#Hikaye denemesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bölüm 1: Sincaplar Konuşamaz Ama Mantarlar Susmaz
Kelime: 3027 Karakter: 22860 Okuma süresi: 16min
Büyülü Orman, Teşamuh
Eğer yol sormak için bir sincap yada konuşan mantarlar arasında seçim yapmanız gerekirse mutlaka sincapları seçmelisiniz. En azından elinden gelse Eliza bunu tercih ederdi. Kaybolmasının ardından saatler geçmiş ve orman yıldız ışığına bile hasret kalmıştı. Hava bir bahar gecesinden beklenmeyecek kadar soğuk, elbisesinden geriye kalanlar uzuvlarını kaplayamayacak kadar azdı.
Patlamalar sonrası ormana kaçarken sarayın tünellerinde kaybolmuştu. Yolunu bulduğunu sandığı anda ise derinlere ve daha derinlere ilerlemişti. Ne kadar zaman geçtiğini tam olarak bilmiyordu. Orman, yaşanan tüm gecenin kaosundan uzaktı. Sessiz ve sakindi. Anlaşılan insanların ölüm çağıran çığlıkları ve yıkımın sesi bu kadar derinlere ulaşamıyordu. Yüzüne çarpan sıcaklık hissini hala derisinin altında hissedebiliyordu. Ormanın temiz havasını ciğerlerine doldursa da burnundaki sülfür ve yanan leşlerin kokusunu unutamıyordu. Aldığı derin nefesler başını döndürse de bu gecenin anıları aklına kazınmıştı. Kulaklarında asılı kalmış çığlıklar ve meşe ağaçlarının şarkıları sırayla uğulduyordu.
Eliza koşmayı çoktan bırakmıştı.
Kollarını kendi etrafına dolamış, bir parça sıcaklığa aç, yönünü bulmaya çalışıyordu. Başaramayacağını düşündü, durdu ve nefesini toparlamaya çalıştı. Ağzından çıkan her bir soluk havada ufak bulut parçaları gibi asılı kalıyor, teni gittikçe daha da rengini kaybediyordu.
İçinin yandığını hissedebiliyordu Eliza, ciğerleri alev almıştı sanki. Derisinin altında binlerce ateş karıncası geziniyordu ama vücudu gittikçe ısısını kaybediyor ve güçsüz düşüyordu. Büyük meşelerden birisinin dibine çömeldi ve bacaklarını kendine çekerek oturdu. Düşmanı olmayan birisinin onu bulmasını umut ediyordu.
Yaptığı saçmaydı, durmaması gerekiyordu. Koş. Kaçmalıydı, peşinde olan şey her ne ise ondan kaçmalıydı. Koş. Her bir hücresi çığlık çığlığa bağırıyordu. Koş, koş, koş. Yaptığı saçmaydı, bunu Eliza’da biliyordu ama hiç enerjisi kalmamıştı ve geceyi atlatabileceğinden bile şüpheliydi.
Titrek bir nefes aldı. Tüm hayatı boyunca kendini hazırladığı gelecek, sadece bir gecede ellerinin arasından kayıp gitmişti. Omuzları sarsıldı. Babasının ona bıraktığı vasiyetini yerine getirememişti. Hepsini kaybetmişti, her şeyini. Yanaklarından akan şişman yaşlar tenini kaşındırıyordu. Boğazına gelen bir hıçkırığı yutmaya çalışırken dudaklarını ısırdı ve sessiz olmaya çalıştı. Ağlamak onu kurtarmayacaktı. Durmalıydı. Durmalı ve güçlü olmalıydı.
Avuçlarıyla yarım yamalak yanaklarını silerken ufak bir ses duyduğunu sandı, belli belirsiz bir ‘pısst’ sesi. Bu ses öylesine kısık bir sesti ki duyduğuna emin olamıyor, kendisine bunu kanıtlayamıyordu. Nefesini tutup odaklanmaya çalıştı, kesinlikle bir şey duyuyordu!
"Cani!" dedi tiz bir erkek sesi. O kadar kısık bir sesle bağırmıştı ki nereden geldiği asla belli olmuyordu.
"Sen kimsin?" Eliza karanlığa doğru sordu. Karanlıkta zor gören gözleri etrafına bakınıyor,-birisini- sesin sahibini arıyordu.
"Siz insanlar ne kadar da gaddarsınız. Kuzenimi öldürüyorsun üstüne de ağlıyor musun? Hah! Küstah şey!" bu sefer bir kadın sesi sertçe çıkıştı. Kuzenini öldürdüğünü iddia eden bir kadın sesi.
"Asıl sen kimsin be kadın? Kendini tanıtmadan bir başkasının kimliğini sormak ha, kaba insanlar." erkek sesi huysuzca homurdandı. Eliza kaşlarını çattı. Ses karşısındaki ağaçtan geliyordu (oradan gelmesi gerekiyordu!) ama ağacın ne çevresinde ne de üstünde kimse yoktu. En azından Eliza’nın görebildiği kimse.
"Bakınmaya devam et, belki birkaç yüzyıla bizi görebilirsin." diye alay etti erkek sesi. "Bu kadar çok gözünüz olup da nasıl bu kadar kör olabiliyorsunuz sahi? Artık hayret bile edemez oldum, bu düpedüz aptallık."
"Siz hayalet misiniz?" diye sordu Eliza aldırış etmeden. "Neden sizi göremiyorum?"
"Belki biraz eğilmeye çalışsan canım, herkes sizin gibi gür olacak değil ya!" kadının sesi bu sefer nazik ve yumuşaktı ama sözleri keskinliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.
Eliza gözlerini kıstı ve eğildi. Ellerindeki ve içindeki sıcaklık hızla kayboluyor ve soğuk boş bulduğu gibi içine içine işliyordu. Kollarının üstünde ağacın dibine çöktü. Bir çift mantar ve kovukta saklanan bir sincaptan başka hiçbir şey göremiyordu.
"Sincaplar ne zamandan beri konuşur oldu?" sesinde hayret ve alay vardı.
"İnsanlar ne zaman bu kadar aptal oldu? Hayır, cidden, hayvanlar konuşur mu hiç yahu?!" Eliza’nın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ses mantarlardan geliyordu. Lanet olası mantarlardan! Ağızları bile yoktu, yada ses telleri, tabii ki de sincapların konuşacağına inanmak daha mantıklıydı. Değil mi?
"Özür dilerim," dedi ağzına gelen birçok hoş olmayan kelimeyi yutarak, "size kabalık yapmak istemedim."
"Kuzenimin üstüne oturmadan önce söyleseydin belki birazcık inandırıcılığın olurdu kızım." arkasına göz attığında cidden üzerine oturulmuş -onun az önce oturduğu- mantarı gördü.
"Özür dilerim, cidden kuzeninizin orada olduğunu bilmiyordum." Eliza bu kadar üşümüyor olsa yanakları kızarırdı belki de.
‘’Polly’nin kuzeni.’’ diye homurdandı huzursuz mantar.
"Bana yardım edebilir misiniz?" kuruyan dudaklarını diliyle ıslatırken hızla sordu. Annesinin nerede olduğunu öğrenebilirdi belki de, siyah şövalyelerin, beyazların, kırmızıların hatta belki Salem'in.
"Utanmaz kız!" Diye azarladı erkek. (Eliza’nın tahminine göre solda bulunan mantar.) "Daha şimdi kendin işlediğin suçu itiraf ettin ve özürlerini sundun, yine de yardımımızı mı istiyorsun?!"
Hoş, bir çift mantara güvenebileceğinden kendisi de emin değildi. Sonuçta hayatında ilk kez mantarlarla konuşuyordu. Açıkçası bunu nasıl başardığını kendisi de bilmiyordu. Görünürde ağızları, gözleri yada sesin çıkıyor olabileceği herhangi bir delikleri yoktu. Bir çift normal görünümlü meşe mantarlarıydılar, gözle görülemeyecek kadar ufak hareket eden bir çift.
"Sadece bu sefer için bana yardım edemez misiniz?" dedi elinden gelen en kibar sesiyle. Boğazı o kadar kurumuştu ki nefes alması güç hale gelmişti.
"Dem, kıza yardım etmezsek ölüverecek burada." dedi kibar mantar Polly.
"Eh, ölüversin ne olacak." Dem'in huysuz ve aksi sesi, Eliza’ya, ona biraz yardım edecek olmanın Dem'in elinden ne alacağını merak ettirdi. (Tam olarak mantarların elleri yoktu oysa.)
"Ormanda kayboldum." dizlerinin üstünde yükselirken duraksadı. "En azından bana bir yol gösteremez misiniz?"
"Ormanda insanlar var," dedi Polly. "Bir tanesi buraya çok da uzak sayılmaz. On kök mesafesinde." On kök? Bir çeşit bitki ölçüm birimi olsa gerek.
"Peşimde beni arayan insanlar var, onlardan birisi olmadığını nasıl anlayacağım?" dedi sesini dolduran korku ve şüpheyi bastırmaya çalışarak.
"Kızım ormanın ne kadar kalabalık olduğundan haberin yok mu senin? Nereden bilelim biz!" diye çıkıştı Dem. "Orman bu gece insan kaynıyor. Doğudan batıya kadar sizinle doluştu buralar."
"Ah evet, evet. Özellikle şu ağır kıyafetlerden giyenler. Birkaç saat önce meşaleleriyle ormana doluşmaya başladılar. Ne kadar kaba! Ormana ateş sokulur mu hiç öyle." Polly alıngan bir dadı gibi ağzının içinde gevelemeye başladı. Kaba insanlar üzerlerine basıyor, onları kopartıyor ve bunlar yetmezmiş gibi yok edici bir gücü evlerine sokuyorlardı. Ateşi!
Eliza ikileme düştü, bahsettikleri ağır kıyafetler zırh olmalıydı. Bu şövalyelerden bahsettikleri anlamına da gelebilirdi, düşmandan da.
"Bir arkadaşım var," diye sesli düşündü Eliza. "Onlarla birlikte olduğunu sanmıyorum. Zırhı yok, siyah saçları var ve yürüyen bir cesede benziyor." Salem için elinden gelen en iyi tarifi yapmıştı.
Mantarlar düşünüyormuş gibi bir süre sessiz kaldılar, belki de uyumuşlardı. Konuşmanın tam ortasında. Neden olmasındı ki? Yüzleri olmadığı için sessizliklerinden pek bir şey anlaşılmıyordu.
"Tamam," dedi Polly uzun süren bir dakikanın ardından. "Kabul. Sana yardım ederiz."
"Ama bizi de seninle götür." Dem ekledi. "Ateşten pek haz etmem." Eliza sarsak bir biçimde kafa salladı.
"Arkadaşların bu yönde." ikisi de fark edilmesi neredeyse imkansız bir hareketle sola doğru eğildiler. Eliza belki de uzun süredir onlara dikkatle bakıyor olmasa bunu fark edemezdi.
"Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim." ardı ardına sayıklarken hızla ayağa kalktı. "Peki sizi nasıl yanıma almalıyım?" dedi ellerini Dem ve Polly’e uzatırken. Onları topraktan sökmek, kafalarını sökmek gibi bir izlenim yaratmıştı kafasının içinde.
"Korkak olma be! Topraktan sökeceksin sadece. Aman diyeyim, boynuma dikkat et. Sakın ha kopartma!" Eliza mantarları büyük bir dikkatle sıkıca kavradı ve onlar söylenedursun ikisini de bir çırpıda topraktan çıkarttı.
Çıplak ayaklarıyla sola doğru koşmaya başladı. Heyecandan acıyan ayaklarını farketmiyordu. Akan zamanı farketmeksizin koştu, güçsüz düşen bedeninin sınırlarını zorlayarak, ölümünden her adımında kaçtığını hissederek koştu.
Nefes nefese kalmıştı ve korkmuştu da. Mantarların dediği yolu takip etmişti ama etrafta kimse yoktu. Ormanın o kadar derinlerine ilerlemişti ki etrafta ne en ufak bir ışık parçası ne de en ufak bir ses vardı. Kemiklerini donduran soğuk hava olmasa canlı canlı gömüldüğüne inanabilirdi. Ama hayır, asıl orman sessizliğe gömülmüştü.
Yanlış yola saptığında ona bağıran sesler yok olmuştu. Rüzgar sakinleşmiş ve çekirgeler tamamen susmuştu. Kendi nefes sesinden başka bir şey duyamıyordu. Etrafında hiçbir şey yoktu ama yine de her bir hücresi bağırıyordu. Koş! Koş! Güvende değilsin! Koş! Hemen arkanda!
Eliza durup etrafını dinlemeye başladı. Yalnızdı. Yalnız olmalıydı!
Tam arkasından yüksek bir dal kırılma sesi dikkatini dağıttı ve kendi ayağına takılıp yüzükoyun yere düştü. Tüm bedeni titriyordu, gözleri acıdan dolmuştu. Ağır ve yavaş adımların kuru yaprakları ezdiğini duydu. Ses bu sefer çok daha yakından geliyordu. Eliza arkasını döndü ve ellerinde bulunan tek şeyi -konuşan mantarları- havaya kaldırdı.
Yaş dolu gözleri karanlıkta çok net göremiyordu. Taş kesmiş bacaklarını güç bela oynatıp kendisini sesten uzağa itmeye çalıştı. Geri geri süründü. Önünde birisini göremiyordu ama sesin geldiği yönü biliyordu. Karşısında birisi vardı.
"Eliza?"
Ses bir kamp ateşi kadar sıcak ve yumuşaktı. Ve de oldukça tanıdık. Endişelenmiş gibiydi. Eliza mantarları fırlatmak için hazır tuttuğu ellerini yavaşça indirdi.
"Aslan?"
Sesi -sonbaharda ağaçta kalan o son- kuru yaprak gibi tir tir titriyordu.
