#Hemen aradı bir şey mi oldu dedi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Ben eskiden ailem konusunda çok şanssızım sanıyordum ama dün ne kadar şanslı olduğumu fark ettim, içlerindeki nefret gidince hepsi o kadar iyi oldu ki
#Çocuklugumu berbat gecirdim etkileri hala duruyor bir sürü problemim cikti okulumu bedenimi her seyi etkiledi#Ama simdi cok sansliyim gib geliyor#Benden bekledikleri tek şey hepsinin yatmam keyif sürmem ders çalışmam#Aşırı yüksek bi başarı da beklemiyorlar kendi işimi elime alayım maksat#Arkadaşlarım sevgilim konuaunda da öyle aslında#Nurgülle aramız limoniydi mesela az önce evde misin yazdım bir şy sormak için#Hemen aradı bir şey mi oldu dedi#Hepsi böyle sevgilim de seviyor en aIndan#Şülretmem lzim
7 notes
·
View notes
Text
güzellikler bitmesin
merhaba arkadaşlar . Benim ismim Firdevs kocam sürekli kendi anılarını anlatıyor belki inanmayanlar vardır ama ben biliyorum tamamı doğru. Sizlere Hasan ile ilk swing e nasıl başladığımızı anlatacağım. Biz Hasan la 2016 yılında evlendik. Tam 15 temmuzda
Aradan geçen zaman içerisinde harika geceler geçiriyorduk , ben sosyal hizmetler çocuk esirgeme yurdunda büyümüş anasız babasız biriyim. Evim çalıştığım hastaneye çok yakın benim gibi shçek da büyümüş bir hemşire bizim bölümde işe başladı ismi Yasemin . Yasemin ile kısa sürede çok yakın arkadaş olmuştuk 19 yaşında çok güzel bir kadın 1 hafta 10 gün gibi sonra Yasemin in sağlık bakanlığı misafirhanesinde kaldığını öğrendim Hasan a sormadan Yasemin in eşyalarını toplayıp bize götürdüm akşam Hasan hep anlattığım Yasemin i görünce şok oldu yemek çay faslı bitti yatak odasına geçtik Hasan her zamanki gibi seks yapmak istiyor bende Yasemin e ayıp olur diye düşündüm ama Hasan ne yaptı etti beni sekse ikna etti o gece Hasan düşünsene Firdevs videoları hani 2 kadın 1 erkek sevişirken ne boşalmıstık sen konuş Yaseminle ikna et dedim bende madem sen Yasemin i istiyorsun bende Özkan hocayla yatmak istiyorum dedim tamam dedi ben sana Özkan ı ayarlayacağım sende bana Yasemin i günlerden salı ydı artık her gece seks yaparken Özkan ve Yasemin i hayal ederek yapıyorduk cumartesi günü sabah eşim nöbet için gitti bende Yasemin ile kahvaltıda konuşurken erkek arkadaşı olup olmadığını sordum yok ama çok teklif eden var seçim yapamıyorum dedi gülüştük konu sekse gelmişti Hasan ın beğendiğini söyledim bende Hasan ı çok beğeniyorum dedi eğer seninle evli olmasa teklif etse birlikte olacağım tek erkek dedi bakiremisin dedim evet bakireyim ama 2 3 kez anal ve oral seks yaptım abla dedi . Sözü Hasan a getirdi her gece seks yapıyor hiç bıkmaz mı seksten diye sordu , gülüştük yok daha hiç boş günümüz olmadı dedim adet döneminde de mi diyerek şaşkın şaşkın baktı adetliyken anal ve oral seks yapıyor beni böyle alıştırdı dedim. Senin sesin benim odadan duyuluyor demek ki çok zevk alıyorsun abla dedi bende sen onun sikini bir görsen şok olursun çok kalın ve çok uzun dedim akşam yemeği için mutfağa gidip hazırlık yapıyordum Hasan aradı akşam misafir var ben hazırım Özkan da hazır sen ne yaptın dedi daha anlatamadım hem kızmış nasıl derim kocam seninle seks yapmak istiyor diye . O zaman Özkan seni sikerken ben izlerim Özkan ile konuştum yapacak bir şey yok dedi telefonu kapattı kapıda beni dinliyormuştu ne zaman geldin duymadım dedim epey oldu herşeyi duydum sen kabul ediyorsan ben dünden razıyım o koca yarağı görmek istiyorum dedi ben hemen mesaj attım gerdek gecesine hazır ol dedim. Akşam olmuştu hem kendimi hem Yasemin i hazırladım erkeklerimiz için saat 18 30 gibi kapı çaldı Hasan ve Özkan ellerinde kırmızı güller ve kırmızı şarap ile içeri girdi bana Özkan uzattı gülleri Yasemin e Hasan yemek odası hazır yemek yiyelim içelim zevkimize bakalım dedim Özkan belime sarıldı boynumdan öptü yemek sırasında hiç konuşmadık masayı birlikte toplayıp beni Özkan kucağına aldı öperek soyunmaya başladık Hasan Yasemin i kucağına aldı yatak odasına götürdü bizde sevişerek soyunduk 69 pozisyonuna geçtik o dilini Hasan kadar iyi kullanıyor bende o ne kadar zevk verirse o kadar sikini ağzıma alıyordum
93 notes
·
View notes
Text
Teyze Kızının Eltisi! (4) (Murat 45 Y., Aydın)
Uyandığımızda öğlen saat 13:00 idi. Melek alelacele eve gidip geldi. Biz yatakta biraz sümsüklenip oynaşırken, "Hadi kalkın kahvaltıya gidiyoruz!" dedi. Ama ortalık o kadar hareketliydi ki, bana arkadaki site duvarından atlayıp ana yola çıkmak dışında alternatif yoktu. Yola yürüdüm. Melek arabasıyla yanaşıp beni aldı, kadınlar önde, ben arkada kahvaltıya gittik...
16:00 civarı, "Artık gitmeliyim!" dediğimde, "Yaaa kal bu gece de!" dediler. Ama, "Gitmem lazım, haftaya ayarlayıp İzmir'e gelin!" dedim. Beni aracıma yakın indirdiler. İzmir'e döndüm. Ama hemen eve gidip, "Grip oluyorum sanırım!" dedim. Yatak odasına girip, sıcak bir duş aldım, ertesi sabaha dek uyudum.
Ertesi gün akşamüzeri, sanırım onlar da uyuyup kalmıştı, hem Melek'ten hem hale'den mesajlar vardı. Melek, "Oyunu bozmadığın için sağol!" derken, Hale, "Aşkım sayende o kadar mutluyum ki, yıllardır nerdeydin?" yazıyordu. İkisine de ayrı ayrı yazmaya başladım. Önce Hale'ye, "Biran önce plan yapıp ne gün geleceğinizi yazın, ben de organizasyonumu yapayım!" yazdım. Melek'e ise, "Hale ile gelmeden önce yalnız gelmeni istiyorum!" yazdım, sekse doymama rağmen.
Çarşamba akşam üzeri Hale'den gelen mesaj ilginçti, "Aşkım Mustafa'ya olmaz demeye gittim, ama nasıl oldu anlamadım, en son ağzımı sikiyordu!" yazmıştı. "Ya amını?" yazdım. "Hayıııırrrr!" diye yazdı. Melek'e yazdım, "Naber?" diye. Az sonra aradı. Ona, "Hale'den ses seda yok?" deyince, "Ben de aradım, cevap vermedi, gidip kapıyı çaldım, kapalı heryer, acaba Aydın'a mı gitti diye düşündüm." dedi. "Sen ne yapıyorsun?" dedim. "Hiç, evdeyim, benimki balıkta!" dedi. "Ne zaman geleceksin?" dedim. "Müsaitsen Cuma olur mu?" dedi. "Tamam, yarın kararlaştıralım programı!" dedim, kapattık.
Perşembe günü Hale'den ses seda çıkmadı. Melek'e Hale'yi sordum, ama o da, "Bilmiyorum!" dedi. Cuma için program yaptık. İncirlatındaki Plaza otelde oda ayırttım. Karıma da, taahhüt işi aldığımı, tespit için Mordoğan'a gideceğimi, işim uzarsa kalıp Cumartesi döneceğimi söyledim. Orda bir projemiz vardı zaten, ama karım bilmiyordu.
Cuma sabahı Melek kendi aracıyla geldi. Kahvaltı ederken, "Kocana ne dedin?" diye sordum. Güldü. Merakla bekledim açıklamasını. "Biz Almanya'da çok zengin ama ortak iki ailenin çocuklarıydık. Ama karı kocalığımızı tam inşa edemedik. Hani Ahmet balığa çıkıyor ya, aslında yan koydaki kiraladığı eve genç sevgilisine gidiyor. Almanya'da boşanmaya karar verdik, çünkü birbirimizi istemiyorduk, ama iki aile de miraslarından mahrum edeceklerini söyleyip burayı aldılar bize, Türkiye Almanya kadar rahat değil toparlanırız diye o siktiğimin sitesinden ev alıp şutladılar! Almanya'da benim de birileri oldu, ama buraya geldiğimiz iki yıldır kendime göre gönlümün istediği gözümün kestiği birini denk getiremedim. Ama Ahmet parasını verip üçüncü genç kızı alıp götürüyor yan koydaki kiralık evine. Bir şey söylememe gerek yok anlayacağın!" dedi.
"Hale bunları biliyor mu?" dedim. "Hayır, ona anlatırsam kocasına söyler mi diye düşündüm ilk zamanlar, sonra da ailece iyi görüşür olduk. Sitede tek arkadaşım Hale idi, bu kez de acaba benden uzaklaşır mı diye korkup söylemedim. Sonra seni anlattığında söylemek istedim, ama seni kaptırma korkusu yaşar mı diye düşündüm. Anlayacağın haberi yok!" dedi. "Sahi, Hale ne alemde? İki gündür haber alamıyorum!" dedim. "Bilmiyorum, iki kez yazdım, cevap ta yazmadı!" dedi.
Yarım saat sonra meşhur körfez manzarasında odadaydık. Karşıyaka'ya bakan pencerenin önünde süper bir sakso çekti bana. Ben de pencereye ellerini dayayıp amını göt deliğini yaladım. Melek'in götünü sikmemiştim daha, ayrıca detayları da bilmediğim için amına boşalmamıştım o ilk gün. Amına boşaldım uzun bir sikişme sonunda. Bir saatlik dinlenme sonrası balıkçılardan birine gidip yemek yedik. Elele döndük otele. Bir de götünden siktim. Tam boşalmak üzereyken Meleğin telefonu çaldı. Arayan Ahmet'ti. Reddetti. Bir dakika sonra Ahmet tekrar aradı, ama bu arada biz de boşalmış, yatağa devrilmiştik.
Melek kızgınlıkla açtı, "Ben seni sevgilinle beraberken arıyor muyum? Ne var, ne istiyorsun?" dedi. Karşıdan Ahmet bişeyler anlattı bir dakika boyunca. Melek dolu gözleri ile yutkunup, "Tamam geliyorum!" dedi. Sonra bana dönüp sarıldı ve ağlamaya başladı. "Ne oldu?" dedim. "Hale, Mustafa, Ayhan!" dedi. Hıçkırıklarının arasında ama anlamadım. Sonra anlaşıldı olay, Ayhan alışkanlığı olmasa da Cuma sabahı yazlığa gelmiş ve Hale ile Mustafa'yı evde yakalamış. Önce Hale'yi, sonra Mustafa'yı, en son da kendini vurmuş...
Tam 3 ay kimseye çaktırmayacağım diye uğraşarak kendime gelemedim. Bu arada bizim telefon görüşmelerimiz yüzünden polis birkaç kez ifademi aldı, ama olay barizdi. Kıskanç koca, genç yazlık komşusu ile karısını vurup intihar etti. Benim yüzümden öldü diye çok suçluluk hissettim. En son yine Melek sağolsun, "Hale yaşamak istediği herşeyi senle yaşadı, sayende yaşadı, böyle düşün!" diye diye aklımı çeldi. Melek daha sonra İzmir'de ev kiraladı, Kuşadasından çok burda, ben de ev ve dükkandan çok ondayım...
Olaydan 4 ay sonra, öğlen saat 12:00 gibi teyze kızı aradı, "Konuşmamız lazım!" diye. "Ne oldu?" dedim. "Dava dosyasında ismin çıktı, nedir bu öğrenmek istiyorum, ben şimdi İzmir'deyim. İşyerine mi geleyim, sen mi gelirsin?" dedi. Dilek'le yaşıttık, altlı üstlü evlerde büyümüş, okula beraber gitmiştik. Kocası ile dosttuk. Ama kocası iki yıl önce girdiği basit bir ameliyattan çıkamamış vefat etmişti. Dilek, geçen yıl sünnet yaptığımız oğlu ile kalmıştı. Dükkana gelmesini söyledim. Dileği gerçekten severdim, ama ona hesap vermek istemiyordum...
Hışımla girdi dükkandan içeri. Bereket müşteri de yoktu, ekipleri de sabah işlerine dağıtmıştım. Önüme bir dosya attı. Çay may birşey diyemedim. "Bana bunları açıklaman lazım!" dedi sert ve otoriter bir sesle. Evrak, olayın tahkikat dosyasıydı. Hale'nin telefon kayıtları sayfalarca dökülmüştü. Whatsap mesajlarının detayları, mesaj tarih ve saatleri, tüm arama kayıtları, kim aradı kimi aradı, hepsi vardı. Çok uzun bir süreci kapsıyordu. Biraz baktım, hatta son 3 gün mesaj trafiği çok fazlaydı. Benimle o son 3 telefon konuşmasının tarih ve saatleri (eve girerken tarifi, Mustafa'nın yanından aradığı 2 görüşme), Ayhan'ın aramaları vardı, ama en önemlisi Whatsap mesajları telefonundan alınmış içerikleri bile döküm haline getirilmişti.
