#Kelâm
Explore tagged Tumblr posts
Text
من أجمل ما قرأت:
"أسْعَدُ الناسِ أقلّهم انشغالاً بالناس"
Okuduğum en güzel sözlerden:
“İnsanların en mutlusu, insanlarla en az meşgûl olandır.”
21 notes
·
View notes
Text
- Allah’ı gördün mü?
- Evet, hem de çok.
- Ne zaman?
- Kusurumu örttüğünde, rızık verdiğinde, beni koruduğunda...
77 notes
·
View notes
Text
burası dört duvar. iki artı iki dört, senle beni toplasan sıfır edermiş. delirmedim. aklım hâlâ yerinde, ruhum hâlâ bipolar. söylemediğim çok şey var aslında. yazıp yazıp silmelerim de çok. karar kılmıyorum bir türlü. eksik mi yazıyorum, yeterince iyi değil mi cümlelerim yoksa korkuyor muyum göstermeye o tarafımı. inan bende bilmiyorum. şu sıralar ne doğru ne yanlış, ne bana göre ne değil emin değilim. boşvermişlik ve bıkkınlığın arasında gidiyorum. kendi kendime çalıp oynuyorum değil mi? sen okumayacaksın bile. nerden denk geleceksin ki. bende oku diye atmam sana. herkes okur da sen eksik kalırsın. belki de en doğrusu budur. sen zaten duymadın, görmedin ki beni. bunları okusan ne değişecekti. süslü lafları sevmem bilirsin, iki üç kelâm ederim kendimce.
#e.
64 notes
·
View notes
Text
bu ıssız istasyonda bir kelâm etmek için gurur trenimden indim. maalesef bu zavallı mujik açlığınızdan kırılıyor efendim. sizi bir içki masasında, olmayan içkisine tedirgin tırnaklarını meze ederken gören bendim. işte o an, bir kereye mahsus da olsa, sizi yendim. çünkü seven bendim.
78 notes
·
View notes
Text
Selâmün aleyküm
Dil Kelâm ile,
Dost Selâm ile güzeldir.
Güzel yüreklerinize Selâm olsun..
66 notes
·
View notes
Text
nihayetinde anladım ki fazla kelâm, harflere zulüm.
52 notes
·
View notes
Text
Züleyha Yusûf'a bir mektup yazmaya başlayınca ; " Yusûf..." diye başladı. " Yusûf..." Diye bitirdi. Gördü ki hitaptan öteye geçemedi. Anladı ki aşkın nâmesinde ser- nâmeden öte kelâm yok. Ve züleyha'nın lügâtinde Yûsuf tan öte sözcük yok...
77 notes
·
View notes
Text
“Asil adamların yanına gittiğinizde davranışınız: kısık sesle bir selâm, azıcık bir kelâm, hemencecik kıyâm (kalkış) olmalıdır.”
40 notes
·
View notes
Text
uzun bir günün son kırıntıları;
dünden gelen anannem, dedem kayınvalidemler yemeği yediler. çay içtiler yolumuz uzun deyip yola koyuldular. yedi saat tabi kolay değil. annem bulaşıkları toplamak için diretse de toplamasına müsade etmedim. çocuk var kızım toplayayım dedi, anne sen biraz sev torununu zaten gideceksiniz birazdan dedim. bugün hâlâ daha telefonda kızım evi dağıttık gittik diyordu. onun zaten örnek aldığım huylarından birisi de bu. nereye giderse gitsin sanki kendisi ev sahibi gibi, kendisinden küçük genç olsun olmasın bakmaz bulaşık önlüğünü takar girişir işlere. hatırlıyorum da ilk evlerine gittiğimde dedim ben titizlik görmemişim hayatımda(: sofra kalktığı gibi yıkanır makineye dizilir. elde yıkanacaklar yıkanır, tezgahın üzerinde kurumaya bırakılmaz direk kurulanıp raflara yerleştirilir. bu da örnek aldığım diyemeyeceğim ama almak istediğim bir davranışı annemin(:
ne diyordum sahi onlar gitti, mutfak bulaşık dolu e minik beyle ilgilenmekten hallolmadi haliyle. zaten akşam toplanan ev sabaha kadar tekrardan kirli minik kıyafetler ve kirli bebek bezleriyle doluyor. her defasında banyoya gitmiyorum haliyle sabah birikmiş oluyor kirliler beşiğimizin hemen yanında (:
