#Kozmik Manzara
Explore tagged Tumblr posts
Text
Leonard Susskind – Kozmik Manzara (2023)
‘Kozmik Manzara’, Sicim Kuramının herkesin anlayacağı bir dille kapsamlı bir tanıtımını yapıyor. Bu kuramın sonuçlarından biri, evrenimizin birçok başka evrenlerden biri olduğunu gösteriyor. Yazarın deyimiyle Mega-evrenin içindeki belki de sonsuz sayıdaki evrenlerden birinde yaşayan bizlerin İnsancıl İlkeye ihtiyacı yok. Akıllı tasarımcıların yanılgılarını tek tek açıkladığı bu kitabında Susskind…
View On WordPress
#2023#Akıllı Tasarım Yanılgısı ve Sicim Kuramı#Ginko Bilim Yayınları#Kozmik Manzara#Leonard Susskind#Murat Havzalı#Sicim Kuramı
0 notes
Photo
Yay Üçlüsü
Günün Astronomi Görseli 26 Nisan 2021
Görsel & Telif: Gabriel Rodrigues Santos
Takımyıldız Yay (Sagittarius) ve merkez Samanyolu’nun kalabalık yıldız topluluklarındaki teleskobik turlarda, bu üç parlak nebula da sıklıkla yer alır. Bunların ikisini; merkezin sağ altındaki büyük nebula, M8 ve karenin tepesi yakınındaki renkli M20, 18. yüzyılın kozmik gezgini Charles Messier tarafından kataloglanmıştı. Üçüncü emisyon bölgesi ise M8’in solunda, NGC 6559’u içeriyor ve daha büyük olan nebuladan karanlık bir toz şeridi ile ayrılıyor. Her üç yıldız doğumevi de yaklaşık beş bin ışık yılı mesafedeler. Yüz ışık yılından daha geniş olan engin M8, aynı zamanda Deniz Kulağı (veya Lagün) Nebulası olarak da biliniyor. M20’nin popüler takma adı ise Üç Boğumlu. Işıldayan hidrojen gazı, emisyon nebulalarının baskın kırmızı rengini meydana getiriyor. Ama etkileyici bir karşıtlıkla, Üç Boğumlu’daki mavi tonlar yansıyan yıldız ışığından kaynaklanıyor. Bu geniş yıldızlararası manzara, gökyüzünde neredeyse 4 derece ya da 8 dolunay kadar yer kaplıyor.
Görsel & Telif: Gabriel Rodrigues Santos
Yazarlar & Editörler: Robert Nemiroff (MTU) & Jerry Bonnell (UMCP) NASA yetkilisi: Phillip Newman Özel haklara tabidir. NASA Web Gizlilik Politikası ve Önemli Bildirimler Bir ASD at NASA / GSFC & Michigan Tech. U. hizmetidir.
Yay Üçlüsü yazısı ilk olarak Uzaydan Haberler sayfasında göründü.
5 notes
·
View notes
Photo
POE-VERNE-LOVECRAFT’IN PEŞİNDEN ... ANTARTİKA’DA NELER OLUYOR ?
Lovecraft’ın Antartika’da geçen ‘Çılgınlık Dağlarında’ adlı hikayesi yazarın en sevdiğim öyküleri arasındadır. Ama asıl güzeli bu hikayenin üç büyük yazarı bağlayan ortak noktalara sahip olmasıdır.
Lovecraft bu öyküsünü, Edgar Allen Poe’nun ‘Nantucket’li Arthur Gordon Pym’in Öyküsü’ adlı hikayesinden esinlenerek yazmıştır. Bir başka üstat Jules Verne ise ‘Buzların Sfenksi’ adlı kitabını Poe’nun öyküsünün devamı olarak kurgulamıştır Charles Romyn Dake’in Gordon Pym’e bir alternatif devam hikayesi olarak oluşturduğu ‘A Strange Discovery’ adlı öyküsünü de unutmayalım.
Herneyse hikayelere dair spoiler vermeyeceğim ama tüm bu bahsettiğim eserleri okuyarak aradaki bağlantıları ve göndermeleri yakalamanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Ama tüm bu süreci başlatan sanırım Poe’nun hikayesinin sonunun oldukça muğlak ve aniden bitmesi olmuş galiba... Hikayenin sonunun yeterli derecede açıklayıcı bulmayan Jules Verne, Gordon Pym’in ve dostu Dirk Peters’ın maceralarının farklı şekilde ilerletmiştir. Poe’nun romanındaki Kaptan Jane Guy’ın kardeşi olarak Len Guy’ı kendi hikayesine yerleştirmiş ve hikayeyi genişletmiştir.
Charles R. Dake is ‘A Strange Discovery’ öyküsünde Poe’nun hikayesine alternatif bir devam öyküsü katmıştır. Bu hikayede Dirk Peters bize farklı şeyler söylemektedir.
Sıra Lovecraft’a geldiğinde o da hikayeye kozmik korku öğelerini katarak oldukça etkileyici bir atmosfer sunmuştur. Antartika’da geçen hikaye 1936 yılının şubat ayında Astonishing Stories dergisinde yayınlanmaya başlamıştır.
John Carpenter’ın The Thing filmi bana direkt bu hikayeyi anımsatır. RPG oyunlarını piyasaya süren Chaosium firmasının ‘Beyond the Mountain of Madness’ adlı roleplay oyunu da sizi Lovecraft’ın öyküsünün bittiği yerde hikayenin içine sokar.
Lovecraft öykünün adını Lord Dunsany’nin Hashish Man adlı hikayesindeki bir pasajdan aldığı rivayet edilir. (-Ve en sonunda delilik dağları denilen o fildişi tepelerine ulaştık-)
Görüleceği üzere araştırdıkça başka hikayeler, başka yazarlar sizin yolculuğunuzu devam ettirecek ve sonuçta epey keyif alacaksınız. Olay sadece yeni yazarlar ve hikayelerle sınırlı kalmıyor bu arada.... Yazarların yaptıkları tasvirlerin esintilerini bulacağınız ressamlar ve onların tablolarına baktığınızda hikayelere dair görsel hafızanızda da bazı gelişmeler yaşanacak.
Örneğin Lovecraft’ın bahsettiği Nicholas Roerich’in tekinsiz manzara resimleri, Jules Verne öykülerini resimleyen Edouard Riou’nun harika çizgileri öyküleri görselleştirmenize epey katkıda bulunacak.
Başka bağlantılara baktığımızda Prisoner of Ice adlı bilgisayar oyununu da atlamayalım. Adventure tarzında olan bu oyun hikaye ile bağlantılı olan bir Cthulhu mitosu oyunudur. Bu oyunu zamanında kadim dostum Burak ile oynamış ve bulmacaları çözmek için epey zorlanmıştık.
Bunun yanısıra bir çok popüler kültüre dair kullanımlara internette rastlamak mümkün. (Bakınız Tenten)
Son olarak Lovecraft’ın öyküsünde yer alan Yüce Eskiler ve Shoggothlar adlı kozmik yaratıklar, Cthulhu mitosunun nadide canavarlarından olup, Cthulhu mitosuna girecek olanların bu öyküyü önceliklendirip okumaları gerektiğini belirteyim. (Cthulhu candır)
#lovecraft#cthulhu#edgar allan poe#jules verne#arthur gordon pym#mountains of madness#sphinx of ice#shoggoth#old ones#elder ones#roerich#tintin#beyond the mountains of madness#rpg#chaosium#lord dunsany#hashish man#gothic horror#charles dake#prisoner of ice#edouard riou#dirk peters#howard philip lovecraft#hpl#horror#cthulhu mythos
4 notes
·
View notes
Text
KAMBOÇYA
Yazı ve Fotoğraf: Olay Salcan, 20 Ağustos 2018
Siem Reap, daha evvel küçük bir yerleşim yeri iken, bugün Angkor kompleksi ile dünyaca tanınan bir yer haline gelmiştir. Çok sayıda turistin buraya gelmesi ile de turistik bir bölge halini almıştır. Son derece kaliteli oteller var. Hayat da çok ucuz. İnsanlar çok iyi, sevecen ve sevimliler. Kamboçya, kendi özelliklerini koruyan bir ülke görünümünde. Zamanla değişeceği de bir gerçek. Kısa bir gelecekte şu anki Kamboçya’dan farklı bir konuma geleceği kaçınılmaz. Bu nedenle şimdiki durumu ile Kamboçya’yı görmek son derece güzel. Bunu Tayland’a gidince daha iyi anladım. Bu görünümdeki Kamboçya’yı kaçırmamak için gezi listenizin başına Kamboçya’yı eklemekte fayda var. Gerçekten Angkor kompleksi, sahip olduğu olağanüstü değerler ile bir insanın görmesi gereken yerlerin başında geliyor. Ayrıca Tonle Sap Gölü üzerindeki Choeung Kneas isimli yüzer köy de, başlıbaşına görülmeye değer ilginç yerlerden birisi.
