#Kaynak Yayınları
Explore tagged Tumblr posts
bi-perva · 8 months ago
Text
🌊 "Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sıklıkla okuduğu "Yâ mukallibe'l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik" duasının anlamı ve fazileti.
Şehr İbni Havşeb şöyle dedi:
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ'ya:
- Ey mü'minlerin annesi! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem senin yanında bulunduğu zamanlarda en çok hangi duayı okurdu? diye sordum. O da şöyle dedi:
- Çoğu zaman "Yâ mukallibe'l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!" diye dua ederdi. (Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 182, VI, 91, 251, 294, 302, 315)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Kesin olan bir şey varsa, kalpler üzerinde dilediği gibi tasarruf eden sadece Cenâb-ı Hak'tır. Zira O insana kalbinden, kalbine de kendisinden daha yakındır. "Allah kişi ile onun kalbi arasına girer" (Enfâl sûresi, 24) âyet-i kerîmesi de O'nun kalplere çok yakın olduğunu ve onlara dilediği şekli verdiğini göstermektedir. İşte bu sebeple şu âyet-i kerîme dilimizden düşmemelidir:
"Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh, inneke ente'l-vehhâb: Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lutfu en bol olan sensin." (Âl-i İmrân sûresi, 8)
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah Teâlâ kalpleri dilediği yöne çevirebildiği için O'ndan kalbimizi kendi dininden ayırmamasını niyâz etmeliyiz.
2. İşler sonuçlarına göre değerlendirilir. Hiç kimse âkıbetinden emin olmamalı, bu hususta Cenâb-ı Mevlâ'nın yardımını istemelidir."
9 notes · View notes
dipnotski · 1 year ago
Text
Mark Solms – Gizli Kaynak (2023)
Orangutanlar ağaç dallarında incir yemeye devam ederken, insanlar nasıl oldu da tapınaklar inşa eden hülyalı şairlere dönüşebildi? Sinirbilim alanının en gözü pek düşünürlerinden Mark Solms, neredeyse ömrünü adadığı bu zor meselenin cevabını ‘Gizli Kaynak’ta mahir bir dedektif gibi kovalıyor. Zihnin loş kuytularında durmadan geziniyor ve onlarca farklı vakaya tek tek, usanmadan misafir…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
dolunay66 · 5 months ago
Text
Backster Etkisi ...
1966 yılında, Amerika’nın tanınmış yalan makinesi uzmanı Cleve Backster, güvenlik görevlilerine poligraf aygıtının kullanımı eğitimini verdiği okulunda uykusuz bir gece daha geçirdi.
Sonra sırf eğlence olsun diye, yalan makinesinin elektrotlarını kocaman yapraklı tropikal bitkisinin üzerine yerleştirdi. Yalan makinesi çeşitli korku, sevinç, şaşkınlık gibi durumların elektriksel değişimlerini ölçtüğüne göre, belki bitki de su dökünce seviniyordur diye alaylı alaylı güldü.
Bitkiyi suladığında galvanometre zikzaklar çizerek aşağı doğru indi. Oysa yukarı doğru bir hareket bekliyordu Backster. Yaprağını sıcak kahveye soktuğunda da beklediği tepkiyi görmedi.
Sonunda kibriti alıp bitkiyi yakmayı düşündüğünde her şey değişti. Bitki çılgınca galvanometrenin ibresini tavan yaptırdı. İnanamadı Backster. “Nasıl yani?” dedi kendi kendine, “Bitki düşüncelerimi mi okudu?”.
İnsanlık tarihinin önünde yeni bir dünya açılıyordu artık. Deneyler deneyleri kovaladı. Bitkilerin sadece düşünceleri okumakla kalmayıp çevrelerindeki her şeyi hissettikleri de çıktı ortaya. Kaynar suya atılan karideslerin ölümlerini, eline iğne battığında duyulan acıyı da hissediyordu bitkiler.
Hatta kilometrelerce ötede olunsa bile yaşanan sevinç ve üzüntüleri de hissediyordu. Hatta korkudan baygınlık bile geçiriyordu.
Bir gün şehir dışından gelen bir botanikçi bayan içeri girdiğinde bütün bitkiler sessizleşti. Hiç birinden tepki gelmiyordu. Sanki hepsi birden sessizliğe bürünmüştü. Taaa ki o bayan havaalanından uçağa binip gittikten 45 dakika sonra yeniden tepki vermeye başladılar.
Bayan botanikçinin bitkileri kurutup ölçümler yaptığını öğrendiği zaman anladı Backster, bayanı görünce bitkilerin korkudan bayıldıklarını.
Bir deney tasarladı. 6 yardımcısına aynı gece aynı saatlerde yapmak üzere farklı görevler verdi. Görevlerden biri gece yarısı gelip laboratuvardaki bitkilerden birini söküp parçalamaktı.
Ertesi gün o gece bitkiyi parçalayan yardımcı içeri girdiğinde bütün bitkiler çılgınlar gibi haykırmaya başladı galvanometrelerin ibrelerinin tavan yapmasını böyle adlandırıyor Backster.
Bu deneyden anlaşıldı ki bitkiler sadece hissetmiyor, aynı zamanda hafızaları da var. Ve Amerika’da bazı adlî vakalarda bitkilerin şahitliğine başvurulmaya başlandı. Bitkiler asla yanlış sonuç vermiyordu çünkü yalan nedir bilmiyorlardı.
Bu çalışmalar makale olarak yayınlanmaya başlayınca dünyanın dört bir yanından bilim adamları konu üzerinde çalışmalara başladılar. Sonuçlar akıl almaz.
Koparılmış bir yaprak, kendisine güzel sözler söylenmesi durumunda normal yapraktan aylarca daha uzun süre canlı kalabiliyor. 120 km mesafedeki bir acıyı, sevinci hissedebiliyor.
İnsanların düşüncelerini okuyabiliyor, kötülük yapanları hafızasına kaydedebiliyor. Aynı zamanda bu bilgileri diğer bitkilerle de paylaşıyor.
Kendisine kötü davranılan bitki üzüntüsünden intihar bile ediyor.
Yanındaki bitkinin susuz kalması durumunda kendi suyunu onunla paylaşıyor.
Bitkiler, bütün canlılarla iletişim kurma konusunda bizim hayallerimizin ötesinde bir hassasiyete sahip. Her biri doğanın bir parçası. Belki bir gün onları daha iyi anlama imkânımız olursa bize tarihin bütün yaşanmışlıklarını bile anlatabilirler. Avatar filminin esin kaynağı da bu çalışmalar ve elde edilen sonuçları.
Bilelim ki dünyanın herhangi bir yerinde bir bitkiye kötü davranılırsa, bütün bitkiler bunu hissediyor.
Hani “Kirazlı Kaz Dağı değil” diyorlar ya, emin olun Kirazlı’da kesilen bir ağacın acısını sadece Kaz Dağlarında değil, Munzur’daki, Kuzey Ormanlarındaki, Salda’daki, Toroslardaki ağaçlar da hissediyor. Bir gün biz de hissedeceğiz...
Kaynak: Bitkilerin Gizli Yaşamı, Peter Tompkins/Christopher Bird, 1973, Sungur Yayınları, Çev: Sulhi Dölek. Derleyen: Osman Kutlu.
Çağdaş durmaz.
Tumblr media
48 notes · View notes
naefsunkar · 5 months ago
Text
Allah’ın selâmı üzerine olsun Ey Allah’ın Rasûlü! 🌹
Allah’ın selâmı üzerine olsun Ey Allah’ın Nebîsi! 🌹
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey Allah’ın seçtiği! 🌹
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey Allah’ın mahlûkâtının en hayırlısı!🌹
Allah’ın selâmı üzerine olsun Ey Allah’ın Habîbi! 🤍
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey âkıbetin şiddetini bildirerek insanları uyaran Nezîr!🤍
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey müjdeleyici Beşîr! 🤍
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey temizliğin kendisi olan Tuhr!🤍
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey her şeyiyle tertemiz olan Tâhir!🌹
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey Rahmet Peygamberi! 🌹
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey Kâsım’ın Babası!🌹
Allah’ın selâmı üzerine olsun Âlemlerin Rabbi’nin rasûlü!🤍
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey rasûllerin Efendisi ve nebîlerin sonuncusu!🤍
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey bütün mahlukatın en hayırlısı!🤍
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey abdest uzuvları parlayanların önde geleni!🤍
Allah’ın selâmı Senin, âlinin, ehl-i beytinin, zevcelerinin, zürriyetinin ve bütün ashâbının üzerine olsun! 🌹
Allah’ın selâmı Senin, diğer peygamberlerin ve Allah’ın sâlih kullarının üzerine olsun!🌹
Ey Allah’ın Rasûlü! Allah, bir peygamberi, ümmeti sebebiyle en güzel bir şekilde nasıl mükâfatlandırıyorsa,
Seni de bizim tarafımızdan onların en fazîletlisi ile mükâfâtlandırsın.🌹
Ey Allah’ın Rasûlü! Allah Sana, zikredenler zikrettikçe, gâfiller de gaflette kaldığı müddetçe selâm etsin! 🤍
Bütün varlıklar içerisinde en fazîletli, en mükemmel ve en güzel salâtı yapan kimsenin salâtı Senin üzerine olsun.🤍
Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir ve ortağı da yoktur.
Yine şehâdet ederim ki, sen Allah’ın kulu, rasûlü ve O’nun yarattıklarının en hayırlısısın.🌹 Şehâdet ederim ki sen, risâleti tebliğ ettin, verilen emâneti yerine getirdin. 🌹
Ümmete nasîhatta bulundun. Allah yolunda hakkıyla cihad ettin.🌹
Allah’ım! O’na vesileyi ve fazîleti ihsan eyle. 🤍
Vâdettiğin makâm-ı mahmûda vâsıl eyle. 🤍
İsteyenlerin isteyebileceği en yüksek şeyi lütfeyle.🤍
Allah’ım! İbrahim’e ve onun âline salât ettiğin gibi, Kulun, rasûlün ve ümmî nebîn olan Muhammed’e, âline, zevcelerine, zürriyetine de salât et. 🌹
Allah’ım İbrahim’e ve onun âline bereketler ihsan ettiğin gibi, o ümmî nebîn Muhammed’e, âline, zevcelerine, ve zürriyetine bereketler ihsân eyle. 🌹
Sen senâya en layık olan Hamîd’sin, Azameti, hâkimiyeti, şânı yüce olan Mecîd’sin.🤍
(Kaynak: Yrd. Doç Dr. Veysel Akkaya, Kalplere Şifa Salavat ve Dualar, Erkam Yayınları)
9 notes · View notes
doriangray1789 · 9 months ago
Text
İSLAM VE YAHUDİLİK
Tarih, Araplar ve Türklerin birbirlerini o kadar da sevmediğini söyler (kaynak - Zekeriya Kitapçı, Türkistan'ın Müslüman Araplar Tarafından Fethi, - Ebu Müslim Horasani 2. Cilt, "Emeviler devrinde Alevilerin Maveraünnehir ve Horasan'a sürgün edilmesi) Peygamberden sonra meydana gelen Siffin savaşının ardından başlayan Emeviler döneminde İslam daha çok Arap milliyetçiliği ekseninde gelişmekte olan bir din olmuştur. İslam Devleti yeni fetihlerle oldukça genişlemiş, Alevi ve Şiilerin Türk desteğiyle yerleştikleri Maveraünnehir'e kadar ulaşmıştır. Bu ve benzeri nedenlerle Türkler İslam’ı araplardan ziyade Farslardan ve Yahudilerden öğrenmiştir.
(bir kaç örnek -Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı Kuran’da yazmaz, Havva adı bile geçmez, Tevrat’ta yazar bunlar. -Miraç kandili, yani önemli kişinin bir hayvanın sırtında göğe yükselme günü kutlaması Zerdüştlük’te Ahura Mazda’dan gelir. -Erkek çocuklarının pipisini kesenler Yahudilerdir. Kuran’da yazmaz, Tevrat’ta yazar.
yom kippur > berat kandili çarşaf giymek bir tesettür alternatifi olarak peruk takmak. adetli, regl dönemindeki kadının ibadet edememesi, pis addedilmesi. turşu kursa bile tutmayacağı inancı. bkz: yahudilerde hayız halindeki kadın murdar sayılmaktaydı. bu sebeple hayızlı kadının dokunduğu her şey murdar sayılmaktaydı. kur'an'da, tevrat ve incil'in değiştirildiğine dair bir söz bulunmaz. koskoca şekilde "allah kitabını korur" diye bir ayet vardır. kur'an; eski ve yeni ahitin arap kültürüyle yorumlanışıdır. kurban etmek yahudiliğinin şanındayken hıristiyanlık'ta kurban yoktur çünkü yesu mesih bütün insanlık için kurban olmuştur. islâmda ise kurban ibadeti farzdır. sünnet antik mısır kökenlidir. yahudilikte adem-havva'dan gelen insanlık günahını temizlemek için erkeklere farzdır. hıristiyanlık'ta bu olay hem dişi, hem de erkeğin günahtan kurtulması için onun yerine vaftiz gelmiştir. islâm dininde sünnet farz değildir, o coğrafyanın kültürlerinde gelenektir. mısır'da bulunan koptik hıristiyanlar sünnet olur. oruç ibadeti yahudilik, hıristiyanlık ve islâm'da vardır. farkları gıda kısıtlamaları ve gün sayısıdır. fakat amaç aşağı yukarı aynıdır.
namaz, gözlemlediğim kadarıyla ortodoks hıristiyan inançta vardır. yahudilerde de varmış. islâmda daha da önemli hale gelmiştir. o üç semavi din tek tanrılı, monoteist olarak da adlandırabileceğimiz dinlerdir. hıristiyanlık'ta bulunan üçleme "üç tanrı" değildir, o üçlülük durumu tanrı'nın tezahürleridir; yaratan ve kadim olan tanrı, tanrı'dan gelen ruhun ete kemiğe bürünmüş, günahsız tek peygamber olan yesu mesih, tanrı'nın evreni ve evrenin içinde bulunan dünya'nın işleyişini etkileyen ruhül-kudüs. ruhül-kudüs'ü kabaca tasvir etmek gerekirse islâm'da bulunan cebrail meleğinin komplike halidir. istavroz çıkarılırken türkçe'ye şu şekilde çevrilebilecek söz söylenir; "baba, oğul, ruhül-kudüs, bir allah'ın adıyla amin" şimdi semavi dinlerler, başta sümer dinleri olmak üzere destan ve efsanelerden de etkilendiğini de sen araştır...bu örnekleri çoğaltmak mümkündür)
752 Talas savaşıyla islamla tanışan Türklerin islama geçiş süreci de uzun olmuştur.... Türklerin İslam'a geçişi, Türklerin İslam dininden önce mensup oldukları Tengricilik inancından vazgeçip dinlerini değiştirmeleridir. Yaklaşık 10. yüzyıla kadar Tengricilik dini Türkler arasında en yaygın din olmuştur. Türklerin İslam diniyle ilk teması Şii ve Alevilerin dördüncü İmam olarak kabul ettikleri İmam Zeynel Abidin'in Türkler tarafından Kerbela'da koruma amaçlı Horasan'a götürmeleriydi. İslamiyet öncesi Türkler ile Müslüman Arapların ilk karşılaşması 7. yüzyıl döneminde Hilafet-İmamet çekişmeleriyle gerçekleşmiştir (Kaynak-Alevi Devletleri - Muharrem Uçan, Horasan'dan Anadolu'ya Horasanlı 90.000 Alevi Türkmen Erenleri ve Tarihi, Can Yayınları, 2. Baskı --Türkler, Cilt I, Editörler: Hasan Celal Güzel, Prof. Dr. Kemal Çiçek, Prof. Dr. Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları)
Tarihte Yahudilik ile İslam arasındaki etkileşimin tarihi, İslamın Arap Yarımadası'nda doğup buradan yayılmaya başladığı 7. yüzyıla kadar uzanır. Gerek Yahudiliğin gerekse İslamın kökenleri Ortadoğu'da, İbrahim'e dayandığından, her ikisi de İbrahimi (Semavi dinler) olarak kabul edilir. Yahudilik ile İslam'ın paylaştığı birçok ortak yön bulunmaktadır: temel dini görünümü, yapısı, hukuk felsefesi ve uygulaması ile İslam ile Yahudilik birbirine benzer.