minikten fırsat buldukça yemek yapıyorum mutfağa giriyorum ama bir iş becerebildiğim yok tek başıma. anlayacağınız misafirlerde gelince evimiz döndü çöplüğe. akşam beşte geldi bizimki adım atacak yer yok, dışardan gelirken tatlı almış tezgahta koyacak boş yer yok 😅 ama Allah razı olsun sesini çıkarmıyor. zor bela hazırladığım yemeği yedik. uzun zamandır dışarı çıkmıyorduk terziden alınacaklar vardı onu da bahane ederek miniğimizi de aldık çıktık evi o hâlde bırakarak. sonra birde bime girelim dedik ama başladı bizimki ağlamaya. bimin ortasında acemi anne baba susturmaya çalışıyoruz çocuğu (: neyse sustu babası kucağında taşıyınca. bende boş bebek arabasını sürdüm. (: eve geldik ama toplayıveren olmamış.. efendim aldı çocuğu bende giriştim işlere. hatta moda gireyim diye sürmeyle yanaklarıma komandoların yaptığı gibi ikişer siyah çizgi çektim. tabi efendim tavşan olmuşsun ne komandosu diye dalga gecmeseydi..(: saat 12 olmuş. ben biraz kendime de vakit ayırınca bayağı geçti tabi. evler toplandı. bizimki bir elinde telefon maç izlemeye çalışıyor diğer elinde bebek sussun diye halden hâle giriyor(: çay demledim, tatlıyı yedik 12 buçuğa gelmesine rağmen. yoruldun mu diyorum, sence diyor (: çok güzel bir baba oldu. onun merhametini şefkatini hissetmeyi o kadar çok seviyorum ki. ona olan sevgim zaten çok bu da içimi sıcacık yapıyor. Rabbim başımdan hayrla afiyetle muhabbetle eksik etmesin..
ama bizim afacan hala daha uyumadı gaz sancısından dolayı üzerime yatırınca rahatlıyor, anca orada dalıyor. baktım ikimizinde çayları yarım kalacak soğuyacak. kendi çayımı feda ettim, kalktım inne fil cenneti nehran dinleye dinleye uyudu kaldı üstümde. şuan hâlâ beynimde çalmaya devam ediyor (: saat bir buçuk oldu, bu da burada kalsın. daha diyeceklerim var ama buraya kadar bile okuyan olursa bıktı (:
vel hâsıl kelâm, Allahım bizi sevdiklerimizle imtihan etme. âmin.
22 notes
·
View notes
Text
Kalbini bilen dilini anlar çiçeğim.
Fazla kelâm,harflere zulüm.🥀
32 notes
·
View notes
Text
Dedi ki:
Kelâm, süngü ve mızraktan daha tesirlidir...
117 notes
·
View notes
Text
Kalbini bilen dilini anlar çiçeğim. Fazla kelâm, harflere zulüm.
79 notes
·
View notes
Note
Kalbini bilen dilini anlar çiçeğim..
Fazla kelâm, harflere zulüm.
Yak lügatları şâir!
Güle nisbetle kurulmuş olsa da,
Gülün kelâmı gülün yanında nedir ki..?
22 notes
·
View notes
Text
Esenyurt 'Kürdistan' olabilir mi?
Urfa neresidir? Anadolu mudur? Arabistan mıdır? Yoksa Kürdistan mıdır? Siz cevabınızı düşünedurun, Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ Lahikası'nda çok ilginç birşey söylüyor: "Ben çok zaman evvel bekliyordum ki Urfa tarafında Nurlara karşı kuvvetli eller sahip olmaya çıksın. Çünkü orası hem Anadolu'nun, hem Arabistan'ın, hem Kürdistan'ın bir nevi merkezi hükmündedir. Nurlar orada yerleşse o üç memlekette intişarına vesile olur." Yani mürşidime göre Urfa hem Anadolu'dur hem Arabistan'dır hem de Kürdistan'dır. Üçünün de merkeziyetini yapan bir yerdir. Belki bir kesişim kümesidir. Haritalardan da huduttan da fazlasıdır. Aynı coğrafî okumayı, Bediüzzaman'ın, Medresetü'z-Zehra'yı hayal ettiği Van'a da yaptığını görürsünüz.
İnşaallah hafızam yanıltmıyordur. Çünkü Ahmet Yıldız Hoca'nın 'Ulus Devletin Bunalımı'nda okuduğumu hatırlıyorum. (Kitabı kitaplığımda bulamadım maalesef.) Hülasa edeyim: Hocanın bir yakını kızını evlendiriyormuş. Herhalde Ankara'daydı. Diyarbakır düğünü. Kürtçe türküler çalınıyor tabii. Komşuları düğün yerini taşlamışlar. Rahatsız oldukları şey 'gürültü' değil. Hayır. 'Kürtçe türkülerle kutlanması.' Her neyse, bir zaman sonra, yine düğünleri olmuş aynı mekanda. Fakat, aile, duvarlardan birisine büyükçe Türkiye bayrağı asmış bu defa. Komşuları, bırakın türkülerden rahatsız olmayı, gelip bir de halaya katılmışlar.
