlıca#SARIKAMIŞ
9 notes
·
View notes
Text
Milli takım oyuncularını maçtan önce dua ederken görünce aklıma 1877-1878 yıllarında gerçekleşen ve 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı geldi.
Osmanlı tahtında II. Abdülhamit oturuyor.
Savaşın kazanılması için Şumnu'da dini önderler eşliğinde dervişler, sofular ve halk şehrin etrafını dokuz defa dualar okuyarak dolaştılar.
Düşman ordusunun geçeceği geçit yerlerini “Hiyel-i metin-i takva” ile bağladılar...
Sofya'da Evliya Bali'nin türbesine gidilerek ruhani yardımını talep ettiler.
Bunlarla yetinilmeyip birde Osmanlı'nın yani II. Abdülhamit’in sarayında zikir törenleri falan yapıldı.
Sonuç;
Rus ordusu soluğu İstanbul'da aldı. Balkanlar komple değişime uğradı.
2 şahsına munhasır 2 tane de özerk devlet kuruldu.
Yunanistan krallığı palazlandı ve Teselya'ya daldı.
Özet olarak Allah komple belamızı verdi...
O işler duayla olsaydı İslam coğrafyası kan gölüne döndürülemezdi efendiler!
Yürek işi bu iş, yürek... 😡
Siyasallaşıp şov yapmayın, işinizi yapın!
#millitakım #StefanKuntzİstifa
15 notes
·
View notes
Text
🗣️ Atatürk ve Cumhuriyeti Birde O Günleri Yaşamış Birinden Okuyun
19 Mayıs 1919’un 100. yılı münasebetiyle düzenlediğimiz programın açılış konuşmasını, halen Indiana Bloomington’da yaşayan ve hayattaki en büyük halk bilimcimiz olarak kabul edilen Cumhuriyetimizle yaşıt Prof.Dr. İlhan Başgöz yapacaktı. Kurtuluşa giden yolun hikayesini Cumhuriyetimizle yaşıt asırlık bir çınardan daha iyi kim anlatabilirdi ki? Lakin ilerlemiş yaşının getirdiği sağlık sorunları sebebiyle İlhan hoca çok arzu etmesine rağmen aramızda olamadı.
Hazırladığı konuşmayı Başkonsolos Umut Acar okudu.
“Değerli Konuklar
Ben Cumhuriyetle yaşıtım, size anlatacaklarım yalnız duyup işittiklerim, okuyup öğrendiklerim değil, aynı zamanda kendi hayat hikâyem olacaktır.
Cumhuriyet yedi büyük savaşın ardından kurulmuştur. 1856 Kırım,, 1877 Osmanlı Rus, 1892 Yunan, 1911 Trablus, 1912 Balkan, 1914-18 Birinci Dünya Savaşı, nihayet 1920-22 Kurtuluş Savaşı. Bu savaşlardan yalnız sonuncusu zaferle bitmiştir. Ama bu zafer vatandaştan yalnız canını ve kanını istememiştir. Vatandaştan atını, arabasını, çorabını, kağnısını, keten bezini, pencere demirini alarak bu savaş kazanılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’na niçin girdiğimizi bugün bile bilmiyoruz. Ama kardeşlerini bu savaşa kurban veren, Avşar kadını biliyor ve parmağını Alaman’a uzatıyor:
Mektup saldım da varmadı,
Tel vurdum aynı gelmedi,
Alamanya harbeylesin,
Gayri kardaşım kalmadı.
Savaş yılları Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisini tümden harap etmiş, ekin tarlada çürümüş; toprak tohumsuz, evler erkeksiz kalmıştır. Kağnıya ve sabana koşulacak hayvan, çiftin sapına yapışacak erkek yokluğunda çifte, hayvan yerine kadınlar koşulmuştur. Bu çöküşün en gerçekçi destanını, hemşehrim Şarkışlalı Serdari yazmıştır. Bu uzun destandan dörtlükler veriyorum:
Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
Elinde kamçısı fakiri ezer
Yorganı döşeği mezatta gezer
Hasırdan serilir çulumuz bizim.
Evlat da babanın sözün tutmuyor,
Açım diye çift sürmeye gitmiyor,
Uşaklar çoğaldı ekmek yetmiyor,
Başımıza bela dölümüz bizim.
Benim bu gidişe aklım ermiyor
Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim.
Savaş yılları, Türk aydınlarının en yiğit, en idealist, en eğitimlilerini ölüme sürmüş, onlar geri gelmemiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nın felaket tablolarından birini unutamıyorum. Bu tabloda Tarsus tren istasyonunda bir kadın görünür. Ordu, Kanal bozgunundan dönmektedir. Çul çaput içinde, hasta perişan, vagonlarda çuvallar gibi istif edilmiş, bir asker döküntüsü. Ak saçlı bir ana, yazması omuzuna düşmüş, saçları darma dağın, bir vagondan ötekine koşarak feryat ediyor: “Mehmedimi gördünüz mü? Mehmedim nerede? Mehmedimi gördünüz mü?” Falih Rıfkı Atay diyor ki: “Ana biz senin Mehmedini kumarda kaybettik.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin talihsizliği çökmüş bir ekonomi ve harabeye dönmüş bir memleket üzerine kurulmasıdır. Büyüklüğü de bundandır.
