#Kırmızı ve siyah
Explore tagged Tumblr posts
siyah-kugu19 · 1 year ago
Text
"Ne zaman oturup uzun uzun bakacağım sana..."
Kırmızı ve siyah ~
Tumblr media
100 notes · View notes
otuzsekizinciparalel · 1 year ago
Text
Tumblr media
Allah razı olsun
12 notes · View notes
kalbikirikkelebek · 2 years ago
Text
Kırmızıyla yeşilin, yani eşsiz güzellikteki ormanla o asil ateşin, imkansız aşkı düşmüştü dillere… Şimdi ise, onlar daha kavuşamadan, gecenin kör karanlığında kayboldu hepsi…
1 note · View note
blogwan · 1 year ago
Text
İnegoldeneve - Devasa+ (2)
Arabalı yataklar, çocukların hayallerini süsleyen ve odalarını renklendiren seçenekler arasında yer alıyor. Her zevke ve renge uygun tasarımları ile dikkat çeken arabalı yataklar, Web sitemizde birçok farklı model ve fiyat seçeneği ile bulunabiliyor. Bazalı arabalı yatak modelleri arasında kırmızı, beyaz, siyah ve mavi renklerine sahip olanlar bulunuyor. Bu yatakların araba karyola, arabalı karyola modelleri de mevcut, böylece ekstra depolama alanı yaratılabiliyor. Arabalı yatak fiyatları, modele ve üreticiye göre değişkenlik gösteriyor. Bazalı arabalı yataklar, görünüm olarak arabayı andıran oldukça şık ve konforlu seçenekler arasında yer alıyor. Anne ve babalar tarafından beğenilen bu yataklar, çocukların odalarını renklendirirken aynı zamanda rahat bir uyku sağlıyor. Bazalı arabalı yatakların fiyatları, model ve markaya göre değişkenlik gösteriyor. Bazalı arabalı yatakların avantajları arasında, yatak altı depolama alanı ve şık tasarımları bulunuyor. Erkek çocuk odası için arabalı karyola seçenekleri oldukça geniş. İnegoldeneve gibi mobilya üretici firmaları, çocuk odası dekorasyonu için birçok farklı arabalı yatak modeli sunuyor. Arabalı yatakların üzerinde bulunan yapıştırmalar ve parlak renkleri, çocukların hayallerindeki arabaları andırdığı için özellikle erkek çocuklar tarafından tercih ediliyor. Arabalı yatak fiyatları, seçilen modele ve markaya göre değişkenlik gösteriyor. Ayrıca, bazı mağazalar arabalı yatak takımları da sunuyor. Daha fazla bilgi için ve ürünlere göz atmak için web sitemize ulaşabilir veya iletişime geçebilirsiniz.
1K notes · View notes
mcanylm34 · 4 months ago
Text
Utanabilen,
Yüzü kızarabilen,
Ve sonrada olsa özür dileyen insanları seviyorum.
Çünki;
Edebin sahtesi olmaz..
Ben kimsenin değerlerine hakaret etmem ettirmem, edeni de affetmem. Pay' ı beğenmez geçerim, yorumada dm'yede girip yazmam . Kim kimin Atası ceddi beni ilgilendirmez kim kime tapar umrumda değil çunkü ben onun insan yüzüne saygı duyarım. Bu saygıyı bana göstermeyen kim olursa siler engellerim biline. Hepimizin kırmızı, siyah çizgileri vardır.
Sınırımızı ve haddimizi bilelim lütfen 🙏🇹🇷
Selamun Aleyküm Dünya..
Tumblr media
Dost gelene bu Can hep dostur..
Tumblr media
166 notes · View notes
hataysekshikayelerisblog · 3 months ago
Text
Tatlı Komşum! (8) (Furkan 31 Y., Manisa)
Ertesi gün Hatice, "Biz bu hafta sonu gitmeyeceğiz, oğlum arkadaşları ile kalacakmış, müsaitsen Cumartesi akşamüzeri çıkıp Pazar akşamı dönmek kaydıyla kısa bir tatil yapalım mı?" dediğinde, "Uzaklaşmak iyi gelir!" dedim. Aslında aklıma Ankara'ya Boris'lere gitmek geldi, ama bunu konuşmadan ne diyeceğini bilemiyordum. Cumartesi akşamüzeri Hatice'nin arabasıyla yola çıktık. "Nereye gidiyoruz?" dedim. "Bursa'ya!" dedi. "Ne yapacağız Bursa'da?" dediğimde anlattı. "Benim lisedeyken bir sınıf arkadaşım vardı, Büşra. Hukuk okudu, Bursa'da görev yapıyor. Seni anlattım, ne zamandır alıp getir diyordu, ona gidiyoruz!" dedi...
Vardık Bursa'ya. Asansörden inip dairesine geldiğimizde, kafamda daha önce canlanan, nemrut, saçlarını topuz yapmış, döpiyes giymiş, kara kuru, çatık kaşlı kadının aksine, Büşra hanım, bukle bukle kıvırcık uzun saçları, omuzlarını açıkta bırakmış kırmızı güllerle bezeli belden büzgülü, önü arkasına göre daha kısa olan, beyaz uzun elbisesi içinde siyah gözlerini ortaya çıkaran bembeyaz tenine sanki ışık saçan gülümsemesi ile karşıladı. Hatice ile sarmaş dolaş oldular. Bana da yine o sıcak tebessümle, "Hoşgeldiniz Furkan bey!" dedi.
Çok şık bir dairede, açık mutfaklı bir yemek odasında, çok güzel bir masa hazırlanmış, mumlar yakılmış, masaya çeşit çeşit mezeler, bardaklar dizilmiş, 5-6 çeşit de alkol şişesi köşede yerini almıştı. Fakat masada 4. bir servis daha açılmış olmasına rağmen başka kimse yoktu. Masaya geçtik. Bunlar hemen servis yapmaya başladılar. Tabağı gösterip, "Beklemeyecek miyiz?" dedim. Büşra, "Çağırsam mı çağırmasam mı karar veremedim..." deyince, Hatice hemen atladı, "Kim?" diye. Büşra, "Yok, öyle ciddi bir birliktelik değil, öyle takılıyoruz işte, o yüzden siz de o da rahat edebilir mi bilmiyorum!" dedi. Hatice, "Çağır, çağır!" diye atladı hemen. Ama benim aklım Büşra'da olduğundan pek sesimi çıkarmadım. Büşra da benim sessiz kalmamı istemediğim anlamında anladı ve aramadı.
Nasıl tanıştığımız gibi detaylardan sonra Büşra, "Teşekkür ederim Furkan, bu güzel kadının uzun yıllardır ilk kez bu kadar mutlu olduğunu gördüm sayende!" dedi. Ben de, "Onun bana yaşattığı mutluluğun yanında hiç kalır!" dedim. Hatice uzanıp yanağımdan öptü. Daha ilk kadehler bitmişti ki, Büşra'nın telefonu çaldı. Büşra açıp, "Arkadaşlarım var... Manisa'dan arkadaşım ve sevgilisi... Tamam gel, tanışırsınız!" dedi.
15 dk sonra onun da hukukçu olduğunu öğrendiğimiz kişi elinde bir şişe şarap ve iki küçük buketle geldi. Birini Hatice'ye birini de Büşra'ya verdi. Kendi kendime (Dallamasın Furkan, elin boş götün yaş geldin!) dedim. "Mert ben!" dedi elini uzatıp. Tanıştık, oturduk. O an Hatice'nin telefon çaldı. "Efendim?" diye açtı. "Hı hı, Büşra'dayız, sorun yok, tamam tamam, onların da sana selamı var!" dedi kapattı. "Ahmet... bize vardınız mı diye soruyor!" dedi. Mert aval aval bakıyordu. Büşra, Mert'e, "Kocası!" dediği anda Mert'in suratındaki ifade, Hatice, Büşra ve benim kahkahalarla gülmemize neden oldu. Mert, "Kocası mı?" dedi. Ben de, "Şanslı adamım!" dedim sadece. Mevzuyu anlatıp ortamın tadını bozmadık hiçbirimiz. Bir ara hanımlar mutfağa geçince, Mert soran gözlerle bana baktı. Parmaklarımla yuvarlak yapıp, "Top!" dedim gülerek. "Haaaa!" dedi o da gülmeye başladı. Sus işareti yaptım...