Aslan iki büyük adımla Eliza'ya ulaştı ve yanında diz çöktü. Eliza’nın suratını iki elinin arasına aldığında ambar rengi gözleri hızla iyi olup olmadığını inceliyordu. Tek eli Eliza’nın tüm suratını kaplayacak kadar büyüktü.
Eliza’nın vücudundaki tüm adrenalin bir anda çekildi ve gözlerini kapattı. Sakin bir nefes aldığında vücudu hiç olmadığı kadar ağır hissediyordu. Aslan’ın sıcak ellerinin yanaklarını ısıtması mı yoksa kırmızı şövalyelerinin kaptanının, yeni dükün, onu bulması mı daha sıcak bir histi bilmiyordu.
‘’Sorun yok.’’ diye onu yatıştırmaya çalıştı Aslan suratında rahatlayan bir ifadeyle. Koca parmaklarıyla yarım yamalak Eliza’nın göz yaşlarını silmeye çalıştı. Eliza o ana kadar ağladığının farkına varmamıştı. Aslan’ın sıcaklığına sokulup sakinleşmek için biraz beklemek istedi. Üç derin nefes aldı. Kendisine bu kadar süre tanımıştı.
‘’Ben iyiyim.’’ dedi Aslan’ın -hala yanaklarında duran- ellerini tutarak. ‘’Annem. Annemi gördün mü?’’
‘’Kraliçe Neva siyah askerlerle ayrıldı.’’ Aslan onu kucaklamadan önce pelerinini Eliza’nın omuzlarına doladı. ‘’Saldırganlar gelmeden önce seni buradan çıkartalım.’’
Eliza sesini çıkarmadan kollarını Aslan’ın boynuna doladı. Hayatta kalmıştı. Bütün bu olanlar kötü bir rüya gibi gelse de bir gerçekti ve Eliza hayatta kalmıştı. Bunu başarmıştı. Çok yorulmuştu ama bunu başarmıştı.
Eliza üşüyen burnunu Aslan’ın ter, is ve kan kokan boynuna dayadı. Aslan’ın sıcak nabzının parmak uçlarında bıraktığı hisse sıkıca tutundu bir süre.
‘’Sol,’’ Eliza hareket ettiklerini fark ettiğinde mırıldandı. ‘’Salem beni arıyor, önce onu bulmalıyız. Soldan git.’’
Aslan bir şey demek ister gibi bir an ağzını açtı. Gözleri Eliza’ya itiraz ederek bakıyordu.
‘’Lütfen.’’ Eliza bakışlarına aynı yumuşaklıkla karşılık verdi. Aralarında karşılaştıkları ilk andan itibaren sessiz bir ateşkes ilan edilmişti. Aslan çenesini sıktı ve hiçbir şey demeden sola döndü. Büyük adımlarla, yavaşça yürüyordu. Ses çıkartmamaya ve Eliza’yı rahat hissettirmeye özen gösteriyordu.
Sessizlik devam ettikçe Eliza’nın gözleri dalıyor, suratı acı bir ifadeyle çarpılıyordu. Kendisini korkularından ve gördüklerinden oluşan bir girdabın içerisinde kaybediyordu. Her şey gözlerinin önünde başa sarıyor ve başa sarıyordu. Eliza hiçbir defasında bir şey yapamıyordu. Korkuyordu, yaralanıyordu, kaçıyordu, ağlıyordu ama hiçbir şey yapmıyordu. Babası olsa ne yapardı bilmiyordu ama kendisinin yaptığını yapmayacağından emindi.
Eliza farkında olmadan mantarları tuttuğu elini göğüsüne götürdü. Parmakları Aslan’a değdiği için kırmızıya bulanmıştı ama bu kanın tek sorumlusu ona göre kendisiydi.
‘’Neden mantarları tutuyorsun?’’ Aslan, Eliza’nın düşüncelerini okuyabiliyor, hislerini anlıyormuş gibi onu kendi kafasının içinden çıkartmaya çalışıyordu. Eliza içi boş bakışlarla mantarlara baktı. Baktı. Baktı.
‘’Bana yolu tarif ediyorlar. Ediyorlardı yani. Bir süre önce, kaybolduğumda.’’
‘’Mantarlar?’’ Aslan kaşlarını kaldırarak sorguladı. ‘’Mantarlar sana yolu söylediler.’’ yürümeyi bırakıp dikkatle Eliza’nın suratını inceledi.
‘’Hayır tabii ki de.’’ Eliza huysuzca çenesini kaldırdı. ‘’Hem ikisi de oldukça dırdırcıydı. Emin ol onları yemek istemem. Gerçi yanlışlıkla kuzenlerini öldürdüm sanırım.’’
‘’Peki o zaman neden onları hala yanında taşıyorsun? Yemeyeceksen yani?’’ Aslan tekrar yürümeye başladı. Eliza ellerinde yırtık bir çuval unmuşçasına gittikçe hafifliyordu. Aslan kalbinin her atışında sancımasını göz ardı etti. Etmeye çalıştı.
‘’Öyle anlaştık.’’ Eliza omzunu silkti, ‘’gerçi onları kopartmamamı söylediler ama eh işte. Hızlı hareket etmem gerekiyordu.’’
‘’Peki hangi yoldan gitmeliyiz, bunu hala söylüyorlar mı?’’ Eliza mantarlara baktı. Onları kopardığından beri ağızlarından -ağızları yoktu- tek bir kelime bile çıkmamıştı. Aslan’ın büyük adımlarıyla epey bir yol ilerlemişlerdi ama ortada Salem’den hala bir iz yoktu. Asla büyümeyen, kendini beğenmiş, şımarık, ukala büyücüyü ile karşılaşmak Aslan için hiç bir zaman keyifli denebilecek bir deneyim olmamıştı ama Eliza bu haldeyken, prensesi bu haldeyken, içinden bildiği bütün Kuzey Tanrılarına yalvarıyordu. Lütfen, lütfen yardım edin.
‘’Yeni bir şey yok, aynı yoldan devam.’’ Eliza iç geçirdi ve kafasını Aslan’ın omzuna yasladı. Beyni kafasının içinde şişiyor ve ağrı yapıyor gibi hissediyordu. Uzun süredir sessiz olan mantarla da oldukça sinirlenmişti, kendilerini ne sanıyorlardı! Onu deli gibi gösteriyorlardı, belki de delirmişti.
İkili çok geçmeden Salem’i buldu. (Aslan neredeyse Salem’i gördüğü için mutlu bile olabilirdi.) Salem tek parçaydı ve durumu iyiydi. Hatta onları gördüğü gibi sinirle bağırmaya başlayacak kadar iyi.
‘’Sana ne oldu böyle?!’’ Salem’in sesi bir kılıç kadar keskindi. Çökük yanakları is kaplıydı ve sağ kaşında hala kanayan bir yarası vardı. Siyah saçları içinde bir sincap yuva yapmışçasına karımıştı ve teni normalde olduğundan çok daha soluk gözüküyordu.
Eliza içine derin bir nefes çekti.
Salem biraz yıpranmış ve agresif olabilirdi ama tek parçaydı. Hayattaydı. Sıcak bir rahatlama hissi Eliza’yı bir battaniye gibi kaplamaya başladı. Sıcaklık kalbinden parmaklarına kadar yayılıyor ve tüm vücudunu uyuşturan bir karıncalanma hissi başlatıyordu.
‘’Onu koruma görevi sendeydi.’’ Aslan homurdandı.
‘’Onu korudum da zaten.’’ Salem yorgunca çıkıştı. ‘’Tünellerde cehennem yaratıkları peşimize düştüler. Ben onları geri tutarken Eliza’nın ormana kaçması gerekiyordu.’’ tek eliyle Aslan’ın kollarında yatan prensesi gösterdi. ‘’Onun burada olması gerekiyordu, senin kollarının arasında değil.’’
‘’Görevini düzgünce yapsaydın şu an kendi ayakları üzerinde durabiliyor olurdu belki de.’’ Aslan gözlerini kısarak karşılık verdi.
Salem duraksadı ve Eliza’ya baktı. Cidden baktı. Gözlerinin altı kararmış, saçları Ayna Dağları’nın rüzgarlarına yakalanmış gibi dağılmıştı. Teni damarlarını gösterecek kadar rengini kaybetmişti ve baştan aşağı kan ve is lekeleriyle kaplıydı. Yanaklarında uzun ince çizgiler ağladığını işaret ediyordu. Çıplak ayaklarının altındaki yaralar tüm ormanı koşmuşluğun izlerini taşıyordu.
Salem’in içinde yükselen tüm duygular birden sönüverdi. Eliza sadece birkaç saatliğine kaybolmaktan çok haftalardır süren bir yıpranmışlığın izini taşıyordu üstünde. Birkaç saatte, sadece birkaç saatte nasıl bu hale gelebilmişti? Salem sessizce kendi üstündeki siyah pelerini prensesin yarı çıplak bedeninin üstüne örttü.
Aslan’ın memnuniyetle başını salladı. Eliza’nın bedeni kollarının arasında gittikçe hafifliyor, ısısını kaybediyordu. Salem ve Aslan’ın hızlı adımları açıklık boyunca durmadan ilerlemeye devam etti.
‘’Peşimizdeler,’’ güneşte kurumuş bir yaprak kadar kuru bir sesle konuştu Eliza.
Aslan ve Salem birbirlerine baktılar. Sessiz bir anlaşma. İkisi de prensesin bunu nasıl bildiğini sorgulamadı, sadece onaylar bir biçimde kafalarını salladılar.
‘’Sağdan ilerlersek Aftap yoluna birkaç saat içinde ulaşabiliriz. Binek bulduktan sonra ise Tan’a doğru yol almalıyız.’’ Salem dilinin ucuyla dudaklarını ıslattı.
‘’Kesinlikle olmaz.’’ Aslan kaşlarını çattı. ‘’Tan’a gideceğimizi de nereden çıkarttın?’’
‘’Başkent saldırı altında, başka nereye gidebiliriz ki? Sınırda durumun ne olduğu meçhul, böyle bir durumda Eko’ya güvencek değiliz.’’
‘’Tan’a güveneceğiz ama, öyle mi?’’ Aslan karşı çıktı. Ona göre krallığın en iyi günlerinde bile imparatorluk güvenilmezdi. ‘’Sol taraftan gideceğiz.’’
‘’Sınırda hiçbir şey yok. Kendimizi köşeye sıkıştırmış oluruz.’’
‘’Saray çok büyük bir darbe aldı, Tan’a güvenebileceğimiz bir konumda değiliz.’’ Aslan açıkladı. ‘’Kırmızı Şövalyeler’in yanı şu an krallıktaki en güvenli yer.’’
‘’Yol çok uzun.’’ Salem hala ikna olmamıştı. ‘’Eliza uzun yolu kaldıramayabilir.’’
‘’Tan’a gitmek daha kısa mı sürer zannediyorsun?’’
‘’Belki daha kısa sürmez ama yol çok daha güvenli. Sınıra kadar at sırtında mı gideceğiz? Yollar çok dengesiz. Eğer uçmanın bir yolunu bilmiyorsan Tan’a gitmekten çok daha uzun sürer.’’
‘’Sınır yolunda dinlenebileceğimiz bir yer biliyorum.’’ Aslan kestirip attı.
‘’Sağdan gideceğiz.’’ Salem ayağını inatla yere bastı.
‘’Soldan gideceğiz.’’
‘’Sağdan gideceğiz.’’
‘’Soldan gideceğiz.’’ Aslan, Salem’in üzerine doğru eğildi. Salem ise göz temasından kaçınmadan burnunu havaya dikmişti.
‘’Sağ.’’
‘’Sol.’’
‘’Kesin kavga etmeyi. Bu gece ormandan çıkabileceğimizi sanmıyorum. Ormanı tamamen kuşatmış olmalılar.’’ Eliza’nın huysuz sesi aralarına girdi. Salem burnundan derin bir nefes vererek geri adım attı.
‘’Prenses haklı, bu geceyi geçirebileceğimiz bir yer bulmalıyız.’’
‘’Solda geceyi geçirebileceğimiz bir mağara var.’’ Eliza hala mantarları tutan elini havada hafifçe salladı. Her bir kelimesinin ardından soluksuz kalıyor, konuşmak dahi onu fazlasıyla yoruyordu.
Aslan yorum yapmadan sola yöneldi.
Elli adım mesafede, ağaçların ve yosunların arkasında gizlenmiş bir mağara buldular. Aslan Eliza’nın burayı nasıl bildiğini sorgulamadı ve Salem’in karşı çıkışlarını duymazdan gelerek mağaraya girdi.
İçerisi soğuk ve karanlıktı. Kafalarının üzerinde bulunan dikitlerin sayısı mağaranın derinliklerine ilerledikçe artıyor, boyutları gittikçe büyüyordu. Yerler nemliydi ve havada tuhaf bir rutubet kokusu vardı. Salem söylenerek Aslan’ın önüne geçti ve hızla içerisini kontrol etti. Herhangi bir hayvan kalıntısı bulamamıştı.
‘’Burada saklanabiliriz.’’ dedi çömeldiği yerden. Arkasına dönüp Aslan’a bakma gereği duymamıştı, genç generalin ona bir tepki vereceğini zannetmiyordu. Gözlerini Eliza’nın üzerinden bir saniye için ayıracağından dahi şüpheliydi. Gösterişçi.
‘’Yerler çok nemli. Ateş yakmamız lazım.’’ dedi yere değdirdiği parmaklarını birbirine sürterken. Mağaranın her bir taşından her bir toz zerresine kadar büyü taşıyordu. Normal gözler için boş, ürkütücü ve konaklaması pek hoş olmayacak bir mağara olabilirdi ama Salem bir kalp atışı gibi ayağının altında dalgalanan gücü hissedebilecek seviyede bir büyücüydü. Sonuçta sarayın ilk -ve büyük ihtimalle son- büyü bakanıydı. O Salem’di. Salem. Savaş görmüş Eko askerlerin rüyalarını kabusa çeviren ve cehennem yaratıklarına ilk darbeyi vurabilen o adam.
