#Muhabbet şahane
Explore tagged Tumblr posts
ozgur-ce · 11 months ago
Text
Günün sorusu:
-Çooook zengin olsanızda vazgeçemeyeceğiniz fakir alışkanlığınız nedir?
Örnek veriyorum 😄
-Ev sıcak ama yer çeker diye patik giymek 😅
-Biten şampuanın dibini suyla çalkalamak
-Bir lokma ile de olsa tabağın dibini sıyırmak
-Elimi sildiğim ıslak mendille ayakkabılarımı da silmeden atmamak 😂😂😂 gibi
Hadi bu kasvetli yağmurlu haftayı bitirerek birazcık gülmek hepimizin hakkı, çayın yanında yorumlarınızı bekliyorum 😊☕🥐🍒
270 notes · View notes
bercesteruh · 3 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
@cileklipalet ablacığım ile ve samimi bir ortamdan geriye kalanlar... sohbet öylesine güzeldi ki, muhabbet ettiğim kişiler ise apayrı güzeldi. yüreğimin ısındığı bir gündü. çay bahane muhabbet şahane efendim, 😌🐣💖
43 notes · View notes
okuryazarlar · 10 months ago
Text
Tumblr media
Mustafa Kemal Atatürk, Samsun'a ayak basalı dört ay olmuş. Geride bıraktığı annesine gönderdiği mektupta kısaca durumunu ve yapacaklarını anlatıvermiş, meraklanmasın diye.
Ağustos 1919
Muhterem Valideciğim,
İstanbul'dan mufarakatımdan beri sizlere birkaç telgraftan başka bir şey yazmadım. Bu sebeple büyük merak içinde kaldığınızı tahmin ediyorum. Bilhassa hakkımda gerek ötekinden berikinden ve gerek gazetelerden işittiğiniz natamam haberler şüphesiz merakınızı tezyit etmiştir. Halbuki şimdi vereceğim izahatla mutmain olacağınız veçhile şayan-ı endişe hiçbir şey yoktur.
Malumunuzdur ki, daha İstanbul'da iken ecnebi kuvvetlerin devleti, milleti fevkalade sıkıştırmakta ve millete hizmet edebilecek ne kadar adamımız varsa cümlesini hapis ve tevkifve bir kısmını Malta'ya nefy ve tazip etmekte pek ileri gidiyorlardı. Bana nasılsa ilişememişlerdi. Fakat 3. Ordu müfettişi olarak Samsun'a ayak basar basmaz İngilizler benden şüphelendiler. Hükümete benim sebebi izamımı sordular. Nihayet İstanbul'a celbimi talep ve bunda ısrar ettiler. Hükümet beni iğfal ederek İstanbul'a celp ve İngilizlere teslim etmek istedi. Bunun derhal farkına vardım. Ve bittabi kendi ayağımla gidip esir olmak doğru değildi. Padişahımıza hakikat hali yazdım. Ve gelemeyeceğimi arz ettim. Zat-ı şahane de evvela buna muvafakat etti. Fakat daha sonra İngilizlerin tazyiki ziyadeleşti. Nihayet o da İstanbul'a avdetimi irade etti. Bu suretle artık resmi makamımda kalmaya imkan göremediğim gibi askerliğimi muhafaza ettikçe İngilizlerin ve hükümetin hakkımdaki ısrarına mukabele edilemeyecekti. Bir tarafında bütün Anadolu halkı tekmil millet hakkımda büyük bir muhabbet ve itimat gösterdi. "Seni bırakmayız" dediler. Filhakika vatan ve milletimizi kurtarabilmek için yegane çare askerliği bırakıp serbest olarak milletin başına geçmek ve milleti yekvücut bir hale getirmekle hasıl olacak kudret ve hareket-i milliyeyihüsn-i istimal eylemekten başka çare mutasavver değildi. Binaenaleyh ben de böyle yaptım. Elhamdülillah muvaffak da oluyorum. Pek yakında netice-i maddiyeyi bütün cihan görecektir.
Zübeyde Hanım'ı aramızdan ayrılışının 101. yılında saygıyla anıyoruz.
25 notes · View notes
devrimakturk · 1 year ago
Text
Tumblr media
Doğu'nun Almanya'sını gezdik | Diyarbakır'dan Adana'ya Seyahat | Yemekler şahane | Gezsen Anadolu'yu
VLOG Linki: https://youtu.be/C039Ol-c8_Y
Herkese merhaba, ben Devrim Aktürk.
Türkiye'mize duyduğum sevgi ve muhabbet sonrasında bir karar aldım. Ülkemi, cennet vatanımı hem yurt içinde, hem de yurt dışında tanıtmak için kolları sıvadım. Çalışmalarım ve projelerim sonrasında memleketimizin bir çok ilini görüp, gezip, yemeklerinden tadıp, kıymetli insanları ile haşır neşir olma durumu yaşadım. İstedim ki yeni güzergah noktam Adana olsun. Bu gezide desteklerini sunan Gençlik ve Spor Bakanlığı'mıza ve Damla Gönüllülük Hareketi'ne çok teşekkür ediyorum.
Gezin, görün, sevin, sevilin.
Her şey gönlünüzce olsun İnşALLAH 😊❤️...
.
.
.
.
#Adana #Adanalı #SıfırBir #sıfırbir #adanademirspor #MustafaKemal #MustafaKemalAtatürk #Türkiye #bayrak #vatan #millet #devlet #ezan #TürkBayrağı #Bayrak #AyYıldız #Diyarbakır #Amed #Diyarbekir #uçak #yılmazgüney #yılmaz #çirkinkral #güney
0 notes
protonobilissimos · 2 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media
-  Kahve içenler, kahve sevenler, kahve bahane muhabbet şahane diyenler; kara olmasaydın, kara bakmasaydın, güzel olsaydın, güzel anılsaydın diye serzeniş edenler; hatrın var yoksa neye yarardın diye iç çekenler; ahmaklık diyip görüp içmem diye bahane edenler; kahvede güzel gitti, bir de yatak olsaydı da yataydık diye iç geçirenler; zalim kızların tuz bastığı, sevdalıların sürpriz yaptığı, mutlu anarın aşüftesi; muhabbet bağının çiçeği; ayrılık denince buram buram hasret kokanların sığınağı; Yemen'den gelince iyi, yolda görünce misk, içince meşk; içeceklerin Şah'ı; çayın en büyük rakibi, zamanı gelince düşmanı, dilbere naz, bülbüle niyaz; şiirlere giren yosma; şarkılarda bilumum katran; yoklukta az çekilmiş nohut; küçüklerin uzak durduğu büyükler için bir yudumluk nefis terbiyesi; dost meclisinde, gönül bahçesinde, iki çift lafın yandaşı; var olunca hoş, yokluğunda hançer; bozulan iç organın leblebisi
30 notes · View notes
hataysekshikayelerisblog · 4 years ago
Text
Home ★ Premium Permalink
Asıl Sikmek İstediğim Kızın Annesiydi! (Emrah 19 Y., İstanbul)
Öncelikle herkese selam. Ben Emrah, 19 yaşındayım. Bu yaz ailemle Antalya Kemer'e tatile gitmiştik. Her seferkinden farklı olarak 1 hafta yerine 10 gün tatil yapmayı kararlaştırmıştık. İlk 2 gün kendi kendimize takıldık, ama 3. gün annem bir aileyle tanışmış ve akşam yemek için sözleşmişlerdi.
Ben biraz Kemer merkezde takıldıktan sonra akşam yemeği için otele geldim. Annem, ablam ve babam o aileyle beraber oturuyorlardı. Ben de yanlarına gittim ve tanıştım. Onlar Ankara'dan gelmişlerdi. Ailenin kızı İlayda tam bir afetti, ama annesi çok daha güzeldi. Annesi orta yaşlı olmasına rağmen dimdik göğüsleri ve sütun gibi bacaklarıyla kızından daha çok ilgi çekiyordu. Hem annesi hemde İlayda, iri memelerini ortaya çıkaran dekolteli birer kıyafet giymişlerdi. Gözümü alamıyordum.
Sahildeki Cafeye gitmek için kalktıklarında, giydikleri daracık elbiselerden ikisinin de götü müthiş görünüyordu. Ben daha fazla dayanamıyordum, zaten sevgilim de 1 aydır yazlıktaydı. En son gitmeden önceki gün seks yapmıştım sevgilimle. Abazalığın doruk noktasındaydım yani. Ben müsaade isteyip odaya gittim. Yarağım kazık gibi olmuştu. Enteresan bir biçimde etkilenmiştim kadından. Annemle babam bir odada, ben ablamla diğer odada kalıyordum. Sigaram bittiği için ablamın sigarasından bir tane alıp balkona çıktım ve sevgilimi aradım. Onu çok özlediğimi ve çok fazla arzuladığımı söyledim. O da benim azmış olduğumu anlamış, iyice azdırmak için, şu anda amının vıcık vıcık olduğunu, kendini parmakladığını falan anlatıyordu. Benim de elim sikimde, şortumun içinden 31 çekerek telefon seksiyle boşaldım. Boşaldıktan sonra bile sikim dimdikti.
Ablam gece saat 1 gibi geldi. Ablamla o aile hakkında konuşmaya başladık. Adamın Ankara'da şirketi varmış, sık sık tatile çıkamıyormuş, 3 günlüğüne gelmiş onlarla, yarın gidiyormuş, ama eşi ve kızı burda 1 hafta daha kadar kalacaklarmış. Benim o kadını sikmek gibi bir planım olamazdı zaten, kadın kaç yaş büyüktü benden. En fazla onun o şahane vücudunu aklıma kazıyıp, her gece onu düşünerek mastürbasyon yapabilirdim. En sonunda ablam da yattı. Ben de tüm günün yorgunluğuyla ve tabii kadını düşünerek uyudum.