16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan ayrılan Bandırma vapuru bu çöküşü tersine çevirecek bir umudu taşıyordu. Bu umudun adı Mustafa Kemal Paşa’dır. Üçüncü ordu müfettişliğine tayin edilen Paşa İstanbul’dan ayrılıyordu. Yanında 12 kişiden oluşan Erkan-ı Harbiye’sinden başka kimse yoktu. Karadeniz’in azgın dalgaları ile sarsılan Bandırma vapurunda Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarına şunları söylüyordu: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız maddedir! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideal ve iman götürüyoruz!”.
Bandırma vapuru ile bu küçük grup 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkınca bir şarkı söylüyorlardı: “Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyelim arkadaşlar.”
O tarihlerde, ufuktan güneşin doğacağına dair hiçbir işaret yoktur. Tersine memleket bir zifiri karanlıktır. Adana Fransızlar, Urfa, Maraş, Antep İngilizler tarafından işgal edilmiş, başkent İstanbul İtilaf Devletlerinin işgalinde, Antalya ve Konya’da İtalyan birlikleri bulunuyor. Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri var. 15 Mayıs 1919’da Yunan birlikleri İzmir’e çıkmış; Batı Anadolu’nun verimli topraklarından memleketin kalbine doğru ilerlemekte.
Dahası var. Cumhuriyet, memleketin en önemli gelir kaynaklarını yabancı şirketlerin elinde bulmuştur. Demiryolları, limanlar, önemli tarım ve ticaret alanları, bayındırlık tesisleri, gümrük ve maliye gelirleri büyük Batılı şirketlerin elindedir. Türkiye Cumhuriyeti bu şirketleri birer birer satın almıştır.
İzmir-Aydın demiryolu 2 milyon İngiliz pounduna satın alınınca öğretmenimiz ödev vermişti, sevincimizi dile getirmeliydik. Ortaokul öğrencisi idim, ödevimin başlığı “Demir yolumuz, bağımsızlık yolumuz” idi. Tütün rejisi 4 milyon Frank’a satın alınınca bu sefer ayınkacılar bayram etmişti. Ayınkacı tütün yetiştirici demektir. Köylümüz yetiştirdiği tütünü eşeğine yükleyip, pazara indiremezdi. Tütün ille de bir yabancı tekele, bu tekelin biçtiği fiyattan satılacaktı. İndirse kaçakçı sayılıyor, ya hapse atılıyor veya tütün kolcuları ile çatışıyor ve vuruluyordu. Bir ayınkacı türküsü şöyle der:
Hacılar köyüne bastığım oldu,
Tütünümün dengi yastığım oldu,
Aman dostlar bakın benim çareme,
Tütünün tozunu basın yareme.
Cumhuriyet savaşlardan çıkıp da, ekonomik gelişmesine odaklanınca 1930 Dünya Ekonomik Buhranı patlak verir. Buhranın Türkiye’ye etkisi, tarım ürünleri ve meyveyle sınırlı olan dışsatımı vurması olur. Buğdayın kilosu 15 kuruştan 3 kuruşa düşer. Köylü gelirinin bu kadar düştüğünü gören Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne şöyle bir teklifte bulunur: “Bizim maaşlarımızla halkın geliri arasında büyük bir fark ortaya çıktı. Bu Cumhuriyet idaremize yakışmaz. Benim maaşım dâhil milletvekili maaşlarını yüzde elli azaltalım.” Teklif kabul edilir.
Cumhuriyet ilan edilince memlekette yatırıma harcanacak sermaye ve ekonomik hayatı idare edecek eğitilmiş insan yoktur. Bu nedenle Cumhuriyet ekonomik kalkınmayı devlet eliyle yapmaya karar vermiştir. Devlet sermayesi ile iki banka Etibank ve Sümerbank kurulmuş, vatandaştan birikimlerini bankaya yatırmaları istenmiştir. Devletine güvenen vatandaş da elinde avucunda ne varsa bankalara yatırdı.
Ben çamurdan yaptığım kumbarama her hafta babamın verdiği yüz paraları biriktirir, bankaya yatırırdım. Bu ekonomik kalkınma hamlesini bir yerli malı seferberliği izlemiştir. Biz bayramlarda ziyaretçilerimize şeker ve çikolata yerine incir ve fındık ikram ettik. Çayı Kazova’nın kızıl üzümü ile içtik. Çünkü şeker dışardan satın alınıyordu.
Cumhuriyet yurdun doğusuyla batısını, güney ve kuzeyini demiryolları ile birleştirmek istemiştir. Bu bir milli savunma sorunu idi. Atatürk diyor ki; “700 kilometre demir yolumuz var, bir kilometresi bile bizim değil.” 1932 yılında ilk tren Gemerek’e ulaştığında ben istasyonda idim. Halkın tabiri ile kara treni alkışlar ve yaşa var ol sesleri ile karşılamıştık.
Hoş bir fıkra var. İlk tren Erzurum’a varınca belediye başkanı nutuk veriyor; “Vatandaşlar, Cumhuriyet fabrikalar yaptı. Sanmam ki kâr edeler vallahi de zarar edirler, billahi de zarar edirler. Otobüsler aldı, yollar düzenledi, sanmam ki kâr ederler. Bunlar hep sizin içindir. Cumhuriyet ayağıza kadar tren getirdi bundan sonra iki ayda gittiğimiz İstanbul’a üç günde varacağız.” O vakit bir vatandaş sorar: “Peki biz 57 gün ne yapacağız?”