‘’Kesinlikle olmaz, çok dikkat çeker.’’ Aslan kafasını iki yana salladı.
‘’Daha iyi bir fikrin var mı? Eliza’ya bir bak. Ateşe ihtiyacımız var.’’ Salem diretti ve mağaranın ağzına doğru uzun adımlarla ilerledi. ‘’Küçük bir ateş. Sadece birkaç saat yaksak yeterli olacaktır.’’
‘’Duman-’’
‘’Dumanımızı göremezler. Derinlere doğru bir hava akışı var. Dışarıya duman çıkmayacaktır.’’ Salem duraksadı ve Aslan’a döndü.
Aslan uzun uzun karşısındaki adama baktı. Önce ince dudaklarına, sonra uzun burnuna ve en son keskin bakan siyah gözlerine. Salem Aslan’ın suratında ne aradığını bilmiyordu ama Aslan aradığını bulmuş olacak ki yenilgiyle kafasını iki kez salladı.
‘’Ben biraz odun toplayacağım, çok uzaklaşmam. Burada kalın ve yardım gerekirse beni çağırın.’’ Salem sessiz adımlarla mağarayı terk etti.
Aslan içeriye boş gözlerle baktı ve kucağında Eliza’yla bir duvarın dibine oturdu. Prensesin bedeni Aslan’ın kollarının arasında bir ceset kadar hareketsizdi. Küçük soluklar halinde aldığı nefesi ağzından buhara dönüşüp dökülüyordu. Altın-kahve saçları kana bulanmış ve yanaklarına yapışmıştı.
Aslan elleriyle Eliza’nın kollarını ovuşturup onu ısıtmaya çalışırken Salem geldi ve topladığı çalı çırpıyla ufak bir ateş yaktı. Dediği gibi duman yükseliyor, mağaranın tavanını yalıyor ve derinlere doğru akıyordu.
‘’İlk nöbet bende.’’ dedi Aslan kafasını Eliza’nın kafasının üstüne yaslarken. Prenses burnunu Aslan’ın boynuna gömmüş, şövalyenin kolları arasında uyuya kalmıştı. ‘’Dinlenmeye çalış. Yarın uzun bir yolumuz olacak.’’
Salem o gün ilk kez Aslan’a itiraz etmedi ve Eliza’nın üstünden geri aldığı pelerinini yere serip üzerinde rüyasız bir uykuya daldı.
Aslan derin bir iç çekerken kafasını arkasındaki duvara vurmamak için kendisini zor tuttu. Başkaldırı, darbe, sınır antlaşması derken şimdi -sanki hiçbir başka sorunları yokmuş gibi- ortaya cehennem yaratıkları çıkmıştı.
Kaldıramayacağı bir yükün altında ezilecek gibi hissediyordu. Bugün onun için hayatının en uzun günü olmuştu. Bitmek bilmeyen bir gün. Şafağın etekleri sabahınkiyle iç içe geçti ve güneş ardından yeni bir günü değil, bir önceki günün uzantısını getirdi. Gün bitmemiş, onun için daha da uzamıştı.
Gece boyunca Eliza’nın vücudu ısısını kazanmış ve Salem uykusunda acı çeker gibi homurdanmıştı. Sabahın ilk ışıkları mağaranın soğuk duvarlarına vurmaya başladığında Aslan derin bir nefes aldı ve kafasının arkasını sertçe arkasındaki duvara vurdu.
#smooth start#writting#writeblr community#writeblr#İrke'nin Sonu#writerscorner#Turkish story#Hikaye denemesi
4 notes
·
View notes
Text
SAMİPAŞAZÂDE SEZAİ
▶️ İstanbul, Aksaray’da doğdu. ▶️ Tiyatro, roman ve hikâye türlerinde eser verdi, hatıra ve seyahat yazıları yazdı. ▶️ Hikâyeyi, romandan bağımsız bir tür olarak görmüştür. ▶️ Hikâyeleri kurgu, üslup ve dil açısından modern hikâyeciliğin ilk örneklerindendir. ▶️ Batılı anlamda hikâye yazan ilk kişidir. ▶️ Öğretici olmak yerine estetik olmayı seçer ve bireysel konulara ağırlık verir. ▶️…
#Batılı anlamda yazılan ilk hikaye#ilk realist roman denemesi#Küçük Şeyler#samişazade sezai#Sergüzeşt#Şîr
0 notes
Text
Mavi Ekspres
İzmir'den Ankara'ya doğru Mavi Ekspres'ten bildiriyorum. Yataklı bir trende en az 13 saatlik, yalnız başıma bir yolculuk beni bekliyor. Kendime bir macera aradım sanıyorum. Berbat geçen bir otobüs yolculuğunun da etkisiyle rahat olsun, yalnız olsun uzun olsun dedim ve saat 19.00 itibariyle kendimi trende buldum.
Biraz yiyecek içecek ile kendimi odama attım. İki vagondan sorumlu bir yetkili arkadaş ile daha ilk dakikadan sohbet kurduk. Sağolsun her şey için çok yardımcı oldu. Sigara içtiğimi öğrenince, görece daha uzun duracağımız duraklarda bana haber vermesi için sözleştik. Ve fakat odamın camının açılıyor olması şeytana uymama sebep oldu. Kuralları çiğnemenin haklı gururuyla odamda sigara içme denemesi yaptım, görev başarı ile tamamlandı.
Uzun zamandır kendimle bu kadar başbaşa kalmadığımı fark ettim. Oldum olası trende hikayeleri sevdiğim için de bu yolculuk içimde bir yerlerde beni heyecanlandırdı, mutlu etti. Aklımdan önce Ayfer Tunç'un Kapak Kızı, sonra Agatha Christie'nin Doğu Ekspresinde Cinayet'i canlandı. İkisini de nasıl keyifle okumuştum. Kim bilir belki ben de bir gün tren yolculuğunda geçen bir hikaye yazarım. Hemen arkasından İşe Yarar Bir Şey filmi belirdi gözümde. Ve izleyenlerin bileceği o güzeller güzeli Barış Bıçakçı şiiri..
Baktım rüzgârsın sen
Baktım çamaşır ipini zorluyorsun
Hepimizin derdi güzel yaşlanmak sevgilim
Baktım bir kitabın sayfalarını çeviriyorsun
Ayağına terlik giy
Bildiğimiz şeylerin taşında yalınayak geziyorsun.
...
Yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar
Bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan Ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim,
Biraz da kekik toplayalım
Kıymetini bilmediğimiz şeyler var.
...
Kendime keyifli, kendimle bol bol sohbet edeceğim bir yolculuk diliyorum sevgili okuyucu, size de iyi geceler.
#tren#mavi ekspres#agatha christie#ayfer tunç#ankara#izmir#kapak kızı#doğu ekspresinde cinayet#işe yarar bir şey#barış bıçakçı
10 notes
·
View notes
Text
Ayşe: Güçlü Bir Hikaye ve Festival Günlüğü
Ayşe: Güçlü Bir Hikaye Binnur Kaya’nın başrolde yer aldığı, Necmi Sancak’ın ilk yönetmenlik denemesi olan “Ayşe”, küçük bir kasabada benzin istasyonunda çalışarak hayatını sürdüren genç bir kadının hikayesini ele alıyor. Ayşe, hastanede yatan babası ve Down sendromlu kardeşi Rıdvan’a bakmak zorunda kalırken, uluslararası bir kamyon şoföründen gelen evlenme teklifi ile hayalleri ve gerçekleri…
#Acı Kahve#Altın Portakal#Ayşe#Balinanın Bilgisi#Binnur Kaya#down sendromu#Festival#gerçek hikaye#Necmi Sancak#Rıdvan Sancak#Sinema#Suyumbige Dadalı#Türk filmi#toplumsal önyargılar
0 notes
Text
| HİKAYE DENEMESİ |
PART 1
Bir vakit kimsenin pek bilmediği ama samimi bir yerde bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş, kendisinin de tek derdi top oynamak imiş. Nasıl yaparız da akşama top oynarız diye arkadaşlarıyla sürekli kara kara düşünürmüş. Ne yapar ne ederler o topun parasını bulur ve top oynarlarmış parkta, küçük tatlı anılarla dolu bir parkta. Top oynadıktan sonra kocaman bir siteye girer ve zillere basıp kaçarlarmış. Ramazan günleri sahura kadar parkta oyun oynar sahurda eve giderler yemek yer ama oruç tutmazlarmış. Aradan yıllar geçmiş o parktan ayrılmak zorunda kalmış o çocuk ama geride bıraktığı tek şeyin arkadaşları olduğunu düşünüyor haliyle çok yanılıyormuş. Çocukluğunun geçtiği parkı bırakarak hiç bilmediği bir şehre gitmiş. Yaşayacaklarından habersiz zamanını geçirirmiş bu çocuk. Aradan yıllar geçmiş büyümüş üniversitesine gitmiş gelmiş. Ardından bir kızla tanışmış hiç hesapta yokken ve öyle bir niyeti olmadığı halde tanışmış çok yara almış bu çocuk her şeyin en basitini sadece mutlu bir şekilde yaşamayı istiyormuş ailesinin bütünlüğünü kaybetmiş kendini bulmaya çalışıyormuş. Fakat hayat sizin dilediğiniz gibi değil kendi istediği gibi hareket eder.
0 notes
Text
The Amazing Spider Man 2 Apk
the amazing spider man 2 apk, amazing spider man 2 indir
Oyun Dünyasına Gerçek Bir Kahramanlık Deneyimi
Mobil oyun endüstrisi, her geçen gün daha karmaşık ve heyecan verici deneyimler sunarak oyuncuları cezbetmeye devam ediyor. Bu bağlamda, "The Amazing Spider-Man 2 Apk" adlı oyun, Spider-Man hayranlarına, çarpıcı grafiklerle, etkileyici hikaye anlatımıyla ve serbest dolaşma yeteneğiyle dolu bir kahramanlık deneyimi vaat ediyor. Efsanevi Kahraman Spider-Man: "The Amazing Spider-Man 2 Apk," Marvel evreninin ikonik kahramanı Spider-Man'in ayak izlerini takip etmek isteyen oyuncular için tasarlanmıştır. Oyuncular, New York'un çeşitli bölgelerinde özgürce dolaşma yeteneğine sahip olarak, örümcek iplikleri kullanarak çatılardan sıçrayabilir ve şehri kötü adamlardan koruyabilirler. Gerçekçi Grafikler ve Ses Efektleri: Oyun, gerçekçi grafikleri ve etkileyici ses efektleriyle dikkat çeker. New York'un detaylı manzarası, Spider-Man'in animasyonları ve çevresel efektler, oyunculara adeta bir çizgi roman sayfasında dolaşıyormuş hissi verir. Bu, oyuncuların oyunun içine daha fazla dalmasını sağlar. Özgür Dolaşma ve Görevler: "The Amazing Spider-Man 2 Apk," oyunculara özgürce dolaşma imkanı sunmanın yanı sıra, çeşitli görevleri tamamlama fırsatı da verir. Görevler, oyuncuları hikayenin içine çeker ve Spider-Man'in günlük yaşamının yanı sıra süper kahraman olarak mücadelesini de anlatır. Çeşitli Kötü Adamlarla Mücadele: Oyunda, Spider-Man çeşitli kötü adamlarla karşılaşır ve onlarla mücadele eder. Klasik Spider-Man düşmanlarından bazılarıyla yüzleşme fırsatı bulan oyuncular, dövüş becerilerini ve özel yeteneklerini kullanarak şehri güvende tutmalıdır. Gelişmiş Yetenek ve Kostüm Seçenekleri: Spider-Man'in yetenekleri, oyuncuların oyun ilerledikçe geliştirebilecekleri bir sistem üzerine kuruludur. Ayrıca, farklı kostümler de kullanıcılara çeşitli yetenek ve avantajlar sağlar. Bu, oyunun stratejik bir boyut ekleyerek oyunculara daha kişiselleştirilmiş bir deneyim sunar. Etkileyici Hikaye Anlatımı: Oyun, bir çizgi roman hikayesini andıran etkileyici bir senaryo sunar. Spider-Man'in hem sivil hayatıyla hem de kahramanlık görevleriyle ilgili gelişen olaylar, oyuncuları hikayenin içine çeker ve oyunun ilerlemesini heyecan verici kılar. Uygulama Güncellemeleri ve Topluluk İletişimi: "The Amazing Spider-Man 2 Apk," geliştiricileri tarafından düzenli olarak güncellenir. Bu güncellemeler, oyunculara yeni içerikler, karakterler ve özellikler ekler, böylece oyunun sürekli olarak taze ve heyecan verici kalmasını sağlar. Ayrıca, topluluk iletişimini destekleyen bir yapıya sahip olan oyun, oyuncuların geri bildirimleri ve önerileriyle etkileşime geçme imkanı sunar. Sonuç olarak: "The Amazing Spider-Man 2 Apk," mobil oyun dünyasında bir süper kahramanın heyecan verici dünyasına adım atmaya hazır olan oyuncular için çekici bir seçenek sunuyor. Gerçekçi grafikleri, özgür dolaşma yeteneği ve etkileyici hikaye anlatımıyla, Spider-Man evrenini seven herkesin denemesi gereken bir oyun. Mobil cihazlarda süper kahramanlık deneyimine katılmak isteyenler için "The Amazing Spider-Man 2 Apk," gerçek bir kahramanlık macerası vaad ediyor. Read the full article
#theamazingspiderman2apk#theamazingspiderman2apkindir#theamazingspiderman2apksonsürüm#theamazingspiderman2indir#theamazingspiderman2ücretsiz
0 notes
Link