Aramızdaki kimi gerginliklerin böylesi önyargılarla sarılı olduğunu düşünüyorum ben. Hatıradaki ilk önyargı: "Kürtçe türküyle eğlenen kim varsa Türkiye düşmanıdır." Fakat önyargıları kırabilecek hamleleri yapmamak da başka bir önyargı. O da belki şöyle düşünüyor: "Ben kimseye ayrılıkçı olmadığımı ispat etmek zorun değilim." Tarafların haklılığı-haksızlığı bir tarafa, buradan çözüm çıkmıyor, çözüm çıkmaması haklıyı da bir ölçüde haksızlığa düşürüyor. Zira aslolan sulhtür. Mümkünse sulhtür.
'Kürdistan' ifadesi de böyle bir mesele. Bu ifade kullanılabilir midir? Hem 'evet hem 'hayır.' Nasıl? 'Evet.' Çünkü onunla kastedilen tarih boyunca bir coğrafya olmuştur. Hep kullanılmıştır. TBMM'nin kuruluş dönemi kayıtlarında bile geçmektedir. 'Hayır.' Çünkü onunla kastedilen yine bir ulus-devlet olmamalıdır. İttihadı bozmak arzusu ile istimal edilmemelidir. Eğer kelime özü itibariyle ifade ettiği tarihsel gerçeği değil de mezkûr siyasi maksadı vurguluyorsa elbette hükmü değişecektir. Hani Risale-i Nur'un bir yerinde denilir: "Meselâ, bir kumandanın, bir orduya verdiği arş emriyle, bir neferin arş sözü arasında ne kadar fark vardır. Birincisi, koca bir orduyu harekete getirir; aynı kelâm olan ikincisi, belki bir neferi bile yürütemez." Aynen öyledir. Yürütmez. Yürütemez. Yürütmemelidir. Zira neferin sözünde haddini aşma vardır. Yani böyle bir emri vermek hakkı yoktur.
Burada kendimce kurtarıcı müdahaleyi şurada görüyorum: 'Kürdistan' yerine 'Türkiye Kürdistanı' denilebilir. Türkiye Kürdistanı ifadesinde bir ayrılık kastı yoktur. Bir ittihad imâsı vardır. Tıpkı yukarıdaki hatırada duvara Türkiye bayrağı asmak gibidir. Karşı tarafın önyargılarını kırar. Düşmanlığına mehaz olan şüpheyi giderir. Belki bu söylediğim kimilerinin asabiyetine, o asabiyetten kaynaklanan gururuna dokunacaktır, fakat ben sulh yolunu söylüyorum kendimce. Kavga etmek isteyene yol açık. 40 senedir ediyorlar zaten. Kaç tane genci toprağın altına soktukları malum. Halihazırı değiştirecek bir usûl geliştirmeli...
Aynısını dönüp Türk kardeşlerime de söylüyorum. 'Türk' kelimesi bir ırkı ifade ediyor. Bu belli birşey. Elbette içini başka şekilde dolduranlar da vardır. Hatta ırken Türk olmayıp Türk olduğunu söyleyenler de vardır. Fakat Kürtler kendilerine Türk demek istemiyorlar. Çünkü bu yalancılıktır. Eğer Türk kelimesi bir ırkı ifade ediyor olmasaydı, ne bileyim, 'müslüman' kelimesi gibi genelgeçerliliği olsaydı mesela, elbette Kürtlerin de böyle bir sorunu olmayacaktı. En azından dindar Kürtlerin olmayacaktı. Zira onlar Türklere düşman değiller. Ancak onlar "Kizb kudret-i İlahîyeye iftiradır!" denildiği gibi düşünüyorlar. "Allah beni öyle yaratmamışken ben neden kendime Türk diyeyim?" diye amel ediyorlar. Bunu da aşmanın yolu var. Yukarıda onlara tavsiye ettiğimi size de ederim. Sulhün yolu basittir. Ya Türk kelimesinin yerine 'müslüman' diyelim yahut da 'Türkiye-Türkiyeli'yi geçirelim. Türk bayrağı yerine Türkiye bayrağı olsun. Türk sineması yerine Türkiye sineması olsun. Nesi eksilir ki böyle dense?