Değerli Dinleyicilerim
Ben 1929 yılından itibaren Cumhuriyetle beraber iyili kötülü olayların içinde çalkalandım. Size söyleyeceklerimin bir kısmına ben tanık oldum. Bunların arasında beni çok etkileyen bir olay var. Mustafa Kemal Atatürk 1937 yılında Sivas lisesinde benim bulunduğum sınıfa geldi. Atatürk adı etrafında oluşan efsanenin etkisindeyiz. Gözleri o kadar kuvvetli imiş ki gözlerine bakan çarpılırmış. İlkin korka korka, gözlerine bakıyoruz. Çarpılmadığımızı görünce o mavi gözlere 45 dakika doya doya baktık. Dersimiz hendese idi. (Yani geometri). Atatürk dişçinin kızı Saadet’i tahtaya kaldırdı. Geçen derste müselleslerin nasıl eşit sayılacağını okumuştuk. Saadet bunun için tahtaya iki müselles çizdi. Biz o vakit üçgene müselles derdik. Saadet müsellesin kenarlarına alfa, beta ve gamma harflerini koydu. Atatürk’ün birden kaşları çatıldı ve Saadet’e neden Yunan harfleri kullandığını sordu. Saadet, hocamız böyle yazdı, ben de onun için kullanıyorum deyiverdi. Matematik hocamız müdür Ömer Bey sınıfta idi. Atatürk aynı soruyu ona sorunca Ömer Bey topu bakanlığa attı. Bakanlık bir kitap göndermişti, onda bu harfler kullanılmıştı. Atatürk kitabı istedi o sayfayı buldu, yırtıp yere attı. Sonra gidip parmakları ile Yunan harflerini sildi yerine abc yazdı. Bize; “arkadaşlar Türk alfabesi matematik terimlerini de ifade etmeye yeterlidir.” dedi. Aradan bir hafta geçmeden abc’li yeni kitabımız geldi. Atatürk dilin sadeleşmesine ve halkın, aydınların dilini anlamasına çok önem verirdi.
Halkçılık onun inanışında kuru bir slogan değildi. Halkın arasına karışmaktan çok hoşlanırdı. Bir gece Atatürk kayıp, polis ve jandarma seferber olmuş her tarafı aramış taramışlar. Atatürk yok. Sabaha yakın Onu Samanpazarı’nda bir kahvede, halka karışmış Zeybek oynarken bulmuşlar.
Cevat Dursunoğlu şunları yazdı: “Mustafa Kemal Paşa Erzurum kongresine gitmektedir, yıl 1919. Ilıca köyüne varınca bir ağacın altına oturup kahve içmek isterler. Kahveler içilirken yolda bir kağnı belirir. Pılı pırtı yüklü kağnıda iki de delikanlı oturmaktadır. Kağnıyı yetmişlik bir ihtiyar sürmektedir. İhtiyar çağrılır. Paşa sorar: “Baba nereden gelip, nereye gidiyorsun?” İhtiyar: “Çukurova’dan gelirem, Erzurum’a gidirem.” Paşa sormaya devam eder: “Baba Erzurum’da ortalık karışık, savaş tehlikesi var. Eşkıya tehlikesi var, niye gidiyorsun? Çukurova’da geçinemedin mi?” İhtiyar Mevlut Dayı “O nasıl söz paşam Çukurova verimli topraktır, insanı diksen yeşillenir. Bizim uşaklar da çalışkandır, bey gibi geçinip gidiyorduk. Ama duymuşam ki padişah Erzurum’u düşmana verecekmiş, gelmişem ki görim, kimin malını kime verir?” der. Paşa yanındakilere der ki “Arkadaşlar bu milletle başarılamayacak hiçbir iş yoktur.”
Değerli dinleyiciler size Atatürklü yıllardan unutamadığım bir olayı daha anlatacağım. 1930’lu yılların başında sanıyorum, Atatürk, gece geç vakit Mısır Büyükelçiliğini ziyaret eder. Sabaha kadar yenir, içilir, eğlenilir. Güneş doğarken Atatürk Mısır elçisini balkona çağırır ve şunları söyler. “Buradan güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam, esir milletlerin de birer birer kurtulacaklarını ve bağımsızlıklarını elde edeceklerini öyle görüyorum.” Atatürklü Cumhuriyet her zaman müstemlekecilere karşıt, küçük devletlerden yana, onurlu bir politika uygulamıştır. Cezayirli gençler Fransız müstemlekecilere karşı kanlı bir savaş verirken ellerinde Mustafa Kemal’in resmini taşıyordu.
Hindistan bağımsızlığının büyük lideri Gandi İngiliz parlamentosunda şöyle konuşuyordu: “Haydi beni tutuklayın, ama tutuklamakla iş bitmiyor. İşte Türkler kendi cenaze törenleri için hazırlanan tabutu istilacıların başında parçaladı.” Pakistan’ın ilk cumhurbaşkanı Muhammed Ali Cinnah 30 ağustos zaferimiz üzerine şöyle diyecekti: “Bu zafer bütün esir milletlerin zaferidir.”
İngiliz başbakanı Lloyd George, Çanakkale savaşının en büyük destekçisi idi. Türkler koca İngiliz İmparatorluğunu Çanakkale’de dize getirince Lloyd George parlamentoda şöyle konuşacaktı: “Tarih nadiren dahi yetiştirir, bizim talihsizliğimiz şu ki böyle bir dâhiyi bugün Türk milleti yetiştirmiştir, ne yapsak, ne tarafa gitsek Mustafa Kemal’in iradesini kıramadık, ben istifa ediyorum.”