KIZIL KHMERLER ve ÖLÜM TARLALARI
Burada ülkenin tarihi, sosyal, ekonomik yapısı hakkında uzun uzun bir bilgi vermeyeceğim. Sonunda bu yazdıklarım, gezi yazıları ve ben de gezilerimde gördüklerimi yazıyorum. Ancak bir zamanlar bu eserleri yapacak kadar gelişmiş ve üstün bir medeniyet seviyesine kadar gelmiş bir ülkenin nasıl olur da bu kadar fakir duruma düşmüş olabileceğini anlayabilmek açısından bazı konulara değinmekte de fayda var.
Kamboçyalıların çoğu, kendilerini Khmer (Kimer) İmparatorluğundan gelme sayıyorlar ve kendilerine de (Khmer) Kimer diyorlar. 1884 yılında Fransız sömürgesi olan Kamboçya, II. Dünya Savaşı sırasında da Japonların istilasına uğramış. Savaş sonunda da tekrar Fransa’nın sömürgesi olmuş. 1953 yılında resmen bağımsızlığını ilan etmiş, ama Amerikan yanlısı liderin başarısız idaresi Kızıl Khmerler’in doğuşunun nedeni olmuş. Bunu fırsat bilen Amerika da, Kamboçya’yı bombalamaya başlamış. 1973 yılına kadar devam eden bu bombardımanlarda onbinlerce Kamboçyalı hayatını kaybetmiş. Kızıl Khmerlerin kendi halkına verdirdiği kayıpların yanında, Fransızların, Japonların ve Amerikalıların verdirdiği kayıplar çok hafif kalır. 1975-1979 yılları arasında ülkenin yönetimini ele geçiren Kızıl Khmerler, iki milyon Kamboçyalının infazlardan, açlıktan, zorunlu göçten, aşırı çalışmaktan ve tıbbi bakıma erişememekten ölmesine neden olmuş. Bugün bunun sorumlusu olarak gösterilen dört liderden birisi ölmüş, diğer üçü insanlığa karşı suç işlemek, soykırım yapmak, dini zulümde bulunmak, adam öldürmek ve işkence yapmak suçlarından mahkeme karşısında hesap vermektedirler.
Bu kadar büyük sıkıntılar çekmiş bu ülkenin, bu günlere gelebilmesi büyük bir başarı, ama en büyük başarı, bu olumsuz şartlara rağmen Angkor kompleksinin bugüne kadar ayakta kalabilmesi. Bu insanlık tarihi açısından büyük bir şans. Bunun ne demek olduğunu burayı görünce daha iyi anlıyorum. Emin olun burayı görmek bir ayrıcalık. Burası şehre yaklaşık beş kilometre mesafede. Birkaç kolaylık tesisi hariç hiçbir tesis yok. Bu nedenle de Siem Reap’da kalmak mecburiyetindeyim ve her gün buraya gitmek ve dönmek durumundayım. Tuktuklarla seyahat etmek de ayrı bir keyif. Çok da ucuz.
Tapınakları iki gün gezeceğim için iki günlük resimli biletimi alıyor ve boynuma asıyorum. Son derece iyi organize olmuşlar, siz sırada iken resminizi çekip biletinizi veriyorlar. Yalnız biletinizi hiç kaybetmeyin. Giriş kapıları dahil yol üzerinde dahi soruyorlar.
DÜNYANIN EN BÜYÜK ARKEOLOJİK ALANI: ANGKOR
Angkor, kapladığı ormanlık alan dahil 400 km2 alanla Güney-Doğu Asya’nın en önemli ve görkemli arkeolojik alanlarından birisi. Khmer İmpartorluğu’nun 9-15.yy arasındaki muhteşem kalıntıları burada. Çok sayıda mabedi bünyesinde bulunduran bu kompleksin genel adı, Angkor. Bu kompleksteki en önemli tapınak, hiç kuşkusuz, Angkor Wat. Ancak; Angkor Thom, Bayon ve Ta Prohm tapınakları da enteresan görüntüleri ile dikkat çekiciler. Bölgedeki tapınakların yapımında tuğla, kireç taşı ve kızıl kil kullanılmış. Ancak büyük bir çoğunlukla işlemesi de kolay olduğu için kireç taşı tercih edilmiş.
Bölge, UNESCO tarafından 1992 yılında Dünya Mirası Listesine dahil edilmiş. UNESCO ayrıca; tarihi eser yağmacılığından, su baskınlarından ve aşırı derecedeki turizm faaliyetlerinden korumak maksadıyla bu siteyi Tehlikede Olan Dünya Mirası Listesine dahil etmiş.
ANGKOR WAT TAPINAĞI
Şehir Tapınağı manasına gelen Angkor Wat, 12. yy’da devlet tapınağı olarak Kral II. Suryavarman tarafından Angkor’da inşa ettirilmiş. Kompleks de en iyi bir şekilde korunmuş. Yapılışından bu yana ayakta kalabilen görkemli bir dini merkez. İlk yapıldığında Hindular için tanrı Vishnu‘ya ithaf edilen tapınak, daha sonra Budizm için kullanılmış. Bu gün Kamboçya bayrağının üzerinde ülke sembolü olarak kullanılıyor. Dünyanın en büyük tapınağı olma özelliğine sahip.
Angkor Wat’ın efsanevi Meru Dağı’nı temsil eden sembolik özelliği var. Bu nedenle de Meru Dağı’nın beş tepesini temsil eden beş kuleden oluşan piramit şeklinde bir dağ olarak inşa edilmiş ve tapınağın çevresindeki duvar dünyanın sonundaki dağları, su kanalları da kozmik okyanusu temsil ediyor. Bazı tapınaklar ise, kralların kendi krallıklarını ve yönetimlerini sembolize etmek maksadıyla politik olarak yapılmışlar. Angkor Wat’ın uzaktan görünüşü çok heybetli. Görünen beş kulesi ile insanı büyülüyor. Ortadaki kule, kenarlardaki dört kuleden hem büyük hemde yüksek.
Tapınak, ulaşılabilmesi kolay olması için su kanalı üzerine inşa edilmiş, iki tarafındaki arslan heykellerinin bakışları arasından, uzun taş bir köprüyü yürüyerek geçiyor ve zamanında yalnızca kralların girdiği muhteşem kapıdan içeri giriyorum. Kapının içerisinde beni sekiz kollu, büyük bir Vishnu heykeli karşılıyor. Sağdaki bölmede bir rahip ibadetini yapıyor. Hayal dahi edemeyeceğim çok güzel bir manzaranın büyüsüne kendimi kaptırıyorum. Ancak bu gerçek ve ben de bunun tadını çıkarıyorum. Bunları yaşayabilmek için gezmek lazım.
Bu hayalden kurtulup kapının sonuna geldiğimde karşıma büyük bir bahçe çıkıyor. Ortasında da tapınağa giden bir yol var. Tapınağa biraz daha yaklaştığım için görkemini daha da görebiliyorum. Gerçekten muhteşem bir manzara. Bunun ancak masallarda olabileceğini, hayatta olamayacağını düşünürdüm, ama bu gerçek ve tam karşımda. İşin en güzel tarafı da, biraz sonra tamamını gezmek ve görmek için içine gireceğim. Gel de gezme. Gezdikce ve gördükce hayallerin gerçek olabileceğine inanıyorsunuz.
Yürüyüşüme devam ederken taşlar üzerine oyularak yapılmış kabartmalara hayranlıkla bakıyorum. Emin olun burada fotoğraf çekerken hiçbir yerde zorlanmadığım kadar çok zorlandım. O kadar çok çekilecek yer var ki hangisini çekeyim. Olacak gibi değil. Burası fotoğrafçılar için cennetin cenneti. Her zaman söylediğim gibi çekemediklerime üzülmek yerine, çekebildiklerime seviniyorum.