Dilek sabırsızlıkla bekliyor, masada birşeyleri eline alıyor, bir süre onunla oyalanıyor, sonra çantasını karıştırıyor, sigara yakıyor, söndürüyordu. Whatsap mesajlarına bakarken dikkatimi çeken bir şey oldu. Ben Melek ve Hale 3'lü seviştikten sonra, Melek eve kocasına bakmaya gitti��inde, Hale Mustafa'ya mesaj atmıştı. "Bugün çok tahrik oldum, fotolarımı görünce!", Mustafa, "Hale abla geleyim mi?". Hale, "Hayır şimdi değil, ben seni çağırırım, bu gece Melek ablan burda, offf hayallerim gerçek oluyor!", Mustafa, "Hayallerin neymiş abla? Seni saatlerce evire çevire sikeceğim!". Hale, "Ohhhhhh!", Mustafa, "Deme öyle, Melek abla uyuyunca geleyim!". Hale, "Hayır gören olur, yarın öğleden sonraya hazır ol sen!", Mustafa, "Tamam abla, uyuyamam ben şimdi!". Hale, "Uyu, yarın bana güçlü lazımsın!".
Melek viski'yi getirip biz içmeye başladığımızda da yazışmalar devam etmiş. Ne ben, ne de Melek Hale'nin telefonla yazıştığını farketmemiştik. Hatta Ayhan aradığında da yazışıyormuş Mustafa ile. Hale, "Anlat bakalım, nasıl sikeceksin beni?", Mustafa, "İşte böyle!" deyip (internetten indirdiği amdan sikiş pozisyonunun fotosunu koymuş). Hale, "Offff, başka?", Mustafa, "Bunu da çok merak ediyorum!" (götten sikiş fotosu). Hale, "Eveetttttt, şimdiden sulandı amım!", Mustafa, "Ohhh abla, attırcam şimdi!". Hale, "Ziyan etme, yarın ağzıma attırırsın!".
Tuhaftı, biz o gece 3'lü yaparken ne ara yazmıştı bunları. İşin ilginci benimle tüm yazışmaları silinmiş olmasına rağmen, Mustafa ile yazışmaları duruyordu. Gece saat 02:00'de, Hale, "Bak yarın bunları sikeceksin!" (sikilmekten kızarmış amının dudaklarını ve göt deliğinin fotolarını çekip Mustafa'ya yollamış), Mustafa, "Ohhh, Halemmm, ben şimdi bunlara bakıp boşalırım!". Hale, "Hayırrr, sadece azgın kal diye yolladım!". Ertesi sabah, Hale, "Günaydın yakışıklı!", Mustafa, "Günaydın, geleyim mi?". Hale, "Bu kadar sabırsız olma, Melek ablanla işimiz var akşam üstüne kadar, ondan sonra seninim!", Mustafa, "Sabırsızlıktan öleceğim!". Hale, "Heyecanlanma, amımı doldurmadan boşalmanı istemiyorum!".
Ben bu kadını bir gün önce saatlerce her deliğinden sikmiştim, demek ki gram doyuramamışım. Saat 16:30'da beni arabama bırakıp, Melek'le siteye dönüşlerine kadar ne yazışmalar, ne yazışmalar! Okurken bile yarağım kalkmış masa altında gizlemeye çalışıyordum. 16:30'da, Hale, "Gel hadi Mustafa, evdeyim, ama arka bahçeden gel, kimseye de görünme!", Mustafa, "Uçtummmmm!".
Sonra ertesi gün yani Perşembe akşama dek mesajlaşma yok, demek ki 24 saat Mustafa Hale'deymiş. Akşam saat 22:00'de, Mustafa, "Annemlerin de geleceği tuttu!", Hale, "Olsun, dinlenmiş olursun!". Mustafa, "Ama özledim!", Hale, "Biliyorum, ben de özledim, ama 7/24 sikemezsin ya!". Mustafa, "Sen ver ben sikerim yavrum!", Hale, "Offf, deme şimdi, bak zaten sürekli bana bakıyorsun annenler anlayacak!" (ikisi de veranda herhalde). Mustafa, "Ne yapayım şu an çok güzel görünüyorsun!", Hale, "İyice dinlen bu akşam, sabah annenler gidince amcığım ve götüm seni bekliyor olacak!". Mustafa, "Ağzın da yavrum, çok sevdim ağzına yüzüne boşalmayı!" (vayyy ağzına boşaltmayan kadın gencecik dölleri yalayıp yutmuş). Hale, "Çok tatlıydı döllerin, ilk kez yuttum dedim değil mi?", Mustafa, "Evet aşkım, Halem!". Hale, "Tamam, ben içeri giriyorum!", Mustafa, "Girme, biraz bacaklarını açsana!". Hale, "Gören olur!", Mustafa, "Hadi aççç!". Hale, "Delisin sen!", Mustafa, "Offfff! (demek ki açtı) Külot giymemişsin?". Hale, "Hazır beklesin diye, hem ıslandı bütün hepsi, bırakmadın ki bugün amcığımdan beş dakika çıksan çamaşır atacaktım makinaya, doyamadım ki!". Gece boyu böyle sürüp giden yazışmalar. Ertesi sabah 10:00'da, Hale, "Annenler gitti, geliyor musun?", Mustafa, "Evettttt, duş alıp hemen geliyorum!". Hale, "Ben aldım, amcığım mis gibi kokuyor, gel de sik!".
Sonra bir sürü evrak, Ayhan'ın otoban giriş çıkış kayıtları, sitenin kamerasından giriş saat ve fotosu, tabanca ile ilgili ruhsat vs. mermi kovanları. Mustafa'ya ve Hale'ye 4'er kurşun isabet etmiş. Ayrıca salonun krokisi çizilmiş ve ufak bir detay vardı, kanape de bir adet seks oyuncağı bulunmuş. Daha önce tahkikat dosyası görmemiştim, ama herşeyin bu kadar detaylı ve adlı adınca yazılmış olması çok tuhaf gelmişti.
Dilek, "Ne o, yazışmalar çok mu ilginç geldi, kafanı kaldıramadın?" dedi. Telefonda bana dair bir iz yoktu, ama telefon kayıtları vardı. "Neyi soruyorsun bana sen şimdi?" dedim. Dilek, sanırım operatörden alınan 1 yıllık telefon görüşme listesinin sayfalarını aralayıp, "Bunlar ne?" dedi benim numaramın üzerine parmaklarıyla vurarak. Bir an yutkundum. Dilek, "Benim anlamadığım, geçen yıla kadar sakin, kendi halinde, kafasını önünden kaldırmayan kadının nasıl bu orospuya dönüştüğünü merak ediyorum!" deyip dosyayı gösterdi. Hemen sonra da, "Ölünün arkasından konuşuyorum!" deyip hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilmez halde kalkıp dolaptan su aldım, kolonya ve havlu kağıt alıp önündeki sehpaya oturdum. Biraz kolonya döktüm ellerline. Kağıt havlula gözyaşlarını sildi. Dizdize oturuyorduk. "Bak.." dedim, iki elini de tutup sarstım ve "Bana bak, ne oldu?" dedim.
Anlatmaya başladı. "Ben ondan önce evlendim biliyorsun, beni kaynanam yetiştirdi sayılır. Gerdek gecesi sabahı kaynanam ikimizi de karşısına alıp, sen onun ablasısın koruyacak, kollayacak, doğruları, yanlışları gösterecek mutlu olması için çabalayacaksın. Sen de onun kardeşisin, saygını eksik etmeyecek, onunla beraber doğruları yanlışları bulacak, kocalarınıza güzel birer kadın, çocuklarınıza iyi birer anne olacaksınız demişti. Ama ben onu koruyup kollayamadım, iyi bir abla olamadım ki, olanları anlamadım bile, kendi derdimle (kocasının ölümünü kastediyordu) o kadar ilgilenmeyip ondaki değişimi görebilseydim, belki de 5 kişi ölmemiş olacaktı!" dedi.
"5 mi?" dedim. "Haberin yok mu?" deyip anlattı. 2 yılda 2 evlat, bir gelin kaybeden kaynana ve kayınvalidesi birer ay arayla vefat etmiş. "Tek başıma kaldım, şimdi de bu dosya ortaya çıktı. Çocuklarından gizlemeye çalıştım, ama sonuçta olay belli, çırılçıplak banyoda duş alıyorlarmış, su sesinden Ayhan'ın geldiğini duymamışlar bile. Oysa dava dosyasında salonda vuruldukları yazıyordu. Polisin tahmini, kaçarlarken, Ayhan çantasından silahı çıkarıp salonda yakalamış! Bu nasıl oldu, biliyorsan anlat bana!" dedi yalvaran gözlerle.
Elemanlardan birine telefon ettim, dükkana çağırıp, dükkanı ona teslim ettim. Melek 15 günlüğüne Almanya'daydı bir akraba düğünü için. Arabaya bindik, Meleğin eve götürdüm Dileği, bir yerlerden yiyecek birşeyler söyledim. Dilek, "Burası neresi ve neden geldik buraya?" dedi. "Burası arkadaşımın evi, anlatacaklarım uzun ve dükkanda tepkilerinin nasıl olacağını bilemediğim için geldik. Gelen giden müşterilerin ağlayan bir kadın görmesi işim için iyi olmaz takdir edersin ki!" dedim. "Peki tamam, anlat bakalım!" dedi. "Hayır, birşeyler yemelisin!" dedim. "İştahım yok!" dedi.
Çocukluğumuzda evcilik oynadığımızda, karı koca rolünde, bana yemek yapar, sonra da tabağın içine ağzına kadar birşeyler doldurur, "Bu çok!" dediğimde, gözlerini patlatır, "Hepsini yiyeceksinnnnnn!" derdi. Gözlerimi patlatıp, "Hepsini yiyeceksinnnnnn!" dedim. Zor da olsa gülümsedi.
65 notes
·
View notes
Text
Rabbim kimsenin evine ateşler salmasın, esirgesin, korusun..
yemek yiyorduk, annemin telefonu çaldı. eski üst komşumuz aramış. birkaç sene önce kardeşimin evinin karşı sitesine taşınmışlardı. teyze derim, çok severim, bağımız hiç kopmadı, sürekli irtibattayız. o yüzden normal bir şey için aradı zannettik. annem de hoparlörü açtı. teyzem kardeşimgili sordu sizdeler mi dedi annem de hayır, bilmiyorum ne oldu dedi. biz yürüyüşe çıktık, onların evde hiç ışık yanmıyor da merak ettim dedi. annem de beni bilirsin bilmem yani bir yere gitmişlerdir muhtemelen dedi. sonra teyzem lafı evirip çeviriyor. annem bir şey mi söyleyeceksin dedi. yok bacım dedi çat kapattı. biz de anlamadık. sonra bir daha aradı. bacım telaşlanma bir şey söyleyeceğim dedi. hatta fersude yanındaysa ona ver dedi. telefonu aldım, kapattım hoparlörü. teyzemde de böyle kriz anlarını yönetme becerisi 0 bile değil eksilerdedir. bana evin önünde birileri var, hiç ışık yok ama içeride ışık tutan birileri var vs. bir sürü şey söyledi. o sırada aklımda ne senaryolar dönüyor ama offf... sonra kapının önünde itfaiye var, polis var ve bizi içeriye almadılar dedi. tamam teyzem sağol kardeşimi bi arayalım dedim. o sırada annem telaşlandı. teyzemin babası da onlarla yaşıyor, o amca babamı aradı. annem koştu açtı, amca da korkudan paniklemiş kekeliyor o da bir şey söyleyemedi. ben de kardeşimi aradım ama benim de ellerim titriyor korkudan.. yangın çıkmış. Allahtan kendilerine bir şey olmamış. kardeşim de evde değilmiş, sağolsun komşuları yangın mutfağın tamamını sarmadan söndürmüşler. hemen atladık gittik, 5 dk mesafede evleri. mutfak mahvolmuş.. Rabbim beterinden korumuş, tek mutfakla kalmış. gittiğimizde teyzem titriyordu. onlar itfaiyeyi kardeşimin blogunun önünde görünce, hemen üst kata çıkıp kardeşimlerin daireyi gören odadan bakmışlar. yangınla şalter attığı için itfaiye fenerle mutfağı aydınlatıyormuş-telefonda da bana bunu söylemeye çalışmış-. bunu görünce koşmuşlar hemen. polis de içeri almayınca bilgi alamamışlar. aman ya Rabbi insanın aklına ne kadar kötü ihtimal geliyor. Rabbim beterinden esirgesin. hepimiz dikkat edelim. kızartma yaptığımız yağı ocakta unutmayalım. bana da nur topu gibi bir fobi yüklendi. hadi hayırlı olsun. on kez ocağı kapattım mı diye bakarım artık.. normal zamanda elhamdülillah kolay kolay unutmam da proje yapıyorsam kendimi bile unutuyorum.
26 notes
·
View notes
Text
Yazmayacağım demiştim ama dayanamıyorum.
Dün nişanda burada ilk arkadaşlık kurduğum kadının (M.) sevgilisi beni öpmeye yeltendi, ben geri çekildim, sarhoşluğuna verdim ve olayı büyütmek istemedim. Meğer bu iletişimi arkadaşım görmüş, yanımıza geldi ve bir hışımla bana, sevgilisine ve yanımdaki arkadaş İ.ye (ne alaka bilmiyorum sormayın) “bugün benim kız kardeşimin nişanı ve siz bunu mahvedemeyeceksiniz defolun gidin” dedi.
İ. tabi biz gidelim dedi bana hemen, kalktık. Sonra ortamın az ilerisinde M., sevgilisi, İ., ben ve birkaç kişi daha bir sorgunun içinde bulduk kendimizi. M. “ne oldu bilmek istiyorum, bana dürüstçe anlatır mısınız” minvalinde bir şey söyledi. Konuştukça sevgilisi bağırmaya başladı, ortamdan birisi de bize “siz gidin iyisi mi” deyip beni ve İ.yi apar topar yolladı.
Ben hem bu olayın yaşanmasına çok üzüldüm hem de kovulma noktasına çok gücendim. Ortamda tanıdıklarım hep işten ve biri de patronum, yeni yeni kendimi bir parçası hissettiğim bir grupta böyle bir şey yaşamak koydu.
Bugün M. ile iletişime geçmek gelmedi hiç içimden, hem ondan bir adım bekledim hem de biraz ortalık durulsun nasıl olsa işyerinde görüşeceğiz diye düşündüm.
M. sabah İ.yi aradı, neye tanık olduğunu sormuş biraz da bende suç arayıp arayamacağını deşmiş “o da niye o kadar yakın oturuyordu?” minvalinde sorularla. İ.yi kovmasıyla ilgili ne bir yorumda bulunmuş ne özür dilemiş.