Hz.Muhammed Mekke'de dini yayarken, "ehl-i kitap" olarak adlandırdığı Hristiyanlar ile Yahudileri, öğretilerinin temel ilkelerini paylaştığı doğal müttefikleri olarak görmüş, onay ve desteklerini vermelerini beklemiştir. O dönemde, Müslümanlar da tıpkı Yahudiler gibi ibadetlerinde Kudüs'ü kıble alıyordu.
12 notes · View notes
ah-val · 11 months ago
Text
Tumblr media
ÖZLÜ SÖZLER
NEFSİN 7 KÖTÜ SIFATI!
Nefsin yedi kötü sıfatı vardır. İşte o sıfatlar…
Ucûb (kendini beğenme), kibir, riyâ, gadab, hased, mal sevgisi ve makam sevgisi. Cehennemin de yedi kapısı vardır. Kim nefsini bu yedi kötü sıfattan temizlerse cehennemin bu yedi kapısı ona kapanır ve cennete girer.
Üç şey kalbin kötülüğünün alâ­metidir:
1- Allâh’a itaatten tad almamak.
2- Günâha düşmekten korkmamak.
3- Başkasının ölümünden ibret almayıp aksine her gün dünyaya daha çok bağlanmak.
Dört şey şekâvet alâmetidir.
1- Ağlamayan göz.
2- Kasvetli (ürpermeyen) kalb.
3- Tûl-i emel.
4- Dünyaya aşırı düşkünlük, yani hırs.
(Kaynak: M. Sâmi Ramazanoğlu , Musahabe-6, Erkam Yayınları)
5 notes · View notes
konnektom · 1 year ago
Text
“Zeytinyağlı Yiyemem Aman” isimli türkü, Bursa yöresine aittir…
Hepimizin bildiği bu türkü, 2 Kasım 1954’te İhsan Kaplayan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir. Bu çok bilinen türkünün çok ilginç hikayesini anlayabilmek adına öncelikle bilmeniz gereken şey, 2. Dünya Savaşı sonrasında yürürlüğe geçen Marshall Planı’dır
Marshall Planı, 1947’de önerilen, 1948-1951 yılları arasında da yürürlüğe giren Amerika kaynaklı bir yardım paketidir. Bu yardım paketinden yararlanan ülkeler arasında, Türkiye de dahil tam 16 ülke bulunmaktadır.
Amerika çok eski yıllardan beri dünyanın en büyük mısır üreticisidir. Haliyle ülkede birikmiş olan mısırı eritmenin yolu da, bunu diğer ülkelere satmak; yani ihracattan geçecektir. Dünyanın en büyük mısır üreticisi olan Amerika, biriken mısır dağını eritmek için, Marshall yardım paketinden faydalanmak isteyen ülkelere “mısırözü yağı alma” ön koşulunu koyar. (Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966). Türkiye de, buna karşılık ilk margarin fabrikasını kurar. Aynı dönemde sırf bu sebeple, birçok zeytin ağacı yerlerinden sökülür…
Katliamdan kurtulan az miktarda zeytin ağacından elde edilen zeytin yağı da, Amerika tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır.
Sonra insanlar zeytinyağından uzaklaşıp margarin tüketsin diye, zeytinyağının ısındığında kanser yaptığına dair yalan yanlış iddialar ortaya atılır.. Oysa zeytinyağı, en zor yanan sıvı yağlardan biridir. Sonuç olarak Türk insanı, bu tarz haberlerle zeytinyağından uzaklaştırılıp, margarine alıştırılır.
Bu da yetmez… Yine zeytinyağını kötülemek için bir türkü sipariş edilir: “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman…” Sonra da bu türkü, döneminin en popüler türküsü haline gelir. Tıpkı bugün olduğu gibi. Margarinle, sırf bu nedenle tanışan insanlar, margarine çok çabuk alışır. Hatta hiçbirimiz, zeytinyağı kullanma alışkanlığını tam anlamıyla kazanmış sayılmayız hala. Ve türkünün devamında olduğu gibi, basma giyen kadınlar da zamanla bugünkü plastik giysilerle tanışır…
İnsan gerçekten hayret ediyor; ne kadar güzel kandırılmışız değil mi?
2 notes · View notes
etaali · 1 year ago
Text
İmam Ali (as) buyurdu ki: "Silgisi olduğu halde ümitsizliğe kapılana şaşarım." İmam Ali'ye (as), "Silgi nedir?" diye sordular. İmam Ali (as), "İstiğfardır." dedi.
Kaynak: Bihar'ul Envar, İmam Rıza Dergahı Yayınları, cilt 5-6, sayfa 259, Hadis No: 17.
2 notes · View notes
nefretim-kazand · 1 year ago
Text
Tumblr media
OKU !!!
BU EKİBE IYI BAKIN !
33 SENELIK ABDULHAMİD DEVRINİN EKİBİ
Sonrada devlet batınca vay efendim Türkçülük başlamışta devlet çökmüşmüş.
Peki bu ekonomik iflas tablosunda Türkler nerede ?
Halife-i Müslümin 2. Abdülhamit’in nazırlarından (bakanlarından) ve bürokratlarına bakalim buyrun:
Hariciye Nazırları; Aleksandros Karateodori Paşa (1878-1879)Gabriel Pasha ve Sava Paşa (1879-1880)
Hazine-i Hassa Nazırları: Agop Ohanes Kazazyan (1876-1891), Mikail Portakalyan Efendi (1891-1897), Ohanes Sakız Efendi (1897-1908)
Maliye Nazırı: Agop Ohanes Kazasyan Paşa (28-30 Ağustos 1885), (Aralık 1886 - Mart 1887) (1888-1891)
Nafia Nazırları: Ohanes Çamiç Efendi (1877-1878), Aleksandr Karateodori Paşa (1878) Sava Paşa (1878-1879)
Orman ve Maadin Nazırları; Mavrokordato Efendi (1908-1909), Aristidi Paşa ( 1909)
Ticaret ve Ziraat Nazırları: Bedros Kuyumcuyan Efendi (1880) Gabriel Noradonkyan Efendi (1908-1909)
Ayan Üyeleri(1876); Antopolos Efendii Aristarki Bey, Daviçon Karmona Efendi, Musurus Paşa, Serviçen Efendi, Stoyanoviç Efendi, Dr. De Kastro Bey, Mavroyeni Paşa, Karatodri Paşa, Abraham Karakahya Paşa
Ayan Üyeleri(1908) Azaryan Efendi, Basarya Efendi ,Bohor Efendi, Fethi Franko Bey, Gabriyel Noradonkyan Efendi, Mavrokordato Efendi, Mavroyeni Bey, Oksanti Efendi, Yorgiyadis Efendi, Aram Efendi, Popoviç Temko Efendi,
Babıali Hukuk Müşaviri Gabriel Efendi Abdülhamit zamanında sürekli el üstünde tutulan bu Gabriel Efendi 2. Dünya savaşı sonrası düzenlenen Paris Konferansında Ermeniler için toprak talep etmiş, Lozan Konferansına da Ermeniler adına katılmıştır…
Elçilere göz attığımızda;
Y. Fotiades Bey ve Gobdan Efendi’nin Atina, Azaryan Efendi’nin Belgrad, E. Karatodri Efendi’nin Brüksel, Blak Bey’in Bükreş, Yanko Karaca, Misak Efendi ve Aritraki Efendi’nin Lahey, K. Musurus Paşa, Alfred Rüstem Paşa ve Antopulo Paşa’nın Londra, Naum Paşa’nın Paris, S. Musurus Bey ve Y. Fotiades Bey’in Roma, Nikola Gobdan Efendi’nin Sofya, A. Vogorides Paşa’nın Viyana, L. Aristarki Bey ve A. Mavroyeni Bey’in Washington’da Büyükelçi-Elçi olarak görev yaptıklarını görüyoruz.
Konsolos ve kâtipliklerde de Türk unsurundan ziyade Ermeni ve bilhassa Rum memurlar kullanılmakta idi.
Valilik koltuklarının çoğunda da gayrimüslimler oturuyordu.
Mesela;
Şarkî Rumeli Valileri Sava Paşa, Aleko Vogorides Paşa, Gavril Paşa Hristoiç, Alexandre de Battenberg, Ferdinand de Saxe-Cobourg et Gotha,
Sisam Beyleri; Mişel Gregoriyadis Bey, Aleksander Mavroyeni Bey, Yanko Vitinos Bey, Kostaki Karateodori Paşa, Yorgi Yorgiadis Efendi, Andrea Kopasis Efendi,
Cebelilübnan Sancağı Mutasarrıfları Vasa Paşa, Naum Paşa, Yusuf Franko Paşa
Maliyesini, hariciyesini, tarımını, madenlerini ve de mülkiyesini gayrimüslimlere bırakmış devletin başında bir İslam Halifesi (!) vardır…
ŞİMDİ ANLADINIMIZMI ATATÜRKÜN KİMİN TEKERİNE ÇOMAK SOKTUĞUNU ?
Türk dil KURUMUNA 1 ermeni dilbilgisi uzmanini oda sadece Genel sekreter olarak atadı diye, ki adam osmanlı memuru zaten, 100 senedir Atatürke demediğini bırakmayanlara soralım, insafiniz varmi ?
Kaynak kitap:
KUNERALP, Sinan, Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali, Prosopografik Rehber, İstanbul: İsis Yayınları, 1999.
(Zkr. Oktay Polat)
Erhan Gürel sayfasından
4 notes · View notes
7dkcomtr7dk · 19 days ago
Text
Tumblr media
Güvenilir haber kaynakları, doğru bilgiye ulaşmanın anahtarıdır. Yanlış bilgilendirme, toplumda panik ve belirsizlik yaratabilir. Bu nedenle, haberleri takip ederken dikkatli olmak gerekir. Peki, hangi kaynaklar güvenilir? İşte bazı ipuçları:
Resmi Yayınlar: Devlet kurumları ve uluslararası kuruluşların yayınları genellikle güvenilir bilgilere sahiptir.
Tanınmış Gazeteler: Uzun yıllardır faaliyet gösteren ve saygınlık kazanmış gazeteler, doğru bilgi sunma konusunda daha özenlidir.
Bağımsız Medya: Tarafsız ve bağımsız olan medya kuruluşları, genellikle daha güvenilir haberler sunar.
7 dak sitemizde gündemden gelişmeler yer alıyor. Bu platform, güvenilir ve güncel haberleri takip etmek isteyenler için harika bir kaynak. Unutmayın, bilgiye ulaşırken kaynakları dikkatlice değerlendirmek, doğru kararlar almanın temelidir.
0 notes
hetesiya · 28 days ago
Text
Faşizmin Halleri - Tanıl Bora | Birikim Sayı 133 - Mayıs 2000 | Birikim Yayınları
Faşizmin Halleri
Tanıl Bora
MHP’nin 18 Nisan 1999 genel seçimlerindeki başarısını değerlendirirken, “faşizm” kavramının kerteleriyle ilgili yazdığımızı hatırlatalım, önce:
“Faşizmin üç düzlemini ayırdetmek gerekir: rejim/devlet biçimi düzlemi, örgütlü faşist hareket düzlemi, sıradan/gündelik faşizm (veya ‘kök-faşizm’)... Türkiye’de devlet rejimi, ‘total’ anlamda faşist olarak tanımlanamaz -2. Dünya Savaşı sonrasında ‘total’ anlamda faşizmin tarihsel devrini tamamladığını düşünüyorum; hele ’90’ların dünyası, son derece eklektik ve ‘esnek’ olan post-faşizmin devridir-, ancak güçlü faşist rejim unsurlarını barındırır (olağanüstü hukukun ve “istisna”nın olağanlığı, millî eğitim ideolojisi...). Örgütlü faşist hareket ise -tıpkı neo-faşizmin evrensel gelişmesi gibi- büsbütün müstakil bir hareket olarak düşünülmemelidir; ideolojik açıdan resmî ideolojiyle ve vasatî milliyetçi-muhafazakâr ideolojiyle ‘haddinden fazla’ eklemlenmiştir, söylemsel ve ideolojik özgüllüğü sınırlıdır, görelidir; buna bağlı olarak, örgütsel açıdan da klientelist ilişkilere yine ‘haddinden fazla’ gömülüdür. Sıradan faşizmin gündelik hayatta, dilde anlık, kendiliğinden -bazen de gayet ‘şenlikli’ biçimde- uç veren görünümleri ise Türkiye’de hayli yaygındır, MHP’yle kâim değildir. Neticede, politik açıdan böylesine semirmiş bir MHP olmadan da, Türkiye’de faşizmin ögeleri kuvvetliydi, kuvvetlidir. Kuşkusuz şimdi, sadece nicel düzeyde kalmayan bir değişim mümkündür: sözünü ettiğimiz üç düzlemin senkronizasyonu ve yoğunlaşarak eklemlenmesi, elbette ciddi sonuçları olacak, korkulacak bir gelişmedir. Fakat, daha az korkutucu sayılmamak kaydıyla, bu süreçte darbe benzeri bir kopuştan ziyade bir sürekliliğin, ‘ele geçirme’den ziyade ‘sirayet etme’ kipliğinin damgası olduğunu görmeliyiz. Böyle görmek ne değiştirir? Galiba en önemlisi ruh halini değiştirmesi gerekir; meselenin, uzun menzilli ve sabırlı bir uğraşı gerektiren çok cepheli bir mesele olduğunu bilerek davranmayı gerektirir.”[1]
Şimdi, bir yıl sonra, faşizmi çözümlemeye ilişkin bu kavramsal ayrımları ve Türkiye’de faşizmin görünümlerini biraz daha açımlamaya çalışalım. Elbette kapsamlı kuramsal uğraşı gerektiren bu mesele bir dergi yazısında bitirilemez; burada ancak bazı temel iddiaları, tezleri tartışabiliriz. Bu kuşbakışı değerlendirme, deneme uslûbunda, kaynak atıflarına alıntılara yer vermeden yapılacak.