Taşlar üzerine oyulmuş çeşitli kabartmalar her yerde var. Son derece ilgi çekici ve güzeller. Emin olun detayları hiç kaçırmamışlar. Savaşlarını anlatmışlar. Tanrılarını ve tanrılar arasındaki ilişkileri tasvir etmişler. Krallarını, tanrılara ibadetlerini, danslarını, eğlencelerini, cenaze törenlerini, cennet ve cehennemi, festivalleri, resmi törenlerini resmetmişler. Özellikle zamanın kadın dansçıları olan apsaraların çeşitli figürleri çok kullanılmış. O zamanlar çok popüler olmalılar ki her yerde görünüyorlar. Gerçekten de bu kabartmalar, Khmerlerin o günkü yaşamları konusunda çok detaylı bilgi veren tarihi ve değerli belgeler. Bunları sadece süs olsun diye tapınak duvarlarına yapmadıkları belli oluyor. Gerçekte bunlar yazılı birer belge.
Burayı geçtikten sonra duvarlarla çevrili bir avluya geliyorum. Burada Meru Dağı’nı temsil eden beş kule mevcut, ancak ortadaki kule insanı ürkütecek kadar büyük ve heybetli. Bu kuleye çıkan dik merdivenler var. Çoğu kimse de çıkıyor. Bu kadar çıkan olduğuna göre demek ki görülmeye değer. Bir anda kendimi merdivenlerde, yukarıya tırmanırken buluyorum. Oldukça dik ve yüksek. Herkes gibi azami dikkat gösteriyorum. En tepeye çıktığımda, koridorlarla birbirine bağlanmış dar odalarla çevrili, ortası avlu olan bir terasla karşılaşıyorum. Dışarıya bakan pencereler var. Buradaki görüntü son derece güzel. Ayrıca tapınağın dört bir yönünden çevreyi görebiliyorum. Ormanlık bir alanla çevrelenmiş bir tapınak. Buradan diğer bazı tapınakları da görebiliyorum. Tapınağın kapladığı alanın büyüklüğünü yukarıdan çok daha iyi anlayabiliyorum. Dünyanın en büyük ve muhteşem tapınağını görebilmenin hazzı içerisinde burayı terk ediyorum.
BAYON TAPINAĞI
Bu tapınağın yapımına 12. yy’ın sonlarında başlanmış ve 13. yy’ın sonlarına doğru tamamlanmış. Tapınağın içerisine girmeden evvel tapınağı koruyan arslanlar var. Sağlı sollu duvarlarda da kabartmalar mevcut. O kadar güzel resmetmişler ki, kabartmalara bakarak ne anlatmak istediklerini anlıyorum. Birilerinin anlatmasına bile gerek yok. Yalnız burada kabartmaları yapan ustanın sanıyorum espri anlayışı çok kuvvetli ki, insanı güldüren figürler yapmış. Burada da gerçek hayattan alıntılar var. Konular genelde aynı, ama hikayeler farklı. Örneğin teknelerle nehirde yapılan savaşlar konu edilmiş. Denize düşen bir askerin kendisine saldıran timsahtan kaçmak için tekrar tekneye tırmanırken timsahın dişlerini pantolona geçirip aşağıya doğru çekmesi esprili bir şekilde anlatılmış. Ayrıca başındaki sepette meyve taşıyan kadının sepetinden ağaçtaki maymunun meyveyi çalması çok eğlenceli bir şekilde resmedilmiş. Hatta savaşa giden bir kıtada öndeki savaşçının arkasında gelen kadının elindeki kaplumbağaya askeri ısıttırması son derece güzel. Ayrıca birbirlerinin bitlerini temizleyen kadınlar, Çinliler ile Kamboçyalılar arasındaki horoz döğüşleri, domuz güreşi figürleri bunların içerisinden verilebilecek birkaç örnek.
Kapılardan geçtikten sonra tapınağın kendisine ulaşıyorum. Odaları birbirlerine bağlayan koridorlar var. Çevre kulelerdeki taşlara yüzler, oyularak yapılmış. Orijinalinde 49 kule varken bu gün 37 kule ayakta kalabilmiş. Bu kulelerin dört tarafında birer, yani toplamda dört yüz varken, bugün bazısında üç ve bazısında iki yüz kalmış. Bu yüzlerin tamamı gülen yüz. Üçüncü kattaki terasta ise taşlara oyulmuş çok daha fazla gülen yüz var. Gerçekten görülmeye değer. Aşağıda girişte bulunan espri dolu kabartmalar ve tapınakta birçok gülen yüz bana gülmeyi hatırlatıyor. Bunlar etrafa olumluluk katıyor. Tüm bunlar da tapınağa ayrı bir hava veriyor ve diğerlerinden farklılık yaratıyor. Benim gezdiklerim içerisinde en çok beğendiğim tapınaklardan birisi.
TA PROHM TAPINAĞI
Tapınağın inşası 12. yy’ın sonlarından 13. yy’a kadar devam etmiş. Tapınaklar içerisinde en enteresan olanı da bu tapınak. Çok özel bir tapınak. Bu tapınağın diğer tapınaklardan maksat, mimari ve sanatsal olarak hiçbir farkı yok. Tek farklı buradaki ağaçlar. Bu da tapınağı çok özel kılıyor. Ağaçlar bu tapınağa mistik ve gizemli bir hava vermişler. Tapınağa girer girmez, tapınaktaki ağaçları görünce emin olun şaşkınlığımdan ağzım bir karış açık, gözlerim de yuvalarından fırlayacak gibi bakakalıyorum. Ağzımdan hayret nidasından başka bir şey çıkmıyor. Benim bildiğim ağaçlar toprakta yetişir ve toprağa kök salarlar. Buradaki ağaçlar, hiç böyle değil. Binaların üzerinde yetişmişler ve aşağıya doğru kök salmışlar. Bunlar çok ama çok büyükler ve iriler. Kökleri ise başka bir alem. Öyle salkım saçak değiller. Devasa kökler bunlar. Ağaçların kökleri binaları bir oya gibi işlemişler. Muhteşem görüntü veriyorlar. Nerede bir çatlak bulmuşlarsa girmişler, nerede bir çatlak varsa çıkmışlar. Aynı bir iğne işi ve nakış gibi. Eskiden kasnaklar üzerine nakış yapılırdı. Burada da binalar kasnak, kökler ve ağaçlar bu nakşa şekil ve hayat veren iplikler. Burada doğadan daha büyük bir sanatkar olmadığını bir kere daha görüyorum.
Bölgede iki çeşit bitki örtüsü var. Birisi, iri ve yüksek olan ağaçlar ki bunlara ipek pamuğu ağacı deniyor. Diğeri ise, daha küçük ve duvarlara tutunarak yükselen yeşil yapraklı ve gri renkli kökleri olan bir çeşit incir ağacı. Yeşil, gri ve kahverenginin olağanüstü beraberliği görülmeye değer. Bu manzaranın beni hayrete düşürecek kadar güzel olmasının yanında, ne kadar çok yazara ve film yapımcısına ilham verdiğini de düşünüyorum. Burası, insanı tuvali ile gelip resim yapmaya teşvik eden bir yer. Çoğu çizgi filmlerde gördüğümüz ve ancak hayallerde olabilir diye düşünebileceğimiz bir tapınak. Gerçeğini görünce şoka giriyorum. Tabii ki bu şok, öldürücü değil. Keyif verici.
Şoktan çıkıp da, kendime gelip etrafa daha iyi bakmaya başlayınca; ağaçların, bu yüzlerce yıllık tapınak duvarlarına kökleri ile destek oldukları; aynı zamanda çatlakları kökleri ile genişlettikleri için duvarların yıkılmasına neden olabilecekleri yorumunu yapıyorum. Bazı ağaçların da fırtınalar nedeni ile binaların üzerlerine düşüp zarar verebileceklerini, bu durumdaki bazı manzaraları görerek anlıyorum. Bu ağaçların görüntüsü yalnızca bu tapınakta var, diğer tapınaklarda rastlamadım. Aynı bölgede ve sık bir ormanın içerisinde bulunan bu tapınakların tamamında da aynı ağaçların, aynı şekilde yetişmesi gerektiğini düşünüyorum. Sonunda diğer tapınaklardaki ağaçların tapınaklara zarar vermemesi için temizlendiklerini, yalnızca bir örnek olsun diye bu tapınakta bırakıldıklarını öğreniyorum. Çok da iyi olmuş.
Asırlardır, savaşlara, talanlara, tahrip ve yıkılmalara karşı koyan bu eserler, tabiatın yağmur, sel, fırtına ve ağaçlarının verdiği zararlara da direnerek bu güne ayakta kalabilmişler. Ne mutlu ki bugüne gelebilmişler. Yoksa insanlık, insanlığın yaptığı bu muhteşem eseri göremeyecekti. Ben de, bunları görebilmekle çok şanslıyım.
Hoşça kalın.