Birkaç saat sonra beni aradı, nasılsın faslından sonra “ben şimdi sevgilimin yanındayım, dün akşam yaşananları bir de senden duymak isterim” dedi ve telefona sevgilisini verdi. Benim tarafımı dinledi ve kapattı.
Akşamüstü nişanı olan arkadaş F. aradı ve benimle konuşmak istediğini söyledi. Biz gittikten sonra ortalık iyice birbirine girmiş, nişan ertesi konu hep o olay olmuş vs. Benden dinlemek istedi, anlattım. Olayı nasıl bu denli soğukkanlılıkla anlatabildiğime şaşırdığını ve üzüldüğünü söyledi. Durumun M. için ne kadar travmatik olduğundan ve benden M.nin arkadaşı olarak ona destek olmamı beklediğini ve olmadığımı duyunca şaşırdığını söyledi. Sonuçta bir arkadaşlık dostluk var ortada dedi.
Bu beni çok düşündürdü, sanırım “herkes her şeyi yapabilir ve her şey bitebilir” düşüncesindeymişim onu fark etmemi sağladı. Daha da söyleyeceklerim var konuyla ilgili de çok uzun oldu, başka post olur onlar da belki.
26 notes
·
View notes
Text
Çok mutluyum. 💙🤍
Her şeyi dökmek istiyorum eksiksiz bir şekilde...
Buraya geleli tam 45 gün oldu. Sürekli en başa geri dönüp aradaki farka bakıyorum ve kalbim tekliyo' sürekli. Geleceğim hafta ailemi sürekli arayıp 'biliyor musunuz, o kadar güzel ve pürüzsüz hissediyorum ki uzun zaman sonra ilk defa ruhumu bu kadar pak görüyorum. İyileşiyorum, yenileniyorum' derdim sürekli. 13 Mayıs'ta geldim buraya ve geldiğimden beri her şey harika ilerliyor. Arada minik pürüzler oluyor ama hemen yok ediyorum her şeyi. Kullandığım antidepresanlar biraz dengemi sarsıyor olsa da etrafımdaki herkes o kadar anlayışlı ve sakin ki sürekli yardımcı olmak için her şeyi yapıyorlar. İşten başlamak istiyorum. Her şey harika ve inanılmaz güzel ilerliyor. Çalıştığım alanlarda sürekli in charge oluyorum. Ve çalıştığım herkes bana sürekli teşekkür ediyor ya da çoğu imreniyor ama bu asla ego sebebi değil benim için. 21 yaşındasın ama bu kadar profesyonel ve donanımlı olmayı nasıl becerebiliyorsun, bu kadar güzel ingilizce konuşmayı nerden öğrendin, 21 yaşında olmana rağmen koca restourantları yönetmeyi nasıl böyle becerebiliyorsun gibi cümleler sürekli duyuyorum uzun zamandır ama en çok bu hafta içinde bunlar beni çok mutlu etti. Çünkü o kadar çok sebebim var ki. İşler yolunda ve her şey mükemmel. Şimdi sırada o var.
Mert'ten bahsetmek istiyorum kısaca. Ben buraya ilk geldiğimde tanıdığım ilk kişilerden biriydi. Bir maç günü ikimiz de Fenerbahçe forması giymiştik ve o şekilde tanışmıştık ama bu tanışıklık ileri seviyeye gitmedi normal bir şekilde selamlaşmalarla geçiyordu. İnstagram'dan birbirimizi eklemiştik veeee TAM 8 GÜN ÖNCE İSE ÖYLE ŞEYLER OLDU Kİ. İŞTE MUCİZE...
19 Haziran Çarşamba. 20:00'da çıkmıştım işten ve çok yorgundum. Geldiğim gibi odama inip direkt duş alıp yatağıma geçip film izlemek istiyordum. Sonra Instagram'da gezinirken Mert'in bi' iş ilanı story'sini gördüm. Ben de şakadan işletmek için buyrun yazdım. Sonra iş arıyo' musunuz evet hangi otel vs derken numara atıp cv bırakır mısınız yazdı ama hâlâ işlendiğinin farkında değildi ben de sadece eğleniyordum. En sonunda fark etti aa kanka sen misin diyince ikimiz de haykırdık sonra numaramı ekle dedi ve direkt aradı. Napıyosun nasılsın muhabbetinden sonra sana bir konuda ihtiyacım var dedi ben de ne konuda diye sorunca seni biriyle tanıştırmak istiyorum dedi. Kız mı erkek mi diye sordum ve kız dedi ama hayatımdaki herkes bilir ben böyle şeyleri pek sevmem. O yüzden hayır gelmek istemiyorum dedim. Sonra resmen yalvardı kanka nolur gel bak eğer ortamı sevmezsen kalkar gidersin lütfen diyince o kadar ısrara daha fazla karşı gelemeyip tamam dedim. Saat 00:30 gibi geleceklerdi ve daha saat 22:00 falan. Ben de biraz uzandım unutmuştum bile olayı sonra Mert aradı hadi gel bekliyoruz falan diyince ben de birazdan geliyorum dedim. Aslında hiç gidesim yoktu ama tamam demiştim bir kere. Yukarı yaklaşık bi' 15-20 dakika sonra çıktım ve oturduğu yeri gördüm ama gözüm Emre'ye takıldı. Emre çok kötü görünüyordu ve onu kötü görmek beni de kötü yapıyor her zaman. Hatta ikimiz dün sabah 6'da beraber atak geçirdik dnsnbsbnsbssbsbs
Emre'yi o halde görünce her şeyi unuttum ve direkt onunla ilgilenmeye başladım. Mert sürekli arıyordu hadi gel hadi gel falan diye kusura bakma gelmiyorum Emre hiç iyi değil belki başka zaman otururuz dedim. Sonra Emre'yi lojmanın dış tarafına götürüp dökül dedim. Yaklaşık 30 dakika falan konuştuktan sonra birazcık rahatlattım ve kantinin iç kısmına gittiğimizde oturmaya başladık. Bir anda Mert ve arkadaşlarını hemen karşımda gördüm. Mert çağırdı hadi gel dedi ve ben de Emre'ye daha önce söylemiştim tabiiki gidicem bilgin olsun ama geri gelicem dedim.
Masaya geldim selam verip tanıştık önce. Buketle tanıştım önce Mert'in sevgilisi sonra PROY.
Sadece bu otelin lojmanında bile defalarca bu teklifi aldım ama hiçbirine evet demezken ilk defa evet dedim ve PROY'LA tanıştım.. o kadar akıcı muhabbet ettik ki Buket ve Mert'le muhtemelen 2-3 cümle falan kurdum. Çok ilgimi çekti. Duruşu, bakışı, gözündeki gözlüğünün ona kattığı aura, konuşma biçimi her şeyi. O kadar ilgimi çekti ki arkamdaki bütün sesleri susturup sadece ona odaklanıyordum. Tabii o gece her şey çok güzel başladı ama kötü bitti çünkü hemen arkamdaki masadaki arkadaşlarım salak saçma hareketler yaptığı için ben sürekli PROY'UN sözünü kesmek zorunda kalıyordum. Ya arka masaya gidip birilerini sikip kesicektim ya da siktir olup gidecektim. Kimsenin kalbini kırmamak için PROY'DAN Özür dileyerek gitmem lazım dedim ve lojmanın dışına gidip yaklaşık 2 saat boyunca sinirimden ağladım. O gece kötü bitti ve sonraki gün de görüşmedik yani zaten ortada her hangi bir şey yoktu. Ondan sonraki gün Mert geldi akşam işin var mı vs derken beraber oturalım mı dedi ve o akşam da birlikte oturduk kantinin içinde. Saatlerce muhabbet ettik sonra yine dağıldık ama bakışları çok güzeldi ve beni sürekli etkileyebiliyordu. Daha doğrusu ben içine düşmek istiyordum yoksa ben izin vermediğim sürece hiçbir kız beni etkileyemez. Zaten herkes bilir ben kızlarla tanışmayı da oturmayı da sevmiyorum. İşte her şeyin başlayacağı gün. PROY'LA yalnız kalmam gerekiyordu ve bi' adım atacaktım. Akşam erken geldim yine ve saat 01:00 gibi lojmana geldi. Tam odaya gidecekken döndürdüm ve işin yoksa gel dedim geldi ve aşağıdaki markete gidip kahve alıp oturup bi' güzel konuştuk. Hiçbir şekilde detay vermek istemiyorum ama gece sarılmayla bitti. Hayatım mükemmel ilerliyorken PROY her şeyiyle daha fazla renk kattı hayatıma. Arkadaşlarım yenge diyor ama dedirtmiyorum hiçbirine. Zaten o da itiraz etmiyor ama öyle işte.
Seni seviyorum PROY'💙
Dancing in the moonlight💙
Moon,night,dark u&me💙🤍
12 notes
·
View notes
Text
Eşimin ailesiyle aramız iyi değil hiç bir zaman da olmadı. Düzeltmeye çalışıyoruz gidiyoruz geliyoruz ama yine olmuyor. Ya ben çok düşünmeyip her şeyi göz ardı edeceğim, ya onlar biraz ince düşünüp saygıyı öğrenecekler ama ikisi de olmadığından bizim aramız hep böyle gelgitli gider. Küçük görümcem ile de görünce konuşuyoruz ama aşırı bi samimiyetimiz yok. Ablası ve eniştesi ile daha samimiler evleri de çok yakın sürekli birbirlerine gelir giderler. Ama ne oluyorsa gece demez, gündüz demez, pazar demez abisini çağırır. Çocuk hastalandı gel abi, pazar günü tek tatil günün çocuğunla vakit geçir demez, gel bizi al hastaneden der. Bugün de gece 11 gibi bize gel hemen demiş. Eşim de gitti tabi. Bunların apartmanda sarhoşun biri varmış tüm apartmanın ziline basmış. Git polisi ara ya o sarhoş benim kocama bir şey yapsa hiç mi aklına gelmiyor. Eşim yanında durdu 1 saat kadar eve geldi. Eve geldikten sonra bir daha aradı bizi gel annemgile götür diyor. Sonrası tabi biz eşimle bir birimize girdik. 5 yıl oldu evliyiz tek kavgamız ailesi. Artık dayanamıyorum. Yoruldum artık. Kardeşiyle ortak arabamız var bayram arefesinden beri arabanın bize gelmesini bekliyoruz, tenezzül edip araba size lazım mı demeyi bırakın arabayı istediğimiz de ya vermiyor ya telefonları açmıyor. Akşam H��ma beni babam sallasın dediğin de ben yoruldum dediği için Hüma'yı zorla ben uyuttum ama o yorulan adam akşam kaç kere kardeşi gel dedi diye git gel yaptı. İşte ben buna dayanamıyorum. Kocamın ailesini çok sevdiğini düşünmüyorum ama hayır diyemiyor koca adam. Karakterli bir duruş sergileyemiyor onların yanında.
8 notes
·
View notes
Text
öfkeyle kalkan sert siker2
O akşamüstü üç dört gün bir seyahat uydurdum eve gitsem karımın yüzüne bakmaktan onu koynuma almaktan korkuyorum. Ha döndüğümde yine bir kat siktim tabi karımı, şüphelenmesin bir şeyden. Bir hafta geçti geçmedi, Menekşe salağı aradı. Bir sürü boş laftan sonra makine gibi sıralamaya başladı. “Abi Paris’e biz de gideceğiz onları sen ödersin zaten ama orada harcamak için Aras elini cebine atmaz ben annemden aldım diyerek bir kaç bin euro harcarım. Onu da sen verirsin bana bir şekilde. Bir de beğendiğim bir saat var sana mesaj atsam alır mısın?” “Ne bu rahatlık kızım dedim. Yüzsüzlüğün de bir sınırı olsun.” Duraksadı sonra çat diye “tecavüzünü ablama söylersem kaybedeceklerini düşündün mü dedi”, orospu. “Atak yapıp senin de kaybedeceklerin var” dedim. “Ben düşündüm onları da”dedi. Gerçekten düşünmüş alık karı. Kafasının tek çalıştığı yer para olunca yediği yarağın şokunu atlatmış, çabucak sıraladı. “Sen ablamı ve çocukları kaybeder, belki hapse bile girer bana bir sürü tazminat ödersin. Beni bir ihtimal boşar Aras, mağdur olduğumdan evlerin ikisini alırım hayat boyu da nafakamı öder.” Haklı ve güçlü idi. Şantaj mı yapıyorsun diyerek atak yapmaya çalıştım ama suratıma kapattı telefonu kaltak.
O sinirle gece yine uyuyamadım. Karım da kıllandı. Evlendiğimizden beri ilk defa sikişme aralarımız uzuyor. Piyasa kötü çok para battı gibi laflar geveledim. Sabaha karşı Menekşe’nin tabak gibi kocaman amını yalama rüyası ile kalktım. Sikim taşlaşmış. Çocukları yeni okula götürmüş karımı salonda yakalayıp ufacık tomurcuk amını on dakika yalayarak boşalttım. İyi ki de öyle yapmışım amına girer girmez günlerin birikimi iki dakikada patladım hemen içine.