"Müzikli bir yerlere gidip biraz kurtlarımızı dökelim!" dediler. Çıkıp bir mekana gittik. Onları tanıyorlarmış, bize güzel bir loca verdiler, dans pistine bakan. Sonra hanımlar dans etmek istedi, ben ve Mert kalkmadık. Onlar önümüzde dans ederken, Mert kulağıma eğilip, "Gerçekten çok şanslı adamsın, Hatice çok güzel kadın!" dediğinde, "Valla ben de senin aynını düşündüm, nekbet ters bir kadın beklerken Büşra'ya bak, hayat fışkırıyor!" dedim. "Evet, eğlenilecek kadın!" dedi. Evlenilecek demediği dikkatimi çekti...
Bir ara nerden çıktı anlamadığımız iki kişi bizim hatunlara doğru yanaştı, ama iki dakika içinde birileri adamları alıp kapı dışarı etti. Gece 01:30 gibi hanımlar daha çok, biz de bayağı çakır olup, eve geri döndük. "Biz üzerimizi değişeceğiz!" deyip gittiler. İkisi de kısa saten askılı gecelik giyip geldi. Bize de şort tişört çıkardıklarını söylediler. Bana tam uydu giydiklerim, meğer Hatice dün alıp bavuluna koymuş. Birer kadeh viski konuldu. Hatice alkol sınırını aşmıştı, ikili koltukta otururken kahkahalarla gülüyor, hiç toplanma gereği duymadan tepiniyor, kah öpüyor kah boynuma sarılıyordu. Büşra ise topladığı bacaklarıyla Mert'in oturduğu koltuğun kolçağına tünemiş oturuyor, o da Hatice'ye eşlik ediyordu.
Mert'le birbirimize baktık, olacaklar belliydi. Ben kafamı salladım OK! der gibi, o da aynı hareketi yaptı. Mert kalktı, gelip Hatice'yi elinden tutup kaldırdı, belinden tutup kendine çekip dudaklarını dudaklarına aldı. Ben de aynını Büşra'ya yaptım. Hatice bir an kendini çekip, "Ay durun, ne oluyoruz, biz şimdi grup mu olduk?" deyip kahkahayı bastı. Büşra ise halinden memnun nefessiz öpüşüyordu benimle...
Sonraki geçen bir saatte amlar yalanıyor, yaraklar ağızlarda dolaşıyor. Büşra ile Hatice sürekli aramızda yer değiştiriyordu. Daha sikmeden bir saat oynaştık. Büşra, "Hadi gel bakalım Furkan bey, Hatice'nin neden bu kadar mutlu olduğunu anlayalım!" deyip, yarağımı tutup amcığına sürtmeye başladı. Sonra da ilginç bir hareketle komple yarağımı içine aldı. Beni kendine çekmemiş, kendisi bana doğru gelmişti yattığı yerden, yani o bana soktu amını. Mert çoktan domalttığı Hatice'nin amına gömmüş, Hatice, "Ohhhh ne güzel, ohhhh sikiliyorum, hem sikişenleri seyrediyorum, rüya gibi!" diye inliyordu. Tüm olayı Büşra idare ediyor, ben kalçalarını avuçlamışken kafamı göğüslerine bastırıp emdiriyor, saçlarımdan çekip dudaklarımı kemiriyor, ya da boynumu emiyordu...
Hatice orgazm olmuş, ama Mert halen amında hareket halindeyken, kucağımdaki Büşra'nın oturup kalkışlarından zıplamasından doruğa yaklaştığı anlaşılıyordu. Mert Hatice'yi bırakıp yanımıza geldi. Niyetini anlamıştım, Büşra'nın belinden bastırdım. O hareketsizlikte Mert yarağını götüne dayadı. Büşra yarağı göt deliğinde hissedince bir an kaçmak istedi, ama ben belinden bastırdığım Mert de kalçalarından tuttuğu için kaçamadı. Mert'e bakıp, "Iııhh, yapma!" dedi, ama Mert çoktan yarağının başını sokmuştu bile. Yarağım arkadan giren yarağın yarattığı basınçla daha da daralan amcığında kısıldı. Ben hareketsiz dururken, Mert arkadan pompalamaya başladığında ben de onun geri çektiği anlarda ileri ittiriyor, iki taraflı Büşra'yı kudurtuyorduk...
Büşra, "Ohhhh hiç denememiştim, offfff, ahhhhh, harikasınız, ağzıma da yarak olsa keşke, ohhhhhhh çok güzellllll, Hatice görüyor musun of nasıl sikiyorlar!" diye inliyor, ardı ardına kasılıp orgazm oluyordu. Hatice gelip orta parmağını yarak gibi Büşra'nın ağzına soktuğunda, emmeye çalışıyor, ama aldığı zevkten inlemelerini kontrol edemiyordu. Önce Mert, sonra da ben boşaldım. İki deliğinden de döller akarken Büşra koltuğa devrilip, "Offff, öldürdünüz beni! Hatice yok böyle bir zevk, seni de alsınlar aralarına!" diye konuşup duruyordu. Hatice dudaklarını büküp, "Ben de istiyorum!" dedi şımarık çocuk edasıyla...
Kafalar bayağı yerine gelmeye başlamıştı. Birer kadeh viski daha konuldu. Kadınlar gidip birer duş alıp geldiler. Sonra da bizi duşa gönderdiler. Soğukla ılık arası aldığım duş daha da canlandırdı. Odaya geri döndüğümde, Büşra ile Hatice çıplak ve hazırdı. Yatak odasına geçtik. Bu kez Mert alta yattı, Hatice üzerine çıkıp hazır yarağı amına aldı, yavaş yavaş oturup kalkmaya başladı. Mert avuçladığı memeleri sıkıyor, uçlarıyla oynuyordu. O ara Büşra önümde diz çöküp yarağımı ağzına aldı, bir süre emip iyice ıslattı ve Hatice'nin götüne kendi eliyle dayayıp sokmama yardımcı oldu. Hatice daha rahat almak için Mert'in üzerine kapaklanmış, Mert'in dudaklarını dilini emiyor öpüyordu...
Santim santim içinde kayan yarağım köküne kadar girdi götüne. Ben hareket ettikçe Mert geri çekiyor, ben geri çekince amcık ona kalıyordu. Kafamı çevirdim, Büşra elinde cep telefonu Hatice'nin amcığını ve götünü çekmeye çalışıyor, resmen yerlerde sürünüp uygun açıyı bulmaya çalışıyordu. Hatice, "Bu çok güzel, ohhh çok güzel, ohhh nasıl bir zevk buuuu!" diye inliyor, "Furkan'ım, ya hep istersem?" diye bağırıyordu. Ben, "İstersen sikeriz yavrum! Mert'le Büşra gelir canın isteyince amını götünü sikeriz!" deyince, "Ohhhh, ohhh!" diye inliyor, vıcık vıcık amcık sularından Mert'in yarağı 'Şlop şlop!' ses çıkarıyordu...
Hatice, "Offff, orgazmlar bitmiyorrrr, Büşra, amım götüm saçlarımın telleri bile orgazm oluyor, ohhhhhh! Offf, yoruldum!" diye inleye inleye durdu ve aramızdan kayıp yıkıldı yatakta. Elimle yarağımı sıvazlayarak Büşra'yı önümde diz çöktürüp ağzına yüzüne göğüslerine fışkırttım döllerimi. Hatice hiçbir şeyden geri kalmak istemiyor gibiydi, doğrulup Mert'in yarağını avuçladı ve "Sen de beni yıka!" dediğinde, Mert boşalmaya başlamıştı heryerine. Herkes pert bir şekilde bir kenara kıvrılıp uyudu...
Sabah, daha doğrusu öğlen uyandığımda Mert'le Hatice halen yataktaydı. Kalktım. Büşra mutfakta, başı ağrıyor olsa gerek, kendine soda limon hazırlıyordu. Önünü kapatmadığı kimono türü kısa bir sabahlık giymişti. Usulca arkadan yanaşıp yarağımı dayadım götüne, ellerimi koltuk altından geçirip göğüslerini avuçladım. "Dur, dur ne yapıyorsun?" deyince, "Başını geçireceğim!" dedim. Gülm eye başladı. Dediğimi yaptım, mutfak tezgahına domaltıp güzelce siktim. İkimiz de boşaldığımızda, kendi sesimizden duymadığımız sesler geliyordu yatak odasından. "Ohhhh, Mert, harika, çok iyi geldi bu sabah sabah, ohhhh!" diyen Hatice'nin sesi...
