#Kördüğüm
Explore tagged Tumblr posts
kur-an-ve-risalei-nur · 5 months ago
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
İnsanın en büyük ihtiyacı beklentisizlik...
Çünkü hepimiz beklentilere girdiğimiz yerden yaralanıyoruz .. Kimimiz dünyadan uzaklaşmak istedikçe daha da derine dalıyor....
Kimimiz bir huzur bekliyor, Kimimiz sadece mutlu bir yuva...
Kimimizin beklentileri dağlar kadar büyük,
yıkılmaları da bir o kadar büyük ...
İnsan beklentilerinden sıyrıldığı zaman yükseliyor yeniden.
Beklentisizce sevdiği,
beklentisizce yaşadığı yerden…
Hayırlı Nurlu Sabahlar
____________°🌺💞🌸°______________
🎀
25 notes · View notes
afrodit-mavisii · 2 months ago
Text
Tumblr media
'Özlemiş ikimizi bu şehrin içindeki koca caddeler...'
@geceyesili
-Gaziantep ♡T&B
18 notes · View notes
asafca · 1 year ago
Text
… Kördüğüm gibi saklıyorum yükümü.
/ Yusuf Mahir
Tumblr media
16 notes · View notes
sessizkadinblog · 9 months ago
Text
Kördüğüm
Öyle uzak ki yerim,
Uzakları aşıyor,
Bütün özlediklerim,
Benden ayrı yaşıyor.
Ya her şeyim ya hiçim,
Sorma dünyam ne biçim,
Bir kördüğüm ki içim,
Çözdükçe dolaşıyor.
- Şevket Rado
18.02.24
4 notes · View notes
ayhancabakislar · 2 years ago
Text
Tumblr media
Sevdan yüreğimde düğüm düğüm kördüğüm,
Ey benim arada bir yüzünü gördüğüm...
@ayhancabakislar
12 notes · View notes
mseht · 2 years ago
Text
İnsanları çözmeye çalıştıkça, kendin kördüğüm olursun da haberin bile olmaz. (alıntı)
Tumblr media
10 notes · View notes
lastsummer-22 · 1 year ago
Text
"Özlemiş ikimizi bu şehirin içindeki koca caddeler,
Mesafelerle boşuna niye zaman öldürdüm..?"
4 notes · View notes
stamboga · 2 years ago
Text
“Seni senin gibiler sevsin…” Çok güzel bir cümle 🥰
Tumblr media
İNŞAALLAHURAHMAN Amiiinnn...
📿🤲🏽
🕊🍀
😇🕌
💚💙
👳🏽‍♂️
2 notes · View notes
kur-an-ve-risalei-nur · 2 months ago
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Ölümle ilgili korkular okyanus gibi. Yakınlaşmadan, onu seyretmeden ya da serinliğini hâyâl etmeden hep uzak ve tedirgin edici.
En yakınlarımızın vefatına şahit olduk. Katliamlara ve toplu kayıplara. Peki hadisi şerifte geçen "Ölmeden evvel ölme" sırrı neden hâlâ hayatıma nüfus etmiyor?
Neden Hz. Ömer'e (ra) tek bir beyaz tel ölümü hatırlatırken beni ataletimden, ertelemelerimden, bir türlü başlayamamaktan kurtarmıyor?
Muhtemeldir ki ecdat şehirlerin içine, yol kenarlarına mezarlıklar inşa ederek aradaki bağı kuvvetlendirmek istediler. Her yaşayanın tadacağı o lezzeti hatırlattılar.
HATIRLAMAK VE YAKINLAŞMAK!
PEKİ NASIL?
İçten dışa doğru.
Önce kalpteki "Benim" sandığım her geçici lezzet ve kederi olduğu yere, dünyaya bırakmakla başlamalı. Böylece "Yolcu" olduğunu idrak etmeye başlarız.
Gerçek hatırlatıcılara dokunmalıyım.
Daha önce hiç cenaze yıkadım mı?
Bir meyyit nasıl yıkanır, öğrenmeli ve denemeliyim. Gassala tabi olan o sessizliği, Allahın önünde nasıl teslim olunur'u, görmeliyim.
Ağzını zemzem suyuyla silmeli, gül suyunu bir morg soğukluğunda koklamalıyım...
Her namazın ardından Azrail aleyhisselâmâ 1 fatiha 3 ihlas hediye edip manevi ülfeti arttırmalıyım.