Film, Coronation Street'in eski yıldızı Ian Puleston-Davies'in ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi ve Horne, sınırlı ekran süresine rağmen hikaye için önemi hayati önem taşıyan bir karakter olan Jez'i canlandırıyor.Karakter, Timothy Spall'ın, geçmişinden gelen yıkıcı bir trafik kazasının hâlâ aklından çıkmayan, travma geçirmiş bir yetişkin olan karakteri Jimmy ile acımasızca dalga geçtiği tek bir uzun sahnede ortaya çıkıyor. Ve Horne gerçekten de kötü tarafını göstermekten çekinmiyor.RadioTimes.com'a özel bir röportajında "Bunu iki ya da üç kez izledim ve dürüst olmak gerekirse izlemeyi oldukça tatsız buluyorum" dedi. "Karım filmi izleyemiyor bile, o kadar tatsız buluyor ki!"Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.Her ne olursa olsun, Horne'u öne çıkaran en önemli noktalardan biri de, bildiği şeyden "çok uzak bir şeyi" oynama şansıydı ve Horne, "birinin kariyerinde gölgede bırakılmanın çok kolay olabileceğini" kabul ediyor. "."Böylesine korkunç, korkunç bir rolün teklif edilmesi harikaydı" diyor. "Ian gerçekten ama gerçekten bu kişinin ne kadar nahoş olduğu konusunda mümkün olduğunca ileri gitmemi istedi. Ben de bunu gerçekten benimsedim."Ona her zamanki kaptan köşkünün dışında bir karakteri oynama fırsatı vermenin ötesinde, Horne'a bu rolü reddedemeyeceğini hissettiren şey Puleston-Davies ile çalışma ihtimaliydi.İkili, Puleston-Davies'in Agatha Raisin'in son sezonunda konuk oyuncu olarak yer almasıyla tanışmıştı ve Horne ona önceki çalışmalarına ne kadar değer verdiğini anında bildirmişti.Horne şöyle açıklıyor: "Uzun yıllardır onun hayranıyım." "Yıllar önce - birkaç on yıl önce - Dirty Filthy Love adında tek seferlik bir drama yazmıştı ve o TV filmine kesinlikle hayrandım. Harika olduğunu düşündüm. Ve o zamandan beri oyuncu olarak kariyerini takip ettim. Daha sonra."Bana bu filmi yazdığını ve bunu yapmak için biraz para kazanmayı umduğunu anlatıyordu ve çekimlerimizin son gününde şöyle dedi: 'Filmimde yer alacak mısın?' Ben de bu şansı değerlendirdim, bana soru sorulduğu için çok heyecanlandım."Horne'a hemen rolün küçük bir rol olduğu ve teklifte "çok fazla para olmadığı" söylendi. Ancak buna rağmen, kabul etme kararı büyük ölçüde "düşünce gerektirmeyen" bir karardı.Ve Cheshire'da geçirdiği bir günlük çekimin tadını çıkarmaya devam etti; her ne kadar başlangıçta Spall gibi bir ulusal hazineye karşı bu kadar kötü davranmak zorunda kalma konusunda biraz tereddüt etse de."[It's] çok yoğun bir ortam ve daha önce Tim'le çalışmadım, bu yüzden ona erkek muamelesi yapmanın sorun olup olmadığını kontrol ettim!" diye açıklıyor. "O da harika ve nazikti ve şöyle dedi: 'Sadece ne yaparsan yap' yapmam lazım.' Ve birkaç çekimden sonra, bu adamı terörize ettiğim bir noktaya geldik!Buna benzer daha fazla"Garip olan şey ona çok yakın yaşamam" diye ekliyor. "Onu her zaman etrafta görüyorum ve son 15 yıldır da görüyorum ama onunla hiç konuşmadım ve ona hiç yaklaşmadım. Ve onu Waitrose'da görmek, onunla çalışmaktan biraz farklı - ve onun öyle olduğunu düşündüm. inanılmaz derecede cömert, karakteri bu şekilde terörize etme konusunda rahat olmamı sağlıyor."Bu yüzden ona çok ama çok minnettarım ve onu sosyal ortamdan beri görüyorum, bu yüzden yeni bir arkadaşımın olması gerçekten çok güzel!"Bolan'ın Ayakkabıları'ndaki Jimmy rolünde Timothy Spall. MunrofilmlerHer ne kadar filmdeki karakteri Horne'un sinema tarzına aykırı olsa da, aslında son yıllarda ikinci kez iğrenç bir eser olarak tanımlanabilecek bir adamı canlandırıyor.Geçen yıl, Harold Pinter'ın klasik oyunu The Homecoming'in turne yapımında Lenny rolünü oynadı; bu proje, Agatha Raisin'in eski başrol oyuncularından biri olan yönetmen Jamie Glover ile birlikte gerçekleştirildi."Bu olay gerçekleşmeden önce iki ya da üç yıldır bunun hakkında konuşuyorduk" diye açıklıyor. "Bir Pinter oyunu yapmak istiyorduk ve aslında Timothy Spall'ın birkaç yıl önce The Old Vic'de oynadığı The Caretaker'ı oynamak istiyorduk. Ancak haklar mevcut değildi, bu yüzden bize The Homecoming teklif edildi. ve bunun gerçekten dişlerimi takabileceğim bir rol olduğunu düşündüm."Gerçekten harika bir deneyimdi ve harika eleştirilerle birlikte çok ama çok başarılı bir turne geçirdik. Ve yine biliyorum ki bunu kendim ayarlamam gerekiyordu, ama iğrenç bir eseri çalmak gerçekten harika bir şeydi. İşleri biraz karıştırın, sadece oynadığım karakterlerin türünü değil, aynı zamanda ortamı da karıştırmak için."Denemeyi gerçekten seviyorum ve her yıl biraz TV, tiyatro oyunu, muhtemelen bir film ve umarım biraz da ses işi yaparım. Her zaman bunu yapmaya çalıştım; bu, gerçekten de hayatımda sahip olduğum kadar iddialı bir şey. kariyer sadece bunları yapmaya çalışmaktır."Daha fazlasını okuyun Büyük RT Röportajları:Horne'un en çok tanındığı şey kuşkusuz TV çalışmalarıdır ve en son küçük ekran görünümlerinden biri de Inside No. 9'un sekizinci sezonunun dördüncü bölümü olan Love Is A Stranger'daki kısa rolüydü.Bu, uzun süredir ödüllü antoloji şovunda rol almak için uğraştığını söyleyen Horne için uzun süredir üzerinde çalışılan bir şeydi."Sanırım Reece'e mesaj atıyorum [Shearsmith] Yaklaşık yedi yıl boyunca her dizide yer aldım" diye gülüyor. "Yani evet, kesinlikle yapılacaklar listemdeydi. Geçen yıl biraz ara verdim, biraz tatile çıktım ve 'Yıl sonuna kadar çalışmayacağım' diye düşündüm."Sonra menajerim aradı ve bana bir rol teklif etti; bu, parçası olmak harika bir şeydi ve inanılmaz bir deneyimdi. Küçük bir rol olmasına rağmen umurumda değildi, sadece içinde yer almak. bu gösteri ve CV'mde var."Reece Shearsmith tüm zamanların en sevdiğim aktörü ve Steve Pemberton da çok geride değil; dolayısıyla programda yer almak kesinlikle yapılacaklar listesinde yer alan bir işaretti."Horne, gelecekte bir noktada parçası olmayı en çok istediği dizi olarak başka bir antoloji dizisi olan Black Mirror'ı listeliyor; daha yakın bir zamanda ise Michael Frayn'ın ünlü oyununun West End prodüksiyonunda üç aylık bir seriye başlamak üzere. "Muhtemelen şimdiye kadar yazılmış en büyük komedi" olarak adlandırdığı Noises Off.Gavin ve Stacey.Ancak görünen o ki, eski başrol oyuncuları Alison Steadman ve Larry Lamb'in yakın zamanda başka bir Gavin & Stacey özel filminin olasılığı hakkındaki yorumlarına rağmen, Gavin Shipman rolünü yeniden canlandırmak Horne'un öncelikler listesinin üst sıralarında yer almıyor. Yine de önceki uçurumun çözüldüğünü görmek isterim."Öncelikle bunun ele alınacağından çok şüpheliyim" diyor. "Herhangi bir şey olacağından şüpheliyim - hem de çok şüpheliyim. Smithy ile Nessa'nın evlenip evlenmeyeceğini öğrenmek güzel olurdu, ama öğrenebileceğimizi hiç sanmıyorum."Bunun yerine Horne'un gelecekte daha fazla istediği şey, çeşitli farklı projelerle uğraşarak kendini test etmeye devam etmek."Tiyatro çalışmalarımın birçoğunun bu çeşitliliği sunması ve yeteneklerimin farklı yönlerini gösterme fırsatları sunması nedeniyle gerçekten şanslıyım" diyor. "Bu yüzden çok çok şanslıyım ve aynı çizgide devam ettiğim sürece oldukça mutluyum."Bolan'ın Ayakkabıları artık İngiltere sinemalarında gösteriliyor. Film kapsamımızın daha fazlasını okuyun veya bu gece neler olduğunu görmek için TV Rehberimizi ve Yayın Rehberimizi ziyaret edin.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayıya sahip olun, AYRICA evinize teslim edilen 10 £ John Lewis and Partners kuponu da alın - hemen abone olun. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için The Radio Times Podcast'ini dinleyin.
0 notes
Link
Film, Coronation Street'in eski yıldızı Ian Puleston-Davies'in ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi ve Horne, sınırlı ekran süresine rağmen hikaye için önemi hayati önem taşıyan bir karakter olan Jez'i canlandırıyor.Karakter, Timothy Spall'ın, geçmişinden gelen yıkıcı bir trafik kazasının hâlâ aklından çıkmayan, travma geçirmiş bir yetişkin olan karakteri Jimmy ile acımasızca dalga geçtiği tek bir uzun sahnede ortaya çıkıyor. Ve Horne gerçekten de kötü tarafını göstermekten çekinmiyor.RadioTimes.com'a özel bir röportajında "Bunu iki ya da üç kez izledim ve dürüst olmak gerekirse izlemeyi oldukça tatsız buluyorum" dedi. "Karım filmi izleyemiyor bile, o kadar tatsız buluyor ki!"Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.Her ne olursa olsun, Horne'u öne çıkaran en önemli noktalardan biri de, bildiği şeyden "çok uzak bir şeyi" oynama şansıydı ve Horne, "birinin kariyerinde gölgede bırakılmanın çok kolay olabileceğini" kabul ediyor. "."Böylesine korkunç, korkunç bir rolün teklif edilmesi harikaydı" diyor. "Ian gerçekten ama gerçekten bu kişinin ne kadar nahoş olduğu konusunda mümkün olduğunca ileri gitmemi istedi. Ben de bunu gerçekten benimsedim."Ona her zamanki kaptan köşkünün dışında bir karakteri oynama fırsatı vermenin ötesinde, Horne'a bu rolü reddedemeyeceğini hissettiren şey Puleston-Davies ile çalışma ihtimaliydi.İkili, Puleston-Davies'in Agatha Raisin'in son sezonunda konuk oyuncu olarak yer almasıyla tanışmıştı ve Horne ona önceki çalışmalarına ne kadar değer verdiğini anında bildirmişti.Horne şöyle açıklıyor: "Uzun yıllardır onun hayranıyım." "Yıllar önce - birkaç on yıl önce - Dirty Filthy Love adında tek seferlik bir drama yazmıştı ve o TV filmine kesinlikle hayrandım. Harika olduğunu düşündüm. Ve o zamandan beri oyuncu olarak kariyerini takip ettim. Daha sonra."Bana bu filmi yazdığını ve bunu yapmak için biraz para kazanmayı umduğunu anlatıyordu ve çekimlerimizin son gününde şöyle dedi: 'Filmimde yer alacak mısın?' Ben de bu şansı değerlendirdim, bana soru sorulduğu için çok heyecanlandım."Horne'a hemen rolün küçük bir rol olduğu ve teklifte "çok fazla para olmadığı" söylendi. Ancak buna rağmen, kabul etme kararı büyük ölçüde "düşünce gerektirmeyen" bir karardı.Ve Cheshire'da geçirdiği bir günlük çekimin tadını çıkarmaya devam etti; her ne kadar başlangıçta Spall gibi bir ulusal hazineye karşı bu kadar kötü davranmak zorunda kalma konusunda biraz tereddüt etse de."