KAMBOÇYA KAMBOÇYA Yazı ve Fotoğraf: Olay Salcan, 20 Ağustos 2018 Siem Reap, daha evvel küçük bir yerleşim yeri iken, bugün Angkor kompleksi ile dünyaca tanınan bir yer haline gelmiştir.
0 notes
Text
Hayatınızı değiştirmek için Satürn'ü yok ettim
Burçlara inanmıştım. İnanmakla da kalmayıp işin içine derinlemesine girmiştim. Zodyak’ı incelemeye başladığımda, tarih boyunca ortaya atılan sabit fikirli düşüncelerden kendimi soyutlamaya çalıştım. Burçlar sadece 30 derece aralıklarla gök kubbeye yerleştirilmiş hayvanlar ya da nesneler değildi. Bizi etkiliyorlardı. Buna hakları yoktu ama yine de bizim hareket ve düşünce özgürlüğümüze müdahale ediyorlardı. Doğduğumuz aya göre 12 burçtan biri yanı başımıza dikiliyor ve buna engel olamıyorduk. Etrafımızda olup bitene 'kaderin cilvesi' derken bu cilveleri meydana getiren esas şeyin burçlar ve onların kısıtlamalarından oluştuğunun farkında değildik. Burçlardan ve genetiğimizi belirleyen özelliklerinden hiçbir zaman kaçamadık. Tamamen rastgele ve fabrikasyon olarak imâl edilen 12 farklı üründen biriydik. Yani hepimiz birer maldık.
|
|
Hiç fakir biri olmadım ama zengin de değildim. Göreceli olsa da kendimce kaliteli bir yaşam düzeyine ulaşamadım. İnsanlarla iletişimim zayıftı. Sevdiğim kadınlar tarafından kapının önüne konulmuştum ve sadece zevk olsun diye paramın yettiği kadar alkol tüketmiştim. Bütün bu sefaletin tek bir nedeni vardı ve aklımı başıma topladığımda mantığım bu nedeni kabulleniyordu. 22 Kasım-21 Aralık tarihleri arasında doğan insanlar Zodyak'a göre Yay Burcu, 23 Ekim-21 Kasım arasında doğanlar da Akrep Burcu gurubuna dahil oluyorlardı. Ben 22 Kasım'da doğmuştum. Yay Burcu olmama rağmen kendi burcuma ihanet edip tanıdığım herkese burcumun Akrep olduğunu söylemiştim. Çünkü 'akrep' hem korkutucu bir canlıydı hem de kelimenin söylenişindeki ahenk güzeldi. Akrep... Zamanında yılın hangi tarihinde, hangi ayın, ne kadar günden oluşacağını belirleyen insanlar şüphesiz bir hata yapmış olmalıydı. Ben eski savaş silahlarının parçalarından biri değil asil bir hayvanın adıyla anılmak istiyordum.
|
|
Kendimi odama kapamıştım. Akrep Burcu’nun özellikleri ile kişisel zevk ve ilgi alanlarımı karşılaştırıyordum. Mine Ayman'dan Hande Kazanova'ya kadar dünyanın hatırı sayılır büyük astrologlarının akademik makalelerini okuyordum. Bu bilge insanların burç tanımlamalarındaki bilimsel öğreti kırıntılarına ulaşmak istiyordum. Şu bilgileri edindim: Yay erkeği; Entelektüel bir kişiliğe sahiptir. Kibar ve ılımlıdırlar. Akrep erkeği; Her zaman duyarlı davranışlar sergiler. Aşk hayatlarında kadınlar Akrep'lere karşı koyamaz. Akrep mi yoksa Yay Burcu’na mı aitim diye düşünürken farkında olmadan kendi içimde başlattığım karakter çatışmasına da böylece son vermiştim. Çünkü bu iki burcun da ‘karakteristik’ özellikleri benim karakterime uymuyordu. Artık bir şeyden çok emindim... Astrologlar da aynı burçlar gibiydiler. Hayatlarımıza bizden habersiz müdahale ediyorlardı. Onları dinliyorduk, dediklerine inanıyorduk ve daha da kötüsü sorgulamıyorduk. Bu tuzaklara nasıl düştüğümü anlayamamıştım. Kandırıldığım için kalbimin derinliklerinde çok büyük hayal kırıkları yaşasam da daha güncel bilgilere ulaşmak istedim. Böylece bu sektörün nasıl işlediğini daha iyi kavrayabilecektim.
|
|
Burç yorumu yapanlar, okuyucularının nabzını tutarak elde ettikleri önermelerden yola çıkarak sadece kendileri için 'doğru' olanı gözetip değerlendirmelerde bulunuyorlardı. Bu değerlendirmeleri herhangi bir gazetenin ya da derginin çengel bulmaca sayfasının hemen üzerinde bulabiliyordum. İnternet sitelerinde yapılan burç değerlendirmelerini okumak istediğimde de ekranımda ansızın beliren onlarca reklamı kapatmam gerekiyordu. Sanki yenilmiş tırnaklarla toprağı kazıp altın dolu bir kasaya ulaşmaya çalışmak gibiydi bu süreç. Kısacası burç yorumları, onları okumak isteyenler için pek de saygın yerlere sahip değildi. Gezegenlerin günlük hareketlerine göre değerlendirilmiş burç yorumlarını okurken karşıma şöyle esrarengiz öğretiler çıktı: "Venüs agresif bir dönemden geçiyor. Ama siz bu ay aşk hayatınızda yeni heyecanlara yelken açacaksınız." Ya da "Mars'ın dengesiz hareketleri yüzünden önümüzdeki günlerde maddi sıkıntıya düşebilirsiniz. Elinizdeki parayı, yastığınızın altında kara günler için saklayın." Tüm bu okuduklarımın beni olumsuz bir ruh haline sokabileceğini düşündüm. Ya söylenilenler gerçek olmazsa? Bir beklenti içine girip hayal kırıklığına uğrayabilirdim. Yine de burçların konusu ve içeriğine bir şans daha verme kararı aldım. İnsanların atladıkları bir nokta vardı. Madem işin içinde 'Zodyak' ve uzay var, o zaman tüm burçlar aynı zamanda fiziğin de konusu kapsamına girebilir...
|
|
Huzurlu bir ilkbahar sabahıydı. Gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Samatya Sahili’ndeki kayalıklara oturmuştum. Elimde bir gazetenin ekonomi sayfasına sarılı halde tuttuğum şarap şişesi vardı. Renksiz ve can sıkıcı grafiklerle dolu ekonomi sayfasından akan simsiyah mürekkeple kararmış elimi paltomun cebine daldırarak yırtık astarın arasında kalan ay çekirdeklerine ulaşmaya çalışıyordum. Bir yandan çekirdek çitleyip şarabımı yudumlarken bir yandan da dalgaların kayalıklara vurmasını izliyordum. Farkında olmadan gözüm dalmıştı. Aradan ne kadar zaman geçtiğini ya da hangi hayallere girip çıktığımı hatırlamasam da aklımı başıma topladığımda ilginç bir manzara ile karşılaşmıştım. Dalgalar yerini çarşaf gibi bir denize bırakmıştı. İşte medceziri ilk o zaman gözlemlemiştim. Bir gök cisminin başka bir gök cismine uyguladığı kütle çekimi nedeniyle meydana gelebilecek şekil bozulmalarını oldukça iyi anlamıştım. Fakat ters giden bir şey vardı. Kendimi huzursuz hissediyordum. Sanki otokontrolümü tamamen kaybetmiştim. Yoldan geçen ilk kadına evlenme teklifi edebilirdim ya da cebimdeki tüm paramı denize atıp ay sonuna kadar aç kalabilirdim. Yüce astrologlar yoksa doğru mu söylüyordu? Aşk hayatımda olası bir heyecan mı yaşayacaktım? Ya da maddi sıkıntı mıydı beni bekleyen şey? İşte o an şişenin dibinde kalan dört parmak şarabı kafamdan aşağı dökmüştüm. Soğuk şarabın kafamın içine nüfuz etmesiyle mantık yürütmeye başlamıştım... Ben bir gök cismi değildim. Gel-git olduğunda şekil (karakter) bozuklukları yaşamam son derece saçmaydı. Ama anlamıştım.. Başımdan geçenler bana çok acı bir ders vermişti. Burçlar yabana atılacak bir konu değildi. Yerçekimi kanunun burçlarla nasıl bir bağlantısı olduğunu öğrenmem lazımdı. Fizik ve astronomi ile iç içe olan bu alan derinlemesine incelenmeliydi. Bunu da benden başka yapacak kimse yoktu. Yani kimse böyle bir işe kalkışmazdı. O yüzden ben yapmalıydım...