Giyinip dışarda kahvaltıya gittik. Kahvaltı sonrası biz geri dönüş için yola çıktık. İlk yarım saat hiç konuşmadık. Sonunda sordum, "Pişman mısın yoksa?" diye. "Pişman değilim, aksine çok sevdim, ama senin ne düşündüğünü bilemediğim için sustum!" dedi. "Bence de çok güzeldi, hem de uyumlu olduğumuz bir çifte denk geldik!" dedim. "Buna çok sevindim, kahvaltı yaptığımız yerde Büşra ile tuvalete giderken, Furkan ve Mert hakkımızda ne düşünüyor acaba diye konuştuk!" dedi. "Büşra tecrübeli gibi geldi?" dedim. "Yok, o da ilk kez yapmış! Hatta biz ilk dışarıdan gelip sarhoşlama o gecelikleri giydik ya, o zaman ben, bu kıyafetle yanlarına gidersek odalara bile götürmeden orda sikerler bizi dedim, Buşra da, siksinler kızım, zaten sikilirken seyretmek ve seyredilmek nasıl birşey diye merak ediyordum diye güldü, ama grupseks yoktu olayın içinde!" dedi. Ben de, "Bir dahaki sefere biz onları ağırlayalım!" dedim. "Olur aşkım! Mert de senin kadar iyi sikici, ne zaman isterlerse gelsinler!" dedi...
Hava kararmıştı. Otobandaki tesisleri gösterip, "Çek şuraya, kuytu bir yere yanaş!" dedim. Hatice, "Bu kadar çok am göt sikiş muhabbeti yapınca sen de kudurdun benim gibi değil mi?" dedi. En kuytu kısma park etti. Arka koltuğa geçip pantolonu sıyırdım. Arkası bana dönük kucağıma gelip, yarağımı amına aldı, oturup kalkmaya başladı. "Ohhh, acaba bizi seyredenler var mıdır, ohhh, Furkanımmm!" diye diye, hem kendisi orgazm oldu, hem beni boşalttı.
[Furkan]
62 notes · View notes
ertan2618 · 11 days ago
Text
Tumblr media
NEDEN KARA ÇARŞAF??
Iki kişi araba ile şehir içinde yolculuk yapıyorduk. Arabamız kırmızı ışıkta durdu, yayalar geçiyordu.. Geçenler içinde çarşaflı, tesettürlü ve açık saçık insanlar vardı..
Şöför dediki; Hocam bu tesetturluler neyse de şu kara carsaflilar varya onlara çok kızıyorum. Onlar da normal tesettür giyseler olmazmi neden kara çarşaf giyiyorlar??
Neden kara diye hiç düşündün mu?? Kırmızı,mavi,yeşil rengarenk değil de sadece siyah kapkara bi renk..
Şöför "bilmem hiç düşünmedim" dedi
Dedim ki: siyah renkte fıtraten bi iticilik kendi öz yapısından dolayı insanlara çekici gelmez. Diğer renklerin hepsinde kendilerine göre bi albenisi vardır, çekiciliği vardır.. SIYAH da bu yoktur..
Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim giyim kuşam konusunda "örtünün " diye bize emir veriyor. Bildiğin gibi erkeğin avret yeri: dizinin dört parmak altından göbeğinin dört parmak üstünün arasıdır. Kadınlarda işe eller ve yüz açık olabilir geriye kalan vücudunun tamamını örtmek zorundadır. Kadınlar bu iki uzvunun dışında başka yerlerini açıp başkalarına gösterirlerse günaha girmiş olurlar. Bakanlarda GÖZ ZINASI yapmış olur.
"tesettür giysinler, illa çarşaf giyin diye bişey mi var?" Önümüzde geçmekte olan tesetturluleri gösterip iste bak bunlar tesettürlü bunlara bakınca ne görüyorsun ?
"Kadınları kizlari görüyorum" derken sürekli onlara bakıyordu.
başka ne görüyon: " ne görmem gerekiyor bildiğin kadın ve kız iste ".
Şimdi sana desem ki: bu baktığın tesetturluler içinde en begendigin en çok begendigin hangisi desem ne dersin ? (elbisesinden ayakkabı rengine kadar birisini tarif etti ) şimdi sen onu bi başka yerde görsen hatırlar mısın tanirmisin ve ya sonra o aklına gelirmi? Abi unutmak mümkün degilki tanırım tâbi dedi.
Demekki açık saçık bi hanımla tesettürlü bi hanım arası da pek bi fark yok. Ikisinin de vücut hatları belli ikisinide hatırlayabiliyorsun. Bir video kaydı gibi hafızana kazıyorsun..
Çarşafın kara renginden dolayı o kadınlara bakışlar azalıyor bir gören insan bir daha bakmiyor. Sonra bol olması sebebiyle vücut hatları belli olmuyor yani video kaydı yapamıyorsun..
Şimdi ben sana sorayım annenin veya kızkardeşinin çarşıya çıktığında sokakta yüzlerce gözle başkaları tarafından göz zinasina uğramasını istermisin ? " hayır istemem " iste bunun için KARA ÇARŞAF gerekli..
Çünkü KARA ÇARŞAF hem seni hem giyeni korur.
Selam ve dua ile. 🌹❤️🌹
20 notes · View notes
okuryazarlar · 10 months ago
Text
Tumblr media
"Kırmızı ve Siyah" kitabıyla adını tüm dünyaya duyuran, 19. yüzyılda yaşamış en önemli Fransız yazarlardan Stendhal, 182 yıl evvel bugün aramızdan ayrılmıştı.
89 notes · View notes
siktiringidinlutfen · 10 months ago
Text
içine atarsa ölürdü hani insan? benim içimin dibi yok, sonsuz. bazen kusasım geliyor yaşadığım her şeyi. dilimin ucundan damlıyor siyah mürekkep rengi. içim katran, içim susuz, içim deniz, içim kayıp, içim bomboş bir mezarlık; ölülerle dolu bir kadehe susamışlık. “ben yok oluyorum, görmüyor musun?” diye soruyorum aynadakine. sen zaten yok oldun dercesine bakıyor, ölü gibi bakıyor, kimse onu umursamıyormuş gibi. gözlerinde yetiştirdiği mor menekşeler ele veriyor onu. buz tutan kalbinin üstünde uyumuş gibi teni, soğuğu sevdiğini teni bile haykırıyor. dünyanın en kötü keşfi aynalar olmalı, diye düşündüm yansımamın takıldığı o kara harelerden gözlerimi kaçırdığımda. kendimi gördüğümde hislerimin ete kemiğe büründüğünü düşlüyorum. onlar kadar can yakıcı, onlar kadar gerçek biri. içimden kaçmak kolay oluyor yer yer, zihnimden demedim; içimden dedim. çünkü çoğu zaman kovuluyorum o savaştan. fakat aynalar beni o savaşın kaybedeni yapıyor. düşünsenize, içiniz ölüyor. ve aynalar o ölümü doğuruyor, eksiksiz bir biçimde. ölmüşüm. bakıyorum gözlerime, saçlarıma, dudaklarıma, boynuma, ellerime, göğüs kafesime. Kemiklerim morarmış. Kalbimin olduğu yer çukurlaşmış. saçlarım kokusunu yitirmiş. gözlerimin belini ölüm bükmüş. boynumda kan var. hayır, kırmızı değil. katran. içimin rengine boyanmış damarlarım. ölmüşüm ve doğumumu kutlamışım yıllarca. içine atarsa ölürdü hani insan? nedir bu hayatıma sıçramış katran yönümü göremiyorum, yolumu kaybediyorum. kimse tutmayacak ellerimi biliyorum. ama kimse kutlamasın doğumumu bugünden itibaren, söylüyorum. yaşadığım her gün ölüyorum.
58 notes · View notes
amezhu · 4 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
227. BÖLÜM - Karma ateşleri ile yanmak - şeytani tanrı kraliyet başkenti üzerine alçalıyor - 2
“Lord Yağmur Ustası!”Xie Lian haykırdı.
Yağmur Ustası kara öküzüne biniyordu, başı yüksekteydi, selamlamak için başını ona doğru eğdi. Pei Ming öküzünün arkasında kızgın alevlerle yanmış sağanak yağmurda sırılsıklam bir fare gibiydi, saçı başı birbirine girmiş tam bir sefalet demetiydi. Gözlerini kanlı bir şekilde kırpıp açtığında sahiden de onu yakalayanın Yağmur Ustası olduğunu fark etti. Onun tamamen öküzü sürmeye odaklanmasına ve ona bakmamasına rağmen onun şimdiki hiç-yakışıklı durmayan halini herkes görmüştü ve biraz utanmış hissetmişti, hemen düzgünce oturdu, “Lor…”
Ancak beklenmedik bir şekilde ağzını açtığı anda ağzından siyah bir duman çıktı, Rong Guang öfkeliydi, “bir kadın tarafından kurtarılmaya ihtiyaç duyduğuna inanamıyorum, Hem de o Yu Shi Huang, Pei Ming tam bir yüz karasısın.”
Pei Ming sinirlenmişti ve ağzını açtığında başka bir siyah duman dizisi dışarı çıktı, “Çeneni kapatabilir misin?”