FAŞİZMİN GÜNCELLİĞİ
Faşizmi iki dünya savaşı arası krize özgü olmuş-bitmiş bir olgu olarak tarihin uzak raflarına kaldırmaya dönük bir yorum, hemen her yerde yaygın ve egemendir. Bu egemen-statükocu görüş, kapitalizmdeki faşizm köklerini görmez: Faşizmin kapitalist sistemin iktisadî-toplumsal ve politik buhranına bir çözüm seçeneği olarak işlev görebilmiş olduğunu, faşist hareketin saiklerinin, ‘güdülerinin’, kapitalist toplumun metalaştırıcı/yabancılaştırıcı süreçlerinin ve rasyonalitesinin insanî-beşerî ilişkilere kazandırdığı karakterden neş’et ettiğini düşünmez. Faşizmin tezahürlerini ancak popüler malûmatta yer etmiş meşhur Nazi ve Faşo alâmetlerine açıkça benzediğinde teşhis edebilmek, bu bakışın yaygın bir özelliğidir. O zaman da bu tezahürler bir ‘hortlama’ olgusu olarak ele alınır; eskide kalmış, geçersizleşmiş ve “zararlı” bir akıma fanatizm eseri kapılmış sapkınlara özgülenir. Faşistlik ithamına marûz kalan radikal milliyetçiler, daima, faşizmi Alman Nasyonal Sosyalizmine ve İtalyan Faşizmine, yani başka milletlere özgü akımlar olarak dışlaştırarak bu teşhise yapışırlar.
Oysa, öncelikle sosyalistler, faşizmin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kökünün kuru(tul)madığına emindir. Faşizmin bir rejim olarak tekerrür etmediği ileri sürülebilir - ki bu sav da şüphelidir; halihazırdaki egemenlik sistemlerini faşizmin mutasyonları olarak görmek mümkündür, buna değineceğiz. Faşist hareketlerin marjinalleştiği söylenebilir - ki hiç de kıyıda-köşede kalmamış faşist hareketlere, illâ iktidara gelmeseler bile, birçok örnek verilebilir. Ama en sarih olanı, faşist ‘güdüler’in, “kitle ruhu”nun ve davranışların, kısacası sıradan faşizmin, ‘renklenerek’, capcanlı berdevam olduğudur. Dahası, neo-faşizm (ya da post-faşizm), sıradan faşizmle doktriner ve örgütlü faşizm arasındaki uçuruma sağlam bir köprü kurmaya yetenekli görünüyor. Faşizmin kapitalizmle hemâhenk biçimde modernleşmesinde katettiği mesafe, ‘klasik’ faşizmden farklı bir faşist rejim ihtimalini pekâlâ gündeme getiriyor.
Sosyalistlerin faşizme bakmaktaki zaafları ise, birincisi bu konuyu bir hizmet içi eğitim materyali ve bilenme idmanı olarak almak, ama jargon dışına çıkarak kendi dışlarındaki kamuoylarına anlatmaya pek iltifat etmemek; ikincisi, buna bağlı olarak, her vesileyle faşizm alarmı veren telâşe memurları görünümü sergilemektir. Faşizmin özgül kertelerine ve bunlar arasındaki uyumlara ama aynı zamanda intibaksızlıklara, faşistliğin tezahür ve nüfuz mekanizmalarına olan merakını -ki bu bir “hayat bilgisi” olmamalı mıydı?- yitirmiş, kitabî, dogmatik anti-faşizm, bu musibetin adını şeytanın adı gibi zikretmeyi, ona karşı bir direnç oluşturmaya yeterli sayar. Neyin niçin faşist olduğunu, bırakalım onu, faşistlik teşhisi konan failin ya da olgunun niye “kötü” olduğunu üçüncü şahıslara anlatma yeteneğinden mahrûm hale gelmiştir. Oysa faşist etkenlerin, yineleyelim, kapitalist modernizmle hemâhenk bir biçimde modernleştikleri, ‘esnekleştikleri’, fragmanlaştıkları, anlık (spontan) hale geldikleri velhâsıl karmaşıklaştıkları bir zamanda, her şeyden evvel taze bir meraka ve bilgilerinde, görgülerinde, hatıralarında bulunmayan bir tepkiyi insanlarda husule getirebilmek için çok zahmete ihtiyaç var.
FAŞİZMİN HALLERİ: REJİM - HAREKET VE İDEOLOJİ - SIRADAN FAŞİZM
Faşist rejim - faşist rejim unsurları
“Faşist” sıfatını uluorta, olur olmaz kullanırken bizi ihtiyata sevketmesi gereken temel mülahaza, tam teşekküllü bir faşist rejimin, başka bir şeyle kıyası yapılarak küçümsenemeyecek ağırlıkta bir felâket oluşudur. Faşist diktatörlük rejimleri, topyekûn toplumsal denetimi, bu denetimin vasıtası olarak korporatif temelde sıkı bir “örgütlü toplumu”, dinsel mâhiyette bir devlet kültünü, yoğun bir ırkçı-milliyetçi ritüel ekonomisini, bu tapınma etrafında hep yeni vesilelerle tavda tutulan bir toplumsal seferberliği, komünizmin insanî-ahlâkî problemlere dek tüm sorunların kaynağı bir salgın hastalık olarak şeytanlaştırılmasını, millî düşman ya da “zararlı” veya “aşağı” addedilen insanların/toplulukların tenkilini, arzulanan her hedefe muktedir olunabileceği cinneti içinde hudutsuzlaşmış bir araçsal rasyonaliteyi, millî hedeflerle bu araçsal rasyonaliteyi bağdaştıran asketik bir çalışma ve üretim etiğini, askerîleştirme ve sembolik ve fiilî savaş hazırlığını, olağanüstü semiren ve başına buyruklaşan baskı aygıtının teknisyence zulmünü tesis etmiştir. Kâmilen faşist bir rejim, -belki başkalarını da ekleyebileceğimiz- bu temel unsurların bütünlüklü, tutarlı bir sistematiğidir. En mükemmel tarihsel örneği kuşkusuz -Troçki’nin daha ‘henüz’ İtalyan Faşizmi sahne almışken uyarmış olduğu gibi- Nazi Almanyası’dır; İtalyan faşizmi, 2. Dünya Savaşı arefesindeki Japon faşizmi, İspanya’da Franco diktatörlüğünün bilhassa öz-Falanjist dönemi, en sarihleri Arjantin ve Şili olmak üzere bazı Latin Amerika askerî diktatörlükleri, o derece ‘mükemmel’ olmasalar da yine yeterince bütünlüklü faşist rejim örnekleridir. Nazi Almanyası’nın ‘üstünlüğü’, faşizmin modern bir olgu oluşunu da yansıtır. Kapitalizm-öncesinde de, kapitalist modernliğin sınıf toplumu yapılarının yerini kitle toplumu yapılarının tutmaya yöneldiği iki savaş arası evresi öncesinde de baskıcı, tahakkümcü rejimler vardı - faşizm ise, ancak bu karmaşık ve çok yönlü totaliter aygıtın işleyebileceği daha geç bir modernlik evresinde mümkündür.
“Burjuva demokrasisi” ya da başka baskıcı-otoriter rejimler ile faşizm arasındaki farkı yüzeysel sayan ultra-solcu yorumlarla yapılan, ‘sahici’ faşizmi hafife almak ve ‘normalleştirmek’ gibi çok ağır bir sorumsuzluktur. Bu sorumsuzluğa karşı uyarmak, 2. Dünya Savaşı sonrası ‘normal’ kapitalist rejimlerin ithal ettiği faşist rejim unsurlarını görmezden gelmeye yol açmamalıdır. Faşizmden, kapitalist ekonomik-politika ve yönetim tekniğinde modernleştirici bir değişim deneyimi olarak pekâlâ yararlanılmıştır. Keynesyen iktisadiyat ile nasyonal-sosyalist tam istihdam ve kitle tüketimi politikaları arasındaki benzerliğe çok dikkat çekilmiştir. Neo-korporatist politikalar, sosyal demokrasinin saadet onyılındaki uygulamalarıyla bile, faşist rejimlerin mirasını akıllara getirmiştir. Burada tam anlamıyla faşist rejim unsurlarından değil, geçişlere, alışverişe elveren bir sorunsal ortaklığından söz ediyoruz.
“Faşist rejim unsurları” olarak tanımlanabilecek hususlara gelecek olursak... Doğrudan doğruya “Nazi ideologu” denemeyebilirse de nasyonal-sosyalist hukuk ve devlet felsefesinin ‘evrensel’ kuramsal damıtımını yapan Carl Schmitt’in özellikle son on-onbeş yılda siyaset bilimi literatürünün bellibaşlı ilham kaynakları arasında yer alması tesadüf değildir. Schmitt, istisnayı, “olağanüstü hal”i belirleme erkini, egemenliğin temel belirtisi, ‘tözü’ sayar; zira hukuk kendi kendini gerçekleştiremez, onu yürüten iradeye muhtaçtır ve devlette mündemiç bu iradenin sürekli yeniden temsil edilmesi, ‘kendini göstermesi’ gerekir. Schmitt’in kuramsal inceltme/damıtma işleminden geçsin geçmesin... “olağanüstü hal”le, “âcil hallerde demokrasinin sınırlanması”yla ilgili ‘normal’ kapitalist devlet pratiğinde, faşizm tecrübesinin ilham verici etkisi vardır - bu ilham kaynağının da dolayımı ne olursa olsun, olağanüstü hal rejimlerinin normal-istisnalar olarak kurumsallaşması, ‘normal’ rejimler bünyesinde yerleşik bir faşist rejim unsurudur.
Buna bağlı olarak baskı aygıtının, polisin göreli özerkliğinin güçlenmesi, hele bu durum yasayla temellendirilmese bile korunup kollanan bir fiilî ceza tayini ve infazı yetkisiyle ‘taçlandığında’, bir faşist rejim unsurudur. Nazilerin Gestapo (Gizli Devlet Polisi) tecrübesi de bu bakımdan “demokratik rejimler” için eğitici olabilmiştir.
Gladio olayı, çarpıcı bir örnektir. Malûm, 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa kıtası çapında yaygın bir faşist paramiliter ilişki şebekesi, ‘normal’ demokratik kapitalist devletler bloku tarafından bir anti-komünist direniş gücü olarak işe koşulmak üzere transfer edilerek donatılmış ve himaye altında kadro takviyesi yaparak yenilenmesi sağlanmıştı. Gladio, komünizm ya da Sovyet nüfuzu tehdidine marûz olduğu varsayılan demokratik rejimlerin bünyesi içinde yuvalanmış resmî-illegal bir faşist nüve, bir faşist rejim unsuru idi.[2]
Faşist rejim unsuru olarak işlev gördüğü tartışılabilecek bir başka etken, özellikle medyaların büyüdüğü, çoğaldığı, tesir ve menzillerinin arttığı son onyıllarda, kitlesel reklam-tanıtım kampanyalarının, medya-merkezli âyinlerin rıza ve meşruiyet üretme mekanizması olarak baskınlaşması, ‘kamuoyu’nun bu “gösteri toplumu” tezahüratı altında bir simgesel tören atmosferinde ‘kaynayıp’ buharlaşmasıdır. Nazi Propaganda Bakanı Goebbels’i imrendireceği kesin olan çağdaş medya saltanatı, faşist bir doktrin tarafından yönlendirilmiyor, bu alanda bir ideolojik ve simgesel mücadele hüküm sürmekte. Lâkin imaj bombardımanının, gösteriselliğin, televizüel rutin-ve-geçicilik düzeninin ‘akıl tutulmasına’ yol açabilen kamaştırıcı etkisinde faşizan bir potansiyelin soluk aldığını söylemek boş bir iddia değildir.
Her halükârda, faşist rejimler ile faşist rejim unsurları arasında ayrım yapmak gerekir. Bir dizi faşist rejim unsurunun tezahür ettiği otoriter veya totaliter rejimler söz konusu olabilir; fakat bir faşist rejimden söz edebilmek için, faşist rejim unsurlarının faşist bir hareket ve ideolojinin yönetimi altında bütünlüklü bir şekilde eklemlenmesi gerekir. Tekrarlayalım: Her baskıcı ve zalim otoriter rejimi “faşizm” adıyla tescillemek, faşizmi otoriterliğin bir derecesine indirgemek ve küçümsemektir. Yapısal faşizan unsurların kesafet kazandığı otoriter rejimler, lânetli “faşizm” kem-sözünü kullanmamıza gerek olmadan da yeterince vahimdir - ama faşizm başka bir şeydir!
Faşist hareket ve ideoloji
Dimitrovgil anti-faşist reçetelerin en büyük zaafı, faşizmin olmazsa olmaz bir unsuru olarak faşist hareketi görmezden gelmeleridir. ‘Son kertede’ sermayeye hizmet ettiğine, sermayenin diktatörlüğünü yürüttüğüne yapılan aşırı vurgu, faşizmin üstelik alt sınıfları seferber eden kitle dinamiğinin görmezden gelinmesine yol açar. Söz konusu vurgu, 1930-40’ların koşullarında, tam da faşizmin “işçi partileri” suretinde ortaya çıkmasına sosyalist partilerin gösterdiği tepkiye dayanır. Kaba veya zarif biçimde, faşizmin alt sınıflara hitabının demagojik niteliğine dikkat çekme cehdini yansıtır. Ancak işçi sınıfını “kendi-için bilinciyle”, “insanın kendi yeteneklerine ve imkânlarına yabancılaşmasının en keskin semptomu” (Ernst Bloch) olmasıyla değil de gündelik, dolayımsız “kendinde bilinciyle” ‘tözsel’ bir özne olarak tasavvur etmeye kilitlenen yerleşik komünist partilerin bu bilinçlendirme cehdi, sınıfın ‘sahih’ temsiline ilişkin bir iddialaşmadan ileri gitmemiş, aydınlatıcı olamamıştır. Faşizmin kitle bağları ve özellikle ezilen-alt sınıflara nüfuzu, onun gücünün ve ondaki trajedinin anahtarıdır oysa. Faşizm, ancak o kitle bağları ve alt sınıflara nüfuz gücüyle bir güç olur ve iktidar seçeneği haline gelebilir. Faşizm, Frankfurt Eleştirel Okulu’nun temsilcilerinin ızdırapla söyleyip durdukları gibi, baskılanmış, iradesizleştirilmiş, rüşdsüzleştirilmiş kitlelerin baskıcı, iradesizleştirici, rüşdsüzleştirici bir düzene şevkle katılmalarını sağladığı için vahim ve trajiktir. Bu vahamet ve trajedideki çileden çıkarıcı saçmalık, sosyalist ruhbanı, faşizmin bu sırrını -eninde sonunda sermayenin tasarladığı- muazzam bir “kandırmaca” ve yanlış-bilinç olarak tasvir etmeye itmiştir. Bu yorum, uçlaştıkça, ki komplocu bakışın tabiatı icabı uçlaştırılmayı tahrik eder, körleştirir. Sadece bu vakıayı ortaya çıkaran toplumsal süreçlere körleştirmez, sosyalist düşünüş açısından asıl vahimi, insanî öznelliklerin değişme ve değiştirme potansiyellerine körleştirir. Faşist hareket bir yerlerde tasarlanmış bir komplo, donatılıp toplum içine salınmış bir çete değildir. Belirli toplumsal tepkilere hitap eden, belirli bir toplum ve dünya tasavvuru olan, bu tasavvuru ve eylemiyle birtakım toplumsal, ideolojik, psişik zeminlerle titreşime geçmesi de hiç zor olmayan bir harekettir.