|
|
Kendimi bir kez daha odama kapamıştım. Bir yanımda 'Newton ve yerçekimi kuramı' bir yanımda da 'Uzay ve Astroloji Bilimi' makaleleri duruyordu. Derinlemesine bir araştırma yapmak istesem de içimden bir ses bana ‘yelpazeni daralt ve sadece yerçekimi ile ilgilen’ diyordu. Ben de öyle yaptım... Saatler sonra ilk çarpıklığın farkına varmıştım. Zodyak'ın içerisinde Plüton gezegeni yer almıyordu. Sonradan keşfedilmiş olan bu gezegenin çekim kuvvetinin insan anatomisi ve EQ'su (duygusal zeka) üzerindeki etkiler yok sayılmıştı. Plüton'u bir kenara bırakırsak Güneş Sistemi dışındaki kozmik fırtınaların yarattığı elektromanyetik alanların çekim gücü de es geçilmişti. Demek ki uzaydaki uzaklık ve büyüklük kavramları astrologlar için önemli bir referans değildi. Ama yine de yerçekiminin üzerimizde yarattığı negatif ve pozitif etkileri ortadan kaldırmadan hür irademizle hareket edemezdik. Sorun Güneş Sistemi’ndeydi. Hem çok uzak olmayan hem de çok küçük olmayan bir şeydi irademizi esir alan. Zodyak’ın da kabul edeceği bir şey olmalıydı. Her şey yavaşça aydınlanmaya başlıyordu, binlerce yıllık esaretin nedeni şüphesiz bir gezegendi. O gezegeni yok edersek tüm sorunlar sonsuza dek sona erebilirdi. Fakat ortada cevaplanmayı bekleyen çok önemli bir soru vardı... Hangi gezegeni ortadan kaldırırsak normale dönebilirdik?.. Neptün ve Uranüs yerküreden çok uzaktı. Merkür, Venüs ve Mars bize fazla uzakta değildi ama küçük gezegenlerdi. Dış Güneş Sistemi'nin ilk gezegeni olan Jüpiter çok büyüktü ama o kadar büyük bir şeyin yok edilmesi sistemdeki dengeleri tamamen bozabilirdi. Jüpiter'den sonraki ikinci büyük gezegen Satürn'dü ve sorunun esas kaynağı da işte bu gezegendi. Satürn, Jüpiter’den sadece 646 milyon kilometre uzaktaydı. Birbirlerine bu kadar yakın olmaları sayesinde bu iki gezegenin oluşturduğu manyetik alan 37 Newton'luk bir çekim kuvvetine sahipti. Satürn ortadan kaldırılırsa Jüpiter’in toplamda sadece 25.5 N'lik çekim kuvveti kalacaktı ve hiçbir sorun teşkil etmeyecekti... Anlaşılan oydu ki, Satürn yüzyıllardır insanoğlu adına büyük bir tehdit oluşturmuş ve kimse bunun farkına varmamıştı. İşin daha da ilginci değerli astrologlarımız, Satürn'ün yaşamımızdaki etkilerinden çok az bahsediyorlardı. Aylar sonra Dr. Şenay Yangel, Satürn'ün Kova Burcu üzerindeki etkisini kaleme almıştı ve ben de bu akademik değerlendirmeyi halka sormak için sokak sokak gezmeye karar verdim. Eğer yurttaşlar da Satürn'den şikayetçiyse, yok edilmemesi için hiçbir sebep yoktu.
|
|
Dr. Yangel, Kova Burcu için şunları yazmıştı: "Satürn'ün halkaları bir başka güzel parıldıyor bu ay. Sizin de içiniz öyle güzel parıldayacak. Işığıyla içinizdeki kuşku ve karamsarlığınızın gölgelerini okşayarak aydınlatacak. Sevdiğiniz kişiye açılmak için bundan daha iyi bir zaman olamaz. Işığın sizi götürdüğü yere gidin. Yolun sonunda aşkınızım sizi beklediğini göreceksiniz. Hem gönlünüz hem cebiniz zenginleşecek. Bu kez parıltılardan gözünüzü kaçırmayın."
Kadıköy'de yüzlerce kişi arasında bulduğum 6 Kova kadını ve 6 Kova erkeğine Dr. Yangel'in yorumunu okudum ve değerlendirmelerini istedim. İşte sonuçlar...
Kadınlar:
Pelin Pekgelin: Şenay hanım kusura bakmasın ama ben aşka artık inanmıyorum. Âşık olduk da ne oldu. Ya karşılıksız sevdik ya aldatıldık. Yalnız başıma gayet de mutluyum. Satürn'ü de hiç sevmem zaten. Bence Plüton en cici gezegen.
Zühal Altıncı: Cebimize para girecekse hemen âşık olalım. Hihihi. Şaka bi yana dedikleriniz saçma geldi.
Münevver Ölü: A evet! Evet! Ama Şenay hanıma bir noktada katılamayacağım. Kova kadını bu aylar daha çok Merkür'ün etkisi altına girer. Aşktan ziyade aile kavramları ön planda olur. Yani küstüğünüz eş-dostunuz varsa onlarla barışırsınız. Eşinize vakit ayırırsınız. Hatta belki şehir dışına ufak bir kaçamak yapıp kafanızı bile dinleyebilirsiniz. Çünkü Kova kadınları bu aylarda şehrin gürültüsüne hiç katlanamaz.
Ayşe Cartoğlu: Vallaha çocuğum ben anlamam öyle şeylerden. Yaş oldu 65. Aşk maşk geçti bizden artık.
Nisan Yağmur: Hadi kardeşim sapık mısın, bak işine ya!
Çağel Şıkla: Ya olabilir ama benim yükselenim ikizler. O yüzden Kova kadını Satürn'ün etkisi altına girerse ve yükseleni ikizler burcuysa, o ay Başak kadının ateş ya da su enerjisine bağlı bir yükseleni ile ilişkilendirilebilir, yani bu yorumu kendim için doğru bulamayacağım.
Erkekler:
Aziz Ayı: Merhabalar efendim. Af buyurun ama ben burçlara ilgi duymuyorum. Çok banal geliyor bana. Popüler kültür akımına kapılmış başka bir sığ su birikintisi daha işte ne diyeyim. Kendinize çok iyi bakın beyefendiciğim.
Özgür Özkutsal: Her ışığın çağırdığı yere gitsek kediler, köpekler mezarımızı eşeler üzerimize sıçardı kardeşim. Saçma sapan konuşma ışık mışık... Kafayı koydum mu...
Arif Matador: Dehh yavrum Dehh! Bürrrrrüşşş!
Takamura Miyinachi: こんにちは!そんなによくありません。
Volkan Demirel: Erkek adam Fenerli olur! Ne o öyle yuvarlak halkalı gezegen falan. Biz Fener'e aşığız kardeşim bizim gönlümüzde başka sevda yoktur. Seneye de iki yabancı alsak lig bizimdir, Avrupa'da da en az yarı final.
Durali Telefon: Birader merak etme biz yolun sonuna da gittik baktık bi bok yoktu döndük geri geldik. Şeklimizden de bir şey kaybetmedik hani. Sevene canım feda sevmeyene elveda hesabı... Hadi eyvallah.
Saha araştırmamı tamamladığımda tüm eksik parçalar yerine oturmuştu. Farkında olmasalar da bu insanlardan bazıları burçların, duygu ve hareketlerini kontrol etmesine karşı direniyor, bazıları da sorgusuz sualsiz biat ediyordu. Daha da önemlisi hiçbir kadın ya da erkek Satürn'den mutlu değildi... Satürn var olduğu sürece insanoğlu hür olamayacaktı. Şanslıyım ki 51'inci Bölge'den yakın bir dostum yardımıma tam zamanında koştu. Adını vermek istemediğim bu dostuma, burçlar konusunda edindiğim gizli bilgi hazinesini sundum. Bana, ruhunu özgür kıldığım için minnettar olduğunu defalarca tekrarladı ve benim için ne istersem yapabileceğini söyledi. Ne istediğimi çok iyi biliyordum... X32'nin sondalarından birkaçına ihtiyacım vardı. Ve tabii bir düzine kadar da atom bombasına. Arkadaşım, bana zamanında Amerika'nın Phobos'daki gizli üssünden bahsetmişti. Phobos Mars'ın iki uydusundan biriydi. Seyyar bir platformun üzerine kurulmuş X32 üs bölgesi, Phobos'un dönüş yönünün tersine hiç durmadan 5225 km/s hızla hareket ediyordu. X32, yaklaşık 9400 kilometrelik ekvatoral çapın üzerinde, saat yönünde hareket ederek Phobos'un sürekli karanlık yüzünde kaldığı için insanlar tarafından gözlemlenemiyordu. Phobos'tan fırlatılan sondaların, Satürn'ün helyum ve hidrojenden oluşan atmosferini delip gezegenin derinliklerine atom bombalarını yerleştirmesi tam 3 sene sürmüştü. Zamanı geldiğinde teleskobumun başında çayımı yudumlarken Satürn'ün son dansını izledim. Belki şu an bana kızabilirsiniz ama eninde sonunda anlayacaksınız... Hayatınızı değiştirmek için Satürn'ü yok ettim...