Ertesi sabah ablamla erkenden denize gittik. Annemle babam uyanmamışlardı, saat daha 7'ydi. Ablam hemen denize girdi. Ben şezlongta uzanırken İlayda ve annesi geldiler, yanımızdaki şezlonglara uzandılar. Kadını görünce yine heyecan basmıştı beni. Kısa bir hoş beşten sonra İlayda solumdaki şezlonga uzandı. Annesi kalktı ve üstündeki tişörtü ve altındaki kot eteği çıkarınca, selülitsiz, pürüzsüz, hayatımda gördüğüm en sexy vücutlardan biri karşımdaydı. Giydiği bikini ne amını, ne götünü, ne de memelerini kapatıyordu. Çok çok dikkatli bakınca amının paket kısmı görünüyordu, delirmek üzereydim. Artık sikimi saklayamıyordum. Yan yatıp, sikimi iyice içeri çekerek İlayda'yla muhabbete başladım. Onun da annesinden kalır yanı yoktu valla. O da yan yatınca iri memeleri birleşmiş gibi duruyordu. İri memeler, taş gibi vücut, ana kız o kadar rahattılar ki, anlatamam. İlayda'yla yaşıt çıktık, Ankara'da Üniversiteye gidiyormuş. Okul hakkında konuşuyorduk, sohbeti iyice koyulaştırdık. "Sigara içiyor musun?" diye sordum, "İçiyorum ama annemin haberi yok, biraz uzaklaşıp yakalım birer tane!" dedi, ben de tamam dedim. Bu arada ablamla İlayda'nın annesi gelmişler, muhabbet ediyorlardı. İlayda annesine, "Biz Emrah'la biraz yürüyelim anne, merak etme buralardayız." dedi ve kalktık.
Sabah saatleri olduğu için sahil nispeten biraz daha tenhaydı. 15-20 dakika yürüdükten sonra bir iskelenin ucuna kadar geldik, pofuduklara oturup sigara yaktık. İskelenin ilerisinde kayalıklar vardı, bayağı uzaklaştığımızı anlamıştım. İlayda karşıma oturur oturmaz bacaklarını ayırdı. Sigaralarımızı içerken, muhabbetimiz biraz özel hayata girmişti, sevgililerimiz hakkında konuşuyorduk. İlayda sevgilisinden ayrılalı 2-3 hafta olmuş. Söylediğine göre çocuk onu başkasıyla aldatmış. Konuşurken öfkesi iyice artıyordu.
Biraz daha muhabbet ettikten sonra denize girdik. Denizde rahat durmuyor sürekli bana su sıçratıyordu. Kendime çekip suyun altında soktum onu. Sonra çıkardım, o da beni suyun altına soktu. İyice boğuştuktan sonra onu kendime çektim, bacaklarıyla belimi sardı. Sikim hafifçe amına temas ediyordu. Eee haliyle kazık gibi olmuştu sikim. Eliyle de boynumu sarmış, öylece yüzüyorduk (daha doğrusu sığ bir kısımdaydık, yürüyordum ben) denizde. Sikim amına iyice baskı yapıyordu. Gözgöze duruyorduk. Hani bir elektriklenme gibi birşey olur da, o an olayın nereye gideceğini tahmin edersiniz ya, öyle bir andı işte. Ne olacaksa olsun diye düşünerek, sikimi şortumdan çıkardım. Artık aramızda sadece bikinisi vardı. Yavaş hareketlerle amını okşamaya başladım. Etrafıma baktım ve dudağına hafif bir öpücük kondurdum. Karşılık alabilmiştim. Yavaş ve çekingen hareketlerle öpüyordum dudaklarını. Bikinisini araladım ve amını ellemeye başladım. Bana, "Ne istediğinin farkındayım..." dedi ve kulağıma gelerek, "Bakire değilim!" dedi. Ben o anda kopmuştum. Etrafımız hafiften dolulaşmaya başlamıştı. Rahat olamayacağımızı söyledim ve denizden çıktık. Sahilde elele tutuşmuş, sevgili gibi yürüyorduk. Biraz yürüdükten sonra kayalıklara geldik. Etrafı kolaçan ettim. Kimsenin olmadığına emin olduktan sonra dudaklarına yumuldum.
Dudaklarını vantuz gibi emiyor, dilimi ağzında gezdiriyordum. Uzun bir süre öpüştükten sonra, boynunu ve omuzlarını deli gibi emmeye başladım. Boynunu morartıyordum. Bunları yaparken ayaktaydım, o hafiften kayalıklara yatmıştı. Etrafıma bakıyordum, halen kimse yoktu. Delirmiş gibi yalıyordum kızı. Bikinisinden iri memelerini sıyırdım. Dimdik duran memelerini sıktım, uçlarıyla oynadım. Sonra eğilir eğilmez memelerinin uçlarını ağzıma aldım. Ucunu hafifçe ısırıyor, memelerinin halkalarını emiyordum. Eliyle başımı memelerine bastırıyordu. Sonra hemen diz çöktürdüm ve sikimi ağzına almasını sağladım. Nasıl yalıyordu ama! Dibinden ucuna doğru yalıyor, sonra ucuna dil darbeleri atıyordu. Kıllı sikimi müthiş yalıyordu. Sikimin, ter ve döl karışık kokusunu sevdiğini söylüyordu. Ben halen etrafıma bakıyor, arada bastırıyordum. Tamamı ağzındaydı. Sonra sikimi kaldırıp taşaklarımı emmeye başladı. Emerken de sikimi sıvazlıyordu. Sikimi tamamen ağzına aldı, boğazına bastırdım ve döllerimi volkan gibi ağzına patlattım. Bacaklarım titriyordu. Sikim ağzındayken sesler duyar gibi oldum ve hemen toparlanıp oradan uzaklaştık. İlayda'nın ağzının kenarında döllerim vardı, onları eliyle topladı ve ağzına aldı tekrardan. Yürüyerek şezlongların oraya geldik.
Kimse yoktu şezlonglarda, ama annem ve babamın gelmiş olduğu belliydi, havlularını sermişlerdi. Ben çantadan çaktırmadan odanın anahtarı aldım. Annem gelince, anneme İlaydayla animasyona katılacağımızı söyledim. Annemden onayı aldıktan sonra odaya gittik. Kapıyı kapatır kapatmaz dudaklarına yumuldum. Deli gibi öpüşüyorduk. Kucağıma aldım onu, biraz da öyle yiyiştik. Ucundan döllerimin sızdığı yarağımı önce ağzıyla temizlettim, sonra çantamdan aldığım prezervatifi taktırdım. Sikim gene kalkmıştı. Prezervatifi taktıktan sonra sabrım kalmadığı için hemen yatağa yatırdım, bikinisinin altını çıkarıp, bacaklarını ayırdım. Mis gibi sulu amcığını önce parmakladım, sonra sikimi bir hamlede kökledim amına. Çığlıklarını duymalıydınız. Amına sert sert basıyordum. Gözleri kaymıştı. Bikinisinin üstünü yırtar gibi çıkardım ve memelerini ısırmaya başladım. Delirmiş gibi sikiyordum amını. Ben pompaladıkça kasılmaları artıyor, deli gibi bağırıyordu.
Sonra ben sırt üstü yattım ve İlayda bana bakarak üzerime çıktı, tek eliyle amının dudaklarını ayırdı ve sikimi bir hamlede içine aldı. Şimdi o delirmiş gibi zıplıyordu. Önümde sallanan memelerini avuçluyordum. Zevkten arada bir kafasını arkaya atıyor, öyle siktiriyordu kendi bana. Eğilip dudaklarını dudaklarımla buluşturdu, böylece sadece yatağın gıcırtılarını duyuyorduk. Hafifçe yana yatırdım ve arkadan amına soktum. Bacaklarını kaldırmış bir biçimde pompalıyordum ve gene memelerini sıkıyordum orospunun. Küfürlü sikmeye bayıldığım için, sikerken küfürler ediyordum, "Amına koyduğumun zillisi seni, delirttin dün geceden beri beni, azgın fahişe!" gibi küfürlerle, onun küfürden hoşlanıp hoşlanmadığını anlamaya çalışıyordum. Hoşlandığından olsa gerek, manyak bir biçimde orgazm oldu. Titriyordu. Titremeleri beni daha da delirtti ve sikimi tamamen sokup, tamamen çıkarmaya başladım. Onun, "Dayanamıyorum artık, zevkten öleceğim!" demelerine rağmen pompalıyordum. Ben de yavaş yavaş sona yaklaşıyordum. Tekrar bir hamleyle altıma aldım ve pompalamaya başladım, gözlerim kaymış ve bitkin bir şekilde inleyerek sikim içindeyken boşalmaya başladım. Boşaldıkça döllerim geliyor, sanki kondom şişiyordu. Sonra sikimi çektim amından, prezervatifi çıkardım ve daracık yatakta ona iyice sarılarak uzandım.
Bayağı bir süre ona sarılarak yattım, iltifatlar ediyordum. Terden her yerimiz ıpıslaktı. Duşa girmemiz gerekiyordu. Fazla vaktimiz yoktu, annem aramıştı. Duşa beraber girdik. Duşta da uslu durmuyordum. Sürekli amına ve götüne dokunuyor, dudaklarını öpüyordum. Ilık suyun altında gene sevişmeye başladık. Hiçbir şey umrumda değildi, azgınlıktan gözüm birşeyi görmüyordu. Öpüştükten sonra hemen onu domalttım küvetin içinde. Arkasına geçip elimle götünü yoklamaya başladım. Şampuanı döktüm elime, götünü parmaklamaya başladım. "Çok dar götün var orospum!" deyince, götünü sikecek 2. erkek olduğumu söyledi. "Azgın fahişe seni, her deliğini siktirdin mi kaltak!" deyip, sikimi götüne öyle bir soktum ki, çığlığı tüm banyoda yankılanıyordu. Götünün daracık deliğini sikerken, popsuna şaplaklar atıyor, saçlarını çekiyordum. Delirmiş gibi sikiyordum orospunun götünü. Çok dar olduğundan fazla dayanamayıp, sırtına boşaldım. Hemen yıkanıp, mayolarımızı giydik ve öğle yemeği için restorana gittik.
İkimiz de bitkin bir haldeydik. Annem, "Ne oldu, çok yorgun görünüyorsunuz?" diye sordu. "Animasyon çok yordu anne ya, sabah sabah yapmadığımız hareket kalmadı!" deyince, annem o şüpheli bakışlarını çekti üzerimizden. Yemeği yeyip kalktık, denize gittik. Bu sefer uslu duruyorduk, düzgün düzgün yüzdükten sonra deniz kenarında takıldık. Akşam yemeği için sözleşip odalarımıza çıktık...