Klasik faşist hareketler, ağırlıkla, hızlanan kapitalist modernleşme süreçleriyle toplumsal statülerini yitirmeye başlayan geleneksel orta sınıflarda ve işsizleşme tehdidiyle karşı karşıya gelen işçi sınıfında taban bulmuştur. Bu sürecin atomize edici etkisiyle ve geleneksel toplumsal bağların kalıntılarının da güçlü bir darbe almasıyla tutamaksızlaşan bu kitleler, Dünya Savaşı travmasının, siyasal ve yönetim temsil düzeninin buhrana girmesinin de maneviyat bozucu, zihin bulandırıcı etkisi altındaydılar. İki dünya savaşı arası dönem, gerçekten de bu altüst oluşların sarstığı, ‘hassas’ bir dönemdi. Kapitalist modernleşmeyi görece geç ama ‘iddialı’ idrak eden ülkeler olarak Almanya, İtalya, Japonya’da daha derin yaşanan bu sarsıntı; egemen sınıflarının dünya savaşındaki tatminsizliklerini ‘ulusal duygu’ olarak transfer etmeyi başarmasıyla, bir millî ‘diriliş’ ve rövanş arayışına vesile olabildi. Faşizm, bu zemin üzerinde, toplumsal yıkımın -özellikle Almanya’da- güçlü bir alternatifi olarak görünen komünizmin vaadlerini, bir yandan orta sınıfların ve bizzat işçilerin statü kaybını kalıcılaştıracak bir felâket olarak resmedip, diğer yandan “millî kurtuluş” söylemiyle dönüştürüp devralarak hegemonya kurdu. Yerleşik işçi sınıfı örgütlenmesi ve alt-kültüründeki -özellikle Almanya’da- otoriter davranışa yatkın milliyetçi saikler içermesinin ve komünizmin bir Bolşevik-Rus millî davası olarak algılanmasının -ve SSCB’nin bu algılamaya sağladığı kolaylıkların- bu sürece tesiri ayrıca tartışmaya değerdir.
İki dünya savaşı arası dönem, global bir ‘dünya gözü’nün daha fazla açıldığı, kıyametçi ve iyimser-gelecekçi fantezilerin insanları sarhoş ettiği ‘özel’ bir dönemdir, ama biricik değildir: Bu dönemin karakteristik özelliği, tekrarlayalım, kapitalist modernleşmenin ivmesinin, nüfuz gücünün bir hamleyle artması ve bu ivmenin geleneksel veya daha önceki modernlik evresine ait bağları çözerek geniş toplulukları tutunumsuz bırakması; bu sosyal karışıklığın yol açtığı aidiyete, geleceğe ilişkin kaygıların, topyekûn topluma (millete) dönük olduğu varsayılan bir tehdit algısıyla reaksiyona girmesidir. Bu tabloyu, aynı şiddette bir krize yol açmasa bile, 1945 sonrasında muhtelif zaman kesitlerinde ve muhtelif coğrafyalarda görebiliriz - muhtelif faşizm alâmetleriyle beraber...
Faşist hareket ve ideolojinin, geleneksel ve onun yanında görece eski-modern statü ve bağları sallantıya girdiği ölçüde çözülmeye, anonimleşmeye giden ve anonim bir varoluşla ilgili psişik-ideolojik ve toplumsal-örgütsel hazırlıksızlık hali içinde reaksiyonerleşen geleneksel orta sınıfların ve işçi sınıfının kütleleşme, güruhlaşma potansiyeline hitap ettiğini söyleyebiliriz. Bu potansiyele, insanların o “kütlesel”, anonim varoluşunu anlamlı bir aidiyet olarak yeniden-tanımlayarak hitap eder. Kütleye, somut tutunum ve kazanım imkânları sağlaması yanında tantanalı bir sloganlar, simgeler, törenler zinciriyle cezbeden örgütsel performansı aracılığıyla, organik bir topluluk imgesi ve öz-imgesi kazandırır; bu şebekeye bağlananlarda bir tür ilkel/ilksel özsevgiyi (“okyanussal benlik”) kışkırtır. Kütle, rahim olur. Bugün ve gelecekle ilgili derin kaygıları olan kütlesini, ezelî-ebedî bir düzen mitosunun ihyâsını vaadederek mânen rahat ettirir.
Faşist ideoloji, alt sınıflara, aşağıdakilere, ezilenlere, “küçük adam”a hitap eder. Sosyalizm de yapıyordur bunu: Ezilenlerin ve özgül olarak da işçi sınıfının içinde bulunduğu “insanlık durumunun”, neticede ezenleri/sömürenleri de insanlık nâmına haleldâr eden sebeplerini aşmayı hedef göstererek. Faşizm ise, bütün enerjisini “küçük adam”ın kör öfkesini okşamaya, onun içinde bulunduğu sıkıntının müsebbibi olarak şeytanî bir düşman imgesine nişan almaya hasreder. “Küçük adam”ı küçük olmaktan, küçük ve dar bir varoluştan taşırmayan, eninde sonunda onu küçültülmüşlüğü, ezilmişliği içinde yüceltmeye, tatmin etmeye, kendini önemli hissettirmeye dönük bir enerjidir bu. Düşman figürü, “küçük adam”ın sıradan-ama-saf-ve-temizliğiyle yüceltilmesine vesile olan özsel (ırkî/millî) kimliğin karşıtında tanımlanır; faşizmin anti-kapitalizmi, kapitalizmin millî bünyeyi tahrip eden “yabancı” karakterinden ötürüdür.
Faşizmin en çok ‘ünlenmiş’, harcıâlem belirtisi, ırkçılıktır, onunla birlikte de ‘aşırı’-milliyetçilik. Irkçılık ve ‘aşırı’-milliyetçiliğin, mutlaka silsile içinde bulunması gerekmez; ırkçı temelli milliyetçiliğin mucidi de faşizm değildir. Irkçılık ve ‘aşırı’-milliyetçilik, kuramsal ve politik şahikâlarına tarihsel olarak faşizmde ulaşmış ve birbirlerine faşizmde sıkı sıkıya sarmalanmış olsalar da, faşizme özgü değildirler. Faşist hareket, tematik-programatik açıdan aslî ideolojik ilham ve başvuru kaynağını teşkil eden ‘aşırı’-milliyetçi ve ırkçı fikriyattaki özcü karakteri, sorunsalını belirleyen totaliter ve radikal dünya görüşü içinde uçlaştırmış, aşkınlaştırmıştır. Faşist ideoloji ırkçı-milliyetçiliği, bir politika ya da gelişme/kalkınma/kurtuluş/diriliş stratejisi olmaktan öte, bizatihî dünya görüşü ölçeğinde yeniden üretir. Doğuştan ‘verilmiş’, ezelden ebede giden ‘sahih’ bir üstün kimliğin oluşturduğu hâle, faşizmin hedef kitlesini tatmine uygundur. Özellikle görece ‘gecikmiş’, ‘bütünleştirme’ işlevinde tıkanıklıklarla karşılaşan ve ilmihâli, ‘idealleri’, mitik evreni vb. istikrara kavuşmamış bir milliyetçilik ortamı, faşist müdahaleye kolaylık tanır.
Faşizm, totaliter ve radikal sorunsalı ve özcü tematiğiyle, temel düşman figürleri olan “Yahudi”yi ve “bolşevik/komünist”i de özselleştirmiştir. Bunlar tesadüfî hasımlar değildir; ırkî-millî öze ezelden beri kasteden bir şeytanî ‘tini’ cisimleştirirler - ırkî-millî öz, onunla tarihsel mücadelesi içinde açığa çıkar, arılaşır. Faşist anti-semitizm ve anti-komünizm, karşısında müşahhas Yahudi ve müşahhas komünist olmadan da işleyebilir; tesadüfî, konjonktürel hasımlarını da ‘objektif olarak’ Yahudilikle, komünistlikle vasıflandırmaya mezundur.
Faşist hareketin sorunsalının totalitarizm ve radikalizmle belirlendiğini söyledik. Faşist ideoloji, hem modernizmin toplumsal yaşamı parçalamasına ve dolayımlamasına tepki, hem de komünist holisizme cevap olarak, totaliterdir. Liberal-demokratik düzenin tahammül edemediği gevşekliğine, ‘iktidarsızlığına’, mefluçluğuna mukabil, herşeye hâkim ve her alanda nâzım, heryerde hazır ve nâzırdır. Faşist hareket, onu doğuran toplumsal iklimin ufunetini, oradaki derin hoşnutsuzluğu, kaygıyı köklü çözümlerle giderme iddiasıyla ve “düşman”a karşı tavizsiz kararlılığıyla radikaldir. Faşist hareket, öze-dönüşçü muhafazakâr ideallerini kurucu bir iradeyle, inşâcı bir hamaratlıkla, modern araçları ‘sonuna kadar’ kullanarak gerçekleştirmeyi hedefler; gelenekçi ya da ihyâcı değil, modernist enerjisi çok yüksek, sentetik bir muhafazakârlıktır - muhafazakâr-devrimcilik de denmiştir buna. Komünist devrim ihtimali karşısında oynadığı karşı-devrimci rolde vurguyu sadece “karşı” önekine koymamak gerekir - bu aynı zamanda karşı-devrimci bir roldür; faşist ideolojinin kendince bir “topyekûn düzen değişikliği” hedefi vardır, kurulu düzeni tutkuyla aşağılamak onun sürekli gıdasıdır. Yıkmak ve yozluklarından arınmış olarak ‘arı-duru’ yeniden kurmak ister. Nitekim faşist hareketlerin iktidara gelmesinden sonra, ‘devrimci’ idealleri temsil eden radikal kanadın tasfiye edilmesi, klasik bir örüntüdür. Bu aşamada faşist hareket önderliği, egemen sınıfların rızası ve desteği karşılığında, bünyesindeki bu kaotik ve anarşik unsurları ehlileştirmeye girişir.
Bu vesileyle şunu da kaydedelim: Faşizm, klasik örneklerinde, büyük sermaye tarafından mahsus yaratılmak bir yana, onun açısından birinci tercih değildir. Her şeyden önce, faşist hareketin ‘kaotik’, hesaplanamaz durumlar yaratmaya meyyalliği nedeniyle değildir. Kuşkusuz büyük sermaye faşist hareketi -esasen komünist tehdide karşı- ‘kullanışlı’ bulmuş, meşrû görmüş ancak başka seçenekler tükenene dek iktidarı ona emanet etmekten sakınmış; faşist rejim altında da sermayenin çıkarları ile ‘öz’-faşist talepler arasında bir pazarlık ve zaman zaman gerilim ilişkisi varlığını korumuştur. Burjuva ideolojisi, faşist iktidarla münasebetini, onu ‘ehlileştirme’ hesabıyla yürütmüş, sonradan da böyle meşrûlaştırmıştır. Gerçekten de faşizmin büyük sermayeyle uyumu, karşı-devrimci yanının törpülenmesiyle doğru orantılıdır.
Faşist hareketin radikalizminin ‘popüler’ belirtisi, şiddettir. Faşizm, şiddeti en ‘sahih’ araç olarak benimser: Şiddet, davaya/ülküye tavizsiz bağlılığın, davası/kendisi dışındaki dünyayı ‘yakmayı’ göze almanın ifadesidir. Şiddeti bir değer olarak içselleştirmenin devamında, savaş yüceltisi, doğanın ve insanlık tarihinin bir savaş olarak tasviri, militarizm, güce tapma vardır. Şiddet aynı zamanda, aşağıdakilerin, ezilenlerin burjuva-liberal ve aydınlanmacı-sosyalist kültür tarafından ‘bastırılan’ yalınlığını, “doğallığını” kışkırtmanın aracıdır: Şiddet, “lâf” yerine erkekçe eylem demektir ve “süslü sözler söyleyemeyen basit adamın içinden geldiği gibi dosdoğru davranmasını” yansıtır. Bu veçhesiyle, düşünceyi, ideolojiyi ikame edebilecek kırattadır. Faşizmin -proleterleşme sürecindeki yarı-entellektüel kadrolarının hıncından beslenen- yapısal bir özelliği olan anti-entellektüalizmi, fizikî şiddetinin yanısıra, aşağılayıcı, hakaretâmiz demagojik dilinde de kendini gösterir. Şiddet, en ‘sahih’ araç olmanın yanında, cemaat oluşturucu ve anlam dünyası kurucu bir mecradır aynı zamanda; törendir, bazen eğlentidir.
Faşist hareket, çok açık, erkek bir harekettir; diyebiliriz ki, modern zamanların, kadınları kamusal alandan püskürtmeye dönük en ateşli girişimidir. Bunu da yine modern biçimde ve faşist kitle seferberliğinin doğasına uygun olarak, anneliğe ve hizmetçi-olarak-eşliğe indirgenmiş bir kadınlığın propagandasına bizzat kadınları koşarak yapar. Faşist ideoloji, erkekliği yalınlık, arılık olarak, sınırları çizili “zırh”-benlik olarak kurar, kadınlığı ise kaypaklık, bulaşıklık, tekinsizlik olarak, akıcı, gevşek benlik olarak. (Ki bu tasavvurda entellektüellik de kadınsıdır.)
Faşist harekette aklîliğin yerini doğallığın, içten-gelenin, ‘dürtü’nün, argümanın yerini aşkın anlamı yansıtan simgenin alması, lider kültüyle tamamlanır. Lider, peygambersi bir öğreti ve politika adamı olmanın ötesinde, bizzat bir simgedir. Beri yandan, liderin ölçülemez, kıyaslanamaz otoritesinin yanısıra, faşist hareketlerde polikratik bir yapı görünür. Çok sayıda lider, alt-lider, özel yetkili, çok sayıda makam ve mevki, kendi kadroları ve bağlıları ile çok-merkezli bir iktidar yapısı oluştururlar. Bunlar arasındaki -liderin birbirine karşı oynayarak kendi gücünü de yeniden ürettiği- mücadele, faşist hareketin ‘dinamizmi’ açısından önemlidir, ancak hesaplanamazlığı, kaotikliği beslemek gibi bir yan tesiri vardır.