Ertesi gün çoluk çocuk baldız bacanak uçtuk Paris’e. Menekşe hiç bir şey olmamış gibi davrandı. Yolda onlar abla kardeş oturunca ben de bir viski atıp uyuma numarası yaparak mıymıntı bacanağın muhabbetini çekmedim. Bu işten sıyırmak için bir yol haritası oluşturmam lazım. Bunca krizden kurtulmuş Eminönü esnafıyım ben. Ama bu sefer sikimin doğrultusunda giderek tam boka battım. Yine de oyunu kaybeceksem, savaşarak çekilirim. Pasaport kuyruğunda yanıma sokuldu. Yarın alışverişe çıkarız, Aras’a annem 2000 euro verdi dedim dedi. Orospu tutarı bile bilirlermiş. Uluorta çıkarıp eline para mı sayacağım. Akşam yemeğine yarım saat erken in aşağıya orada veririm dedim. Otele yerleşelim akşam yedide lobide buluşuruz diye tembihledim takside herkesi. Altıbuçuk olmadan indim aşağıya. O da gelmiş bekliyor. “Özür dilemeyecek misin diye atıldı hemen”. “Özür dilerim” dedim “ikinci postayı da gitmeliydim”. “Küstah herif bütün hafta ağladım senin yüzünden her yerim morarmış”. “Tamam otur şuraya” dedim. Bir tomar parayı uzattım aldı, çantasına sıkıştırdı. “Sonrasında yaptınız mı hiç kocanla.” “Senin ilgilendirmez” diye atar yaptı. Almıştım cevabı mı, tıkları yoktu yani. “Belki burada yapar kız üzülme”. Cevap vermedi. “Korkma dedim aylardır yapmayan adam seni bollaştırdığımı fark etmez”. “Sus hayvan” dedi. Kulağına eğildim. “Sussam bile kocan üstündeyken benim kalın sikimi isteyeceksin kaç kere boşaldı��ını kafamı nasıl memelerine bastırdığını düşüneceksin artık, nasıl titreyerek boşaldığın çıkmayacak aklından.” “Al paranı istemiyorum ablama söyleyeceğim” diye karşı atak yaptı. Ben istediklerimi söylemiştim. “Yok dedim rahat ol dediğinden fazla para verdim. Kapatalım bu konuyu.” Paris dönüşü yolda karım ile sarmaş dolaş otururken çocuklar ile aynı odada olmak kötü oldu seni özledim dedim. Bu akşam özlem gideririz dedi. Çok ilgiliymiş gibi, “sizinkiler çözmüşler mi problemi Aras’ı bir yoklayım istersen”. “Yok dedi sen karışma, sabah sordum. Paris’te gaza gelmişler ama Menekşe pek umduğunu bulaşamamış gibi.” İlgilenmiyormuş gibi konuyu değiştirdim. Çok sağlam siktim o gece karımı yan odadakilere duyurtmak için. İki dolu dolu posta. İkinci postada sikim boşalmak bilmeyince kendi isteğiyle soktu minik göt deliğine. Bağırmamak için ağzını kapattığında ellerini kenara çektim, bağırta bağırta küçücük götünde iken boşaldık ikimizde. Ölü siki uyandırırdı sikişme performansımız valla. Kesin duyulmuşuzdur.
Ertesi sabah Aras kahvaltıda abi malzeme alacam ben de seninle geleyim mi dedi. Siktir git diyeceğim salağa. Sonra neşem yerimde olduğundan planım aklıma geldi vazgeçtim. Dur ben de gezeyim seninle destek olurum. Bütün gün dolaştık akşam da güzel bir lokantaya soktum hıyarı. Aman ben içmem anam kızar babam söver lafları ile koydum önüne rakıyı. İki kadehte gözleri kızarınca da çaktım lafı. Bak senin abinim ama benim hanım dedi ki doğumdan sonra uzaklaşmışsın karından, çok mutsuzmuş onu sevmediğini düşünüyormuş. Yok abi öyle bir şey dedi utanarak. Tamam dedim abi kardeş muhabbeti aramızdaki. Bir kadeh daha dayadım lavuğa. Utana sıkala yarım saatte çözüldü salak. Beyimizin en iyi boşalma süresi beş on saniye imiş. O yüzden kaçıyormuş karıdan. Gülecem gülemiyorum. Karı bundan ayrılmayı o yüzden pek iplemiyor demek ki. Parayı cebine koyacak kaybedecek bir şeyi de yok. Olur mu öyle şey dedim sen onun erkeğisin bırak milletin boş sürelerini laflarını önemli olan senin mutluluğun o kadınlık vazifesini yapacak. Gerekirse zorla alacaksın yatağa. Sen de bir anormallik yok, yapa yapa alışırsınız. Bu gece herif kesin üstünde Menekşe Hanım, kısa sürse bile.
Sekreter kızı çağırdım işe dönünce. Ben geçen bir delilik yaptım. Baldız depodan mal çalmış görünce bir iki tokat çaktım. Bu aramızda kalsın dedim. Ben demiştim ya size sonra tokat sesi duyunca aşağıya kaçtım dedi. Duyarsa yengen üzülür, ha müdüre söyledim sana ufak bir zam yapacak. Şahit işi de halloldu Menekşe Hanım.
Bir buçuk ay sonra filan tekrar aradı Menekşe. İki bilezik beğenmiş. Orospu, kocasından gizli para, altın biriktiriyor kesin. Bir tane alırım ama söz dinlersen üç olur dedim kapattım telefonu. İki kere aradı açmadım. Niye açmıyorsun telefonunu diye mesajlar yağdırdı. Ertesi sabah geri aradım. Verdin mi kararını dedim. Ne kararı diye şaşırdı. Bu sefer ben kapadım. Dayanamayıp aradı kaltak. Senden özür dilemek için bana fırsat verirsen ben sana ne istersen alırım sorun değil. Nasıl özür dileyeceksin ki diye dikleşti. Sadece altımda inim inim bir kere daha kıvranacaksın o zaman iki istersen üç bilezik daha. Küfürler kalaylar. Sen daha karlısın dedim. Bir kereliğine hem hayatının sikişini yaşayacaksın hem de para kazanacaksın. Düşün evlendiğiniz günden beri kaç kere mutlu edebildi kocan seni yatakta. Açsın sen yarağa. Hep konuşan karı sustu bir anda. Ulan dedim zorla siktiğimde defalarca boşaldın normal siktiğimde yataktan kalkamazsın. Düşün o yarakla neler yaşatırım sana. Küfür edip kapattı. Ben de göndermedim bilezik parası. İşte bu risk dedim kendi kendime. Karıma haftasonu sürprizi yapıp hep istediği bir saati aldım. Oldukça pahalı. Bir resmini de Menekşe’ye gönderdim. Boşver bileziği buna ne dersin. Bir sonraki akşam beraberiz yemekte. Karım da şaştı hiç sevmediğim kayınvalidede kalmanın nereden çıktığına. İşim var dedim onların o tarafta bir de Aras bir malzeme arıyordu onu buldum galiba. Benden köşe bucak kaçarak yedi yemeğini kaltak. Ablasının saatine gıpta ile bakıyordu bir yandan. Aras’a aradığın malzemeyi Küçükçekmece’de buldum, yüzde on ucuza bırakacaklar ama yarın depodan çıksın istiyorlar dedim. Sabah erkenden git hallet bence. Atladı hemen üstüne, bir gün önce malı Eminönünden Çekmeceye göndermek ve farkını ödemek beşbine patladı bana. Menekşe kuytu köşe kaçıyor hala. Çocuğa yemek yedirirken mutfakta yakaladım. Kocan gidince, çocuğu annene bırak beni ara, sizde buluşuruz, saati beğendin mi? Kızardı, yutkundu sadece. Sana da aldım dedim.
Ertesi sabah sağlam bir kahvaltı yapıp işler var diye kaynananın evinden çıktım. Bir büfeden bira alıp evlerine yakın bir yerde araba içinde içmeye başladım. Bir saat geçti arayan soran yok. Boş yere geldim amk diye bir bira daha aldım. İkinci biranın yarısında whatsapp üzerindeki 1 sayısını gördüm. Kafamı sikeyim. Aramamış mesaj atmış onbeş dakika önce. Evdeyim konuşalım yazmış sadece. Saat ona çeyrek var. Aras’ın Çekmece’ye gidip malı yüklemesi alması gelmesi, en erken akşam beş. En iyisi ilk eczaneye dalmak. Bir cialis güzel gider. Kapı çalmadan açıldı. Gizlice içeri alıyor beni. Belli öncesinde sözler hazırlamış rahatlasın diye dinliyorum. Karşılıklı koltuklardayız. Bak kafandaki bu takıntı gitsin diye çağırdım, ben kocam ile mutluyum, senden bir şey istemeyeceğim artık benzeri boş boş cümleler. Sen istemeyeceksin ama ben bir sürü para harcadım bu plan için demek geçiyor içimden. Sessizce dinlerken inceliyorum. Geniş suratındaki iri gözlerini ortaya çıkaran bir makyaj, kısa kollu tek parça biraz diz üstü bir elbise, hayatta dışarı böyle bir kıyafet ile çıkmaz. Kalın beyaz bacaklarında ten rengi bir çorap var. Eve gelip kıyafet değiştirmiş. Çocuk nerede dedim. Annemde dedi. Benimle sadece konuşmak için mi çocuğu bırakıp sonra üstünü değiştirdin dedim. Cevap veremeden kaldı salak. Sessizce bakıştık, koca göğüsleri heyecandan inip kalkıyor. Dikilmiş sikimi düzelttim pantolon üstünden. Ev sıcaktı hafif giyineyim dedim gibi laflar geveledi. Ayağa kalktım. Suratına kadar eğildim. Kaç gün oturamadın dayaktan kızarmış götünün üstüne, aynısını ister misin? Yoksa sakin sakin mi girersin koynuma. Vurma lütfen abi dedi. Ayağa kalk dedim. Kalktı. Ters çevirip elbisesinin sırtındaki fermuarı beline kadar indirdim. Yapma abi dur dedi. Sikimeydi sanki. Hazırlıklı orospu bu sefer altında sadece sütyeni var, saten beyaz. Arkası hala bana dönükken elbisesini kafasından yukarıya doğru çıkarttım. Koca götünde de aynı renk saten bir tanga var. Benim için hazırlanmışsın. Sırtını öperek, göğüslerini okşayarak koca götüne kadar indim. Domal şu koltuğa doğru. Abi yavaş gir çok acıdı. Hiç ön sevişmemiş mi bu karı ne girmesi? Önümdeki karıya gündüz sakin kafa ile bakınca genç irisi, güzelce bir karı işte. Peşinde koşacak bir tip değil. Bacaklar kalın, göt güzel, bel yağlanmaya başlamış. Öne doğru domalınca tombul amı saten donda kabarıyor. Yaklaşıp donu aşağıya kadar indirdim. Böyle ne olacağını bekler şekilde çaresiz durması çok güzel. Am çevresi tertemiz. Gömleğimi pantolonumu çıkartıp sokuldum arkadan. Sevişirken konuş benimle ikimiz de daha çok zevk alırız dedim. Elimi amına attım irkildi. Hafif ıslanmış bile kaltak. Konuş daha güzel sikerim seni o zaman. Arkasına diz çöktüm. Geniş sert kalçalarını avuçlayıp etli kocaman amcığını çıkardım ortaya. Dışa çıkmış dudaklarına yapıştırdım dudaklarına. Abi ne yapıyorsun diye öne atıldı. Çok güzel bir amcığın ver yalayacağım diyerek ters çevirdim. Aras hıyarı yalamıyor mu bu tatlı amcığı yoksa diye tekrar gömüldüm amına. Bacaklarını iyice araladım. Göt deliğine kadar inip çevresini hafif hafif dişledim. Kocaman etli etli gencecik bir amcık. Dış dudakları uzadı dudaklarımın arasında. Nefesini tutmaya çalışıyor salak karı. Bırak kendini rahat rahat inle dedim. Göt deliği ise amcığını tam tersine pembe bir nokta. İki elim ile açtım am dudaklarını dilimi sokabildiğim kadar soktum içine. Ah güzeller güzeli karımın amcığından bile daha tatlı bu amın tadı. Suları dudaklarıma çeneme yapıştı. Ne güzel inliyor altımda. Ağzıma boşalmasını istiyorum bu karının. İyice gömüldüm amcığına koca kalçaları sağa sola çırpınmaya başladı altımda. Bızırını o büyük pembe bızırını dilledim ara vermeden. İki parmağım ile git geller yapıyordum içinde. Dilimi o minik göte sokmamak için kendimi zor tutuyordum. Yine de bir iki dil vurdum dışardan göt deliğine. Kocaman gerçekten bızırı dilimin ucunda sertleşti. Abi yeter dur artık. Sıkıca yapıştım öne doğru kaçmasını engelledim. Am sularının tadı değişmeye başladı. Kalın bacakları kafamı o kadar bastırdı ki nefessiz kaldım amının içinde. Yine de çıkarmadım dilimi içinden. Aman aman ohh öldürdün diye çığlıklar ile boşaldı köylü karı. Biraz durup boşalan koca amcığını ve titreyen göt deliğini seyrettim. L şeklindeki büyük koltuğun ortasına doğru çektim salağı. Baş hizasına yanına oturdum. Hadi sen de sıra dedim. Salak salak baktı suratıma. Dikilmiş koca sikimi sıvazladım. Boşalt sen de aynı şekilde. Biz pek yapmıyoruz dedi. Niye dedim. Aras pek dayanamıyor dedi. Gel diye çektim kolundan. Boşalırken haber ver ama dedi. Tamam dedim. Başını dilleyip biraz öptü. Yumuşak etli dudakları gövdesinde öperek gezindi. Bu tempo ile altı ay boşalmam ben. Baş kısmını em dedim. Acemice emmeye başladı. Depoda sikimi ememedin diye aklın kaldı değil mi dedim. Şaşkınca gözlerime baktı. Bir elini taşaklarıma götürdüm. Hafif hafif okşadı. Sikimi emmek için geldin değil mi depoya? Evet dedi ağzındaki siki çıkararak. O da girmişti role. Daha hızlı em yine yalvartacağım seni sik beni enişte diye. Sadece başını sokabiliyordu ağzına bir iki dakika sonra dilini kullanmayı da öğrendi. Dondurma yalar gibi kökünden başına doğru dilledi. Ağzına patlamayım şimdi. Çıktım ağzından yatırıp sütyenin altından memelerinin arasına soktum. Sütyenin lastiği sikimin kökünü sıkıyordu koca sütlü memeleri de gövdesini. Şaşkınlıkla bana bakıyordu. Belli hiç sikilmemiş memeleri. Bir iki git gel ile patladım memelerinin arasına. Kalktı banyoya yürüdü koca beyaz götünü sallayarak. Peşinden toparlanıp yürüdüm. Mutfakta bir bardak su ile cialisi attım ağzıma. Odalarındaki banyoda göğüslerindeki döllerimi yıkamış bacakarasına su tutuyordu. Ben içeri girince arkasını döndü. Ben de sikimde kalan dölleri yıkadım. Sert sevişirim bir de benimle konuşursan seni daha çok uçururum gibi laflar söyledim elime aldığım havlu ile memelerini kurularken. Hiç mi sevişmiyorsun dedim beraber yataklarına uzanırken. Sevişiyoruz ama anlamadan bitiyor dedi. Etli dudaklarına yapıştım. Sikimi yediğinden beri beni düşünüyorsun değil mi dedim? Yine şaşkınlıkla baktı sonra evet dedi söylediklerimi hatırladı galiba. Dudaklarından boynuna oradan sütlü koca