Tumgik
#Karar Gazetesi
ziyapasa-01 · 5 months
Text
GEZİ olaylarında 10 erkek üstüme İŞEDİ diyen Kabataş yalancısı, aynı zamanda karar gazetesi yazarı Elif Çakır, türbanını çıkartmış..!!!
Tumblr media
Yeni Akit gazetesi, başörtüsünü çıkardığını açıklayan Karar gazetesi yazarı Elif Çakır'ı bu nedenle saldırdığı haberinde 'Kabataş yalanı'nı kabul etti. ‘Kabataş yalanı’nın provokasyon olduğunu ilk kez belirten Yeni Akit, Elif Çakır için 'başörtüsünün de yalan olduğu ortaya çıktı' ifadesini kullandı.
12 notes · View notes
veganlogicdinamo · 6 months
Text
Bu akşamki yayının kaydı.
2 notes · View notes
dramatik-buluntular · 2 years
Text
"Sayılara kalırsa tel örgüler zindanın saçları değildir"
ne zaman eksiltselerdi beni gökyüzü tamamlıyordu sayıların kalbi yok onlar ışığın ölümüne kaza süsü verdiler
yenilgi satıcıları hayret ediyor; mektuplarım hiç yer kaplamıyordu evren gözümün içine bakıyor ustaca ve boş sayfaların başında nöbet bekleyen silgi incecik bir çizgi bile görse saldıracaktı
üzerime serpiştirilen yaralı bir ağaç ülkesini kumarda kaybetmiş bir bulut veya koparılmış bir papatya demeti etrafımda dolaşıp dururlar bütün gün üzgünlüğüme kesinleşmiş bilgi sürerler ah, siz! adres taşıyıcıları anlama sahip çıkmak nasıl da göz kamaştırıcı ve nektar kadar değerli, ah bütün gün hem de!
sayılar karşıdan karşıya geçerken herkes; diğerleridir ve bir sürü at toplarsan hepsi birden çöl gazetesi
hiç manzaramız olmamıştır sayılara kalırsa hatta heykelcikler ayetlerden yapılmıştır tesadüfen oluşmamıştır eğilim. sayılara kalırsa tel örgüler zindanın saçları değildir
yardımcı rüzgârlar biliyor: aşırılık güzelliğin düşmanıdır burada karanlıklar karar verici iptal edilmiştir bilge siparişleri bir başınasın dünya ağrısıyla elindeki tek bilgi; reddetme yeteneği
hiç değilse bir lekeyi temizler merakın gücü bir mutsuzu dönüp baktırır gülümseyen yüz hiç değilse liderliğe oynar çiçek parçacıkları ana binaya kalırsa bütün bunlar olağan şüpheli
sayılar kağıttandır, ıslanıp yırtılabilirler ama metal olan her şeyi satın alırlar Ortadoğu dahil sayılar genellikle kaza kurşunu bile sayılmazlar onlar cinayeti bir yürüyüşçünün üstüne atarlar
sonra sanat geldi ve ten yağmuru ve açlık grevine yatan iki kelime ah o kilolu evlerin içindeki duygu ıssızlığı vicdan haritasındaki kıpırtısız uyku öyleyse sanat evlere kurulan pusudur şimdi toplanıp koca ağızlarıyla içsesin ölümüne de kaza süsü verecekler
Metin Akdeniz
(26 Mayıs 2017)
11 notes · View notes
judasizm1 · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
"Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif'in talimatıyla, Kahramanmaraş merkezli 10 ili etkileyen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler nedeniyle mağdur olan afetzedeler için yardım fonu oluşturuldu. Bakanlar Kurulunun tüm üyelerinin bir aylık maaşları ve tüm devlet çalışanlarının maaşlarının bir günlük kısmının yardım fonuna bağışlanmasına karar verildi."
Kaynak: Yeni Çağ Gazetesi
Bizdekiler neredeee! Kendi maaşlarına gelince topluca el kaldırıp-indiriyorlar. Yoksa o bina içinde hepsi kanka.. Sen kanka değilsin, kamplara ayrılmış, bölünmüşlerdensin..
Ülkemizde sadece bir meslek yasaklanmalı: kimi zaman babadan oğula miras bırakılan, kimi zaman oturduğu koltuğa yapışanlar, kimi zaman dosya takipçisi olan, kimi zaman ayak yalayacak kadar alçalan düşük profilli olanlar, kimi zaman yönettiği bakanlığa kendi şirketinden dezenfektan satanlar, "bir kereden bir şey olmaz" diyecek kadar insanlık dışı olanlar ve diğerleri.. Yani "siyasetçi", siyaset mesleği (!) vs yasaklansın.. Bunlardan kurtulursak yarın biz ayağa kalkmaya başlarız, dim dik ayakta durabiliriz yine.
Bizim, ar damarı çatlamışlara değil, kalbinde vicdan ve sevgi, beyninde akıl ve bilim olan insanlara ihtiyacımız var..
Unutmayın; bu ülkenin patronu da sahibi de siz 84 milyon vatandaştır. Bu gerçeği hiç unutmayın ve asla kaşlarını çatıp size hakaret edercesine konuşan, korkusunu tehditle bastırmaya çalışanlardan korkmayın... .. .
6 notes · View notes
hetesiya · 3 days
Text
Sait Çetinoğlu Soykırım'ın mimarı Talat
Soykırım'ın mimarı Talat
Sait Çetinoğlu
Tarih, 15 Mart 1921. Yer, Berlin.
Birinci Emperyalist savaşa bir emperyalist kampa Turan hayalleriyle gözükara bir şekilde dahil olup yenilgi sonrasında bir Alman denizaltısıyla Almanya’ya kaçan İttihatçı lider Talat Paşa, tütün almak için sabah saatlerinde evinden çıktı. Hardenberg Caddesi’nde 100 metre yürümüştü ki, İran’dan gelen 24 yaşındaki Soykırım suçlularının cezalandırılmaması karşısında bu suçları işleyenlerin peşine düşen Şahan Natali’nin liderliğindeki Nemesis örgütünden Sogomon Tehleryan tarafından vurularak öldürüldü. Üzerinden “Mehmed Sait” adına düzenlenmiş sahte kimlik çıktı. Tehleryan Berlin’de yapılan duruşmasında beraat eder. Bunda Ermeni halkına uygulanan Soykırımın rolü olduğu kadar Almanların da bu Soykırıma olan dahilleri gündeme gelmemesi için kısa süren duruşmada Tehleryan beraat etmiştir.
NYT Gazetesi muhabiri 16 Mart günü Berlin’den Talat’la ilgili şu haberi verir: “ALMANYA’NIN DOSTU OLARAK TALAT’IN YASI TUTULDU”. Öldürülmüş eski vezirin bir Berlin Bankasında 10 milyon mark değerinde servete sahip olduğu belirtildi. (Berlin, 18 Mart- Alman basını), Türkiye kesin olarak yıkılmadan bir kaç gün öncesine kadar Almanya’nın hakiki dostu kalan Talat Paşa’nın ölümüne yas tutuyor. Otoriteler, Talat’ın Berlin’deki varlığından habersiz olduklarını söyledi. Talat takma isimle Hardenbergstrasse’da yaşadı fakat onun buradaki hemşerilerinin bazıları onun varlığını biliyordu ve Talat, genellikle ülkesini sefaletten kurtarmaya gelen adam olarak algılandığı Motzstrasse’deki Türk Derneği’ne bazı zamanlar giderdi.
Talat’ın eşi de Said Ali Bey’in hanımı kişiliğinde (adı altında) Berlin çevresinde çok iyi tanınırdı. Çok kibar, modern ve kadın özgürlüğünün savunucusu olarak düşünülürdü. Talat’la evlenmeden hemen önce, açıkça örtüsüz görünerek Türk ulemasının öfkesine meydan okuduğuna dair rivayet vardır. Talat’ın işleriyle derinden ilgileniyor ve İstanbul’daki belirli çevrelerle sürekli iletişim halinde olduğu söyleniyordu. Talat, modern Hardenbergstrasse’de çok geniş bir apartman kiralayabilecek ve kendisini Avrupa ve Türk konforuyla donatabilmesini sağlayacak kadar bol miktarda paraya sahipti. Talat’ın, Deutsche Bank’daki kasada saklanan 10 milyon mark’tan daha fazla olan servete sahip olduğuna dair hikayeler vardır.”
Talat Paşa’nın cenazesi uzun yıllar Türkiye’ye getirilemedi ve Almanya’da bir kilisede muhafaza edildi. Adolf Hitler, Türk-Alman ilişkilerini kuvvetlendirmek için özel bir jest yapıp Talat Paşa’nın kemiklerini 25 Şubat 1943 tarihinde Türkiye’ye gönderdi. Talat Paşa’nın cenazesi askeri törenle, (İstanbul) Abide-i Hürriyet Anıtı’nın sağ yanındaki 50 metre uzaklığa defnedildi. Talat’ın cenazesinin getirilişinin bir de eşi Hayriye Hanım (Bafralı) tarafından nakledilen hikayesi vardır:
“…1931 yılında, Almanya’da bulunduğumuz yıllarda en yakın dostlarımızdan biri olan eski Deutsche Bank Müdürü Wassermann bana bir mektup gönderdi. Alman kanunlarına göre bir cenazenin gömülmeden en fazla on sene bekleyebileceğini söyleyerek, müddetin dolmak üzere olduğunu ve karar vermemi istedi.”
Aradan geçen on yıl boyunca en büyük isteğim, Paşa’nın kemiklerini Türkiye ye getirtebilmekti. Mektupla birlikte… Şükrü Saraçoğlu’na gittim. Meşrutiyet öncesinde Paşa’nın kendisine birçok yardımları olduğunu her vesileyle söylerdi. Konuyu açtım, ‘Bu iş beni aşar, gelin sizi Atatürk’le görüştüreyim’ dedi.
Ankara’ya, Çankaya Köşkü’ne gittik. Mustafa Kemal ile çok eski yıllardan gelen bir dostluğumuz vardı, özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında Paşa ile görüşmeler yapmak üzere evimize sık sık gelir, annesi Zübeyde Hanım, kayınvalidemle Selanik’te başlayan dostluğunu İstanbul’da da devam ettirirdi.
Çankaya’da başlayan görüşmemiz o akşam Tahsin Uzer’in evinde devam etti. Bazı bakanların da iştirak ettiği konuşmamızda Atatürk, Paşa’nın kemiklerinin nakli konusunda uzun uzun düşündü. ‘Paşam, Talât, rahmetinize muhtaç. Kanı orada döküldü ama, müsaade edin cenazesi vatanına gelsin’ dedim. Atatürk; ‘Biliyorsunuz Hayriye Hanım, Talât Paşa’yla hiçbir düşmanlığımız yoktu. Birinci harbe girmemizden onu hiçbir zaman suçlu görmedim, harbe katılmaya mecburduk, İstiklâl Savaşı sırasında da Paşa’nın bizi arkamızdan vurması muhtemel azınlıkları önceden naklettirmesinden büyük fayda gördük’ diyerek, ‘Cenazesinin naklini benden şu anda istemeyin, Almanya ile bu konuda görülecek hesabımız var, izin verin şimdi gömülsün, zamanı gelince onu bizzat ben getirtirim’ cevabını verdi. Ancak, bu işi yapmasına ömrü kifayet etmedi.”
