#Komünist özet
Explore tagged Tumblr posts
Photo
Komünist Vedat Türkali’nin çocukluğunu, aile ortamını, arkadaşlarını, üniversiteye giriş sürecini, gizli TKP’yi arayışlarını ve Merih Hanım ile seksen yıl sürecek yol arkadaşlıklarının önemli kavşaklarını içeren bu otobiyografik kitap ‘51 tevkifatına kadarki süreci kapsıyor.
#e book#e book indir#e kitap indir#kitap indir#kitap oku#kitap özeti#kitap özeti indir#Komünist babil#Komünist dr#Komünist e kitap#Komünist fiyat#Komünist hepsiburada#Komünist idefix#Komünist indir#Komünist kitapyurdu#Komünist konusu#Komünist oku#Komünist özet#Komünist pdf#Komünist pdf indi#Komünist pdf indir#Komünist pdf oku#Komünist pdf özet#Komünist pdf satın al#Komünist satın al#Komünist yazar#pdf kitap#pdf kitap indir#pdf kitap oku
0 notes
Text
ADNAN OKTAR OLMASAYDI...
ALLAH'IN RIZASINI KAZANMAYA ADANMIŞ 40 YIL
Sn. Adnan Oktar, 80'li yıllardan bu yana insanları Allah'ın varlığı, birliği, ahiret, güzel ahlak gibi temel imani konular üzerinde düşünmeye sevk etmek, İslam’ın tebliğini tüm dünyaya ulaştırmak ve inkarcı ideolojilerin sapkın uygulamalarını yerle bir etmek duasıyla imani, bilimsel, sosyal ve siyasi konularda 350'ye yakın eserkaleme almıştır. 73 yabancı dile çevrilen ve dünya çapında büyük ilgi gören bu eserlerinin yanı sıra ulusal ve uluslararası basında yayınlanan makalelerinde, televizyon programlarında, röportajlarında ve sosyal medya paylaşımlarında devletimizin, milletimizin ve tüm dünya insanlarının iyiliğine, faydasına, ihtiyacına yönelik son derece değerli, hikmetli, özlü ve ufuk açan anlatımlarda bulunmuştur.
Sn. Adnan Oktar’ın 40 yıllık ilmi mücadele tarihini ele almadan ve gerçekleştirdiği çalışmaların Türkiye’ye ve dünyaya sunduğu katkıları incelemeye geçmeden önce, kitaplarını kaleme almaya başladığı ilk yıllarda ülkenin içinde bulunduğu durum ve şartlara kısaca değinmekte fayda vardır.
70-80'lerde "Komünizmin Kalesi" Olarak Bilinen Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Darwinist-Materyalist İdeolojiye Vurulan İlk Darbe
Sn. Adnan Oktar ilmi çalışmalarına başladığı yıllar, komünizmin Türkiye’de çok büyük bir ivme kazandığı yıllardı. Komünist Enternasyonal tüm dünyada toplumları içten çökertme ve ele geçirme çalışmaları yürütüyor, devlete, millete, semavi dinlere ve kutsal değerlere düşman olan Marksist, Leninist, Maoist ideolojileri körükleyerek toplumların anayasal düzenlerini yıkmaya çalışıyordu. Türkiye’deki sol grupları da kontrolüne alan örgüt, bu gruplar üzerinden ülkede yoğun bir komünist propaganda faaliyeti yürütmekteydi. Bu propagandanın etkisiyle toplum kısa sürede komünizmin etkisi altına girmişti. Komünist devrim hayaliyle devlete karşı silahlanan örgütler, ülkeyi terör batağına sokup kan gölüne çevirmişlerdi.
Resmi kayıtlara göre 34 kişinin katledildiği, yüzlerce kişinin yaralandığı 1 Mayıs 1977'deki Taksim mitingi dönemin kanlı komünist terör örneklerinden yalnızca bir tanesidir.
Tüm dünyayı saran komünist ideoloji üniversitelerde de oldukça büyük bir zemin bulmuştu. Ders programlarına büyük oranda materyalist-komünist literatür hakimdi.
O yıllarda Adnan Oktar’ın eğitim gördüğü Mimar Sinan Üniversitesi de çeşitli Marksist-komünist örgütlerin etkisi altındaydı. Öğretim üyelerinin bir kısmı derslerde açıkça materyalist felsefe ve Darwinizm propagandası yapıyorlardı. Öğrenciler arasında da Darwinist-materyalist inanç çok yaygındı.
İşte bu vahim manzara karşısında Sn. Adnan Oktar, Türkiye’yi kaçınılmaz bir felakete doğru sürükleyen komünizm belasının sözde bilimsel dayanağı olan Darwinizm’e karşı bilimsel bir mücadele yürütme kararı aldı. Zira, Darwinizm’in bilimsel olarak çökertilmesinin komünist çevreler için büyük bir yenilgi anlamına geleceğini henüz lise yıllarında fark etmiş, dünyayı saran felaketlerin, savaşların, karışıklıkların, anarşinin, isyanların, ihtilallerin ardında Darwinizm ve materyalizm belası olduğunu, komünizmin ve tüm sol ideolojilerin temel dayanağını ortadan kaldırmak için Darwinist-materyalist felsefeyi ilmen ve fikren çürütmek gerektiğini görmüştü.
Nitekim, o yıllarda din karşıtlığının ve "komünizmin kalesi" olarak ünlenmiş Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni özel olarak tercih etme sebebi de, Marksist görüşün hakim olduğu o ortama girerek materyalizmin ve Darwinizm’in geçersizliğini anlatabilmekti.
Bu amaç doğrultusunda Sn. Adnan Oktar öğretim üyeleri de dahil olmak üzere üniversite ortamındaki herkese Darwinizm'in bilimsel geçersizliğini, Allah'ın varlığını bilimsel olarak ispatlayan Yaratılış mucizelerini anlatmaya başladı. Bu arada, tüm masraflarını ailesinden kendisine kalan gayri menkulleri satarak kendisinin karşıladığı ve üniversitede ücretsiz olarak dağıttığı Evrim Teorisi isimli bir kitapçık çıkardı.
Gerek dağıttığı kitapçık, gerekse üniversitedeki sözlü anlatımları kısa sürede büyük etki oluşturmuştu. Bazı öğretim görevlileri de dahil olmak üzere, önceden katı Darwinist-materyalist dünya görüşüne sahip çok sayıda kişinin Allah'a, dine ve yaratılış gerçeğine yönelik kanaatlerinde olumlu gelişmeler meydana gelmişti. Kaldı ki o dönemde hiçbir Müslümanın yapmaya cesaret edemediği bu tebliğ faaliyetini, akademiyi abluka altına almış, giriş çıkışlarını bile denetleyenen komünist terör örgütlerinin engellemeleri ve ölüm tehditleri altında sürdürmüştü.
Görüldüğü gibi, Sn. Adnan Oktar daha üniversite yıllarından tüm zamanını, enerjisini ve imkanlarını Allah’ın varlığını ve İslam ahlakını en inatçı din ve yaratılış karşıtlarına dahi anlatmaya azmetmiştir. Müslümanların fikri anlamda en çok ezildikleri, hiçbir şekilde seslerini duyuramadıkları, kendilerini ifade etmekten çekindikleri, namaz kıldıklarını, oruç tuttuklarını dahi gizleme gereği duydukları bir dönemde solun ve komünizmin sözde bilimsel temeli olarak kabul edilen Darwinizm’e karşı en büyük bilimsel mücadeleyi sergilemiştir. Bu çok kapsamlı ve yoğun ilmi ve kültürel mücadele sonucunda Darwinizm’in dünya tarihinin en büyük bilim sahtekarlığı olduğu tüm delilleriyle gözler önüne serilmiş ve bunun sonucunda sol ideolojinin felsefi zemini ülke çapında tamamen çökmüştür.
Sn. Adnan Oktar, o yıllardan bugüne Darwinizm’in savaşların, katliamların, kıyımların, çatışmaların felsefi zeminini hazırladığını açıklayan, Kuran'da Rabbimiz'in bildirdiği ahlaki değerleri, Yaratılış mucizelerini, Peygamber Efendimiz (sav)'in örnek ahlakını anlatan, devlete bağlılığın önemini ve bunlar gibi pek çok önemli konuyu ele alan 350 civarında eser kaleme almıştır. Dünya çapında itibar ve rağbet gören dev bir külliyat haline gelen bu eserlerle Adnan Oktar, Kur'an ayetlerinde yer alan çok önemli ilimleri, hikmetleri ve sırları en akılcı, en etkili, en sade ve en bilimsel şekilde çağımızın anlayışına sunmuştur.
Sn. Adnan Oktar’ın Allah’ın varlığını ve birliğini, Kuran mucizelerini, kainattaki yaratılış delillerini ve iman hakikatlerini bilimsel delilleriyle insanların gözleri önüne serdiği, Kuran ayetleri ve Peygamberimiz (sav)’in sahih hadisleri ışığında bağnazlık ve hurafelerden arınmış gerçek İslam’ı anlattığı, Türk insanına vatan, millet ve Atatürk sevgisini aşıladığı, dünya üzerindeki siyasi gelişmelerin ve tarihi olayların perde arkasındaki gizli yönlerini gün ışığına çıkardığı bilimsel, kültürel, imani ve siyasi içerikli kitapları ve makaleleri, bu eserlerinden faydalanılarak hazırlanan belgesel filmler ve internet siteleri bugün dünyanın hemen her ülkesindeki her dil ve dinden milyonlarca insana hitap etmektedir. İnternetten ücretsiz indirilip okunabilen eserlerinin yanı sıra Sn. Adnan Oktar'ın, on yılı aşkın bir süredir aralıksız sürdürdüğü televizyon sohbetleri, yerli yabancı kanallara verdiği röportajlar vesilesiyle sayısız insan hidayet bulmuş, imanla şereflenmiş, Kuran’a dayalı güzel ahlakı öğrenmiş, kalbi Allah sevgisi ile dolmuştur.
ADNAN OKTAR OLMASAYDI...
İşte, buraya kadar çok özet halinde aktardığımız, aşağıda da ana başlıklar altında biraz daha detaylandırarak ele aldığımız, 40 yıldan bu yana Türk toplumuna, uluslararası topluma ve tüm insanlığa ulaşmış maddi-manevi sayısız fayda, katkı ve hizmet Sn. ADNAN OKTAR OLMASAYDI GERÇEKLEŞEMEYECEKTİ. Çünkü;
ADNAN OKTAR...