memelerine indim. Evet kocacığım yala memelerimi diye kıvranmaya başladı. Ne lan bu kötü yerli porno seyrediyor gibi kocacığım ne? Bir parmağımı amcığına attım hala ıslak. Depoya kendini siktirmeye geldin di mi, yarak görmeyen amın yarak görsün istedin. Evet dedi. Sadece evet deme, enişten siksin diye koca götünü salladığını da anlat. Büyük sikini istedim. Kim söyledi sikim büyük diye. Ablam anlatmıştı zor alıyorum diye. Sen de mi istedin büyük sikli enişteni azdırıp sikilmek mi istedin. Bir parmağım iyice hızlandı içinde. Evet azdırdım onu sonra bacaklarımı iyice açtım girsin diye koca sik. Aferin orospuya iyi gidiyor. Açılmış bacakları arasında yerimi aldım sakince itekledim sikimi içine. Dışı büyük içi dar amcığının dibine kadar değdiğimde durdum. Depodaki gibi bağır şimdi. Enişte daha çok istiyorum daha hızlı sik beni. Bağırmaya başladı, yine sik beni, yarağını özledim. Gündüz vakti sessiz odanın içinde çığılıkları yankılanarak. Kafamı beyaz büyük sütlü memelerine gömdüm. Sabunlanmış uçlarını eme eme büyüttüm bu sefer süt çok geç ve az geldi. Bitiyor sütü galiba. Yine de iki meme arasında dilimi dolaştırarak sert sert sikmeyi sürdürdüm. Çok sıcak karının içi. Dakikalardır sikiyorum ve hiç çıkmak istemiyorum. Tam damızlık karı, döne döne üç kişi sikse yeridir. Biraz zıplayan göğüs seyretmek için çıktım içinden gel kucağıma otur dedim. Yine salakça baktı. Sikilmekten dağılmış suratı daha bir salak gözüküyordu. Bunlar pozisyonda mı bilmiyor? Yavaş yavaş yerleştirdim sikimin üstüne. Çok güzel alıyorsun kocaman sikimi dedim. Canım yandı ama ilk aldığımda dedi. Sik beni sik beni içime patla diye yalvarıyordun ama dedim. Evet yalvardım sikin için ahhh. Salak suratının en iyi yeri olan etli dudaklarına yapışıp kalçalarına parmaklarımı geçirdim. Boynum ağrımaya başlayınca kendimi geri attım ve kucağımda zıplattığım karıyı seyretmeye daldım. Büyük memeleri sağa sola savrulurken kalçalarını hafif şaplaklar atmak için uzandım. Ben şaplağı vurdukça inlemeleri arttı. İçime boşalma sakın diye inledi. Şaplakları tokata çevirdim ve alttan sikimi daha hızlı vurmaya başladım. Hep isteyeceksin değil mi koca siki. Evet abi dedi koca sikin çok güzel. Tokatlarım iyice sertleşti. Kocaman gözleri kızardı. Yetti abi ben bittim demesi güldürdü salak karının. Boşalan vücudu karnı titreyerek yana devrildi. İçinden çıkan sikimi tekrar amına batırdım. Abi lütfen acıyor dedi. Üst üste orgazm kadınlarından değil yani. Benim de sikime değil. Aylardır benim sikimin peşinde koşuyorsun değil mi al sana koca bir yarak diyerek boynundan yatağa gömdüm. Katlayıp bacaklarını göğüslerine bastırdım. İkinci postam zaten geç gelir. Kısa kısa sert sert vurarak dakikalarca siktim baldızı. Amcığından gelen su ve dolgun kalçalarındaki et seslerinden başka ses kalmadı odada. Başlardaki inlemeleri sadece kesik nefes alışlarına ve dur yavaş seslerine acı ile inlemeye bıraktı kendini. Dur dedikçe suratına küçük tokatlar attım. İçinden çıkıp iki elimle sikimi göbeğine doğru okşadım. Göbeğine ve memelerine fışkırıp kendimi yatağa attım. O bir on dakika sonra toparlanıp banyoya yürürken kızarmış koca kalçalarını seyrettim. Baş ucumdaki telefonun kayıt tuşunu durdurdum. Şimdi elimde sik beni diye yalvaran ve depoya da kendini siktirmek için geldiğini itiraf eden baldızın kayıtları ile mutluydum. Piç Eminönü esnafının avukatı da piç olur güzel fikir verdi şerefsiz. Kafamdaki tek soru üçüncü postayı boğazına mı yoksa ağlata ağlata tomurcuk götüne mi attırmak mıydı?
Karı ciddi ciddi içeride yıkanmaya başladı. Bekledim ben de dinlenmiş oldum. Bornoz kafasında havlu sarılı çıktı dışarı. Sen girebilirsin dedi. Sen niye girdin ki daha bitmemişti. Elimle sıvazladığım sikimi gösterdim salağa. Irın kırın etti iki kere yapmadın mı diye şaştı, gitmem için Aras birazdan gelir filan bahanesine sarıldı. Aradım Aras’ı, oğlum adamlar sana çok indirim yaptı bir yemek ısmarla ayıp olur hem köprü trafiğine de kalmazsın rahat gelirsin dedim. Salak suratı daha da salaklaşan Menekşe’ye git bir kahve yap bari üzerine de götünü göğsünü açık bırakacak şeyler giy talimatı verdim. Taşaklarımı yıkayıp çıktım. dev memelerini ortada bırakacak önü açık bir bluz ve mini etek giymiş. Aferin sana dedim. O yatağın kenarında otururken ben ayakta iki yudum içtim kahveden, önüne dikilip suratına iki üç kere sikimle vurdum. İtirazsız sikilecek tam bir mal. Sen yeni boşalmadın mı diye sordu salak. Hap demedim, çok azdırdı memelerin dedim. Başını ağzına soktum, kahvenin ısıttığı sıcak ağzı dimdik yaptı sikimi bir anda. O an karar verdim bakire götünü sikmeli bu karının. Yatağa yanına oturdum. Dev göğsünü bluzunden çıkarıp ucunu dilledim. Hassas memeli karı, avuçladığım diğer meme ucu da uzadı büyüdü hemen. Sütün azalmış dedim Aras mı emiyor her gece. Çocuğu sütten kesiyorum dedi zorla inleyerek. Üstünü çıkardım, sıra ile iki memeye giriştim. Sağdaki memeden istediğimi aldım. Hafif hafif süt damlalarını emdim. İki elim ile iki memeyi kavrayıp parmaklarımı batırdım, ellerimin izi çıktı üzerlerinde. Ben sertleştikçe inlemesi nefesinin düzensizleşmesi arttı. Sol elimi bacakarasına attım. Islak amını saran donunu araladım ve dikilmiş yarağımı içine itekledim. Kucağıma kendisi yerleşince köküne kadar girdi. Gözlerini gözüme dikip dudaklarıma saldırdı. Eme ısıra. İz yapmasa bari. Kontrolden çıkan iri karıyı zor tuttum üzerimde, kendini kaybederek bağırdı. Sol memesine giriştim şimdi. Sikim dibine kadar içinde sadece kalça hareketleri ile sikmeme, artık alıştığım, sik beni sik karını enişte inlemeleri ile karşılık veriyordu. İnsanı sikişten soğutur bu laflar. İki dev memenin arasına gömüldüğümde nefes bile alamıyordum. Kocaman, sert, sütlü. Uçlarına bastırdıkça parmaklarıma beyaz beyaz sütleri damlıyordu. Ölüyorum ben demeye iki üç dakika içinde başladı salak. Kendimi fazla kaptırmadan plana uygun gitmeliyim. İçinden çıkmadan kalın bacaklarını havaya diktim üstüne geçip hızlı hızlı vurmaya başladım amına. Nasıl bir ıslaktır lan bu. Sular fışkırıyor etli amından. İki memesine pençe gibi geçirdim ellerimi. İki göğüs ucu da ikişer parmağımın hapsinde. Nefesi kesilerek öldüm abi diye sayıklayarak boşaldı altımda. Sikim içinde kıpırdamadan şişmiş dudaklarını dişledim öptüm. Amcığı boğum boğum kasıldı. Sert sikince daha çok hoşuna gidiyor değil mi dedim. Yeni boşalmış amı hala kıpır kıpır. Gözlerini açıp kapayıp onayladı. Üzerine iyice abanarak içinden çıktım. Göğüsleri ezildi yayıldı aramızda. Senin yaşında iken ablanı her gece böyle sikiyordum. Sen de her gece sikilmelik karısın ama seni sert sert bağırta bağırta sikmeli. Aras yalıyor mu tatlı amını memelerini saatlerce şanslı pezevenk. Bunu derken aşağıya kayıp memelerini dilledim. Yok abi dedi. Kulağına doğru eğildim. Nasıl sikiyor seni dedim. Dilleyerek göğüslerine indim. Kısa sürüyor abi üstüme çıkıyor hemen iniyor. Dilimi kaldırmadan koca amcığına indim. Bızırımı şişmiş dışarda dilimi değdirince titredi. Amını da mı yalamıyor salak herif. Dilim değdikçe kalçaları oynuyordu. Uzun bir ooo ile çok azzz dedi. Yapma abi oram acıyor biraz. Geniş dudakları dışarda tazecik amcığı uzun uzun dilledim. Tekrar başladı kıvranmaları. Bu son olmasın istediğin zaman gel sikeyim güzel amını dedim. Evet abi geleceğim ohhh. Kocaman amına soktuğum parmaklarım yapıştı birbirine. Şimdi göreceksiniz Menekşe Hanım benden para çarpmanın bedelini. Yukarı tırmandım sikim ile amını fırçaladım. Dudaklarına yapışıp dilimi emdirdim. Etli etli ıslak. Götünü de sikmiyordur. İri gözleri açıldı. Ben sikeceğim şimdi bakire götünü. Suratındaki şehvet bir anda korkuya döndü yine. Olmaz abi. Sikimi sonuna kadar amına kaydırdım yavaşça ay diye irkildi. Olacak dedim. Bağırta bağırta da sikebilirim veya kendi isteğinle verirsin. Başucundaki telefona uzanıp, sesi açtım. Depoya senin sikini yemeğe geldim, istediğin gibi sik beni, koca yaraklım gibi kısımlarını dinlettim sikim içinde üzerine abanmış olarak. Tam bir salak olduğundan anlayamamışsındır dedim. Herşeyi kayda aldım ve bir kopyasını avukatıma gönderdim şimdi de, istediğim zaman da gelir seni istediğim gibi sikerim. Altımdan çırpınarak kaçmaya beni iteklemeye çalıştı. Sikimi çıkardım içimden omuzlarından yatağa bastırdım. Bak dedim aptal karı, döve döve sikerim her yerin morarır akşama da Aras’a anlatırsın eve eniştemi aldım o da beni evire çevire sikti diye. Ben de çıkartırım kaydı kocası sikemiyor diye bu karı cilveleşti beni tuzağa düşürdü buyrun kanıtı. Hayvanın birisin sen oldu cevabı. Evet dedim hayvan gibi sikeceğim götünü üç gün otururken beni hatırlayacaksın. Tam götüm iyileşti derken gelip bir daha sikeceğim amını götünü. Aras’ın beş saniyelik sikini anlamayacaksın bile içinde. Hönküre hönküre ağlamaya başladı yine. Domal lan dedim. Tepki vermeyince bacaklarını çevirip kalçasına çaktım tokatı. Bağırdı. Sus lan dedim apartmanı toplayacaksın başımıza. Sonra vazgeçtim domaltıp sikmekten. Götüne girerken acı çeken suratını görmek istiyorum kaltağın. Çevirdim tekrar karşı koymadan sadece ağlıyordu. Yenilgisine, giden paralarına, birazdan gidecek götüne. Sağa sola krem var mı diye bakındım sonra siktir et ettim. Sanki sevdiğim biri. Bacaklarını havaya dik dedim. Talimatlarıma uydu. Abi canım yanmaz değil mi dedi. Yanmaz dedim ablan bile alıyor senin götün daha geniş. Ne alakası var amına koyayım demedim. Am suları ile ıslanan sikimin ucuna tükürdüm. Tükürüklediğim bir parmağı göt deliğine bastırdım. Zor olacak Menekşe Hanım çok zor. Sikimi amı ile göt deliği arasında gezdirdim. Koca kalçalarına rağmen ufacık nokta. Başını batırmaya çalıştım yok girmedi. İyice elimi tükürükledim kendini rahat bırak bakalım dedim. Salakça bir laf. Karının götünü tecavüz ile sikiyorum rahatla diyerek. Mümkün mü? Baş kısmını elimin yardımı ile içine gömdüm. Bağırmamak için elini ısırdı. Ulan ben bile bağıracağım kremsiz ne zor imiş. Baş kısmı ufacık göt deliğinde hapis kaldı sanki. Manzaraya baktım benim kütük girişin kenarlarını patlatacak gibi germiş. Çıkardım başucunda boktan bir el kremi, bunlar götünü sonrasında daha çok yakar ama beni de içeri sokar. Acısı bitti artık dedim. Yarağımı bitti sen göreceksin şimdi acıyı. Kremi bir iki santim içine parmağımla yaydım sikimin ucuna da biraz sıktım. Başı kolay girdi bu sefer. Yatağın içindeki donunu ağzına bastırdım. Deminki acı hiç bir şeydi salak karı dedim içimden. Korku dolu gözleri. Durmadan altımda çırpınan, bağırmamak için ağzına soktuğum donu ısıran karıya sokabildiğim kadar soktum. Benim bile sikim sızladı. İki elim ile omzuna bastırıp kalan bir iki santimi de dayadım kıçına. Gözlerinden yaşlar akarak ağlıyor altımdan kaçmaya çalışıyordu. Kalın bacaklarını katlayıp tüm ağırlığımı üzerine verince kıpırdayamadı. Zaten iri yarı bir herifim, biraz daha çırpınabilse bu pozisyonda sikim kırılır içinde. Nefessiz kalınca durdu. İçine girdiğim delik sikimin kalınlığından küçük, sikimdeki kayganlaştırıcı yetersiz. Çok sıcak çok dar. Altımdaki karı ise sadece ağlıyor. Geri çekilip bacaklarını açtım. Tepkisi yok artık. Sikimi daha rahat bir açı ile götüne batırmaya başladım. Teslim olmuş beyaz iri vücudu memeleri ben vurdukça farklı yönlere yayılıyordu. İri kalçalarına çarptıkça geri zıplıyordu. Kuru kuruya daracık bir göt. Acıdan stressten alev alev içi. Üçüncü postamın bu kadar hızlı geleceği aklıma gelmezdi. Taşaklarım dayanamadı sikimi saran sıcaklığa. İmzamı atmak için içinden çıktım. Sikimi sıvazlayarak memelerine suratına fışkırdım. Bir sonrakinde de amını dölleyeceğim orospu. Cevap vermeyince boğazını sıktım. Amından döllerinin taşmasını istiyor musun? Evet abi git lütfen dedi. Gitmem için mi söylüyorsun dedim. Buraya kadar gelmişken tokat çakmamak olmaz bastım tokatı. Bir daha benden bir şey tırtıklamak da yok tamam mı amına koduklarım. Yok abi ama bana da baskı yapıyorlar. Kim yapıyorsa onu da sikerim. İyi olur o şıllığa dedi aklı sende zaten, erkek dediğin böyle olacak diye. Kim lan dedim. Kaynanam dedi. Aras’ın anası mı dedim. Yuh artık dedim. Çıktım evlerinden. Bir hamam bulup yıkanırken sikim dikildi cialisten yine. Aras’ın uzun boylu, zayıf, türbanlı anası ha siktir git be oğlum dedim.