[It's] çok yoğun bir ortam ve daha önce Tim'le çalışmadım, bu yüzden ona erkek muamelesi yapmanın sorun olup olmadığını kontrol ettim!" diye açıklıyor. "O da harika ve nazikti ve şöyle dedi: 'Sadece ne yaparsan yap' yapmam lazım.' Ve birkaç çekimden sonra, bu adamı terörize ettiğim bir noktaya geldik!Buna benzer daha fazla"Garip olan şey ona çok yakın yaşamam" diye ekliyor. "Onu her zaman etrafta görüyorum ve son 15 yıldır da görüyorum ama onunla hiç konuşmadım ve ona hiç yaklaşmadım. Ve onu Waitrose'da görmek, onunla çalışmaktan biraz farklı - ve onun öyle olduğunu düşündüm. inanılmaz derecede cömert, karakteri bu şekilde terörize etme konusunda rahat olmamı sağlıyor."Bu yüzden ona çok ama çok minnettarım ve onu sosyal ortamdan beri görüyorum, bu yüzden yeni bir arkadaşımın olması gerçekten çok güzel!"Bolan'ın Ayakkabıları'ndaki Jimmy rolünde Timothy Spall. MunrofilmlerHer ne kadar filmdeki karakteri Horne'un sinema tarzına aykırı olsa da, aslında son yıllarda ikinci kez iğrenç bir eser olarak tanımlanabilecek bir adamı canlandırıyor.Geçen yıl, Harold Pinter'ın klasik oyunu The Homecoming'in turne yapımında Lenny rolünü oynadı; bu proje, Agatha Raisin'in eski başrol oyuncularından biri olan yönetmen Jamie Glover ile birlikte gerçekleştirildi."Bu olay gerçekleşmeden önce iki ya da üç yıldır bunun hakkında konuşuyorduk" diye açıklıyor. "Bir Pinter oyunu yapmak istiyorduk ve aslında Timothy Spall'ın birkaç yıl önce The Old Vic'de oynadığı The Caretaker'ı oynamak istiyorduk. Ancak haklar mevcut değildi, bu yüzden bize The Homecoming teklif edildi. ve bunun gerçekten dişlerimi takabileceğim bir rol olduğunu düşündüm."Gerçekten harika bir deneyimdi ve harika eleştirilerle birlikte çok ama çok başarılı bir turne geçirdik. Ve yine biliyorum ki bunu kendim ayarlamam gerekiyordu, ama iğrenç bir eseri çalmak gerçekten harika bir şeydi. İşleri biraz karıştırın, sadece oynadığım karakterlerin türünü değil, aynı zamanda ortamı da karıştırmak için."Denemeyi gerçekten seviyorum ve her yıl biraz TV, tiyatro oyunu, muhtemelen bir film ve umarım biraz da ses işi yaparım. Her zaman bunu yapmaya çalıştım; bu, gerçekten de hayatımda sahip olduğum kadar iddialı bir şey. kariyer sadece bunları yapmaya çalışmaktır."Daha fazlasını okuyun Büyük RT Röportajları:Horne'un en çok tanındığı şey kuşkusuz TV çalışmalarıdır ve en son küçük ekran görünümlerinden biri de Inside No. 9'un sekizinci sezonunun dördüncü bölümü olan Love Is A Stranger'daki kısa rolüydü.Bu, uzun süredir ödüllü antoloji şovunda rol almak için uğraştığını söyleyen Horne için uzun süredir üzerinde çalışılan bir şeydi."Sanırım Reece'e mesaj atıyorum [Shearsmith] Yaklaşık yedi yıl boyunca her dizide yer aldım" diye gülüyor. "Yani evet, kesinlikle yapılacaklar listemdeydi. Geçen yıl biraz ara verdim, biraz tatile çıktım ve 'Yıl sonuna kadar çalışmayacağım' diye düşündüm."Sonra menajerim aradı ve bana bir rol teklif etti; bu, parçası olmak harika bir şeydi ve inanılmaz bir deneyimdi. Küçük bir rol olmasına rağmen umurumda değildi, sadece içinde yer almak. bu gösteri ve CV'mde var."Reece Shearsmith tüm zamanların en sevdiğim aktörü ve Steve Pemberton da çok geride değil; dolayısıyla programda yer almak kesinlikle yapılacaklar listesinde yer alan bir işaretti."Horne, gelecekte bir noktada parçası olmayı en çok istediği dizi olarak başka bir antoloji dizisi olan Black Mirror'ı listeliyor; daha yakın bir zamanda ise Michael Frayn'ın ünlü oyununun West End prodüksiyonunda üç aylık bir seriye başlamak üzere. "Muhtemelen şimdiye kadar yazılmış en büyük komedi" olarak adlandırdığı Noises Off.Gavin ve Stacey.Ancak görünen o ki, eski başrol oyuncuları Alison Steadman ve Larry Lamb'in yakın zamanda başka bir Gavin & Stacey özel filminin olasılığı hakkındaki yorumlarına rağmen, Gavin Shipman rolünü yeniden canlandırmak Horne'un öncelikler listesinin üst sıralarında yer almıyor. Yine de önceki uçurumun çözüldüğünü görmek isterim."Öncelikle bunun ele alınacağından çok şüpheliyim" diyor. "Herhangi bir şey olacağından şüpheliyim - hem de çok şüpheliyim. Smithy ile Nessa'nın evlenip evlenmeyeceğini öğrenmek güzel olurdu, ama öğrenebileceğimizi hiç sanmıyorum."Bunun yerine Horne'un gelecekte daha fazla istediği şey, çeşitli farklı projelerle uğraşarak kendini test etmeye devam etmek."Tiyatro çalışmalarımın birçoğunun bu çeşitliliği sunması ve yeteneklerimin farklı yönlerini gösterme fırsatları sunması nedeniyle gerçekten şanslıyım" diyor. "Bu yüzden çok çok şanslıyım ve aynı çizgide devam ettiğim sürece oldukça mutluyum."Bolan'ın Ayakkabıları artık İngiltere sinemalarında gösteriliyor. Film kapsamımızın daha fazlasını okuyun veya bu gece neler olduğunu görmek için TV Rehberimizi ve Yayın Rehberimizi ziyaret edin.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayıya sahip olun, AYRICA evinize teslim edilen 10 £ John Lewis and Partners kuponu da alın - hemen abone olun. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için The Radio Times Podcast'ini dinleyin.
0 notes
Text
Son vapurda bir dilek var...
O günlerde bu şarkı yeni çıkmış veya çıkmış da yeni meşhur olmuş. Klüp odasında çaldılar bir gün. O dönem okula yarım yamalak takılıyorum. Bakın ben okula genelde gitmedim; takıldım. Ortamım falan da yok. Koridorlarda içim eziliyor, neden bitmedi bu eziyet diye. Klüp odasında duydum ve beynim benden gitti. Neden çünkü körkütük sevdalanıyorum birisine, hem bahar da geliyor. Hem de o bahar hiç gelmeyecekmiş gibi oluyor. Ha bu akan dereler ve içsel kaygılanmalar.
Tuhaf başladı o hikaye. Başladığı gibi tuhaf gitti. Ayrı şehirlerdeydik. O buranın yerlisi, ben buranın yabancısı ve başka yerin yerlisi. O da oranın hem misafiri hem de sakini. Hayat sürüklemiş, 6 yaşında bir su perisi o karasal şehre gitmiş. Sonraları bir gün o yaşlardan fotoğrafını gösterdi, bak nasıl iri tombik bir hamsi balığıydım diye. Fotoğrafta bale elbiseli sevimli bir kız çocuğu.
Yılların ötesinden bu uzun yazıyı neden yazıyorum çok farkında değilim. Bu tür yazılar çok yazıldı. Zihinlerde çok yazıldı efendim, ardından, arka cebimde taşıdığım defterlerde falan var bunlardan. Bir süre bir şeyler yazmama kararımın ardından galiba birikenler oldu, onları tam pompalama sistemiyle çıkarıyorum. Tam pompalama ne derseniz gidin marina yönetimi dersi alın, ben aldım.
Biraz konuşuyorduk, biraz da konuşmuyorduk ama etkilenir gibiydik. O benim onu sevmeye başlamamdan etkileniyordu -kadın kafası işte. Ben de masum hallerinden, acayip güzel sırıtışından, bütün boylu poslu fotolarından. Bir de, ortalıkta dolanırken, hayata tutunamazken, buldum mu bir gönül derdi? Kendim kendime buldurdum.
Her şey iyidir aslında sevmek mesela çok iyi bir şeydir, uzaklardaki birini sevmek, onu düşlemek ve ilk karşılaşmayı, ilk göz göze gelişleri nasıl olacak veya nasıl olsa ne güzel olur diye 1001 gece senaryoları. Umursamak da güzeldir, sonrasında acıtsa da güzeldir. Şimdi, "güzel acıtır bea" falan da demek isterim ama acıtmayı kutsallaştırmayı bırakalı çok oldu. Ruh ızdıraplardan demlene demlene çok hırpalnadı. Kaldırımlarda renkler soldu. Hayır, hayır, kavuşmak varken diğer hiçbir şey güzel sayılmamalı. Evet en güzeli kavuşmaktı.
Sevmiştim işte, en çok da onu sevmeyi severek. Genç bir kadını, upuzun dalgalı saçlarıyla, karadenize dair burnuyla, düşük kapaklı gözleriyle ve tüm umarsızlıklarıyla sevmenin tadı hiçbir şeyde yoktu. Hala da yoktur. Bazı nazlı ceylan halleri, videolarda kamerayı süzüşü, ODTÜ ormanının kahverengi yaprakları, sanki bütün her şey bir anlam yüklemek için varmış gibi. Sanki her şey anlamlarında o denli sıkılmış da, o kadar anlamsız kalıp delirmişler de, onları fark edip yüklemeler yapmamı dört gözle beklemişler gibi.
Tabi, kalkıp Ankara'ya da gidemedim, hep ortalıklarda kaldı o bu işler. Bi kız için kalkıp Ankara'ya mı gidilir yahu diye düşünen yan sesler.
Pek sonra farkında vardım ki bir parkta bile otursak ve senin için bugün Ankara'dayım desem, sanki bu erik tanesi bu şakacı bahar çiçeği... Arkadaşız ya ne yani falan olundu. Akıllar kaldı. Akıllar kaçtı. O senenin yazı paramparça geçti. Hala arada bir görürüm saçılan umutlarımı Beşiktaş'ta, Harbiye'de.
Hoyrat zamanı sor gonca güle?
Neyse, su perisi de durumun farkında ama bozuntuya vermiyor. İnce bi friendzone denemesi de oldu, atlattım. Meraklı gece mesajları, düşüncelerin alev alması, hayaller, sarma tütünler ve gündüz düşleriyle geçen zamanlar. Bir zaman sonra da diyaloglar bi inceden kayboldu. Kalından da kayboldu. Aha, yokluk. Bu sefer ben, onun yokluğuna aşık oldum. Arada kızlarla tanışıyorum falan. Baya da eğlenceliyim, umarsız, komik, alem çocuğum ama onsuzluk, onsuz bir sonsuzluk. İş Bankası yayınlarından aldığım kitapları onun için alıyorum, okuyup ona da anlatacağım, çayı onun için içiyorum buranın çayı güzel birlikte de geliriz diye haritalıyorum. Kabataş'tan vapura biniyorum sanki onla, kim bilir nerelerde neler yaptım, her şey onun içindi ve neden, sonra bir gün promosyon amaçlı Bingo lotusun ufaklarından dağıtıyorlardı Teşvikiye'de bir parkta, onu düşüne düşüne çamaşır makinasının yumuşatıcı gözüne koydum. Sonra aylarca Bingo lotusla yıkandı çamaşırlar. Onun, kokusu oldu Bingo Lotus, hem de onun kendisinin olduğundan hiç haberi olmadığı kokusu. Bir süre sonra Bingo Lotuslarla göz göze gelmemek içi yumuşatıcı reyonlarında önüme baktım. Bunun yanında bir sürü hal hareketler. Her şeyi iyi bilmeli ve çok donanımlı zeki çevik olmalıydım. Bir çabalar içerisindeyim ama ona ulaşmakla akalası bile yok.
Meraklı mesajlar, rüyalarda konuşmalar da bir gün son buldu. Yankıları kaldı. Veryansın edemem kadere.
Bir akşam nasıl olduysa ben sarhoş bir şekilde rüyasına girip ilan-ı aşk etmişim, ben sana sarhoş değilken de aşık oluyorum ehiehi diyip konuyu kapattığımız.
Aşıktım evet, ben aşık olunca kendi içime dönüyorum. Belki o hiç yoktu, hatta ben ona hiç gitmedim bile. Bütün zamanlarda ve boyutlarda olmak istemekti sevmek ve biraz da sanki yorulup sızmak istemekti... İçimin çalkalanması, kalkıp başka bir şehrin sokaklarında kaybolmak, yaşıtların patron yalakalıkları kovalarken sen sokaklarda voltalar, zincir kahvecilerde sigara içmeler, ailenin gönlü olsun kpss denemelerine girmeler ve 3-4 farklı hayat, Bolca yalan, bolca hayal ve bir sürü olmamışlıkla dolu dünlerin. Ben ki yaralı ben ki hayta bakkala düşmüş okul defteri gibi. Ama yine de çok umutluyum. 1-Barı açıyorum.
Bir akşam deniz kenarında bir bankta parmaklarımın saçlarının arasında olduğunu duyumsamak. Öyle hayal etmek, canlandırmak veya keşke meşke değil. Kokuyla, seslerle ve dokunuşla duyumsamak.
Hani o 14-15 yaşlarında Anadolu Ateşi kulisinden haber yapılırken ekranda gördüğün dansçılardan biri kalkıp karşına gelmiş de heyecandan dilin tutulmuş gibi oldun. Anlattığın hiçbir arkadaşının böyle bir hikayenin seni başından geçiyor olmasına inanamadığı ve en sonunda ruhum biraz sarsılmak istedi hepsi bu diye sempozyumunuzun bildirisini noktaladığın. Hala da inanamazlar.
Bir iç deniz gibi durgunluğa teslim...
Bir ben kaldım bir ben tenhasında gecenin diye başlayan cümlelerin. Ama ne var ki, su perisi de seni hiç unutmadı, iyi kötü tüm haberleri gelip senle de paylaştı. Ama ne var ki, ya oğlum, sen bu hikayeden galiba veya sanki hala sıyrılamadın.