Faşist hareketin ve ideolojinin aslî nitelikteki karakter unsurlarına değinmiş olduk. Kâmilen faşist bir rejim ile faşist rejim unsurları arasındaki fark gibi, burada da kâmilen faşist bir hareket ile faşist hareket unsurları veya motifleri arasındaki farkı vurgulamalıyız. Faşist hareket, değindiğimiz bu unsurları, faşist bir doktrin çerçevesinde sıkı bir örgütsel bağla eklemler. Klasik faşizmin sosyalist hareketten ilhamla geliştirdiği, her alana, her kesime nüfuz eden bir örgütlenme tutkusu vardır; ‘kütleyi’ kavrayıp bir bedenin uzuvları gibi kontrol edecek bir örgütlenme, faşizmin radikal ve totaliter fantezisinin ürünüdür. Böyle bir örgütsel ve doktriner bütünlük içinde eklemlenmediğinde ise, faşizan hareketlerden ve ideolojik unsurlardan ya da yönelimlerden bahsedilebilir.
Sıradan faşizm
Sıradan faşizm, faşizmin ele aldığımız ideolojik saiklerinin ve faşist hareket unsurlarının, doktriner bir çerçeveye oturmaksızın gündelik ideoloji içinde anlık veya sürekli olarak tezahür edişini, politik bir hedefe bağlanmaksızın, örgütsel bir yönlendirme olmaksızın kendiliğinden eylemlerde dışavurumunu anlatır. Sıradan faşizm, görece ‘masumâne’ biçimde gündelik ilişki örgüsünde, okulda, ergen-erkek âlemindeki ilişkilerde, işyerinde nüvelenebilir. Kalabalıkların “kütle” karakteri kazandığı ortamlarda, örneğin stadyumlarda, keza küçük grup dinamiğinin ‘çeteleşme’ ya da avcı güruhu karakterine büründüğü anlarda pıtrak verebilir. Medyanın olayları ve insanlık durumlarını çerçeveleme, sunma biçimlerinde kendini gösterebilir, ki sirayet gücü yüksek, dolayısıyla bilhassa tehlikeli bir mecradır bu.
Sıradan faşizmin kaynağı olarak, birçok düzeye atıf yapabiliriz: Haz potansiyelini baskılayan ve benliğin sınırlarını çizmesini önleyen (bireysel ve kurumsal) psişik süreçlere... Otoriter terbiye ve eğitim yapılarına... Sınıfsal ve toplumsal ayrışma mekanizmalarının yeniden ürettiği değersizleştirme ve dışlama mantığına... Metalaşma/yabancılaşmanın bireyleri atomize eden, tutunumsuzlaştıran, kaygıyı kronikleştiren etkilerine... Teknolojik (hele dijital-elektronik) imkânların, doğayı-toplumu-insanı matematik kesinlikle yönetmeye, düzenlemeye, tasnif etmeye dair kışkırttığı fantezilere... Kapitalist sistemde, piyasa toplumunda, modernizmde sıradan faşist ‘güdü’lerin üremesine dair kuramsal açıklamalar, illâ bu kavramı kullanmasalar ve bunda yoğunlaşmasalar da, 1940’ların ortalarında yapılan “otoriter kişilik” tetkiklerinden beri gittikçe zenginleşti - Marksizmle psikanalizin harmanlanmasının en yaratıcı olduğu izleklerden birisinin bu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu kuramsal çalışmalardan da biliyoruz ki, bu çağda ve bu dünyada sıradan faşizm etmenlerinin kökü sağlam ve ‘verimlidir’.
Sıradan faşizm, etki alanının genişliğine mukabil ‘ele gelmez’dir. Çok durumda faili belirsiz veya anonimdir, savunusu yapılmaz - hattâ fark edilmez, normal sayılır. Oysa, ‘hakikî’ bir faşist hareketle bağlantılı olmasa da başlıbaşına vahim bir politik problemdir ve sıradan faşizmi üreten ‘normalliği’ değiştirmek, anti-faşist ezberin asla altından kalkamayacağı çok boyutlu ve uzun vâdeli bir mücadelenin konusu olmalıdır.
NEO-FAŞİZM
2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da kurulan faşist partiler, “neo-faşist” sıfatıyla anıldılar. Bu partiler, 1980’lerin sonlarına gelene dek, bir ölçüde İtalya dışında, nostaljik nitelikli marjinal oluşumlardı. 1980’lerde, “merkez”e ait olduğu varsayılan ideolojik çizgiyle radikal ve muhafazakâr sağın malzemesini harmanlayarak hem sağcı bir hegemonya tesis eden hem de merkezi sağa doğru açan Yeni Sağ’ın peşinden; “neo” (yeni) sıfatını salt yeni kuşak partiler olmalarıyla değil gerçekten faşizmi yenilemeleriyle/modernleştirmeleriyle hakeden yeni-neo-faşist partilerin yükselişi geldi.[3]
Bu neo-faşist partilerin özellikle alt-orta sınıflardan ve işçi sınıfından buldukları desteğin temel âmili, refah şovenizmine eklemlenen yabancı düşmanlığıdır. Yeni-neo-faşist söylemde yabancılara dönük ırkçı aşağılama, onların işsizlik tehdidinin sebebi ve yerlilerin kaynaklarını kemiren asalaklar olarak takdim edilmesiyle popülerleşmiş, ayrıca “kültürel farklılık” vurgulanarak rafine edilmiştir. Bu, neo-faşizmin Batı’ya/Kuzey’e özgü veçhesidir.
Neo-faşizmin Batı/Kuzey-dışı dünyadaki hareketlerde de görülen, ‘evrensel’ denebilecek bir özelliği ise, neoliberal ilmihâli, verimlilik ve fayda söylemini benimseyerek, “rekabet gücü”nü bir mukaddes değer olarak tanıyarak, sosyal yükleri taşımak istemeyen yeni/modern orta sınıflara açılmalarıdır. Bu manevrayı, bu sınıfların tüketimci-zenginleşmeci ataklığını bir üstün kültürel kimlik modeliyle güzelleyerek ve bu kimliğin karşıtında bir yabancı-barbar imgesi kurarak yapar. (Göçmenler/yabancılar, hem işçilerin hıncının hem yeni orta sınıfların hırsının üzerine boca edilebileceği harikûlâde bir düşman imgesi olarak iş görürler.)
Yeni-neo-faşizmin eski-neo-faşizmi aşan ve post-faşizm teriminin türetilmesine cevaz veren asıl önemli farkı, programının ideolojik içeriğinden çok, söyleminde, örgütlenme ve eylem anlayışında beliriyor. Modernizmin hayatı karmaşıklaştıran, döngüsünü hızlandıran, fragmanlaşmayı arttıran ilerlemesi içinde, özellikle kamusallığın çoğullaştığı, politikanın medya-merkezli bir işleyişle idare tekniğine indirgenerek neredeyse ‘imkânsızlaştığı’ gidişine uyarlanarak, örgütlenmelerini ve söylemlerini ‘esnetiyorlar’. Doktrinin, programın, ideolojinin simgesel önemi de azaltılıyor, yerini aktüel çıkışlar ve ‘sahne performansı’ alıyor. Ritüeller, kültler, imaj oluşturma faaliyetinin gevşek dokusu içinde yumuşuyor. Topyekûn angajman isteyen sıkı örgüt yapıları, hareketin bekasını ve kontrolünü sağlayacak ölçekte kalırken; medyanın etkili kullanımına ve parti faaliyetlerine katılmayıp sadece oy verecek gevşek bir sempatizan ağının yaratılmasına ağırlık veriliyor. Böylelikle, başka kimlik aidiyetlerini de terk etmeden, sadece arada bir gösteriye katılma ya da oy verme zahmetine katlanan “haftasonu faşistleri”nin sayısı artıyor. Post-faşist akım içinde özellikle eski-neo-faşist damarın kabarık olduğu hareketlerde veya çeperdeki gençlik gruplarında sokak gücü ve örgütlü şiddet ‘anlamını’ koruyorsa da umumiyetle talileşmiş durumda.
Post-faşist gibi yeni bir sıfata başvurmayı gerektiren bir başka yenilik, yeni-neo-faşizmin rejimle, makro politikayla ilgili hedeflerinin muğlaklaşması, sınırlanması, karşı-devrimci karakterin sönükleşmesidir. Post-faşizmin topyekûn değişim iddia eden bir söylemi yoktur; mevcut düzenin çok da ileri gitmeyen bir revizyonuyla ‘yetinecektir’. Neo-faşist partilerin üst-orta sınıflara açılmasıyla doğrudan bağlantılı bir gelişmedir bu.
Post-faşizmin galiba en tehlikeli yanı, faşist hareketler ve ideoloji için bir potansiyel güç kaynağı olan sıradan faşizm etmenleriyle etkileşim kurmaya yetenekli oluşudur. Klasik faşizm, öncücü çizgisiyle, sıradan faşizm unsurlarını dönüştürmeye, işlemeye, örgütlemeye ihtiyaç duyardı. Post-faşizm, esnek ve popüler-medyatik bünyesiyle, sıradan faşizmin psişik, söylemsel ve eylemsel belirtileriyle titreşime geçebilir; onlara ‘ham’, kendiliğinden halleriyle, “bilinçlendirmeye” girişmeden seslenebilir ve onlardan yankı alabilir. Sıradan faşizmin fragmanter, dağınık, anlık dışavurumlarını stilize edip faşizan bir toplumsal-kültürel hegemonya istikametinde biriktirmeye dönük ‘sinsi’ bir stratejidir bu.
TÜRKİYE’DE FAŞİZM
Türkiye’de faşizmin soldaki yerleşik kullanımının esasen hasımları/düşmanları damgalamaya dönük olduğunu biliyoruz. Bu işlevsellik içinde, faşistlik yaftası, belirli bir dozun ilerisinde düşmanlık duyulan her hasma takılabilir. 1970’lerde geçerlilik kazanan “sömürge tipi faşizm” kavramı, büyük ölçüde, söz konusu işlevsel kullanımı kolaylaştırmaya yaradı. Rejimi ve rejimden yana -sağ- politik konumları tümüyle ‘objektif olarak’ faşist olarak telâkki etmeye yaklaşan bir kavramlaştırmaydı bu. Öte yandan, halkın büyük çoğunluğunun bu faşizm ortamıyla ideolojik ve toplumsal-politik bağlarının pamuk ipliğine, esasen zora ve “beyin yıkamaya” bağlı olduğunu varsayıyordu. Faşist hareket de, kabaca, bu güçlü-ama-zayıf faşist baskı politikasının aleti olarak konumlanıyordu. Bu anti-faşizm, 1970’lerde açıkça kutuplaşmış bir politik zeminde, düzene ilişkin toplumsal hoşnutsuzlukları ve faşist hareketin somut tehdidinden duyulan tedirginlikleri bir tepkiye dönüştürerek solu yeniden-kurucu nitelikte bir ivme yaratan popüler dalganın önemli bir bileşeniydi - belki de en önemlisi. 70’lerin toplumsal-politik ‘uyanış’ koşullarında ve kutuplaşma zemininde, faşizm kavramının kullanımındaki muğlaklıklar ‘sorun’ teşkil etmedi. Ancak ‘80’lerden, hele 90’lardan sonra bu muğlaklık bir sorundur. “12 Eylül faşizmi”nden söz edilmişti, beri yandan bir “sivil faşist hareket” deyimi vardı ve bu “sivil faşizm” ile “resmî”si arasındaki münasebetin doğasına ilişkin söylenenler, çoğu kez gizemli komplo aritmetiğinden, beraberinde de patetik ve neredeyse kaderci bir “düşman kavi, talih zebun” yakarısından ibarettir. 1999 genel seçimlerinden sonra MHP’nin iktidar ortağı olmasından beri, bu muğlaklık artık ciddi bir sorundur. Alelacele “faşizm iktidarda!” tellalı çıkartıp “faşizmle mücadele” reçeteleri arasında debelendikten sonra hiçbir neticeye ulaşmadan behemahal unutulmaya terkedilişi, bu sorunun ağırlığını kanıtlıyor. En sık ve en galiz şekilde faşizmi telâffuz etmek, buradaki açığı kapatmıyor. Faşizmin hallerini ayırdetmek, bunların anlamı ve aralarındaki ilişki konusunda vuzuha kavuşmak gerekiyor. Aşağıda, şimdiye dek çizilen kavramsal çerçeve ışığında, bu açıklığı sağlamaya dönük bir deneme yapılacak.
Rejim
Sözün özü: Türkiye’nin otoriter bir devlet rejimi var, bu rejim ideolojik ve yapısal açıdan totaliter unsurlar da içeriyor ve bu unsurlar, yer yer ve zaman zaman faşizan karakter arzediyorlar.
İdeolojik düzlemde faşist rejim unsurlarını koğuşturacağımız yer, milliyetçiliktir. Türkiye’de resmî ideolojinin omurgası, ‘sert dokusu’, her türlü lügâtçeyi ‘kendine benzeten’ grameri olan milliyetçilik, vatandaşlık bağı temelinde sivil-politik bir millet tanımıyla kültürel-etnisist bir öze göre tarif edilmiş özcü-fundamentalist bir millet tanımı arasında salınagelmiştir ve özcü-fundamentalist yöndeki -zaten ritmi belirleyici olan- salınımın artması oranında, faşizan bir tesir şiddetlenir. ‘Zevke göre’, ırkî, etnisist ya da tarihsel-kültürel kimlikle tarif edilen -ideolojik muhtevası muğlak- bu milliyetçilik yorumundan doğan faşist etki, ırkçı ayrımcılığa cevaz vermesinden çok, hayatın her alanında boğucu bir teftiş rüzgârı estirmesiyle ortaya çıkar. Millî eğitim, bu davranış alışkanlığını talim ettirerek kuşaktan kuşağa yeniden üretir - sadece bu faşizan ideolojik muhtevayı zerkederek, çocuk muhayyilesindeki iyi-kötü yarılmasını (1940’ların Türkçülüğünün şiarıyla) “her şey Türk’e göre, Türk için, Türk tarafından” saplantısıyla işleyerek değil; neredeyse ‘erotik’ bir hazla üstüne vardığı “genç dimağları” örnek bir “otoriter kişilik” kalıbına sokan terbiye anlayışıyla...
Resmî ideolojinin kutsal değeri olan devlet, mutlak-tinsel çağrışımları, adanmaya çağıran aşkın varlık iddiası, sorgulanamaz hikmeti ve ritüel performansı ile, faşist saiklere ilham veren bir külttür. Ancak resmî devlet anlayışı, kaynaklık ettiği, beslediği faşist ilhamı bozan ‘zayıflıklarla’ da malûldür: Bir devletli zümrenin varlığıyla ‘sınıfsal’ görünümlere de bürünebilen seçkinci yüzü, “devletimiz”e, faşizmin (seçkincilikle pekâlâ bağdaşan) organizmacılığına uymayan, coşumcu bir adanmadan, içinde erimeden çok hürmetkâr bir boyun eğişi telkin eden dışsal, ‘soğuk’ bir karakter verir.