Tüm Dünyayı Etkisi Altına Alan Darwinizmi Bilimsel Olarak Yerle Bir Etmiş, Allah'ın Varlığını ve Yaratılış Gerçeğini Bilimsel Delillerle Gözler Önüne Sermiştir
Sn. Adnan Oktar, Evrim Teorisi'ni çürüten eserlerinde evreni ve canlıları Allah’ın yarattığı gerçeğini, modern bilimsel bulguların Darwinizm’i geçersiz kıldığını, canlılığın kökeninin ‘Yaratılış’ olduğunu insanlara en akılcı ve etkili bir biçimde anlatmıştır. Darwinizm’in bilimin bütün dalları tarafından çürütüldüğünü ve bilimsellik kılıfı altına gizlenen bir pagan felsefesi olduğunu somut delil ve belgelerle ortaya koyan ve Darwinizm sahtekarlığını yerle bir eden Sn. Adnan Oktar, gerek ülkemizde, gerekse dünya çapında çok sayıda insanın Allah’ın varlığını ve Yaratılış gerçeğini fark etmesine vesile olmuştur.
Sn. Adnan Oktar, Darwinizm karşıtı eser ve anlatımlarında;
- Darwinizm’in hiçbir bilimsel delilinin olmadığını,
- Darwinizm’i ispatlayan tek bir fosil örneği bulunmadığını,
- 700 milyon fosilin tek bir tanesinin dahi Darwinizm’e delil teşkil etmediğini,
- Tek bir proteinin bile tesadüfen oluşamadığını ve bunun da Yaratılış’ın net delili olduğunu,
- Canlılardaki mükemmel mimari ve mühendisliğin Darwinist düşünceyi yerle bir ettiğini,
- Darwinizm’in bilimsel bir teori değil, hiçbir bilimsel delili olmayan, akıl ve mantık dışı bir hurafe olduğunu,
- Darwinizm’in biyoloji dersinde değil, “eski kültürlerde batıl dinler” başlığı altında tarih dersinde okutulması gerektiğini,
- Darwinizm’in Sümerler devrinden kalma putperest bir inanç, tesadüfleri ilah edinen bir pagan dini olduğunu,
- Darwinizm’in ruhu açıklayamadığını,
- Darwinizm’in kadını evrimini tamamlamamış hayvan olarak gördüğünü,
- Kuran’ın Darwinizm’i reddettiğini,
- Komünizm, faşizm gibi ideolojilerin sözde bilimsel zeminini teşkil ettiğini,
- Dünyadaki sevgisizliğin, bencilliğin ve materyalist zihniyetin, her şeyi tesadüflerin eseri olarak gören Darwinizm’den kaynaklandığını,
- Terörün ve terörist bölücü örgütlerin Darwinizm’den beslendiğini,
- Terörün ve terörist bölücü örgütlerin önünü kesmek için Darwinist eğitimi durdurmak gerektiğini,
- Bilimsel delillere dayanmayan ve dünya üzerinde yaygın bir kitleyi etkisi altına almış olan Darwinizm’in insanlığa isabet eden fitne ve belalarda büyük rolünün olduğunu,
- Allah'ın varlığını ve Yaratılış gerçeğini kabul etmek istemeyen bilim adamları tarafından ısrarla ayakta tutulmaya çalışıldığını ve Darwinist bir diktatörlük tarafından tüm dünyada körüklendiğini dile getirmiştir.
- Sapkın Darwinist düşüncenin yol açtığı ciddi tehlikelerin fark edilmesini sağlamıştır.
- Dinsizliğin dini olan Darwinizm’in sözde dayanaklarını bilimsel olarak geçersiz kılmayı hayati bir mesele olarak görmüş, bu sahte teoriyi bilimsel olarak yerle bir etme sorumluluğunu tek başına üstlenmiş ve bu önemli görevin yerine getirilmesinde öncü rol oynamıştır.
- Evrendeki her şeyin kusursuz bir plan üzerine yaratıldığını ispatlamıştır.
- Dinsizliğin tarihte ilk defa bu kadar fazla yayılma imkanı bulduğu bir zaman diliminde, dinsizliğin dini olan Darwinizm yerle bir olmuştur.
Günümüz bilim ve teknolojisi ile elde edilen bulgular her geçen gün Darwinizm'e yeni bir darbe indirmekte, teorinin bilimsel bir geçerliliği olmadığı bilim çevreleri tarafından da teyit edilmektedir. Bu büyük gerçeğe teorinin bütün dünyada haraketle savunulduğu ve sahip çıkıldığı yıllarda karşı çıkmış olmak, bu bilim sahtekarlığına karşı bütün insanlığı uyarmış olmak Adnan Oktar’a nasip olmuştur.
#adnan oktar#allaha adamış bir ömür#vatansever#milliyetçi#mümin#müslüman#konferans#kitap#belgesel#darwinizm#evrim teorisi#hadis#ayet#kuran#materyalizm#komünist#marksist#leninist#bigbang#mimar sinan üniversitesi#harun yahya#adnan hoca#kedicikler#a9tv
0 notes
Text
TARİHE YÖN VERENLER: LENİN
ÖZET Lenin, Tam adıyla Viladimir İliç Ulyanov, Marksizm’i yeniden tahlil edip yorumlamasıyla ve yarattığı teorilerle Marksist ideolojiye önemli katkılarda bulunmuş bir düşün adamıdır. Lenin aynı zamanda Bilimsel Sosyalizmin de kurucusu sayılmaktadır. Marksizmden bahsederken Lenin’e atıfta bulunmadan bir eser kaleme almak neredeyse mümkün değildir. Marksizm ve Lenin bir arada anılmaktadır ve hatta çoğu yerde Marksizm-Leninizm diye adlandırılmaktadır bu ideoloji. Lenin sadece Marksist felsefeye yaptığı katkılarla değil, aynı zamanda 20’nci yüzyılın en önemli olaylarından birisi olan ve tarihin akışını değiştiren Bolşevik devrimine de önderlik ederek, yüzyılın önemli ve tarihe yön veren liderlerinden birisi olmuştur. Her ne kadar eseri Sovyetler Birliği tarih sahnesinden çekilmiş olsa da, Lenin’in düşünceleri, felsefesi halen dünyada birçok insanı etkilemeye devam etmektedir. 20’nci yüzyıl tarihini Lenin’siz yazmak mümkün değildir. Lenin denince akla gelecek en önemli olgu da Bolşevik devrimidir. Lenin’in önderlik ettiği Bolşevik devrimi, dünyada da yeni bir dönem başlatmış ve uluslararası sistemi derinden etkilemiştir. O, uluslararası sistemde, ideolojilerin ön plana çıkmasını sağlayacak ve dünyayı kutuplaşmaya götürecek ilk adımları atmıştır. Lenin hem fikir babalığını hem de önderliğini yürüttüğü devrimin başarısını görmüş ve iktidara gelmiştir. Ölümünden önce yarattığı devletin aşırı bürokratlaşması ve otokratlaşmasından endişe etmiş ancak bunu engelleyemeden ölmüştür. Giriş Bu çalışmada Modern komünist felsefenin teorisyeni ve uygulayıcısı olan, 20’nci yüzyılın en önemli devrimcilerinden ve tarihe yön veren liderlerden birisi olan Lenin’in hayatı ve Bolşevik devrimindeki rolünü aktarmaya çalışacağız. Hakkında onca tartışma olan ve ölümünden sonra bile yüzyılı etkileyen bir lider olarak Lenin’i bu kadar kısa zamanda anlatmak elbette ki mümkün değil. Biz burada sizlere Lenin’in hayatı ve onun önderlik ettiği Devrimle ilgili kısa, ancak konuyu temel anlamda kavramaya yarayacak özet bilgiler sunmaya çalışacağız. Konuyu Lenin’in hayatı ekseninde irdelemeye gayret edeceğiz. Modern komünizmin temelleri Lenin’in -onun tarihi ekonomik ve politik teorileri, iktidarı elde etme ve onu korumaya ilişkin taktikleri ve yeni bir toplumsal, ekonomik sisteme ilişkin görüşleri doğrultusunda- geliştirdiği felsefede yatmaktadır. Modern komünizm tarihi Lenin’den ayrı düşünülemez, her görüşten komünist teori çalışanları, çalışmalarında mutlaka Lenin’den alıntı yapmak durumundadırlar. Cristman’a göre Lenin aslında Komünist felsefe tarihinde ilk ve son sözdür. Yaşamı boyunca hem pratik hem teorik çalışmalar yapmış olan Lenin 1917 Bolşevik Devrimine önderlik ederek dünyanın ilk defa karşılaştığı yeni bir siyasal, toplumsal ve ekonomik düzen kurmuştur. Bolşevik devrimi, biraz sonra göreceğimiz gibi Avrupa’da yaşanan Burjuva Demokratik Devrimlerden farklı bir yapıda devrim olma özelliği ile de incelenmesi gereken bir devrimdir. O güne kadar birçok Marksistin tahmin ettiğinin ötesinde, komünist devrimin, gelişmemiş bir Doğu ülkesinde gerçekleşmesi de ayrıca kimilerince şaşırtıcı bulunmuştur. Hâlbuki Marks ölmeden önce tarım toplumlarına ve köylülüğe ilişkin son tahlillerinde devrimin Doğu’ya kaydığını belirtmiş, Engels tarafından bu durum Marks’ın ölümünden sonra yayınlanmışsa da Avrupa’da yaygınlaşan, Lenin’in de eleştirdiği, demokratik sosyalist devrim düşünceleri ve yozlaşan II. Enternasyonal sürecindeki fikir çatışmaları arasında yeteri kadar ilgi görmemiştir. Marksizm’in yeniden ve onun devrimci özüne sadık bir biçimde tahlilini yapan Lenin aynı zamanda Bilimsel Sosyalizmin de kurucusu kabul edilmektedir. Yaşamı boyunca çok sayıda eser veren Lenin’in önemli eserlerini; “Kapitalizmin Rusya’da Gelişimi”, “Ne Yapmalı?”, “Emperyalizm, Kapitalizmin Son Aşaması” ve “Devlet ve Devrim” olarak sayabiliriz. V.