Değerli dinleyicilerim ben yüz yaşına yaklaşmış bir faniyim. Öyle zannediyorum ki İngilizce, Türkçe, Fransızca kitaplarım, makalelerim ve Amerika’da Norveç’te, Rusya’da, İngiltere’de, İran’da ve Türkiye’nin birçok kentinde yaptığım konuşmalarımla bu kadar güçlüklerle bana emanet edildiğine inandığım Cumhuriyete karşı görevimi yaptım
Genç arkadaşlarım, Atatürk Cumhuriyeti özellikle sizlere emanet etmiştir. Onu çağdaş ve gelişmiş memleketlerin daha yücesine çıkarmak sizin çalışmalarınıza ve gayretinize bakıyor. Bu görevi başaracağınıza ben inanıyorum. Konuşmamı bitirirken hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum”
Prof Dr İlhan Başgöz
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#cumhuriyet#prof dr İlhan Başgöz
7 notes
·
View notes
Text
İrfan Çağatay Aleksiva – Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde Lazlar (2024)
İrfan Çağatay Aleksiva, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde Lazlar (1877-1923)’ başlıklı çalışmasıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nu konu edinen tarihyazımında oldukça eksik bırakılmış bir alan olan Lazlar ve Lazistan üzerine detaylı bir inceleme sunuyor. Dönemin gazete ve arşivlerinden yararlanan Çağatay Aleksiva, Lazistan’ın 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda bölünmesinin canlandırdığı Laz…
View On WordPress
#Lazlar#Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde Lazlar (1877-1923)#İletişim Yayınları#İrfan Çağatay Aleksiva
0 notes
Text
Ecdadın vatanı savunduğu tabyalar el birliğiyle harabe kalmaktan kurtarıldı
Erzurum Erzurum’da ecdadın Osmanlı ile Cumhuriyet döneminde vatanı korumak için çaba sarfetmek için kullandığı tabyalar, Vali Mustafa Ziraatçi’nin tüm kurumları harekete geçirmesiyle harabe kalmaktan kurtarıldı. Kentteki zamanı tabyalar, Kırım Savaşı’ndan başlayıp 1. Dünya Savaşı öncesine kadar 1855-1896 yılları aralığında, Kafkasya’dan bölgeye doğru ilerleyen Rus tehdidine karşı yaptırıldı. 93…
0 notes
Text
Bunları unutmayın...
Unutturmayın...
BİRİLERİ HARMAN GİBİ SAVURUR,ZEVK VE SEFA İÇİNDE YAŞAR...
BİRİLERİ BUNLARIN PİSLİKLERİNİ KAPATIR...
TARİH TEKERRÜR MÜ EDECEK ACABA...???
DERS ALINSA TEKERRÜR EDERMİYDİ...!!!
Yıl: 1828–1829
Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturuyor.
Osmanlı-Rus savaşı sürüyor.
Osmanlı ordusunun Tuna garnizonlarında ekmek yok! Çünkü ekmeği yapacak un yok, buğday yok!
Osmanlı, ünlü Yahudi banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild, gerekli buğdayı satın alıp Osmanlı’ya verir.
Osmanlı devleti, aldığı buğdayın ancak yarı parasını ödeyebilir.
Yıl: 1834
Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturmaktadır.
Yunanlar Osmanlı’ya başkaldırmış, savaşmış ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Ayrıca, Osmanlı devletinin Yunanlara tazminat ödemesi kararlaştırılmıştır.
Osmanlı’nın tazminat ödeyecek parası yoktur, hazine boştur.
Osmanlı yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild’in bir temsilcisi İstanbul’a gelir, sözü edilen parayı öder, Osmanlı’ya borç yazılır.
Yıl: 1853–1856
Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
Kırım Savaşı sürmektedir.
Osmanlı ordusunun silaha ve mühimmata ihtiyacı vardır, ama bunları alacak parası yoktur.
Osmanlı, yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild aracı olur, Osmanlı’ya 10 milyon 514 bin 976 kuruş borç verip 40 bin tüfek, 2 bin şişhane, 10 milyon fişek ve 50 milyon kapsül alınır.
Yıl: 1855
Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
Zaten kasasında parası olmayan Osmanlı’nın, Kırım Savaşı sırasında masrafları çok artmıştır.
Çok acele ve çok büyük paraya ihtiyacı vardır.
Osmanlı yine banker Rothschild’a başvurur.
Osmanlı, istediği borç karşılığı Mısır vergisi, İzmir ve Şam gümrüklerinin gelirlerini teminat olarak gösterir, yani ipotek ettirir.
Rothschild bu teminatlarla yetinmez. Çünkü Osmanlı devleti, aldığı buğdaydan kaynaklanan borcun yarısını hâlâ ödememiştir.
İşte bu nedenle Rothschild; İngiltere ve Fransa’nın kefil olması koşuluyla Osmanlı’ya borç vermeyi kabul eder.
Osmanlı devletine 5 milyon Sterlin borç verir.
Yıl: 1891
Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.
Hazinede para yoktur.
Bir kez daha banker Rothschild’e başvurulur.
Rothschild; yüzde 4 faizle, ödeme süresi 60 yıl olan, 6 milyon 316 bin 920 Sterlin borç verir.
Yıl: 1894
Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.
Hazine tamtakırdır.
Borç için yine banker Rorhschild’e başvurulur.
Rorhschild, yüzde 3,5 faizle 8 milyon 212 bin 340 Sterlin borç verir.