Savaşa dahil olmakla imparatorluğun tasfiyesine neden olmakla birlikte Tehcir olarak nitelendirdiği uygulama ile de, yüzyıllardır anayurtlarında yaşayan Ermenileri Soykırıma uğratarak bu coğrafyadan silen Talat, 1876 yılında Edirne’de doğdu. Askeri rüştiyenin son sınıfında diplomanın verildiği sırada bir öğretmenini dövmesiyle okuldan uzaklaştırılır. Babasının dostlarının araya girmesiyle tekrar okuluna dönüp diplomasını alır ancak diploma geç verildiği için Askeri idaiye gidemez. Talat’ın okul hayatı burada sona erer. Edirne posta telgraf idaresinde katiplik görevi ile devlet kapısını aralar. Bir süre sonra katipliğin yanında Alyans Israelite okulunda Türkçe öğretmenliği görevini de yürütecektir. Bu okuldaki görevi sırasında düşünce yapısında yeni gelişmeler filizlenir. Fransız Devrimi ile tanışır, Okul eğitiminin Siyonist ilkeleri doğrultusunda yurtsuz Musevilerin bir ulus ve buna bir yurt yaratma düşüncelerinden etkilenir. Bu sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi Hafız İbrahim’le tanışması Cemiyetle de tanışmasına vesile olacaktır. Mithat Şükrü (Bleda) vasıtasıyla da Cemiyete üye olur. Talat’ın dahil olduğu Edirne’deki Grubun ihbar edilmesi sonucu 1895 yılında Talat gözaltına alınır. Mahkemede 3 yıl ceza alır, iki yıl sonra bir affı şahane ile serbest bırakılırak Selanik’e gönderilir. Her sürgünde olduğu gibi Talat’a da Selanikte bir maaş verilmektedir. Talat burada Cemiyet sempatizanlarıyla ilşki kurmada gecikmez. Yeni bir çevre edinir. Bu yeni çevre sayesinde daha sonra Selanik posta idaresinden seyyar posta memurluğu görevi verilecektir. Bu yurt dışından gelen yayınların ve bildirilerin Talat’ın eliyle ilgililere rahatça ulaştırılması demektir. Bu görev aynı zamanda ilişkileri kurmada ve geliştirmede Talat’a ve Cemiyete çok önemli bir kolaylık sağlayacaktır. Talat bu işlevi gözü kara bir şekilde yerine getirir. Mithat Şükrü “Talat, hepimizden daha cesur, daha atak, dünyaya metelik vermeyen bir karaktere sahipti. Önünde, arkasında dolaşan hafiyelere rağmen davranışlarından sapmıyor, hatta onlarla dalaşmaktan geri kalmıyordu” der. Talat’ın Selanik’teki muhalifleri toparlamasına ve Cemiyeti yeniden şekilllendirmesinde bu seyyar posta görevi önemli avantajlar sağlamıştır. Eylül 1906 da Cemiyet sempatizanlarını bir araya getirirerek gizli Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ni teşkil ederler, bu ilk toplantıda, Askeri rüştiye müdürü kaymakam/yarbay Bursalı Mehmet Tahir, Askeri rüştiyenin Fransızca hocası binbaşı Naki (Nakiyüddin Yücekök) Bey, Üçüncü Ordu müşavirlik yaveri (Makedonya ıslahatında görevli İtalyan general Degergis’in yaveri) yüzbaşı Kazım Nami (Duru), Eski İzmir valise Rahmi (Arslan) Bey, yüzbaşı Hakkı Baha (Pars) Bey, yüzbaşı Edip Servet (Tör), yüzbaşı İsmail Canbolat Bey, yüzbaşı Ömer Naci ve Mithat Şükrü (Bleda) bulunmaktadır. Tahmin edileceği gibi grubun lideri tartışmasız olarak Talat’tır. Bir heyet-i Aliye seçilir, bu heyet, Talat, Canbolat ve Rahmi Beylerden oluşmaktadır. Sonraları bu heyete Merkezi Umumi adı verilecektir. Cemiyette bütün kararlar bu heyet alacak diğerlerine onaylatılacaktır.
1907’den sonra Talat artık Selanik’te dikkat edilen ve önemsenen bir kişiliktir. Selanik’te Bulgar ayrılıkçıların eylemleri Talat’ta sılahlı mücadelenin önemini kavratır ve Ordu içinde teşkilatlanmaya hız verir. Selanik’teki on kişilik çekirdeğin 7’si asker kökenlidir. Bu nitelik ordu içinde teşkilatlanmada bir avantaj sağlayacaktır. Selanikteki çekirdekten sonra Manastır’da örgütünün kurulması izler. Manastır’da Enver önemli rol oynayacaktır. Örgüte alınacakları saptar, merkezi umuminin onayını alarak onların yeminini yaptırarak Manastır örgütü kurulur. Bu şubenin karakteri ise üyelerinin askeri kimliğidir. Manastır şubesinin önemli üyeleri arasında Resneli Niyazi ve Kazım Karabekir sayılabilir. Karabekir’in örgüte katılması Manastır örgütünü güçlendirdiği gibi ardından tayin edildiği İstanbul’da örgütün kurulması ve gelişmesinde önemli bir rol oynar.
Cemiyet silahlı kuvvetler çevresinde hızla yayılmış, asker ve sivil üyeleri artmış, gizli ve ihtilalci bir güç olmuştur. Paristekiler de ülke içinde oluşan bu güce ilgisiz kalamazlar. Selanik’e gizli olarak gelen Paris temsilcisi Dr. Nazım birleşme anlaşması yapmış ve örgüt Terakki ve ittihat ismini almıştır. 1908’e gelindiğinde Rumeliyi artık sadece örgüt kontrol etmektedir. 10 Temmuz/23 Temmuz 1908’de de İstanbul’u kontrol edeceklerdir. Talat’ın örgütü artık Cemiyet-i Mukaddes’tir. Talat, yanında Hafız Hakkı, Necip, Rahmi ve Hüseyin (Tosun) Beylerle birlikte 19/31 Temmuz 1908’de İstanbula el koymak için Selanikten İstanbul’a hareket eder. İplerin Cemiyet’te (aslında Talat’ta ) kalmak kaydıyla hükümetlere üye olarak Cemiyet’ten kabineye katılan olmaz ve Sultan Hamid’e de dokunmazlar. Ta ki 31 Temmuz/13 Nisan 1909 tarihine kadar. Bu tarihte bir askeri ayaklanma olur ve Talat bir ara kontrolü kaybeder. Ayaklanmacılar Talat’ı aramaktadırlar (Talat’ı, daha sonra 1915’te ölüme göndereceği Kirkor Zohrab, saklayak kurtaracaktır. 1915’te Talat kendisine yapılan bu yardımı unutmuştur. Zohrab, 1 Haziran’da Talat’la yaptığı görüşmede Soykırımı kastederek ‘Neden bu suçu işliyorsunuz?’ der. Talat ise, ‘size verecek cevabım yok, biliyorsunnuz Ermeniler haindir’ yanıtını verir. Zohrab da ‘Şunu biliniz ki, bu kadar kolay kurtulamayacaksınız bu sorumluluktan; ben size hesap soracağım’ der. Akşam yeniden Beyoğlu’ndaki Cercle d’Orient Kulüp’te –İstiklal Caddesi’ndeki şimdiki Saray Muhallebicisi’nin üstü- buluşurlar ve baraber yemek yiyip kağıt oynarlar. Bu çok sıradan hep yaptıkları bir şeydir. Zohrab gece yarısı çıkar ve -şimdki Gümüşsuyu Askeri Hastenesi’nin karşısındaki Gümüşsuyu Palas Apartmanının 3. katının sol dairesi- evine gider. Sabaha karşı evine gelen polisler onu alıp ölüm yürüyüşüne götürürler).
Selanik’ten gelen Hareket Ordusu güvenliği kısa sürede sağlar ancak bu olay Sultan Hamid’in sonu olacak, tahtan indirilerek sürgüne yollanacak yerine, Talat’ın kolaylıkla kontrol edeceği Mehmet Reşat’ı Sultan olarak tahta geçireceklerdir. Bu değişim dönemin kartpostallarında da görülür. 1908’de Sultan Hamid yanında resmedilen Enver ve Niyaziye “bunlar kim?” diye bakmakta iken, 1909 da Enver ve Niyazi’nin ortasında yer alan Sultan Memet Reşat’ın bakışı “ben kimim?” Anlamındadır. 1909 da aynı anda Kilikya’da Ermenilere karşı yerel İttihatçıların kışkırttığı geniş çaplı bir katliam hareketi başlar. İstanbul’da ki ayaklanmayı control altına alan Talat, Adana’ya da Dedeağaç’tan bir taburu asayişin temini için gönderir. Bu sırada ateşkes ilan edilmiş Ermeniler büyük güçlerin araya girmesiyle sılahsızlandırılmışlardır. Dedeağaç taburu nezaretinde sılahlı milislerce ikinci kıyım baştılır ve Ermeniler 30 bin civarında kayıp verirler. Bu katliamda, Ermenilerin dışında diğer gayrimüslimlerden (Asuri/Süryani, Rum) ve Arap milliyetinden kişiler hatta Amerikan miyonundan kişiler hayatlarını kaybederler. Adana’da 1909’da 1915’in bir anlamda provası yapılmıştır. Mizancı Murat bu olaylardan İttihat ve Terakki’yi sorumlu tutar.
PROVOKATÖR İHSAN
Katliamların provokatörü İtidal Gazetesi’nin sahibi ve başyazarı İhsan Fikri’dir. İhsan Fikri, yayınlarıyla Müslümanları tahrik ederek olayların başlamasına sebep olmuştur. İhsan Fikri, olaylar sonunda bir ceza da almamıştır. Oğlu Cavit Oral yıllarca, CHP, DP ve AP sıralarına mebusluk hatta bakanlık görevlerinde bulunur.
1908’de Selanik’te başlayan bir askeri darbe ile yönetimi elegeçiren Talat, 1912’de yine bir askeri grup olan Halaskar-ı Zabitan tarafından ikinci kez iktidardan uzaklaştırılır. Tekrar iktidarı eline geçirmek için Talat bakanlar kurulunu basıp nazırlardan birinin öldürüldüğü meşhur Bab-ı Ali baskınını tezgahlayarak imparatorluğa el koyar. Artık ipler tamamen Cemiyet’in (Talat’ın) elindedir. O gün Talat’ın yönlendirciliğinde eli sılahlı, İmparatorluğa el koymak üzere Bab-ı Ali’nin önünde olanlar; Cemal, Enver, Kardeşi Nuri, amcası Halil ve Yakup Cemil aynı zamanda Ermeni Soykırımını gerçekleştiren kadro olması tesadüf değildir. O gün orada olanlar 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesiyle imparatorluğun çöküşüne kadar imparatorluğun kaderini elinde tutarlar.
1915 ‘te de, Talat mimar olarak Soykırımdan başka bir şey olmayan tehciri tezgahlayacak, diğerleri de uygulayacaklardır. Başvezir Talat, 2 Kasım sabahının erken saatlerinde bir Alman gemisiyle kaçırılır. Talat’ın İstanbul günleri sona erer. Talat, Almanya’dan da Kemalist harekete destek verir. Hareketin liderleriyle yazışmalarını sürdürür. Almanya’da da Ermenilere ilgisini esirgemez. Ermenistan Cumhuriyetine askeri harekat için Karabekir’i cesaretlendirir. Karabekir’e bir mektubunda; “Azizim Karabekir, eğer askeri hazırlıklarını tamamlamışsan taarruzunu başlat” demesi Ermenilerle ilgisini hala kesmediği anlaşılmaktadır.
0 notes
karspress · 2 months
Text
dünya Karslılar günü
Tumblr media
Dünya Karslılar günü
30 Ekim Dünya Karslılar Günü ne zaman ilan edilecek. Gazeteci Yazar; Mehmet Ali Arslan Konu hakkında açıklama yaptı.
Uzun senelerdir "Karslılarında özel bir günü olmalı 30 Ekim Dünya Karslılar günü ilan edilsin" diyen Gazeteci Yazar aynı zamanda imparator Gazetesi Genel yayın yönetmeni Mehmet Ali Arslan konu hakkında sosyal medya hesabından bir açıklama daha yaptı. Mehmet Ali Arslan'nın konu ile ilgili yaptığı paylaşımda şöyle dedi;
"Merhaba sevgili Arkadaşlar uzun senelerdir ilan edilmesi önerdiğim Dünya Karslılar günü bu sene veya önümüzdeki sene inşallah ilan edilecek ve karslı hemşehrileriminde özel bir günü olacak, bu konuda zaman zaman valilik Belediye STK dernek medya ve kars halkıyla görüşmelerim oluyor. Dünya Karslılar günü 30 Ekim olarak düşünüyoruz bu tarih aynı zamanda Karsın kurtuluş günüdür. Valilik, Belediye, STK temsilcileri ve kars halkı 30 Ekim 2024 veya 30 Ekim 2025 tarihlerinde ortakça bir karar alıp 30 Ekim Dünya Karslılar gününü resmi olarak ilan edilmeli. Bu konuda benimde çalışmalarım devam edecek"dedi.