Temizlikçiler odayı temizlemişlerdi, gayet toplu duruyordu. Ablama, "Öldüm ya!" deyip yatağıma ölü gibi yattım. Ablam banyoya girmek için üstünü çıkardı, ben de arkamı döndüm görmemek için. Banyoya yürürken ayağına bir şey değince, "Ay!" diye birden huylandı, sonra ayağını kaldırıp prezervatifin kabını gördü. Eline aldı, havluyla karşıma geldi ve "Bu senin mi?" dedi. Ben de, "Hayır..." diye mırın kırın etsem de, "İlayda'yla mı birlikteydin?" diye sordu. Ben, "Evet..." deyince, ablam bana çok kızdı. Çünkü sevgilimle olan ilişkimi biliyor ve sevgilimle çok iyi anlaşıyorlardı. Onu aldattığım için bana gerçekten çok kızdı ve duşa girdi. Açıkçası ablamın kızıp kızmaması umrumda değildi. Ama sevgilime söylemeyeceğinden emindim.
Sonraki bir hafta boyunca, İlayda'yla deliler gibi sikiştik. Hatta gidecekleri son gün sikişirken ona, "Anneni çok arzuluyorum!" dedim ve o da çok bozuldu. İlayda kendi annesini kıskanmıştı. Bunu neden söyledim, inanın bunu da bilmiyorum. Sanırım İlaydanın o sulu amcığını sikerken kendimden geçtiğim anda bilinçaltımın bana söylettiği bir cümleydi...
[Emrah]
79 notes · View notes
kafkasizkalanmilena · 4 years ago
Text
Bugün Büşra ile kahvaltı yapmaya gittik kale taraflarına. Kahvaltı bahane, muhabbet şahane. Dün ‘seni çok özledim’ yazmıştım, gece ‘yarın kahvaltıya gidelim sabah seni alırım’ dedi. Hayatıma büş gibi insanları kat rabbim. Amin. Gönlü güzel, çehresi güzel, sımsıcak sarılan, görünce tebessüm ettiren... Ellerine sağlık rabbim yarattıkların çok güzel olmuş. :)
10 notes · View notes
andtheberf · 5 years ago
Text
07.05.2020
“Tak tak”
“Kimdir o, kimdir?”
“Ben bahar.”
“Hangi bahar?”
“Hani şu ağaçlara rengarenk çiçekler açtıran yok mu o. Dereleri coşturan, tatlı rüzgarlarla saçlarınızı okşayan ve sımsıcak güneşiyle tüm kış kaskatı olan içinizi yumuşatan bahar. İşte o benim. Bildin mi?”
“Bildim bildim buyur geç içeri. Biz de seni bekliyorduk nerelerdeydin yahu.”
“E napalım!!! Caanım atmosfere yayılan zehirli gazlar, güzelim sulara bırakılan atıklar, ormanların yok olması, sera gazı, sorumsuz devlet adamları, işini iyi yapmayan STK’lar…
“Dur! Dur be kurban olduğum ne diyorsun sen hiçbir şey anlamadım.”
“Yav neden geç kaldın dedin ya işte onun sebeplerini sayıyorum. Kolay mı bu devirde bahar olmak. Kimse benim ne çektiğimi bilmiyor. Küresel ısınma diye bir şeyi bela ettiler başıma kurtul kurtulabilirsen. İnsanlar sürekli çağırıyor. Bahar gelse bahar gelse. Adıma her yıl parti düzenliyorlar. Ama kolay mı bu devirde pat diye gelmek. Sen gel de bunu yaza ve kışa anlat. Kış daha şubat ayından vardiyasını bana teslim etmek yaz da en sevdiğim ayları elimden almak istiyor.  İtiraz edince de eski kafalı oluyorum. O eski baharlar 50’lerde kalmışmış. Her şey küreselmiş artık. Reklamlardaki yaşlı bayram ninesine döndüm anlayacağın. Yapayalnızım.”
“Senin halin de pek betermiş be bahar kardeş.”
“Ya öyle napacan insanoğlunun elinden çekeceğimiz varmış. Neyse, sohbet muhabbet şahane ama benim artık gitmem gerekiyor.”
“Allah Allah dur dur nereye gidiyorsun daha şimdi geldin.”
“Eee, yaz geliyor be güzel kardeşim. Yaz geliyor.”
3 notes · View notes
meriheyolculuk · 4 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Corona günlükleri-8.8.2020
Bu güzelim kapı, zarif ev sahibesinin bizzat o güzel sanatçı elleriyle çizdiği insanı içeri davet eden hem estetik, hem anlamlı bir dost kapısı..Görünce sıcacık bir duyguyla doldu yüreğim, huzurlu, sevgi dolu bir ortama geçişin heyecanını yaşadım. Çok sevdiğimiz bir dostumuzun davetiyle geçtik bu dost kapısından. Farklıydı herşey, bu farkı yaratan dolunayın yarattığı büyülü ortam mı, Bodrum’da olmak mı, yakamozu nasıl daha çok görebiliriz duygusu mu, dev kaktüsler mi, şahane sofra ve yemekler mi, doyumsuz muhabbet mi, yoksa eski dostlarımızın bizi sıcacık kucaklaması mı karar veremedim. Hepsi önemli tabii, ama o geceden arta kalan yine dostluktu, hoş bir seda idi, bu yazıyı yazarken bile gülümsemekti, iyi hissetmekti. Yaşamımda hep uzun dost sofraları diledim, neşeli seslerin duyulduğu, kahkahalarla dolu sofralar diledim, çok şükür ki hep böyle sofralarda olma şansına sahip oldum. Ne demişler eskiler yemek bahane, dostluk şahane...Bir kapı fotoğrafı bu yazıyı yazdırdı bana, bilmeme rağmen bir kez daha anladım ki yaşamdaki en büyük zenginlik dostlara sahip olmak.. Ustanın dediği gibi ‘günlük değil ömürlük’ dostları olmalı insanın. Hep dost kapılarından geçerek, uzun sofralarda muhabbet edebileceğimiz güzel günler yaşamamız dileğiyle...
1 note · View note
garipadammm · 5 years ago
Text
Tumblr media
Herşeyi yakalamak, herşeyi yaşamak için koşuştururken hırsla;
Öyle hızlandık ki kimseyi görmüyor, kimseye görünmüyoruz hızla...
dügâh
Çay hız kesip durup bir muhabbet etmek isteyenin şahane bir bahanesi olduğu için seçilmiştir.
37 notes · View notes
the-mustache-guy-la · 5 years ago
Text
Y.4. Flaps Club Youtube Kanal İncelemesi
Tumblr media
1-1.5 sene evvel, bir sabah Youtube’a girdiğimde sohbetinden pek keyif aldığım Celâl Şengör’ün 3-5 dakikalık bir röportajına denk geldim. Celâl Hoca her zaman ki gibi hevesli ve heyecanlı bir şeyler anlatıyordu. Söyleşiyi yapan kanalı daha önce görmemiştim, söyle bir sayfalarına girdim, henüz 2-3 tane video vardı. Dedim ki bu adamları takibe alayım ilginç bir şeyler çıkacak gibi buradan. Nitekim kısa surede epey ilginç ve işime yarayan içerikler çıktı. 
Flaps Club yaptıkları içeriklerden önce pazarlama taktiği açısından oldukça başarılı bir işe imza atmıştı. O da ‘‘Elit Olmaktan Korkmayın.’’ sloganıyla çıkışlarını Celâl Şengör’le yapmış olmalarıydı. Celâl Şengör serisi aynı zamanda şimdiye kadar yapmış oldukları en uzun seri oldu. 
Flaps Club’deki arkadaşların (ki hiçbiriyle tanışmışlığım yok, ama vasatlıktan uzak, düzgün işler yapmaları ve benim de entelektüel olarak beslemem münasebetiyle hissettiğim vicdani borca istinaden bu yazıyı hazırlamak istedim.) yaptıkları işin önemi akademide, entelektüel camiada ve sanat cemiyetinde bilinen önemli münevverleri bize bu röportajlarla tanıtıp, bu zâtların birikimlerinden (gerek röportajlar, gerekse isimlerinden yola çıkıp eserlerine ulaşma olanağı vasıtasıyla) yararlanma imkanı sağlamış olmaları.
2018 içerisinde Celâl Şengör’den sonra daha önce adını hiç duymamış olduğum ve kendisini tanıyınca gerek rasyonel, gerekse irrasyonel derinliğine hayran kaldığım Ahmed Güner Sayan ile yaptıkları röportaj serisi geldi. Ahmed Güner Sayan Hocayla bir ‘‘Hasan Âli Yücel ve Nazım Hikmet’’ bölümü yaptılar ki arada açıp tekrar tekrar izlerim. 
2019′da ise vites yükseltiler ve yayınladıkları video ve röportaj yaptıkları entelektüellerin sayısı ciddi arttı. Felsefe zemini üzerinde geçen Gökhan Uğur röportajı 2019′un ilk serisiydi. Zaman zaman muhabbete tutunmak, konuların derinliği itibariyle güçleşse de ayrı bir lezzeti olan bir röportaj olmuştu. 
Vaktiyle 157 IQ’suyla çocukluğundan beri dikkat çekmekle kalmayıp, düzgün Türkçesi ve anlaşılması ve anlatılması zor olan sosyolojik ve felsefik konuları son derece yalın bir şekilde anlatan Yalın Alpay ile tanıştırdılar izleyicileri. Müteakiben de benim pek içine giremediğim fakat yine de fevkalade değerli olan Devrim Erbil röportaj serisi hazırlanıp yayınlanmıştı. 
Derken sonrasında adı bana adı bir yerlerden tanıdık gelen İlker Canikligil röportajı geldi. İlker Canikligil’in yönetmen olması ve Sinema Televizyon bölümünde bir süre akademisyen olarak görev yapmasından da kaynaklı, sinema üzerine yapılan sohbet oldukça keyifli ve akıcı bir hatta ilerlemişti. İlker Canikligil’in tabii bir de kimseye eyvallahı olmadan bam bam söylemek istediklerini dile getirmesi videoların seyir zevkini artırıyordu. Bu videolarda İlker Canikgil’e maruz kalma sürem biraz sınırlı kalmış olsa da, İlker Canikligil’in (benim de üzerine bir yazı hazırlayacağım) Flu TV adlı Youtube kanalında hazırladığı şahane içeriklerle o açık da kapatılmış oldu. 
TekeTek programında Celâl Şengör ile Ahmet Arslan diye bir felsefe hocası, ‘‘Bilim Tarihi’’ diye bir program yaptıklarında haberdar oldum Ahmet Hocadan. Sonrasında harika bir program daha yaptıklar bu ikili, bu sefer ‘‘Ortaçağda Bilim Ve Felsefe’’ tarihi üzerine, ki o da tadından yenilmez bir program olmuştu. Flaps Club’ün Ahmet Arslan Röportajı da oldukça başarılı ve Yunan Felsefesi üzerinden başlayıp dallanan bir sohbete dönüşmüştü. Müteakiben Levent Ürer serisi yayınlandı ve sosyoloji çerçevesine kaydı sohbet. Benim bir mühendis olarak pek de mürekkep yalamışlığım olmayan bu alanla ilgili fikir sahibi olmam yönünde oldukça faydası olmuştu bu röportajın. 