İ.Lenin’in Hayatı Viladimir İliç Ulyanov (1900’den sonra Lenin takma adını almıştır) 10 Nisan 1870 yılında Volga kıyısında Simbirsk ( bugün Ulyanovsk olarak adlandırılan) kasabasında dünyaya gelmiştir. İlya Nikolayeviç Ulyanov ve Maria Aleksandrovna Blank Ulyanov çiftinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Viladimir İliç’in iki erkek kardeşi ve üç kız kardeşi vardı. Erkek kardeşleri Aleksandır (1866-1887) Dimitri (1874-1943), kız kardeşleri ise Anna (1864-1935), Olga (1871-1891) ve Maria(1878-1937)dır. Viladimir İliç’in babası İlya Nikolayeviç Simbirsk bölgesinde matematik ve fizik öğretmenliği, müfettişlik ve okul müdürlüğü yapmış parlak , üniversite kariyeri olan bir memurdu. Annesi ise, ataları Volga Almanlarından olan, Ortodoks Kilisesine bağlı eğitimli bir kadındı. Amerikan edebiyat eleştirmeni Edmund Wilson’ın belirttiğine göre Viladimir İliç tipik geleneksel bir Rus ya da Avrupalı bir aileden ziyade daha çok yeni İngiltere geleneklerine göre yaşayan bir aile içerisinde yetişmiş, başarılı bir okul hayatı geçirmiştir. Lise yıllarında, yaz tatillerinde Volga kıyısındaki köyleri dolaşan Viladimir İliç, o zamanın Rusya’sındaki köylülerin sefaletlerini ve çarlığın köylülerle birlikte Rus olmayan milliyetlerdeki insanları nasıl ezdiklerini görmüş ve bundan oldukça etkilenmişti. Viladimir İliç’i etkileyen bir diğer kişi de ağabeyi Aleksandır’dır. Halkçılardan olan ağabeyi 1885’te Petersburg’da üniversite öğrencisi iken Marks’ın kapitalini getirdi ve Viladimir İliç bu eseri daha 15 yaşında iken okudu. 1886 yılında babasının ani ölümü ve hemen ertesinde 1887 yılında abisi Aleksandır ve kız kardeşi Anna’nın çar III. Aleksandır’a yapılan suikastla ilgili olarak tutuklanmışlar, ancak ağabeyinin tüm sorumluluğu üzerine alması ile Aleksandır ve dört arkadaşı idam edilmiş, kız kardeşi Anna ise Kazan yakınlarındaki Kokuçkino kasabasına sürgüne gönderilmiştir. Bundan sonra Viladimir İliç’in yaşamı pek kolay geçmemiştir. Artık bütün aile şüpheli ve Çarlık Rusya’sının gizli polisinin gözetimi altındadır. Halkçı sosyalistlerden olan ağabeyinin idam edilmesinden sonra, ağabeyinin yoldaşları tarafından ailesine sırt çevrilmesi de Viladimir İliç’i etkilemiş o zamanlardan Narodnikler de denen Halkçılara karşı iyi hisler beslememiştir. Tüm bu gelişmelere rağmen Viladimir İliç (Lenin) Kazan Üniversitesine başvurarak hukuk eğitimi almaya başladı. Üniversitede devlet karşıtı öğrenci hareketlerine katıldı ve sonrasında o da okuldan atılarak kız kardeşi Anna gibi Kokuçkino kasabasına sürüldü. Daha sonra ailenin geri kalanı Anna ve Viladimir’e katıldı ve orada yaşamaya başladılar. 1888 sonbaharında Anna ve Viladimir’in sürgün cezaları kaldırıldı ve tüm aile Kazan’a taşındı, annesi Samara’da bir çiftlik aldı ve aile kışlarını orda geçirmeye başladı. Viladimir tekrar üniversiteye başvurmadı ve çalışmalarına kendisi devam etti. Samara’dayken hem üniversite derecesi için çalıştı hem de Marksizm’e ilişkin bilgilerini ve çalışmalarını derinleştirdi. Komünist Manifestoyu Almancadan Rusçaya çevirdi. Başvuruları reddedildi ve yerleşik örgün öğrenci olarak üniversiteye kabul edilmedi ancak St Petersburg Üniversitesi Hukuk Fakültesinin bitirme sınavlarına girmesine izin verildi. 1891 yılında sınavlara girdi ve Fakülteyi birincilikle bitirdi. Viladimir St Petersburg’a yerleşti ve Baroya başvurarak avukatlık yapmaya başladı. Bundan sonra Viladimir mücadelesini iki cepheli olarak sürdürdü. Sadece Çar karşıtı değil aynı zamanda Narodnikler de denen halkçılara karşı da mücadelesini sürdürdü. Narodnikler on yıllardır çar karşıtı muhalefetin merkezi olmuşlardı ve çoğunlukla köylü yanlısı ve köylü orijinli bir siyaset güdüyorlardı, bu yeni Marksist hareketler onları rahatsız ediyordu. Narodnikler köylü merkezli bir siyaset güdüyorlardı ve anti moderndiler. Narodnikler, popülist ( halkçı) kavramlarla ve terimlerle düşünüyorlardı ve Rusya’da halkın yaklaşık %80 i köylü idi. Onlar ideolojilerini Rus kültür ve geleneğine dayandırıyorlar ve Orta Çağ Rusya’sında köylüler arasında yaşanan ilkel komünizmi abartılı bir şekilde övüyorlar ve batı devrimci konseptinde böyle bir örneğin olmadığını belirtiyorlardı. Ve son olarak Narodnikler bireysel terör eylemleri ve suikastlarla Çarlığı yıkmaya çalışıyorlardı. Viladimir ise kendisini Rusya’nın modern, uluslararası, şehir merkezli Marksist bir topluma dönüştürülmesine adamıştı. Viladimir’e göre ise bu ancak iyi organize edilmiş, modern devrim tekniklerini bilen profesyonel devrimcilerce başarılabilirdi. İki cephede birden hem çarlığa karşı hem de Narodniklere karşı bir mücadeleye kendini atan Viladimir henüz Lenin adını kullanmamıştı. Bu noktadan sonra artık Lenin adını kullanacaktı. 1895 yılında Lenin, parçalanmış birkaç Marksist grubu bir araya getirerek işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele birliğini kurdu. Fakat Çarlık polisi hızlı davranarak Lenin ve diğer Marksist liderleri tutukladı, 1897 yılına kadar hapiste kalan Lenin gizliden gizliye Marksizm’e ilişkin devrimci çalışmalarına devam etti ve en önemli eserlerinden birisi olan “ Rusya’da kapitalizmin gelişimi ”adlı eserini yazmaya başladı. Bu eserini 1897 yılında hapisten çıktıktan sonra üç yıllığına gittiği Sibirya sürgününde tamamlamıştır. 1898’de, daha önceden tanıştığı devrimci arkadaşı Nadezna Konsantinovna Krupskaya ile 10 Temmuz 1898’de Sibirya da sürgünde evlendi. Krupskaya da Lenin gibi Sibirya’ya sürgüne gönderilmişti. Bu arada 1898 yılında Rus Soysal Demokrat İşçi partisi il kongresini yapmış ve tüm baskılara rağmen Rus Marksizmi yeni döneme girmişti. Ayrıca 1900 yılında sürgünün bitiminde Lenin Avrupa Rusya’sına dönmüş ve daha sonra da kendi kendini sürgüne yollar gibi batı Avrupa’ya geçmiş ve beş yılını Münih, Londra ve İsviçre’de geçirdi. Bu arada dışarıdaki Rus Marksistleri ile bir araya gelerek, Georgiy Valentinoviç Plekanov yönetiminde “İskra” (Rusça da kıvılcım demek) dergisini yayınlamaya başladılar. Ancak derginin çıkışı ve yayınlanması kolay olmadı. Plekanov’la fikir ayrılıkları derinleşiyordu. Özellikle devrimin metoduna ilişkin görüş ayrılıkları derindi. Lenin bu gönüllü sürgün döneminde kendisini devrim çalışmalarına adadı, eşi Krupskaya da sürgünden döndükten sonra Lenin’e katıldı ve İskra’nın muhabirliğini üstlenerek derginin Rusya’ya girişinde önemli çalışmalar yaptı. Lenin bu dönemde önemli eserlerinden bir diğeri “Ne Yapmalı”yı bitirdi. Lenin bu kitapta politik hareketinin ana hatlarını belirtiyor ve batı tipi devrimi reddediyordu. Lenin diğer bir ideolojik yol ayrımıyla Sosyal Demokrat İşçi Partisinin ikinci kongresinde karşı karşıya geliyordu, Narodnikler ve Çar yanlılarından sonra şimdi de parti içi muhalefetle mücadeleye başlıyordu ve parti içindeki muhaliflerine açıkça saldırıya geçmişti. Partinin ikinci kongresi Brüksel’de başlamasına rağmen polisin izin vermemesi nedeni ile Londra da tekrar toplandı, bu kongrede parti içindeki görüş ayrılıkları oldukça belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Lenin bundan memnundu ve böyle olması gerektiğini düşünüyordu. Demokratik Sosyalistlerle Anayasacı Demokratlar bir tarafta, Leninistler bir taraftaydı. Leninistler Bolşevik, demokratik sosyalistler de Menşevik olarak adlandırıldılar. Rusçada Bolşevik çoğunluk, Menşevik ise azınlık demekti. Daha sonraları Bolşevikler partiden ayrılarak başka bir parti kurdular ve kendilerine Komünistler dediler. Diğerleri ise bundan sonra Sosyal Demokratlar olarak adlandırıldılar. 1904-1905 Rus Japon savaşında Rusya’nın yenilgisi halkta zaten var olan hoşnutsuzluğu iyice artırdı ve protestolara sebep oldu. Ocak 1905’te Ortodoks Kilisesinden rahip Gapon liderliğinde toplanan işçiler Çar’a çalışma şartlarının iyileştirilmesi için istekte bulunmaya gittiler, fakat ellerinde Çar yanlısı pankartlar olmasına rağmen, saraya yanaştıklarında saray muhafızları tarafından açılan ateş sonucunda birçok işçi hayatını kaybetti birçoğu da yaralandı. Bu olay tarihe kanlı Pazar olarak geçti. Olay Rusya’yı oldukça etkiledi, ünlü Potemkin zırhlısı da Çar’a karşı isyan etti, bu Çar’a Orduya bile güvenemeyeceğini gösterdi ve ekimde büyük katılımlı genel grev oldu. Bunun sonucunda Çar Dumayı kurdu fakat bu özgürlükler kısa süreli oldu, 1906 ortalarında çar özgürlükleri kaldırdı Dumayı kapattı. 