0 notes
ozel-buro · 3 months
Text
FİLİSTİN SORUNU DOSYASI /// Armağan Kuloğlu : ATEŞ KES KARARI UYGULANABİLİR Mİ ???
Armağan Kuloğlu : ATEŞ KES KARARI UYGULANABİLİR Mİ ??? E-POSTA : oakuloglu Yeniçağ Gazetesi, 14 Haziran 2024 ABD, BMGK üyelerinin sunduğu Gazze’de ateşkes talep edilen birçok karar tasarısını veto etmiş, 31 Mayıs 2024’de ise, ilgili ülke ve başta BMGK olmak üzere ilgili uluslararası kurumlara kendisi Gazze için ateş kes teklifinde bulunmuş, bu teklif 10 Haziran 2024’de BMGK’da oylanmıştır. Karar…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
kamuilanlari · 6 months
Text
Hazine ve Maliye Bakanlığında Karar Değişti: Memur Maaşları Erken Ödenecek!
Hazine ve Maliye Bakanlığında Karar Değişti: Memur Maaşları Erken Ödenecek! Dün Hazine ve Maliye Bakanlığının memur maaşlarıyla ilgili yazısı basında yerini aldı. Karar değişti. Memur maaşları erken ödenecek. Başkatip Gazetesi memur maaşları için çeşitli kurumların Muhasebatlarıyla görüştü. Buna göre maaş güncelleme evraklarının 3 Nisan 2024 tarihine kadar gönderilmesi talep edildi.Dün basına sızan yazının her ay gönderildiği prosedür olduğu maaşları... Devamı ve Detaylar için https://www.kamuweb.com/kamu-haberleri/hazine-ve-maliye-bakanliginda-karar-degisti-memur-maaslari-erken-odenecek.html?feed_id=66594 memur alımı kamu personel alımı
0 notes
kamuweb · 6 months
Text
Hazine ve Maliye Bakanlığında Karar Değişti: Memur Maaşları Erken Ödenecek!
Hazine ve Maliye Bakanlığında Karar Değişti: Memur Maaşları Erken Ödenecek! Dün Hazine ve Maliye Bakanlığının memur maaşlarıyla ilgili yazısı basında yerini aldı. Karar değişti. Memur maaşları erken ödenecek. Başkatip Gazetesi memur maaşları için çeşitli kurumların Muhasebatlarıyla görüştü. Buna göre maaş güncelleme evraklarının 3 Nisan 2024 tarihine kadar gönderilmesi talep edildi.Dün basına sızan yazının her ay gönderildiği prosedür olduğu maaşları... Devamı ve Detaylar için https://www.kamuweb.com/kamu-haberleri/hazine-ve-maliye-bakanliginda-karar-degisti-memur-maaslari-erken-odenecek.html?feed_id=66593 memur alımı kamu personel alımı
0 notes
futbolpenceresi · 7 months
Text
TURKIYE CUKUR LIGI
Ahmet T. Kuru gönderiyi yeniden yayınladı Suat KINIKLIOĞLU @kinikli88 Kendimizi kandırmayalım. Biz bir ulus değiliz. Biz birarada yaşamak zorunda kalan ve herbiri kendi yaşam biçimi ve değerlerini diğerlerine - gerekirse zorla - empoze etmeye çalışan farklı kabilelerin mütemadiyen birbiri ile savaştığı tuhaf bir uğultuyuz. Çoğumuzun Türkçe konuşuyor olması bizi ulus yapmak için yeterli değil.
Kitlelerin Bilgeliği - Bkmkitap
Kitlelerin Bilgeliği en uygun fiyat, hızlı kargo ve kapıda ödeme seçenekleriyle bkmkitap.com’da. Kitlelerin Bilgeliği avantajlı fiyatlarıyla
2002 yazında, tüm İtalyan ulusuna karşı büyük bir suç işlenmişti. Ya da en azından milyonlarca İtalyan futbol taraftarı, ülkenin ulusal takımı alt sıralardaki bir takım olan Güney Kore tarafından Dünya Kupası'ndan elimine edilince, buna kesinlikle inandı. Kesin favori olan İtalyanlar, Korelilere karşı maçın başlarında bir gol kaydetmiş ve oyunun büyük bölümünde 1-0'lık skoru korumuşlardı. Ancak sonlarda yedikleri beraberlik golü ve uzatmada yedikleri bir golle kupa dışında kalmışlardı. İtalyanların performansı en insaflı yorumla orta karardı. Fakat takım, hakemin bir gollerini vermemesi dahil, hayli kötü birkaç kararının kurbanı olmuştu. Hakem başka türlü karar vermiş olsaydı, İtalya'nın kazanması olasıydı.
İtalyan taraftarlar tabii ki Byron Moreno adındaki Ekvatorlu hakemi sorumlu tuttular. Ne var ki, çarpıcı bir şekilde Moreno'yu yetersiz olmakla ki(öyleydi) değil, kasti davranmakla suçluyorlardı. Taraftarların zihninde, takımları salt kötü bir maç idaresinden çok daha netameli bir şeyin kurbanıydı; İtalyanlar -belki dünya futbolunu yöneten FIFA örgütü tarafından onların hakları olan zaferden mahrum bırakmak amacıyla tezgahlanan- küresel bir komploya yenik düşmüşlerdi. Moreno, komplonun gereğini yerine getirmiş, emirleri mükemmelen uygulamıştı.
Örneğin, Milano'nun günlük gazetesi Corriere della Sera, "hakemlerin ... tetikçi olarak kullanıldıkları" bir sistemi protesto ediyordu. La Gazetta dello Sport başyazısında "maç sonuçlarının önceden kararlaştırıldığı ve milyonlarca dolarlık pazarlıklar yapılan o yerlerde İtalya'nın esamesinin bile okunmadığını" söylüyordu. Hükümetin bir bakanı, "Sanki masaya oturup bizi tasfiye etmeye karar vermişler", diye beyanat vermişti. İtalyan takımının yıldızlarından Francesko Totti, "Bu arzuladıkları bir eliminasyondu. Kimin parmağı var, bilmem, beni aşan şeyler var, ama bizim saf dışı kalmamızı istediklerini hissediyorum." diyerek bu komplo kuşkusunu en iyi şekilde yansıtmıştı. Oyundan sonraki haftalarda İtalyan gazetelerinin tüm çabasına karşın) İtalyan karşıtı bir fitne ya da Moreno'nun satılmışlığı hakkında hiçbir kanıt ortaya çıkmadı. Ancak taraftarlar karanlık güçlerin İtalya'nın emellerini yıkmak için birleştikleri kanısından vazgeçmediler.
Dışarıdan bir gözlemciye, yolsuzluk suçlamaları çılgınca geliyordu. Dürüst hakemler her zaman kötü kararlar verirdi. Moreno'nun farklı olduğuna inanmak için ne gibi bir neden vardı ki? Oysa İtalyan futboluna aşina olan herhangi biri için, bu suçlamalar tamamen tahmin edilebilir bir tavırdı. Çünkü İtalyan futbolunda yolsuzluk olağan bir şeydir. Her yıl, İtalyan futbol sezonu her hafta ortaya atılan şike iddialarıyla gölgelenir zaten. Takımlar hep bazı hakemlerin satıldığını ileri sürüp, kendi maçlarına o hakemlerin atanmamasını isterler. Futbol hakemleri ön sayfa haberidir. Her Pazartesi gecesi, Biscardi'nin Mahkemesi adında bir TV programında iki buçuk saat boyunca hakem hataları masaya yatırılır ve hakemler taraf tutmakla suçlanır durur.
Bütün bunların İtalyan futbol maçları üzerindeki etkisi iyi değildir. Oyuncular dünyanın en iyileri arasında olmasına karşın, maçlar bol faullü, toptan çok hakemlerle oynayan futbolcuların itirazlarıyla ikide bir kesilen olaylardır. Yenilgi hiçbir zaman adil bir mücadelenin sonucu olarak kabullenilmez. Hatta zaferler bile, belki de masa başında kurulan tezgahların sonucu oldukları düşüncesiyle gölgelenir.
Peki, İtalyan futbolunun kolektif karar alma ve sorun çözmeyle ne ilgisi var? Şöyle: Bir futbol maçında takımlar birbirlerini yenmeye çalıştıklarında aralarında çıkar çelişkisi olsa da, ortak bir çıkarları da vardır. Oyunların zevk vermesi ve taraftarları stadyuma çekmesi. Maçlar ne kadar ilginç olursa, insanların statlara gelmesi o kadar olası, gişe hasılatı o kadar büyük, reytingler (TV'de izlenme oranı) ve dolayısıyla klüplerin karları ve oyuncuların maaşları da o kadar yüksek olur. O halde, iki futbol takımı birbiriyle oynarken sadece rekabet halinde değillerdir. En azından teorik olarak, birbirleriyle- ve hakemlerle birlikte- keyif veren bir oyun sergilemek için işbirliği yapmaktadırlar. İşte İtalyan takımlarının yapamadığı tam da budur. Her iki taraf da çabasının adilane bir şekilde ödüllendirileceğine emin olamadığından, oyuncular kendi çıkarlarını korumaya gereğinden fazla zaman harcarlar. Oyun kalitesini yükseltmek için harcanması daha yararlı olacak enerji, zaman ve dikkat, hakemleri yerden yere vurmaya, gözlemeye ve manipülasyon çabalarına gider. Manipülasyon kendi kendini besleyen bir süreçtir. Çoğu oyuncu dürüst davranmayı tercih etse bile, sadece suistimale davetiye çıkarmış olacaklarının farkındadırlar. Avrupa şampiyonu Ac milan'ın kanat oyuncusu Gennaro Gattuso'nun 2003 Ekim'inde söylediği gibi, "Sistem doğruyu söylemenizii ve kendiniz gibi davranmanızı engeller." Bu haliyle sistemden memnun olan yok gibiyse de, sistemi değiştirebilen de yoktur.
İtalyan futbolunun başaramadığı şey, bu kitapta bir işbirliği sorunu olarak adlandıracağım şeye iyi bir çözüm bulmaktır... Kaldırımlardaki karı küremek, vergi ödemek, çevre kirlenmesini azaltmak gibi şeyleri içeren işbirliği sorunlarını çözmek içinse, bir grubun ya da toplumun üyelerinden daha fazlası beklenir. Kısa vadede karını azamiye çıkarmanın gerektirdiği dar açılı öz-çıkar tanımından daha geniş bir tanımı benimsemek ve çevrelerindeki insanlara güvenebilmek zorundadırlar, zira güven yokluğunda, sadece kısa vadeli öz-çıkarlar için uğraşmak tek akıllıca strateji olur.
On sekizinci ve erken on dokuzuncu yüzyılda Britanya ekonomisinin hatırı sayılır bir bölümü, Quaker'ler diye bilinen bir dini mezhebin üyelerince yürütülüyordu... Başlangıçta Quaker mezhebinin başarısı, kendi aralarında ticaret yapmanın sağladığı yararlar üzerine inşa edilmişti... Quakerler kredi bulmak veya ticaret yapmak istediklerinde diğer mezhep üyeleri arasında kolaylıkla ortak bulabiliyorlardı. İnanç birliği birbirlerine güven duymalarını kolaylaştırıyor; Quaker mensubu bir tüccar okyanusun öbür kıyısına sevkiyat yaptığında, mallar Philadephia'ya ulaştıktan sonra parasının ödeneceğinden emin oluyordu.
Bu skandalların en azından bir yorumu; sapmalardan ibaret olmadıkları, insanların -açgözlülük, kinizm, bencillik gibi- en kötü içgüdülerine hitap eden bir sistemin yan ürünü oldukları yolundadır. Bu sav akla yakın gelmektedir, çünkü kapitalist söylemler çoğu kez aç gözlülüğün ve işçi çıkartırken gösterdiği efsanevi insafsızlıkla ünlü "Elektrikli Testere" lakaplı CEO Al Dunlap'ın "aşağılık işler" dediği şeyin erdemlerini sık sık vurgular. Ancak kapitalizmin bu yaygın imgesi gerçek haline çok az benzer. Aslında kapitalizmin evrimi yüzyıllar boyunca daha fazla güven ve saydamlık yönünde olmuş; kişinin sadece kendi çıkarlarını gözeten davranış tarzı yönünde olmamıştır.