0 notes
Text
ezel’in 16. bölümündeyim, biliyorum 10 yıllık dizi ama ben ilk defa baştan izliyorum. diziye wiki tanımı yazacak olsam şöyle derdim: bütün karakterlerin en az bir şiir/hikaye okuduğu, herkesin sürekli triplerde olduğu yerli yapım dizi. ilk başlarda “oha adamlar ne biçim düğümler attı öyle, oha çatışmanın temeli aşırı sağlam, oha şöyle oha böyle” dedim. abi ezelin annesi sürekli bahçede çamaşır asıyor ama büyük büyük çamaşırlar resmen rekor denemesi yapılan ariel sıvı deterjan reklamları gibi. evde sürekli çarşaf, örtü falan yıkanıyor.
herkes sürekli malum konuya dikkat çekerek birbiriyle konuşuyor. hani yağmurlu havada herkes şirkete ıslak gelir ve kimse kimseye neden ıslandın diye sormaz. içerdekiler, geleni gördüklerinde mesela “çok fena ya, halimiz hayrolsun” falan der çünkü herkes konuyu bilir ve konu zamansız yağan aşırı yağmurdur. dizideki tripler şöyle: mesela birisi günaydın dese öbürü “benim için gün, o günden sonra bir daha aymadı” diye cevap veriyor. işte “şemsiyen güzelmiş” dese, “o günden sonra yağmurum hiç durmadı” falan.
ezel’se tam bir ergen gibi. bunun kafa gitti gidecek. sürekli ergen triplerinde. eminim ipod’unda metallica-unforgiven’ın altında arap şükrü-farzet koymuştur. gözleri hep kısık, sürekli yan masayı kesiyor. tüm dünya dayı’ya köpek ama bu ezel adama paso sert çıkıyor. ezel’in daha bir kere bile yatakta uyuduğunu görmedim. sürekli koltukta oturur pozisyonda uyuyor. yatak dediysem de yere döşek koymuş, baza falan yok. evini şöyle bi inceledim, yüklük falan hiçbir şey yok. kışlıkları, yazlıkları, temiz nevresimleri nereye kaldırıyor lan bu adam. işte benim için ezel’in gizemi budur...
ramiz de ayrı triplerde, kapkaranlık ortamda harry potter gözlüklerini takmış kitap okuyor, 90lı yıllardaki can dündar belgesellerindeki gibi. zaten o gözlükler ona küçük geliyor, kulaklarına bile varmıyor. eve girerken beni kimse göremez, dedi. la niye göremesin. olmayacağını biliyorum ama bir umut, ilerki bölümlerde ramiz’in istediği anda görünmez dalga boyuna dönüşebilme süper gücü olduğu ortaya çıkmasını bekliyorum.
dizide neden genel olarak zamanına göre çok kötü telefonlar kullanıldığını anlamadım. sanırım tek ezelin telefon iyi model, diğer hepsi çöp. ayrıca o yıllarda iphone’un ilk modeli gelmiş olmalıydı, acaba sonradan mı görücez.
bu tür yerli dizilerdeki diyalogları tahmin etmek çok zor olmadığı için genelde ileri alarak izliyorum çünkü mesajı zaten anlaşılan cümlelerin sonları bir türlü gelmiyor.
edit: ya istanbul trafiği bunlara işlemiyor, nerede olurlarsa olsunlar başka bir yere anında gidebiliyorlar ya da bunlarda gün dönümü 50 saat sürüyor.
7 notes
·
View notes
Text
iv. Bulunan Çocuk
Karakter: 13491 Kelime: 1808 Okuma süresi: 10dk
Şafak, Teşammuh Krallığı
Bir geçmişi yoktu. Bir ailesi yoktu. Ekmek alabilecek bir parası da yoktu. Tek sahip olduğu şey ismiydi ve buna sıkı sıkı tutunmuştu. Kendi adını unutacak olsa bir sokak hayvanından farkı kalmayacaktı. Bu yüzden kendi adını seçerken dikkatli davranmıştı; hatırlaması kolay bir isim olmalıydı. Harf okumayı bilseydi belki de işi daha kolay olurdu ama daha önce öğrenme fırsatına hiç sahip olmamıştı.
Soğuktan üşüyen ellerini pantolonunun ceplerine sıkıştırdı. Paçaları kısa, tek cebi yırtık, keten bir pantolondu bu. Soğuk havalar için kesinlikle uygun değildi ama fazla bir seçeneği de yoktu. Üşüyen parmaklarını baldırlarına bastırıp ellerini ısıtmaya çalışsa da nafile; bacakları da en az elleri kadar soğuktu.
Geceyi yine aynı yerde geçirmişti. Tek duvarı yıkılmış, çatısız, eski bir ev. Evin içinde bir zamanlar bir başkasının konakladığı tahta bir bank ve bu bankın önüne çekilmiş -geceleri soba niyetine kullandığı- bir tenekeden başka bir şey bulunmuyordu. Bazı geceler ateşin çatırtısını dinlerken oturduğu yerde daha önce kimin kaldığıyla ilgili hayal kurardı. Onun için bu küçük vahayı yaratan kişi kendisi gibi genç miydi? Daha iyi bir yer bulduğu için mi burayı sahipsiz bırakmıştı yoksa bir şeylerden mi kaçıyordu? Bir gün ansızın geri gelip onu buralardan kovar mıydı? Belki de insan tacirlerinin eline düşmüştü. Bu düşünce her zaman kanını donduruyordu. Eğer aynı yerde kalmaya devam ederse kendisinin de yakalanabileceğinin farkındaydı. Hareket etmeli, bir yerde çok uzun süre kalmamalıydı. Bunu çok iyi biliyordu ama vücudu yaşından beklenmeyecek bir yorgunluğa sahipti.
Uyuşuk adımlarla eksik duvarın yıkıntıları arasından dışarı çıktı. Zaten uzun olan uzuvları zayıflıktan iyice incelmiş, olduğundan da uzun gözükür hale gelmişti. Yorgun yüzündeki gri gözleri bir çift ay gibi parıldıyordu. Sabahın erken saatleriydi, güneş henüz tam tepeye ulaşmamıştı. Gökyüzü beyaza yakın solgun bir maviydi ve oldukça parlaktı. Başını ne zaman kaldıracak olsa ışık gözlerini alıyordu. Bu yüzden kafasını önüne eğdi ve elleri ceplerinde pazar yerine doğru ilerledi. Pazar yerine varıncaya kadarki tek umudu kalabalığın artmasıydı. Kalabalık artarsa ve yeterince şanslıysa açlığını yatıştıracak birkaç parça bir şey araklayabilirdi.
Siyah saçları kulaklarına kadar uzamış, uçları gözlerini kaşındırıyordu. Açlığını midesinde sıkışmış ve onu içten dışa kazımaya çalışan bir canavar gibi hissedebiliyordu. Sanki guruldama sesini bastırması mümkünmüşçesine tek elini karnına doğru tuttu ve odaklamak için gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Bugün onun için birkaç lokmanın yeterli olmayacağını fark etti. En yakın zamanda gerçek bir yemek yemezse koşmayı bırak, yürüyecek enerjiyi bile bulamayacaktı. Ama Güneş hareket etmeliydi. Sürekli, devamlı, mola vermeden, dinlenmeden, durmadan… Hızlı olmalıydı. Eşyalarını çaldığı insanlar, ürünlerini aşırdığı satıcılar yahut peşindeki tacirlerden kaçacak kadar hızlı! Koşması gerekirse şu an bunu başaramayacağını fark etmek onu kanına adrenalin karıştıracak kadar korkutmuştu.
Pazar yerine vardığında hava hala soğuktu. Tam tepede parlaması gereken güneş, beyaz bulutların arkasına saklanmış, yağmur kokan bir rüzgar tezgahların arasında esiyordu. Taze ekmekler yumuşaklığını kaybetmiş, pazarda dolanan teyzeler hırkalarına sıkıca sarınmışlardı. Tezgahların arkasında formalı-kimseler göremiyordu. Bugün şanslı günü olmalıydı! En hızlı günlerinde dahi şövalyelerden kaçmakta zorlanırdı ama bugünün rüzgarında hiçbir beyaz pelerin uçuşmuyordu. Etrafta tek bir şövalye dahi görünürde değildi. Ne şanslıydı ama!
Adımlarının ritmini bozmadan sakince tezgahlar arasında yürümeye başladı. Alışageldik bir sakinlikle tezgahlara göz atıyor bu sırada çaktırmadan etrafını kolaçan ediyordu. Meyve ve sebze tezgahlarının yanından fazla oyalanmadan kolayca geçti. İhtiyacı olan şey onu uzun süre tok tutacak ve ona yeterince enerji verecek olan etli böreklerdi. İçerisi kavrulmuş kuzu eti ve çeşitli sebzelerle doldurulmuş, sıcak, çıtır börekler. Böreklerin ateşte pişen kabuklarının is kokusu adeta burnunun altını gıdıklıyor, sadece düşüncesi bile ağzını sulandırıyordu. Ayakkabı ve kıyafet satan tezgahın yanından geçerken yavaşladı. Uzanıp kumaşlara dokundu, dokumaları inceledi ve yakında kendisine yeni kıyafetler bulma fikrini aklına iyice kazıdı. Hava uzun süredir yeterince güneşli ve sıcak değildi. İnsanlar kıyafetlerini dışarıya asmaktansa sobalarının üzerinde kurutmayı tercih ediyordu ve bu Güneş’in yeni bir çift kıyafet bulmasını güçleştiriyordu. Bir yenisini almaya yetecek parasının olmasını hayal dahi edemiyordu. Tüm varlığı üzerindekiler ve ayakkabısının içine sıkıştırdığı bir bakır dirhemdi. Bir bakır dirhemle tek bir elma dahi alamazdı. Bu bir zamanlar kullanıllan ama artık tamamen işlevini yitirmiş eski bir para birimiydi. Buna rağmen Güneş hiçbir şeyi olmaması fikrini reddediyor bu geçerliliği pek olmayan bronz parçasına gözü gibi bakıyordu.
Kıyafetlere biraz daha içle baktıktan sonra satıcının gazabına uğramamak için tezgahtan uzaklaştı ve pazarın geri kalanına göre önü en kalabalık olan peynir, zeytin ve sucuk gibi ürünler satan tezgahın önüne geldi. Satıcı adam işlere tek başına yetişemiyor hemen yanında bulunan lokum tezgahının sahibinden yardım alıyordu. İkili peynirleri kesiyor, zeytinleri poşetlere dolduruyor, ürünleri tartıyor, paketliyor, para üstü sayıyor ve sürekli bir yenisi gelen müşterilerle konuşuyorlardı. Kalabalıktan faydalanan Güneş bir avuç dolusu lokumu hızlıca sağlam olan cebine tıkıştırdı ve acele etmeden ilerlemeye devam etti. İstediği böreklere ulaşmasına çok az kalmıştı. Fırın ürünlerinin tezgahı hemen ilerideydi. Pazarın sonunda baharat tezgahı, kuruyemiş tezgahı, yakacak satan bir oduncu ve balta gibi aletlerin tamiri için eşya satılan bir tezgah bulunuyordu. Böreği kaptığı gibi pazarın kendisine yakın olan bu ucundan çıkarsa nehir yolundaki sakin köşelerin birisinde çekilip hızlıca yemeğini yiyebilirdi. Daha sonrasında akşama yakacak birşeyler bulmak ve güvende olduğundan emin olmak için mahallede birkaç tur atabilirdi.
Baharatlı çörekler, tatlı kurabiyeler ve adını bilmediği binbir türlü çeşit ürünle dolu tezgaha yaklaştıkça iştahı artıyor, iştahı arttıkça karnı gurulduyor ve ağzı sulanıyordu. Fırın tezgahının önünde tek bir müşteri vardı. Kadın yer yer grileşen kahverengi saçlarını yeşil-sarı bir fularla bağlamıştı. Boyu Güneş’ten hemen hemen dört parmak kadar kısaydı. Cüsseli bir kadındı ve üzerinde bileklerine kadar gelen bir etek vardı. İyi, diye düşündü Güneş. Böylesine uzun ve dar bir etekle kadın yeterince hızlı koşamaz. Kadın Güneş’in hayalini kurduğu etli böreklerden iki tane ve ne olduğunu bilmediği bir çeşit tatlı poğaçalardan üç tane aldı. Güneş sakin adımlarla tezgaha yaklaştı. Kadın adamın uzattığı kese kağıdını buruşmuş parmaklarıyla sıkıca kavradı. Güneş etrafına dikkatli gözlerle baktı. Pazarın çıkışı oldukça sakindi ve görünürde hala tek bir Beyaz Şövalye bulunmuyordu. Kadın çöreklerin bulunduğu kese kağıdını tezgahın üstüne koydu ve parasını çıkartmak için yanında sürüklediği pazar arabasının içini karıştırmaya başladı. Güneş keseyi kapacak kadar yaklaşmıştı. Kadın cüzdanını açtı. İçi bir yığın altın ve gümüş dirhemlerle doluydu. Güneş duraksadı. Kadın adama bir altın dirhem uzattı. Bu yaklaşık yüz gümüş dirhem yada yüz bin bronz dirhem ederdi. Normal bir insan için bu oldukça tuhaftı. Cüzdanında bronz bulunmaması garip, altın bulunması ise inanılmaz bir durumdu. Kadın ya soylu bir aile için çalışan birisi yada kendisi gizli bir soyluydu! Bu durumun başka bir açıklaması olamazdı.
Bir soyludan çalmakta sorun yoktu ama eğer yakalanacak olursa hayatı sokaklarda yaşamaktan daha kötü bir hâle bürünebilirdi. Adam gözlerini berelte berelte altını aldı ve hızla cebine koydu. Karnı Güneş’e neden burada olduğunu hatırlatmak istermişçesine gürüldedi. Güneş’in tereddüt edecek zamanı yoktu. Kadın cüzdanını pazar arabasının iç kısımlarına koymak için arkasına döndü. Satıcı yeterli para üstünü hesaplamak için arkasına dönüp kasasını açtı. Ya şimdi ya hiç. Güneş yumuşak parmakla keseyi kaptı ve karnı gerginlikle kasılırken hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam etti. Kalbi kulaklarında atıyordu. İfadesiz kalmak için elinden geleni yaparken gözleri fıldır fıldır çevreye bakınıyordu. Güvendeydi. Bugün karnını doyuracak ve güzel bir uyku çekecekti. Bugün şanslı günüydü. Güvendeydi. İçine derin bir nefes çekti. Omuzlarını dikleştirdi ve rahatça yürüyormuş ifadesini takınmaya çalıştı. Pazarcının arkasından bağırmasını duymasıyla arkasına bakmadan koşmaya başlaması bir oldu.