1907’de ikinci Dumayı kapatmakla kalmadı aynı zamanda Duma üyelerinden bazılarını tutuklattı ve sürgüne gönderdi. Lenin Kasım 1905’te Rusya’ya döndü ve 1907 Aralık’ta Çar polisi tarafından yakalanarak tekrar sürgüne gönderildi Finlandiya’ya. Lenin’in ikinci sürgünü ağırlıklı olarak İsviçre ve Paris’te geçti. Burada Marksistler 1905-1907 devriminin yaralarını sarmaya çalıştılar, herkes devrimden artık ümidini kesmişken Lenin Rusya’nın bir devrime gebe olduğunu söylüyor ve savaşın devrime yol açacağını belirtiyordu. Lenin bu ikinci sürgün döneminde bir diğer önemli çalışması olan “Emperyalizm, Kapitalizmin Son Aşaması” adlı eserini 1916 yılında tamamladı. Bu arada Lenin diğer önemli eseri “Devlet ve Devrim”i de bu sürgün sırasında tamamladı. Bu eserinde Lenin Batı demokrasilerinin tüm kurumlarını toptan reddediyor, Leninist proletarya diktatörlüğünün kapitalizmi yenmek için tek yol olduğunu söylüyordu. Bu arada Lenin hayatının üçüncü önemli ideolojik sorunu ile karşı karşıya kaldı. Alman Sosyal Demokrat Partisinin önemli teorisyeni, Marksist araştırmacı Karl Kautsky Lenin’i Marksist olmamakla ve Rus devrimini anti Marksist konuma getirmekle suçluyordu. Lenin bu suçlamaya, Kautsky taraftarlarını soğutmak ve Kautsky’nin ününü yok etmek üzere, çok sert karşılık verdi. 1917 Şubat’ındaki liberal Rus Devriminin ardından Ekim 1917’de Bolşevikler Lenin liderliğinde hükümeti ele geçirdiler ve daha sonraları yaşanan iç savaşlarda da kontrolü ele alarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kurdular. Lenin 21 Ocak 1924’te ölümünden önce Rus komünist devriminin giderek otoriterleşmesi ve bürokrasinin hâkimiyetinin artmasının sakıncaları ile ilgili endişelerini dile getirse de bu durumu düzeltemeden öldü. Lenin hiçbir zaman, otokratik bir sistemi yıkarak yerine başka bir otokratik otoriter bir rejim kurmak istememişti. Lenin’e göre proletarya diktatörlüğü sadece komünist, sınıfsız topluma giderken geçilmesi gereken ve geçişi kolaylaştıracak olan geçici bir durumdu. Ancak hiçbir zaman Sovyetler Birliği Lenin’in düşlediğini gerçekleştiremedi. Cristman, Henry.M, Essential Works of Lenin: What is to be Done? And other writings, , Google books , s . 1 http://www.google.com/books?hl=tr&lr=lang_en|lang_tr&id=Qk_A74ZnjNMC&oi=fnd&pg=PA1&dq=LEN%C4%B0N&ots=oDPiDO831o&sig=7Otwm4facJtQ-Pt3Mpkm4O5-mUM#v=onepage&q&f=false, E.T : 05 Nisan 2010 Pazartesi, 00:07:33 Cristman, Henry.M, Essential Works of Lenin: What is to be Done? And other writings, adlı kitabın editörü, Google books E.T : 05 Nisan 2010 Pazartesi, 00:07:33 http://www.google.com/books?hl=tr&lr=lang_en|lang_tr&id=Qk_A74ZnjNMC&oi=fnd&pg=PA1&dq=LEN%C4%B0N&ots=oDPiDO831o&sig=7Otwm4facJtQ-Pt3Mpkm4O5-mUM#v=onepage&q&f=false Lefebvre, Henri, V.İ.Lenin’in Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi, Türkçesi:Rasih Nuri İleri, Yalçın Yayınları, Üçüncü Basım, ilk basım 1955. S.28 Cristman, Henry.M, Essential Works of Lenin: What is to be Done? And other writings, , Google books , s . 1 http://www.google.com/books?hl=tr&lr=lang_en|lang_tr&id=Qk_A74ZnjNMC&oi=fnd&pg=PA1&dq=LEN%C4%B0N&ots=oDPiDO831o&sig=7Otwm4facJtQ-Pt3Mpkm4O5-mUM#v=onepage&q&f=false, E.T : 05 Nisan 2010 Pazartesi, 00:07:33 Lenin’in hayatı ile ilgili bilgiler, kaynaklarda adı geçen Henri Lefebvre’nin “V.İ.Lenin’in Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi” ve Henry M.Cristman’ın “Essential Works of Lenin: What is to be Done? And other writings” adlı kitaplarından derlenmiştir. A.g.e s.2 Lefebvre, Henri, V.İ.Lenin’in Hayatı ve Filozofik Ekonomik Politik Düşüncesi, Türkçesi:Rasih Nuri İleri, Yalçın Yayınları, Üçüncü Basım, ilk basım 1955. S.101,102 Cristman, Henry.M, Essential Works of Lenin: What is to be Done? And other writings, , Google books , s . 3 http://www.google.com/books?hl=tr&lr=lang_en|lang_tr&id=Qk_A74ZnjNMC&oi=fnd&pg=PA1&dq=LEN%C4%B0N&ots=oDPiDO831o&sig=7Otwm4facJtQ-Pt3Mpkm4O5-mUM#v=onepage&q&f=false, E.T : 05 Nisan 2010 Pazartesi, 00:07:33 Read the full article
0 notes
Photo
Bu olaylar yüzünden Avrupalı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu izole etmesinden korkulduğu günlerde, Ortadoğu’da Alman hegemonyası ile ilgili gizli emelleri olan Kayzer II. Wilhelm, dönemin padişahı II. Abdülhamid’e imzalı bir aile fotoğrafını yaş günü hediyesi olarak gönderdi. Abdülhamid bu hediyeye çok sevinmiş, Kayzer’e tekrar tekrar teşekkür etmişti. 1897 yılında, Kayzer’in tavsiyesiyle İstanbul’a gelen ve Osmanlı ordusunu yeniden örgütleyen Goltz Paşa’nın hazırladığı planlar sayesinde Yunan ordusu bozguna uğratılınca, Abdülhamid Kayzer’i İstanbul’a davet etti.
Kayzer’in 7.11.2010 tarihinde bu sayfalarda ayrıntılarıyla anlattığım 1898 tarihli Doğu Seyahati sırasında Milliyetçi liberal Alman gazetesi Badische Landeszeitung, Abdülhamid’i kastederek “Elleri Ermeni kanına bulanmış bir adamın elini Kayzer nasıl sıkacak? Bu gezide yatın kömür masraflarını haşmetmeab kendi tahsisatından mı, yoksa devlet kasasından mı ödüyor?” diye sert bir eleştiride bulunmuştu. Resmî ideolojiyi savunan Germania bu yazıya “Budala şaşkın liberallerin zırvası” diye cevap verirken, liberal gazete Constanzer Zeitung “Ermenilerin kendileri suçlu. Abdülhamid olmasa Türkiye ayakta duramaz. Abdülhamid akıllı bir diplomattır. Sınırları dışında bile halife olarak hürmet görür, İmparator’un böyle bir Sultan’a misafir olması önemli olaydır” diye cevap vermişti. Sosyalist ve komünistlerin tavrı
Bu polemiklerin arkaplanında Bernstein ve Kautsky’nin liderliğini yaptığı Revizyonist Sosyalist Parti ile komünist Liebknecht’in başını çektiği Spartakistlerin çatışması vardı. İlginç biçimde, Revizyonistler Abdülhamid’in Ermeni politikalarını eleştirirken, Spartakistler 1853-1856 Kırım Savaşı’ndan beri, Çarlık Rusya’sına karşı Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklemeyi doğru bulan Karl Marx ve Friedrich Engels’in politikalarını izliyorlardı. Liebknecht’in yoldaşlarına göre Balkanlar ve İstanbul’da Çar’ı görmektense Sultan’ı görmek evlaydı. Kayzer de böyle düşünüyor olmalıydı ki, Almanlar Birinci Dünya Savaşı’na girerken, Osmanlı İmparatorluğu’nu İtilaf Devletleri’nin eline bırakmamak için kesenin ağzını açmışlardı. (1914’te Almanya ile kol kola nasıl Cihan Harbi’ne girdiğimizin hikâyesini de 18.9.2011’de bu sayfalarda anlattığımdan hızla devam ediyorum.)
Önce Almanya’daki Almanların 1915-1917’de yaşananlara dair tavrına ilişkin küçük bir özet yapalım. Almanlar kamuoyuna yönelik açıklamalarında konudan habersiz gibi davranıyorlardı. Örneğin çok satan sol eğilimli Berliner Tageblatt gazetesi, günde üç dört baskı yaptığı halde, 24 Nisan 1915’te gayrı resmî olarak başlayan Ermeni Tehciri/Soykırımı’na değinen haber sayısı sadece beş tane idi. Bunlardan üçü Talat Paşa, Enver Paşa ve Halil (Menteşe) Bey’le yapılmış röportajlardı. İkisi ise Osmanlı kaynaklı iki haberin tekrarıydı. Halbuki başka kaynaklardan bilindiği gibi, o sırada Almanya’da Anadolu’da nelerin olup bittiğini bilen çok kişi vardı. Örneğin, Sosyal Demokratların ve Hıristiyanların yayın organlarında çalışan uzmanlar, İstanbul’daki Doğu İstihbarat Bürosu’nun istihbaratçı şarkiyatçıları, Protestan Kilisesi’nin önde gelenleri, Alman Katolik Kilisesi’nin önde gelenleri ve Papa, Deutsche Bank’ın başkanı ve Reichstag’ın (Parlamento) bazı üyeleri Anadolu’da olanları biliyorlardı. Nitekim, basında bu konulara en fazla yer ayıranlar Hıristiyan gazeteleriydi. Ancak onlar da son derece dikkatli ve kontrollü bir dil kullanıyorlardı. Sosyalistler ise “savaştayız ve hükümet bu ittifakın bizim için önemli olduğunu düşünüyorsa, biz bu ittifakı devam ettireceğiz” diyorlardı.