Herhalde kaderin hoş bir oyunu olsa gerek sonrasında astronomi üzerine çalışan Talat Saygaç Hoca ile olan röportajları yayınladılar ve biz sayısalcılar biraz olsun kendimizi evimizin konforunda hissettik bu vesileyle. Talat Hoca’nın serisi ile eş zamanlı olarak Serhan Bali serisini de yayına sokmaya başladılar. Serhan Bali ile olan sohbet ise tamamen Klasik Batı Müziği (şuraya benim Klasik Batı Müziği çalma listemi de sıkıştırayım) etrafında dönen çok keyifli bir sohbetti. Sonrasında düzeltildi mi bilemiyorum ama videoların ilk yayınlanan versiyonlarında ses kalitesiyle ilgili bir problem vardı. Bu talihsizliğin de müzikle ilgili olan ilk röportaja denk gelmesi hoş bir ironi olarak yerini aldı. 
Bu seriden sonra öyle bir tanıtım videosu yayınladılar ki, nabzımın yükselmesinin yanında aklıma gelen ilk düşünce bir mağaza camı cümlesinden başka bir şey değildi... ‘‘patron çıldırdı!!’’ Şimdiye kadar yeterince ilginç ve değerli münevveri tanıtmamışlar gibi, resmen NBA all star kadrosu gibi bir kadro hazırlamışlardı. Sonbahar boyunca Pazartesi günleri hariç, hergün bu kadrodan birinin röportajı yaynılanacaktıö hem de 10 hafta boyunca.
Bu süreçte Salı günleri gerek Flu TV’deki ‘‘Olmaz Öyle Saçma Tarih’’ programı vasıtasıyla tanıdığım ve benim de bıyık ikizim olan Emrah Safa Gürkan, nam-ı diğer ESG ile tarih ve kültür üzerine röportajları. Çarşamba günleri dün (29 Ocak 2019) itibariyle yine Flu TV’de ‘‘Sanat Sohbetleri’’ adlı programa başlayan Bager Akbay ile yarı felsefik sanat sohbetleri.  Perşembe günleri televizyon kanallarında bilimsel konuların tartışıldığı açık oturum programlarından gözünüzün aşina olabileceği Sinan Canan serisinde beyin, sinir sistemi ve sonunda da düşünme üzerine videolar yayınladılar. Benim de daha önce ‘‘Türkiye Tarihinde Müzik ve Klasik Batı Müziği Tarihi Üzerine’’ başlıklı yazımda bahsetmiş olduğum Cem Mansur ile orkestra şefliği, müzik, gençlerde müzik eğitimi gibi konuların etrafında geçen röportajlar yayınladılar. Cumartesi günlerini adını daha evvel hiç duymadığım Kadir Köymen ile girişimcilik üzerine olan röportaj serisine ayırmışlardı. Şu an doktora aşamasında devam ettirdiğim mühendislik eğitimim dahilinde hiç finans veya muhasebe eğitimi almadığım için pasif gelir, yatırım, piyasa incelemesi gibi konuların ele alındığı bu seri de kafamda daha önce olmayan yeni fikir ve soruların ilk kıvılcımlarını atmış olması nedeniyle değerlidir benim için. Pazar kahvaltılarımda ise 10 hafta boyunca bana bir beyin cerrahı olan Türker Kılıç eşlik etti. Türker hoca serisi benim için bir hekim klişesi olan, tıp harici alanlarda da okuyan, aydın, entelektüel ve hitabı kuvvetli hekim figürünü tekrar edip kuvvetlendirmesi münasebetiyle çok keyifli izlediğim sohbetler sundu. Gerek beynin çalışması, gerekse sosyal konularda beyan ettiği değerli fikirleri ile daha evvel bakmadığım pencerelerden bir süredir üzerine kafa yorduğum meselelere bakarken buldum kendimi Türker Hoca ile yapılan röportaj sayesinde. Flaps bütün bunlara ek olarak Spotify hesabında röportaj yaptığı kişilerin sevdikleri şarkılardan oluşan keyifli çalma listeleri paylaşıyor. Ve Flaps Club’ün Youtube kanalı haricinde bir de websitesi mevcut. Fakat, burayı çok kurcalama fırsatı elime geçmedi henüz, o sebeple yalan yanlış bilgiler vermemek adın o damara girmiyorum.
Bu haftanın yazısı biraz uzun oldu ama Flap Club’de bu harika münevverlerle benim buluşmama vesile olan arkadaşlara olan vicdan borcumu ödemek istiyordum ve bu vesileyle de ‘‘anlamanın ve öğrenmenin mutluluğunu’’ yaşamayı sevenlerle değerli bir kaynağı daha paylaşma imkanı bulmuş oldum.  Haftaya bir müzik tanıtımı yazısında görüşmek üzere.
Keyifli günler ve esenlikler sizinle olsun.
~tmg~
1 note · View note
baybaykus · 5 years ago
Text
“Ankara diye bir şehir yoktur. Ankara diye insanlar vardır.”
Var ya.. Can evimden vuruldum resmen. Nasıl da yerinde bir ifade.!
Doğru.
Ankara diye insanlar vardır.
Ve o insanlar, güven demek, sahicilik demek, vicdan demek, merhamet demek, birlik beraberlik, kenetlenmek demektir. Huzur demektir. Neşe, coşku, ferahlık, aidiyet demektir. Ya da benim aklıma ilk bunlar geliyor. Çünkü benim Ankara’larım öyle.
Nedense sonbahar geldi mi daha çok özlüyorum memleketimi.. Ekim yumuşak geçer, gündüzleri ılık, geceler serin..
Ankara’m, Kasım geldi mi kasımpatı kokar. Kokusu yoktur ki dersiniz şimdi.. Bir çeşit vardır kokusu, Kasım’larda Atatürk kokar Ankara.. Anıtkabir’in yolları, yolundaki aslanları, o yolda yürüyen Ankara’ları gelir gözümün önüne..
Kış dedin mi közlenmiş kestane kokar, o simsiyah is kokusuyla karışık. Yahu insan is kokusunu sever mi dersiniz.. Memleketim gibi kokunca sever işte..
Ankara’lar, ellerinde birer kese kağıdı, içinde kabuğu kömür olmuş kestanelerle , bir taraftan parmakları yana yana ayıklayıp yerken, sokaklarda söyleşe gülüşe yürürler. Ayıkladığınızı yanındakine verirsiniz, o da kendi ayıkladığını size ikram eder. Birbirinizi doyurursunuz yani..
Ayazı fenadır. Burnum donup kopacak, yerlere düşecek, yüzümden ayrılıverecek dersiniz. Elleriniz uyuşur soğuktan. Kulaklarınızı hissetmezsiniz, o kadar yani..
Ama girer bol tarçınlı bir salep çekersiniz kendinize.. Canına yandığımın salebi de ılınmak bilmez bir türlü.. Varsın diliniz bir güzel yansın.. Bir dost muhabbeti ile salep birleşti mi, tadına doyum olmaz.
Kar yağdı mı harbiden yağar.
Öyle İstanbul’daki gibi yere düşen kar eriyivermez. Sözünün eri yiğit gibi düştüğü yere yapışır kalır. Bilek boyu oluverir kaşla göz arasında.. O tertemiz kar, ilk bastığınızda bir gıcırdar, bir gıcırdar, öyle güzel sestir ki o..
İşte bu yüzden karla ilgili çok anısı vardır Ankara’ların. O konuyu açmayagörün, askerlik hatıraları gibi anlatır dururlar; susturamazsınız..:)
İstanbul gibi gezip tozacak yeri fazla yoktur. Ankara’da hayat dostluktan ibarettir o yüzden.
Bir program yapacaksanız özünde “insan” vardır.
Yani, Ayşe ile buluşacaksanız, amaç Ayşe’yi görmektir, gideceğiniz yer sadece teferruat..
İstanbul’a ilk taşındığımda hayret etmiştim.
Önce mekan seçiliyor, misal, Boğaz’da kahvaltı; sonra kimlerle gidileceği belirleniyor..
Yani asıl amaç Boğaz’da kahvaltı.
Ayşe gelmezse Fatma aranır, yeter ki Boğaz’a gidilsin..
Masaya otururken genelde denize bakacak şekilde oturulur, mümkünse yan yana da dizilebilir, yeter ki deniz görünsün.
Bir gün baktım ki, sırtını denize dönüp oturan bir tek biz Ankara’larız. Denizi sevmediğimizden değil ha, dostluğu ilk sıraya koyduğumuzdan..
Keza sabah kahvaltısı diye buluşup gazete okumak da beni ayrı şok eden bir şeydi. Ankara’da da gazete var kardeşim, ama biz evde okuruz onu. Madem denize bakarak gazete okuyacaktın, beni niye çağırıyorsun?
Diyeceğim o ki, yalnız değildir Ankara insanı. Etrafı illa ki dostlarla çevrilidir.
Akşam gittin, bir kargacık burgacık meyhanede iki tek rakı mı içtin, herkes birbirini eve bırakır, kendi giden varsa mutlaka sağ salim vardın mı diye aranır.
Seyahate mi çıktın, giderken arar veda edersin, gelince arar, ben geldim dersin. İster iki gün git, ister iki ay.. Birileri vardır mutlaka senin yolunu gözleyen..
Hastasın diye programlar iptal edilmez. Program senin evinde yapılır. Toplaşılır gelinir, hasta yatağının başında muhabbet edilir. Sen uyuyakaldıysan, fısıldaşarak çıkarlar odandan.. Uyanınca onları yine evinde, yanıbaşında bulursun, sen uyurken güldükleri şeyleri anlatırlar, sen de güler ağrını, tasanı unutursun..
Önceden planlanmaz her buluşma. Bir akşamüstü, fırından yeni çıkmış esmer, kavruk, çıtırık Ankara simidini alırsın, telefon edersin, “Evdeysen sana geliyorum.” demen yeterlidir. Eski kaşar, demli çay eşliğinde seni bekliyor olur Ankara’ların.. Herkes birbirini arar, müsait olan kim varsa doluşur eve. Öyle ikram derdi yaşanmaz. Beraber yumurta kırsan, bir menemen, bir bulgur pilavı attırsan, en şahane ziyafet niyetine moh moh yenir.