Devlete ideolojik değer yanıyla değil de ‘aygıt’ yanıyla baktığımızda göreceğimiz faşist yapı unsurları da vardır. Hukuk Devleti ilkesini Devlet Hikmetine tabi kılan istisnai hal ve olağanüstü durum kapıları, Türkiye’de özellikle fazla ve özellikle aralıktır. Güvenlik güçlerinin keyfîlik sınırlarının genişliği ve özellikle son yirmi yıllık süreçte fiilî, ama yasal güvenceli infaz yetkisindeki artış, bu icraati politik ve millî bir misyonla meşrulaştıran ideolojiyle birlikte, devletin baskı aygıtına faşizan bir karakter kazandırır. Baskıyı ve terörü ‘halka maletmesi’, korku ve yılgıyla -zaman zaman ‘katılımcı’ bir mecraya akan- şiddet talebini meczetmesi oranında bu karakterin belirginleştiğini özellikle son on yılda gördük.
Türkiye’de faşist rejim unsurları, çoğu kez ideolojik bir yönelim sonucu olmaktan ziyade, 2. Dünya Savaşı sonrasında en ‘medenî’ rejimlerde de olduğu gibi, bir ‘idare tekniği’ olarak yerleşiktir. Bu unsurların görece bütünlüklü ve tutarlı bir biçimde eklemlendiği dönemlere dikkat çekebiliriz. Tek-Parti döneminin en ‘militan’ dönemine bugünden bakıldığında, faşist rejim unsurlarının belirgin olduğunu görürüz, nitekim faşist akımlardan ilham da alınmıştır. Ancak bu unsurlar, güçlü bir ‘sivil’ faşist hareketin ve totaliter bir toplumsal seferberliğe lâyıkıyla elverecek bir modernleşme düzeyinin yokluğunda, idare tekniği çerçevesinde yapısallaşarak, otoriter devlet söylemini ‘renklendirerek’ araçsallaştırılmışlardır. 12 Eylül askerî yönetimi, yine sivil bir titreşim tabanından yoksun olmakla beraber -zira faşist kitle dinamiğini onaylamamakla kalmaması, ‘yapması’, katılması gerekir- rejimin yapısal faşist unsurlarının istikrarlı bir yönetim ilkesi husule getirdiği bir kesittir. Bir de, 1992-95 dönemini unutmamak gerekir. Savaş atmosferinin hâkimiyetindeki bu dönemde olağanüstü hal yönetimi ve istisna tayin etme kudreti, polikratik bir yapı içinde genişledi. Toplumsal hayatın her alanını gözetim altına alan milliyetçi seferberlik içinde, katılım ve alkış, ‘resmen’ ve sivil aracılarla, 12 Eylül’le kıyas edilmeyecek bir dinamizmle tahrik ve teşvik edildi - ki özellikle buradaki dinamizm, 1991-sonrası rejimin faşizan karakterini belirler. Politik müzakere ve mücadele potansiyelini, esasen sadakat bildirimine hasredilmiş bir gösterisellikle felç eden bu ‘militan’ rıza üretimi tesisatının, Kürt Meselesi nispeten kontrol altına alındıktan sonra da, “28 Şubat Süreci”yle pekiştirildiğini söyleyebiliriz.
Tekrarlayalım: Bunlar, faşist rejim unsurlarının serpildiği tarihsel anlardır, kolayca topyekûn “faşizm” diye tanımlayabileceğimiz dönemler değil. Zaten faşist rejim unsurlarının idare tekniği çerçevesinde yapısallaşması, bu unsurların ve onların ‘parladığı’ faşizan momentlerin, bütünsel anlamda faşist bir rejim temeline oturmadan da veya bu yönde doğrusal bir evrimi ifade etmeden de, ‘nüksedebilmesi’, işlev görebilmesi demektir.
Faşist hareket
Türkiye’de bir toplumsal-politik hareket ve ideolojik akım olarak faşizmin mecrası, MHP’dir. Faşist fikriyatın ‘arı-duru’ haliyle tecelligâhı, 1930’ların/40’ların Türkçülüğüdür aslında; ‘eski’-Türkçülük, biyolojik ırkçılığıyla, dindışı milliyetçi mistisizmiyle, kahramanlık kültüyle, “sert disiplin” tutkusuyla, askerî-korporatist toplum tasavvuruyla, açıktan demokrasi karşıtı ve her nevi uzlaşmacı-pragmatist açılımı zûl addeden radikalizmiyle steril bir faşist ideolojidir. MHP’nin fikir ve kadro kökenini oluşturan bu aydın hareketinin eksiği, kitle dinamiğidir. CKMP/MHP’nin ve ülkücü hareketin tecrübesi ise, muhafazakâr ve merkez-sağ ideolojik ‘bulaşmalara’ ve klientalist-pragmatist ‘yozlaşmaya’ mukabil, faşist kitle dinamiğini içerir.
MHP, özellikle 1970’lerdeki eylemiyle, sol jargonda manâsı çok düşünülmeden kullanılan “sivil faşist” adlandırmasını hakeder: Bir faşist hareketin olmazsa olmaz niteliği olan sivil bağlara sahiptir. Piyasa ilişkilerinin yayılması, modern-kapitalist rasyonalitenin yaşam dünyalarına nüfuz etmesi, geleneksel örüntülerin gevşemesi karşısında iktisadî ve toplumsal tutunum kaybına uğrayan orta sınıfların duyduğu tedirginliği ajite edip, eski/taşralı-muhafazakârlığı radikalleştirip karşı-devrimci bir rotaya sokmuştur. Bildik dünyayı yitirmeyle, ‘yozlaşma’yla ilgili tehdit algısını, komünizm Şeytan’ıyla izah ederek, militan bir dirence dönüştürmüştür. Faşist hareket reaksiyonerdir; bu karşı-devrimci atak devrimci bir düzen değişikliği talebinin yükselmesine tepkidir; söz konusu tutunum kaybı ve tedirginlik, sol-devrimci dalganın, -zaten derindeki sebebi olduğu- ‘bozulmayı', ‘yozlaşmayı' uç noktasına vardıracağı kaygısıyla büyümüş, saldırganlaşmıştır. Faşist hareket, rüşdünü kazandığı 1970'lerde, kutsal Devletin ‘özüne' dönerek bünyedeki mikropları temizleyeceği ilâhî-toplumsal âhengi yeniden tesis edeceği bir karşı-düzen değişikliği tahayyülünü işlemiştir. “Kahrolsun düzen, yaşasın devlet” sloganı, bu tahayyülü özetler. Karşı-düzen değişikliği tahayyülü, faşist unsurları idare tekniğine eklemleyegelen Devlet Aklının ve egemen blokun, faşist kadro/kitle hareketini de bir kayıtdışı asayiş unsuru olarak araçsallaştıran bakışıyla örtüşmez. Bu yapısal bir çelişkidir: Kontrol altındaki faşist rejim unsurlarından farklı olarak, -sivil!- faşist hareket, karşı-devrimci hizmetine karşılık, düzenin yönetilebilirliğini zora sokan bir ‘anarşi' unsuru olmak gibi bir yan tesire sahiptir - ‘plebyen' enerjiyi ve vandalizmi tahrik etmesi de cabası. MHP ve ülkücü hareketin 70'lerdeki gelişme seyrinde tırmanan bu gerilim yükü, faşist önderlik tarafından stratejik olarak yönlendirilemeyince -yönlendirilemez hale gelince-, 12 Eylül 1980 askerî rejiminde boşalmıştır. Önce dışlanma ve düzen-karşıtı hoşnutsuzluğun bilenmesiyle tecrübe edilen bu sürecin nihâî vargısı, ehlileşme olmuştur. MHP'nin bugün vardığı noktada, karşı-düzen değişikliği tasarımı hareket içinde marjinalleşmiştir, ‘hareket' (yani “söz-değil-eylem” radikalizmi) partiye/reel politikaya kesinlikle tabidir, ideolojik-programatik iddialar vasatî sağ söylemle hemâhenktir, MHP radikal bir görüntü vermemeyi talim etmektedir. Karşı-devrimci bir söylemden ve tahayyülden uzaklığı, ‘yeni' MHP'nin faşistliğini ‘zedeleyen' aslî unsurdur, diyebiliriz.
Karşı-devrimci perspektifin eksikliğini, ilk elde, devrimci bir hareketin ve tahayülün eksikliğine yorabiliriz. Fakat bu açıklama, kapitalist hegemonyanın devrimci potansiyelleri de uyuşturan modern yapılanmasına bağlanarak derinleştirilmelidir. Bu yapılanmanın, faşizmin potansiyellerini de ‘ehlileştirdiğini', yukarıda neo-faşizm bahsinde ima etmiştik. Neo-faşizm, ya da post-faşizm, kapitalist sistem rasyonalitesiyle uyumlanabilir, sıradan faşizm unsurlarının fragmanter ve kendiliğinden belirişlerini politik getiriye tahvil eden bir mutasyondur. MHP de bu ‘çağdaş gelişme' içinde değerlendirilmelidir. Burada, eski-faşist unsurlar ve saiklerle neo-faşist (post-faşist) unsurların ve saiklerin eklemlenmesi bakımından bir gerilim yüküne dikkat etmek gerekir. Halihazırda rota, faşist rejim unsurları ile MHP'nin neo-faşist dinamiğinin uyumu ve “sivil” faşizmin de bir idare tekniği âleti olarak işlevselleşmesi istikametindedir. Düzen rasyonalitesi açısından emsalsiz olan bu ‘etkinlik/verimlilik' düzeyi, zaten ‘70'lerden beri global mukayese çerçevesinde özgün bir vaka olan Türk faşizminin politik teknolojiye (ve ‘literatüre') katkısı sayılmalıdır.
Bu rotadan iki sapma ihtimali olabilir. Bir: Faşist rejim unsurlarının idare tekniği çerçevesinde işlevselleştirilmesinin ötesinde, topyekûn faşist bir rejime geçilmesi - bu seçenek gerçekçi ve sistem rasyonalitesi açısından anlamlı olmadığı gibi, faşist irrasyonalite içinde bile rasyonel bulunmayabilecektir. İki: Eski-faşist damarın neo-faşist eklemlenmeyi ‘içine sindiremeyerek' başkaldırması - başarısızlık (iktidardan düşmek ve iktidar partisi olma perspektifini yitirmek) halinde bu yönde komplikasyonlar çıkabilir, ancak büyük çaplı bir isyan veya kopuş muhtemel görünmüyor. Öte yandan eski-faşist damarda birbirine karışan alt-orta sınıf muhafazakârlığı ile lümpen-proleter reaksiyonerliğinin, neo-faşist açılımın kentli-medyatik ‘esnekliğiyle' nasıl telif edileceği de ciddi bir sorundur.
MHP ve ülkücü harekette, neoliberal ve vasatî sağ çizgiye yaklaşan ideolojik söylemden de, reel politik pragmatizme ayak uyduran politik üslûptan da daha ‘dayanıklı' olan faşist yapı unsuru, kitle ve kadro dinamiğidir. Şiddet ve terör/yıldırı pratiği, faşist hareketlerin kadro (daha çok ara-kadro) çekirdeğinin teşekkül etmesinde kilit önem taşıyan, cemaat-oluşturucu bir pratiktir. Türkiye'de de ülkücü/MHP'li kadroların asabiyyesi, bu mâhiyetteki -’70'lerde yaygın ölüm/öldürme tecrübesine bağlı olmuş olan- kader ortaklığı ve cemaat bağının güçlü etkisini taşır. Kadro devşirmekte bir cazibe unsuru olan bu ilişki ağı ve ‘sosyalleşme' örüntüsü, özellikle son yirmi yılda büyük ekonomik kaynaklara ve iktidar mihraklarına erişen klientalist bir mekanizmayla ‘zenginleşti', bir bakıma ‘yozlaştı'. İktidar imkânları, -hem teşbih hem düz anlamıyla- ‘zenginleşmeyi' ve ‘yozlaşmayı' arttırmaktadır. Bu ‘yozlaşma', ideolojik-programatik bakımdan bütüncül bir faşist yönelimden ('ereksellikten') uzaklaştırır; ancak diğer yandan, güç gösterisiyle yıldırmaya dayalı bir ‘ereksellik' taşıdıkları ölçüde (yalın şiddet -bir tehdit olarak hep varkalmakla beraber- talîleşip daha ‘stilize' ve ‘steril' biçimlere bürünse de), burada faşist bir nüve, bir ‘eylem ilkesi' saklıdır. O nüve, bir güç ve şiddet ‘vaadi' olarak, kütle/'güruh'-insanlarının kendi yıkıcı güdülerine duydukları hayranlığı tavda tutmakla, faşist kitle dinamiğini yeniden üretmeye de yarar.
Sınıfsal eşitsizlikler katmerlenirken, hızlı ve güvencesiz bir değişim içinde hem geleneksel ilişki örüntülerinin hem ‘eski'-modern örgütsel bağların çözülmesiyle atomize olan kitleler, ‘anonim' kimlikleriyle, faşizan bir tepkiselliğe yatkın haldeler. Bütün partilerden, politikadan bıktığını haykıran, sorunları ‘kesip-atarak' halledecek bir kurtarıcı irade özleyen ‘sokaktaki insan' figürü, bu potansiyelin özetidir. Faşist hareket, örgütsel yeteneğiyle, gösterisel-sembolik performansıyla, o anonim tepkileri ‘temsil etmeyi' başarıyor. Bu temsiliyetin anonim ve sembolik bir tepkisellik çerçevesinde kalması, belirli toplumsal taleplerin gerçekleşmesi yönünde bir ısrara dönüşmemesi, statüko açısından istenir bir haldir, yönetebilir/yönetilebilir vasfıyla itimat telkin etmek isteyen MHP açısından da münasiptir. Bütünlüklü, sürekliliği olan bir toplumsal-politik hedef doğrultusunda değil de vesileler üzerine zaman zaman ‘reaksiyon' ortaya koyan, böylece kendi hoşnutsuzluklarını/tedirginliklerini yatıştıran, telâfi eden bir faşizan kitle ruhu, bugün Türkiye'de rejimle/egemen blokla MHP'nin ortak velînimetidir. Kürt Meselesinde, MHP'nin faşizan kitle dinamiğini ‘ölçülü' bir şekilde güdüp yöneten çizgisi, bu bakımdan hazırlayıcı bir sınav olmuştu: Asimilasyonist iddiadan feragat etmek istemeyen kültürel ırkçılık, kitlesel kırım tehdidini sürekli alesta tutan ama o noktaya varmayan ‘düşük yoğunluklu' linç saldırıları... 28 Şubat Süreciyle bir restorasyon geçiren millî güvenlik rejimi, faşist kitle dinamiğini ‘kontrollü' bir şekilde seferber ettiği ve manipülasyon imkânlarını tekelleştirmeye kalkmadığı müddetçe MHP'den razıdır.
Sıradan faşizm
Rejimin faşist unsurları idare tekniği çerçevesinde eklemlemesi ile faşist hareketin ‘modernleşmesi' arasındaki simbiyotik uyumdan bahsettik. Bu simbiyozun gıdası, hal ve davranış kalıbı olarak, ‘eylem ilkesi' olarak yaygınlaşan sıradan faşizmdir.