0 notes
Text
İran’ın Şiraz kenti dünyanın en büyüleyici camilerinden birine ev sahipliği yapıyor: Şah-e Çerağ Cami. Şah-e Çerağ, Farsçada “ışıkların şahı” anlamına gelmektedir. Bu isim aynı zamanda yapı içerisinde türbesinin de bulunduğu Emir Ahmet’e (Seyit Ahmet), Şii halk tarafından verilen bir isimdir.
Bu harika yapı Şiraz’a gidildiğinde, hatta Şiraz’ın yakınından dahi geçildiğinde görülmesi gereken yerlerin başında yer almaktadır. Sadece bu yapı için şehri ziyaret etseniz dahi pişman olmazsınız. Çünkü dünyada hiçbir yerde karşılaşamayacağız bir manzara sizi beklemekte. İsfahan’ın güzelliği için nisf-i cihan (cihanın yarısı) derler. Güzelliğin diğer yarısı da Şah-e Çerağ Cami olmalı diye düşünüyorum. Her santimetrekaresine işlenmiş sanatıyla Prag’daki Votiv Katedrali’yle beraber gönlümde ayrı bir yeri oldu.
8. İmam, İmam Rıza’nın kardeşleri olan Emir Ahmet ve Mir Muhammet’in mezarları yapı içerisindeki türbelerde bulunmakta. Emir Ahmet ve Mir Muhammet, kardeşleri İmam Rıza’nın yanına Horasan’a giderken, 835 yılında tam da türbenin bulunduğu yerde, Abbasi Halifesi Memun’un emriyle kurulan bir pusu sırasında öldürülmüştür.
Başlarda gayet mütevazı inşa edilen yapı, türbenin yakınına Moğol kökenli Şii İncu hanedanından sanatperver bir soylu olan Taş Hatun tarafından bir okul ve cami yaptırılınca daha da önem kazandı. İkonik cam küre ise yine Taş Hatun tarafından, “ışığın cami içinde binlerce kez dolaşmasını istediği” için hediye edilmiştir. Zamanla görkemli bir görünüme kavuşan cami, Şiilerin Şiraz’daki hac noktalarından biri haline geldi.
Bir diğer rivayete göre, Ayetullah Destgayb yolculuğu sırasında bir mezardan ışık yayıldığını görür ve ışığın kaynağını merak ederek ışığa doğru ilerler. Mezarı kazdırır ve zırh giymiş bir ceset keşfeder. Cesedin parmağındaki yüzükte “al-‘Izzatu-Lillāh Ahmad bin Mūsā (İzzetullah Ahmet bin Musa)” yazdığını görünce bu kişinin büyük din adamlarından biri olan Musa el-Kazım’ın oğlu olduğu anlaşılır. Işıklı mezarın üzerine de bu cami yapılır.
Caminin bulunduğu alana doğru ilerlerken, göze ilk çarpan şey doğal olarak minareler oluyor, ancak daha dev bir şamdan şeklinde tasarlanmış minarelerden çok farklı bir esere doğru yaklaştığınızı anlıyorsunuz. Özellikle geceleri çok uzaklardan bile görülebilen, deniz feneri misali geceyi ışıl ışıl aydınlatan minareler sizi kendine doğru çekiyor. Işığı takip edip camiye vardığımızda, önce büyük bir avlunun içerisindeki geniş bir havuzun yanından geçip, işlemeli ahşap sütunların yönlendirdiği gümüş bir kapıdan giriyorsunuz. Cami içerisinde kozmik çokgen, Davut kalkanı ve çoğu evrensel düzen, denge ve birlik (genel olarak vahdet-i vücut) düşüncesini yansıtan geometrik şekiller başta olmak üzere birçok Şii felsefeye ait sembol bulunmaktadır. Özellikle iç kubbede bulunanlardan “camın felsefesi” denilen ve Emir Ahmet’e dayandırılan bir düşünce ortaya çıkmıştır.
Bunların yanı sıra prizmatik öğelerin yan yana ve üst üste dizilerek oluşturdukları bezeme türü olan mukarnes bezemeye de sıkça mimari yapıya kaynaştırılarak yer verilmiştir. Her bir renkli cam bezemenin ve aynanın bir parmak boğumu kadar olduğu bu yapıya gönderilen bir ışık, size bir ışık şöleni olarak geri dönüyor. Yapının altın işlemeli pencereleri ise vitrayın İranî tarzı olan aynakârî sanatı kullanılmıştır. Tüm bu renk cümbüşü de göze doyumsuz bir zevk tattırıyor.
Cam mozaiklere ve aynalara eşlik eden yeşil ve beyaz mermerler de göz kamaştırıcı bir güzellik sunuyor. Parlak avizelere sahip caminin renkli camlarla kaplanmış duvarları ışığın geliş yönüne göre dans etmekte ve loş ortam içinde yoğunlaşan sarı ve yeşil ışıklar inanılmaz bir mistik atmosfer oluşturmaktadır.
Renkli cam mozaik ve aynalarla örülmüş duvarlar ışıltısıyla ziyaretçileri kendine çekiyor ve içlerinin huzur dolmasına sebep oluyor. Bu atmosferde her türlü duygunun karmaşasını yaşamanız içten bile değil. Bu yüzden mistisizmin etkisinde, ibadet ederken veya sadece bir yere bakarken ağlayan insanlarla karşılaşabilirsiniz. Cami içerisinde, türbenin bulunduğu kısımda duygular yoğunlaşır ve insanlar bu kısımdan ayrılırken sırtlarını türbeye dönmeden, geri geri yürüyerek ayrılmaktadır.
Şah-e Çerağ Cami, İran’ın en kutsal üçüncü mabedi olarak kabul edilmektedir ve Cuma günleri önemli bir kalabalığı kendine çekmektedir. İnsanların kutsal kabul ettiği cami duvarlarını yere düşen ekmek misali, öpüp alınlarını değdirdiğini görmek de alışılmadık bir durum değil. Özellikle türbenin bulunduğu taraftaki duvar öpülür, başa konur ve önünde kutsal kişinin ölümü anılarak ağlaşılır.
Caminin cam mozaik yapısı, gerek yenilemelerle gerekse eklemelerle günümüzde hala geliştirilmektedir. Kompleksin yapımı her ne kadar 14. yüzyıla dayansa da geliştirmeler 20. yüzyıla kadar uzamaktadır. Hatta depremler sebebiyle hasar gören eski kubbe ve kubbenin çinileri İsa Bahadarî tarafından baştan yapılmıştır. Işıklandırmalar ise çok eski değildir. Uzun zaman alan yapımı ve geliştirmeleri açısından da Votiv Katedrali’ne benzer.
Camide doğal olarak haremlik-selamlık uygulaması bulunduğundan, kadınlar ve erkekler ayrı kapılardan girmektedir. Ancak çoğu camide kadınlara ayrılan küçük alanların aksine, caminin tam olarak bir yarısı kadınların kullanımına tahsis edilmiştir. Ancak kadın ziyaretçilerin, bir turist gibi değil de “çador (çadur, çadar)” denilen siyah çarşaf giymeleri gerekmektedir. Eğer çarşafınızın yoksa görevlilerden çoğunluğu ayrı ayrı siyah ve beyaz olmak üzere renk renk çarşaflardan birini alabilir ve nasıl giyileceğini öğrenebilirsiniz. Hatta pembe kumaş üzerine çiçek desenli çarşaflara kadar birçok çador bulabilirsiniz. Umumi kıyafetleri giymek istemeyenler, kendi kıyafetini yanında getirmeli. Biraz rahatsızlık oluştursa da yapı içerisindeki kadın görevliler, ziyaretçi kadınları zaman zaman giyim konusunda uyarmaktadırlar.