Peşinde onu takip eden adım sesleri yoktu. Yine de nehir yoluna ulaşıncaya kadar ara sokaklarda dönüp durmaya ve koşmaya ara vermedi. Son bir senedir yaşadığı sokakları avuç içi gibi bilir hâle gelmişti. Arkasında onu sinsince takip etmeye çalışan, fark etmediği birileri olduysa da kafalarını karıştırdığından emin oldu. Güvende olduğuna emin olup durduğunda ciğerlerinde hava kalmamış ve başı dönecek kadar yorulmuştu. Nefesini toparladıktan sonra kese kağıdını dudaklarının arasına kıstırdı ve her zaman yaptığı gibi yemeğini rahatça yiyebilmek için nehre bakan söğüt ağacına tırmandı. Soğuyan hava ile ağacın rengi sararmıştı ama dalları her zamanki kadar güçlüydü. Denizi görebileceği kadar yüksekliğe ulaştıktan sonra soğumaya başlayan böreklerden birisini paketten çekip çıkarttı ve heyecanla ilk ısırığını aldı.
Börek dişlerini ısıtacak kadar sıcaktı. Dışı çıtır, içerisi ise yumuşacıktı. Kuzu eti ağzında dağılıyor, tatlı ekşi sos boğazından aşağı akıyordu. Adını unuttuğu baharatların kokusu burun deliklerini tıkamıştı. Güneş’in sırtından yukarı bir titreme yükseldi. Tüm duyuları son derece uyarılmıştı; sanki ağzında çiçekler açıyordu! Karnına oturmaması için güven içerisinde sakince ilk böreğini bitirdi. Sonra bir diğerini. Karnı çoktan dolmuş, keyifi ve enerjisi son derece artmıştı. Ellerini kese kağıdının içine atıp ne olduğunu anlamadığı poğaçalardan bir tanesini kaptı. Yumuşak ve yapışkan bir şey eline değdi. Tatlı poğaçayı gözlerinin önüne kaldırıp dikkatle inceledi. Ekmeğin içine yer etmiş yarım bir şeftali vardı; şeftalinin üzerindeyse koyu ızgara izleri, tarçın ve kızarmış şeker. Yumuşak ve çıtırdayan ekmeği ise yer yer bir çeşit beyaz tatlı tozla kaplanmıştı. Güneş merakla ilk ısırığını aldı ve tam o an ağlamak istedi. Hayatında daha lezzetli bir şey yediğini hatırlamıyordu. Gözlerini sakin nehrin üstünden çekmiş elinde sıkıca tuttuğu tatlının üstüne dikmişti. Börekleri yediğinden daha kısa bir sürede üç şeftalili poğaçayı ağzına tıkıştırmış ve cebine doldurduğu lokumlar dışında her şeyi bitirivermişti.
Rüzgar üstünde oturduğu ağacın yapraklarını birbirine çarpıyor, sakin nehrin üstünde dalgalanıyordu. Havada tuzlu bir sonbahar kokusu asılıydı. Güneş’in karnı şişmiş ve içi büyük bir huzurla dolmuştu. Gözlerini kapatıp nemli havayı içine çektiğinde o artık sokaklarda dolanan kimsesiz bir çocuk olmaktan fazlasıydı. Gözlerini kapattığında Şafak’ta değildi artık; tekrar Eğriboz’daydı. Annesi evde yemek yapıyor, köpeği avlanmaya giden dayısına eşlik ediyordu. Havalar ısındığında dayısıyla balık tutmaya gidecekti hem de bizzat yüzmeyi öğrendiği gölde yapacaklardı bunu. Yakaladıkları balıkları pişirirlerken arkadaşlarıyla kazanacağı bir yüzme yarışına başlayacaktı. Güneş her zaman iyi bir yüzücü olmuştu.
Anıları bir anlığına yüzüne keyifli bir gülümseme kondursa da gerçeklik kalbini avucuna alıp kor ellerle sıkıştırıyormuşçasına canını yaktı. Güneş gözlerini açtı ve elinin tersiyle yanaklarını silerken burnunu çekti. Çok değil sadece bir sene öncesine dönebilseydi…
Güneş önce ciğerlerini temiz havayla bolca doldurdu ve yavaşça nefesini verdi. Gökyüzü çok kararmadan kendisine yakacak birkaç parça bulmalıydı. Elleriyle üzerine oturduğu dala sıkıca tutundu, kendisini daldan sallandırdı ve çevik bir şekilde kendisini aşağı bıraktı. Hava ayaklarının altında yastık gibi toplanmış, inişini yavaşlatmıştı. O kadar yumuşak bir şekilde ayaklarını yere basmıştı ki üstüne bastığı kuru yapraklar tamamen ayağa kalkana kadar çatırdamamıştı bile.
Nehir yolundan çıkıp kuru dal toplayarak kaldığı çatısız ve tek duvarı eksik eve geri döndü. Soba niyetine kullandığı tenekenin içine ona gece boyunca yetecek bir ateş yaktı ve bankın üzerine oturup dizlerine sarılarak ateşi izledi. Babası şimdiye kadar annesine olanlardan haberdar olmalıydı. Karısının Güneş’in peşine düştüğünden haberi var mıydı? Onu kurtarmak için gelecek miydi yoksa ondan tamamen vazgeçmiş miydi? Belki de Güneş’in çoktan öldüğünü düşünüyorlardı. Teşamuh’a ilk geldiklerinde tüm eşyalarını yaveri taşıyordu ve kimliğini kanıtlayacabilecek her şeyi yaveriyle beraber kaybetmişti. Belki de yaverini o zannedip Güneş’in öldüğünü çoktan kabul etmişlerdi…
Güneş uzanıp yanındaki dal parçalarından birisini tenekenin içine attı ve çatırdayan ateşten kıvılcımlar yükseldi. Her ne kadar hızlı koşarsa koşsun geceleri kendi düşüncelerinden kaçamıyordu. Bu yüzden birkaç dal parçasını daha ateşe ekledikten sonra yatmaya karar verdi. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. En şanslı günü geride kalmış hemen arkasından en şanssız günü başlamıştı. Güneş ter içinde, ona çevrilmiş kılıcın ucuyla göz göze gelerek kabuslarından uyandı. Bankın dayalı olduğu duvarın üzerinde çömelmiş iki, kaçmasını engellemek için eksik duvarları tutan iki, çevresini saran beş ve tam başında ona kılıcını doğrultan bir kişi vardı. Yakalanmıştı ve karnı dolu olmasına rağmen koşacak bir yeri yoktu. Etrafı sarılıydı. Beyaz şövalyeler onu bulmuştu.
2 notes
·
View notes
Text
Merhaba
Beynim çok bulanık sayın ahali. Böyle su dolu kovaya musluğun pıt pıt akması gibi. O öyle pıt pıt ses çıkarmaz be dink dink gibi daha çok. Ya da şey gibi; böyle çok su içersin de hani miden dolar ya her hareketinde glu glu eder. O sesleri duyarsın, suyun midendeki hareketini hissedersin hani. Hah aynısı kafamı ya da gözümü sağa sola hareket ettirince kafatasımın içindeki beyinde de oluyor. Sanki beynim çalkalanıyor içeride. Kafatasımın duvarlarına vıcık vıcık çarpıyor gibi.
Çok önceleri telefonumdaki notlar bölümüne çok aptalca, salakça bir hikaye yazmışım. Daha çok hikaye denemesi gibi... Hatta daha çok hikaye denemesi girişi... Devamını getirememişim. Neden acabaaaa??? Muhteşem ötesi felsefik ve yaratıcı hikaye denememin girişini sizinle de paylaşmak istiyorum. Hiç biriniz beni gerçekte tanımadığınız için rezil olma ihtimalim de yok. Ehe! Batu hariç. O da bana "rezilsin kızım bu ne biçim hikaye." derse kendi rezilliklerini yüzüne vuracağım için umurumda değil.
[Aysel yan komşusu Melahat'ı, üst komşusu Özlem'in dedikodusunu yapmak için çağırmıştı.
"Kıııız Melahat, gel de kahve içelim. Sana anlatacaklarım var." diye bağırışını sağır sultan bile duymuştur. Nispet yapacak ya Özlem'e
Aaaaah ah! Böyle zamanlarda beni pek tercih etmezler. Genelde çok daha samimi, çok daha uzun süren sohbetlerde yanlarında isterler. Altın günlerinin baş tacıyımdır. Ev ahalisinin ise kahvaltıda yanında olurum. İnsanların soğukta içini ısıtır, sıcakta hararetini alırım. Ben kim miyim? Ben fakirin dostu, zenginin eğlencesiyim. Ben çayım.]
Sadece giriş bölümü var yazının ama gelişme ve sonuç bölümlerini planlamıştım. Bu yazı gelişme bölümünde kahve ve çayın aşkına dönüşecekti. Sonuç bölümünde ise kahve ile çay farklı insanların midelerine doğru yollanacaktı. Yani hazin bir aşk hikayesi.
Anladınız değil mi ana düşünceyi? 😎😎🤩🤩 Farklılıklar falan filan👈👀
Anlamışsınızdır siiiiz. Devasa zekamın ve hayal gücümün hepiniz farkındasınız biliyorum. Pantolonumun paçalarından fışkırıyor zeka kırıntılarım.
Aayyyy, İleride çocuklarım olursa yaratıcılıklarını benden almazlar inşallah ya. Kusura bakmayın canım yavrucuklarım, ananız gerizekalı!
13 notes
·
View notes
Text
Cam pabuçlar: Külkedisi, Ash ve Banana Fish’in Asla Bir Masal Olamayışı
Translated into Turkish from @puella-peanut’s post: “Glass Slippers—Cinderella, Ash, and a Fairytale That Never Was in Banana Fish”
Bu gönderi @puella-peanut’ın “Glass Slippers—Cinderella, Ash, and a Fairytale That Never Was in Banana Fish” başlıklı yazısının tercümesidir.
Çoğu çocuk Külkedisi masalının bir versiyonunu dinleyerek büyür. Çocukluğumuzda uykuya dalmadan dinlediğimiz hikayelerin olmazsa olmazı olan bu masal büyüme yıllarında bize eşlik eder. İnsan normalde bu çok sevilen klasik masalı, Banana Fish gibi sert ve acımasız bir hikayeyle özdeşleştirmez, ancak yine de iki eser arasında bazı benzerlikler bulmak mümkün.
(Fakat bu benzerlikler her iki hikayenin de “ve sonsuza dek mutlu yaşadılar” şeklinde bitmesine yetmiyor.)
Birçok masal gibi, hikayenin “bir zamanlar” kısmı Külkedisi için de Ash için de benzer şekilde başlar. Her ikisi de kötü koşullarda büyümüş ve her ikisi de dışlanmış, istismara ve zulme maruz kalmış. Külkedisi küçük yaşta babasını kaybetmiş ve zalim bir üvey anne ile iki çirkef üvey kız kardeşin insafına kalmış. Ash’in ‘üvey’ ağabeyi Griffin ise uzak bir ülkedeki savaşa gönderilmiş; geri döndüğünde ise görüyoruz ki eski halinden eser yok. Ash’in annesi çocuğunu daha hikaye başlamadan önce terk etmiş. Jim Callenreese ise ‘ideal baba’ figürünün tam zıttı bir karakter. Küçük Ash hem anne-babasız hem de hayatında düzgün tek bir yetişkin bile olmadan büyür. İşte bu yüzden benliğini adeta yiyip bitiren o korkunç çocukluk yıllarından onu koruyacak kimse kalmaz.
Masalda ise hayatı değişen Külkedisi bu değişikliklere ayak uydurmayı öğrenir. Ailesi tarafından dışlanmış, ‘evin kızı’ kimliği küllerle birlikte kapının dışına süpürülmüşken o da önlüğünü beline bağlar ve ‘evin hizmetçisi’ rolüne bürünür. Kendi evinde hizmetçilerin nasıl yaşamlarını sürdürdüğünü öğrenir, bu yeni hayata alışmayı öğrenir. Benzer şekilde, Ash de köhne genelevlerde, barların arka odalarında aşağı yukarı aynı şeyi öğrenir. Güzelliğini kalkan, cazibesini ise kılıç gibi kuşanır. Sokaklarda dövüşmeyi, çete içinde başkalarına söz geçirmeyi öğrenir... Aşağılık insanların elinde hayatta kalmayı öğrenir.
Son olarak hem Külkedisi’nin hem de Ash’in isimleri ateşin ve güneşin bıraktığı tortudan geliyor. Ocaktaki ateş söndükten sonra arta kalan küller eteklerine yapıştığı için masalın ana karakteri “Külkedisi” ismini almış. Bu isim, hayatındaki tüm ışığın söndüğünü ve Külkedisi’nin artık eski yaşantısından geriye kalan harabelerin arasında yaşadığını simgeliyor belki de. Benzer şekilde, Ash’in gerçek ismi Aslan. “Aslan” isminin anlamlarından biri de şafak. Ancak herkes onu kül anlamına gelen takma adı “Ash” ile çağırıyor. Bu isim de yine ışığın, ateşin ardında bıraktığı kalıntıları çağrıştırıyor. Bir şey yandıktan sonra, alevler sönüp kor halinde geldikten sonra (Bir insanın benliği yok edildikten sonra) arta kalan külleri çağrıştırıyor.
Derken kader günü gelip çatar.