168 notes
·
View notes
Text
Heavenly Blessing – 188. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 188: Soğuk Beyaz Hayalet, Veliaht Prensi Şaşırtan Sıcak Sözler
Xie Lian hemen çığlık attı ve Feng Xin şaşkınlıkla sıçradı. “NE? NE VAR??”
Xie Lian aynayı işaret etti, solgun yüzünü. “O! BEN… BEN, BENİM…”
Feng Xin onu takip etti ve aynaya baktı, uzunca bir süre sonra Xie Lian’a bakmak üzere döndü, şaşkındı. “…Senin neyin var?”
Xie Lian iliklerine dek ürpermişti ve onu sıkıca tuttu, müthiş bir güçlükle ancak birkaç kelime söyleyebildi. “BENİM! BENİM! BENİM YÜZÜM! GÖRMÜYOR MUSUN? YÜZÜMDEKİ ŞEYİ??”
Feng Xin yüzüne baktı ve iç çekti. Xie Lian hala neden Feng Xin’in tepki vermediğini anlayamıyordu ki Feng Xin konuştu. “Ekselansları en sonunda yüzündeki kesikleri fark ettin mi?”
Xie Lian sanki buzdan bir zindana atılmış gibiydi.
Neden? Bu nasıl olmuştu? Neden Feng Xin böyle diyordu?
Yoksa Feng Xin aynadan yansıyan yüzündeki maskeyi göremiyor muydu?!
Xie Lian haykırdı. “Görmüyor musun? Yüzümde bir şey var!”
Yüzünde morluklar ve üst üste binen kesikler vardı, kayıp ve örselenmiş görünüyordu, son derece bakımsızdı, zengin bir efendi tarafından pelte olana dek dövülmüş fakir bir işçiye benziyordu. Xie Lian her şeye rağmen donakaldı ve yanağına dokundu, içten içe merak etti, …Bu ben miyim?
Tam bu sırada Feng Xin’in konuştuğunu duydu. “Ekselansları, sen… yoksa yorgun musun? Ya da o pisliğe bağırmaktan güçten mi düştün? Beni dinle, birkaç gün dışarıya çıkma, ağırdan al.”
Xie Lian en sonunda kendine geldiği zaman, Feng Xin’i sırtında yayıyla kapıdan çıkarken gördü, elinde de bir tabure vardı.
Aceleyle açıklamaya çalıştı. “Hayır! Benim…”
Feng Xin ona bakarken kapıyı itti. “Bir şey mi var?”
Kelimeler dudaklarına ulaşmıştı ancak zorla onları geri yuttu, çünkü aniden zihninde garip bir düşünce belirmişti. Şu anda hayatları sahiden çok zordu; eğer Feng Xin’e Yüzü Olmayan Beyaz’ın onları rahatsız etmek için geri döndüğünü söylese, Feng Xin ne yapardı?
Feng Xin de Yüzü Olmayan Beyaz yüzünden bir travma yaşamıştı, bu durumda ne yapardı? Geri çekilmeyi ve Mu Qing gibi gitmeyi mi düşünürdü?
Onun hayal gücü kontrolden çıkarken, Feng Xin çoktan gitmişti. Xie Lian kapının kapanma sesiyle kendine geldi ve tek yapabileceği yatağına büzülerek battaniyelere sarılmaktı, bir kez daha uyumayı planlıyordu.
Aniden, burnuna pis bir koku geldi.
Xie Lian ayağa kalktı. İlk düşüncesi kraliçenin tekrar yemek yaptığı olmuştu ya da bir köşede bir farenin öldüğü, bu yüzden kontrol etmek için kalktı. Her yeri aradı, ama en sonunda kokunun kaynağının kendisi olduğunu fark etti.
Xie Lian ancak o zaman iki haftadır ne üstünü değiştirdiğini ne de yıkandığını hatırladı, elbette kokacaktı.
Xie Lian nefesini tuttu, kendine olan nefretinden bir dalga üzerine yığıldı. Hem ailesinin hem Feng Xin’in kokuyu fark etmiş, ama onu utandırmamak için bir şey söylememiş olması, bir utanç dalgasını daha üzerine yıktı. Gizlice kapıyı açtı ve etrafına baktı; hiç kimse olmadığını görünce kendisine temiz kıyafetler buldu ve banyo yapmak için su kaynatmayı planladı.
Bir süre çabaladıktan sonra, nihayetinde küvete girmişti. Suya gömüldü, boğuluncaya dek nefesini tuttu ve ancak bayılacakmış gibi hissettiği zaman tekrar yüzeye çıktı. Sonrasında ise yüzünü sertçe ovmaya başladı.
Kendisini temizledikten sonra Xie Lian kıyafetlerini almak için uzandı. Dalgın bir şekilde cübbesini sallıyordu ve tam giymek üzereyken, aniden bir yanlışlık olduğunu fark etti.
Bunlar onun kıyafetleri değildi, onun yerine, Yüzü Olmayan Beyaz’ın geniş kol yenleriyle, son derece soldurulmuş cenaze giysileri vardı!!!
Xie Lian içinde bulunduğu sıcak suyun bir anda buzdan bir nehre dönüştüğünü hissetti, tüyleri diken diken olmuştu. Korkuyla haykırdı. “KİM?! KİM YAPTI BUNU??”
O dikkat etmezken kim onun kıyafetlerini değiştirmişti??
Dışarıya atladı, hala ıslaktı ve üzerinden sular damlıyordu, ve küveti devirdi. Büyük bir sıçramayla bir anda tüm kulübe banyo suyuyla dolmuştu ve yan odadaki kral ve kraliçenin irkilmesine neden olmuştu. Kraliçe, bir yandan krala destek olarak görmek üzere geliyordu ve Xie Lian çırılçıplak yere düşmüştü, yer suyla kaplanmıştı. Kraliçe şok içinde ona sarılmak üzere koşarak geldi. “Oğlum, sana ne oldu??”
Xie Lian ıslaktı ve üzerinden sular damlıyordu, saçları dağınıktı, başını kaldırdı ve o da annesine sarıldı. “Anne, bir hayalet, bir hayalet var, hayalet bana musallat oldu! Sürekli beni takip ediyor!”
Şu anki hali akli dengesini kaybetmiş bir adamdan hiçte farklı değildi ve kraliçe ıstırap içinde ağlayıp oğluna sarılırken artık daha fazla dayanamıyordu. Kral da Xie Lian’ı sersemlemiş bir halde izliyordu; kırklı yaşlarındaki adam, şimdi altmışlarında görünüyordu. Kışın hissiz rüzgarları Xie Lian’ı ürpertti ve işaret etti.
“Kıyafetler. Kıyafetlere bak!...”
Ancak tekrar giysilere baktığı zaman, ortada gömü giysileri yoktu ki? Duranlar sadece kendisinin beyaz cübbeleri değil miydi?
Xie Lian aniden öfkeyle doldu ve yumruğunu ahşap küvete geçirdi, kükrüyordu. “NE İSTİYORSUN? NEDEN BENİMLE OYNUYORSUN?”
Kraliçe gözyaşlarını geri çekilmeye zorladı ve ona sarıldı. “Oğlum, bu kadar kızma, önce giyin, kıyafetleri giy, üşüteceksin…”
O gün, Feng Xin de çok geç gelmişti. Yüzünden tükenmişliği okunuyordu, önceki günlere göre çok belirgindi.
Xie Lian uzun zamandır onu izliyordu, sabırsız bir şekilde konuştu. “Feng Xin sana söylemem gereken çok önemli bir şey var.”
Yüzü Olmayan Beyaz yaratık anormal derecede güçlüydü; eğer Feng Xin’e söylese bile önceden önlem almaya çalışmaları boşuna olacaktı. Yine de, uzunca bir süre düşündükten sonra, böyle bir şeyi Feng Xin’den gizlemesinin doğru olmayacağını düşünmüş, bu nedenle de doğruyu söylemeye karar vermişti.
Beklenmedik bir şekilde, Feng Xin ona ne olduğunu sormamış ve sadece konuşmuştu. “Ah iyi. Benim de sana söylemem gereken bir şey var.”
Xie Lian Yüzü Olmayan Beyaz meselesinin daha önemli olduğunu düşünüyordu, diğer önemli her şey bekleyebilirdi, ama yine de masaya oturduktan sonra sormuştu. “Önce sen. Sorun ne?”
Feng Xin bir an tereddüt etti ve konuştu. “Ekselansları, önce sen.”
Xie Lian’ın daha fazla nezaket kurallarını umursayamayacaktı ve fısıldadı. “Feng Xin, çok dikkatli olman gerek. Yüzü Olmayan Beyaz geri döndü.”
“…”
Feng Xin’in yüz ifadesi anında değişti. “Yüzü Olmayan Beyaz geri mi döndü? Neden böyle söylüyorsun? Onu gördün mü?”
“Evet!” Diye haykırdı Xie Lian. “Gördüm!”
Feng Xin soldu. “Bu… Bu olamaz, neden sana görünsün? Nasıl onu gördüğün halde hala buradasın???”
Xie Lian yüzünü ellerine gömdü. “…Ben de bilmiyorum! Sırf beni öldürmemekle kalmadı, üstüne…”
Bir de ona sarılmış ve sevgi dolu bir aile üyesi gibi başını okşamış, ‘yanıma gel’ diye çağırmıştı.
Geçen birkaç gündeki tuhaf karşılaşmalarını dinledikten sonra Feng Xin’in şoku yavaşça solmuştu ve onun yerini şaşkınlık almıştı. “Onun aklından neler geçiyor?”
“Her şekilde, iyi bir niyeti olamaz ve görünüşe göre her yere peşimden geliyor.” Dedi Xie Lian. “Her durumda… dikkatli olmak zorundasın! Babam ve annemi de dikkatli olmaları konusunda uyarmama yardım et, ama onları korkutmamalıyız da.”
“Pekala.” Dedi Feng Xin. “Birkaç gün dışarıya çıkmayacağım. O piçin bize verdiği şeyler… birkaç gün dayanır.”
Bahsi bile oldukça utanç vericiydi. Mu Qing giderken yine de getirdiği her şeyi geride bırakmıştı. Her ne kadar o sırada Xie Lian kendisini kaybederek onun ne yardımına ne de eşyalarına ihtiyaçları olmadığını söyleyerek, getirdiği her şeyi atsa da, sakinleştikten sonra, yine de yenilmiş bir şekilde gizlice her şeyi toplamıştı.
Xie Lian iç çekti ve başını salladı. Ardından konuştu. “Ah sahi, bana söylemek istediğin şey neydi?”
Konu açılınca Feng Xin tekrar tereddüt etti. Bir an duraksadıktan sonra ağzını açtı ve şaşırtıcı bir şekilde mırıldanıp hımladıktan sonra, başını kaşıyarak kekelemeye başladı. “Aslında… Ekselansları, sende, hiç para var mı? Ya da satılabilecek bir şey?”
Xie Lian böyle bir zamanda, böyle saçma bir soru soracağını hiç düşünmemişti ve kalakalmıştı. “Ne? Nerden çıktı şimdi?”
Feng Xin terleyerek düz bir şekilde cevapladı. “…Hiç… sadece… eğer varsa bana… biraz borç verebilir misin?”
Xie Lian acı bir şekilde güldü. “…Param olduğunu mu sanmıştın?”
Feng Xin iç çekti. “Ben de öyle düşünmüştüm.”
Xie Lian biraz düşündü ve konuştu. “Ama öncesinde sana altın kemer hediye etmemiş miydim?”
Feng Xin mırıldandı. “O yetmez. Yaklaşmaz bile…”
Xie Lian şok oldu. “Feng Xin? Ne yaptın sen? Nasıl altın kemer yetmez? Birisini dövdüğün için birilerine mi borçlandın? Bana anlatır mısın?”
Feng Xin kendine geldi ve hızla konuştu. “Ah hayır! Önemli bir şey değil, sadece sormuştum!”
Sorular bittikten sonra, Feng Xin her şeyin yolunda olduğuna yemin etmişti ama Xie Lian endişeyle sordu. “Peki, eğer bir durum söz konusuysa, bana anlatman gerek, böylece beraberce bir çözüm bulabiliriz.”
“Sen beni merak etme.” Dedi Feng Xin. “Hiçbir çözüm aniden gökten düşmez. Ekselansları, sen kendi sorunlarına odaklan!”
Konuyu açınca, Xie Lian tekrar çöktü.
Tahmin ettiği gibi, ardından gelen günler boyunca yaratık hiç durmadan onu rahatsız etti ve hiç rahat bırakmadı.
Xie Lian ağlayan-gülen maskeyi veya beyaz silueti bir sürü masum yerde görüp duruyordu. Bazen gecenin bir yarısında yatak başında, bazen suda bir yansımada, bazen kapıyı açtığında kapının karşı tarafında, ve bazen de, hemen Feng Xin’in yanı başında.