Diğer taraftan Pei ‌Su‌ ve ‌Ban‌ ‌Yue‌ sorunsuz bir şekilde inen Yağmur ‌Ustasını karşıladı ve Pei Ming’i motive etmeye çalıştılar; aynı zamanda o ateşli şeytani devin bedenin üzerinde milyonlarca moloz yuvarlanıyordu. Düşen kayalar alev alev yanan ateşlerle hâlâ yanıyor ve her biri gök taşı yağmuru gibi hızla yere çarpıyordu.
Gökyüzünü saran yağmur daha sert yağıyordu ama yangınlar sönmeyi reddediyordu. Görünüşe göre Jun Wu alevlerin içindeki ruhsal güçleri güçlendirmişti. Eğer yağmur damlaları alevleri söndüremezse bile dev kayalar yine de yere düşecek ve kraliyet başkenti hiç şüphesiz binlerce dev kraterden ızdırap çekecekti, sayısız insanı öldürecekti ve her şey boşa gitmiş olacaktı. Bununla beraber devasa ilahi heykel gayretlice devi çekiyordu ve Xie Lian bundan kaçıp kurtulamazdı, ayrıca kaç savaş tanrısının orada olduğunu ve orada olsalar bile hatasız bir şekilde kayaları yakalayıp yakalayamayacaklarını bilmiyordu. Xie Lian korkunç derecede gerilmişti, Hua Cheng’e döndü, “San Lang, ne…??”
Hua Cheng onun tam arkasında duruyordu ve elini Xie Lian'ın elinin üzerine koydu, “Gege’nin endişelenmesine gerek yok, sadece oraya odaklan, aşağıda olan şeyleri umursama.”
Sesi tam Xie Lian’ın kulağının yanında, nefesi sıcak ve nazikti, hafifçe Xie Lian’ın çenesini kaldırdı ve bakması için işaret etti. Xie Lian Hua Cheng’in işaret ettiği yere gözünü dikti, dışarıdan elleri arkasında kırmızı bir figürün yavaş yavaş insan rününün yanına geldiğini gördü. Xie Lian gözlerini kıstı ve şaşkına döndüğünü hissetti.
O… Hua Cheng?
Başka bir Hua Cheng??
Neler oluyor? Xie Lian hızla arkasını döndü. Onun hemen arkasında duran ‌Hua‌ ‌Cheng değil miydi?
Hua‌‌Cheng‌ hafifçe kıkırdadı, “Panik yapma, Gege. Buradaki asıl San Lang, yalan yok diğeri sahte.”
O zaman aşağıdaki klon, Hua Cheng’in ayrılırken geride bıraktığıydı. Şimdi neden Jun Wu’nun Hua Cheng’in cennet başkentine sızmış olacağından şüphelenmediği anlaşıldı. Xie Lian aslında Jun Wu'un orayı izleyen gözleri olup olmadığı konusunda şaşkındı. Belki de izlemiyordu ama onun gözetimi altındaki ‘Hua Cheng’ hala kraliyet başkentini koruyordu ve tabii ki şüphelenmezdi.
Shi Qing Xuan’ın yukarıya bakma fırsatı yoktu ve Hua Cheng ve Xie Lian’in orada olduğunu o da görmedi. ‘Hua Cheng’in geldiğini görünce hemen seslendi, “ÇİÇEĞE UZANAN KIZIL YAĞMUR!!! Sonunda geri döndünüz. O kadar uzun süre giderek ne yapıyorsunuz? Ekselanslarıyla iletişim kurmak için bir yol buldunuz mu? Hayır hayır hayır ilk önce en iyisi bu durumla nasıl başa çıkacağımızı düşünün. Gökyüzünden gelen o şeytani ateşli kayaları görüyor musunuz? Düşünün, çabuk! Bir nefes üfleyin ya da binlerce gümüş kelebek yukarı çıkıp onları uzağa götürsün falan, yoksa hepimiz öleceğiz…”
“Hua Cheng” tek kelime etmedi, Shi Qing Xuan’in tek nefeste bir kelime yığını sarfetmesine soğuk bir şekilde izin verdi ki dinlerken artık sabrı tükenince doğrudan sözünü kesti, “Kendin hallet!”
Shi Qing Xuan haykırdı, “Kendim mi halledeyim? Böyle zamanlarda şaka yapmayın, ben ekselansları değilim sizin şakalarınızı anlamam. O kayalarla ben nasıl kendim başa çıkacağım…” cümlesini bitirmeden “Hua Cheng” onun arka yakasından tuttu ve doğrudan insan rününün içinden çekip çıkarttı.
Shi Qing Xuan fena derece hızlı hareket etti ve rünü terk ettiği anda sağındaki ve solundaki insanları birleştirerek rünün bozulmasını engelledi. Ancak beklenmedik şekilde “Hua Cheng” onu dışarı çektikten sonra henüz yapacağı bitmemişti, bir el sallanarak gelerek ona tokat attı ve dışarı fırlattı.
Tüm dilenciler şok oldu, “OL’ FENG!?”
Bazıları “Hua Cheng”e bağırarak şikayetlerde bulundu, “İNSANLARA VURARAK NE YAPIYORSUNUZ?”
Her ne kadar Shi Qing Xuan uçurulmuş, birkaç kez yuvarlanmış ve yere serilmiş olsa da hemen sürünerek kalktı, “Sorun yok sorun yok, ölmedim! Gerçekten bana vurmadı, bana ruhsal güç ödünç veriyordu!”
“Cidden mi…”
Shi Qing Xuan ellerini inceledi, sonra tepeden tırnağa ruhani bir ışık yayan kendi bedenine baktı, “Hua ChengZhu, ekselanslarını göremiyor olsanız da bu şekilde yapmanıza gerek yoktu? Eğer ruhani güç ödünç veriyorsanız o zaman nazikçe yapın, o iğrenç şekerlerden birkaç tane daha yemek umrumda değil ama insanlara vurmanıza gerek yok, tamam mı? Neden onun yerine biraz daha gökyüzüne odaklanmıyorsunuz, hala orada çok sayıda meteor var…”
Tam o sırada “Hua Cheng” sağ elini kaldırdı ve ona bir şey fırlattı. Shi Qing Xuan düşünmeden hemen yakalamak için elini kaldırdı ama yakaladığı şeyi gördüğünde tüm yüzünün rengi gitti.
O şey Rüzgar Ustasının yelpazesiydi.
Bunu gören, dev ilahi heykelin tepesinde bulunan Xie Lian da geri duramadı ve sordu, “San Lang, Rüzgar Ustasının yelpazesi şeyde değil miydi… aşağıdaki…?!”
"Aldırma." dedi Hua Cheng, "Son dakika onu yardım etmesi için çağırdım."‌ (Kara Su geldi)
Shi Qing Xuan o çok tanıdık yelpazeyi tutuyordu, boynu tutulmuştu ve yavaşça ona döndü.
"Hua Cheng".
"Hua Cheng" daha sonra soğuk bir şekilde tekrarladı, "Kendin hallet."
Alevli meteor yağmuru yere düşmek üzereydi ve insan rünü içindeki insanlar yüzlerinde yükselen sıcak hava dalgalarını hissedebiliyor hem soğuk hem de sıcak terler döküyorlardı: "Ol' Feng, söylediklerin doğru, değil mi? Her şey gerçekten yoluna girecek mi?"
Cennet mensupları da haykırdı, "Ekselansları, lütfen hemen bir yol bulabilir misiniz!"
Shi Qing Xuan yelpazeyi kavradı, elinin arkasındaki damarlar patladı ve gözlerinden yavaşça kan damlaları akmaya başladı.
Bir an sonra, arkasını döndü ve kolunu savurdu!‌ ‌
Bir kasırga düz yerden esti ve gökyüzüne doğru atıldı. Alevli meteor yağmuru anında bir U dönüşü yaptı ve göklere doğru uçtu!
Aslında dilenciler neredeyse ölümüne korkmuştu ve kaşla göz arasında her an kaçmaya çoktan hazırlardı ancak hepsi bu vahşi rüzgar yüzünden tamamen uçup gittiler, gözleri şiş, ağızları açık, tamamen şok olmuşlardı. Onlar şunu söylemeden bir an önceydi, “…Bi, bir tanrı?”
Birisi bağırdı, “Tanrım, Ol’ Feng, sen gerçekten gerçek bir tanrı olabilir misin?!”
Yelpazeyi salladığında hala Shi Qing Xuan’ın elleri titriyor, derin nefesler alıyordu, bir zaman sonra kendi geldi ve cevaplamaya gayret etti, “…Ha, hadi canım! Uzun zaman önce size demedin mi? Nasılmış, saçmalamadığımı söylememiş miydim?”