0 notes
Text
Arsız sermayenin yeni jargonu: “yatırımcı düşmanları” – Halil Paşa
https://wp.me/pXsHy-Kbi Bir Türkiye vatandaşı neden KKTC’ne yatırım yapar? Bir yabancı yatırımcı kendi ülkesine değil de başka bir ülkeye neden yatırım yapar? Elbette daha çok kazanç elde etmek, karını azamileştirmek ve bunu mümkün olduğunca uzun süreye yaymak için. Uzun süreli azami karı ne sağlar? Elbette “yatırımcı-turizmci” erbabının ilk aklına gelen şeylerden birisi düşük maliyettir. Bunun da pek çok ekonomik yolu vardır. Örneğin ülkemize “beş yıldızlı” otel ve casino yapan turizmci ve kumarhaneci maliyetini düşük tutmak için ne yapar? Otelini konduracağı araziyi minimum maliyete ve maksimum zamana kiralamak ister. KKTC nezdinde şu ana kadar yapılan kumarhane otellerine bakınca bunun ilk ve tek yolunun devletin taşınmazlarının ucuza kiralanması olduğunu söylemek mümkündür. Yatırımcı devlette ilgili bakanlığa ve arazinin kiralanmasına (KKTC’de Turizm ve Maliye) müracaat eder ve bekler. Eğer devlet arazisi, yatırımcının arzusu hilafına devlete yol açacağı sosyal maliyetler (eminim bu kavramdan pek çok bakan ve milletvekili haberdar bile değildir, anlatsanız da ne denli umurlarında olur şüpheliyim) düşünülmeden kiralanırsa (örneğin yasalarımıza göre ilk 10 yıl bakanın, 50 yıl da bakanlar kurulunun yetkisinde) o arazi PEŞKEŞ çekilmiş olur. Kapitalizmin yasasıdır. Sermaye sahiplerinin tutkusu, olabildiğince karını artırmaktır. Elbette en çok kar edenin, en çok itibar gördüğü ve paranın satın alacağı çok şeyin bulunduğu dünyamızda onlar için başka türlüsü de şu an için mümkün değil!. Bu nedenle yabancı bir yatırımcı ülkemizde başka nelere bakar? İkinci olarak KKTC’nin siyasi istikrarına bakar. (KKTC’de hangi parti hükümet kurarsa kursun, “Türkiyesiz İmkansız” düsturundan sapmaz. “Anavatan-Yavruvatan”, olmadı “abi-kardeş” o da olmadı “Garantiler” der ve TC ile ilişkilerinde, her şar ve şurt altında bir alt yönetim olarak kalmaya özen gösterir. Bu nedenle TC’li bir yatırımcı için, Türkiye’de siyasi istikrar olmasa bile KKTC her zaman için TC’nin en istikrarlı siyasal coğrafyasıdır). Bu nedenle işin ekonomik mantığında bu adanın kuzeyine TC’de kazanacağından daha çok kazanç elde etmeyi, çok parası varsa aklamayı, ya da son tahlilde siyaseten adayı Türkleştirip İslamlaştırmayı düşünen Türkiye vatandaşı sermayedarlardan başkası uzun vadeli yatırım yapmayı tercih etmez. Üçüncü olarak kendi ülkesinden daha az vergi yükümlülüğü doğuracak koşulların olmasına dikkat eder. (Kıbrıs’ta yatırım yapan TC’li işletmelerin 10 yıl vergi muafiyetleri vardır.) Dördüncü olarak kayıtkuyut’a, yani devletin bürokrasisine takılıp kalmamaya çalışır. (Zaten işi halleden bakan-müsteşar olunca, KKTC bürokrasisinde bu gibi işler bakan-müsteşar torpilleriyle, olmadı Ankara’dan açılacak telefon ile anında çözülür ki bu da yatırımcının TC vatandaşı lehine olmasına bir avantaj sağlar.) Beşinci olarak yatırım yapacağı ülkenin doğal kaynakları, çevre kirliliği, alt yapıda yaratacağı ek maliyetler, otel müşterileri için sağlık, otel işçilerinin çocukları için devlet okulu, kanalizasyon, trafik vb. KKTC devletine yaratacağı sosyal maliyet artışı yatırımcıya yansıtılmamalıdır. Onun için sorun Ercan havaalanından oteline, otelinden havaalanına taşıyacağı müşteriden casinosuna ve oteline bırakacağı paranın karını maksimum edecek olmasıdır. (Türkiye’den gelen yatırımcılarının casinolu beş yıldızlı otellerinin getirisine ek olarak, KKTC yasasına göre ‘denizden 100 metre uzağa inşaat yapmakla ilgili yasağına bile uymazlar ve işletmelerine ek kar getirmesi için denizin içerisine iskeleler kurarlar. Öte yandan iki bin kişilik beşyıldızlı casinolu otelde bulunmayan bir oksijen maskesi, elektroşok cihazı ve doktor nedeniyle turist ölür ve “suçlusu” da devlet olur!) Altıncı olarak yatırımcı ucuz ve kalifiye iş gücü durumunu göz önüne alır. (Gözönüne almaya gerek yok. Zaten çoğu Türkiye ve yabancı ülkelerden gelen ve pek çoğu KKTC’nin denetleme aczi içerisinde olduğu işçilerdir.) Yedinci olarak kayıt dışı bir ekonominin yaratılacak olması tehlikesine karşı KKTC’nin donanımsızlığıdır. (Nerden buldun yasası yok!. Bankalar nakit parayı görünce pek sorgu sual yapmadan hemen hesap açıyor.) Yukarıdaki maddeleri uzatmak mümkün. Uzattıkça, “sermaye düşmanı”, “yatırımcı düşmanı” (eskiden kökü dışarıda komünist denirdi) Bugünlerde çevre felaketine yol açan yatırımlarla elimizden kayıp giden adamız için eylem yapıp konuşup yazdıkça “yatırımcı düşmanı” rütbemiz de katlanarak büyüyor. Bir de şu üniversitelerden kafasını çıkarmayan çevresine ”kör” akademisyenlerimiz yok mu? KKTC’de yatırım iklimi oluşmamış da… Bunun için yatırım iklimini oluşturmak gerekiyormuş da... Bu ülkede şimdiye kadar tek bir ÇED toplantısında davet edilen katılımcıların ne zaman görüşüne itibar edildi? Hiçbir zaman. Sanki bunu “İyi İdare Yasası”nın çıkarılmasına katkıda bulunan (bence eksiklikleri de olsa doğru bir yasadır) başbakan Tufan Erhürman bilmiyor mu? Yapılan hiçbir ÇED toplantısından sonra, katılımcılar bir İnisiyatif kurup da sokaklarda bağırmaz ve basın da buna ilgi göstermezse eğer; o toplantılardaki katılımcıların tek bir itirazına ve önerisine, ne yatırımcı, ne de devlete bağlı daire ve bakanlık zerre kadar ilgi göstermeyeceğini bilmek için kahin olmaya gerek yok! Bu benim üç yıla yakındır bizzat şahit olduğum bir gerçeklik!. Kürsüde konuşuyor!. Yatırım İklimiymiş!. Çık sokağa gör ülkedeki peşkeşi, çevre felaketini, kayıt dışı ekonomiyi be bay. Elbette yabancı yatırımcı “yatırım yapacağı ülkenin “yatırım iklimine” bakar. Ama burası KKTC canım. Burada iklim değişikliği üniversitede ders olarak okutulan ekonomik literatürdekilerden farklı. Bilesin bu adayarısı topraklarda KKTC literatürü var. Buradaki iklimsel dönüşüm farklı. Çocuğun adı da Taksim. ÇOCUĞUN ADI TAKSİM Erdoğan da nihayet Kıbrıs Sorunu konusunda konuştu: “Kıbrıs Sorunu nereye kadar? Buna bir cevap bulmak kolay değil. Er ya da geç Türkiye Cumhuriyeti olarak herhalde biz de bir karar vereceğiz. Olacaksa olacak. Nasıl olacak, bundan sonra bunu da siz düşünün diyeceğiz ve adımımızı da atacağız. Kuzey Kıbrıs halkının bizde özel bir yeri vardır. Türkiye'deki benim vatandaşım, kardeşim ne kadar önemliyse, KKTC'deki kardeşlerimiz de bizim için aynı derecede önemlidir…” Kıbrıslı kadar Türkiyeli vatandaşı da var adamızda. Nasıl mı? Birincisi çift uyruklu TC vatandaşları, ikincisi karma evliliklerden çift kimlikli TC vatandaşları, üçüncüsü Kıbrıslıtürklerden TC vatandaşı olanlar… Hepsi de aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşı olmuyorlar mı? Bu nedenle Kıbrıs’ın Kuzeyinde yaşayan TC vatandaşları, zaten yalnızca KKTC vatandaşı olan Kıbrıslı Türklerin sayısını aşmış durumda. Zaten BM ve uluslararası diplomaside “alt yönetimi” olarak tanınan KKTC’nin, tek “üst yönetim” sorumlusu zat-ı muhterem, Kıbrıs Sorununda nihayetinde atacağı adımın adını her ne kadar zikretmemişse de, yukarıdaki yuvarlak sözcüklerden “çocuğun adının Taksim olduğunu” siyasetle yakından uzaktan ilgilenen her Adem oğlu ile Havva kızının tahmin etmemesi mümkün değildir!. “20 Temmuz 1974 tarihinden sonra, sağlanan barış-huzur ve refah ortamında”, Kıbrıslırumların zaptu rap altına alınan malları ile bir kısmının da satın alınarak üzerinde çevre ve sosyal felaketlerine neden teşkil edecek beton casinoların inşa edildiği anlı şanlı yatırımcıları da buraya hazır taşınmışlarken. Münasip bir anda, koyun çocuğun yeni adını da iş olacağına varsın. Sonra da olası bir çözümmüş… Olası bir çözümde; “garanti ve ittifak antlaşmasıymış”; “adada kademeli silahsızlandırma ve askersizleştirmeymiş”; “iki coğrafyanın sosyal gelişimi ve ekonomik büyümesinin ve bu arada AB müktesabatının Kuzey Kıbrıs’a uyumlaştırılmasıyla ilgili çalışmalarmış… Bırakın Reis’e bu garagözlüğe bir son versin! Adı Taksim konsa, büyükelçilik Valiliğe dönüşecek olsa, uçaklar da iç hatlardan uçmaya başlasa bile, yine de Türkiye’nin kentlerinden farklı olarak “yavruvatanın”, casinolar, bed-ofisleri ve gece kulüpleri konusunda, “dokunulmaz bir özerkliğe”, mutlaka ama mutlaka sahip olacağı kanısındayım. Bu durumda dönüp de Kıbrıs Tarihine baktığımızda, her ne kadar son 44 yılda gelinen noktada, adanın her iki yanındaki nüfusunun önemli bir bölümünün kafasında, Taksim konusu “de facto” olarak içselleşmişse de, ilanı halinde dünyanın o anki siyasi, sosyal ve ekonomik durumu Taksime cevaz verecek ya da vermeyecektir. Ancak Annan Planından bu yana Türkiye’de “tek adam” üzerine kurulu bir başkanlık rejimi hızla tüm kurumlarıyla yaşama hakim olmuş; Kıbrıs’ın kuzeyinde biat eden ve KKTC meclisine de giren uzantıları söz konusu iken; ada tarihinde ilk kez Türkiye’nin siyasal parti (AKP) şubeleri açılmaya da başlanmışken… Demem o ki; adanın Kuzeyinde siyasetin, sokağın ve yaşamın üzerine ağır ağır İslam ve Türk Milliyetçiliği çökmeye yüz tutmuşken “Kıbrıs bunlarla Taksim’e gider mi?” sorusu da sorulmaya başlanmışsa eğer; durum da vahim demektir. Dahası bu gidişle adanın Kuzeyinde eski “siyasi huzuru” arayacağımız yeni bir yaşamın içine savrulmamız bile sürpriz sayılmayacaktır. Kıbrıslı Rumlara gelince. Onların Kıbrıs Cumhuriyeti aracılığıyla olası bir Taksim ilanına karşı verecekleri sesin, BM ve Uluslararası diplomaside bulacağı karşılık, şimdiye kadar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Türkiye Cumhuriyetine karşı yapabildikleriyle sınırlı kalmaya mahkumdur. Ben önümüzdeki beş yılda da bir çözüm olmazsa eğer, KKTC ilanı gibi “Taksim” ilanının da bir oldu bittiyle ilanının 2023 yılı (sonrası ya da öncesi de mümkün) için hafife alınmaması gerektiğini düşünenlerdenim. ÖZET Adanın de facto değil, ama de jure bir Taksim’i bize neler getirecektir? Bu konuda “yabancı yatırımcıların” adamızda bırakın çevreye ve eko sisteme verdikleri zararı, KKTC yasalarını bile hiçe sayarak vatandaşın denize girme hakkını engellemekten, molozlarını çevreye dökmekten, denizlerini kirletmekten, arıtma tesisleriyle ortalığı kokutmaktan pek çok vukuatlara sahip olduklarını biliyoruz. Olası bir Taksim’de, yabancı sermayenin “yerli” olacağını da düşününce, “açgözlü sermayenin” Türkiye’de yarattığı çevre felaketlerinin de yakın tanıklarıyız.… Boşuna demiyorlar eskiden komünistlerdi arsız sermayeyi sevmeyen, şimdi de “yatırımcı düşmanı” çevreciler. Türkiye’nin çevrecilerine ve demokrat insanlarına da öyle diyorlar, şimdi de Kıbrıs’ta da aynısını tekrarlıyorlar. Türkiye’de diktatörlük, Kıbrıs’ta da Taksim’le çevrecilerden kurtulacaklarını hesaplıyorlar… Ne Türkiye’de diktatörlük ile solun barışçı, aydın ve demokrat insanlarının mücadelesinden, ne de 35 yıl önce Taksim’i getirir diye ilan ettiğiniz KKTC ile çözüm ve barışı savunan barışçı, demokrat ve şimdi de adamızın yurtsever çevrecilerinden kurtuldunuz! Taksim ile korkutarak mı kurtulacağınızı sanıyorsunuz?