Yüzü Olmayan Beyaz eğlence olarak onu korkutuyor gibiydi, ve kasti bir şekilde tek görebilen o oluyordu. Ne zaman Xie Lian dayanamayacak hale gelerek onu işaret etse, diğerleri hızla koşarak bakıyordu ama o çoktan kaybolmuş oluyordu. Xie Lian’ın günleri bu sarsıcı kışkırtmalarla geçmişti, o kadar acıydı ki yaratığı yakalayıp paramparça etmek istiyordu, ama ona dokunmayı bile başaramamıştı. Kaçınılmaz bir şekilde gündüzleri gece olmuştu, hem kalbi hem bedeni yorgun düşmüştü.
Bir gün, gecenin bir yarısı uyanmış ve dayanılmaz bir susuzluk hissetmişti. Tüm gün boyunca kayda değer miktarda su içmediğini düşünerek kalkmış, içmek üzere su almaya hazırdı. Ancak, odasının dışından kısık sesler işitmiş ve ince bir mum ışığı görmüştü. Xie Lian irkilerek kapının arkasına saklanmıştı, kalbi küt küt atıyordu.
Kim olabilirdi? Eğer babası, annesi veya Feng Xin olsa, neden böyle gizli gizli dolaşacaklardı?
Ancak, gizli gizli dolaşanlar sahiden babası, annesi ve Feng Xin’di.
Feng Xin’in sesi son derece kısıktı. “Ekselansları, şu anda dinleniyor değil mi?”
Kraliçe de fısıldadı. “Uyuyor.”
“En sonunda.” Dedi kral. “Yarın sabah onu çok erken uyandırmayın, biraz daha uyusun.”
Bu sözler Xie Lian’ın kalbinin sıkışmasına neden oldu, ardından kısa bir süre sonra, kraliçenin konuştuğunu duydu. “Aah… eğer böyle devam ederse, oğlum hiç iyileşebilecek mi?”
Xie Lian kelimelerinde bir boşluk olduğunu hissediyordu ki tam bu sırada Feng Xin kısık bir sesle konuştu. “Sadece çok çalıştığı için böyle. Kısa zamanda çok fazla şey yaşadı. Majesteleri eğer onu yakından takip ederse, ve Ekselanslarında herhangi bir tuhaflık sezerse, lütfen en kısa zamanda bana haber verin, ama ona belli etmeyin. Ayrıca, onu kızdıracak hiçbir şey de söylemeyin…”
Xie Lian dinliyordu, kapının arkasına gizlenmişti, ama zihni bomboştu. Sanki tüm kanı beynine akmaya çalışıyordu.
Bunun anlamı neydi? Ne demek istiyorlardı?
İçinden bağırdı, BEN DELİ DEĞİLİM! YALAN SÖYLEMEDİM! GERÇEĞİ SÖYLÜYORDUM!
Xie Lian elini kaldırdı ve PAT!, kapıyı parçalayarak açtı. Odanın içindeki üçlü irkildi ve Feng Xin ayağa fırladı. “Ekselansları? Neden uyanıksın??”
Xie Lian öfkeliydi. “BANA İNANMIYOR MUSUNUZ??”
Feng Xin gerilemişti. “Elbette inanıyorum! Sen…”
Xie Lian sözünü kesti. “Biraz önceki sözlerin ne demekti öyleyse? Gördüğüm her şeyin hayal ürünü olduğunu mu söylüyordun, benim kuruntu yaptığımı?”
Kral ve kraliçe onu durdurmaya çalışıyordu ve Xie Lian hemen tekrar konuştu. “Konuşmayın; siz hiçbir şeyden anlamıyorsunuz!”
“Hayır!” Diye haykırdı Feng Xin. “Sana inanıyorum Ekselansları, ama aynı zamanda kendini çok yordun ve bu da bir gerçek!”
Xie Lian ona baktı ve konuşmadı, ama kalbinin bir yerinde soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştı.
Her şeye rağmen Feng Xin’in yine de ona inanacağına inanmıştı. En azından çoğunlukla.
Ama, ona hiç güvenmiyordu. Sonuçta Xie Lian son birkaç gününü deli bir adam gibi geçirmişti. Eğer dışarıdan bir göz ona baksa, onun deli olduğundan bir an bile şüphe duymazdı. Bu durumda, başkalarının ona tümüyle güvenmesini istemeye ne hakkı vardı?
Ama böyle olmamalıydı. Eski Feng Xin ne olursa olsun ona tümüyle güvenirdi! Sadece yüzde yirmi güvensizlik bile, tahammül edilebilecek gibi değildi!
Xie Lian öfke ve nefretle doluydu, ama bunun kime yönelik olduğunu çıkartamıyordu; Yüzü Olmayan Beyaz’a mı, Feng Xin’e mi, herkese mi, yoksa kendisine mi. Tek kelime daha etmedi. Arkasını döndü ve kapıya gitti, Feng Xin ise peşindeydi.
“Ekselansları, nereye gidiyorsun?”
Xie Lian kendisini sakin olmaya zorladı. “Beni boş ver, peşimden gelme, geri dön.”
“Olmaz, nereye gidiyorsun? Seninle geleceğim!” Dedi Feng Xin.
Xie Lian kararını verdi ve aniden tüm gücüyle koşmaya başladı. Feng Xin onun kadar hızlı değildi ve kısa bir süre sonra geride kaldı, tek yapabileceği arkasından seslenmek olmuştu. Kral ve kraliçe de dışarıya çıkmış arkasından bağırıyorlardı, ama Xie Lian duymazlıktan geldi ve daha hızlı koştu.
İlk hamleyi yapmaktan başka hiçbir şansı kalmamıştı!
Eğer Yüzü Olmayan Beyaz Xie Lian’ı, Feng Xin’i veya ailesini öldürmeyi planlasaydı, onun için çantada keklik olurdu. Ama öldürmüyor, onun yerine onunla bir oyuncak gibi oynuyordu, kedinin fareyle oynadığı gibi!
Xie Lian gecenin karanlığına bağırarak koştu. “ÇIK DIŞARIYA!!! SENİ KARANLIK ADİ CANAVAR!!! GEL BURAYA!!!”
Yüzü Olmayan Beyaz özellikle onun için geliyordu, bu nedenle de onu her yere takip edeceğine inanıyordu. Ancak yetersiz bir kelime dağarcığıyla bir süre dünyaya küfrettikten sonra bile, karanlık köşelerden gelen her zamanki alaycı gülümsemeden hiçbir iz yoktu, ne de arkasında belirerek elini başına koyan tembel şekilden.
Kilometrelerce durmadan koştuktan sonra Xie Lian en sonunda güçten düştü ve öne eğildi, elleri dizlerinde kendisine destek oluyor, kesik kesik nefes alıyordu, hem göğsünde hem de boğazında paslanmış demir tadı vardı.
Uzunca bir süre sonra, aniden doğruldu ve öne doğru devam etti, alçak sesle konuşuyordu. “…Demek olayı uzatmak istiyorsun? Peki, yavaş yavaş uzatırız!”
Issız, terk edilmiş topraklardan yaşlı ormanlara ve derin dağlara dek yürüdü, kim bilir ne kadar sürmüştü, ve sisler kalınlaşmaya başlamıştı.
Etrafı pençelerini gösteren kararmış yaşlı ağaçlarla çevriliydi ve hepsi öne eğilmişlerdi, abartılı bir şekilde aşağıya bastırılmış, sanki onu dönüşü olmayan yasak araziye girmeye davet ediyor gibilerdi. Xie Lian önündeki yerde hiçbir iyilik olmadığını biliyordu, ama kaçınılmazdı da. Ayrıca, bu işi bitirmek zorundaydı, eninde sonunda olacaktı. Böylece, karanlık bir ifadeyle devam etti. Yürürken, beyaz sisin içinde, parlayan bir şeyden bir sıra, ışıldayan bir duvar gibi önünde belirdi.
Xie Lian daha önce hiç böyle bir şey görmemişti ve hafifçe kaşlarını çattı, nefes almayı bıraktı. Bu ‘duvar’ ise, sahiden yavaşça ona doğru ilerliyordu!
Xie Lian telaşla gerildi ve bir dalı kırdı, hazır bir şekilde elinde tuttu. Ancak o zaman hayretle ondan iki metre ileride durmakta olan bu ‘duvar’ın aslına bir duvar yerine, sayısız hayalet alevi olduğunu fark etti. Sayıları çok fazla olduğu için, uzaktan bakınca ışıldayan bir duvar, veya devasa bir ağa benziyorlardı.
Hayalet alevleri tuhaf olsalar da, hiçbir öldürme isteği yaymıyor ve sessizce ona doğru süzülüyor, ilerlemesine engel oluyorlardı. Xie Lian etraflarından dolaşmayı denedi, ama hayalet alevleri hemen yön değiştirerek Xie Lian’a engel olmaya devam ettiler. Aynı zamanda da pek çok ses duyuyordu.
“Oraya gitme.”
“Gitme.”
“İleride iyi bir şey yok.”
“Geri dön, yürümeye devam etme!”
Bu sesler akıntı gibi sabırlı ve yoğunlardı, onu iliklerine dek ürpertiyorlardı. Xie Lian’ın etrafı sarılmıştı ve fark etti ki, bu hayalet alevlerinin arasında, özellikle parlak ve özellikle sessiz bir alev topu vardı.
Her ne kadar hayalet alevi gibi şeylerin gözleri olmasa da, o hayalet alevine baktığı zaman neredeyse yakıcı bakışlarını kendi üzerinde hissedebiliyordu.
Görünüşe göre bu ruh, içlerinden en güçlü olanıydı. Diğer tüm hayalet alevleri ise sadece onu takip ediyorlardı.
Çevirmen: Nynaeve
131 notes
·
View notes
Text
ismin yeterli olduğu yerler
arkadaşlar merhaba sizlere 2 gün önce başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum daha önce okuyanlar hatırlar ben devlette ambulans şoförüyüm. Ekürimden ambulans ı teslim aldım Dr att ve hemşire arkadaşları beklerken aracın eksiklerine bakıyordum o sırada merkez den anons geldi benim olduğum yere yalnızca 300 metre uzaklıkta ama tek başıma ne yapabilirdim ki o sırada att arkadaşım elinde poşetle geldiğini gördüm hemen sireni açıp onu aldım kaza yerine intikal ettim att ile birlikte ilk müdahaleyi yaptık bu arada att olan arkadaş Dr hanımı ve hemşire hanım ı aradı onlarda araçları ile birlikte kaza yerine geldiler araçları uygun bir yere bırakıp ambulans ile hastaneye kazazedeleri götürdüm bıraktım . Hemşire olarak gelen arkadaşlarımızı genelde tanırız ama bu kadın ı ilk defa görüyordum hastaneden hep birlikte bekleme yerimize geçtik hemşire ve Dr arkadaşım araçlarını alıp geldiklerinde att ile ben kahvaltı masası hazırlamaya başladık hep birlikte kahvaltı yapalım dedik iyi ki de düşünmüşüz hemşire arkadaşın ismi Serap Dr hanımın ismi Pınarmış hemşire şen şakrak bir kadın Dr da oldukça cüretkar bir kadın dı ama hiç ses seda yoktu ben Dr hanım neden sessiz duruyorsunuz bir derdiniz mi var yoksa dedim şey bilmiyorum daha birbirimizi tanımıyoruz dedi att olan arkadaş hemşire ile kalktılar ambulans ın diğer tarafına geçtiler bende Pınar hanım anlat derdini çözemesem bile belki bir yolunu bulabilirim dedim o konuda birşey yapamazsınız ama anlatayım dedi kocamla evleneli 6 yıl oldu çocuk istiyor ama kısır olduğu için olmuyor bende üzülmesin diye kısır olduğunu söyleyemiyorum dedi şaşırmıştım koskoca Dr bu konuda dertli olur mu hemde elinin altında her türlü imkanı varken neyse Dr hanım a sarıldım başını omzuma koydu bu arada att ve hemşire diğer tarafta sevişiyordu sesleri geliyordu hoca bana baktı ben ona birlikte kalkıp yanlarına gittik ambulans ın yan kapısına hemşire yi oturtmuş bacak omuza yaparak geçiriyordu hemşire de att de hallerinden memnun zevk çığlıkları atmaya devam ediyordu bir an önüme baktım sikim çadır kurmuştu bunu Dr pınar da fark etmişti sikime bakıyordu 5 dakika dan fazladır izliyorduk doktor hanım bir ara elini benim sikime dokundu o sırada att hemşire nin amından çıkarıp döllerini hemşire nin üzerine fışkırttı hemşire att nin sikini ağzına aldı sakso çekmeye başladı Dr hanımda benim sikimi pantolonumun üzerinden okşamaya başladı . Bizde Dr hanım ile öpüşmeye başladık o kadar ateşli öpüşüyordu ki anlatamam ben pınar ı kucağıma alıp ofisin masasına kadar soyunarak götürdüm benim üzerimde hiçbir şey kalmadı pınar ın üzerindeki elbiseleri sıyrılıp pınarın memelerini okşuyor arada bir sıkıyordum öpüşmeyide bırakamıyorduk ama kurtulup memelerine yumuldum pınar altımda inliyordu memelerini bıraktım amına dilimi attım ellerimi memelerine koydum o kadar tatlı bir am suyu olamazdı sanki şehir şebekesi suyu ben dilledikçe daha çok akıyordu biraz önce bizim izleyerek azdığımız hemşire ve att bizi izliyordu pınar da yeter sok artık ne olur sok diye yalvarıyordu bende dediğini yaptım ani bir hareketle sikimi amına soktum o kadar zevk alıyordu ki resmen bağırıyordu o kadar zevk alacağını bilmiyordum. Resmen zevkten dört köşe olmuştu ben hızlandıkça pınar daha sert daha sert diyordu pozisyon değiştirip domalttım ama anons geldi toparlanıp hasta almaya gittik hepimizde cenabettik ama işimizi yerine getirip tekrar yerimize geri döndük pınar duşa girdi hemen bende arkasından gittim ama beni içeri almadı hataydı bitti dedi o banyodan çıktıktan sonra ben girip duş alıp çıktım. Hiç konuşmadan gelecek anonsları beklemeye başladık hemşire ve att her fırsatta seks yapmaya devam etti ben 1 kez bile boşalamamıştım akşam yemeği gelmişti ben Pınar ile att hemşire ile karşılıklı oturup yemeğimizi yedik pınar nöbet bitimine yakın pazartesi günü evime gel orada kaldığımız yerden devam ederiz dedi. Şimdi pazartesi yi bekliyorum. Onuda yaşayıp anlatacağım sizlere.