***
Yeni Sanayi Devrimi
Dünyanın en bilinen giyim markaları ürünlerini Bangladeş’te yaptırıyor. Bu zorlu coğrafyada bugün 3500 tekstil fabrikası var. Dört milyon Ba
Gazete Duvar
Yeni Sanayi Devrimi
Sanayi Devrimi fabrikalarını tanımlayan üç unsur vardı: Günde 16 saate varan çalışma temposu, düşük ücret ve sağlıksız bir ortam. “İnsanlık dışı” dedim ama neticede fabrikalarda insanlar çalışıyordu; dolayısıyla insanın insanla bir araya geldiği her yerde olduğu gibi dayanışma da oradan doğdu. Sosyalizm, fabrikalarda ve daha da beter koşullara sahip madenlerde büyüdü ve serpildi. Bu da başka bir hikâye…
Dönelim Bangladeş’e... 
Bu zorlu coğrafyada bugün 3500 tekstil fabrikası var. Dört milyon Bangladeşli, neredeyse hiç ara vermeden bu fabrikalarda çalışıyor. Dünyanın en büyük, en bilinen, hepimizin her gün kullandığı kıyafet markaları için tişört, pantolon, şapka, çanta, ayakkabı, aklınıza ne gelirse onu dikiyorlar. Bangladeş, Çin’den sonra dünyanın en büyük tekstil ihracatçısı. 
Neden böyle bir dev Bangladeş? Çünkü ucuz. İşçilerin aldığı para 8300 Bangladeş takası. Bugünkü kurda 2148 Türk lirası ediyor. Az para. Çok az para. Bu alanda çok düşük ücretlerle tanınan Vietnam’ın, Kamboçya’nın da gerisindeler. En gerideler. Piramidin en altındalar. En üstte uzay turisti, onun altında petrol sermayesi, altında Silikon Vadisi, altında ne ürettiği bilinmeyen dev tüketimcisi, altında denizaşırı gezebileni, altında kendi kendine yeteni, altında kıt kanaat geçineni, altında şehir cangılında her şeye rağmen mücadele edeni, en altta da Sanayi Devrimi’ni yaşayan Bangladeşli işçi… Aşağı doğru orantısız büyüyen bir piramidin temsilcileri.  
İşte burasına kadar gelen bu temsilciler, kazandıkları ücretin insani bir seviyeye çıkabilmesi için günlerdir, haftalardır, aylardır mücadele ediyor. 2100 lira, 70 euro, 8300 taka. Hiç olur mu? Olmuyor. İşçiler sokaklara dökülüyor. Üzerlerine açılan ateşte öldürülüyorlar. 
***
Bu evrim, kapitalistler doğuştan iyi insanlar olduğu için meydana gelmemiştir. Güven duygusunun yararları -yani, güvenir ve güvenilir olmak- muazzam bir potansiyele sahip olduğundan ve başarılı bir piyasa sistemi insanlara bu yararları görmeyi öğrettiği için meydana gelmiştir.
İktisatçı Thomas Schelling'in söylediği gibi: "dürüst ve vicdanlı insanlardan oluşan bir toplumun ne kadar olağanüstü bir ekonomik varlık olduğunu anlamak için, azgelişmiş bir ülkede dış yardımları idare etmenin ya da orada bir iş kurmanın ne kadar hüsrana yol açtığını düşünmek yeter."
O güven ortamını kurmak, kapitalizm tarihinin merkezi bir parçası olmuştur. Orta çağda insanlar kendi etnik veya yerel gruplarına güveniyorlardı. Tarihçi Avner Greif, Mağribi olarak bilinen Faslı tacirlerin 11.yüzyılda ticari kuralları çiğneyenleri cezalandırmak için kolektif yaptırımlar sistemi yaratarak Akdeniz bölgesinde nasıl bir ticaret sistemi kurduklarını göstermiştir.
Reputation and Coalitions in Medieval Trade: Evidence on the Maghribi Traders
Reputation and Coalitions in Medieval Trade: Evidence on the Maghribi Traders
academia.edu
Türkler derin güven bunalımı yaşıyor
Ipsos araştırmasına göre Türkiye 30 ülke içinde insanların birbirine duyduğu güvende en dipteki 3 ülke arasında yer aldı. Türkiye’de insanla
sozcu.com.tr
Türkiye’de insanların sadece yüzde 14’ü çevresindeki insanları güvenilir buluyor.
İnsanların birbirine en çok güvendiği 3 ülke ise Çin, Hindistan ve Hollanda. Araştırma, tüketici güveni ve halkların mutluluğu ile güven arasında birebir korelasyon olduğunu da ortaya koydu. Ülke vatandaşlarında tüketici güveni ve mutluluk seviyesinin, diğer insanlara duyulan güven oranı ile kesişiminin ortaya koyulduğu her iki grafikte de en dipteki ülkenin Türkiye olması dikkat çekti.
edisciplinas.usp.br
DOUGLASS C. NORTH Transaction Costs, Institutions, and Economic Performance Institutions and the way they evolve shape economic performance. Together with the technology employed, they, determine the cost of transacting and producing. Institutions are the rules of the game in a society; more formally, they are the humanly devised constraints that shape human interaction. In consequence they structure incentives in exchange, whether political, social, or economic. Because Western neoclassical economic theory fails to take account of institutions, it is of little help in analyzing the underlying sources of economic perfor mance. It is no exaggeration to say that although neoclassical theory is focused on the operation of efficient markets, few Western economists understand the institutional requirements essential to the creation of such markets; they simply take institutions for granted.
Kurumlar ve onların gelişme biçimleri ekonomik performansı şekillendirir. Kullanılan teknolojiyle birlikte işlem yapma ve üretim maliyetlerini de belirlerler. Kurumlar bir toplumdaki oyunun kurallarıdır; daha formal olarak bunlar insan tarafından tasarlanmış, insanlar arası etkileşimleri şekillendiren kısıtlamalardır. Sonuç olarak, ister politik, ister sosyal, ister ekonomik olsun, değişim karşılığındaki teşvikleri yapılandırırlar. Çünkü Batı Neoklasik iktisat teorisi kurumları dikkate almada başarısız olduğundan, ekonomik performansın altında yatan nedenleri analiz etmede pek yardımcı olmaz. Neoklasik teori etkin piyasaların işleyişine odaklanmış olsa da, çok az sayıda Batılı iktisatçının bu tür piyasaların yaratılması için gerekli olan kurumsal gereklilikleri anladığını söylemek abartı olmaz; onlar kurumları veri olarak kabul ederler. The Analytical Framework Transaction costs. It was Ronald Coase who pointed out that the neoclassical results of efficient markets obtain only in the absence of transaction costs. When transaction costs are significant, then institutions matter. A set of political and economic institutions that provide low-cost transacting makes possible the efficient factor and product markets underlying economic growth. What determines how costly it is to transact? One can think of transaction costs as all those costs incurred in operating an economic system.
İşlem maliyetleri. Neoklasik iktisattaki etkin piyasaların sonuçlarının ancak işlem maliyetlerinin yokluğunda elde edildiğine dikkat çeken kişi Ronald Coase idi. İşlem maliyetleri önemli olduğunda kurumlar önemlidir. Düşük maliyetle işlem yapmayı sağlayan bir dizi politik ve ekonomik kurum, ekonomik büyümenin altında yatan verimli faktör ve ürün piyasalarını mümkün kılar. İşlem yapmanın ne kadar maliyetli olacağını ne belirler? İşlem maliyetleri, bir ekonomik sistemin işletilmesinde ortaya çıkan tüm maliyetler olarak düşünülebilir.
İşlem maliyetlerinden önemliler söyle sıralanabilir:[1]
Araştırma ve bilgi alma maliyetleri: İstenilen mal veya hizmetin pazarlarda bulunup bulunmadığı, piyasa araştırması, bildirilen kalitelerin karşılaştılması, teklif edilen en düşük fiyatı bulma, o fiyatı açıklayan satıcının ünü vb.
Pazarlık etme ve karara varma maliyetleri: İki parti arasındaki kabul edilecek bir takas olması için yapılan müzakerelerin maliyeti, kontratın hazırlanma ve değişme maliyeti vb. Oyun teorisinde bu maliyetler özellikle kim daha önce korkup karara varacak oyunu (İngilizcesi: "game of chicken") için incelenmeleri gereklidir. Taşınmaz mallar piyasalarında ve piyasaların içsel bünyelerinin incelenmesinde bu maliyetler teklif fiyatı ile sorgu fiyatı arasındaki farkın fonksiyonudur.
Gözetme ve uygulatma maliyetleri: Bu maliyetler her iki tarafın da kontrat şartlarını kontratta bildirilenin aynıyla uygulamalarını sağlamak için yüklendikleri maliyetleridir. Örneğin malın tesliminden sonra kalite kontrolü. Eğer iki taraftan biri bu kontrata uyulmadığını iddia ederse bu iddianın doğru olup olmadığının kontrol maliyetleri ve uyulmaması halinde şartlara uymak için yeniden yüklenilen masraflar veya uyulmadığı açığa ortaya çıkarsa (gerekirse devlet adalet sistemini kullanarak) gereken yaptırım ve ceza maliyetleri.
Under the neoclassical behavioral assumption of wealth maximization, these three variables alone determine the cost of exchange; that is, individuals would maximize at every margin (if cheating pays, one cheats; it loafing on the job is possible. one loafs; if one could with impunity burn down a competitor, one would do so). Refahın maksimizasyonuna ilişkin neoklasik davranışsal varsayıma göre, bu üç değişken tek başına değişimin maliyetini belirler; yani, bireyler karlarını maksimize etmek için sineğin yağını çıkarırlar (eğer hile işe yarıyorsa, kişi hile yapar; işte aylaklık yapmak mümkünse yapar; eğer kişi cezasız bir şekilde rakibini yok edebiliyorsa, yok eder)
The way an economic system is organized determines the distribution of the benefits. Therefore it is in the interest of participants to organize the system so that it will benefit them, but in doing so there is no assurance that the resulting institutional structure will result in economic growth. It may result, and typically throughout history has resulted, in economies with high transaction (and production) costs that have prevented economic growth.
Ekonomik sistemin örgütlenme şekli faydaların dağılımını belirler. Bu nedenle sistemi kendilerine fayda sağlayacak şekilde organize etmek katılımcıların çıkarınadır, ancak bunu yaparken ortaya çıkan kurumsal yapının ekonomik büyümeye yol açacağına dair hiçbir güvence yoktur. Bu, ekonomik büyümeyi engelleyen yüksek işlem (ve üretim) maliyetlerine sahip ekonomilerle sonuçlanabilir ve tipik olarak tarih boyunca sonuçlanmıştır.
Ideology, consisting of the subjective "models" individuals possess to explain and evaluate the world around them, not only plays an essential role in political choices but also is a key to individual choices that affect economic performance.
Bireylerin sahip olduğu öznel “modellerden” oluşan ve çevrelerindeki dünyayı açıklamak ve değerlendirmek için kullandıkları ideoloji sadece siyasi tercihlerde önemli bir rol oynamaz, aynı zamanda ekonomik performansı etkileyen bireysel tercihleri de belirleyen bir anahtardır.
Efficient markets are a consequence of institutions that provide low-cost measurement and enforcement of contracts at a particular moment, but I am interested in markets with such characteristics over time.
Institutions consist of formal rules, informal constraints (norms of behavior, conventions, and self-imposed codes of conduct), and the enforcement characteristics of both. In short, they consist of the structure that humans impose cn their dealings with each other.
Etkin piyasalar belli bir andaki sözleşmelerin düşük maliyetli ölçümü ve uygulanmasını sağlayan kurumların sonucu olarak ortaya çıkar. Fakat şu anda bu tür özelliklere zaman içinde sahip olan pazarlarla ilgileniyorum. Kurumlar formel kurallar, informel kısıtlamalar (davranışlara ait normlar, gelenekler ve kendi kendine dayatılan ahlak kuralları) ve her ikisinin de zorlayıcı özelliklerinden oluşur. Kısacası insanların birbirleriyle ilişkilerinde dayattığı yapıdan oluşur.