“Hayır hayır, saçma değil! Artık sana inanıyorum! Woav, Ol’ Feng bir tanrı, diyelim ki bir tanrı tanıyoruz, o zaman zengin olduk ahahhaahha…”
“Ol’ Feng, konuşalım, Bazen vaktin olduğunda bizi uçmaya götür, hey!”
Bütün bunları gören “Hua Cheng” hafifçe hıhladı ve ayrılmak için arkasını döndü. Diğer tarafta Shi Qing Xuan hala Rüzgar Ustasının Yelpazesini tutuyor diğerlerinin sorularına ilgisizce cevap veriyordu, yüzündeki renkler kırmızı ve beyaza dönüyor ve alnından soğuk terler damlıyordu. Yukarıya baktı, sanki soru sormak istiyormuş gibi görünüyordu ama o kişi çoktan gitmişti.
O sırada karanlığın içinden, insan rününün çok uzağından yeni tuhaf sesler geldi.
Gıcır gıcır gıcır gıcır gıcır gıcır. Keskin gözlü olanlar ağladı, “O ne?”
“Şu siyah, tüylü... fareler mi?”
“Ne arkasındaki ne? İnsanlar mı? Neden külden beyaz insanlar var…”
“Canlı gibi görünmüyorlar…”
“Ne?” Xie Lian ağzı açık kaldı.
Onlar ceset yiyen fareler ve boş kabuklu insanlardı. O canavarlar da TongLu dağından buraya getirilmişlerdi.
Bu boş kabuklu insanlar yalpalıyor, sertleşmiş uzuvlarla yürüyorlardı, insan etinin etrafına üşüşen ceset yiyen fareler aynı zamanda kara bir gelgit gibi akın etmişti. Görünüşe göre Jun Wu insan rününü bozmak dışında her şeyi umursamayı bırakmıştı ve ölümlü alemine ne olursa olsun kesin bir kaos getirmeye istekliydi.
Diğer taraftan Yağmur Ustası Ban Yue ve diğerlerine emir verdi, “General Pei’ye göz kulak olun. Ben insan rününü koruyacağım.”
Pei Ming bir süreliğine siyah duman üfleyerek orada yatıyordu ki bunu duyunca ayağa kalktı, “Ben iyiyim, rünü koruyabilirim.” Sürünerek ayağa kalkmaya çalışsa da yine geri düştü. Pei Su bile daha fazla izlemeye dayanamadı, “Aldırmayın, general. Sadece… yaralarınıza dikkat edin ve Lord Yağmur Ustasının halletmesine izin verin.”
Bu muhtemelen Pei Ming'in bir kadının önünde bu kadar aşağılandığı ve ayrıca bir kadın tarafından kurtarıldığı ilk seferdi. Kızgın mı yoksa bunun gurur kırıcı bir durum mu olduğunu söyleyemezdi ama yüzü düşüktü. Yağmur Ustası onun düşüncesini görmezden geldi ve gülümsedi, “Generalin kendini zorlamasına gerek yok.” Ardından siyah öküzünü sürerek ayrıldı.
“LORD YAĞMUR USTASI!” Pei Ming seslendi.
Tam o sırada başka bir el yukarı doğru sürünerek geldi ve boynunu yakaladı. Unutulmaz bir ses geldi, “Sevgilim Pei…”
Pei Ming hâlâ yoğun bir şekilde mücadele ediyordu ve bu sesi duyduğunda gına gelmişti, “Neden hala buralardasın?”
Aslında Xuan Ji, Ban Yue, Rong Guang’ın yaraladığı Ke Mo ve onu yanına aldığından baştan beri oralardaydı. Pei Ming’in kaba ses tonunu duyunca aniden şeytanileşti, “Neden mi buradayım? BEN BAŞTAN BERİ BURADAYIM! Ne Yağmur Ustasına bakıyorsun öyle? Tercihlerin mi değişti? Artık onun peşinden koşmak istiyorsun, ha? ONUN NESİ İYİ Kİ? BUNA İZİN VERMEM!”
“…”
Pei Ming nihayet daha fazla dayanamadı ve öfkeyle bağırarak onu itip uzaklaştırdı, “Xuan Ji, beynin böyle zamanlarda bile sadece bu konulara mı çalışıyor? Tercihlerimin değiştiği yok, Yağmur Ustasıyla zar zor kelime alışverişinde bulundum.”
Bu Xuan Ji’ye ilk karşı çıkışıydı, Xuan Ji sert bir şekilde yere itildi ve tamamen şaşkına döndü.
İnanamayarak konuşmadan bir süre önceydi, “Pei sevgilim, seni düşünüyorum çünkü seni seviyorum, bu yanlış mı? Daha önce bana karşı hiç bu kadar sert olmamıştın, benden cidden nefret mi ediyorsun?”
Pei Ming, ayağa kalkmasına yardım etmek için kılıcı kullandı, “Sana bir şey anlatamıyorum.”
Xuan Ji yine de vazgeçmedi, “SÖYLE! Cidden beni bırakacak mısın? Bıktım senden, benim böyle olduğumu görünce hiç hüzünlenmedin mi? Hiç suçlu hissetmiyor musun?”
“ZATEN SANA YÜZYILLAR ÖNCE SÖYLEMEDİM Mİ?” Pei Ming bağırdı.
Xuan Ji şaşkına dönmüş ve sersemlemişti.
Ne yapacağını bilmiyordu ama elleri cüppesinin eteklerini ölümüne kavradı ve kırık bacaklarıyla sendeleyerek zıpladı, "Pei sevgilim... Pei sevgilim... bekle, neden biraz daha konuşmuyoruz..."
Ban Yue onu izledi, Xuan Ji'yi ilk terk edenin Pei Ming olduğunu bilmesine ve bu kadın hayaletin daha sonra da sayısız kişiyi öldürüp onları da defalarca öldürmeye çalışmasına rağmen yine de böyle göründüğünde biraz acınacak haldeydi.
Pei Ming ona dönüp baktı ve sonunda sadece, "Xuan Ji, uyanma vaktin geldi," dedi.
"Neyi uyandırayım?" Xuan Ji'nin kafası karışmıştı.
"Bu hale gelmende benim de payım var ama bunun büyük bir kısmı senin kendi kararların. Çok şey yaptın ama sadece sen kendi kalbini oynatabilirsin, ben taş yürekli bir adamım. Beni sevmek yerine neden gidip kendini sevmiyorsun?"
Cübbesini Xuan Ji'nin elinden çekip aldı ve arkasına bakmadan oradan ayrıldı.‌
İnsan dizisinde Shi Qing Xuan yelpazesini savurduktan sonra geride pek ruhsal gücü kalmamıştı. Bir panik karmaşasının ardından önden gidecek ve savunma yapabilecek ancak Yağmur Ustası ve birkaç savaş tanrısına sahiplerdi. Ancak beklenmedik şekilde o sırada her taraftan gürültülü bir kargaşa geliyordu:
“Vak vak, burası kraliyet şehri mi vak, ne büyük evler vak!”
“Evet ve Chengzhu'nun evleri kadar güzel de değiller!”
Sokakların uçlarından, ara sokaklardan, saçaklardan, her türden tuhaf şekilli kafalar ortaya çıktı, aşırı derecede canlıydı. Hayalet Şehirdeki tüm canavarlar ve hayaletler birdenbire akın etti!
Cennetin Gözü ve insan rününün içindeki topluluk bunu görünce sabırsızca bağırdılar, “BU HAYALETLER NE BÖYLE! GİT BURADAN! GERİ DÖN! İMPARATORUN EMRİNDEYİZ, NASIL KRALİYET BAŞKENTİNE GELİP KARGAŞAYA CÜRET EDERSİNİZ?”
“Seni domuz ruhu, Yüzünü bana göstermeye cesaretin ediyorsun!”
“Halüsinasyon görmüyorum, değil mi… o ördek… ördek fareyi mi dövüyor?”
Anında mezarlığın her tarafına elmalar asıldı, “KAPA ÇENENİ, SENİ PİS RAHİP! SİZE YÜZ VERİYORUZ BURADA, ÇOK UTANMAZSIN!”
“HUA CHENGZHU’NUN EMİRLERİ OLMASA KİM GELMEK İSTERDİ?”
“NEDEN DİZ ÇÖKÜP TEŞEKKÜR ETMİYORSUN?”
Kara gelgit gibi akın eden Ceset Yiyen Farelerinin gözleri kıpkırmızı parlıyordu ancak durum onların beklediğinden çok farklı bir şekilde ilerliyordu. Öldürücü bir şekilde saldırmaya geldiklerinde kendilerinden çok daha büyük bir grup canavar ve iblis onları selamlamaya gelmiş hatta sanki açlıktan ölüyormuşlar gibi dirgenler ve tırmıklarla rastgele parçalayıp bıçaklıyorlardı ve artık gözlerinden daha fazla korkunç kırmızı ışık yanıp sönüyordu, “ÇOK FAZLA FARE!!”