Neredeyse tüm camilerde olduğu gibi tüm ziyaretçiler, içeriye girerken ayakkabılarını çıkarmak zorundadır. İçerde fotoğraf çekmek, flaşların mozaiklere ve çinilere zarar vermesi, ibadet edenlerin rahatsız olması sebepleriyle yasak olsa da avluda serbesttir. Fotoğraf makinesi ve kamera ile girmek yasak olsa da birçok kişi telefonla gizlice fotoğraf çekebilmekte ve bazen de görevliler telefonla çekilen fotoğraflara aldırış etmemektedir. Yine de riske girmemekte fayda var, çünkü içeride güvenliği sağlayan püsküllü devrim muhafızları bulunmakta. Püskülle dolaşmalarının sebebi, muhafızların bir kadına veya yabancıya dokunmaları yasak olduğundan bu püskülle hafifçe dokunarak uyarmalarındandır. Fotoğraf konusuna tekrar dönecek olursak, görevliler tarafından internete servis edilmiş birçok etkileyici fotoğraf bulmak zaten mümkün. Bizler de yer yer bu fotoğrafları kullandık. Kompleksin tüm bölümleri ücretsiz olup 24 saat açıktır. Ziyaretlerin Cuma günleri, aşure günü ve bayram günleri dışında yapılması daha rahat olmanızı sağlayacaktır. Ancak bu dini günlerde de İranlıların bayramlaşma ve dayanışma kültürlerini görmek açısından ilginç olabilir. Yine özellikle dini günlerde olmak üzere zaman zaman ziyaretçilere çeşitli ikramlar yapılıyor.
Türbe kesinlikle turistik bir alan değil, bir ibadethane. Ziyaretinizde bunu aklınızdan çıkarmamanız gerekiyor. İstanbul’daki Sultan Ahmet veya Ayasofya’daki gibi rahat tavırlar sergilenmesini pek hoş karşılamıyorlar. Yabancı olduğunuzu anlayarak, yanınıza gelen görevli erkek veya kadın son derece sıcakkanlı bir tavırla size rehberlik yapabilir. Hatta bazı görevliler İran Türkü çıkabilir: “Haray! Haray! men Türk’em!” Normalde azınlıkların bu tarz milliyetçi sloganlar atması yasak olsa da coşkuya kapılan arkadaşlarımız, sizlere çok sıcak davranıp, çok ilgi gösterebiliyor. Hatta meşhur birkaç Türkçe şarkı söylemek isteyebiliyor. Gerçekten de başka bir ülkede, sizden birini görmek çok hoş bir atmosfer yaratıyor ve sizi duygulandırabiliyor. Avluda bulunan turizm bürosundan herhangi bir konuda yardım isteyebilir, size camiyi ilginç bilgiler eşliğinde gezdirecek rehberlik hizmetini ücretsiz alabilirsiniz. Rehberler genelde stajyer olduğu için çok ilgili davranıyorlar. Üstelik rehberlerin işaret ettiği bazı noktaların fotoğrafını çekmek serbest. Genel kuralların biraz dışına çıktığımız anlar olsa da bu durumu anlayışla karşılamaları bir kez daha İran’a karşı ön yargıları bir kenara bırakmamız gerektiğini düşündürdü.
Çoğu dinde çoğu hac merkezinin sadece o dine mensup kişilere açık olmasından dolayı, oradaki görevliler bazı ziyaretçilere “Müslüman mısınız?” diye sorabilir. Ancak bunu hoş karşılamak ve fazla garipsememek gerekiyor. Eğer böyle bir uygulama ile karşılaşırsanız -Müslüman değilseniz bile- kısa bir “evet” yeterli olacaktır. Yine de bu uygulamaya çok nadir rastlanılır. Biraz da oradaki görevlinin tutuculuğuna göre şekillenen bir kural gibi görünüyor. Çünkü birçok yabancı burayı ziyaret etmiş. Namaz kılan kişilerin önünde disk şeklinde bir taş veya taş parçaları görürseniz bu kişilerin önünden geçerek gezmenizde bir mahsur bulunmamakta. Çünkü bu taşlar Kerbela ve Necef’ten geldiği için taşın arkasında kalan dünyayı yok sayarak kişiyi direk Kâbe’ye bağladığına inanılıyor.
Cami içerisinde kamyonetler sizi şaşırtabilir, ancak caminin halıları sürekli değiştirildiğinden bu kamyonet oldukça sık görülmektedir.
İmkanınız varsa; camiyi öğleden önce, güneş batmaya yakın ve gece ayrı ayrı ziyaret edin. Her birinde farklı bir atmosferle karşılaşacaksınız. Cami ve çevresinde yöreyi temsil eden birçok hediyelik eşya, baharat, kıyafet vb. İran’a özgü birçok şey bulunabilir. Camiye, Vekil Pazarı’nın içerisinden tabelaları takip ederek ulaşabilirsiniz.
Dünyanın En Görkemli Camisi: Şah-e Çerağ Cami İran’ın Şiraz kenti dünyanın en büyüleyici camilerinden birine ev sahipliği yapıyor: Şah-e Çerağ Cami. Şah-e Çerağ, Farsçada “ışıkların şahı” anlamına gelmektedir.
0 notes
Photo
Orion Nebulası: Hubble Görünümü
Günün Astronomi Görseli 29 Haziran 2021
Görsel: NASA, ESA, Hubble Mirası Arşivi; Görüntü İşleme: Francisco Javier Pobes Serrano
Az sayıda kozmik manzara, hayal gücünü Orion Nebulası gibi harekete geçirebilir. M42 olarak da bilinen nebulanın ışıldayan gazları, yalnızca 1500 ışık yılı uzaktaki engin bir yıldızlararası moleküler bulutun sınırında sıcak genç yıldızları çevreliyor. Orion Nebulası, kısmen en yakın büyük yıldız oluşum bölgesi olduğu için, ama aynı zamanda nebulanın enerjik yıldızları aksi halde görüşümüzü engelleyecek gaz ve toz bulutlarını uzaklaştırıp, bir dizi devam eden yıldız doğum ve evrim aşamasına derinlemesine bakmamızı sağladığı için de, yıldızların nasıl doğduklarını incelemek için en iyi fırsatları sunuyor. Orion Nebulası’nın Hubble Uzay Teleskobu verileri kullanılarak oluşturulan bu görüntüsü, şimdiye kadarkilerin en keskinlerinden birisi. Tüm Orion Nebulası yaklaşık 40 ışık yılı genişliğe sahip ve galakside Güneş’le aynı spiral kolda yer alıyor.
Görsel: NASA, ESA, Hubble Mirası Arşivi; Görüntü İşleme: Francisco Javier Pobes Serrano
Yazarlar & Editörler: Robert Nemiroff (MTU) & Jerry Bonnell (UMCP) NASA yetkilisi: Phillip Newman Özel haklara tabidir. NASA Web Gizlilik Politikası ve Önemli Bildirimler Bir ASD at NASA / GSFC & Michigan Tech. U. hizmetidir.
Orion Nebulası: Hubble Görünümü yazısı ilk olarak Uzaydan Haberler sayfasında göründü.
2 notes
·
View notes
Photo
Ülker’den Hyades’e
Görsel & Telif: Amir H. Abolfath (TWAN)
Bu kozmik manzara tozlu takımyıldız Boğa’da (Taurus) tepeden tabana kadar neredeyse 20 derece boyunca uzanıyor. Görüntü, dünya göklerinde antik çağlardan beri bilinen iki yıldız kümesinden Ülker’de (Pleiades) başlıyor ve diğeri Hyades’te sona eriyor. Tepedeki sıkışık Ülker Yıldız Kümesi yaklaşık 400 ışık yılı uzakta. Genç küme yıldız birlikteliğinin güzel ışığı, mavi yıldız ışığını saçan tozlu bulutların arasından ışıldıyor. En altta V şeklindeki Hyades Kümesi kıyaslandığında daha dağınık duruyor ve çok daha yakında, 150 ışık yılı mesafede. Hyades Kümesi yıldızları gökyüzüne, sarımsı bir görünüme sahip olan kızıl dev yıldız Aldebaran tarafından sabitlenmiş gibi görünüyor. Ama Aldebaran gerçekte yalnızca 65 ışık yılı mesafede yer alıyor ve şans eseri Hyades Kümesi’ne bakış doğrultumuz üzerinde yer alıyor. Taurus moleküler bulutunun sınırı yakınlarında bulunan sönük ve koyu renkli engelleyici toz bulutları da gök manzarasının her yerinde görülebiliyor. Geniş görüş alanı karenin solunda karanlık nebula Barnard 22’yle, Aldebaran’ın hemen üzerinde genç yıldız T Tauri ve Hind’in değişen nebulasını da içeriyor.