Hırsızlar Mağarası Deneyi: Sineklerin Tanrısı Ve Survivor'a İlham Veren Araştırma
Hırsızlar Mağarası deneyi 1954 yazında Oklahoma’nın San Bois dağı eteklerinde 200 dönümlük bir kamp alanında gerçekleştirildi.
Matematiksel
Bir kişi size siz kimsiniz diye sorar ise bunu muhtemelen kimlik sorgulaması olarak düşünür ve kendiniz ile ilgili kayıtlı bilgileri sıralarsınız. Ancak aslında bizi biz yapan bir de sosyal kimliklerimiz vardır. Bu kimlikler ise ait olduğumuz gruplar çerçevesinde şekillenir.
Örneğin, belirli bir spor takımının büyük bir hayranı iseniz ya da mezun olduğunuz okula dair bir sosyal oluşum içinde iseniz farklı kimlikler geliştirirsiniz. Bir zaman sonra da kendinizi bu grup kimliğiniz ile özdeşleştirmeye başlarsınız.
Bu size önemsiz hatta keyifli bir durum gibi gelecektir. Ancak ne yazık ki bu sosyal kimlikler ayrımcılığın ve önyargının başlangıç noktasıdır. Kendimiz hakkında iyi hissetmenin bir parçası, ait olduğumuz gruplar hakkında iyi hissetme arzumuzdur.
Orta çağda insanlar kendi etnik veya yerel gruplarına güveniyorlardı.
Ipsos araştırmasına göre Türkiye 30 ülke içinde insanların birbirine duyduğu güvende en dipteki 3 ülke arasında yer aldı. Türkiye’de insanların sadece yüzde 14’ü çevresindeki insanları güvenilir buluyor.
Refahın maksimizasyonuna ilişkin neoklasik davranışsal varsayıma göre, bu üç değişken tek başına değişimin maliyetini belirler; yani, bireyler karlarını maksimize etmek için sineğin yağını çıkarırlar (eğer hile işe yarıyorsa, kişi hile yapar; işte aylaklık yapmak mümkünse yapar; eğer kişi cezasız bir şekilde rakibini yok edebiliyorsa, yok eder)
Madımak katliamının ardından hangi gazete ne yazmıştı?
İşte 2 Temmuz 1993'te Madımak Oteli'nin yakılmasının ardından gazeteler...
T24
Hürriyet: Sivas'ta 'Aziz Nesin' isyanı
Çorum'un tanıkları 'Katliam'ı anlattı
12 Eylül askeri darbesiyle ilgili soruşturma kapsamında, Çorum katliamı sırasında kentte valilik yapan Rafet Üçelli'nin ifadesine başvuruldu
cumhuriyet.com.tr
Alevilerin oturduğu Milönü Mahallesi ablukaya alındı. Olaylar 30 Haziran’a kadar sürdü ve tam yatıştığı düşünülürken, 4 Temmuz’da “Komünistler Alaattin Camisi’ne bomba attı” şayiası ile ikinci kıyım dalgası başladı. Polisin de taraflı davrandığı olaylarda 57 yurttaş öldü.
Maraş Katliamı ne zaman oldu? Maraş Katliamı'nda kaç kişi öldü? Maraş olayları neden çıktı?
Maraş Katliamı'nın üzerinden 45. yıl geçti
cumhuriyet.com.tr
Maraş Katliamı’nı başlatan olay, 19 Aralık’ta Çiçek Sineması’nda “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösterimi sırasında patlayan bir ses bombası oldu. Ülkücülerin izlediği film sırasında yaşanan patlama sonrası dışarı çıkanlar, “Solcular sinemayı bombaladı” söylentisiyle CHP il binası ve solcuların ev ve işyerlerine saldırdı.
19-26 Aralık 1978’de Alevi yurttaşlara yönelik gerçekleşen katliamda 111 kişi yaşamını yitirirken, yüzlerce kişi yaralandı. Olayın tanıklarına göre katliamda 500’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği öne sürüldü.
Fatih Tezcan@fatihtezcan Öcalan’la röportaj yapan sen, Başörtülü öğrencilere Fahişe diyen sen, sen kime şerefsiz diyorsun lan? @fatihaltayli
uzi el chavo@Hayatsizimcano fahişe wanda izleyin gsli or evlatları
Özgür Özel’in kirli siyaseti tepki çekiyor! CHP oy uğruna PKK'nın safında - Yeni Akit
Yaklaşan yerel seçimler öncesi aradığı ittifak zeminini bulamayan ve ümidini terör örgütü PKK’nın siyasi kanadı DEM Parti’den gelecek oylara
yeniakit.com.tr
İsmail Arı@ismailari_ İktidarın yerel seçim stratejisi belli. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaptıkları gibi yapacaklar hatta vites yükseltecekler. Gelecek 3 ay boyunca CHP'ye ve adaylarına terörist diyecekler...
Levent Gültekin @acikcenk PKK’yı kontrol eden güçle ülke siyasetini dizayn eden güç aynı, o yüzden her seçim öncesi şehit sayısı artıyor Nasıl mı? Anlattım
metin cihan@metcihan
israil'in çelik ihtiyacını müsiad (içdaş) karşılıyor. israil ordusunun tedarikçisi (termal içlik götüren) zim shipping'i malezya yasakladı, yemen bombalıyor, müsiad ağırlıyor. israil'in çöpünü doğaya salan adanus plastik de müsiad yöneticisi. müsiad filistin mitingi düzenliyor. metin cihan metcihan dördü de müsiad şirketi *birincisi dünyada israil'e en çok çelik gönderen firma (çanakkale) *ikincisi dünyada israil'e en çok kablo gönderen firma (denizli) *üçüncüsünün rekoru yok inşaat malzemesi yolluyor (malatya) *sonuncusu israil'in çöpünü alıp suya toprağa salıyor (adana)
Murat AĞIREL @muratagirel
CHP 2.Bölge Milletvekili adayı Bülent Ütebay , CHP hakkında sahte broşür dağıtan kişilere suç üstü yapmış ve Polis nezaretinde suçunu itiraf ettirmiş. El broşürlerini dağıtan kişi Esenler TÜGVA ilçe temsilcisi ,Esenler Belediyesi çalışanı Şeref Yumurtacı broşürleri dağıttığını videoda da kabul ediyor.
https://www.birgun.net/haber/benim-oglum-yuzme-bilmez-ki-sozleriyle-taninan-anne-ayse-gokce-yasamini-yitirdi-493485 Karaman'ın Ermenek ilçesinde 9 yıl önce su basan maden ocağında hayatını kaybeden oğlu Tezcan Gökçe'nin arama çalışmalarında "Benim oğlum suda yüzme bilmez ki" sözleriyle tanınan 82 yaşındaki Ayşe Gökçe hayatını kaybetti. ÖMÜR evrenin en kıymetli ve paha biçilemez HAZİNESİDİR. Kabaca Anlamlı Hayat Seviyesi*Ömür Uzunluğuna denk olan ANLAMLI HAYAT büyüklüğünü AZAMİLEŞTİRMEK her bireyin, her insanın, her canlının HAKKIDIR. Bir gruba ya da bireye, türe ÖNCELİK VERMEK, AYRICALIK TANIMAK diğerlerinin HAKKINI YEMEK demektir.
https://www.diken.com.tr/hicbiri-gercek-musluman-degilse-gercegi-nerede/ Bir Müslüman, yalan söylemez. Yalanın, karşısındakini aldatmak ve aldatmanın bir ‘hak’ sorunu olduğunu bilir. Kul hakkıyla gitmek istemez, huzura.
Dolayısıyla bir Müslüman, hak yemez. Başkasının hakkına tecavüz etmez. Yaşamının her anında, her alanında. En önemsiz görünen yerde dahi. En basit, en düşünülmeyen yerde. Örneğin kırmızı ışıkta. Yalnızca bir kural olduğu için değil, aynı zamanda, bekleyen diğer araç sürücülerinin hakkını gözetmek zorunda olduğunu düşündüğü için, bekler.
Herhangi bir ‘kuyruk’ta, öne geçmeye çalışmaz ki diğerinin, çok önem verdiği ‘kötü’ bakış ve düşüncesiyle karşılaşmasın. Adil olsun. Adalet duygusunun kendisine verdiği değer nedeniyle, adil olmayı ister. Bir gün bana da gerekir çıkarcılığıyla koşmaz, adalet peşinde.
Adaletsizlikle karşılaştığında da, yine, inatla doğru olanı, doğru bildiğini savunur. İlkesini savunurken, ‘Ne derler?’ kaygısı gütmez çünkü. Kimin ne dediğiyle değil, zedelenecek çıkarını kolladığından değil, ‘hak’ duygusunu yitirmemek için, davranır.
#Youtube
0 notes
haytaogluyunus · 7 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 26 ŞUBAT(1994)
OSMANCIK, KÜÇÜK AĞA, ROMANLARIN YAZARI
TARIK BUĞRA'NIN ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ.
HAYATIMDA ESERLERİ İLE ÖNEMLİ YERİ OLAN BÜYÜK EDEBİYATÇI YAZAR TARIK BUĞRA'YI RAHMETLE ANIYORUM.
ESERLERİNİN TÜRK OKUNMASI DİLEĞİ İLE..
TARIK BUĞRA 1918'de Akşehir'de doğdu. Babası, Akşehir'de Ağır Ceza Reisi olarak bulunan Erzurumlu Mehmet Nazım Bey, annesi Akşehir Nazike Hanım idi. Çocukluğunun geçtiği Akşehir de , sanat yaşamına nüfuz etti ve eserlerinin çoğunda mekân olarak bu şehri tercih etti.
İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. Ortaokulda Rıfkı Melül Meriç'in öğrenicisi oldu. 1933’de ortaokulu bitirdikten sonra yatılı öğrenci olarak İstanbul Lisesi'ne devam etti. İstanbul Lisesi’nde Hakkı Süha Gezgin'in, Pertev Naili Boratav'ın öğrencisi oldu. Yazar olmaya onuncu sınıfta karar verdi. “Tarık Nazım” takma ismiyle hikâye ve şiirler yazmaya başladı. Okulun yatılı kısmı kapanınca Konya Lisesi'ne geçti ve 1936'da mezun oldu.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde iki yıl okuduktan sonra Hukuk Fakültesi'ne geçti.bir Parasızlık nedeniyle zor bir öğrencilik dönemi geçirdi ve üç yıl sonra mezun olamadan bu okuldan da ayrıldı.
1942-1945 yılları arasındaki üç yıllık askerlik görevi sırasında devlet memurlarının bıyıklarını kesme kuralını ihlal ettiği için on bir sürgün yaşadı. İlk piyeslerini ve ilk romanını askerliği sırasında yazdı. İlk eseri, “Akümülatörlü Radyo” adlı piyes idi. Şehir Tiyatroları tarafından eser çevrilince onu roman haline getirmiş; böylece ilk romanı “Yalnızlar” ortaya çıkmıştı.
Askerliği bittikten sonra İstanbul'a döndü ve 1947'de Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Burada Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan'ın öğrencisi oldu. Bir yandan da Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavinliğinde bulundu. 1948'de yazdığı “Oğlumuz” adlı hikâyesi Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada ikincilik ödülüne layık görüldü. Bu ödül ona edebiyat ve basın dünyasının kapılarını araladı. 1949'da ilk kitabı olan ve içinde 13 öykü bulunan “Oğlumuz”'u yayımladı. Çınaraltı dergisini çıkaran Yusuf Ziya Ortaç, kendisine dergiye katılmasını, “Sanat Hareketleri” başlıklı sütunda her hafta bir öykü yazmasını önerdi Dergiye gönderdiği ilk hikâye, “Havuçlu Pilav Meselesi” başlıklı hikâyesi oldu. Basın dünyasından da iş teklifleri alan yazar, bu teklifler sayesinde basın hayatına atılmak için cesaret buldu ve Edebiyat Fakültesi’nden mezuniyet tezini vermeden ayrıldı.
1949-1952 arasında babası ile birlikte Akşehir’de babası Erzurumlu Mehmet Nâzım Bey’le birlikte “Nasreddin Hoca” gazetesini çıkardı. 1950'de Jale Baysal ile evlendi, on sekiz yıl sonra boşanma ile sonlanan bu evlilikten 1951’de kızları Ayşe dünyaya geldi. 1952'de babasını kaybeden Buğra, gazeteyi elden çıkardı ve İstanbul'a döndü. Aynı yıl, ikinci hikâye kitabı “Yarın Diye Bir Şey Yoktur” yayımlandı.