Sevincinde sırtını sıvazlayanın, üzüntünde gözyaşını silenin dolar etrafına.. Dedim ya, Ankara yalnızlar şehri değildir.
Ben Ankara’dan taşınalı tam 18 sene olmuş. Laf aramızda son gidişlerimde hep üzüldüm.
Çünkü şehir olarak, şekil olarak Ankara benim bıraktığım Ankara değil.
Çocukluğumun, ilk gençliğimin geçtiği yerler, Kızılay, Tunalı, Mithatpaşa, Bahçelievler, Çankaya .. öksüz kalmışlar sanki.. Herkes şehir dışında yaşıyor.
Şehre eğer Ulus tarafından girmezsem, kendimi Ankara’ya girmiş gibi hissetmiyorum.
Tunalı’da Flamingo kapanmış, salebimi nerede içeceğim diyorum.. Merkez Lokantası kapanmış, Anneler Günü’nü nerede kutlayacağız, o mavi kutularda mis gibi süt kokan dondurmaları nereden alacağız diyorum, Vakko kapandığından beri Kızılay ucubik bir yere dönüştü benim için..
Ne bileyim, Ankara sanki o 80li -90lı yıllardaki haliyle beynimde bir dosya gibi “save edilmiş”, ama yerinde yeller esiyor.
Sonra bakıyorum şöyle etrafıma.. Şükürler olsun, “Ankara’larım” yanımda diyorum. Benim için Ankara artık onlar diyorum.
Derler ki , her Ankara’lı, İstanbul’a geldiğinde, kendi küçük Ankara’sını kurarmış.
Ben nerede olursam olayım, ister Türkiye’mde, ister dünyanın öbür ucunda, o ahretlik Ankara’larım varolduğu sürece benim sırtım bu dünyada asla yere gelmez diyorum.
Ankara diye bir şehir yok artık gerçekten.
Ankara diye insanlar var.
Doğru .
Ben nerede olursam olayım, ben Ankara’yım.
Bige Güven Kızılay
2 notes · View notes
devrimakturk · 1 year ago
Text
Tumblr media
Doğu'nun Almanya'sını gezdik | Diyarbakır'dan Adana'ya Seyahat | Yemekler şahane | Gezsen Anadolu'yu
VLOG Linki: https://youtu.be/C039Ol-c8_Y
Herkese merhaba, ben Devrim Aktürk.
Türkiye'mize duyduğum sevgi ve muhabbet sonrasında bir karar aldım. Ülkemi, cennet vatanımı hem yurt içinde, hem de yurt dışında tanıtmak için kolları sıvadım. Çalışmalarım ve projelerim sonrasında memleketimizin bir çok ilini görüp, gezip, yemeklerinden tadıp, kıymetli insanları ile haşır neşir olma durumu yaşadım. İstedim ki yeni güzergah noktam Adana olsun. Bu gezide desteklerini sunan Gençlik ve Spor Bakanlığı'mıza ve Damla Gönüllülük Hareketi'ne çok teşekkür ediyorum.
Gezin, görün, sevin, sevilin.
Her şey gönlünüzce olsun İnşALLAH 😊❤️...
.
.
.
.
#Adana #Adanalı #SıfırBir #sıfırbir #adanademirspor #MustafaKemal #MustafaKemalAtatürk #Türkiye #bayrak #vatan #millet #devlet #ezan #TürkBayrağı #Bayrak #AyYıldız #Diyarbakır #Amed #Diyarbekir #uçak
0 notes
kucukprensunutma-blog · 6 years ago
Text
Büyük Aşkın İlk Buluşması! •2
Sonra ne oldu? -hadi bakalım anlatayım.
Sıcak, nemli bir İstanbul akşamı saat 8 ya da 9. Okulum tatile girmiş Pazar günü de arkadaşlarımla mangal programım var. Anlayacağınız şahane sosyallik içerisindeyim:) 
Bakayım benimki bir şey paylaşmış mı derken o da ne? -hikaye atmış instagrama!
Bir beş dakika tırnak yeme seansı ile kendimi oyalayıp ilk gören ben olmadım imajını kabullenip tıkladım o şahane fotoğrafının üstüne... bir ev ortamında kadehler tokuşturulurken çekilmiş bir bomerang. Dedim bırak yahu cool olmayı orijinal bir şey yaz artık cevap olarak.
“Ooo afiyet olsun!” Evet! Orijinal şey bu, nasıl orjinalim ama :))) 
1 dakika olmadan cevabıma cevap geldi, “gel beraber olsun!” ki bence bu daha orijinal bir cevap değil! Haha önemi var sanki...
“Geç oldu, bir dahaki sefere:) “ dedim. İçimden nasıl ısrar etsin lütfen lütfen dediğimi duymuyor tabi! 
“Nerdesin ki sen?” Dedi ve işte o uzak ilişki temellerinin atıldığı ilk soru!
“Pendik’teyim, ya sen?” Dedim ama Maltepe’yi geçmesin mesafe diye dua kasıyorum!
“Bomonti’deyim ben” dedi ve o an arka fonda kör olası zalım Boğaz Köprüsü ocaklar yakar ağıtı var...
“Yakın olsak uğrardım ama geç oldu başka zamana sözün olsun!” Diyerek kendimi zorla garantiye aldım!:))
“Tabii ki beklerim:)...”dedi
“Neyse ben arkadaşlarınla sohbetini bölmeyeyim devam et sen” dedim. Nasıl kibar biriyim bak öyle böyle değil. İç sesim neler söylüyor ama...
“Olsun sorun değil, bu anı bekliyordum!”cevabı geldi ve Eros o an okunu Yunanistan dolaylarından fırlarmış ve tam isabet bam bam bam! Tabi bu duygu yoğunluklarını yansıtmamak için:
“Sevindim bunu duyduğuma:)” dedim ve ekledim yüzsüzce arkadaş ortamından kopararak,
“Ee neler yapıyorsun? nerelisin sen?” dedim.
“İş güç, uzun süredir İstanbul’da yaşıyorum ailem Adana’da, Adanalıyım. Peki ya sen?” dedi ve fon müziği aman Adanalı’ya döndü birden. Ki Adana’dan olduğu tüm genotipine ustalıkla yansımıştı da!
“Ben dolma büyüme İstanbul’dayım, üniversite devam 4. Üniversitemi okuyorum.” dedim.
“Belli zeki olduğun ama!” dedi ve hiç es vermeden ekledi.
“Yarın ne yapıyorsun?”
Dedim adam sapyoseksüel sanırım ilk defa 4 üniversite okumuş olmamın bu ülkede bu kadar kısa sürede karşılığını aldım diye düşünürken verdiğim vizyonsuz cevap:
“Arkadaşlarla mangala gidicez!” dedim ve ekledim:
“Sen ne yapacaksın, gel buyur?” 
Ve vizyonsuz programıma nazikçe verilen vizyonlu cevap örneği şöyle:
“Aaa çok severim mangalı, ama yarın Kilyos’a Milyon Beach’e gidicez; biraz güneşlenip akşam Pamela konserine kalacağız.” dedi.
-Mangal ft Pamela-
“Sen buyur gel!” dedi ve ardından bir boomerang yolladı. “Fazladan bir tane biletim var, gelmek istersen!” Diyerek iki adet bileti sallarken arka fonda Manisa menşei olduğu tahmin ettiğim rose kadehleri...
“Çok isterdim ama arkadaşlarıma sözüm var, buna da sözüm olsun.” Dedim dedim ama nasıl dedim neden dedim kime dedim beynim yok o an.
“Pekala!” dedi...
Velhasıl iyi geceler iyi geceler memnun oldum, haftaiçi görüşelim diye konuştuk ve ikimiz de sabah erkenciyiz diye uyuduk.
Ben uyumadım tabi! Dön o tarafa ne yapsam dön bu tarafa ne yapsam diye diye uyuyakaldım.
Sabah saat 8, uyanır uyanmaz yaptığım ilk şey arkadaşımı arayıp program iptal mi (inşallah) diye sorgulamak oldu. Ve iptal değil ama varsa planın sonra yaparız dedi ve hiç ikilemedim. TAMAM! dedim.
Sonra günaydın bile demeden Adanalıya yazdım:
“Bilet halen boşta mı?” dedim.
“Nasıl yani, geliyor musun?” dedi.
“Evet, iki kişi geliyoruz.” dedim.
Ve muhteşem kötü espirinin ilk temeli atıldı. Hazırsak devamı şöyle Canlar:
“İki kişi?” dedi
“Evet ben ve göbeğim.”dedim ama ne alaka diye sormayın diye hemen anlatayım.
İlk buluşma-Plaj-Mayo-Instagram yeterli bir açıklama oldu bence:)
“Hahah merak etme ben de göbeğimle geliyorum zaten:)” dedi ama ben fotoğraflardaki adamın göbekli olduğunu düşünmemiştim ki daha çok sevindim o ayrı! Göbek şart aga!
Sonra saat konusunda anlaştık ben Pendik’ten Kilyos’a, o da Şişli’den Kilyos’a yola çıkıldı! 77km yol gidiyorum ama umurumda değil; 3.köprüyü de gördüm sayesinde canım!
Yolda bir mesaj aldım.
“Ya burda şezlong yok benle aynı şezlongu kullanacaksın mecburen” dedi.
Ben nasıl üzüldüm nasıl üzüldüm sorma yani dersem inanmayacağım o okurken yan yan gülüşünden belli!
“Aaa buna mecbur kaldık madem paylaşacağız!” dedim. Nasıl cilve nasıl işve!
Her neyse 77km yi tamamladım; şık da giyinmişim ama mayomun üstüne efil efil mavi gömleğim bağrım açık!.. peh peh peh !
“Ben geldim” diye aradım. (İlk sesini duyuşum!)
“Ben girişe geliyorum karşılayacağım seni!” (Kalp durdu duracak...)
Ve O an!
Genotipin kusursuz aktarıldığı muhteşem bir canlı adımı seslendi! Em küm aa merhaba ... sonrasını hatırlamıyorum bayılmışım. (ŞAKA!)
Her neyse girdim içeri arkadaşları ile plaja geçmişler çoktan onlarla tanıştım, konuştuk kısmi sorguya çekiliyorum necisin kimsin kimlerdensin bizden oğlumuzu almak kolay değil gözdağı. E deplasmana gitmişim tabi normal. 