Görsel & Telif: Amir H. Abolfath (TWAN)
Günün Astronomi Görseli 6 Aralık 2019 yazısı ilk olarak Uzaydan Haberler sayfasında göründü.
1 note
·
View note
Photo
Spitzer’in Orion’u
Görsel: NASA, JPL-Caltech
Az sayıda kozmik manzara hayal gücünü, yaklaşık 1500 ışık yılı uzaktaki engin yıldız doğum evi Orion Nebulası gibi harekete geçirebilir. Spitzer Uzay Teleskobu’ndan, bölge boyunca 40 ışık yılı kadar uzanan bu kızılötesi görüntü, nebulada pek çoğu hâlâ gezegen oluşturan tozlu disklerce çevrelenmiş olan geç yıldızların parlaklığını gözlemek amacıyla alınan verilerden oluşturuldu. Güneş’in 4.6 milyar yıllık yaşıyla karşılaştırıldığında Orion’un genç yıldızları yalnızca 1 milyon yıl yaşındalar. Bölgenin en sıcak yıldızları görselin merkezinin yakınlarındaki Trapezium Kümesi’nde bulunuyor. Güneş çevresindeki yörüngesine 25 Ağustos 2003’te fırlatılan Spitzer’in sıvı helyum soğutucusu Mayıs 2009’da tükendi. Ama görevinin 30 Ocak 2020’de bitmesi planlanan kızılötesi uzay teleskobu çalışmaya devam ediyor. 2010’da kaydedilen bu sahte renkli görüntü, Spitzer’in daha yüksek çalışma sıcaklıklarında kızılötesi ışığa duyarlı olmaya devam eden iki kanalıyla alındı.
Görsel: NASA, JPL-Caltech
Günün Astronomi Görseli 31 Ağustos 2019 yazısı ilk olarak Uzaydan Haberler sayfasında göründü.
1 note
·
View note
Photo
GÜNEY TACI BOYUNCA
Güney Tacı’nın (Corona Australis) kuzey sınırına yakın bu geniş teleskobik panoramadaki zengin yıldız tarlasını kozmik toz bulutları kaplıyor. 500 ışık yılından daha yakındaki yoğun bulutlar, Samanyolu’ndan daha uzaktaki arka plan yıldızlarının ışığını engelliyorlar. Tüm manzara yaklaşık 5 derece ya da bulutların tahmini mesafesinde 5 ışık yılı kadar bir alan kaplıyor. Sağda NGC 6726, 6727, 6729 ve IC 4812 olarak kataloglanan bir grup mavimsi yansı nebulası yer alıyor. Karakteristik mavi renk, sıcak yıldızların ışığı kozmik tozlardan yansırken üretiliyor. Toz aynı zamanda hala oluşum sürecinde olan bölgenin yıldızlarının görüntüsünü de engelliyor. Daha küçük sarımsı nebula NGC 6729 genç değişen yıldız R Coronae Australis’i çevreliyor. Bunun altında, enerjik yeni doğmuş yıldızlarla ilişkili, Herbig Haro (HH) cisimleri olarak tanımlanan yaylar ve düğümler bulunuyor. Muhteşem küresel yıldız kümesi NGC 6723 nebulaların üst sağında bulunuyor. NGC 6723 bu grubun parçası gibi dursa da kadim yıldızları aslında neredeyse 30,000 ışık yılı mesafede, Güney Haçı toz bulutlarının genç yıldızlarının çok ötesinde yer alıyorlar.
Görsel & Telif: Fabian Neyer
4 notes
·
View notes
Photo
KENARA YAKIN PANSTARRS KUYRUKLU YILDIZI⠀ ⠀ Mavi kuyruklu yıldız (C/2016 R2) olarak da bilinen kuyruklu yıldız PanSTARRS, 13 Ocak’ta yakalanan bu büyüleyici geniş alan görüntünün sol alt kenarında bulunuyor. Gökyüzünde 20 dereceye yakın uzanan kozmik manzara, hassas bir dijital kameradan iyi pozlanmış ve işlenmiş karelerle oluşturulmuş. Görüntü, aksi halde gözün göremeyeceği kadar sönük olan renkli bulutlar ve tozlu karanlık nebulalar içeriyor. Sağ üstte, tanıdık görüntüsüyle Kaliforniya Nebulası (NGC 1499) yer alıyor. Bunun kıyı şeridi 60 ışık yılından daha uzun ve yaklaşık 1,500 ışık yılı mesafede bulunuyor. Nebulanın öne çıkan kızılımsı parlamasını, hemen altındaki parlak mavi yıldız Xi Persei tarafından iyonize edilen hidrojen atomları oluşturuyor. Tabanın merkezine yakın, ünlü Ülker (Pleiades) yıldız kümesi aşağı yukarı 400 ışık yılı uzakta ve yaklaşık 15 ışık yılı genişlikte. Olağanüstü mavi rengi ise yıldız ışığının yıldızlararası tozlardan yansımasından kaynaklanıyor. Bunların arasında da Perseus OB2 birlikteliğinin sıcak yıldızları ve yakınlardaki dev Taurus ve Perseus moleküler bulutlarının kenarı boyunca tozlu, karanlık nebulalar var. Kuyruklu yıldızın dikkate değer kuyruğunun mavi tonundan büyük oranda güneş ışığında flüoresan ışığı yayan, alışılmadık şekilde bol iyonize karbonmonoksit (CO+) moleküllerinin emisyonu sorumlu. Kuyruklu yıldız burada Dünya’dan yaklaşık 17 ışık dakikası uzakta.⠀ ⠀ Görsel & Telif: JoAnn McDonald⠀ ⠀ #apod #nasa #sky #space #astronomy #science #repost#gökyüzü #astronomi #uzay #bilim #uzaydanhaberler
4 notes
·
View notes
Photo
NGC 1999 YAKININDAKİ YAYLAR, JETLER VE ŞOKLAR⠀ ⠀ Bu büyüleyici nebulalar ve yıldızlar dizisi, yıldız oluşturan ünlü Orion Nebulası’nın yaklaşık iki derece güneyinde bulunabilir. Bölge, çevrelerindeki maddelerin içinden saniyede yüzlerce kilometrelik hızlarla geçen jetler ve akışlar üreten enerjik genç yıldızlarla dolup taşıyor. Etkileşim, Herbig-Haro (HH) cisimleri olarak bilinen aydınlık şok dalgalarını oluşturuyor. Örneğin merkezin hemen sağında bulunan, Şelale Nebulası olarak da adlandırılan zarif yay HH 222 olarak kataloglanmış. Şelale’nin altında görülen HH 401 belirgin bir koni biçimine sahip. Merkezin sol altındaki parlak mavimsi nebula ise NGC 1999, içeride gömülü bir değişen yıldızın ışığını yansıtan bir toz bulutu. Tüm kozmik manzara aşağı yukarı 1500 ışık yılı mesafedeki Orion Moleküler Bulut Kompleksi’nin sınırında, 30 ışık yılı alan kaplıyor.⠀ ⠀ Görsel & Telif: Mark Hanson⠀ ⠀ #apod #nasa #sky #space #astronomy #science #repost #gökyüzü #astronomi #uzay #bilim #uzaydanhaberler
1 note
·
View note
Photo
Galaktik bir Rudyard Kipling hikayesinden bir illüstrasyon gibi Fil Hortumu Nebulası da çok uzaklardaki Kral Takımyıldızı’ndaki emisyon nebulası ve genç yıldız kümesi kompleksi IC 1396 boyunca kıvrılıyor. Aynı zamanda vdB 142 olarak da bilinen kozmik fil hortumu 20 ışık yılından daha uzun. Bu canlı yakın görüntü, bölgedeki iyonize hidrojen atomlarının ışığını ileten bir dar bant filtreden elde edilen görsel verilerini içeriyor. Sonuçta ortaya çıkan kompozit, soğuk yıldızlararası toz ve gaz ceplerinin sınırlarını çizen parlak sırtları öne çıkarıyor. Bu gibi gömülü, karanlık, asma filizi şekilli bulutlar yıldız oluşumu için gerekli ham maddeleri içeriyor ve içlerinde önyıldızları saklıyorlar. Yaklaşık 3,000 ışık yılı mesafedeki nispeten sönük IC 1396 kompleksi gökyüzünde 5 dereceden daha fazla uzanan büyük bir bölgeyi kaplıyor. Bu etkileyici manzara 1 derece genişlikte, 2 dolunay kadar bir alan boyunca uzanıyor. Görsel: Stephen Leshin #nature #nasa #uzay #repost #apod #sky #science #suretialem #bugununkaresi #gununfotosu #uzaydanhaberler
1 note
·
View note