Borcun geri ödeme süresi 61 yıldır.
Osmanlı bu borcu yıllık 330 bin Sterlin taksitlerle ödemek üzere borç senetleri imzalar.
Tarih: 1 Kasım 1922
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Osmanlı saltanatına son verdi,
Tarih: 17 Kasım 1922
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin, bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’dan kaçtı.
Tarih: 24 Temmuz 1923
Lozan Antlaşması imzalandı.
Genç Türk devleti, Osmanlı devletinin borçlarını yüklendi.
Bu borçlar arasında banker Rorhschild’den alınmış borçlar da vardı.
Lozan Antlaşması’nın ilgili hükümleri gereğince, banker Rorhschild’den alınmış olan borçlar Rothschild Ailesi’ne ödendi.
Kamu maliyesi uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez, Osmanlı’nın borçlarını hesapladı. 2013 yılının kurlarına göre, Osmanlı devletinin toplam borcu 500 MİLYAR DOLAR tutuyordu.
Bu borcu, büyük devrimci Atatürk’ün önderliğinde “Yeniden Doğan” Türk milleti ödedi.
Bu yazının kısa özeti şudur:
Yıkılıp giden Osmanlı’nın 500 MİLYAR DOLAR borcunu, Osmanlı’nın aşağıladığı Türk halkı ödedi.
Genç Türkiye Cumhuriyeti
1923-1938 arası 15 Yıllık Kalkınma planıyla
Eğitim, Sağlık, İktisat ve Savunma Sanayi alanında yaptığı ilerici uygulamalarla,
Hem devasa borcunu ödedi, hem de Cumhuriyet tarihinin en parlak ekonomik dönemini bu yıllarda yaşadı.
Bu gerçeği, halkımız özellikle de gençlerimiz hiç akıllarından çıkarmamalıdırlar.
0 notes
Text
15 Temmuz, Ne Oluyor ve Tarihi Gerçekler
✍🏻 Mustafa A. T.
https://www.gundemarsivi.com/15-temmuz-ne-oluyor-ve-tarihi-gercekler/
Türkiye, II. Dünya Savaşı’na girmemekle, denge politikası izlemekle büyük avantaj sağladı.
Her ne kadar savaşa girmese de Türkiye ağır şartlardan çıkmış, yakın tarihinde Kurtuluş Savaşı gibi yıkıcı bir savaş vermişti ve güçlü olmak için gereken dönüşümleri daha yeni yapmaya başlamıştı. Kısacası dünya için Türkler büyük ve saygın milletti lakin ülke henüz güçlü ve gelişmiş bir devlet değildi.
II. Dünya Savaşı sonrasında dünya ve bağlı bulunduğumuz coğrafya, iki kutuplu dünyaya dönüştü.
Bu kutuplaşma dünyanın en güçlü iki ülkesinin arasında kalmamıza sebep oldu. Amerikan ve Rusya bloğu. Rusya’nın bizden toprak istemesi ise bizi aslında pek de istekli olmadığımız bir harekete, tarafsızlık ve denge politikasını sürdürmek yerine, tercih yapmaya zorladı.
Bugünün aklıyla “ABD uşağı olduk!” demeden önce düşünmek gerek. Bugün FETÖ, AKP demeden önce, soğuk savaş, NATO, Süper NATO, Gladio, gayri nizami harp, Yeşil Kuşak Projesi ne demek bilmek gerek. Yukarıdaki “kavramları”, dünya üzerindeki etkilerini, diğer devletlerdeki yansımalarını bil(e)meden sadece Türkiye üzerinden konuşmak yetersiz kalacaktır. Çünkü tüm dünyayı etkileyen bir olgudan ve dönemden bahsediyoruz.
Türkiye de bunun bir parçasıydı fakat, sadece Türkiye üzerinden değerlendirmek yetersiz olacak ve yanlış sonuçlara varmamıza sebep olacaktır. Küresel ölçekteki olguları sadece “biz” çerçevesinde görürsek, resmin büyük kısmından haberdar olmayız.
Kısacası bilmeden konuşmamak gerek (al sana büyük resim 😊).
Mesela 61 darbesi Amerikan mıdır İngiliz mi, sonraki darbe diğer devletin ona cevabı mıdır, yoksa TSK’nın kararı mıdır, darbeyi klikler mi yapar, iç dinamikler mi? Kim kime sızmış ve nehrin akışını değiştirmiştir, niyet nedir, sonuç nasıl olmuştur?
Yine mesela, Senusi Tekkesi ve Lozan ilişkisi var mıdır, varsa da Lozan Antlaşması dış devletler kadar iç konsensüs içinde de mi imzaya alınmıştır Lozan ile?
Araştırmazsanız (öğrenmezseniz) mahalle ağzıyla konuşur, vatanı sevdiğinizi söyleyerek ve daha kötüsü bunun yeterli olduğuna kendiniz de inanarak, konuyu kaparsınız. Oysa sevmek, emek harcamak demektir. Car car konuşmak değil…
Neyse uzatmayalım, bu bilgiselin konusu bugünlerde giderek artan, geçmişi suçlama eğilimi. Öyle üfürmek kolay ama tarihi hakkaniyetli biçimde değerlendirirsek, tercih zorunluluğu ile olabileceklerin arasında en uygun görülenin yapıldığını fark ederiz.