Sıradan faşizmin sosyo-psikolojik dinamiğini ve yakın dönem Türkiyesi'ndeki gelişme seyrini tasvir etmek, bu yazının ‘makro' ve yüzeysel çerçevesini aşıyor. 12 Eylül askerî rejimi ve neo-(muhafazakâr-) liberal Özal yönetimi altında depolitizasyona uğrayan, piyasa toplumuna dönüşme istikametindeki ‘dinamizmine' yerleşik informel yapıların bile ayak uyduramadığı bu memleketin, 1970'lerde Latin Amerika hakkında geliştirilen “lumpen gelişme-lumpen burjuvazi” tezlerini akla getirdiğini söyleyebiliyoruz. Sınıfsal ayrışmalar, eşitsizlikler misliyle büyüyor ve büyük ölçüde kayıtdışı, örgütsüz, kurumsuz, kuralsız bir ortamda büyüyor. “Deklase” kitleler (örgütlü-kurumsal, düzenlenmiş bir sınıfsal çatışma şebekesinin dışında kalan alt sınıflar), marjinal değil, başka tür bir ‘sessiz çoğunluk' konumundalar. Ayağının altındaki zemin sürekli kayan “küçük adam”ın hezeyanlarını, yıkıcı güdülerini ‘açığa çıkartan' tipik bir “kütle toplumu” manzarasıdır bu - “medya toplumu” olmak da buna bağlıdır. Kütle/medya toplumu, faşizme amâde güdüleri/tepkileri, faşist bir ideolojik bütüne oturmaları, örgütlenmeleri, politik ifadeye kavuşmaları gerekmeden ‘tahrik eden' bir vasattır.
“Medya toplumu” olmayla, toplum tahayyülünün esasen medyayla dolayımlandığı, etkin olmanın medyada görünmeye koşullandığı, birçok zaman seyretme ediminin ‘katılımı', insanî-toplumsal faaliyeti ikame ettiği bir durum tarif etmeye çalışılıyor. Medya, kütleleşmeyi/anonimleşmeyi formatlayan, bakiye veya mutasavver kimlikler ve bağlarla toplumsal anonimlik arasında imajiner bağıntı sağlayan bir rol üstlendi. Toplumsal çözülme koşullarında vaadleri ve gündem tayin gücüyle yüklendiği bu ‘aşırı'-işlevle medyanın, “küçük adam” hınçlarını ve fantazmalarını beslemekte mutlaka rolü oluyor. Medya, içeriğinden öte, bizzat formatıyla da (velveleye verici anonslar; özellikle görsel medyanın sözü şemalaşmaya, vulgerleşmeye ve sür'ate zorlayan işleyişi; fikri/savı çarpıcı kılma, stilize etme zorlaması; yine görsel medyada, zihinleri ve hayat ritmini, dışına çıkılması tasavvur edilemeyecek bir ‘normalliğe'/rutine rapteden yayın akışı düzeni...) sıradan faşizme enerji veren bir manipülasyon kaynağıdır.
Bunun ötesinde, sıradan faşizmin göz kırptığı anları hatırlatabiliriz ancak: Şenlikli bir gösterisellikle edâ edilen ergen-(erkek-)çocuksu milliyetçi fanatizm âyinlerinde dışavuran, “bayrağıma selâm vermeden geçen kuşun yuvasını bozacağım” patetizmi; sağ-sol yelpazesini yatay kesen ve her türlü mülahazayı sadakat talebiyle boğan bayrak-marş-simge-tören düşkünlüğü; “bizden” olmayana dönük, empati ve iletişim ihtimalini asgariye indiren paranoid kuşku ve komplocu açıklamalara gösterilen marazî ilgi; tinerciler, travestiler, transvestitler vd. ‘bozuk' ve ‘haricî' gruplara dönük tenkilci fanteziler; gündelik dilde, medyanın kâh ‘estetize edip' kâh argoyu ipinden kopartarak çoğalttığı ırkçı-aşağılayıcı kalıplar; sembolik ve fiilî linç orjileri; narsistik mağduriyet sızlanması içinde her an öççü-kısasçı saldırganlığa yatkınlık hali, tahrik olmaya amâdelik; şiddet ve ‘ihkak-ı hak' patlamalarına yatkınlık ve bunlara gösterilen şehevî ilgi; “entelliği” tekinsiz bulan, “küçük adam” yalınlığını ve bununla beraber cehaleti güzelleyen popüler söylem...
Sıradan faşizm etmenleri, anonim, fragmanter, spontan (kendiliğinden, anlık) ve çoğuldur. Kolayca belirli bir sınıfsal kültüre, politik kimliğe özgülenemez. Nitekim yukarıda -kategorik bir düzenle değil örnekleme maksadıyla- sıraladığımız sıradan faşizm belirtilerini, ülkücü mahfillerde olduğu gibi, Atatürkçü, İslâmcı hattâ bir çeşit solcu muhitlerinde de görebiliriz - ama dikkat: en çok, apolitik, yüzer-gezer, “sıradan” vatandaş ikliminde görebiliriz. Sıradan faşizmin bu akışkan yapısı, ondan nemâlanan faşist hareketin görece esnek hal ve tavrının esas âmilidir - her kalıba girme anlamında esneklikten söz ediyoruz.
FAŞİZMLE MÜCADELE
Anti-faşist mücadele geleneğinin hayatî rol oynadığı Türkiye solunda, bu geleneğin gerçekten çok değerli hatırasına atıf yapmaktan öte, “faşizme karşı” bir düşünsel ve politik hazırlık olduğunu söylemek zordur. Geleneğe müracaattan çıkartılan sonuç gerçi kâfi derecede önemli: “Halka gitmek” diye özetlenebilir. Ancak bu basit formülün tatbiki, kulağa geldiği kadar kolay değil. “Halka gitme” tasarımıyla ilgili öncülük, ikamecilik vb. problemleri bir kenara bıraksak bile kolay değil. Doğrudan doğruya can güvenliği sorununun yaşandığı bir politik kutuplaşma ortamında “halka gitme”nin koşulları ile, bugün, kimliklerle, yaşamsal sayılan değişik meselelerle, hayat tarzlarıyla, mekânlarla bölünmüş ve kendini ancak özel vesilelerle, o da “millet” sûretinde bir ve beraber tasavvur edebilen bir “halk”a gitmenin koşulları çok farklıdır. Kısacası, bu temiz ve basit formül bile, “halkla ilişki”nin çok-katmanlı, çok-yüzlü bir pratik yeniden tecrübe edilmesini gerektirir. İkamecilik problemini de bu noktada bir kenara bırakamayız; “özne”nin kendiyle ilişkisini de aynı biçimde yeniden tecrübe edip öğrenmesini gerektirir.
Gerçekliğin değişik yüzlerinden, katmanlarından söz ederken... faşizmin hallerini, kertelerini ayırdetme yeteneği, bir araştırma-inceleme eğlencesi değil, kuramsal ve politik bir zarurettir. Faşizmin her haliyle, kertesiyle başedebilmek, onun özgül yapısına müdahale etmeyi, edebilmeyi gerektirir. Şunu özellikle vurgulamalı: Faşist rejim unsurlarının ve faşist hareketin güçlenmesinde, yeniden üretiminde payı artan sıradan faşizmle başedebilmek, uzun erimli, sebatkâr, farklı yaşam dünyalarına nüfuz edebilmek için özel hassasiyete ve zahmete giren, ahlâkî çerçevesi sağlam bir sol aktiviteyi gerektirir.
Son olarak, faşizm kelimesinin enflasyonist kullanımına değinelim. Bu yazıda da söz konusu enflasyonist kullanım mevcuttu, analitik dilde bunda mahzur yok. Ancak şunu unutmamalı: Faşizm teşhisinin telâffuzu, sadece faşizme müteyakkız olanlarca alımlanabilir, anlamlandırılabilir. Bugün -nicedir-, böyle bir teyakkuzdan, en iyimser deyişle, emin olamayız. Faşizmi bu konuda müteyakkız ya da “duyarlı” olmayanlara anlatmada, “bu faşizmdir” teşhisini koymak fazla etkili olamaz. Faşizmin niye “kötü” olduğunu anlatmak gerekir. Kötülüğü, onun “faşizm” demek olduğunu söylemekle yetinmeden, neden ve nasıl kötü olduğuyla anlatabilmek gerekir. Yine özellikle sıradan faşizm bâbında şart olan gereklilik, kapsamlı bir yeniden-öğrenmeye gönül indirmek demektir.
[1] Tanıl Bora, “Zifirî karanlık seçimleri: MHP ve diğerleri”, Birikim, 121 (Mayıs 1999), s. 15.
[2] Faşist rejim unsurlarını örneklerken klasik faşizm deneyimlerine ve onların verdiği ilhama yaptığımız atıflar yanıltmasın; faşist rejim unsurlarının böyle bir ilhama ya da derunî bağa ihtiyaç duyduğunu söylemek istemiyoruz. Faşist rejim unsurlarını, pekâlâ kendi tarihsel ve özgül oluşum mecraları içinde de tanımlayabiliriz.
[3] Bu konuda daha önce Birikim'de yayımlanmış bir yazı: Tanıl Bora, “Avrupa üzerinde neo-faşizm hayaleti”, Birikim, sayı 66 (Ekim 1994), s. 29-47.
0 notes
aykutiltertr · 3 months ago
Video
youtube
Erkek Güzeli - Sezen Aksu ✩ Ritim Karaoke (Nihavend Minör 4/4 C Sebare B...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/DiQcRvCVCUA ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Erkek Güzeli - Sezen Aksu ✩ Ritim Karaoke (Nihavend Minör 4/4 C Sebare Beste Sezen Aksu) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ...     https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupNVp1dXdaL8m4NcHAEKTLFbv=N0yyJfVTvK0&list=PL9SktAtLVupNVp1dXdaL8m4NcHAEKTLFb&pp=gAQBiAQB8AUB       ➤ ESER ADI               : ERKEK GÜZELİ (SENİ PAMUKLARA SARMALAR SARARIM) ➤ SÖZ GÜFTE            : SEZEN AKSU ➤ BESTE - MÜZİK      : SEZEN AKSU ➤ USÜL                       : 4/4 C SEBARE (AĞIRCA 2/4) ➤ MAKAM - DİZİ        : NİAVEND - MİNÖR ➤ ARANJÖR              : ? ➤ ENSTRÜMANLAR : KANUN, YAYLI GRUP KEMAN Erkek Güzeli (Adı Bende Saklı, 1998)                             ŞARKI SÖZÜ ve AKORU ''Erkek Güzeli'' şarkı sözleri: Gözlerim gözlerine kitlenir Doyamam seyretmelere seni Özlerim, birkaç saat fazla gelir Yağızım, yiğidim, erkek güzeli Gel de eğ, eğ şu asi başını Kaçırma, gel şu olgun yaşımı Anladım, korkunu telaşını Görünce çakmak çakmak yeşillerini Seni pamuklara sarmalar, sararım Ne bedel isterim, ne hesap sorarım Ne sitemle güzel kalbini yorarım Sakınma tatlı dillerini Ben yazdım Ben bozdum Kaç sevdayı gezdim Aşkın aslını sezdim Hadi gel al sonuna kadar Sonuna kadar Sonuna kadar al, al Seni pamuklara sarmalar, sararım Ne bedel isterim, ne hesap sorarım Ne sitemle güzel kalbini yorarım Sakınma tatlı dillerini Sezen Aksu Resmi YouTube Kanalına Abone Olun: https://goo.gl/xPnZlA Resmi Web Sitesi - http://www.sezenaksu.com.tr Facebook -   / sezenaksu   #sezenaksu #türkçepop #minikserçe #sezenaksuşarkıları #turkishpop #eniyitürkşarkılar #sezenaksusongs Sezen Aksu Doğum Fatma Sezen Yıldırım 13 Temmuz 1954 (70 yaşında) Sarayköy, Denizli, Türkiye İkamet Kanlıca, Beykoz, İstanbul Diğer ad(lar)ı Sezen Seley Eğitim Kız Lisesi, İzmir Ziraat Fakültesi, İzmir (bıraktı) Meslek Şarkıcı-şarkı yazarı · yapımcı · oyuncu Evlilik Hasan Yüksektepe (e. 1972; b. 1972) Ali Engin Aksu (e. 1974; b. 1978) Sinan Özer (e. 1981; b. 1983) Ahmet Utlu (e. 1993; b. 1997) Çocuk(lar) Mithat Can Özer Resmî site sezenaksu.com.tr Müzikal kariyeri Tarzlar Pop Etkin yıllar 1974-günümüz Müzik şirketi Hop · Kent · Kervan · Sembol · Fono · Coşkun · Foneks · Karma · Raks · PolyGram · Post · DMC · Seyhan  · SN İlişkili hareketler Onno Tunç İmza Sezen Aksu, doğum adıyla Fatma Sezen Yıldırım, (d. 13 Temmuz 1954, Denizli), Türk şarkıcı-şarkı yazarı ve yapımcı. Çıkış yaptığı 1970'lerin ortalarından itibaren şarkılarıyla etkili bir figür hâline gelerek Türk pop müziğine yön verdi. Diskografi Ana madde: Sezen Aksu diskografisi 1975: Haydi Şansım 1977: Allahaısmarladık 1978: Serçe 1980: Sevgilerimle 1981: Ağlamak Güzeldir 1982: Firuze 1984: Sen Ağlama 1986: Git 1988: Sezen Aksu'88 1989: Sezen Aksu Söylüyor 1991: Gülümse 1993: Deli Kızın Türküsü 1995: Işık Doğudan Yükselir 1996: Düş Bahçeleri 1997: Düğün ve Cenaze 1998: Adı Bende Saklı 1999: Sarı Odalar 2000: Deliveren 2002: Şarkı Söylemek Lazım 2003: Yaz Bitmeden 2005: Bahane 2008: Deniz Yıldızı 2009: Yürüyorum Düş Bahçeleri'nde... 2011: Öptüm 2017: Biraz Pop Biraz Sezen 2018: Demo 2022: Demo 2 Filmografi 1978: Minik Serçe 1989: Büyük Yalnızlık 2005: Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul 2008: Osmanlı Cumhuriyeti Eserleri Yıl Yapıt Yayın Kaynak ISBN Notlar 2006 Eksik Şiir Birinci Kitap Metis Yayınları [53][53][54] ISBN 9789753425889 İlk Basım: 9 Eylül 2006 - İkinci Basım: 11 Mayıs 2007 2016 Eksik Şiir İkinci Kitap [55][56] ISBN 9786053160434 Kasım 2016
0 notes
paganizmturkiye · 4 months ago
Text
Apollonios:
"Valerius'a: Ölüm sadece görünüşte, doğum da sadece görünüşte. Bir şeyin saf töz halinden doğaya geçişi doğum olarak görünür; aynı şekilde doğa aleminden saf töz haline geçişi ölüm olarak görünür. Hiçbir şey gerçekten var olmaz veya çözülmez, aksine bir şey sadece görünebilir olur ve görünemez olur, görünebilirliği maddesel yoğunluğundan, görünemezliği tözünün seyrekliğinden kaynaklanır. Töz daima aynıdır ve onda değişen sadece hareket etmesi veya durmasıdır.