0 notes
Text
Bulgaristan Türkleri (Mümin Özer’in hatıraları özet)
BULGARİSTAN’IN ÜÇ DÖNEMİNDE YAŞAYAN MÜMİN ÖZER’İN ANILARI (1927-1950)
Türkler göç meseleleriyle XVIII Yüzyıl sonlarına doğru karşı karşıya kalmaya başlamışlardır. Türkiye’de göçmen meselesi Avrupa’dan daha önce başlamıştır. Bunun başlıca sebebi, Avrupa devletlerinin “Şark Meselesi” adını verdikleri ve genel olarak Osmanlı Devleti’ne karşı oluşturdukları politikalardır. XIX. Yüzyılın son çeyreğinde başlayarak, XX. Yüzyıl boyunca Balkanlarda belki de en çok zulme uğrayan ve göç etmek zorunda kalan halkların başında Bulgaristan Türkleri gelir.Bunun en önemli sebepleri arasında; bölgenin jeopolitik önemini, Çar Deli Petro’nun vasiyetnamesine göre oluşturulan sıcak denizlere inme hedefli klasik Rus politikalarını, bu çerçevede, önce Ortodoks Hıristiyanların himaye edilmesini, Fransız İnkılâbı sonrasında da Panislavizm hareketlerinin körüklemesini gösterebiliriz. Bu Rus siyasetine zamanla Bulgarların da hedef olduğunu söyleyebiliriz. Böylece Bulgarlar da milli devletlerini kurmak üzere harekete geçerek, çeşitli faaliyetler yürüttüler ve nihayet kademe kademe kurulan Bulgaristan, burada yaşayan Türklere asimilasyon politikaları uygulamaya başladı.
Bulgaristan Türkleri, XIX. Yüzyıl Türkiye sinin Tuna ve Edirne vilayetleri Türkleridir. Buralarda yaşayan Türk halkının “Bulgaristan Türkleri” haline gelişi, bu iki vilayet üzerinde Bulgar devletinin kurulup genişlemesiyle, üç aşamada olmuştur:
1- Önce 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan 1878 Berlin Antlaşması ile Tuna Vilayeti’nin Sofya, Vidin, Rusçuk, Tırnova ve Varna sancakları üzerinde bir Bulgar Prensliği kurulmuş, böylece buraların Türk halkı anavatandan koparılmıştır.
2- Aynı antlaşma, Edirne vilayetinin Filibe (Plovdiv) ve İslimye (Sliven) sancakları üzerinde imtiyazlı Doğu Rumeli vilayetini kurmuştu. 1885’de bu vilayet de Bulgaristan’a katılmış ve Anschluss’u(ilhâk) ile Doğu Rumeli Türkleri de Bulgar yönetimine katılmışlardır.
3- 1912-13 Balkan Savaşı sonunda Bulgaristan, Batı Trakya ve Rodoplar bölgesinde dokuz Türk ilçesini topraklarına katmıştır: Kırcaali, Eğridere, Koşukavak, Darıdere, Mestanlı, Ortaköy, Dövlen, Paşmaklı, ve Nevrokop. Bu bölge yüzde doksanlara varan oranda Türk’tü. Buralardaki Türkler de Bulgar vatandaşı oldular.
Bulgaristan Türkiye zararına safha safha büyüdükçe, parça parça Türk nüfusunu da boyunduruğu altına almıştır. En son, 1940’ta, Güney Dobruca toprakları da Romanya’dan alınıp Bulgaristan’a verilmiş, buraların Türk halkı da toprakla birlikte Bulgaristan’a geçmiştir
1935-1940 yılları arasında Krallık Bulgaristan’ından 95.494 Türk göç etmiş, ancak doğumların çok olması sebebiyle Türk nüfus azalmamıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ve savaştan hemen sonraki dönemde Bulgaristan’dan Türk göçleri pek azaldı. 1941-1949 yılları arasında Bulgaristan’dan anavatan Türkiye’ye sadece 14.390 Türk göçmen geldi.
Bunun başlıca sebebi Bulgaristan’da 1944’de kurulan komünist yönetimdir. Krallık döneminde Türklere yönelik baskılar olmakla birlikte komünist dönemdeki kadar sistemli, planlı ve şiddetli değildi.
Mümin Özer’in bu yalın ifadeleri komünist rejimin muhalif gördüğü Türk ailelerine çocuklara varıncaya kadar ne kadar acımasız davrandığının somut örneğini teşkil etmektedir.
Mümin Özer’in bu yaşadığı ve bizzat şahit olup kaleme aldıklarına göre Bulgar yönetimleri gerek faşist Bulgar krallık hükümetleri, gerekse komünist yönetim, Bulgaristan’da milliyetçi ve kültürel açıdan bilinçli Türk ailelerini hedef seçmektedirler. Nitekim Mümin Özer’in babası Krallık, ağabeyi ise komünist rejim dönemlerinde sürgün edilmişlerdir.
1950-1951 yıllarında Bulgaristan’dan büyük bir Türk göçü olmuş, iki yıldan az bir zaman içinde 154 bin Türk- Müslüman anavatan Türkiye’ye göç etmiş, daha doğrusu tehcir edilmiştir.
Bu uygulamanın iki yönlü gerekçesi vardır: Birincisi Bulgaristan’daki komünist rejimin Türk nüfusun artışına bu yolla engel olmak istemesi. İkincisi de 14 Mayıs 1950 genel seçimleriyle iktidara gelen Adnan Menderes Hükümeti’nin -Bulgar Hükümeti’nin 10 Ağustos 1950’de Türkiye’ye verdiği bir nota ile 10 Kasım 1950’ye kadar Bulgaristan’da yaşayan 250 bin Türkü Türkiye göndermek istemesiyle başlayan karşılıklı restleşme sonucu Bulgaristan’daki baskı ve zulümden hiç değilse bir kısım soydaşını kurtarmak istemesidir. Burada ele aldığımız Özer ailesi de bu göç dalgasında anavatana gelmişlerdir.
Sosyo-Ekonomik Hayat:
Bulgaristan’da komünist rejimin başlaması, Bulgaristan Türklerinin sosyo-ekonomik hayatı bakımından bir dönüm noktası sayılır1944 öncesi sosyal hayata baktığımızda, Türkler, Bulgarlardan her bakımdan ayrı ve uzak, kendi içlerine kapanık bir toplumdu. İki halk arasındaki ilişkiler asgari düzeydeydi. Türkler, çoğunlukla ayrı bölgelerde, ayrı köylerde, ayrı mahallelerde yaşıyordu. Türklerle Bulgarların karışık olduğu yerlerde de Türklerin iş yerleri, eğlenme dinlenme yerleri, eğitim öğretim kurumları ve tabii ibadethaneleri Bulgarlarınkinden ayrı idi. Dil, din, gelenek, görenek bakımlarından olduğu gibi, çalışma, dinlenme, eğlenme, yeme- içme, giyim kuşam bakımlarından da Türkler apayrı ve oldukça muhafazakâr bir toplumdu. Bulgar çoğunluğu içinde azınlık olmanın da yarattığı toplu bir bilinçle, Türk-İslam cemaati, kendi yaşayış biçimini titizlikle korumak, Bulgarlardan uzak durmak konusunda pek duyarlıydı. Ancak kentlerde Türklerle Bulgarlar arasında bir iş ilişkisi vardı. Oralarda bile Türklerle Bulgarlar arasında karşılıklı evlenmeler söz konusu değildi. Yeni rejim, Türklerin içe dönük, kapalı hayatını da alt üst etmiştir. Ekonomik kaynaştırma veya eritme yoluyla, karşılıklı sosyal ilişkiler en köylere kadar genişletilip derinleştirilmiştir. Artık Türklerle Bulgarlar aynı kooperatiflerin üyesi, işçidirler. Aynı kazandan yemek yerler, aynı fırından ekmek alırlar. Artık Türkün kendi tarlası, bağı, bahçesi yoktur. Köylerde tarlalar arasında sınırlar kalktığı gibi sosyal ilişkiler arasındaki duvarlar da yıkılmıştır. Kentlerde de çeşitli zanaat ve meslek sahipleri, kooperatifler içinde kaynaştırılmıştır. Türklerin artık kendi dükkânı, atölyesi, işletmesi olmadığı gibi sosyal hayatı da yok denecek kadar azalmıştır. Tarım ve meslek kooperatifleri içinde kaynaştırılanlardan artakalan Türk nüfusu, özellikle gençler, başka bölgelere, başka sektörlere kaydırılmakta, Bulgar çoğunluğu içine serpiştirilmektedirler. Eritme politikasında bu yöntem daha başarılı görülmüştür. XIX. Yüzyılda, Tuna ve Edirne vilayetleri, ekonomik bakımdan Türkiye’nin en ileri bölgelerindendi. Buralarda yaşayan Türkler de ekonomik açıdan Bulgarlardan üstündü. İşlenebilen toprakların yüzde 70 kadarı Türklerin elinde idi.