Kendi kefenimi yaşarken kendim almalıyım. Ona gecelerin sessizliğinde dokunup öpüp koklayıp, hatta seccade yapıp gözyaşlarımı üzerine şahit bırakmalıyım. Sabunum, tasım, zemzem suyum, havlum gününü bekliyor. Kimseyi yormadan Sidr, Kafur dahi hurcumda hazır olmalı.
Dil ile ikrar ettiğimizi bizzat yaşayacağımız güne kadar ölüm okyanus gibi.
Kavuşma gününe dönüşmesi için şimdi, şuan isteksizliğime, tembelliğime "KENDİME RAĞMEN" irademi Allah'a ısmarlamalıyım.
Ölüm çok yakın.
Bir secde esnasında Azrail Aleyhisselamı hissetmek,
Tesettürünle onunla göz göze gelmek,
Bir yoksulun ihtiyacını karşılarken kucak açmak Allah'a...
Bir medresede, camide, Kur' an okurken, hergün okuduğum cevşenimle,
Hangi civarlarda gezinirsek oralardan yükselecek ya da alçalacağız madem;
Şimdi, şuan değilse, ne zaman?
Ölümü hatırlamak.....
____________°🌺💞🌸°______________
🎀
18 notes · View notes
seslimeram · 3 months ago
Text
Yaranın Miadı...
Tumblr media
Yaranın kendisinin önemsenmediği bir zeminde, her gün başka bir kalıcı kırılma var edilir, bambaşka eşikler atlanır. Cürümler peyda olurken, sözün üstü çizilir. Sesini yitirmiş olana varabilmek adına yinelenen her şeyle o yaralar, sahiplenmiş olagelen tüm yaşanmışlıkları tekrar tekrar kanatmak söz konusu edilir. Yenilendiği bildirilen ülkenin ezberlerle yolunu kesiştirmek kesintisizdir çünkü. Haktan, hukuktan bahsederken kitabın ortasından belirgin bir yıkımı çağırmak söz konusu edilebilendir. Duraksamadan hürriyetten dem vurulurken, ifade özgürlüğünün gasbı aralıksız yinelenen bir mefhumdur. Anayasanın artık yamalarını tutamayacak kadar lime lime olduğu bir zeminde yeniden yazım sürecinin duyurusuna da sirayet eden bir biz dedik oldu / biz yaptık hükümlerinin altında imzalar döşenirken açıkta esas mesel, esas yara, esas keder konuşulmaya değer bulunmayandır. Kimdir ki zaten tüm o yaraların sahibi, muktedirin, avenesi olagelen yenilenmiş Türk kimliğinin gözünde sahi, sahiden kimdir ki sıradan insan onların gözünde.
Normların yıkıldığı, normatif mefhumunun çürütülmesinde bir zaman çizelgesi vardır. Bu sahnenin geleneksel kılınmış olagelen ötekisi / öteki addedilenin ta kendisine reva görüp, var ettiği, dayattığı her şey o yaraları yeniden yeniden imal eder. 1915 bir kırılmanın, bir tahakküm çetelesinin en keskin / sivri ögesi olarak varlığını korur. Medz Yeghern’in tam da paralelindeki Sayfo, 1915’in karanlığından güç bularak yinelenen 1919 Pontos, 1922’de nihai olarak Anadolu’nun çorak bir sahnenin esiri kılınmasındaki Rum kırımları, hepsi bir hepsi birden güncellenen bir tehdit / yıldırı ve ötekisinin yok edilmesinin evreleri bu bahsi örneklemeye yetecektir. Bütün bu yıkıcılık eksenli, tam da yıllar sonrası çıkagelen kimi matbuatta da göründüğü gibi kök kazımanın tezahürlerinde bir ülkenin yol ya da yönünün karanlıktan ötesine geçmediği aşikardır. Bunca zamanın suna geldiği her şey Türkiye sathının, kurulduğu günden bu yana cumhuriyet imgesinin de yaşamda tutunma yolunu tercih eden “gayrimüslimleri” yok saymaya, yeniden yok etmenin ucuna ve kıyısına taşımaya yılmadan devam ettiğini gösterir. Kimi yıkımlar vardır ki ne anlatma ihtimali vardır, ne de yaşamda o yıkıcılık güncesi sonrasındaki karanlığın tam olarak her neye benzediğini gösterebilecek bir ayna kelam. Asla unutulmayan, asla hatırlatılamayan, buna mecbur kılınan bir kırılmanın ta kendisi 6-7 Eylül 1955’te var edilir. O yaranın tam da devamlılığı, geçmişten bulunan yok etme cüretinin, bir kere daha deneyelim bahsinin her neye tekabül ettiği açıktan görünür kılınmıştır.