1952-1956 arasında Milliyet Vatan, Yeni İstanbul gibi gazetelerde edebiyat tenkitleri ve denemeler yazdı. Gazeteciliğinin bu ilk yıllarında Abdi İpekçi, Reşat Ekrem Koçu ve Peyami Safa ile çalışma imkanı bulduğu bilinmektedir. Bu arada üçüncü öykü kitabı İki Uyku Arasında (1954)'yı yayımlayan Buğra, 1955'te Siyah Kehribar ile romana geçti. Dönemin faşist İtalya'sında geçen romanın pek çok eleştirmen tarafından hoş görülmedi ve yazar bir bekleme dönemine girerek uzun süre tekrar roman yayımlamadı.
Gazetecilik yaşamı 1956-1957 yıllarında Vatan ve Yenigün gazetelerinde yayın müdürlüğü yaparak devam etti. 1958'de Milliyet Gazetesi spor sayfası sorumluluğu yapan Buğra, aynı yıl Tercüman ve Yeni İstanbul gazetelerinde de yazarlık görevini sürdürdü. 1959'da önce Tercüman'ın, ardından Yeni İstanbul'un, ardından “Türkiye Spor” isimli günlük spor gazetesinin yayın müdürlüğünü yaptı. 1962 yılında “Yol” adlı haftalık derginin yayın müdürlüğünü yaptı. Bu arada Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen Küçük Ağa romanını hazırladı.
Ankara'da Milli Kütüphane önündeki Tarık Buğra heykeli
Küçük Ağa 1963 yılında Yeni İstanbul'da tefrika edildi ve 1964'te kitap olarak yayımlandı. Çok olumlu tepkiler alan roman, Mehmet Kaplan tarafından mezuniyet tezi olarak kabul edilmiş ve böylece yazar, Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsü'nden diploma almıştır. Küçük Ağa'nın ardından Buğra dördüncü öykü kitabı Hikâyeler (1964)'i, Küçük Ağa'nın devamı olan “Küçük Ağa Ankara'da” (1967)'yı ve ardından "Komik-i şehir” Naşit'in hayatından yola çıkarak yazdığı İbiş'in Rüyası(1970)'nı yayımladı. İbiş'in Rüyası, 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda başarı ödülüne değer bulundu.
Buğra, 1970-1976 arasında Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı ve sanat sayfaları düzenleme işini sürdürdü. 1976'da Tercüman Gazetesi]]'ndeki işinden ayrıldı ve zamanını bütünüyle edebiyata verdi. Firavun İmanı (1976), Dönemeçte' (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981) adlı dönem romanlarını yayımladı. Bu romanlarda Cumnuriyet'in çeşitli evrelerini, demokrasiye geçiş sürecindeki çalkantıları konu edindi. Devlet Tiyatroları'nda Edebi Kurul Başkanlığı'nda Edebi Kurul üyeliği yaptı. 8 Eylül 1977'de hikâye yazarı Hatice Bilen ile ikinci evliliğini yaptı.
Yazarın Ayakta Durmak İstiyorum (1966) ve Üç Oyun (1981) adlarıyla kitaplaştırdığı piyeslerinin hemen hepsi sahnelendi, romanları TV dizisi haline getirildi. Fıkralarından seçmeleri Gençlik Türküsü (1964), gezi notlarını Gagaringrad (1962), dil ve edebiyat üzerine yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı (1979), denemelerini Bu Çağın Adı (1979) başlıklarıyla yayımladı. Yazarın ayrıca Sakıp Sabancı'nın hayatını anlattığı “Patron” isimli bir piyesi, yarım bıraktığı “Mimar Sinan” senaryosu ile Mehmed Akif'in hayatını ele aldığı bir romanı da mevcuttur.
Buğra Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık'la (1985) Milli Kültür Vakfı Edebiyat Armağanı’nı, “Yağmur Beklerken” romanı 1989 Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'nü aldı. 1991'de Devlet Sanatçısı unvanını aldı.
1993'teki ani rahatsızlığının ardından kanser teşhisi konan Buğra, tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 26 Şubat 1994'te hayatını kaybetti. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.
1999-2000 öğrenim döneminde İstanbul'un Pendik ilçesinde açılan bir liseye “Tarık Buğra” adı verilmiş;2002’de Akşehir merkez Ortaokulu’nun adı "Akşehir Tarık Buğra İlköğretim okulu" olarak değiştirilmiş ve 2004 yılında Akşehir'e bir Tarık Buğra heykeli dikilmiştir. Ayrıca Ankara’da Milli Kütüphane önünde bir heykeli bulunur.
Eserleri
Hikâye
Oğlumuz (1949)
Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952)
İki Uyku Arasında (1954)
Hikâyeler (1964, yeni ilavelerle 1969)
Tiyatro
Ayakta Durmak İstiyorum
Akümülatörlü Radyo
Yüzlerce Çiçek Birden Açtı – 1979)
Gezi Yazıları
Gagaringrad (Moskova Notları) (1962)
Fıkra ve Deneme
Gençlik Türküsü (1964)
Düşman Kazanmak Sanatı (1979)
Politika Dışı (1992).
Bu Çağın Adı (1990)
Roman[değiştir
Siyah Kehribar (1955)
Küçük Ağa (1954)
Küçük Ağa Ankara da (1966)
İbiş'in Rüyası (1970)
Firavun İmanı (1976)
Gençliğim Eyvah (1979)
Dönemeçte (1980)[6]
Yalnızlar (1981)
Yağmur Beklerken (1981)
Osmancık (1973)
Dünyanın En Pis Sokağı (1989)
Senaryo ve oyunu
Sıfırdan Doruğa-Patron (1994)
1 note · View note
gamerbulten · 8 months
Link
Bill Murray, Ant-Man 3'te görüneceğini açıkladı Bill Murray, MCU'daki ilk çıkışını Ant-...
0 notes
morkedisblog · 8 months
Text
Amazon🔗İlkses gazetesi🔗Pinterest✔ Hollywood'ın senaryo gereği uzaya gönderdiği ilk Türk rahmetli aktör Muzaffer Tema beyefendidir (film olduğunun farkındayım film seti tabiiki de uzay değil)bana çok karizmatik gelir artık kendi ırkım Çerkez kökenli olmasından mı bilemem?1960 yapımı bilimkurgu ben pek beğenmem filmi ama dönemine göre iyi bir çalışma sayılır Usalı senaristler uzaya gidebilecek 12 ülke düşünmüşler bu Türkler de gider deyip Tema'ya doktor-Selim Hamid rolünü vermişler o isimden belli cıa'nin başımıza Osmanlıcılık diye bir belâ öreceği padişah isimleri neyse kendi teknolojimiz ve üretimimizle gidemedik 55 milyon dolar ödeyip uzaya turist gönderdik belki de bu bir özürdü Alper Gezeravcı'ya zira fetöcülük komplosuyla ordudan atıldı iftiraya kurban gitti direndi savaş verdi temize çıktı insanın kaderinde yazılı olanı hiçbir güç değiştiremez daha doğmadan alnına"UZAYA GİDECEK İLK TÜRK"yazısı kazınmış ve uzayda ilk sözleri ATATÜRKTEN ALINTI OLDU "İSTİKBÂL GÖKLERDEDİR" Gezeravcıyı İran asıllı Kürt kökenli astronota karşılattılar tesadüf demeyin cıa her taşın altından çıkar bunu nasıl okuyalım bölgede Usa;Türkiye ve İran üzerinden bir Kürt devleti mi kurduracak yoksa diğer astronotların kökenlerine bakıp mı karar verelim Danimarka/Rus/Usa/İtalyan/İsveç/İspanyol/Japon diğeri neydi işte yeni saçma bir dünya düzeni peşindeler mi? Tamam biliyorum Hindistan/Çin vs gittiler uzaya da ben şimdiki düzenden yola çıktım neyse arap yok Gezeravcı Yörük yani tam Anadolu Türkü bunu cıa'nin siyasal İslâm projesinden vazgeçtiği (fos çıktı ) artık deliktekileri mi çıkaracağı deliğe mi iteceği sorusuyla kafam doldu yoksa bu Türklerden kurtulamayacağız turist de olsa her yere gelecekler rol verelim geçmişine yandıklarıma mı dediler?????????(!!!!!!!!!!!)
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
instagram
0 notes
benimpencerelerim · 9 months
Text
TURKIYE CUKUR LIGI
Ahmet T. Kuru gönderiyi yeniden yayınladı Suat KINIKLIOĞLU @kinikli88 Kendimizi kandırmayalım. Biz bir ulus değiliz. Biz birarada yaşamak zorunda kalan ve herbiri kendi yaşam biçimi ve değerlerini diğerlerine - gerekirse zorla - empoze etmeye çalışan farklı kabilelerin mütemadiyen birbiri ile savaştığı tuhaf bir uğultuyuz. Çoğumuzun Türkçe konuşuyor olması bizi ulus yapmak için yeterli değil.
2002 yazında, tüm İtalyan ulusuna karşı büyük bir suç işlenmişti. Ya da en azından milyonlarca İtalyan futbol taraftarı, ülkenin ulusal takımı alt sıralardaki bir takım olan Güney Kore tarafından Dünya Kupası'ndan elimine edilince, buna kesinlikle inandı. Kesin favori olan İtalyanlar, Korelilere karşı maçın başlarında bir gol kaydetmiş ve oyunun büyük bölümünde 1-0'lık skoru korumuşlardı. Ancak sonlarda yedikleri beraberlik golü ve uzatmada yedikleri bir golle kupa dışında kalmışlardı. İtalyanların performansı en insaflı yorumla orta karardı. Fakat takım, hakemin bir gollerini vermemesi dahil, hayli kötü birkaç kararının kurbanı olmuştu. Hakem başka türlü karar vermiş olsaydı, İtalya'nın kazanması olasıydı.
İtalyan taraftarlar tabii ki Byron Moreno adındaki Ekvatorlu hakemi sorumlu tuttular. Ne var ki, çarpıcı bir şekilde Moreno'yu yetersiz olmakla ki(öyleydi) değil, kasti davranmakla suçluyorlardı. Taraftarların zihninde, takımları salt kötü bir maç idaresinden çok daha netameli bir şeyin kurbanıydı; İtalyanlar -belki dünya futbolunu yöneten FIFA örgütü tarafından onların hakları olan zaferden mahrum bırakmak amacıyla tezgahlanan- küresel bir komploya yenik düşmüşlerdi. Moreno, komplonun gereğini yerine getirmiş, emirleri mükemmelen uygulamıştı.
Örneğin, Milano'nun günlük gazetesi Corriere della Sera, "hakemlerin ... tetikçi olarak kullanıldıkları" bir sistemi protesto ediyordu. La Gazetta dello Sport başyazısında "maç sonuçlarının önceden kararlaştırıldığı ve milyonlarca dolarlık pazarlıklar yapılan o yerlerde İtalya'nın esamesinin bile okunmadığını" söylüyordu. Hükümetin bir bakanı, "Sanki masaya oturup bizi tasfiye etmeye karar vermişler", diye beyanat vermişti. İtalyan takımının yıldızlarından Francesko Totti, "Bu arzuladıkları bir eliminasyondu. Kimin parmağı var, bilmem, beni aşan şeyler var, ama bizim saf dışı kalmamızı istediklerini hissediyorum." diyerek bu komplo kuşkusunu en iyi şekilde yansıtmıştı. Oyundan sonraki haftalarda İtalyan gazetelerinin tüm çabasına karşın) İtalyan karşıtı bir fitne ya da Moreno'nun satılmışlığı hakkında hiçbir kanıt ortaya çıkmadı. Ancak taraftarlar karanlık güçlerin İtalya'nın emellerini yıkmak için birleştikleri kanısından vazgeçmediler.