Bu noktada birkaç gerçeği görmemiz lazım:
Tercihte bulunmak bizim kararımız değildi. Dünyanın şartları değişmişti. Biz de taraf seçmek zorunda kalmıştık.
Rus ya da Batı bloğu. Seçeneklerimiz bunlardı.
Hangi tarafı seçersek seçelim küresel ölçekteki hareketin tarafı, parçası oluyorduk. Sürecin kendisine, etkilerine ve dönüşüme itiraz edecek ya da yönlendirecek gücümüz yoktu (burası önemli).
Şimdi şu güç meselesini biraz açalım. Türkiye, batı medeniyetinin aksine ticaret yapan ve sermaye biriktiren ve büyüyen bir ülke değildi. Düşünün, Ford yüzyıldan fazladır araba satıyor. Koç grubu bile otomobil işinden ne kadar kazandı, düşünün ki Fiat ne kadar kazandı ve ne kadar büyük. Bu sermaye eksikliği bizi üretmek konusunda da güdük bıraktı.
Düşünün ki çelik gibi temel ağır sanayi fabrikalarımızı bile cumhuriyetin kuruluşundan çok sonraları yapabildik. Üretemeyince güçlü olamazsınız ve biz üretemedik. Şimdi bana ürettik ama izin vermediler diyeceksiniz, ki bu da güçsüz olduğumuzu gösterir. Üretimin ne olduğu konusunda söylenmesi gereken bir diğer husus ise akademidir. Sanayi ve üniversite (bilim) birlikte çalışınca ilerleme ve iyi ürün çıkar.
İşte bu yüzden eğitim sistemimiz Köy Enstitüleri ile başladı ve günümüzdeki imam hatip okullarına kadar geldi. Bu okullardaki sorun din eğitimi değil bilim ve araştırma yapacak beyin üretilmemesidir. Mesela İran, evrim teorisini okullarda gösterir ve sahip çıkar zira coğrafyasında güçlü olmak ve güçlü kalmak için bilim yapmak zorundadır…
Osmanlı bu eksikliği görmüş ve batıyla mücadele edemeyeceğini anlamıştı. Osmanlı sistemi üretemiyor ve batı karşısında devamlı dayak yiyordu. Bu sebeple son dönem Osmanlı sistemi ordudan başlayarak devleti, kurumları yeniden yapılanmaya soktu. Mesela Latin alfabesine geçiş, evrimi temel alan tıp, fizik biliminin temel alan subay eğitimi gibi konularda başlangıç, uygulama ve karar, aslında Osmanlı’da başlamıştır. Bu gerçek, günümüzde ve dahi unutmayın ki bazen gerçek görülmesine diye tam da göz önüne konur.
https://twitter.com/mustafaat/status/882956852753039361
58/ https://x.com/mustafaat/stat/mustafaat/status/882956852753039361
Unutmayın ki 2:
https://twitter.com/mustafaat/status/884560376209256448
Mesela olmayan bir sorun yaratıp bunu sonra nasıl kullanırsınız örneği: türban.
Türban / başörtüsü ayrımı ve aslında böyle bir sorunun olmaması, icat edilmesi konusu: Rotraud Scheer? Yüksel Şenler? Ben tarih okuyunca daha farklı anlamları olduğunu düşündüm üstadım. Sen de bir bak bakalım enerjimizi harcamak için nasıl var edilmiş zaman içerisinde?
Peki bu ne işe yarar: “Bir yumurta dışarıdan bir kuvvetle kırılmışsa yaşam sona erer, içeriden bir kuvvetle kırılmışsa yaşam başlar.” Dolayısıyla daha iyi eğitilmeden, daha düzgün bir adalet sisteminin, siyasetinin ve ekonominin haricindeki her alandaki çatışma-sorun, “gayri milli” akıllar tarafından, sen asıl sorunlarını fark etmeyesin diye kullanılır. O arada ordunu, subaylarını zayıflatırlar; derelerini özel şirketlere devredip sana parayla satarlar, ormanlarını keser kendilerine villalar yaparlar, sen ödersin…
Peki biz ne yapabiliriz? Kısa bir cevap vereceğim: İlkelerimizi koruyarak var olmaya ve güvenli şekilde tepki vermeye devam edeceğiz. Bu dönemde “kendin kalmak” yeterince büyük direniş ve adımdır inanın. Sağduyu, ortak akıl, çıkarının nerede olduğunu bilme (milli olmak), farkında olma ve üretmek; bu dönemde en doğru adım budur. Aksi takdirde sıkışmışlık hissi ve artan öfke ile şu
Alıntı
Zeki Yılbaş
@Stavr0gin_
·
1 Kas 2016
@Stavr0gin_ adlı kişiye yanıt olarak
TC batıya eklemlenmek zorundadır jeo-politik konjonktür gereği. Kısacası kartalımız çift başlıdır, bir yüzümüz batılı ve diğeri doğulu olur.
Şimdilik bu kadar, sorular olursa cevaplar, bir süre sonra da bugün yaşananlar nedir konusuyla ve geçmişle bağlantısını kurarak devam ederiz.
https://twitter.com/mustafaat/status/882678182851338241
Mustafa A. T.