Hadi gel yüzelim dedi ve beni kurtardı ordan ve yüzmeye gittik ama ne bileyim ben çocuk yüzme bilmiyor:)) hiç bilmiyor değil ama korkuyor.. hayır sen Adanalısın Akdeniz adamısın ne demek şimdi bu:)) iki boğulur kulaçları attıktan sonra kumsalda oturup dalgaların bacaklarımıza vurma kararını aldık.
Sohbet ediyoruz geçmişten, şimdiden ama gelecek daha yok... bu arada Karadeniz’de coşkulu dalgaları ile dövüyor resmen, ama işime gelen bir durum dalga vurdukça çocuğa dokunuyorum:))
Sonra kurulandık normalde hep birlikte yemeğe gidilecekti ama biz ikimiz yalnız gittik; hamburger+kola ! Muhteşem ilk buluşma menüsü :))
Ve asıl ordan konuşmalarda oğlum bu adamı kaybetme bu O dedim! Olgun, mantıklı, düşünceli sadece geçmişte yediği kazıklardan dolayı temkinli ve biraz isteksiz... ki hangimiz yemedik o kazıkları! 
Konser zamanı geldi. Aldık pufları geçtik oturduk. Ben assolist tabi herkes mayolu ben gidip üstümü değiştireyim dedim arabanın arkası dolabım zaten.. ben de geleyim dedi senle, geldi. Ben arabada üstümü değiştirdim; sonra beraber fotoğraf çekile çekile tekrar konser alanına indik. Birbirimize omuz değdirmeler bacak temasları şarkı söylemeler her şey usturuplu şirin tatlı ... 
daha doyamadık oysa ama yarın iş vardı ve erken kalkacaklardı. Yola çıkacağız ama ayrılmak istemiyorum ben.
İçlerinden biri hadi bize gidelim dedi ki zaten tüm arkadaşları aynı yerde oturuyorlar neredeyse...
Bana döndü ve:
“Mesafe olarak yolunu çok uzattığını biliyorum ama sen de gelsene” dedi.
“Yani bilemedim geleyim mi ki” dedim.
“Çok isterim!” dedi.
Hayır diyememe paket programını çoktan satın almıştı ve donanım aktif hale gelmişti bile bende!
“Tamam!” dedim.
Arkadaşları başka araba ile O ve ben de benim araba ile yola çıktık. Bitmesin ya! Yol bitmesin! Böyle Dünyanın öbür ucuna kadar gidelim! diye düşünürken Şişli’ye vardık. Arkadaşına gittik; bir saat sohbet muhabbet edildi sonra artık kalkma vakti geldi.
“Ben bırakayım seni” dedim. Beraber kalktık, arabaya bindik, zaten 100 metre mesafe var yok... yolu uzatıp bir aleti sokaktan götürdüğünü sonradan öğrendim ben! Canım ya! Ve kapısının önünde durdum. Şimdi kapmak gerekir? Hoşçakal desen olmaz, öpsen olmaz... 
“Bugün her şey için teşekkür ederim, iyi ki geldin, çok mutlu oldum, çok da memnun oldum seni tanıdığıma” dedi ve sarıldı...
Fırsat bu fırsat ben de sarıldım ama bir yandan da sarılma uzun sürsün diye:
“Asıl ben teşekkür ederim, çok güzel bir gündü gerçekten, çok çok memnun oldum, tekrar görüşelim en kısa zamanda........” neyse çocuğun belini kırmadan bıraktım. 
Yola çıktım açtım müziği, keyfim gıcır. 
“Varınca yaz, dikkatli git...” mesajı geldi!
Tumblr media
Bir buluşmada, buluşmadan hemen sonra en dikkat ettiğim şey bu mesajdır! Bir buluşma ne kadar iyi geçerse geçsin; ayağına gelmiş birine bu tarz bir mesaj atmıyor ya da aramıyorsan açıkça ben devamını getirmezdim. Buna Adanalı dahil değil ama :)))) 
Her neyse yani bu bir nezaket kuralıdır!
Eve vardım ve “en kısa zamanda görüşelim” lafımın karşılığı niteliğinde “yarın görüşelim!” mesajı aldım. Noluyor oğlum bu nasıl bir şey gerçek mi diye öl bit geber o an yani.... 
Ve yarın oldu! Yarın ne mi oldu? Sabredin biraz bir sonraki yazıda... ‘‘ Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir. (Küçük Prens) ‘’
Tumblr media
30 notes · View notes
horonevi · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Dün gece, üyeler iftar açtı ve muhabbet ile birlikte oldular. Yunus Emre Kurt yine en sevdiğimiz türküleri söylerken Oğuz ona eşlik etti. Değerli Sanatçı Ali Baran bizimle.oldu, hemde çok iyi oldu. Güzel sesinden Akustik olarak cok türküler dinledik.. Çok teşekkürler Ali Baran.. Ve değerleri üyeler/dostlar. Iftari, Horon Evini yine çok bereketli kıldınız. Evden yapıp getirdiginiz yemeklere harcadığınız emek için, dışardan getirdiginiz nefis tatlı ve börekler için her birinize sonsuz teşekürler. Aramıza yeni katılan dostların ve sizlerin görüşlerini almak isteriz. Ki, Karadeniz kültürünü geleceğe taşırken aracılık teye katkı sağlasın. Sanatçılar kolay yetişmiyor.. Hele sizlere mal olmuşsa yanında olmak, desteklemek gerekiyor. Sizde öyle yapıp sanatçıya hak ettiğini veriyorsunuz. Güzel muzik, herkese hitap edebilen müzik ve söylerken akıcılığı olan müzik her sanatçıya nasip olmaz. Dün yine katıksız dört saat çaldı söyledi, Yunus.. Eğer bir koyde doğsaydınız, öyleye ait müzikleri dinler mutlu olurdunuz. Istanbul gibi bir yerde farklı müziklerle ve çevrelerle büyümüş, Müzik severliği farklı olan çok değişik kariyerdeki insanları soluksuz dinletmek her baba yiğidin harcı değildir.. Sanatçılara, sizlere, emek veren yüreklere kültür adına minnettariz. Lütfen kendinizi etiketleyin, düğü ve düşüncelerinizi yazın, kırmayın, herkes konuşsun. Ki, bu eşsiz kültür siz değerli dostların çevrelerinde anlam ve değer kazansın. Derya, deniz güzellikler için teşekkürler Karadeniz ve Ali Genc sonsuz minnet, şükranlarımla 26.05.2019 AsG Bilgi / Not : Bu güzellikleri yaşayacağımız başka bir boyut Yemek Bahane, Horon Şahane Horon Gecelerimizdir Hiç bir yerde bulamayacağınız Kemence ve Tulumla geçen horon gecemiz , 18.06.2019 Salı Akşamı Saat 17.30-01.00 de yapılacaktır. Eşinizle,.dostunuzla.sizleri aramızda görmek isteriz.. Bu kez gecenin rengi. " SARI " dir. https://www.instagram.com/p/Bx7Bc78JGWF/?igshid=1jk2qzbzwgqaa
1 note · View note
onlyalperend · 6 years ago
Photo
Tumblr media
‘Çarpışma’ dizisinin ilk bölümündeki çarpışmadan çok sevilen bir ekran çifti doğdu. Birbirinden çok farklı iki coğrafyada yetişmiş olan Melisa Aslı Pamuk (28) ve Alperen Duymaz (27), tesadüflerle de olsa hayatta ne yapmak istediklerini kendileri belirlemiş iki yıldız. Her ne kadar ışıltılı bir dünyanın içine girmiş olsalar da, ikisi de sahiciliğe, doğallığa ve pozitif enerjiye çok önem veriyor. Kemerburgaz Kütük Evler’de buluştuk ve hayattaki seçimlerinin onları getirdiği bugünkü noktadan hem geriye hem de ileriye doğru baktık.
 Show TV’nin Ay Yapım imzalı dizisi ‘Çarpışma’da dört karakterin hayatlarının ve kaderlerinin bir trafik kazasıyla birlikte kesişmesinin ardından yaşanan olayları izliyoruz. Diziyle birlikte kariyerlerinde yeni bir dönemece giren iki genç ve yetenekli oyuncu Melisa Aslı Pamuk ve Alperen Duymaz ile Kemerburgaz Kütük Evler’de buluştuk ve merak ettiklerimizi sorduk.
HELLO!: Sen galiba Ankara’da büyüdün, seninki nasıl bir çocukluktu?
Alperen Duymaz: Babam öğretmen olduğu için çok şehir gezdik, beş yılda dört tane okul değiştirdim. Ama hep Ankara’ya döndük, zaten tüm akrabalarımız da hep oradaydı. Ben liseyi bitirdikten sonra Ankara’da kaldım, tüm arkadaş çevrem de oradaydı. Dört-beş sene önce İstanbul’a gelene kadar. Evin en küçüğü ve tek erkek çocuğu olarak biraz dağınık ve şımarık bir hayatım vardı. En küçüğü benden beş yaş büyük olan üç ablamla, yani üç çiçekle birlikte büyüdüm. Şimdi onlar benim küçük kardeşlerim gibiler; fakat o zamanlar hepsinin ilgisi benim üzerimdeydi. Pek eve girmezdim, üzerime düşmelerinden sıkılıp kaçardım. Aslında kendimi bildim bileli bir arayıştaydım ben; o zamanlar fark etmesem de hep ya müzik ya resim ya başka bir şeyin peşinden koşmuşum; kendimi aramışım.
HELLO!: Buldun mu peki? Mutlu musun?
 A. Duymaz: Mutluyum. Ama arayış ölene kadar sürecek, aksi takdirde gelişemeyiz. Neyi arıyorsun diye sorarsan, gerçek olanı derim... Gerçek sevgi, gerçek muhabbet, gerçek eğlence... Her şeyde gerçek olanı arıyorum ben. Gerçek olmayanları da hayatımdan çıkarıyorum.
HELLO!: Oyunculuk başından beri var mıydı aklında?
A. Duymaz: Hiç yoktu. Çocukken pilot olmak istiyordum, yani diğer çocuklardan pek bir farkım, öne çıkan özelliğim yoktu. Meslek lisesinden mezun olduktan sonraki üç senem ne yapacağımı, ne edeceğimi düşünerek geçti; çünkü yine bir arayıştaydım. Hemen hemen aklıma gelen her işi yaptım ve yapamadım... Neyi seveceğimi bulamadım ama neyin uygun olmadığını açıkça gördüm. Restoranda, barda, hastanelerde çalıştım ama doğruyu bulamamıştım. Ajansa kayıtlıydım; Potanın Perileri kadın milli basketbol takımımız için işler yapıyorduk. Bir gün en küçük ablamın bir arkadaşı evde sohbet ederken beni sanat merkezine davet etti. “Dans ediyoruz, tiyatro derslerimiz var, kurslarımız var, sen de gel, bir bak” dedi. Ertesi gün gittim, bir daha da çıkmadım oradan. Sınıfta 15 kişi vardı. Onların önünde beni ilk sahneye çıkarıp komutlar vermeye başladığında ne yapacağımı bilmez haldeydim. Aklımın ucundan bile geçmemişti oyunculuk...