Cerahati, öteki addedileni önce küçük tefek tahribatlar, sonrasında Türklüğün yegane ve tek kimlik olduğuna dair propaganda, artık o geçmiş olan Osmanlı hükümlerinin imkansız kılındığının zikredildiği “modern” milliyetçilik anlayışları ve daha keskini de bugünlerde o yerli ve milli iktidarın da kullanışlı addettiği “propaganda” ile İstanbul ve çevresinde nüfusun en az yüzde onunun dahli olan bir pogrom var edilir. İstanbul’un Tatavla’sı, Makrohori’si, Pera ve Samatya’sından sessiz ve derinden İzmir’e, Diyarbakır’a, Mardin’e kadar uzanan bir çeperde azdan az kalanın bir kere daha köşeye kıstırılması var edilir. Hınç olmadık bir haber ekseninden türetilmiş, devlet kontrollü bir göz dağının her nasıl cinai bir meseleye, toplu cinnetin ta kendisine, tacize, tecavüze, yurttaşlık haklarının talanından, mal yağmasına birbirinin içine geçmiş olagelen bir kötülük sarmalına dönüştürülür. 1955’in 6-7 Eylül’ü bir kere daha ama son kez değil Rum, Ermeni, Yahudiler için bir sınamaya dönüştürülür. Kent çeperleri en çok da İstanbul’a dışarıdan akın ettirilenlerle, kolluğun müsamaha göstermesi neticesinde ortaya çıkan figüratif tam anlamıyla insan eliyle kotarılmış bir kristal gecenin tahayyülüdür. Birkaç zaman öncesinde Nazi Almanyasında uygun görülen kontrollü şiddetin ta kendisi memleket dahilinde var edilir. Bugün o ihtimalin kıyısında yaşamın halen rehin kılındığını bildiğimiz bir güncelliğin içerisindeyiz, altmış dokuz yıl sonrasında hala.
Yazar Foti Benlisoy, Bianet’ten Tuğçe Yılmaz’a 6-7 Eylül 1955’ün yıldönümünde bir mülakat verir. Bir kısmını buradan da aktaralım: “Göçmenlere karşı yaygınlaşan pogrom ve kolektif linç girişimleri ise Türkiye’de göçmen nüfusun sistematik baskı altındaki bir ucuz emek havuzu olarak değerlendirildiği bir başka sermaye birikim rejimi ve onunla bağlantılı “ırksal rejimin” devamı. Mesele sadece göçmen karşıtı saldırılarla, yani açık ırkçılık örnekleriyle de sınırlı değil. Bugün göçmenler, tıpkı mesela 1930’lu yıllardaki Rum ya da Ermeni toplumları gibi sistematik ve kurumsal bir denetim ve takibatın nesnesiler.
Nerede ve hangi koşullarda yaşayacakları, hangi işlerde istihdam edilebilecekleri, seyahat edip edemeyecekleri, hangi kamusal hizmetlerden nasıl yararlanacakları sürekli olarak onları “göçmen” olarak yeniden üreten idari ve hukuki pratiklerin konusu. Irkçılık sadece linç ve açık saldırı girişimleriyle değil, esas olarak bu gündelik ve “normal” idari ve hukuki pratiklerle yeniden üretilip doğallaştırılıyor. Dolayısıyla verdiğiniz örneklerle 6-7 Eylül, iki farklı tarihsel konjonktür ve “ırksal rejimle” bağlantılı olarak ele alınıp mukayese edilmeli. Aralarındaki paralellikler bu farklılıklar dikkate alınmadan tartışıldığında, ırkçılığın sistemik ve kurumsal boyutlarını es geçen, onu söylemsel ya da maddi saldırganlığa ya da ayrımcılığa indirgeyen bir tutuma yol açabilir.