“Gel gel gel hehehe, uzun zamandır seni bekliyordum! Hiç iki bin yıllık bir aperatif yememiştim, süper lezzetli olmalısın!”
“Bunları yiyebilir miyiz?”
“Chengzhu yiyemesek de satabileceğimizi söyledi!”
Ceset Yiyen Fareler yokuş aşağı giden durumu gördüler ve dehşet içinde geri çekildiler. Boş Kabuklu İnsanlar, kafalarını kaybeden fareler tarafından tuzağa düşürüldü. Korkunç durum anında ortadan kalktı ve Xie Lian bir kez daha rahat nefes aldı, Hua Cheng’e döndü, “Tanrıya şükürler olsun ki San Lang buradasın.”
Hua Cheng gülümsedi, “Kendileri gelmek istediler, benimle alakası yok. Bundan ziyade, Gege, dikkatli ol.”
Son iki kelimesinde ses tonu aniden ciddileşti. Xie Lian bakışını geriye yöneltti ve ateşli şeytani devin yeni hareketler yaptığını, sanki bir şey çıkaracakmış gibi elini beline yerleştirdiğini gördü.
Xie‌ Lian'ın kalbi yalpaladı.
Bir kılıçtı.
23 notes · View notes
yolguncesi · 6 months ago
Text
Alışmanın Trajedisi 
Paramparça edilen benliklerle yaşamaya alıştırılıyoruz. Belki de tarihin kendisi alışkanlıklar tarihi haline geldi. “İnsan her şeye alışıyor” klişesi de buradan besleniyor. Alışmasa keşke. Yani belki koşullara veya yeni olarak ortaya çıkanlara adapte olunabilmeli ama alışılmamalı. Alışmak direngenliğin ölümüdür çünkü. Alışınca mücadele edemezsin, alışınca sorgulamazsın, alışınca aramazsın. Sadece alışırsın ve nehirlerin alıştığın şeye bürünür. Gözün aydın, gönüllü olarak kölesin artık.
Hele de büyük idealleri olan insanlar için alışmak ruhun göçmesi anlamı taşır ki dünya ruhu göçmüşler diyarına dönecek böyle giderse. Bu halde yüzümüz karanlığa dönük oturmuş arkaya dönüp ışığa bakmayı bile hesap edemiyoruz. Bu yüzden paramparça edilmiş benlikler ağır gelmiyor bize. 
Üzerimizde var olan o koca mahalle baskısı bize yalan söylemeyi öğütledi ve öyle öğrendik. Ancak özgürlüğü düşleyen biri yalan söylemezse başına neler geliyor? Bazıları açısından yaşamanın gerekçesi haline geliyor artık yalan. Peki ya kolay mıdır gerçekten her şeyi kaybetmeyi göze alan bir dürüstlük? Dürüstlük dayatılırken realite yalan söyle diyor. Bu bir parçalanma biçimi. 
Nelere alıştığımızı bir düşünsek ya! Hiç açmadan yalnızca başlıklar halinde yazsak bile sayfalar yetmez. Alışılmışlıklar parçalıyor işte benliği. Kişilik bölündükçe bölünüyor, gitgide zayıflıyor. Dış müdahalelere açık hale geliyor. Böyle bir durumda karakter mi kalır insanda? Büyük tavizler büyük sonlara açılan kapılar oluyor. İnsandan geriye yalnızca giysileri kalıyor. Ne bir fikir, ne bir zikir, ne bir eylem. Yani paramparça edilince benlikler, geriye bir yangına bile ait olmayı beceremeyen küller kalır. 
Sonra bir umut beliriyor ya insanın içinde. Biri çıkıp yalnızca söylemiyor, söylediklerini yapıp bir de somutlaştırıyor ya. Schindler’in Listesi filmindeki son sahne gibi… Her şey siyah beyaz. Sadece bir kız çocuğunun üzerindeki kırmızı giysi renkli. Ona odaklanıyorsun çünkü o sahnede tek umut o. Aynı umut işte. Aynı anlamlı salınma hali... Öyle bir yürüyüş.
Diyorsun ki göğüm, denizlerim, dağlarım onun rengine bürünse de içimdeki küller uçuşup doğaya karışsa. Zor işte. İnsanın kendi içindeki külleri savurması yani… Çok zor. Seni karamsarlığa iten de, yaşama bağladığını sandığın da o küller. Bir hiçliği, daha doğrusu yokluğu kaybetmekten korkar mı insan? Korkar çünkü parçalanmış kişiliği kanatlanmasının önündeki en büyük engel. Kişilik özelliklerine paramparça edilmişliğin gölgesi düşüyor. Birçok insan tanıdım içinde bahar bahçesi taşıyan. Ama bu bahçenin kapılarını sımsıkı kapatmak zorunda kalan. Çünkü dışında öyle bir dünya var ki “böyle davran” diyor. Bununla da yetinmiyor “şöyle konuş, öyle gülme, öyle hüzünlenme” diyor. 
O insanlar öyle bir hale gelip kendisine sürekli bir şeyler buyuran dünyaya öylesine alışıyor ki kendi bahçesini unutuyor. O bahçenin esemesini okuyamıyor. O güzellikler öylece içinde eriyip kaybolup uçuyor gidiyor. “Ben böyle olmayacağım” diyenler, direnenler de var. Onlar da yöntem sorununun kıyısına çivileniyor. Hep kar altında olduğumuzu bize düşündüren şey bunlar işte. Oysa biraz anlamlı kavganın hakikatine bürünsek sadece umudu bulmayla kalmayacağız. Bu karı hafif eşelesek bile çimlenmekte olan bitkiler orada, tam da kar ile toprak arasında duruyor. Bunu rahatlıkla görebileceğiz. Bakıp göremeyenler olup çıktık.
32 notes · View notes
dolunay66 · 5 months ago
Text
Güzelliğinize hayranım,
ancak aklınızdan korkuyorum..!
Kırmızı ve Siyah/ Stendhal
Tumblr media
42 notes · View notes
baybaykus · 29 days ago
Text
“Fırınlarda fareler cirit atıyor.
Pastaneler hamamböceği dolu.
Tuvalette dondurma yapıyorlar.
Baklavaya antep fıstığı yerine ezilmiş bezelye koyuyorlar.
Kırmızı biberde kiremit tozu var.
Zeytini koyu siyah olsun diye ayakkabı boyasıyla yıkıyorlar.
Bayat tavuk beyaz görünsün diye klora batırılıyor.
Küflenmiş peyniri jel ile harmanlayıp, taze kaşar diye kakalıyorlar.
Lahmacunda yağ külü var.
Kemik öğütüp salam yapıyorlar.
Sosis horoz ibiğinden.
Dönerde bağırsak var.
Tavuk dönerinde deri var.
yoğurda domuz kemiğinden yapılan jelatin katılıyor,
dana eti diye satılan sucuklarda at ve eşek eti bulundu,
tereyağına patates karıştırılıyor,
tulum peynirine nişasta koyuyorlar,
sakatatı boyayıp hazır kıymaya katıyorlar,
çikolatalarda şekerlemelerde hayvan yemi var,
kuru üzüm kurutulmadan mazota bulanıyor,
zeytin çabuk kararsın diye havuzlarına paslı demir atılıyor,
Çiğ süte, daha fazla peynir elde etmek için şeker gübresi konuluyor, sütün ekşimesini önlemek için hidrojen peroksit ve formaldehit koyuyorlar, ekşimiş sütün ekşiliğini almak için soda, kostik ve trisodyum sitrat koyuyolar, sütün öz yağı alınıyor, yağlı süt izlenimi versin diye margarin katılıyor.
Zeytinyağına kanola karıştırılıyor, eskiden ucuz diye ayçiçeği yağı karıştırılıyordu, şimdi daha ucuz diye kanola karıştırılıyor, yarın öbür gün kullanılmış motor yağı karıştılırsa şaşma… Anca sabun üretiminde kullanılan yüksek asitli yağlar, ısıl işlemden geçirilip natürel sızma zeytinyağı diye satılıyor.
Arı görmemiş bal var!
Petekli ballarda petrol ürünü mumdan petek kullanılıyor.
Bitkisel baharatların içine kurutulmuş ot karıştırılıyor.
Tahini soyayla yapıyorlar.
Kaçak çayı domuz kanıyla renklendiriyorlar.
börek salonunda, kol böreğinde at eti çıktı.
Bursa da pidecide, eşek eti çıktı.