1877-78 savaşı bu durumu altüst etti. Tuna ve Edirne vilayetlerinde meskûn Türklerin 500.000’i “93 Muharebesi” de denilen bu savaş esnasında ya katledilmiş veya açlıktan ve hastalıktan vefat etmiştir. Bu katliamdan veya hastalıktan kurtulabilen bir milyonu aşkın Müslüman Türk ahali canlarını kurtarmak maksadıyla göçmek mecburiyetinde kalmıştır. 1949-1956 yıllarında Bulgaristan’da bütün topraklar kolektifleştirildi. Bu, en çok Türkleri ezdi. Çünkü Türklerin yüzde 80 kadarı küçük çiftçi idi. Topraklar, “Tarım Emek Kooperatif İşletmesi” kelimelerinin Bulgarca baş harflerinden oluşan TKZS (Tekezese) biçiminde örgütlenmiştir. Ekonominin diğer kollarında da kooperatifleştirme veya devletleştirme, bütün Bulgaristan halkını kapsayacak şekilde yürütülüp tamamlanmıştır. Ancak Türkler bu yeni düzende “ikinci sınıf” durumuna düşürülmüşlerdir.
Eğitim ve Kültür
Osmanlı döneminde Rumeli’nde modern Türk okulları, Tanzimat yıllarında(1839-1876) açılmaya başlamıştır. Özellikle Islahat Fermanı’nın (1856) ilanından sonra hızlı bir gelişme göstermiştir. 93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus) eğitimde de Türkler için bir yıkım oldu. Balkanlarda 1500 kadar Türk Okulu yakılıp yıkıldı, Türk öğretmenlerin büyük çoğunluğu göç etti.
Bulgaristan Türk okulları özel okul statüsünde idiler. Okulları Türk cemaati açar, yönetir ve yaşatırdı. Öğretmen atamasını da cemaat yapardı. Bulgar yetkililer sadece Türk azınlık okullarını denetlerlerdi. Türk okullarında eğitim Türkçe idi. Daha sonra ortaokullarda Bulgarca da gösterilmeye başlandı. Ancak yine de eğitimin temeli Türkçe idi. Bulgaristan Türk okulları, Türkiye’deki eğitim sistemine paralel bir gelişme gösteriyordu. Mesela; Türkiye’de Harf İnkılâbı yapılınca, Bulgaristan Türk okullarında da 1928/29 ders yılında yeni Türk harfleriyle eğitime geçilmiştir. Fakat Bulgaristan, Prenslik ve Krallık dönemlerinde Türk okullarına çeşitli baskı ve zorluklar çıkarılmıştır. Buna rağmen Türk okulları bir çeşit özerkliklerini 1940’lara kadar sürdürdü ve korudu.
1944 yılında başa geçen Komünist Bulgar rejimi önce Türk okullarına geniş haklar ve özgürlükler tanıyacağını vaat etti. Fakat bunun bir aldatma olduğu kısa sürede anlaşıldı. Mesela, 1960 yılında Bulgaristan’da 112.733 Türk çocuğu okula gidiyordu. Bunlardan sadece 800 Türk çocuğu anadiliyle biraz öğrenim görebiliyordu. 1966 yılında Bulgaristan’da okula giden Türk çocuklarının sayısı 150 bini aştı. Ancak bunların hepsi Bulgarca eğitim görüyordu. Türkçe eğitim temelli yasaklandı.
Türk çocuklarının, yuvalar ve çocuk bahçeleri yoluyla Bulgarlaştırılmasına gidildi. 3-6 yaşındaki çocukların alındığı yuvalarda Türk çocuklarını özel yetiştirilmiş öğretmenler elinde Bulgarlaştırılmasına ağırlık ve hız verildi. Özellikle 1950’lerden sonra çocuk bahçelerine alınan çocuk sayısı yıldan yıla arttı. Eğitimin yanı sıra kültür hayatı da geriledi. Özellikle Bulgaristan Türklerinin anavatan Türkiye ile bağları koparıldı. 1934 yılına kadar Türkiye ile Bulgaristan Türklerini kültürel bağları çok kuvvetli idi. Türkiye’den kitap, dergi, gazete gönderilebiliyordu. 1834 yılında başa geçen Bulgar faşist hükümetleri, bu kültür alışverişini engellediler. Yerli Türk gazetelerini kapattılar. Türkiye’den kitap, gazete getirilmesini yasakladılar. Bulgar komünist yöneticileri de faşistlerin başlattığı uygulamayı tamamladılar.
Sonuç
1878-1989 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye dört büyük Türk göçü dalgası olmuştur. Bunlardan ilki Osmanlıların 93 Harbi’nde Ruslar karşısında bozguna uğramasının ardından yaşanan 1878 göçüdür.
İkinci göç dalgası Balkan Harbi’nde yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti’nin Rumeli'ndeki tüm topraklarını Trakya dışında terk etmek durumunda kalması sonucu 1912-1913 yıllarında gerçekleşmiştir. Yüzyıllardır Rumeli’de yaşayan on binlerce Müslüman nüfus katliama, çeşitli baskı ve mezalime uğratıldı. Bu dönemde Bulgar zulmü şiddet açısından ilk sırada yer alır.
Üçüncü büyük göç, İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyalist rejime geçen Bulgaristan'ın tarım arazilerini devletleştirmesi ve Türkiye'nin Kore Savaşı’na katılması sebebiyle Moskova’dan Bulgar devletine yöneltilen, Türkiye'ye misilleme amaçlı Türk göçünün teşvik edilmesi talebi sonucu 1950-1951 yılları arasında yaşanan göçtür.
Dördüncü ve en son göç dalgası ise 1989 senesinde Bulgar devletinin asimilasyon politikalarına tepki olarak gerçekleşmiştir. Bulgaristan’daki komünist rejim buradaki Türk azınlığa baskı ve eritme politikalarının son örneğini, Aralık 1984 tarihinde başlattığı isim değiştirme zorbalığı ile göstermiştir
0 notes
Text
Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) Ebook
Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) Set İçindeki Kitaplar;
Sosyalist Dünya Görüşü Marksizm Ünlü Fransız Marksisti Henri Lefebvre, bu eserinde, çok geniş ve karmaşık bir öğreti olan Marksizmin kısa ama doyurucu ve anlaşılır bir özetini sunuyor.
Marksist İktisat El Kitabı İkinci basımı çıktı; bu kez cep kitabı boyutlarında! Marx’ın iktisat teorisi ve devrimci öğretisinin bütünü, 150 yılı aşkın bir süredir kapitalist ideologların amansız saldırıları altında.
Marksizm Nedir? Karl Marx’ın temel yapıtı Kapital’in çizgi romanı Kapital Manga’yı 2009 yılında okurlarla buluşturan Yordam Kitap, şimdi de bilimsel sosyalizmin en yaygın belgesi Komünist Manifesto’nun çizgi romanı Komünist Manifesto Manga’yı yayınlıyor.
Marksizm Üzerine Dört Ders 20. yüzyılın önde gelen Marksist iktisatçılarından Paul Sweezy’nin Sosyalist Cep Kitapları dizisi içinde yayınlanan bu kitabı, Marksizmin temellerine ve özellikle de emperyalizmin işleyiş tarzına ışık tutarak, sermayenin günümüzdeki krizinin tam olarak anlaşılabilmesi için mutlaka okunması gereken bir çalışma olma özelliği taşıyor.
Tarihin Yapıları Dünyamızı nasıl bir gelecek bekliyor? İnsanlık mı yok olacak, yoksa bu yok oluş sürecinin mi sonu gelecek? Bizimkini izleyecek dünya üzerine neler söyleyebiliriz? Dönüşüm olanakları nelerdir?
Diyalektik Materyalizme Giriş Ünlü Marksist siyasetçi ve kuramcı August Thalheimer’in 1927 yılında Moskova’daki Sun Yat-sen Üniversitesinin ikinci sınıf öğrencilerine verdiği “Modern Dünya Görüşü” dersinin notları.
Marksizme Sıra Dışı Bir Giriş Türkiyeli okurların ilgiyle karşıladığı Diyalektiğin Dansı’nın yazarı Bertell Ollman’ın bu eseri, Marx’ın kapitalizm analizine bir giriş niteliği taşıyor. Ollman bir yandan konu hakkında detaylı bilgiye sahip olmayan okuyucuya yabancılaşma, değer kuramı ve proletarya diktatörlüğü gibi Marx’ın kuramının ana kavramlarını tanıtıyor, bu kavramların birbirleriyle ilişkilerine ve genel kapitalizm kuramı içindeki yerlerine vurgu yapıyor.
Köktendincilik Nedir? Uluslararası Marx-Hegel Diyalektik Düşünce Topluluğu’nun başkanı Prof. Domenico Losurdo, bu kitapta sadece İslami değil, aynı zamanda Yahudi ve Hristiyan köktendinciliğinin tarihsel, sosyolojik ve siyasal kaynaklarını tartışıyor. Böylece indirgemeci ve tek taraflı yorumları ters yüz ediyor: Bir yandan güncel siyasal tartışmalarda birbirinin karşı kutbunda yer aldığı varsayılan farklı köktendincilikleri eleştirel bir gözle ele alarak, sadece farklılıklarına değil, aynı zamanda ortak noktalarına da işaret ediyor.