Cumhuriyet Tarihi
Fazla uzatmadan biraz da bahsettiğiniz paralellikler konusuna değineyim. Çok sık düşülen bir hata, 6-7 Eylül’ü bir istisna, İstanbul’un “çok kültürlü” hayatını ortadan kaldıran bir kırılma noktası olarak düşünmek. Oysa aslında Cumhuriyet tarihi gayrimüslim topluluklara dönük gündelik, düşük yoğunluklu ve “sıradan” linç ve saldırıların da tarihidir. “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları ya da “Türklüğü tahkir” davaları gayrimüslim toplulukları sürekli olarak taciz eden bir sistematik mobbing rejiminin varlığına işaret ediyor. Günümüzde benzer bir durumla göçmenler de karşı karşıya. Yani ırkçı saldırganlığı tartışmak için illa bir Altındağ ya da Kayseri vakasının yaşanmasına gerek yok. Geçtiğimiz günlerde Marmaray’da seyahat eden bir göçmen çocuğa yapılan ırkçı saldırıyı düşünün. Gayrimüslimlere dönük benzer “gündelik” saldırılar mesela 1930’lu yıllarda da ya da 1955 Eylül’üne giden aylarda da hayli yaygındır.”
6-7 Eylül pogromu, bu yaygın ve gündelik saldırıların kışkırtıp yeniden ürettiği hıncın zımni bir cezasızlık vaadiyle iktidarca örgütlenerek bir gecede yoğunlaştırılması olarak ele alınabilir. Göçmen karşıtı ırkçı saldırganlık ve linç vakalarında henüz o noktada değiliz. Göçmenleri hedef alan ırkçılığın şimdilik kısık ateşte tutulması, iktidar açısından çok daha avantajlı bir durum yaratıyor. Göçmenlere yönelen ırkçılığın belirli bir düzeyde kalması, göçmen emekçilerin disipline edilmesini sağlayan bir basınç sağlıyor, daha da önemlisi iktidarın müsebbibi olduğu iktisadi ve sosyal felaketlerin faturası göçmenlere kesilerek alttakilerin toplumsal öfkesinin daha da altta yer alan bir kesime yöneltilip depolitize edilmesi mümkün oluyor. Bu durum elbette değişebilir; ileride boyutları ve ölçeği itibariyle daha vahim saldırılarla karşılaşmamız pekâlâ mümkün. Türkiye’de yeni 6-7 Eylül’leri mümkün kılacak ırkçı hınç, ziyadesiyle mevcuttur.”
Gündelik yaşamın yaralarla donatılmasının, yara sahibi kılınanların aralıksız tüm ötekiler olarak ilan edildiği yerde, çok seslilik zaten sizlere ömür kılınmıştır. Bugünün yeni ülkesi nam sahnenin de geçmişinin kirli / kanlı / kötücül olagelen yüzeyleriyle barışık hatta tüm o sistem yürüsün de nasıl yürürse yürüsün diyerek göz yumduğu / birleştiği vakalar diğer halkları da kuşatan bir çevreleme, kuşatma ve terörün ta kendisine dönüştürülür. Devletler için kullanışlı addedilen yıldırma / yok etme / deneme ve bunların hepsinin çatısındaki o terör olgusunun yeniden imaliyle 6-7 Eylül 1955 yılmaksızın yeniden kimi zaman paldır küldür, kimi zaman sessiz sedasız yenilenir. Geleceğini dününden aldığı derslerden, artık gizlenemeyen bir karanlık elin var ettiği acıları tekrarlanmayacağını bildirerek geçmişin ta kendisinden medet umarak nasıl bir yön tayinine girişilebilir ki! Korkunun diri tutulup, herkesin bir ötekisine düşman kılındığı 1955’te tek bir gazete manşetinin, demokrat parti iktidarının galeyanının binlerce meskun mahalli yerle bir ettiği, hayatı derdest ettiği kimi insanların tecavüze uğrayıp, hakaretlere maruz bırakıldığı, varlığının mal varlığı değil de sadece tastamam insani varlığının hiçe sayıldığı, yağmalandığı bir karanlık yön gösterici olarak halen kullanışlı addediliyorsa o ülke nasıl ev kalabilir, Türk’ün ta kendisi için de.