Bazı kavgalar çok küçük adımlarla aşılabilecek gibi durduğu halde hiçbir adım atamadığımızdan dolayı sürüp gidiyor. Kimse burnundan kıl aldırmıyor. Hatta, geçenlerde gördüm, Esenyurt'a 'Kürdistan' diyenler var. Arkadaşlar, bu, o kelimenin meşruiyetine de zarar vermektir. Eğer Kürtlerin sonradan geldikleri bir yer Kürdistan olabiliyorsa, Türklerin de sonradan gittikleri yerler pekâlâ Türkistan olabilir. O zaman onların da Doğu'ya, Güneydoğu'ya vs. 'Türkistan' deme hakları olur. Zira onlar da orada yaşıyorlar. Doğrusu bu kavgayla yaşamaktan ben epeyce sıkıldım. Doğduğumda başlamıştı. Şimdi kırkı geçtim. Aynı şekilde devam ediyor. Yeter. Ne diyelim? Allah rüşdümüzü ilham etsin. Hem devleti Kürtlere doğru atacağı adımlarda cesaretlendirsin hem de Kürtleri devlete doğru atacakları adımlarda merhametli kılsın. Âmin. Ben kendimce hem Kürtlerin hem Türklerin felahını ayrılmamakta görüyorum. Ayrılırsak iki tarafın solcuları, apoistleri ve kemalistleri, dindarları lokma lokma yutacaklar. Zira bir ellerinde 'dünyevîleşmeyi' diğer ellerinde 'asabiyeti' tutuyorlar. Bunların ikisi de pekçok lezzetlidir.
Yani kem lezzetlidir, zehirli bal gibidir, ama lezzetlidir. Vazgeçmek zordur. Mürşidim de öyle diyor: "Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârâne bir lezzet var, şeâmetli bir kuvvet var. Onun için, şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara 'Fikr-i milliyeti bırakınız' denilmez." Bıraktıramasak da bir şekilde yüzünü hayra çevirmek lazımdır. Dünyevîleşmeye zaten dinimizle karşı koymaya çalışıyoruz. Gücümüz yetiyor-yetmiyor. İkincisini de dine havale edersek kazanması zorlaşacak.
Ya? Bir çaremiz var. 'Birlikte yaşama zorunluluğu.' Bu toprakların her yerinde çoklukla bulunmaktayız. Geleceğimiz için birbirimizle yaşamak zorundayız. O halde ırkçılık bizim için kurtarıcı bir formül olamaz. Irkçılık ancak parçalanmayı getirir. Bu kadar karıştıktan sonra nasıl parçalanacağız? Aynı kitapta, Ahmet Yıldız Hoca, Kürtlerle Türkler arasında evlilik yoluyla yüzbinlerce akrabalığın oluştuğunu da paylaşıyordu. Belki yüzbin de değil. Milyon bile var. Etle tırnak gibi olmuşuz. O halde şu 'birlikte yaşama zorunluluğunu' bir kılıç gibi ırkçılığın üzerine sevkedelim artık. Gereğince amel etmekten de çekinmeyelim. Belki geleceğimize güneş doğar. Döktüğümüz kanı toprak emdi. Emdi de doydu. 'Artık yeter' demeli. Ölmekten yorulmak lazım.
13 notes
·
View notes
Text
Bir dostu olmalı insanın
İyiyim dediğinde bile,
Gözlerinin içine bakıp 'iyi görünmüyorsun' diyebilen
Hasılı kelâm,
Seni senden iyi bilen.
30 notes
·
View notes
Text
Bak yine çökmüşüm o duvara, düşünüyorum. Aslında ne düşündüğümü bilmeden düşünüyorum. İçimde zamansız mekansız kelimeler var idamını bekleyen. Ben onları kurtarabilecekken kendi ellerimle asıyorum. Ellerimden kan damlıyor yerlere, hayır, kanın sahibi kelimeler değil, benim. Kelimeler yerine kendimi asıyorum. İçin için defalarca ölen benim. İntihardan da kan bulaşyormuş, hem de epeycesinden. Hayır çocukluğum, sen hâlâ burdasın. Senin boynuna ben asmadım urganı. Senin boynuna katiller astı urganı, cellatlar, hayasızlar, önüne bir tabak yemek koyduklarım,,iki kelâm ettiklerim. Yani küçük kız ben öldüm, ellerinde benim kanımla idamı bekleniyorsun cellatlar tarafından.
77 notes
·
View notes