Denizli'de pidecide, bağırsak çıktı.
Ankara'da köftecide, dana köfte harcında tavuk ayağı çıktı.
Kahramanmaraş'ta antep fıstığı ezmesinde boya çıktı.
Afyon'da sucukçuda tükrük bezi çıktı.
Niğde'de bitkisel doğal üründe ilaç çıktı!
İstanbul'da çöpten toplanan ekmekleri kurutup un haline
getirdikleri, pasta ve kurabiye yaptıkları,
hatta başka pastanelere ucuz yollu sattıkları ortaya çıktı.
Aydın'da ramazan ayında sokak iftarlarının en büyük
tedarikçisi olan yemek fabrikasında, domuz eti çıktı.
*
Hal böyleyken…
Askerler yemekten zehirlendi, Türkiye ayağa kalktı,
sabotaj mı var, komplo mu,
televizyonlarda endişeli tavırlarla tartışılıyor,
acaba dış güçler mi yapıyor,
nasıl olur da askerler zehirlenir filan.
Kardeşim!
Danimarka'da mı yaşıyorsunuz?
Finlandiya mıdır burası?
Kanser oluyoruz, kalp hastası oluyoruz, tansiyon,
şeker hastası oluyoruz, hamilelerde düşüğe yol açıyor.
İddia ediyorum, gıda terörünün
bu topraklarda öldürdüğü insan sayısı
Tüm terör olaylarından fazladır.
Dolayısıyla bu ülkede zehirlenmek değil
zehirlenmemek haberdir.”
Yılmaz Özdil.
10 notes · View notes
cennetthend · 6 months ago
Text
Yazdığın kalemin değil de, kullandığın kelimelerin rengi önemlidir. Örneğin, kelimelerini koyu tonlamalarda seçersen çok daha sert ve asi görünürsün. Yahut pastel tonlarında naif ve kibarlığı hissedersin, yeşil tonlarına sığınır, kırmızı tonlarında kaçacak yer ararsın. Bazen de mavi ile huzur bulurken koyulaşmaya başladığında kayboluşun eşiğine gelirsin. Turuncu günbatımı ya da gündoğumu zamanıdır, insanların gittiği anlardır. Fuşya ise cıvıl cıvıl bir şenliği andırırken koyu mor tonlarında intihârdan izler bulursun. Gri ise tam araftadır, ne siyah ne de beyaz. Arafın kendisi. Her şeye uyum sağlarken bi' çoğu şeye de uyumsuzdur. Yeşil tonlarını korumak isterken bir anda günbatımı dalıverir içeri, bi' terk ediş ile kırmızıda bulursun kendini. En son ne mi olur? Griye dönersin. Bir hançer, bin izi temsil eder.
Siz yine de gri olmayın.
16 notes · View notes
pandoraebru · 1 year ago
Text
• KARGO PERSONELİ PASİF HASTASI ÇIKTI ( Bolu’dan pir pasif itirafı daha )
Öncelikle selamlar sevgili pasif severler yaz aylarında başıma gelen bir hikayemi sizlerle paylaşmak istedim, genelde evde olduğum için sürekli internetten bayan iç çamaşırı, vibratör, oje, gecelik vs vs şeyler sipariş veriyordum. Süreklide kapıma Aras kargoda çalışan bir çocuk geliyordu ismi Soner hafif sarışın 170 boylarında yaşıda 28 ila 30 civarlarında biriydi her kapıyı açtığımda üzerimde ya dar bir pantolon yada beyaz bir eşofman üzerimde ise bayan sporcu atleti olur ayak tırnaklarımda mutlaka oje ve fileli çorablarım olurdu, soner’ le karşılaşarak kapıda önce ismimi söyler sonra şifre ister ve kargomu teslim ederdi o esnada sürekli ayak parmaklarımdan göğüslerime kadar süzerdi beni. Elinden kargoyu alıp arkamı döner ve önünde domalırdım tepkisini merak etmek için gün geçtikçe ve sürekli o geldiği için artık bazende başka kargocular gelirdi tabiki .. Bazı günler evde olmadığım içinde kaçırırdım tabi kargomu. Bir gün yine evde kendime hem temizlik, hemde bakım yapıyorum, ayak parmaklarıma siyah oje sürdüm kuruduktan sonra banyoya girdim bir güzel içimi dışımı temizledikten sonra vibratörümü duvara yapıştırır yavaş yavaş gel git yapar kendimi tatmin ederdim. O esnada kargodan sms gelmişti 2 saate evindeyiz diye bazende çok kısa sürüyordu. Bende yarım file çorap giyip altıma dar bir kot pantolon giydim üzerimde beyaz atlet memelerimi artık okşadıkça gelişiyor ve büyüyordu, bu beni çok mutlu ediyordu artık, derken kapı çaldı otomata bastım kapıyı açtım ve bekliyordum Soner gelmişti artık naber falan diyerek biraz sohbet etmiştik yine gözleri üzerimde geziyordu anlaşılan azdırmıştım yine çocuğu, derken bir anda numaranı alabilir miyim diyerek bazen evde olmuyorum haberleşmek için dediğimde olur dedi ve numarasını verdi. Kolay gelsin diyerek kapıyı kapattım ve odama geçtim hemen mesaj attım sonere benim diye akşam film izlerken telefonuma mesaj geldi sonerden gelmişti nasılsın napıyorsun yarın için kargon var mı diye sohbete başlamıştık, aslında yarın içinde kargom vardı işin akşam kaçta bitiyor sorun olmazsa en son bana bırakabileceğini söyledim, oda olur diyerek gülücük attı.
Artık sohbet sohbeti aştı ve konu benim giyim ve kuşamıma gelmişti, her defasında ayaklarında oje ve bayan kıyafetleriyle görüyorum seni ve fiziğinde çoğu kızdan daha iyi diyerek eklemişti, beni bir kahkaha bastı ve iltifatların için ayrıca teşekkür ederim canım, bakımlı olmayı seviyorum ve kendimi bir kız gibi görüyorum ve bu yüzden bayan kıyafetleri giyiyorum diyerek cevap vermiştim. Kendisi bu durumdan baya bir memnundu ki sürekli bana iltifat ediyor kalp atıyor canım cicimli konuşmaya bile başlamıştı benimle artık. Tam bir pasif aşığı olduğunuda sonradan öğrendim tabiki kendisinin, Bolu’da sürekli gittiği birileri varmış ve ben seni nasıl bulamadım diyede kendi kendine dövünüyordu, ona twitter adresimi verdim biraz inceledikten sonra iyice aşık oldum sana diyerek iltifatlarına devam ediyordu, yarın akşam için sözleşmiştik artık. Sabah oldu telefonu elime aldım sonerden günaydın mesajları gelmişti bile, güzelce bir kahvaltı yaptım ve rutin bir şekilde takılıyordum evde akşam görüşme olacağı içinde heyecanlıydım aslında, saatte yaklaşıyordu bende hazırlanayım biraz dedim ve altıma kırmızı tangamı ve kırmızı bir sütyen giydim hardal sarısı bir elbise giymiştim üzerimede dizlerimin hemen üzerinde boyu uzun kollu ve dar bir elbiseydi, popom hafif çıkmış ve hatlarım belliydi ayna karşısında kendime yükselmiştim artık, gözlerime kalem ve dudaklarıma ruj sürüp bacak bacak üstüne atıp sigaramı yakmış ve kocamı bekliyordum artık. Saat 8 olduğunda kalbimin atışı bile değişmişti artık üzerim de bir heyecan vardı, ve havada çok sıcak olduğu için ateş basmıştı vücudu mu.