#15temmuz #Türkiyesiyasettarihi #tarih #Osmanlı #eğitiminüretimeetkisi #ekonomik #tarihtebilinmeyenler
0 notes
Text
SÖZDE SOYKIRIM DOSYASI /// ERGUN MENGİ : Sözde Ermeni Soykırımı iddialarına hukuki bakış
ERGUN MENGİ : Sözde Ermeni Soykırımı iddialarına hukuki bakış 24.04.2024 Evrenin ilk Dünya Savaşı başlamış, tüm dünya bir kan pazarı. Osmanlı yedi cephede savaşıyor. Doğuda Ermeni Taşnak ve Hınçak komitacıları Rus ordusuna gönüllü katılıyor, doğu illerimizdeki halkımıza saldırıyorlardı. Ermenilerin, Osmanlıya karşı yaptığı saldırılar, Ermenistan’ın İlk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin anılarında…
View On WordPress
0 notes
Text
DIŞ BORÇ BELASI
Yıl: 1828–1829
Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturuyor.
Osmanlı-Rus savaşı sürüyor.
Osmanlı ordusunun Tuna garnizonlarında ekmek yok! Çünkü ekmeği yapacak un yok, buğday yok!
Osmanlı, ünlü Yahudi banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild, gerekli buğdayı satın alıp Osmanlı’ya verir.
Osmanlı devleti, aldığı buğdayın ancak yarı parasını ödeyebilir.
Yıl: 1834
Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturmaktadır.
Yunanlar Osmanlı’ya başkaldırmış, savaşmış ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Ayrıca, Osmanlı devletinin Yunanlara tazminat ödemesi karalaştırılmıştır.
Osmanlı’nın tazminat ödeyecek parası yoktur, hazine boştur.
Osmanlı yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild’in bir temsilcisi İstanbul’a gelir, sözü edilen parayı öder, Osmanlı’ya borç yazılır.
Yıl: 1853–1856
Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
Kırım Savaşı sürmektedir.
Osmanlı ordusunun silaha ve mühimmata ihtiyacı vardır, ama bunları alacak parası yoktur.
Osmanlı, yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild aracı olur, Osmanlı’ya 10 milyon 514 bin 976 kuruş borç verip 40 bin tüfek, 2 bin şişhane, 10 milyon fişek ve 50 milyon kapsül alınır.
Yıl: 1855
Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
Zaten kasasında parası olmayan Osmanlı’nın, Kırım Savaşı sırasında masrafları çok artmıştır.
Çok acele ve çok büyük paraya ihtiyacı vardır.
Osmanlı yine banker Rothschild’a başvurur.
Osmanlı, istediği borç karşılığı Mısır vergisi, İzmir ve Şam gümrüklerinin gelirlerini teminat olarak gösterir, yani ipotek ettirir.
Rothschild bu teminatlarla yetinmez. Çünkü Osmanlı devleti, aldığı buğdaydan kaynaklanan borcun yarısını hâlâ ödememiştir.
İşte bu nedenle Rothschild; İngiltere ve Fransa’nın kefil olması koşuluyla Osmanlı’ya borç vermeyi kabul eder.
Osmanlı devletine 5 milyon Sterlin borç verir.
Yıl: 1891
Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.
Hazinede para yoktur.
Bir kez daha banker Rothschild’e başvurulur.
Rothschild; yüzde 4 faizle, ödeme süresi 60 yıl olan, 6 milyon 316 bin 920 Sterlin borç verir.
Yıl: 1894
Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.
Hazine tam takırdır.
Borç için yine banker Rorhschild’e başvurulur.
Rorhschild, yüzde 3,5 faizle 8 milyon 212 bin 340 Sterlin borç verir.
Borcun geri ödeme süresi 61 yıldır.
Osmanlı bu borcu yıllık 330 bin Sterlin taksitlerle ödemek üzere borç senetleri imzalar.
Tarih: 1 Kasım 1922
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Osmanlı saltanatına son verdi,
Tarih: 17 Kasım 1922
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin, bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’dan kaçtı.
Tarih: 24 Temmuz 1923
Lozan Antlaşması imzalandı.
Genç Türk devleti, Osmanlı devletinin borçlarını yüklendi.
Bu borçlar arasında banker Rorhschild’den alınmış borçlar da vardı.
Lozan Antlaşması’nın ilgili hükümleri gereğince, banker Rorhschild’den alınmış olan borçlar Rothschild Ailesi’ne ödendi.
Değerli Dostlar,
Kamu maliyesi uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez, Osmanlı’nın borçlarını hesapladı. 2013 yılının kurlarına göre, Osmanlı devletinin toplam borcu 500 MİLYAR DOLAR tutuyordu.
Bu borcu, büyük devrimci Atatürk’ün önderliğinde “Yeniden Doğan” Türk milleti ödedi.
Değerli Dostlar,
Bu yazının kısa özeti şudur:
Yıkılıp giden Osmanlı’nın 500 MİLYAR DOLAR borcunu, Osmanlı’nın aşağıladığı Türk halkı ödedi.
Bu gerçeği, Osmanlı'nın bazı palavralarıyla kandırılmak istenen halkımız, özellikle de gençlerimiz hiç akıllarından çıkarmamalıdırlar.
Bilin istedim.
0 notes
Photo
Plevne Savunmasının Önemi ve Berlin Antlaşması
Plevne Savunması, (19 Temmuz 1877-10 Aralık 1877) Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Osmanlı Ordusu’nun Gazi Osman Paşa komutasında, Rus ve Rumen ordularına karşı Plevne kentini 145 gün boyunca başarıyla savunduğu bir olaydır.