Yaralar biriktirmeye devam ediyor bir menzil. Dün, Anna, Georgios, Anastacia, Hristos, Ğukas, Makruhi, Krikor, Vartuhi, Keğam, Cercis, Xatun, Erdem, Romina, Jak, Meline, Abit, Raquel ve nicesi için bir hayat tahayyülü bırakmayan akıl hayatı dar ettiği gibi ol 6-7 Eylül 1955’i var etti. Ardılı, Varlık Vergisi, Aşkale Sürgünleri, 20 Dolar 20 Kg Tehciri silsile halinde devam eden bir karanlığın inşası oldu. Topyekun toplumun sorumluluğuna, o yıkımlar var edilirken var edilen sessizliğe kayıtsız kalındı. Cürüm keskinleştirilirken su çürüdü. İnsan Hakları Derneğinin bu seneki basın açıklamasında da görüleceği üzere hedef gözetenlerin, hedefe saldırıyı kimlere ihale ettiğinin de nişanesi tam bir utancın sarmalını gözler önüne serer: “Speros Vryonis halk katılımı konusunda da titiz bir çalışma yapmış, İstanbul Emniyet Müdürü’nün Yassıada duruşmalarında verdiği 300.000 kişi bilgisini inandırıcı bulmamış, elindeki verilerle bu sayının 100.000 olduğunu belirtmiştir. Yani o günkü İstanbul nüfusunun onda biri. Şehrin bugünkü nüfusuna oranlarsak bu, iki milyona yakın kişi demektir. Bugün böyle bir yıkıcılığa iki milyona yakın kişinin bilfiil katıldığını düşünürsek, halk katılımının boyutlarını daha iyi görebiliriz.” Yaşatan bir yeri, ezen, yeren ve yutan bir karanlığın menzili kılma çabasında bugün o 6-7 Eylül 1955’ten ne kadar uzağa düşüyor bu memleket, düşünebiliyor mu? Yaranın kendisinin bilinmediği hiç önemsenmediği bir zeminde cürümler ardıl sıra peyda olurken, iki satır da olsa ne özeleştiri var edilebiliyor, ne tek satırlık, yalandan da olsa bir özür paylaşılıyor. Bu çürümüşlük içinde, altmış dokuz yıl ve onca sınamadan sonra halen diri bir soru kendisini avaz avaz sorduruyor, ne etti o insanlar size! Kendi halinde, yaşama tutunan, dün komşu olup bugün / bir anda mihrak / düşman kılınabilecek ne etmişlerdi size! Ne hakla hayatların sönümlenmesine, eksiltilmesine, yıkımına bunca sessiz kalınıyor, hala ve hala... sahiden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Speros VRYONIS’in Külliyatından: The Mechanism of Catastrophe: The Turkish Pogrom of September 6 – 7, 1955, And The Destruction Of The Greek Community Of Istanbul
Meramda Paylaşılan Haberler
Benlisoy: "Türkiye’de Yeni 6-7 Eylül’leri Mümkün Kılacak Irkçı Hınç, Ziyadesiyle Mevcut" - Tuğçe Yılmaz - Bianet
https://bianet.org/haber/turkiyede-yeni-6-7-eylulleri-mumkun-kilacak-irkci-hinc-ziyadesiyle-mevcut-299363
6-7 Eylül 1955: Yalnızca Bir Devlet Operasyonu Mu? - İHD Irkçılığa ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon - İnsan Hakları Derneği
https://www.ihd.org.tr/6-7-eylul-1955-yalnizca-bir-devlet-operasyonu-mu-2/
0 notes
bilununblogu · 10 months ago
Text
Küçükken anne ve babaya ihtiyacım olduğunu kabul etsem belki de bunlar olmazdı.
0 notes
yokolus-arzusu3 · 11 months ago
Text
Tumblr media
Gökyüzüne bak dostum en sevdiklerimiz hep oradalar:(
0 notes
geeceninincisii · 1 year ago
Text
Nasıl olabiliyosa gelişin başımı döndürdü :)
1 note · View note
sbhklf · 2 years ago
Text
İnsanlar bu kadar acımasız ve kötü olmak zorunda mıydı? Hiç mi başkalarının dünyasını görmek istemiyorsunuz, bu mu yani? Bilin ki yanınızdan öyle dünyalar geçiyor ki göremeyecek kadar körsünüz. Çevrenizdekilerin değerini bilin ve kör olmayın.
1 note · View note
dianaa70 · 2 years ago
Text
Böyle bir anda tam konuşacakken boğazına bir düğüm oturuyor kalkmıyor ya nefret ediyorum ondan tam her şeyi anlatabilme gücü buluyorum kendimde içimdeki sesi bastırmaya çalışıyorum " anlatma diyor sanki anlatsan anlıyacaklar mı seni "diyor umursamamaya çalışıyorum gücümü topluyorum konuşmak için tam ağzımı açıyorum ve boğazımda bir düğüm oluşuyor ses çıkartamıyorum, konuşuyorum ama içimden yine kimseye anlatamıyorum derdimi .
0 notes
stamboga · 10 months ago
Text
“Birbirinize öyle bir destek olun ki, bir dostunuzu yükten kurtarıp, tek iradeyle tek hayale doğru ilerleyin.” atasözü
0 notes