Kapı çaldığında bir irkilmiştim hemen koşup otomata bastım ve yavaş yavaş geliyordu kocam, güler yüzüyle ve beni o şekilde görünce aletini okşamaya başladı bile, kapıda sarılıp içeri girdik ayak üstü biraz sohbet edip, kanepe oturduk yan yana hemen elini bacağıma koydu sıvazlamaya başladı bir yandanda gününün nasıl geçtiğini konuşuyorduk, içim kıpır kıpırdı hemen ayağa kalktım bişey içermisin diye sordum olur dedi dolaptan iki shot aldım mutfakta arkam dönük bir şekilde biraları açarken çoktan yanıma gelmiş nefesini ensemde hissetmiştim bile bir anda irkilmiştim, harikasın diyerek eliyle popomu okşamaya başlamıştı ve nefesiyle ensemi öpüyor du biralar elimde kalmıştı ensemden öpe öpe kalçalarıma kadar inmişti arkamda eğilip elbisemi yukarı sıyırdı ve elleriyle kalçalarımı tokatlıyor ve yalıyordu inanılmazdı adeta, bende artık zevke gelmiş ve hafif eğilmiştim,tekrar boynuma çıkıp öpüyor bir yandan da eliyle deliğimi okşuyordu. Elleriyle göğüslerime yapıştı kulak mememi yalarken kaldırmış aletini kalçalarıma sürtüyor baskı uyguluyordu pipim zevkten şahlanmış ve zevk suyum tangamı ıslatmıştı bile, belimden tutup kendine çevirdi beni kucağına alıp dudaklarıma yapıştı deli gibi emiyordu dudaklarımı yatak odama geçtik beni yatağa yatırdı karşımda azgın bir boğa duruyordu sanki, tişörtünü çıkarıp pantolonunu düğmelerini açmaya başladı yataktan kalkıp önünde eğildim hemen, pantolonu indirip boxserin üzerinden kalkmış sikini ısırıyor ve yalıyordum yavaşça boxserida indirdim aletiyle göz göze gelmiştik artık 16 17 cm vardı küçük ama kalındı dilimle kafasına masaj yapmaya başladım ve yavaş yavaş ağzıma almıştım bile gözlerini kapatmış evet aşkım harikasın bebeğim diyerek iltifatlar yağdırıyordu bana, elleriyle kafamdan tutup tamamını sokuyordu ağzıma ve nefes almakta zorlanıyordum ağzımdan salyalarım akıyor gözlerim sulanıyordu sakso çektikten sonra beni kaldırdı elbisemden saniyeler içinde kurtulmuştu, yatağa çıkıp hemen domalmıştım önünde tangamı kenara sıyırdı ve diliyle deliğime masaj yapmaya başladı offff bu zevk beni delirtiyordu tangamın önü sırıl sıklam olmuştu çoktan, hadi kocam sok gir artık içime diye inliyordum, kendisi yüz üstü uzandı yatağa benide kucağına alıp kalçalarımı sikine sürtüyordum çok sertleşmişti artık bir elimle aletini tutup deliğime yerleştirdim ve yavaşça oturmuştum aletine, elleri göğüslerimde sıktırıyor bende kalın aletin üzerinde zıplamaya başlamıştım bile, daha fazla dayanamayıp boşalmıştım ben o hala devam ediyordu beni sikmeye, üzerinden kalkıp önünde tekrar domalmıştım bekle geliyorum diyerek içeri gitti geldiğinde elinde telefon vardı ve videoya çekmek istediğini söyledi, kaydı başlatmış aletini deliğime sürtüyordu, içime tekrar girdi ve gidip gelmeye başlamıştı bile sesler odada yankı yapıyor bir yandan sikiyor diğer yandan da kameraya çekiyordu, artık telefonu bırakıp elleriyle belimden kavrayıp daha hızlı sokmaya başladı her vuruşunda kalçalarımın dalga oluşunu hissediyordum artık.
Geliyorum diyerek hemen ağzımı açtım önünde eğilip boşalmasını bekliyordum, dilime ve yüzüme ılık ılık boşalmıştı artık ağzımda döllerini çiğniyor ve dudaklarımı yalıyordum aletini ağzıma soktu tekrar, sikini yalarken dölleri ağzımın kenarından dökülüyordu, sikini güzelce temizledikten sonra salona geçtik ve birer sigara yakmıştık biralarımızı alıp kanepe ye uzanıp kaldık, döllerinin yarısını yutmuştum bile, çektiği videoyu açıp izlemiştik gerçekten te her vuruşunda kalçalarım dalga dalga oluyordu ve kocamın siki tekrar kalkıyordu, sigarayı söndürüp elimdeki birayla kucağına oturup kalkan sikine sürtünüyordum, bir yandan da biramı yudumluyor ve yarısını da göğüslerimden aşağı döküyordum ayağa kalkıp tangamı çıkardım pipim küçülmüş serçe parmağım kadar olmuştu, 69 pozisyonuna geçip o benim deliğimi yalarken bende saksoya başlamıştım bile, biradan bir yudum alıp deliğime boşaltıyor ve tekrar yalıyordu, kanepede yanına yer açıp bende onun yanına uzanmıştım sırtımı ona dönerek, bacağımı yukarı kaldırmış ve aletini sokmasını bekliyordum deliğime, yavaşça sokup gidip gelmeye başlamıştı bir eliyle göğsümü okşuyor ve bir yandan da deli gibi hızlanmış deliğimi sikiyordu yüzümü çevirip dudaklarıma yapışıp dilimi emiyordu altında inliyor ve çığlık atıyordum ama durmak bilmiyordu kocam, önünden kalkıp tekrar sakso çekmeye başladım sikine eliyle kafamdan tutup baskı yapıyor, ağzıma gidip geliyordu dilimle taşaklarını emiyor aletini sıvazlıyordum, kanepeye oturup kucağına aldı tekrar sırtım dönük kucağına oturdum ayaklarımı dizlerinin üzerine koyup alttan sikmeye başlamıştı beni tekrar sürekli pozisyon değiştirip kucağından inmiyordum hiç, o kadar çok terledim ki surat ifadem değişmiş kalem sürdüğüm gözlerim akmıştı artık dudağımda ruj kalmamış tecavüze uğramıştım sanki, beni kanepeye oturdum bacaklarımdan ayırıp tekrar sikini sokmuştu deliğime baldırlarımdan destek alıp hızlı hızlı sikmeye başlamıştı altında inliyordum adeta artık deliğim parçalanmıştı resmen, geliyorum aşkım diyerek içime boşalmıştı bir kere daha ılık ılık içimde hissediyordum spermlerini üzerimde bir ohhh çekip yanıma uzanıp kalmıştı dizlerimin bağı çözülmüştü artık bir süre hareketsiz kalıp anın tadını çıkarıyordum hayatımda böyle sikilmemiştim ben ..
Birlikte duşa girip yıkanıp çıkmıştık halen daha gözleri vücudumda eli popomda geziyordu kocamın her fırsatta buluşup sürekli sikişiyorduk unutulmaz anılar yaşatmıştı bana …..
54 notes · View notes
yazmasamaglayacaktim · 9 months ago
Text
şimdi gel beni bul. katliamların ortasında iyi bir dilek gibi duruyorum. bak ben de en az barış sembolleriyle savaş başlatanlar kadar acımasızım. bildin. siyah elma.
şimdi beni gerçek kıl. son dileğiyim en son ölenin. son gülüşüyüm oyunu bombaların dağıttığı yerlerde çocukların. savrulmasıyım sağa sola insan vicdanının. ve kurşuna dizilmiş bir kalabalıkta son bir kalp gibi atıyorum. buldun. kara müze.
şimdi beni bul. en az herkes kadar acımasız. en az herkes kadar kurban. devrimci babaların büyüttüğü çocuklardan. yaslan ve saklan. onun yaktığı isyan ateşi dilime kadar eritti. tenime kadar düştü küfür. intiharlar aldı gerçekten. büyü de baban sana gerçekten. bak atladın. atlama. ah.
soğuk bir yerde. soğuk bir bıçak. büyü de ellerin gerçekten. yaralar iyileşeceği için değil. birbirine çok benzediği için. ama ben hiç benzemediğim için onlara. sıcacık karnın. yağmur yuvası kasıklarınla. bak. öğrendim. kırmızı gece.
bunları ağlamadan anlatayım mı. oysa bir yerde hiç dokunmadığın bir şey için ağlanacak ne var. gözlerim dolsun mu. bak günlerdir uykusuzum. binlerce boynu gibi çocukların. binlerce ellerle. binlerce kesmişler gibi. kan çanağı gözlerim. balık olacağım. balık. bak yakala. küflü elmas.
tam ortasında şiirin. tam ortasında şarkının. yangının. yağmurun. göğsünün. bacaklarının. katlilamlarım. tam ortasında gecenin. bak çırılçıplak. kırmızı perde. ölümcül seyirci. delirten alkış. kara oyun.
son sahnesi filmlerin. ne uzun yol filmleri. ne uzun hikaye. ne kalp acıtsın ne kafa yaksın. kafa bul. ot hap. sevişme sahneleri. inleme. sonunu biliyorsun. ama bak. sanat devrim. ama bak iyilikler. ama bak umutlar. şakacıktan tabanca. ucundan çiçekler çıkarken. ama şş. balık olacağım balık. ipte asılı kalmadım. sanat devrim güzellik. savaş kan barbarlık. alfredooo! bak ağlamadım.
alfredo. bak. giyinmedim.
balık balık. pul pul. döküldüm bak. düğmem kemerim. kanım kinim. öfkem sevgim. şimdi gel beni bul. emperyal oteli'nin en atlanamaz balkonunda. karlar içinde. titrek ve mutsuz. bak sustum.
35 notes · View notes