Dışarıdan bir gözlemciye, yolsuzluk suçlamaları çılgınca geliyordu. Dürüst hakemler her zaman kötü kararlar verirdi. Moreno'nun farklı olduğuna inanmak için ne gibi bir neden vardı ki? Oysa İtalyan futboluna aşina olan herhangi biri için, bu suçlamalar tamamen tahmin edilebilir bir tavırdı. Çünkü İtalyan futbolunda yolsuzluk olağan bir şeydir. Her yıl, İtalyan futbol sezonu her hafta ortaya atılan şike iddialarıyla gölgelenir zaten. Takımlar hep bazı hakemlerin satıldığını ileri sürüp, kendi maçlarına o hakemlerin atanmamasını isterler. Futbol hakemleri ön sayfa haberidir. Her Pazartesi gecesi, Biscardi'nin Mahkemesi adında bir TV programında iki buçuk saat boyunca hakem hataları masaya yatırılır ve hakemler taraf tutmakla suçlanır durur.
Bütün bunların İtalyan futbol maçları üzerindeki etkisi iyi değildir. Oyuncular dünyanın en iyileri arasında olmasına karşın, maçlar bol faullü, toptan çok hakemlerle oynayan futbolcuların itirazlarıyla ikide bir kesilen olaylardır. Yenilgi hiçbir zaman adil bir mücadelenin sonucu olarak kabullenilmez. Hatta zaferler bile, belki de masa başında kurulan tezgahların sonucu oldukları düşüncesiyle gölgelenir.
Peki, İtalyan futbolunun kolektif karar alma ve sorun çözmeyle ne ilgisi var? Şöyle: Bir futbol maçında takımlar birbirlerini yenmeye çalıştıklarında aralarında çıkar çelişkisi olsa da, ortak bir çıkarları da vardır. Oyunların zevk vermesi ve taraftarları stadyuma çekmesi. Maçlar ne kadar ilginç olursa, insanların statlara gelmesi o kadar olası, gişe hasılatı o kadar büyük, reytingler (TV'de izlenme oranı) ve dolayısıyla klüplerin karları ve oyuncuların maaşları da o kadar yüksek olur. O halde, iki futbol takımı birbiriyle oynarken sadece rekabet halinde değillerdir. En azından teorik olarak, birbirleriyle- ve hakemlerle birlikte- keyif veren bir oyun sergilemek için işbirliği yapmaktadırlar. İşte İtalyan takımlarının yapamadığı tam da budur. Her iki taraf da çabasının adilane bir şekilde ödüllendirileceğine emin olamadığından, oyuncular kendi çıkarlarını korumaya gereğinden fazla zaman harcarlar. Oyun kalitesini yükseltmek için harcanması daha yararlı olacak enerji, zaman ve dikkat, hakemleri yerden yere vurmaya, gözlemeye ve manipülasyon çabalarına gider. Manipülasyon kendi kendini besleyen bir süreçtir. Çoğu oyuncu dürüst davranmayı tercih etse bile, sadece suistimale davetiye çıkarmış olacaklarının farkındadırlar. Avrupa şampiyonu Ac milan'ın kanat oyuncusu Gennaro Gattuso'nun 2003 Ekim'inde söylediği gibi, "Sistem doğruyu söylemenizii ve kendiniz gibi davranmanızı engeller." Bu haliyle sistemden memnun olan yok gibiyse de, sistemi değiştirebilen de yoktur.
İtalyan futbolunun başaramadığı şey, bu kitapta bir işbirliği sorunu olarak adlandıracağım şeye iyi bir çözüm bulmaktır... Kaldırımlardaki karı küremek, vergi ödemek, çevre kirlenmesini azaltmak gibi şeyleri içeren işbirliği sorunlarını çözmek içinse, bir grubun ya da toplumun üyelerinden daha fazlası beklenir. Kısa vadede karını azamiye çıkarmanın gerektirdiği dar açılı öz-çıkar tanımından daha geniş bir tanımı benimsemek ve çevrelerindeki insanlara güvenebilmek zorundadırlar, zira güven yokluğunda, sadece kısa vadeli öz-çıkarlar için uğraşmak tek akıllıca strateji olur.
On sekizinci ve erken on dokuzuncu yüzyılda Britanya ekonomisinin hatırı sayılır bir bölümü, Quaker'ler diye bilinen bir dini mezhebin üyelerince yürütülüyordu... Başlangıçta Quaker mezhebinin başarısı, kendi aralarında ticaret yapmanın sağladığı yararlar üzerine inşa edilmişti... Quakerler kredi bulmak veya ticaret yapmak istediklerinde diğer mezhep üyeleri arasında kolaylıkla ortak bulabiliyorlardı. İnanç birliği birbirlerine güven duymalarını kolaylaştırıyor; Quaker mensubu bir tüccar okyanusun öbür kıyısına sevkiyat yaptığında, mallar Philadephia'ya ulaştıktan sonra parasının ödeneceğinden emin oluyordu.
Bu skandalların en azından bir yorumu; sapmalardan ibaret olmadıkları, insanların -açgözlülük, kinizm, bencillik gibi- en kötü içgüdülerine hitap eden bir sistemin yan ürünü oldukları yolundadır. Bu sav akla yakın gelmektedir, çünkü kapitalist söylemler çoğu kez aç gözlülüğün ve işçi çıkartırken gösterdiği efsanevi insafsızlıkla ünlü "Elektrikli Testere" lakaplı CEO Al Dunlap'ın "aşağılık işler" dediği şeyin erdemlerini sık sık vurgular. Ancak kapitalizmin bu yaygın imgesi gerçek haline çok az benzer. Aslında kapitalizmin evrimi yüzyıllar boyunca daha fazla güven ve saydamlık yönünde olmuş; kişinin sadece kendi çıkarlarını gözeten davranış tarzı yönünde olmamıştır.
***
Yeni Sanayi Devrimi
Sanayi Devrimi fabrikalarını tanımlayan üç unsur vardı: Günde 16 saate varan çalışma temposu, düşük ücret ve sağlıksız bir ortam. “İnsanlık dışı” dedim ama neticede fabrikalarda insanlar çalışıyordu; dolayısıyla insanın insanla bir araya geldiği her yerde olduğu gibi dayanışma da oradan doğdu. Sosyalizm, fabrikalarda ve daha da beter koşullara sahip madenlerde büyüdü ve serpildi. Bu da başka bir hikâye…
Dönelim Bangladeş’e... 
Bu zorlu coğrafyada bugün 3500 tekstil fabrikası var. Dört milyon Bangladeşli, neredeyse hiç ara vermeden bu fabrikalarda çalışıyor. Dünyanın en büyük, en bilinen, hepimizin her gün kullandığı kıyafet markaları için tişört, pantolon, şapka, çanta, ayakkabı, aklınıza ne gelirse onu dikiyorlar. Bangladeş, Çin’den sonra dünyanın en büyük tekstil ihracatçısı. 
Neden böyle bir dev Bangladeş? Çünkü ucuz. İşçilerin aldığı para 8300 Bangladeş takası. Bugünkü kurda 2148 Türk lirası ediyor. Az para. Çok az para. Bu alanda çok düşük ücretlerle tanınan Vietnam’ın, Kamboçya’nın da gerisindeler. En gerideler. Piramidin en altındalar. En üstte uzay turisti, onun altında petrol sermayesi, altında Silikon Vadisi, altında ne ürettiği bilinmeyen dev tüketimcisi, altında denizaşırı gezebileni, altında kendi kendine yeteni, altında kıt kanaat geçineni, altında şehir cangılında her şeye rağmen mücadele edeni, en altta da Sanayi Devrimi’ni yaşayan Bangladeşli işçi… Aşağı doğru orantısız büyüyen bir piramidin temsilcileri.  
İşte burasına kadar gelen bu temsilciler, kazandıkları ücretin insani bir seviyeye çıkabilmesi için günlerdir, haftalardır, aylardır mücadele ediyor. 2100 lira, 70 euro, 8300 taka. Hiç olur mu? Olmuyor. İşçiler sokaklara dökülüyor. Üzerlerine açılan ateşte öldürülüyorlar. 
***
Bu evrim, kapitalistler doğuştan iyi insanlar olduğu için meydana gelmemiştir. Güven duygusunun yararları -yani, güvenir ve güvenilir olmak- muazzam bir potansiyele sahip olduğundan ve başarılı bir piyasa sistemi insanlara bu yararları görmeyi öğrettiği için meydana gelmiştir.
İktisatçı Thomas Schelling'in söylediği gibi: "dürüst ve vicdanlı insanlardan oluşan bir toplumun ne kadar olağanüstü bir ekonomik varlık olduğunu anlamak için, azgelişmiş bir ülkede dış yardımları idare etmenin ya da orada bir iş kurmanın ne kadar hüsrana yol açtığını düşünmek yeter."
O güven ortamını kurmak, kapitalizm tarihinin merkezi bir parçası olmuştur. Orta çağda insanlar kendi etnik veya yerel gruplarına güveniyorlardı. Tarihçi Avner Greif, Mağribi olarak bilinen Faslı tacirlerin 11.yüzyılda ticari kuralları çiğneyenleri cezalandırmak için kolektif yaptırımlar sistemi yaratarak Akdeniz bölgesinde nasıl bir ticaret sistemi kurduklarını göstermiştir.
Türkiye’de insanların sadece yüzde 14’ü çevresindeki insanları güvenilir buluyor.
İnsanların birbirine en çok güvendiği 3 ülke ise Çin, Hindistan ve Hollanda. Araştırma, tüketici güveni ve halkların mutluluğu ile güven arasında birebir korelasyon olduğunu da ortaya koydu. Ülke vatandaşlarında tüketici güveni ve mutluluk seviyesinin, diğer insanlara duyulan güven oranı ile kesişiminin ortaya koyulduğu her iki grafikte de en dipteki ülkenin Türkiye olması dikkat çekti.
DOUGLASS C. NORTH Transaction Costs, Institutions, and Economic Performance Institutions and the way they evolve shape economic performance. Together with the technology employed, they, determine the cost of transacting and producing. Institutions are the rules of the game in a society; more formally, they are the humanly devised constraints that shape human interaction. In consequence they structure incentives in exchange, whether political, social, or economic. Because Western neoclassical economic theory fails to take account of institutions, it is of little help in analyzing the underlying sources of economic perfor mance. It is no exaggeration to say that although neoclassical theory is focused on the operation of efficient markets, few Western economists understand the institutional requirements essential to the creation of such markets; they simply take institutions for granted.
Kurumlar ve onların gelişme biçimleri ekonomik performansı şekillendirir. Kullanılan teknolojiyle birlikte işlem yapma ve üretim maliyetlerini de belirlerler. Kurumlar bir toplumdaki oyunun kurallarıdır; daha formal olarak bunlar insan tarafından tasarlanmış, insanlar arası etkileşimleri şekillendiren kısıtlamalardır. Sonuç olarak, ister politik, ister sosyal, ister ekonomik olsun, değişim karşılığındaki teşvikleri yapılandırırlar. Çünkü Batı Neoklasik iktisat teorisi kurumları dikkate almada başarısız olduğundan, ekonomik performansın altında yatan nedenleri analiz etmede pek yardımcı olmaz. Neoklasik teori etkin piyasaların işleyişine odaklanmış olsa da, çok az sayıda Batılı iktisatçının bu tür piyasaların yaratılması için gerekli olan kurumsal gereklilikleri anladığını söylemek abartı olmaz; onlar kurumları veri olarak kabul ederler. The Analytical Framework Transaction costs. It was Ronald Coase who pointed out that the neoclassical results of efficient markets obtain only in the absence of transaction costs. When transaction costs are significant, then institutions matter. A set of political and economic institutions that provide low-cost transacting makes possible the efficient factor and product markets underlying economic growth. What determines how costly it is to transact? One can think of transaction costs as all those costs incurred in operating an economic system.
İşlem maliyetleri. Neoklasik iktisattaki etkin piyasaların sonuçlarının ancak işlem maliyetlerinin yokluğunda elde edildiğine dikkat çeken kişi Ronald Coase idi. İşlem maliyetleri önemli olduğunda kurumlar önemlidir. Düşük maliyetle işlem yapmayı sağlayan bir dizi politik ve ekonomik kurum, ekonomik büyümenin altında yatan verimli faktör ve ürün piyasalarını mümkün kılar. İşlem yapmanın ne kadar maliyetli olacağını ne belirler? İşlem maliyetleri, bir ekonomik sistemin işletilmesinde ortaya çıkan tüm maliyetler olarak düşünülebilir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0%C5%9Flem_maliyeti
İşlem maliyetlerinden önemliler söyle sıralanabilir:[1]
Araştırma ve bilgi alma maliyetleri: İstenilen mal veya hizmetin pazarlarda bulunup bulunmadığı, piyasa araştırması, bildirilen kalitelerin karşılaştılması, teklif edilen en düşük fiyatı bulma, o fiyatı açıklayan satıcının ünü vb.