Felsefe İncelemeleri Bu kitap, tarihsel maddecilik görüşünü, özgün metinlere dayanarak görece küçük oylumlu bir kitap içinde, olabildiğince varsıl bir biçimde sunmayı amaçlıyor. Bundan yaklaşık yarım yüzyıl önce Fransız Marksist Emile Bottigelli tarafından gerçekleştirilen bu derleme, Karl Marx ile Friedrich Engels’in bu konuda kaleme aldıkları en ünlü metinlerinden yapılmış bir seçme niteliğinde. Metinlerin bir bölümü, zamanında kitap ya da makale olarak yayınlanmış, bir bölümü el yazması olarak kalmış, bir bölümü ise mektup parçaları.
Komünist Manifesto Komünist Manifesto bilimsel sosyalizmin en önemli program belgelerinden biridir. “Bu küçük kitapçığın ağırlığı pek çok cilde denktir. Bugüne dek uygar dünyada örgütlü ve mücadeleci proletaryanın tümüne hayat ve hareket veren onun ruhudur.” -Lenin-
Karl Marx ve Marksizm Üzerine Lenin’in Marx’ı ve Marksizmi tanıtmak üzere 1914 yılında popüler bir ansiklopedi için kaleme aldığı bu metin, Karl Marx’ın kısa yaşamöyküsünü ve Marksizmin yoğun ve anlaşılır bir özetini sunuyor. Daha sonra, Lenin’in sağlığında, kitapçık olarak da yayınlanan bu parlak özet, Marksizm okuyucuları için yol gösterici nitelikteki ayrıntılı bir kaynakça da içeriyor.
Felsefe El Kitabı Diyalektik ve tarihsel materyalizm, bilimsel sosyalizmin temel bileşenlerinden biridir ve Marksizmin genel teorik ve yöntembilimsel temelini oluşturur. Marksist felsefeyi incelemek, bilimsel bir dünya görüşü oluşturmanın başlıca yollarından biridir. Bu nedenle felsefe bilmeden ne bir bütün olarak Marksizm-Leninizm ne de bilimsel sosyalizm, ekonomi politik ya da öteki toplumsal bilimler layıkıyla öğrenilebilir.
Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) Ebook
#Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) ebook#Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) ebook indir#Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) ebook oku#Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) kitabı ebook#Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) kitabı ebook indir#Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) kitabı ebook oku
0 notes
Text
Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) Kitabı pdf indir pdf indir
Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) Set İçindeki Kitaplar;
Sosyalist Dünya Görüşü Marksizm Ünlü Fransız Marksisti Henri Lefebvre, bu eserinde, çok geniş ve karmaşık bir öğreti olan Marksizmin kısa ama doyurucu ve anlaşılır bir özetini sunuyor.
Marksist İktisat El Kitabı İkinci basımı çıktı; bu kez cep kitabı boyutlarında! Marx’ın iktisat teorisi ve devrimci öğretisinin bütünü, 150 yılı aşkın bir süredir kapitalist ideologların amansız saldırıları altında.
Marksizm Nedir? Karl Marx’ın temel yapıtı Kapital’in çizgi romanı Kapital Manga’yı 2009 yılında okurlarla buluşturan Yordam Kitap, şimdi de bilimsel sosyalizmin en yaygın belgesi Komünist Manifesto’nun çizgi romanı Komünist Manifesto Manga’yı yayınlıyor.
Marksizm Üzerine Dört Ders 20. yüzyılın önde gelen Marksist iktisatçılarından Paul Sweezy’nin Sosyalist Cep Kitapları dizisi içinde yayınlanan bu kitabı, Marksizmin temellerine ve özellikle de emperyalizmin işleyiş tarzına ışık tutarak, sermayenin günümüzdeki krizinin tam olarak anlaşılabilmesi için mutlaka okunması gereken bir çalışma olma özelliği taşıyor.
Tarihin Yapıları Dünyamızı nasıl bir gelecek bekliyor? İnsanlık mı yok olacak, yoksa bu yok oluş sürecinin mi sonu gelecek? Bizimkini izleyecek dünya üzerine neler söyleyebiliriz? Dönüşüm olanakları nelerdir?
Diyalektik Materyalizme Giriş Ünlü Marksist siyasetçi ve kuramcı August Thalheimer’in 1927 yılında Moskova’daki Sun Yat-sen Üniversitesinin ikinci sınıf öğrencilerine verdiği “Modern Dünya Görüşü” dersinin notları.
Marksizme Sıra Dışı Bir Giriş Türkiyeli okurların ilgiyle karşıladığı Diyalektiğin Dansı’nın yazarı Bertell Ollman’ın bu eseri, Marx’ın kapitalizm analizine bir giriş niteliği taşıyor. Ollman bir yandan konu hakkında detaylı bilgiye sahip olmayan okuyucuya yabancılaşma, değer kuramı ve proletarya diktatörlüğü gibi Marx’ın kuramının ana kavramlarını tanıtıyor, bu kavramların birbirleriyle ilişkilerine ve genel kapitalizm kuramı içindeki yerlerine vurgu yapıyor.
Köktendincilik Nedir? Uluslararası Marx-Hegel Diyalektik Düşünce Topluluğu’nun başkanı Prof. Domenico Losurdo, bu kitapta sadece İslami değil, aynı zamanda Yahudi ve Hristiyan köktendinciliğinin tarihsel, sosyolojik ve siyasal kaynaklarını tartışıyor. Böylece indirgemeci ve tek taraflı yorumları ters yüz ediyor: Bir yandan güncel siyasal tartışmalarda birbirinin karşı kutbunda yer aldığı varsayılan farklı köktendincilikleri eleştirel bir gözle ele alarak, sadece farklılıklarına değil, aynı zamanda ortak noktalarına da işaret ediyor.
Felsefe İncelemeleri Bu kitap, tarihsel maddecilik görüşünü, özgün metinlere dayanarak görece küçük oylumlu bir kitap içinde, olabildiğince varsıl bir biçimde sunmayı amaçlıyor. Bundan yaklaşık yarım yüzyıl önce Fransız Marksist Emile Bottigelli tarafından gerçekleştirilen bu derleme, Karl Marx ile Friedrich Engels’in bu konuda kaleme aldıkları en ünlü metinlerinden yapılmış bir seçme niteliğinde. Metinlerin bir bölümü, zamanında kitap ya da makale olarak yayınlanmış, bir bölümü el yazması olarak kalmış, bir bölümü ise mektup parçaları.
Komünist Manifesto Komünist Manifesto bilimsel sosyalizmin en önemli program belgelerinden biridir. “Bu küçük kitapçığın ağırlığı pek çok cilde denktir. Bugüne dek uygar dünyada örgütlü ve mücadeleci proletaryanın tümüne hayat ve hareket veren onun ruhudur.” -Lenin-
Karl Marx ve Marksizm Üzerine Lenin’in Marx’ı ve Marksizmi tanıtmak üzere 1914 yılında popüler bir ansiklopedi için kaleme aldığı bu metin, Karl Marx’ın kısa yaşamöyküsünü ve Marksizmin yoğun ve anlaşılır bir özetini sunuyor. Daha sonra, Lenin’in sağlığında, kitapçık olarak da yayınlanan bu parlak özet, Marksizm okuyucuları için yol gösterici nitelikteki ayrıntılı bir kaynakça da içeriyor.
Felsefe El Kitabı Diyalektik ve tarihsel materyalizm, bilimsel sosyalizmin temel bileşenlerinden biridir ve Marksizmin genel teorik ve yöntembilimsel temelini oluşturur. Marksist felsefeyi incelemek, bilimsel bir dünya görüşü oluşturmanın başlıca yollarından biridir. Bu nedenle felsefe bilmeden ne bir bütün olarak Marksizm-Leninizm ne de bilimsel sosyalizm, ekonomi politik ya da öteki toplumsal bilimler layıkıyla öğrenilebilir.
Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) Kitabı pdf indir pdf indir oku
#Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) kitabı pdf indir#Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) pdf oku#Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) ücretsiz indir#Sosyalist Cep Kitapları Seti (12 Kitap Takım) ücretsiz pdf indir#Siyasal Düşünce
0 notes
Text
İngiltere İşçi Partisi sözcüsü: Das Kapital'den öğrenecek çok şey var
İngiltere’de ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin maliye sözcüsü John McDonnell, Karl Marks’ın eseri ünlü Das Kapital’den öğrenecek çok şey olduğunu söyledi. Alman filozof ve iktisatçı Karl Marks tarafından 19. yüzyılda kaleme alınan eser, çok özet olarak kapitalist sistemin nasıl kendi sonunu getireceğini anlatır. Marks daha önce Friedrich Engels ile birlikte çıkardığı Komünist Manifesto’da sınıf…
View On WordPress
0 notes
Text
İngiltere'de Das Kapital tartışması: Marx ne demişti?
İngiltere’de Das Kapital tartışması: Marx ne demişti?
İngiltere’de ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin maliye sözcüsü John McDonnell, Karl Marx’ın eseri ünlü Das Kapital’den öğrenecek çok şey olduğunu söyledi.
Alman filozof ve iktisatçı Karl Marx tarafından 19. yüzyılda kaleme alınan eser, çok özet olarak kapitalist sistemin nasıl kendi sonunu getireceğini anlatır.
Marx daha önce Friedrich Engels ile birlikte çıkardığı Komünist Manifesto’da sınıf…
View On WordPress
0 notes
Photo
Şeytan, Melek ve Komünist Balkanika Uluslararası Roman Ödülü... Akdeniz Edebiyat Ödülü... Yolları yirminci yüzyılın büyük yıkımlarını yaşamış Berlin’de kesişen üç kişi.
#e book#e book indir#e kitap indir#kitap indir#kitap oku#kitap özeti#kitap özeti indir#Melek ve Komünist babil#Melek ve Komünist dr#Melek ve Komünist e kitap#Melek ve Komünist fiyat#Melek ve Komünist hepsiburada#Melek ve Komünist idefix#Melek ve Komünist indir#Melek ve Komünist kitapyurdu#Melek ve Komünist konusu#Melek ve Komünist oku#Melek ve Komünist özet#Melek ve Komünist pdf#Melek ve Komünist pdf indi#Melek ve Komünist pdf indir#Melek ve Komünist pdf oku#Melek ve Komünist pdf özet#Melek ve Komünist pdf satın al#Melek ve Komünist satın al#Melek ve Komünist yazar#pdf kitap#pdf kitap indir#pdf kitap oku#Şeytan
0 notes