0 notes
Video
youtube
Benim Gözüm Sende - Caroline Yılmaz - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Muh... Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=dvhpZ4d7gHs Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Benim Gözüm Sende - Caroline Yılmaz - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Muhayyerkürdi Şarkı 9/8 TSM) Makam: Muhayyerkürdî Bestekar: Ülkü Aker Sanatçı: Muazzez Ersoy Güftekar: - Usül: Nim Sofyan Bm A G F#m F#m Görünce aşık oldum Bm O güzel gözlerine Em Başkasını istemem A F#m Benim gözüm sende Bm A G F#m F#m Yalvarırım ne olur Bm Başka birini sevme Em Ben sensiz yaşayamam A F#m Benim gözüm sende Bm A G F#m F#m Ömür boyu beklerim Bm Belki seversin diye Em Başkasını istemem A F#m Benim gözüm sende Do Re Mi Notasyon do(i)__ re do re | si__ do si do | la__ si la si | sol#__ ||: mi mi sol_ la_ | si_ do_ si la si_ görünce aşık oldum mi mi sol_ la_ | si_ sol_ la sol la_ o güzel gözlerine mi mi fa_ sol_ | la_ fa mi fa__ başkasını istemem sol_ la_ si_ | sol_ fa_ mi__ :|| benim gözüm sende Benim Gözüm Sende Notaları Keman, melodika, flüt, org notaları. Şarkının sözleri Ülkü Aker’e ait, bestecisi bilinmiyor. Şarkıyı ilk olarak Belkıs Özener seslendirmiş sanırım. Eser 9/8 ölçü biriminde ve muhayyerkürdi makamında. Do Re Mi nota ve kolay notalarını görebilirsiniz bu yazıda. 2 notasyonu da mi karar sesinde yazdım. Kolay notası sayfanın altında ve nota çalıcısını da ekliyorum, notasyonu dinleyip doğru bir şekilde çalabilirsiniz. Başarılar. Türk sineması Madde Tartışma Oku Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi "Yeşilçam" buraya yönlendirilmektedir. Diğer kullanımlar için Yeşilçam (anlam ayrımı) sayfasına bakınız. Türk sineması Salon sayısı 2.366 (2022)[1] • Kişi başına 100 binde 2,7 (2022) Ana dağıtıcılar UIP Türkiye CGV Mars Dağıtım CJ ENM Türkiye Warner Bros. TME Films Üretilen filmler (2023)[2] Toplam 141 film Animasyon 9 animasyon[3] Seyirci sayısı (2023)[4] Toplam 31.5 milyon kişi Yerli film 13.5 milyon kişi (%42,9) Gişe hasılatı (2023)[4] Toplam ₺2.83 milyar Türk sineması, Türkiye sineması[not 1] veya eski adıyla Yeşilçam, Türkiye'deki film endüstrisine dair faaliyetleri ve sinema kültürünü kapsamaktadır. Geçmişi 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanan Türk sineması, 1964 yılından itibaren çeşitli uluslararası film festivallerinde birçok ödül kazanmış[not 2] ve kendi çapında dünya sinemasına kendini göstermiştir. Türk kültürünün önemli bir parçası olan bu sinema, yıllar içinde kendini geliştirerek Türkiye'deki insanlara ve Balkanlar, Orta ve Doğu Avrupa başta olmak üzere yurt dışındaki Türk gurbetçilere eğlenceler sunmuş; son zamanlarda özellikle Arap dünyasında ve daha az ölçüde de olsa geri kalan yerlerde zenginleşmeye başlamıştır. Türk sinemasının başlangıç tarihi Osmanlı İmparatorluğu dönemine uzanmaktadır. 1896-1897 yıllarında başkent İstanbul'da çeşitli yerlerde gösterilen yabancı filmlerle başlayan bu kültür, 1914 yılında Fuat Uzkınay tarafından çekilen Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı filmiyle beraber yerli boyuta ulaşmıştır. Bir yıl sonra, 1915'te, Enver Paşa tarafından İstanbul'da kurdurulan Merkez Ordu Sinema Dairesi, Türk sinemasının kurumsal kimliğe kavuşmasını sağlayan kuruluş olmuştur. I. Dünya Savaşı ve akabindeki Türk Kurtuluş Savaşı sırasında da sinema çalışmaları yürütülmeye devam edilmiş ve 1922 yılında Türkiye'nin ilk özel film şirketi olan Kemal Film kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1923 yılından 1950'ye kadar daha çok tiyatronun etkisinde kalan Türk sineması, 1931'den sonra sesli filmler çekmeye başlamıştır. Kabaca 1950-1980 yılları arası süren Yeşilçam dönemi; film üretimi bakımından Türk sinemasının en parlak dönemi olmuş, 1970'lere kadar yılda 250 ila 350 film çekilmiş, ayrıca 1953'ten itibaren renkli filmler yapılmaya başlanmış ve renkli filmlerin sayısı 1970'li yıllarda artışa geçmiştir. 1980 askerî darbesiyle biten Yeşilçam döneminden sonraki 20 yılda bazı önemli filmler çekilse de, özellikle 1990'ların başında film üretiminde çöküşe geçilmiştir. 2000'li yılların başı ve ortasında çekilen bazı filmlerin sinemalarda 2, 3 ve 4 milyon gibi rekor sayılarda izlenmesi ve aynı onyılın ikinci yarısında izlenme sayıları gibi yapım sayılarının da hızla artması, Türk sinemasını kendi içerisinde tekrar saygın bir konuma yerleştirmiştir. Makale serilerinden Türk kültürü Türkiye arması Toplum Sanat ve edebiyat Diğer Semboller
0 notes