HELLO!: Ne yaptın sahnede?
A. Duymaz: Sahnenin her köşesinde farklı duyguları çıkarmamı istedi; dediği şeyleri yaptım, kendimce aralarında bir olay örgüsü yarattım ve onları düşünerek farkında olmadan o duyguları oynadım. Öfke köşesinde ergenliğe girişimle ilgili duygularımı; ağlama köşesinde ergenlikten çıktığımda aşık olmamı ve ayrılmamızı düşündüm. Korku köşesinde kapıyı açtığımı ve kötü bir posta geldiğini tasarladım. Sabah 8 akşam 5 çalışacağım bir işim olamayacağını anlamıştım. Yaşıtlarımdan farklı şeyler sorguladığımın farkındaydım. Ben bitirdiğimde dersin sonuna çok vardı ama ara verdi ve beni odasına çağırarak konservatuar sınavlarına hazırlayacağını söyledi. “Seni sınavlara hazırlayacağım çocuk, bana karşı gelme, önce bir konservatuarı kazan, sonra ne istiyorsan onu yap” dedi. Bir sonraki sene Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü öğrencisiydim.
HELLO!: Bir ara ‘Bodrum Masalı’ dizisinin çekimleri için Bodrum’da yaşadın; zor muydu?
A. Duymaz: Evet, ‘Bodrum Masalı’ zamanında Ateş karakterini canlandırırken Bodrum’da otelde yaşadım; tüm ekip birlikte kalıyorduk. Hiç zorluk çekmedik. Bodrum halkı bizi bağrına basmıştı o zaman. Aile bağlarını anlattığımız çok güzel bir diziydi, seyircisi de çoktu. Üç köpeğimden en büyüğü olan Efe’yi, Bodrum’da sete giderken sokaktan aldım; otelde o da benimle kalıyordu. Ben aynı yerde stabil kalmaktan sıkılırım; yenilik lazım, o yüzden farklı yerlerde yaşayabilirim. Şehir değişikliklerinin bazısı benim isteğim dışında gelişti ama yine de zevk almasını bildim. Aslında iş sende bitiyor; sen hayatı nasıl görüyorsun, hangi açıdan bakıyorsun, penceren nasıl, kulpu var mı? Nerede olduğun değil, nasıl baktığın mühim.
HELLO!: Ankara’dan İstanbul’a, oradan Bodrum’a... En çok nerede yaşamak isterdin?
A. Duymaz: Urla ya da Bodrum... Bir de Salda Gölü tarafları, mesela Fethiye olabilir. Yurtdışında ise en çok Norveç’i merak ediyorum, belgesellerde hep izliyorum. O kuzey ışıkları bambaşka... Mesela orada doğanın içinde küçücük ahşap bir evim olsun, içinde şöminesi olsun, yaşarım orada senelerce...
HELLO!: İstanbul’a gelmek hayatını ve seni nasıl değiştirdi? Kolay bir karar mıydı?
A. Duymaz: Asla kolay bir karar değildi. Hatta cahil cesaretiydi de diyebilirim. 22 yaşındaydım, bir anda tek başına atlayıp geldim. İstanbul’da hayat çok hızlıydı, kafalar farklıydı, çok zor adapte oldum. Ankara’da her şey kurallarına uygundur, aynen uygulanır, biraz farklı düşünsen kendini istisna sanırsın. İstanbul’un dinamikleri çok farklı... Yeni bir şehirde yalnız başıma kalınca kendimi buldum. Bulmak için ara sıra gitmek ve tek kalmak lazım.
HELLO!: Kendini yetenekli buluyor musun?
A.    Duymaz: Yetenekli demeyelim de uygun diyelim. Bu işi yaptığımda görüyorum ki, ben bu mesleğe uygunmuşum. Türkiye’de genelde önüne bir şey veriyorlar, sen de yapıyorsun ya da yapmıyorsun. Senin ne istediğine, ne yapmaya hevesli olduğuna önem veren yok. Mesela ben müzik okumak istedim, güzel sanatlar sınavlarını da kazandım. Ama benim önüme başka şeyler koydular; 18 yaşında değildim ve benim yerime karar veren başka bireyler vardı. İçimde ukde kaldı. Şu anda evde deli gibi müzik yapıyorum. Ama tabii eğitimini almadığım için hep yarım yarım, sadece hevesimi gidermek için... ‘Çukur’ dizisindeki Emrah Amir karakterim için piyano çalmayı öğrenmiştim; ‘-mış gibi yapmak’ istemedim, hakkını vererek çalmak istedim. Ondan sonra iyice keyif almaya başladım.
HELLO!: Diziyi kabul etmenizde ne etkili oldu?
A.  Duymaz: Okuduğumda gerçek bir karakter olduğunu gördüm. Beni en çok etkileyen buydu...
HELLO!: Ali’den (Acı Aşk) Ateş’e (Bodrum Masalı) geçmek için uğraştığını anlatmışsın. Yeni bir karaktere nasıl çalışırsın? Kerem’i (Çarpışma) nasıl tasarladın? Temeline ne koydun?
  A. Duymaz: Ateş’in mimarı Mehmet Ada Öztekin’dir, ona bir kere daha teşekkür etmek isterim. Temel oyunculuk eğitimi haricinde, o karakteri çıkarmak için ses tonumdan artikülasyona, diksiyona kadar çok uğraştı. Bana tanıdık bir karakter değildi; onunla birlikte yapılandırabildim. Ali yaşında ergen bir tipleme gerekiyordu. Kerem ise hayatta hep karşılıksız kalmış, şanssız bir adamdı. Onun temeline merhameti koydum. Cezaevlerine girdim, mahkumları izledim; çünkü Kerem’in beş senesi tutuklu geçiyor. Annesiyle arasındaki çok kuvvetli bir bağ var; zaten babasından değil anne hamurundan almış; onu yansıtabilmek için annemle normalden fazla zaman geçirdim. Kerem’i çok anlık, doğal tepkilerle yoğurmaya çalıştık. Mesela yolda yürürken biriyle çarpışsa nasıl tepki verir diye düşündük; dönüp vurur mu, küfür mü eder, özür mü diler, yürür gider mi? Reaksiyonlarını ne alfa, ne pasif yaptık. Çünkü karşılıksız kalmış insanlar tepki vermezler, veremiyorlar. Önce karşıdan bir tepki alması lazım. Aslında sokakta büyümüş cins köpek gibi Kerem... Sokağa atılmış bir ev köpeği... Önce görüyor, yaşıyor, ondan sonra anlıyor. Önce parçalanıyor, sonra parçalıyor.
HELLO!: Kerem’in mevcut gidişatı değiştirmek için en önemli ihtiyacı ne? Aile kurmayı başarabilecek mi?
A. Duymaz: Öncelikle mevcut sorunlarına odaklanması lazım. Bunları çözerse, aile kurmayı tabii ki başarabilecek.
 HELLO!: Kerem ile Alperen’in benzer yanları var mı?
A. Duymaz: Çok var, mesela aile bağlarımız hemen hemen aynı. Çok özlüyorum ailemi; ben gidemiyorum ama onlar sık sık geliyorlar buraya. İstanbul’a geldiğimden beri hiç durmadım, hep çalıştım. Bu yaz üç ay boşluğum vardı, onun yarısında da karakter çalıştım. Onlar gelip benimle ilgilenince benim başka türlü hoşuma gidiyor! Beni çok güldüren kişi annemdir; doğal bir komikliği var. Bana fazlasıyla düşkündür; annemi soy, Taksim’in ortasına çırılçıplak bırak, oğlum üşümesin der. Babam eskiden daha mesafeliydi, erkek çocuğum kendi halinde büyüsün, ayaklarının üstünde dursun falan derdi; şimdi o da annem gibi oldu. Kerem’den çok farklı olarak, benim babam hayatımda çok önemli bir yerdedir. Sırtımdaki pusula dövmesinin ortasında babamın imzası var.
HELLO!: İlk bölümde Kadir Adalı, “Çarpışan aslında kaderlerimizdi” diyordu. Kadere inanır mısınız, karakterlerinizin kaderinde neler var?
A.  Duymaz: Ben de kadere inanırım. Kerem’in kaderi senaristimiz Ali Aydın’ın kaleminde!
  HELLO!: Son bölümde haksız yere tutuklandığın halde Cemre’ye, “Masumiyetime sen inanıyorsan o bana yeter” dedin; gerçekten yetecek mi? Senin haksızlığa tepkin nasıl olurdu?
A. Duymaz: Zaten başka ne diyebilirdi ki? Durumu anlatması ve reel açıklamalar yapması bir yere kadar... İç rahatlığı başka... Onun dışındaki açıklamalar boş çünkü.
 HELLO!: ‘Çarpışma’ dizisinin set ortamının başarıda payı var mı? Sahneniz olmasa da birlikte vakit geçiriyor musunuz?
 A. Duymaz: Özellikle son 2.5 yıldır çok güzel insanlara denk geliyorum. Şu anda da şahane bir setimiz var; Melisa ile sahnemiz olduğunda sette sürekli beraberiz. Set dışında bazen toplaşıp bölümü birlikte izliyoruz; onun dışında görüşmeye pek vakit olmuyor. Set ekibinin hepsiyle bir iletişimim var aslında; beni çeken, oyunumu yöneten insanla bir iletişimim olmazsa nasıl olacak o iş? Ya da mesela gece 2’ye kadar sahnem var diyelim, set ekibini gerçekten tanımak, göz teması kurmak, hatta dertleşmek çok doğal. O anı değerli kılmak önemli. Ekibe yeni birisi katıldığında onunla tanışmak, şans dilemek önemli... Onlara Alperen değil de ‘X’ bir kişi olarak yaklaşmaya çalışıyorum ki insanlar daha rahat açılsınlar, sıkıntılarını paylaşabilsinler... Ne veriyorsanız size de o geliyor ve bu yakınlıklar, samimiyetler ekranın öteki tarafından da bir şekilde hissediliyor.