Bana kalırsa bu sadece onun niteliğiyle ilgili olmalıdır, zira ondaki değişim dışsal bir kaynağa dayanmaz, onda olan sadece bütünün parçalarına çözülmesi veya her şeyin birliğinden ötürü parçaların bütüne geri dönmesidir. Biri şöyle soruyor diyelim: 'Bazen görünebilir, bazen de görünemez olan nedir? Onun varlığı değişmeden kalan ilkelere mi, yoksa değişen ilkelere mi dayanıyor?' Buna şöyle cevap verilebilir: Yeryüzündeki her türden şey sıklaştığında görünebilir olur, zira yoğunluktan kaynaklanan bir direnç söz konusudur, seyrekleştiğinde ise görünemez olur, zira madde incelmiştir, bu durumda madde zorla dağıtılmış ve ebedi ölçüden uzaklaşmıştır, yine de var olması veya yok olması mümkün değildir.
Bir hata nasıl bu kadar uzun süre boyunca düzeltilmez? Bazıları yaşadıkları olaylara kendilerinin sebep olduğunu düşünür, zira bitkinin topraktan ötürü değil, toprak aracılığıyla dünyaya geldiğini bilmezler, görünen her varlığın var olma nedeninin Bir olduğunu bilmezler. Ona 'ilk tözden' daha doğru bir isim vermek mümkün müdür? Sadece ilk töz eyler* ve eyleme maruz kalır, o her şey için ve her şey aracılığıyla her şey olan ebedi tanrıdır, kendine has karakterini neden olduğu şeylerin farklı isimleri şekillerinden ötürü daha büyük veya daha küçük ölçekte yitirir ve ondan yoksun olur.
Şu küçük ama gerçek bir olgudur: Bir insana, yerini ve doğasını değiştirerek insanken bir tanrı oldu diye ağıt yakılır. Kuşkusuz ölüme ağıt yakmamalısın, onu yüceltmeli ve onurlandırmalısın. Senin ölmüş birine atfedebileceğin en iyi ve en uygun onur onu tanrıya teslim etmek (zira onun varlığının kaynağı tanrıdır) ve diğer insanları daha önce yaptığın gibi yönetmeye devam etmektir. Aklını kullanmadan sadece zamanın akışı içinde gelişim gösterirsen bu senin için utanç verici bir durum olur, zira zaman kederli kötü insanları bile iyileştirir. İyi bir yönetim ciddi meselelerle uğraşmayı gerektiren ciddi bir meseledir ve en iyi yönetici işe kendini yönetmekle başlayan kişidir."
*Töz veya buradaki anlamıyla ebedi tanrı, metinde anlatıldığı gibi her şeyin altta yatan nedeni olduğu halde neden olduğu şeylerin isimleri ve şekillerinden ötürü insanlara görünmez. Başka deyişle insanlar yüzeysel bir düşünüş veya bakışla tözün kendisinden ziyade onun etkide bulunduğu şeylerin isimlerini veya şekillerini bilir.
Kaynak: Tyanalı Apollonios Mektuplar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Tumblr media
0 notes
avantajix · 4 months ago
Text
O Manda O Söğüt Dalına Nasıl Yuva Yapmış?
Tumblr media
Sevgili Dostlar,
En şaşırtıcı türkülerimizi sıraya dizsek muhtemelen "Tiridine Bandım" türküsü birinciliğe oynar. TRT versiyonunu ŞURADAN dinleyebileceğiniz türkünün sözleri çok orijinaldir:
Sabahleyin erken çifte giderken aman aman Öküzüm torbadan düştü gördün mü, amanin yandım Tir dine bandım, bedava mı sandın, para verip aldım
Manda yuva yapmış söğüt dalına amman amman Yavrusunu sinek kapmış gördün mü, amanin yandım Tiridine bandım, bedava mı sandın, para verip aldım
Kastamonu'nun Tosya ilçesine ait bu türkü aslına bakarsanız hiç de soyut, deneysel, komik veya acayip değildir. Tersine, hikaye çok mantıklıdır. 
Manda aslında ağaca yuva yapmamıştır. Çünkü pirinciyle ünlü Tosya'nın çeltik tarlalarında mandayla çift sürülen traktör öncesi dönemlerde, mandalar dinlenmek için söğütlerin gölgesinde suya yatarlar ve o sırada ağaçların su üzerine yansıması manda sanki ağaca çıkmış gibi bir görüntü yaratır.
Yavrusunu da sinek kapmamıştır. Çünkü "kapmak" yöresel kullanımda "ısırmak" anlamına geliyor, yani manda yavrusunu sinek ısırmış.
Öküz bir yerden düşmemiştir. Çünkü öküzün torbadan düşmesi (yöre dilinde "düşmek" "çıkarmak" anamında olduğu için) hayvanların boynuna asılı yem torbalarının çıkarılması anlamındadır.
Hikaye odur ki, yörenin Bey’i bir gün bir davet vermiştir. Bu davette yemek içmek "ozanlar hariç" herkese bedavadır. Çünkü ozanlar bu zalim zengini türküleriyle eleştirmektedir. Bu nedenle herkesin bedava yediği “Tirit” adlı bölgesel yemeği parayla alır yerler ve üstüne bu taşlamayı yazarlar. (Kaynak: Edebiyatçı Gözüyle Sözün İzinde, Ayça Akçay, Literatür Yayınları)
Sonuçta o türkü bugün yazılsaydı ve o zeki ozanlar o yemeği parayla alsaydı, muhtemelen Avantajix'ten tıklayıp alırdı diyor ve günün fırsatlarına geçiyoruz.
Alışveriş Yapana Para Veren Fikirler
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bugün Başka Ne Kazanabiliriz?
1) Bu Çekilişten Akıllı Cep Telefonu Kazanabiliriz: N11, bir şanslı takipçisine Poco F6 12 GB 512 GB akıllı telefon hediye edecek. Katılmak için @n11 resmi hesabını takip edin, yarışma postunun altına bir arkadaş etiketleyin ve Bio’daki linkten bilgilerinizi doldurun. Son katılım tarihi: 31.07.2024. Detay: https://www.instagram.com/p/C9g78V9NQbI/
2) 250 Liralık Hediye Çeki Kazanmak İster misiniz? Ebebek, 10 kişiye 250TL değerinde hediye çeki kazandıracak. Bu çekilişe katılmak için; @ebebek hesabını takip edin, gönderiyi beğenin ve yorumlarda 3 arkadaşınızı etiketleyin. Kazananlar 19 Temmuz tarihinde duyurulacak. Daha fazla detay için link: https://www.instagram.com/p/C9UxgCIt7Q4/
3) Taşlı Oda Parfümüne Siz Sahip Olun: Madame Coco, taşlı oda parfümü hediye edecek. Çekilişe katılmak için; istenen sayfaları takip edin, son 3 görseli beğenin ve #madamecoco hashtagi ile birlikte yorumda 1 arkadaş etiketleyin. Sonuç 24 Temmuz'da açıklanacak. Detaylar şurada: https://www.instagram.com/p/C9hJrHnN9cG/
4) Bu 300TL Hediye Çekini Siz Kazanın: D&R, takipçilerine özel 300TL değerinde hediye çeki kazandıracak. Katılmak için; @dr_dunyasi hesabını takip edin ve “Kütüphanesi adeta bir sanat galerisi!” dediğiniz arkadaşınızı yarışma postunun altında etiketleyin. Daha fazla detay için link: https://www.instagram.com/p/C9U7RpIKjlY/
Sağlıkla, barışla ve sevgiyle kalın. 
0 notes
tezhazirlamadoktora · 5 months ago
Text
Tez nedir nasıl hazırlanır?
Tumblr media
tez nedir nasıl hazırlanır
Tez nedir, akademik dünyada önemli bir araştırma ve yazma sürecidir. Genellikle lisansüstü öğrencilerin mezuniyet aşamasında hazırlamak zorunda oldukları bu çalışma, belirli bir konuda derinlemesine araştırma yapmayı ve elde edilen bulguları yazılı bir metin haline getirmeyi gerektirir. Tez, öğrencinin bilgi ve becerilerini sergileyerek akademik alanda katkı sağlayabileceği bir fırsat sunar. Tez hazırlarken öğrencilerin titizlikle ve özveriyle çalışması, konuyu analiz etmesi ve doğru kaynaklardan yararlanması önemlidir. Tez nedir, öğrencilerin akademik bilgi ve becerilerini geliştirdiği, belirli bir konuda derinlemesine araştırma yaparak elde edilen bulguları yazılı bir metin haline getirdiği önemli bir çalışmadır. Tez hazırlama sürecinde, tezin konusu belirlenir, literatür taraması yapılır, veriler toplanır ve analiz edilir, sonuçlar çıkarılır ve çalışma yazılı bir rapora dönüştürülür. Tez nasıl yazılır sorusunun yanıtı, öğrencilerin disiplinli bir şekilde çalışması ve konuyu derinlemesine ele almasıyla ortaya çıkar. Tez örnekleri incelenerek, hazırlanacak çalışmanın nasıl bir yapıda olması gerektiği öğrenilebilir. Tez savunma aşamasında ise, çalışmanın jüri karşısında sunumu yapılır ve tartışılır. Tez yöntemleri ise, çalışmanın hangi araştırma yöntemleri ve teknikleri ile gerçekleştirildiğini ifade eder. Tez konuları ise, öğrencilerin çeşitli alanlarda yapabileceği çalışmaları kapsar. Bu nedenle, tez hazırlama sürecinde öğrencilerin özverili ve disiplinli bir şekilde çalışmaları, doğru kaynaklardan yararlanmaları gerekmektedir. Tez, öğrencilere akademik alanda bilgi ve becerilerini sergileme fırsatı sunar ve gelecekte yapacakları çalışmalara temel oluşturur.  
Tez Nedir?
Tez, genellikle lisansüstü öğrencilerin bitirme çalışmaları olarak hazırladıkları bilimsel bir çalışmadır. Tez çalışması, belirli bir konuda yapılacak araştırmanın sonuçlarını ve bulgularını içeren detaylı bir rapordur. Tezler, konuyu derinlemesine inceleyerek yeni bir bakış açısı kazandırma amacı taşır. Tez Hazırlama Süreci Tez hazırlama süreci, konu belirleme, kaynak araştırma, veri toplama, analizler yapma ve sonuçları yazma aşamalarını içerir. Bu süreçte titizlikle çalışmak ve doğru kaynaklardan yararlanmak önemlidir.
Tez Hazırlama Süreci
Tez hazırlama süreci, akademik kariyerinizde önemli bir adımdır. Bu süreçte özgün bir çalışma yaparak tez örnekleri ve tez konuları araştırılmalıdır. Tez savunma sürecinde ise hazırladığınız çalışmayı uzmanlara sunarak değerlendirme almalısınız. Bu süreçte sabırlı ve disiplinli olmak önemlidir. Anahtar kelimeleri belirlemeniz de tezinizin anlaşılabilirliği açısından önem taşır.
Tez Konusu Belirleme
Tez konusu belirlerken dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri, ilgi alanlarınızın ve uzmanlık alanınızın yer aldığı konuları seçmektir. Tez konusu belirlerken, literatür taraması yaparak daha önce üzerine çalışılmış konuları analiz etmek de oldukça önemlidir. Bu sayede benzersiz ve orijinal bir tez konusu belirleme şansınız artacaktır. Tez Yöntemleri ve Anahtar Kelimeler Tez konusunu belirlerken kullanacağınız yöntemler ve anahtar kelimeler büyük önem taşır. Tez konusunu açık bir şekilde tanımlamak ve anahtar kelimeleri metnin içerisinde vurgulamak, okuyucunun konuyu anlamasını kolaylaştırır. Bu nedenle tez konusunu belirlerken, kullanacağınız anahtar kelimeleri özenle seçmeli ve vurgulamalısınız. Önemli olan 3 kelime: orijinallik, analiz, vurgulamak
Tez Çalışmalarında Literatür Taraması
Tez çalışmalarında literatür taraması, araştırmacının konuyla ilgili mevcut bilimsel yayınları tarayarak o alandaki güncel bilgileri derlemesini sağlar. Bu süreçte anahtar kelimeler belirlenir ve literatürdeki önemli bulgular vurgulanır. Literatür taraması, araştırmacının hipotezini oluşturmasına yardımcı olur ve çalışmanın temel dayanaklarını oluşturur. Bu aşama, tez çalışmasının temel taşlarından biri olarak kabul edilir.
Tez Yazım Kuralları ve Dikkat Edilmesi Gerekenler
Tez yazımı, akademik çalışmaların temel taşıdır. Bu nedenle tez yazarken belirli kurallara dikkat etmek önemlidir. Öncelikle doğru kaynak kullanımı, özgünlük ve düzgün Türkçe kullanımı gibi temel prensiplere sadık kalınmalıdır. Ayrıca tezde sistematik bir yapı oluşturulmalı ve net bir şekilde anlatım sağlanmalıdır. Bunların yanı sıra başlık seçimi, giriş, metodoloji, sonuçlar ve referanslar gibi bölümlere dikkat edilmesi gerekmektedir.
Sıkça Sorulan Sorular
Tez nedir? Tez, belirli bir konuda derinlemesine araştırma yapılarak elde edilen bilimsel bir çalışmadır. Tez nasıl hazırlanır? Tez hazırlama süreci araştırma yapma, veri toplama, analiz yapma ve sonuçları yazma aşamalarını içerir. Tez başlığı nasıl seçilir? Tez başlığı seçerken konunun ilgi çekici, önemli ve sınırları belirlenmiş olmasına dikkat edilmelidir. Tez savunması nasıl yapılır? Tez savunması, tez konusu hakkında yapılan araştırmanın sonuçları ve yöntemlerinin açıklandığı bir sunumdur. Tezde kaynak kullanımı nasıl olmalıdır? Tezde kullanılan kaynaklar güvenilir olmalı ve alıntılandıkları şekilde doğru bir şekilde kaynakça içinde belirtilmelidir. Read the full article
0 notes
ah-val · 1 year ago
Text
İDRİS ALEYHİSSELAMIN HİKMETLİ SÖZLERİNDEN:
İdrîs -aleyhisselâm-, kavmine hikmetli sözler ile nasîhatlerde bulunurdu. Bunlardan bâzıları şunlardır:
◾“Akıllı kimsenin mertebesi yükseldikçe tevâzûu artar.”
◾“Akıllı kimse, başkasının aybına bakmaz! Kişinin aybını yüzüne vurmaz! Malı çoğaldıkça, mağrûr olup ahlâkını bozmaz!”
◾“Nefsini temiz tutmayanın, aklı yok demektir!”
◾“Âhiret ile dünyâ sevgisi aslâ bir arada bulunmaz!”
◾“Duâ ettiğiniz zaman niyetiniz hâlis olsun!”
(Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları)
3 notes · View notes