Pazarlık etme ve karara varma maliyetleri: İki parti arasındaki kabul edilecek bir takas olması için yapılan müzakerelerin maliyeti, kontratın hazırlanma ve değişme maliyeti vb. Oyun teorisinde bu maliyetler özellikle kim daha önce korkup karara varacak oyunu (İngilizcesi: "game of chicken") için incelenmeleri gereklidir. Taşınmaz mallar piyasalarında ve piyasaların içsel bünyelerinin incelenmesinde bu maliyetler teklif fiyatı ile sorgu fiyatı arasındaki farkın fonksiyonudur.
Gözetme ve uygulatma maliyetleri: Bu maliyetler her iki tarafın da kontrat şartlarını kontratta bildirilenin aynıyla uygulamalarını sağlamak için yüklendikleri maliyetleridir. Örneğin malın tesliminden sonra kalite kontrolü. Eğer iki taraftan biri bu kontrata uyulmadığını iddia ederse bu iddianın doğru olup olmadığının kontrol maliyetleri ve uyulmaması halinde şartlara uymak için yeniden yüklenilen masraflar veya uyulmadığı açığa ortaya çıkarsa (gerekirse devlet adalet sistemini kullanarak) gereken yaptırım ve ceza maliyetleri.
Under the neoclassical behavioral assumption of wealth maximization, these three variables alone determine the cost of exchange; that is, individuals would maximize at every margin (if cheating pays, one cheats; it loafing on the job is possible. one loafs; if one could with impunity burn down a competitor, one would do so). Refahın maksimizasyonuna ilişkin neoklasik davranışsal varsayıma göre, bu üç değişken tek başına değişimin maliyetini belirler; yani, bireyler karlarını maksimize etmek için sineğin yağını çıkarırlar (eğer hile işe yarıyorsa, kişi hile yapar; işte aylaklık yapmak mümkünse yapar; eğer kişi cezasız bir şekilde rakibini yok edebiliyorsa, yok eder)
The way an economic system is organized determines the distribution of the benefits. Therefore it is in the interest of participants to organize the system so that it will benefit them, but in doing so there is no assurance that the resulting institutional structure will result in economic growth. It may result, and typically throughout history has resulted, in economies with high transaction (and production) costs that have prevented economic growth.
Ekonomik sistemin örgütlenme şekli faydaların dağılımını belirler. Bu nedenle sistemi kendilerine fayda sağlayacak şekilde organize etmek katılımcıların çıkarınadır, ancak bunu yaparken ortaya çıkan kurumsal yapının ekonomik büyümeye yol açacağına dair hiçbir güvence yoktur. Bu, ekonomik büyümeyi engelleyen yüksek işlem (ve üretim) maliyetlerine sahip ekonomilerle sonuçlanabilir ve tipik olarak tarih boyunca sonuçlanmıştır.
Ideology, consisting of the subjective "models" individuals possess to explain and evaluate the world around them, not only plays an essential role in political choices but also is a key to individual choices that affect economic performance.
Bireylerin sahip olduğu öznel “modellerden” oluşan ve çevrelerindeki dünyayı açıklamak ve değerlendirmek için kullandıkları ideoloji sadece siyasi tercihlerde önemli bir rol oynamaz, aynı zamanda ekonomik performansı etkileyen bireysel tercihleri de belirleyen bir anahtardır.
Efficient markets are a consequence of institutions that provide low-cost measurement and enforcement of contracts at a particular moment, but I am interested in markets with such characteristics over time.
Institutions consist of formal rules, informal constraints (norms of behavior, conventions, and self-imposed codes of conduct), and the enforcement characteristics of both. In short, they consist of the structure that humans impose cn their dealings with each other.
Etkin piyasalar belli bir andaki sözleşmelerin düşük maliyetli ölçümü ve uygulanmasını sağlayan kurumların sonucu olarak ortaya çıkar. Fakat şu anda bu tür özelliklere zaman içinde sahip olan pazarlarla ilgileniyorum. Kurumlar formel kurallar, informel kısıtlamalar (davranışlara ait normlar, gelenekler ve kendi kendine dayatılan ahlak kuralları) ve her ikisinin de zorlayıcı özelliklerinden oluşur. Kısacası insanların birbirleriyle ilişkilerinde dayattığı yapıdan oluşur.
Bir kişi size siz kimsiniz diye sorar ise bunu muhtemelen kimlik sorgulaması olarak düşünür ve kendiniz ile ilgili kayıtlı bilgileri sıralarsınız. Ancak aslında bizi biz yapan bir de sosyal kimliklerimiz vardır. Bu kimlikler ise ait olduğumuz gruplar çerçevesinde şekillenir.
Örneğin, belirli bir spor takımının büyük bir hayranı iseniz ya da mezun olduğunuz okula dair bir sosyal oluşum içinde iseniz farklı kimlikler geliştirirsiniz. Bir zaman sonra da kendinizi bu grup kimliğiniz ile özdeşleştirmeye başlarsınız.
Bu size önemsiz hatta keyifli bir durum gibi gelecektir. Ancak ne yazık ki bu sosyal kimlikler ayrımcılığın ve önyargının başlangıç noktasıdır. Kendimiz hakkında iyi hissetmenin bir parçası, ait olduğumuz gruplar hakkında iyi hissetme arzumuzdur.
Orta çağda insanlar kendi etnik veya yerel gruplarına güveniyorlardı.
Ipsos araştırmasına göre Türkiye 30 ülke içinde insanların birbirine duyduğu güvende en dipteki 3 ülke arasında yer aldı. Türkiye’de insanların sadece yüzde 14’ü çevresindeki insanları güvenilir buluyor.
Refahın maksimizasyonuna ilişkin neoklasik davranışsal varsayıma göre, bu üç değişken tek başına değişimin maliyetini belirler; yani, bireyler karlarını maksimize etmek için sineğin yağını çıkarırlar (eğer hile işe yarıyorsa, kişi hile yapar; işte aylaklık yapmak mümkünse yapar; eğer kişi cezasız bir şekilde rakibini yok edebiliyorsa, yok eder)
Hürriyet: Sivas'ta 'Aziz Nesin' isyanı
Alevilerin oturduğu Milönü Mahallesi ablukaya alındı. Olaylar 30 Haziran’a kadar sürdü ve tam yatıştığı düşünülürken, 4 Temmuz’da “Komünistler Alaattin Camisi’ne bomba attı” şayiası ile ikinci kıyım dalgası başladı. Polisin de taraflı davrandığı olaylarda 57 yurttaş öldü.
Maraş Katliamı’nı başlatan olay, 19 Aralık’ta Çiçek Sineması’nda “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösterimi sırasında patlayan bir ses bombası oldu. Ülkücülerin izlediği film sırasında yaşanan patlama sonrası dışarı çıkanlar, “Solcular sinemayı bombaladı” söylentisiyle CHP il binası ve solcuların ev ve işyerlerine saldırdı.
19-26 Aralık 1978’de Alevi yurttaşlara yönelik gerçekleşen katliamda 111 kişi yaşamını yitirirken, yüzlerce kişi yaralandı. Olayın tanıklarına göre katliamda 500’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği öne sürüldü.
Fatih Tezcan @fatihtezcan Öcalan’la röportaj yapan sen, Başörtülü öğrencilere Fahişe diyen sen, sen kime şerefsiz diyorsun lan? @fatihaltayli
uzi el chavo@Hayatsizimcano fahişe wanda izleyin gsli or evlatları
İsmail Arı @ismailari_ İktidarın yerel seçim stratejisi belli. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaptıkları gibi yapacaklar hatta vites yükseltecekler. Gelecek 3 ay boyunca CHP'ye ve adaylarına terörist diyecekler...
Levent Gültekin @acikcenk PKK’yı kontrol eden güçle ülke siyasetini dizayn eden güç aynı, o yüzden her seçim öncesi şehit sayısı artıyor Nasıl mı? Anlattım
youtube
metin cihan@metcihan
israil'in çelik ihtiyacını müsiad (içdaş) karşılıyor. israil ordusunun tedarikçisi (termal içlik götüren) zim shipping'i malezya yasakladı, yemen bombalıyor, müsiad ağırlıyor. israil'in çöpünü doğaya salan adanus plastik de müsiad yöneticisi. müsiad filistin mitingi düzenliyor. metin cihan metcihan dördü de müsiad şirketi *birincisi dünyada israil'e en çok çelik gönderen firma (çanakkale) *ikincisi dünyada israil'e en çok kablo gönderen firma (denizli) *üçüncüsünün rekoru yok inşaat malzemesi yolluyor (malatya) *sonuncusu israil'in çöpünü alıp suya toprağa salıyor (adana)
Murat AĞIREL @muratagirel
CHP 2.Bölge Milletvekili adayı Bülent Ütebay , CHP hakkında sahte broşür dağıtan kişilere suç üstü yapmış ve Polis nezaretinde suçunu itiraf ettirmiş. El broşürlerini dağıtan kişi Esenler TÜGVA ilçe temsilcisi ,Esenler Belediyesi çalışanı Şeref Yumurtacı broşürleri dağıttığını videoda da kabul ediyor.
https://www.birgun.net/haber/benim-oglum-yuzme-bilmez-ki-sozleriyle-taninan-anne-ayse-gokce-yasamini-yitirdi-493485 Karaman'ın Ermenek ilçesinde 9 yıl önce su basan maden ocağında hayatını kaybeden oğlu Tezcan Gökçe'nin arama çalışmalarında "Benim oğlum suda yüzme bilmez ki" sözleriyle tanınan 82 yaşındaki Ayşe Gökçe hayatını kaybetti. ÖMÜR evrenin en kıymetli ve paha biçilemez HAZİNESİDİR. Kabaca Anlamlı Hayat Seviyesi*Ömür Uzunluğuna denk olan ANLAMLI HAYAT büyüklüğünü AZAMİLEŞTİRMEK her bireyin, her insanın, her canlının HAKKIDIR. Bir gruba ya da bireye, türe ÖNCELİK VERMEK, AYRICALIK TANIMAK diğerlerinin HAKKINI YEMEK demektir.
https://www.diken.com.tr/hicbiri-gercek-musluman-degilse-gercegi-nerede/ Bir Müslüman, yalan söylemez. Yalanın, karşısındakini aldatmak ve aldatmanın bir ‘hak’ sorunu olduğunu bilir. Kul hakkıyla gitmek istemez, huzura.
Dolayısıyla bir Müslüman, hak yemez. Başkasının hakkına tecavüz etmez. Yaşamının her anında, her alanında. En önemsiz görünen yerde dahi. En basit, en düşünülmeyen yerde. Örneğin kırmızı ışıkta. Yalnızca bir kural olduğu için değil, aynı zamanda, bekleyen diğer araç sürücülerinin hakkını gözetmek zorunda olduğunu düşündüğü için, bekler.
Herhangi bir ‘kuyruk’ta, öne geçmeye çalışmaz ki diğerinin, çok önem verdiği ‘kötü’ bakış ve düşüncesiyle karşılaşmasın. Adil olsun. Adalet duygusunun kendisine verdiği değer nedeniyle, adil olmayı ister. Bir gün bana da gerekir çıkarcılığıyla koşmaz, adalet peşinde.
Adaletsizlikle karşılaştığında da, yine, inatla doğru olanı, doğru bildiğini savunur. İlkesini savunurken, ‘Ne derler?’ kaygısı gütmez çünkü. Kimin ne dediğiyle değil, zedelenecek çıkarını kolladığından değil, ‘hak’ duygusunu yitirmemek için, davranır.
0 notes
ihaledanismani · 10 months
Link
Firmanın ihale faaliyete ilişkin Sicil Gazetesi incelendiğinde davacı şirkete ait müdür ve yetkililere ilişkin bilgilere yer verildiği
0 notes
esmhaber · 11 months
Text
📰 İsrail Yedioth Ahronoth Gazetesi:
Ordu, "Merkava 3" tanklarını da içeren yeni bir zırhlı tabur oluşturmaya karar verdi
0 notes