Külkedisi’nin yaşadığı krallığın prensi kendisine bir eş bulabilmek umuduyla bir balo düzenler. İyi kalpli peri anne sayesinde Külkedisi de bu baloya katılabilecektir. Balkabağı arabaya, fareler uşaklara dönüşür. Külkedisi çaputlardan dokunan güzeller güzeli elbisesini ve cam pabuçlarını giyer. Son olarak, peri anne Külkedisi’ne hepimizi bildiği o hatırlatmayı yapar: Büyünün etkisi gece yarısı sona erecek. Külkedisi bu kadarı için bile minnettardır ve gece yarısına kadar dans etmek için hemen şatonun yolunu tutar. Ash için ise peri anne rolünü profesyonel bir suikastçı üstlenir. Blanca, bir nevi kendi büyüsünü yaparak Ash’i son kez “dansa” götürür. Hastanede Eiji’nin yattığı oda bu sefer iki kişilik bir balo salonu görevi görecektir. Ash’in ayağında cam pabuçları yoktur; sadece eskimiş Converse’leri vardır ama hastaneye lüks bir arabada götürülür. Blanca burada Ash’in eline frak yerine bir laboratuvar önlüğü tutuşturur ve uyarısını yapar:
(Hikayenin bu kısmında Külkedisi ve Ash’in kendilerini ne kadar farklı ortamlarda bulduğunu vurgulamak önemli. Külkedisi capcanlı, ışıl ışıl, rengarenk bir yere gidiyor. Balo salonunda insanlar müzik eşliğinde gülüyor, kaynaşıyor, dans ediyor. Bu ortamda umut var, gelecek var. Ash’in gittiği hastanedeki hava ise balo salonundakiyle taban tabana zıt. Bu sevimsiz, steril binada renkler solgun, konuşmalar fısıltılı. Hastalar hayat ve ölüm arasında havada asılı kalmış. Gelecekleri “belki bir umut…” gibi zayıf olasılıklara bağlı.)
Ancak bu iki zıt mekanda da benzer karşılaşmalar yaşanır: Prens, Külkedisi’nden o kadar etkilenir ki ondan başka kimseyle dans etmez. Vakit gece yarısını gösterdiğinde ise Külkedisi şatodan koşarak uzaklaşır. Prens de onun peşinden gider ve Külkedisi’ne kalması için yalvarır. Ama Külkedisi, prensini bırakıp gider çünkü artık dönmek zorundadır. O giderken arkasında o geceden yadigar cam pabucunun teki kalır. Uzaklarda bir başka beton krallıkta ise Ash’in prensinin bilinci kapalıdır. Onu uyandıracak olan ne bir dans ne de bir öpücüktür, sadece son bir vedadır. Vakit gece yarısını gösterdiğinde Ash hastane odasından koşarak uzaklaşırken prensi uyanır ve onun peşinden gider. Ama bu sefer prens, Ash’e gitmesi için yalvarır. Büyü bozulmadan… Polisler onu yakalamadan… Ash, prensini bırakıp gider çünkü artık gitmek zorundadır. O giderken arkasında o geceden yadigar yere yığılmış halde hıçkıra hıçkıra ağlayan Eiji kalır.
Masallarda büyü gizemli ve değişken bir güç olarak karşımıza çıkar. Karakterlerin kim olduğuna ve nasıl bir hikayede yer aldığına göre büyü onlara destek de olur köstek de. Külkedisi, temiz kalpliliğin ve azmin simgesi olduğu için ve yer aldığı masalın ana fikri sabreden insanın eninde sonunda başarıya ulaşacağı olduğu için büyü onu bir cam pabuçla ödüllendirir. Külkedisi, bu cam pabuç sayesinde prensine kavuşur, çünkü bütün krallıkta pabuç sadece onun ayağına olur. Külkedisi bu cam pabuç sayesinde küllerinden doğar. Herhangi bir hizmetçiyken krallığa gelecekte hükmedecek olan prensin eşi olur. Artık söylemeye gerek yok ama Külkedisi ve prens sonsuza dek mutlu yaşarlar. Son.
Peki Ash’in cam pabucu nerede?
Bu sorunun cevabı şöyle: Ash’in cam pabucu falan yok. Banana Fish bir masal değil. Ash çektiği acıların karşılığında ödüllendirilmek için yazılmış bir karakter değil. Onun dünyasında büyü sadece kitaplarda, zaman öldürmek için dalınan saçma sapan hayallerde var. Ash’in sahip olduğu “cam pabuca” en yakın şey bir mektup. Külkedisi’nin prensi nasıl tüm krallıktaki genç kızların cam pabucu denemesi için bir ferman yayınlıyorsa, Ash de elle yazılmış çok güzel bir mektup alıyor. Mektubun içinden çıkan uçak bileti ise adeta ona yeni bir hayatı “denemesi” ve bu yeni hayatın üstüne “olup olmayacağını” görmek üzere kendisine bir şans vermesi için yalvarıyor.
...Ama Ash’in “pabucu” ayağına olmuyor, çünkü ona uygun üretilmemiş. Ash giymeye çalıştığında ise pabuç kırılıp tuzla buz oluyor, Ash’i prensinin hayatından sonsuza dek koparıyor.
(Pabucun diğer teki ise Ash’in prensinde kalıyor. Ama onun da bu cam pabuçla yapabileceği pek bir şey yok. Eşi olmayan pabuç ne işe yarar ki? Giyilmez de kullanılmaz da. Kalbi örümcek ağlarıyla kaplanırken Eiji’ye artık bir tek o cam pabucu seyretmek düşüyor.)
Ash için büyü gerçek anlamda gece yarısı o hastanede bozuluyor. O ana kadar hangi inanca sarılıp hangi umuda tutunduysa hepsi saat 12’yi gösterdiğinde uçup gidiyor. İşte o an masal bitiyor, büyüden eser kalmıyor. Puf diye bir anda sonsuza dek kayboluyor. Önceden üzeri örtülen acı gerçek kendini gösteriyor. Artık geriye bir tek “Son” kalıyor, çünkü “sonsuza dek mutlu yaşadılar” umudu yanmış…
…kül olmuş.
#ağlattın aq#eşi olmayan pabuç ne işe yarar ki?#tam burda ağlattın#işte bunlar hep bilinçli kelime seçimleri#külkedisi#cinderella#ash lynx#meta#analiz#yorum#banana fish türkçe#banana fish manga#şekerli
9 notes
·
View notes
Text
JOHN WİCK
JOHN WİCK
Chad Stahelski, aslen dövüş sanatları uzmanı olan, the crow filminde brandon lee'nin dublörlüğünü ve birkaç filmde de aktörlük yapan yönetmen ilk filmi olan ‘’ John Wick ‘’, özellikle Keanu Reeves ve Willem Dafoe gibi tanınan oyuncuların bulunduğu kadrosuyla dikkat çeken bir yapım. İlk yönetmenlik denemesi olmasına karşın Stahelski’nin dövüş sanatları uzmanı olarak kariyeriyse oldukça parlak. Öyle ki çalışmaları arasında Matrix serisi, 300 Spartalı, V For Vandetta ve X-Men gibi filmler var.
Chapter 1 : Emekliye ayrılmış tetikçinin amansız bir hastalıktan kaybettiği karısının yasını tutan Wick karısından bir araba ve bir köpek kalmıştır. Eskiden çalıştığı rus mafyası Tasarov’un oğlu tarafından köpeği öldürülür ve arabasıda çalınır. Bunu yapan Tasarov’un oğlu ve arkadaşları bilmeden yer altı dünyasının en acımasız süikastçısını tekrar uyandırırlar. John Wick, acımasızca düşmanların peşine düşer aksiyon burada başlar Tasarov ailesine kadar ulaşır.
Chapter 2 : Tekrardan emekliliğe ayrılmaya çalışan John Wick'in bu emeklilik hayali çok sürmez. Santino d'Antonio , John Wick'in karanlık yer altı dünyasından kurtulabilmesi için kan mührünü devreye sokup Wick'i kendisine bir ömür boyu borçlu bırakmıştır. Santino, bu borca karşılık Wick'ten bir hedefi öldürmesini ister. John Wick, tekrardan amansız bir aksiyonun içine atılır ve mensubu olduğu Continental adlı oluşumun ne denli güçlü olduğunu, tam olarak nasıl kurallara sahip olduğunu ve amacının ne olduğu da bizlere gösteriliyor.
Film, bir klişe üzerinde ilerliyor izlenimi verebilir birçok insana fakat klişeden ayırılan bazı noktalar var. ‘’ İnsani duygular ’’ filmin başlangıcı ve aksiyonun fitilini ateşleyen bir unsur ki izleyici ile kurulan bir bağ noktası. Bu duygu durumunu aksiyon ile basit, gerçekliğe yakın bir dil ile ve tam tadında harmanlamışlar. Filmin yapımcılarından Basil Iwanyk güzel özetliyor ve şöyle anlatıyor: “ Senaryonun tonu aksiyon dolu ve oldukça eğlenceli. Çok net bir duygu filmi var ve bu aksiyon filmi için çok rahat. John Wick karısı kaybetmiş, evi yağmalanmış, arabası çalınmış ve köpeği öldürülmüş bir adamı canlandırıyor. Büyük bir aksiyon filmi için geniş bir duygusal geçmişi barındırıyor. Herkesin başına gelebilecek bir şey. Bana göre aksiyon türünün tüm mantığı, olağanüstü bir stille basit ve erişilebilir bir ortam yaratmak. Biz de bu filmde bunu yaptık. ”
Dövüş sanatını iyi bilen bir yönetmen ile istenileni iyi uygulayan, bilgisayar oyunu tadında silah kullanımı ile filmi hareketlendiren Keanu Reeves damakta hoş bir tat bırakıyor. Kendisine has melankolik havasını oynadığı karakter ile birleştirmeyi başarabilen Keanu Reeves, John Wick karakteri ile hem kendisine yapışan yeni bir kimlik hem de sinema dünyasına yeni bir suikastçi karakteri kazandırmış oldu.
Birşey daha var ki, John Wick 1 & 2 aksiyonu bol bir film olarak akılda kaldı. Birinci filmde senaryonun giriş bölümü ve gelişme bölümünün tamamı aktarılmamış ki yarım kalan birşeyler var deniliyordu. İkinci filmde ise senaryonun gelişme bölümü tamamlanmış, konudan ziyade aksiyonu ağır basan Continental adlı oluşumu tarif eden bölüm ve üçüncü film için köprü ya da geçiş filmi niteliğinde olmuş. Hikaye nasıl bir sonuca bağlanacak merak konusu.
ALAN ARTHUR
1 note
·
View note
Text
İnstagram Hesap Silme 2022
İnstagram, dünyanın pek çok ülkesinde oldukça sık kullanılan bir sosyal medya platformudur. Verilere göre günde milyonlarca fotoğraf ve hikaye paylaşılmakta aynı zamanda yeni hesaplar açılmaktadır. Yeni hesapların açılmasının yanı sıra milyonlarca hesap instagram hesap işlemi ile geçici olarak silinmekte ya da kalıcı olarak İnstagram’ın tozlu sayfalarına gömülmektedir.
İnstagram Hesap Silme Nasıl Yapılır?
Kullanıcılar çoğunlukla hesaplarından sıkıldığı, ya da çok vakit geçirdiklerini düşündükleri zaman İnstagram hesap silme arayışına girerler. İnstagram üzerinde iki farklı şekilde hesap kapatma yöntemi vardır. Birisi kalıcı olarak kapatma, diğeri ise geçici olarak kapatma yani aslında bir nevi instagram hesabı dondurma işlemidir. Hesabını kapatan bir kişi tamami ile instagram hesap silme işlemi yaparsa bunun geri dönüşü olmamaktadır. Hesap kalıcı olarak silinir ve bir daha geri açmak mümkün olmayabilir. Eğer instagram hesap dondurma işlemi yaparsanız, hesabınız aramalardan, görüntülemelerden ve hesap olma özelliğinden kaldırılır. İstediğiniz zaman aynı şekilde hesabınızı geri açmanız mümkün olabilir.
İnstagram Hesap Silme Kalıcı Olarak Nasıl Silinir?
İnstagram üzerinden kalıcı olaral hesap silme işlemleri genellikle hesabın tamamen kapatılmak istenmesi üzerine gerçekleşir. İnstagram hesabı kalıcı olarak silme işleminden sonra 1 ay içerisinde hesabınıza giriş denemesi yapmazsanız kalıcı olarak kapanır.
İnstagram kalıcı hesap silme işlemi şu aşamalarda gerçekleşir;
Öncelikle İnstagram hesap silme linki Hesap Silme Linki üzerinden İnstagram adresinize kullanıcı adı ve şifreniz ile giriş yapın. Eğer girişiniz var ise direkt olarak hesap kapatma nedenini soran bir buton çıkacaktır.
Hesap kapatma nedeninizi belirtin. Bir neden belirtmek istemezseniz “Başka bir şey” seçeneğini belirtin.
Seçiminizi yaptıktan sizden hesap şifrenizi girmeniz istenecek. Şifrenizi de girdikten sonra İnstagram hesabınızı kalıcı olarak kapatabilirsiniz.
İnstagram Geçici Hesap Dondurma Nasıl Yapılır?
İnstagram hesabını kalıcı olarak kapatmak istemiyorsanı geçici olarak dondurabilir ve daha sonra süre kısıtlaması olmaksızın istediğiniz zaman açabilirsiniz.
İnstagram hesap dondurma işlemi için aşağıdaki aşamaları takip edebilirsiniz;
İlk olarak İnstagram hesap dondurma linki Hesap Dondurma Linki üzerinden hesabınıza kullanıcı adı ve şifre ile giriş yapın. Eğer girişiniz var ise direkt olarak İnstagram geçici olarak hesap kapatma sayfası karşınıza çıkacaktır.
Kalıcı kapatmada olduğu gibi bu aşamada da hesabınızı kapatma nedenizi belirtmeniz gerekir. Belirtmek istemiyorsanız, “Başka bir şey” ya da “Diğer” seçeneğini seçebilirsiniz.
Daha sonra sayfa içerisinde belirtilen kutucuğa şifrenizi girerek İnstagram hesabınızı geçici olarak kapatabilirsiniz.
İnstagram hesabınızı, kalıcı olarak da geçici olarak da kapatsanız sizi takip eden kişiler etkinliklerinizi göremeyecek ve diğer kişilerce yapılan aramalarda gözükmeyeceksiniz.
1 note
·
View note
Link
0 notes