 HELLO!: Sizin için mesleğinizin en büyülü yönü ne? Hiç karakterlerinizin sizi değiştirdiği oldu mu?
A. Duymaz: İçimde kalan ama farkında olmadığım şeyleri bağırabiliyor olmak diyebilirim. Bir sürü şey yaşıyoruz, bazılarını yaşarken o anda çok da farkında olmuyoruz. Ama bir oyuncu olarak bir duyguya girmek için bazı anları 10 yıl sonra bile bulup çıkarıyoruz içimizden. Benim oynayabilmem için o sahneye hayatımın bir yerinden temas etmem, gerçek hissetmem lazım. Bir bardağa da aşkımı ilan edebilirim; ama inanmam lazım. Şekilden şekle girebilmek için cam gibi sert değil, plastik gibi esnek olmamız gerekiyor. Her şey olabilme ihtimali... Oyunculuğun en cezbedici yanı bu.
HELLO!: Dizi çekerken çok yoğun bir tempodasınız. Rahatlamak için ne yaparsınız?
A. Duymaz: Ben en çok doğayla şarj oluyorum. O yüzden bu çekimi böyle bir yerde yapmamız çok hoşuma gitti. Ağaç görmek, yeşil görmek çok rahatlatıyor beni. Ev ve aile ortamını da çok severim. Evde sürekli aktif haldeyim; bir bakıyorlar baterinin başına oturmuşum; oradan kalkıyorum piyanonun başına geçiyorum, piyanodan kalkıp PlayStation oynamaya başlıyorum. Kitap okuyorum, köpeklerimle oynuyorum. Üç tane köpeğim var, üçü de en çok kendisiyle oynayayım, en çok onu seveyim istiyor. Sürekli yanımda, gölgem gibiler; ben nereye onlar oraya. Seti de ne kadar evime benzetirsem kameranın önünde o kadar rahat ediyorum. Bir de ateş yakmak müthiş bir terapi oluyor bana, çok dinlendiriyor... Gece saat kaç olursa olsun eve gittiğimde hemen şömineyi yakıyorum, onun çıtırtısıyla uyumak eşsiz bir duygu... Özellikle yalnız yaşamaya başladığımdan beri su sesi, ateş sesi, yani doğadan bir ses istiyorum. Mum ya da tütsü de yakıyorum ve koklaya koklaya uyuyorum.
HELLO!: Eve dert götürmüyorsun galiba?
 A. Duymaz: Hayır, onları ‘an’da bırakıyorum. Baskılamayınca, saklamayınca, ertelemeyince, sorunu ‘an’da çözünce, geriye eve getirecek dert kalmıyor ki... Başını yastığa koyduğunda düşünmen gereken şeyler olmuyor, kolayca uykuya dalıyorsun ve günün fiziksel yorgunluğunu atıyorsun sadece. Sıkıntıları ‘an’da çözebilen, sevgisini de kızgınlığını da ‘an’da gösterebilen bir insan değilsen, rahata eremezsin. Ağacı kesmek yerine evi az öteye taşımak lazım; tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi.
HELLO!: Çok iyi isimlerle çalışma imkanın oldu, şanslı hissediyor musun kendini?
A. Duymaz: Çok! Erkan Can ve Hüseyin Avni Danyal gibi çok usta isimlerle oynayıp karşılarında tir tir titremiştim, benim jenerasyonuma yakın güçlü isimlerle oynadığımda ne olacağını merak ediyordum. Aras Bulut İynemli ile bizi birbirimize benzetiyorlardı, bunu bana söylediklerinde inşallah bir gün beraber oynarız demiştim. İlk karşılaştığımızda o konuşurken ben konuşuyormuşum gibi geldi. ‘Çukur’ dizisindeki 17 bölümüm boyunca, Aras beni hem seyirci hem oyuncu olarak çok iyi hissettirmiştir. ‘Çarpışma’ ise benim şimdiye kadar en rahat hissettiğim set oldu. Kıvanç Ağabey’le (Tatlıtuğ) ilk buluştuğumuzda ona “İnsanı ne güzel hissettiriyorsun” demiştim. Onunla karşılıklı oynamanın nasıl olacağını hep merak etmiştim, şu anda bu şansı yakaladığım için çok mutluyum. Bana hep destek oluyor, alan tanıyor, yeni şeyler keşfetmeme ışık tutuyor. Gerçek ağabeyim gibi... “Buyur kardeşim, sen de oyna” diyen biri o, başkasına müsaade eden bir aktör; benim en vefa duyduğum şey. O da akrep burcu, çok benzer noktalarımız var. Hayatımın sonuna kadar hiç unutmayacağım bir insan.
HELLO!: Dizide Kerem’in idolü Kadir Adalı. Senin örnek aldığın biri var mı?
 A. Duymaz: Örnek aldığım biri yok ama örnek aldığım davranışlar ve dürtüler var. Kafamda tartmam için işe yarayacak fikirleri ya da bana ilham verecek hayat senaryolarını farklı farklı kişilerden, ihtiyacım olduğu zaman ihtiyacım olduğu kadar topluyorum. Daha öznel ve kendime ��zgü kalmak istiyorum; ama elbette hayatın akışı için de farkında olmadan bazılarından bir şeyler alıyor, bazılarına da bir şeyler veriyorum. Bu karşılıklı alma verme halini seviyorum ben. En önemli şey iletişim; iletişim evrensel bir dildir; ırkı, cinsiyeti ya da bedensel özellikleri yoktur. Ama örnek alma konusunda düşüncem net: Hiçbir şey olma, kendin ol!
HELLO!: Hayran kitlen arttıkça sosyal hayatta zorlanıyor musun?
A. Duymaz: Tanındıkça daha izole yaşamaya meyilli oluyoruz galiba. İlk başlarda korku ve sorumluluk hissettim; çünkü insanlar seni idealize ediyorlar. Daha dikkatli davranman, inanmadığın şeyleri yapmıyor olman lazım, zira ne olursa olsun senin arkandan gelecek bir kitle olduğunu görüyorsun. ‘Çukur’ dizisine girdiğimde bunu çok güçlü hissettim, dizi fenomendi, karakterim absürt bir karakterdi; artık herkes beni tanımaya başlamıştı; o yüzden de daha fazla dikkat etmek zorunda kaldım.
HELLO!: Senin hayatında, yakınında çok insan var mı?
A. Duymaz: Yok, artık yok. Arkadaşlarımın sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bir arayışa girdikten sonra farkındalığın artıyor, uyanmaya başlıyorsun. Bana zarar verenleri geçtim, olumlu bir şeyler katmayan insanlardan bile uzak duruyorum. Bana ne katıyor, benden ne alıyor... Bunlar önemli. Arkadaşlıklarda gerekiyorsa parantez açabilirim; mantığımı devreye sokabilirim. Sadece aşkta olmaz... Duygusal anlamda bir şeyler hissettiğinde, uzak durmak pek mümkün değil. Mantık devre dışı kalıyor. Aşkta karşı taraftan tek beklentim gerçeklik ve samimiyet. Gerçek olan bir şey zarar vermez çünkü.
 HELLO!: Akrep burcusun, her şeyi çok derin mi düşünürsün?
A. Duymaz: Hem burcum hem yükselenim Akrep. Galiba yaş ilerledikçe burcumun özellikleri daha çok çıktı ortaya. Okuduğumda tüm klişelerini kendimde görüyorum. Mesela artık kabullendim, kıskancım. Derinliklerim, kaygılarım, soru işaretlerim hep var. Fevriyim, çabuk sinirleniyorum ve sinirlendiğimde aslında kendime zarar veriyorum. Hemen kapatırım kendimi bir odaya. Ya da sakinleşmek için alır başımı giderim. Bazen beş dakikada, bazen beş yılda sakinleşiyorum, duruma bağlı...
HELLO!: Mükemmeliyetçi misindir?
A. Duymaz: Kim değil ki? Bence herkes mükemmeliyetçi. Hem mükemmeliyetçiyim hem de bir sürü şeye, bilgiye, duyguya, yeniliklere açım.
HELLO!: Aşkı nasıl tanımlarsınız?
A.    Duymaz: Aşk, çok ihtiyaç duyduğun anda, senin kontrolün altında olmayan bir şeyin sana temas etmesi herhalde. Her şeyinle birine ihtiyaç duyma, teslim olma hali... Denk gelişlerle alakalı bir zamanlama meselesi... Aşkın gelip geçici olduğunu düşünmüyorum. Belki ertelersin, belki bastırırsın ama gerçek aşk kalıcıdır... Karışır; ama kalır... Ki zaten ben de kalması taraftarıyım; kalmazsa niye yaşıyoruz ki? Niye zaman diye bir şey var, niye geçmiş var, niye gelecek var, niye şu an var? Geçecek bir şeyse sevmenin de anlamı olmuyor o zaman.
 HELLO!: Şu an aşık mısın?
 A. Duymaz: Evet.
HELLO!: Ne tip kadınlar çeker seni?
A. Duymaz: Öyle herhangi bir formül ya da tanımlama yok kafamda. İşin içine aşk girince kural koymalar bana saçma geliyor. Bana nasıl baktığı ve ilgisi önemli... Ne yaptığının, kim olduğunun, ne dil konuştuğunun önemi yok, gerçek olsun yeter. Hayat mottom önce sev, sonra saygı duy! Önce sevince ne kendine ne de başkasına zarar veriyorsun; bunu bizzat tattım, gördüm, denedim, yaşadım.
 HELLO!: Bir kadınla flört ederken en güçlü silahın ne?
A. Duymaz: Aşkta silah olur mu?
HELLO!: Evlilik uzak mı geliyor, yakın mı?
 A. Duymaz: Düşüncesi geçiyor aklımdan. Yakın bir şey değil; ama çok   uzakta da değil. Galiba bu soruya verecek çok net bir cevabım yok.
 HELLO!: Ne hayaller kuruyorsun? Gelecekte neler yapacaksın?
 A. Duymaz: Arayışım hiç bitmeyecektir diye düşünüyorum. Alaska’ya gitmek istiyorum. Ve huzur hayal ediyorum. En önemlisi huzur. Bir de heyecan. Huzur ve heyecanı iki el gibi düşünelim... Sağ elim koparsa heyecan gitmiş olacak, sol elim koparsa huzur gitmiş olacak; ikisi olursa mutlu olacağım.
hello reportage via : https://www.showtv.com.tr/dizi/haber/2428864-kariyerimiz-ve-kaderimiz-iyi-ki-carpisti-/19
2 notes · View notes