64 notes
·
View notes
Text
Bu yazıyı sana yazıyorum Umut Özgenç. Bu yazıya denk gelir misin bilmiyorum ama dilerim görürsün bu yazıyı. O gün sana bu yazıyı okuturlar umarım. Senin yüzüne neden mi söyleyemiyorum? Seni görmeye tahammül dahi edemiyorum ben. Yüzsüzsün sen, ben bir şey yapmadım hepsi sizin suçunuz demeye başlıyorsun. Tiksindiriyorsun beni. Hayatımın bu denli batmasının en büyük sebebide sensin Özgenç. Bil, gör ve hisset istiyorum. Gerçi ne kadar umrunda olur tartışılır ama umarım okursun, umarım.
Senden ilk tekmeyi 5 aylıkken yedim, bıraktın. Bazen düşünüyorum, doğduktan sonra olmuş her şey. Benden öncesinde mutluymuşsunuz. Düşündükçe hep daha çok hak verdim buna, hiçbir zaman senin tarafından istenmedim. Gerçi hayatım boyunca kimse tarafından istenmedim ama seni istemeyen kişinin baban oluşu daha fazla koyuyor. Sahi ne zararım vardı ki sana? 5 aylık bir çocuğun ne zararı vardı sana?
Küçükken, varlığını bilmezken çok mutluydum. Sadece bazen kuzenlerimi çok kıskanırdım. Dayım onları öperdi, canım kızım-oğlum diye severdi onları. Çocuk aklı ya işte onlarda bazen hava atardı bize. Dayım anlardı gelir bizi de öperdi çünkü üzülürdü bize, senin yüzünden. Soruyorum şimdi sana, neden müsade ettin buna?
Büyüdüm. Okula başladım, çok mutluyum. İlk gün klasik herkes ailesini anlatır ya bende anlattım. Nilgün hoca, çok emeği vardır bende. Kızım dedi herkesi anlattın babanı anlatmadın. Ne cevap vermeliydim ki? Ne dememi bekliyordun? Bilmiyorum öğretmenim dedim. Nasıl bilmiyorsun diyince güldü tüm sınıf. Babamı tanımıyorum öğretmenim dedim. Yalan değildi, seni tanımıyordum ve daha önce kimse bana seni sormamıştı. Öyle söyleyince Nilgün hoca aradı ağzımı ama bilmiyordum işte seni ne deseydim ki? Sonra sorular sorulmaya başlandı, baban nerede? neden yok? Çocuğuz hepimiz. Ama bir soruyu hiç unutamıyorum Özgenç. Hasan diye birisi vardı. Hasan Nisan Tetik. Baban nerde senin yoksa seni sevmiyor mu? Sevse yanında olurdu dedi. O gülüşü, o ses tonunu ve benim o hissimi hiç unutamıyorum, senin yüzünden. Sahi fark ettin mi nedense her şey senin yüzünden.
8 civarındayım. Meleğim, annem kısaca herkes telaş içinde. Sen bilmezsin baya meraklı bir çocuktum ben. Çözemedim olayı ama sorular sormaya başladım. En son kızdı annem bana. Meleğim aldı beni karşısına bak güzel yüzlüm, kalbim dedi. Bana hep öyle seslenirdi. Bende gülümseyerek efendimm dedim. Baban sizinle görüşmek istiyormuş güzel yüzlüm benim dedi. Nasıl sevindim anlatamam. Benimde bir babam olacak mı diye sormuştum enayi gibi. Gözleri doldu. İlk buluşma günü, meleğim ördü saçlarımı ve güzel güzel giydirdi beni. Nasıl heyecanlıyım yanına gelirken.
Oturuyorsun, yanında bir çocuk. Seni görünce çok şaşırdım. Bana bakmadın bile direkt ablama döndün. Sarıldın ama istemiyordu o seni. Bende öylece bakakaldım sana. Sonra bana döndün, güldün. Soğuk bir gülüştü, tarif edemiyorum ama aklımdanda hiç çıkartamıyorum. Dediklerine göre baba kelimesini kekelemişim, hatırlamıyorum. Bana sarılmadın bile, oturdun yerine. Bir çocuk var yanında, anneme baktım. üvey kardeşiniz dedi. Koca Umut Özgenç 3. evliliğini yapmış bile. Çınar. Çok seviyorsun Çınar'ı Özgenç, çok. Zaten benimle ona ilik lazım diye buluşmamış mıydın? Neyse. Çınar yere düştü, salaklığıma doyma koştum hemen yanına. Senin biricik oğlunu ben kaldırdım yerden. Sen umursamadın bile lan. El kadar çocuğu umursamadın. Sigarandan bir nefes daha çektin. Öyle iğrenç içiyorsun ki o sigarayı, her içtiğimde sana bir bela daha okuyorum. Sen oyuncak almaya götürdün beni. Bir oyuncakla, kıyafetle kalp kazanılır sanıyordun. Kabul et bu hep böyle oldu Özgenç. Hangi hatanı yüzüne vursam size neler aldım ben diye savundun kendini. Neyse. Çınar'da tutturdu bende istiyorum diye. Her şeyim dedin ona bakarak, sana hep alıyoruz bir seferliğine ablayada alalım. Her şeyim. Oysa bana soğuk bir gülücük atıp oturmuştun Özgenç. Gittim annemin yanına anne gidelim dedim. Neden kızım vakit geçirsene babanla dedi. Zorla gönderdi beni senin yanına. Oyuncak istemiyorum dememe rağmen aldın o oyuncağı. Sonra kafasını kopardım, için rahat etsin. Gün bitti eve döndüm. Bende koca bir hiçtin artık.
Üstünden bir sene geçti, sevgili Umut Özgenç kayıplarda. Bir gün tekrar görüşmek istediğini söylediler. Düzeldim kızım dedin, inandım ya da belki de inanmasam bile inanmak istedim. İkinci şansı vererek geldim yanına. Ve yanında yine Çınar. Bu sefer sarıldın bana. Neden mi sarıldın? Annem uyarmıştı çünkü seni Nehir ile biraz daha ilgilen diye. Meleğime anlatırken duymuş bende seneler sonra öğrendim bunu. Birkaç saniyelik sarılma beni ne kadar mutlu etmişti anlatamam. Beni bıraktın, ablama koştun. Doya doya sarıldın ona, artık istiyordu seni. Gün bitti ve sevgili Umut Özgenç'e benim dışımda herkes ulaşabildi. Onunla konuşuyordun Özgenç, kabul et.
Doğum günlerim. O zamanlar çok önemserdim. Şimdi ise açıkçası unutuyorum. Doğum günüm yaklaştı, Umut bey doğum günümü kutlar sanıyorum. Annem mesaj atıyor Umut beye ardından aranıyorum. "Nasılsın kızım? İyiyim baba sen? İyiyim doğum gününmüş kutlu olsun. Teşekkür ederim. Ablan napıyor?" Ne de güzel konuşma dimi? Teşekkürler.
Biraz da canın oğlun Çınar'dan bahsedelim. Anlayamadığım bir şekilde beni çok seviyor. Neden sever ki beni? Yani sen bile sevmiyorsun beni Özgenç o nasıl seviyor? Bir gün babaannemle geldiler bize. O kadını hak etmiyorsun aptal. Evi bilmedikleri için ben gidip aldım. Çınar beni görünce koştu, o haliyle. O çocuk o haliyle bana koştu. Şaşırdım tabi koşup sarılınca. Bende sarıldım ama tuhaf hissettim Özgenç. Sonra babanneme ağlamış biliyor musun? Nehir ablam beni sevmiyor mu diye. Bende fark ettim ki onun hiçbir suçu yok Özgenç. Sen yediğin haltın cezasını çekerken o benimle büyüyecek. O çok sevdiğin oğlun hiç sevmediğin benimle büyüyecek ve bu sana yeterincü büyük bir ceza. O düzelecek sizin yüzünüzden böyle oldu ve o düzelecek.
Bir gün meleğimin yanına balkona koştum. Balkonda bir buzdolabı üstünde yarıklar var böyle kocaman. Meleğime sordum bunlar ne diye hiçbir şey ömrüm dedi. Kim hatırlamıyorum baban yaptı dedi. Meğersem eskiden sen annemi öldürmeye çalışırken bıçakla yapmışsın onu. Bir kez daha nefret ettim senden. Senin geninin bende olduğu her gün lanet ettim.
Ve sonra sen nice sevgililer yaptın kendine bense tuvalet köşelerinde ağlaya ağlaya iğrenç bir evlat olduğum için kendimi cezalandırdım. Bir gün aradın beni hatırlıyor musun o anı? Ablamı sordun, yoktu. Benimle konuştun. İstemiyorum seni diyince şaşırdın. Suskun nehir sana cevap vermişti dimi? İstemiyorum seni zarar veriyorsun bana demiştim. Sen ne cevap verdin? Hatırla. Ben sana dokunmadım bile ne zaman zarar verdim sana yalancı. Yalancı öyle mi? Yalancı. Ruhen dedim bitirdin beni. O gün bağıra bağıra anlattım sana, iyi hatırla. Senin yüzünden defalarca intihara kalkıştığımdan, kendimi kestiğimden bahsettim. Senin cevabın neydi? Bende 7 defa denedim, ne var bunda alış. Ses tonun, umursamazlığın çıkmıyor kafamdan. Kapattım telefonu, ağlaya ağlaya. Beni sevmedin biliyorum ama bari karşıma çıkmasaydın. Gerçi biricik kızınla görüşmen için benimlede görüşmen gerekirdi değil mi? Haklısın, kusura bakma.
Her defasında, ne zaman kendimi düzeltmeye kalksam yeniden girdin hayatıma ve sonra defolup hiçbir şey olmamış gibi gittin. Yüzsüz ve bencilsin çünkü. Sonra mesela şeyden bahsedelim sarhoşken bana yazdıklarından veya ben deli gibi kendimden tiksinip her yerimi kesip intihar meraklısıyken senin parti vermenden. Hatırla diye koyacağım o fotoğrafı buraya. Hatırla ki hayatımı mahvettiğin için pişman ol. Sonra benim senin yüzünden başıma gelmeyen kalmadı biliyor musun? Ve daha nicesi.
Ve ben kendime her çizik attığımda ağzımdan aynı kelimeleri çıkardım. "Ben onun gibi biri olmayacağım. Ben çocuğumu seveceğim." Aslına bakarsan seni neden umursadım bilmiyorum. O kesikleri benim meleğim gördü biliyor musun? Gözleri doldu. Bana dokunmaya kıyamayan kadın, saçımı bir tutam kestikleri zaman kavga çıkaran kadın öylece izledi kolumdan akan kanları. Ağladı, çok ağladı.
18 Eylül 2019. Elimde bir kağıt ve jilet, 3. kabindeyim. Normalde başka planlarım vardı biliyor musun? Tuvalet köşelerinde can vermeyecektim ama dayanamadım zaten onca şeyle uğraşırken sen bir daha belirmiştin yeni sevgilinle. Elimdeki kağıtta herkese bir şeyler söyledim sonra aklıma sen geldin ve ben seni affetmiştim. Şimdi sorarsan kusura bakma ama boğazıma bıçak dayasalar yine affetmem seni. Kestim bileklerimi, yanlış kesmişim bir halta yaramadı. Eylül buldu beni sardı peçeteyle bileklerimi haber verelim birilerine dedi. Haber vereyim de annem beni hastaneye yatırsın dimi? Ha sen onu bilmiyorsun tehdit etti beni öskdpssçsçsç. Kendimi kestiğimi görürse hastaneye yatırırmış beni. Neyse hala izleri durur.
Şimdi düşün bakalım Umut Özgenç. Ne tesadüf ki hayatımın berbat olduğu her anda sen beliriyorsun. Bilerek mi yapıyorsun yoksa gerçekten aptal mısın? Senden tiksiniyorum ve daima tiksineceğim.
Bugün doğum günün Özgenç, 20 Nisan 2021. Sahi şimdi hangi kadın yanında hangi kadınla kutluyorsun bu iğrenç doğum tarihini. Biliyor musun senin gibi hayatımı siken bir kişi daha var o da bugün doğdu. Acıyorum lan sana, kimsenin ölümünü dilemedim bugüne kadar ama senin ölmen gerek Özgenç. Bu benim ellerimden olucak. Bana yalvaracaksın hemde ağlaya ağlaya ama acımam sana o kurşunu tam kalbine saplayacağım, tam kalbine.
Ölüm günün kutlu olsun Özgenç.
Bir ömür kendi pisliğinde boğulman dileğiyle.
10 notes
·
View notes
Text
GİZEMLİ NOTLAR 4. BÖLÜM
Merhaba, yorum yapmayı unutmayın.
4.BÖLÜM
Adam bayılır bayılmaz karşımda Soo Bin i gördüm. Elinde demir bir sopa vardı. Birkaç saniyelik donakalmamızın ardından Soo Bin ipleri çözmeye başladı. Ve beraber koşarak 2. defa depodan çıktık. Hae-Young bizi takside bekliyordu, taksiye binip eve gitdik. Gizlice odama çıktık,kimseden çıt çıkmıyordu. Hepimiz Soo Bin in ailesi için üzgündük. Hae-Young sessizliği bozdu.
“Kızlar geç oldu, yatsak iyi olur”
“Haklısın” dedim ve yatağa girip gözlerimi tavana diktim. Sonra teker teker yanıma yatdılar ve onlarda gözlerini duvara dikti.
“Şimdi ne olacak?” diye mırıldandı Soo Bin. Ve ardından söze Hae-Young girdi.
“Şu olacak, yarın erkenden seni ve beni Bong-cha nın okuluna yazdırıcaz. Kimseye bir şey belli etmiyeceğiz. Bu kadar…”
“Aynen, ve şimdi uyuyacağız çünkü ben şuan uykusuzluktan ölücem…” dedim ve hepimiz uyumaya koyulduk. Artık üç kişiydik, yalnız deyildik. Herbirimiz birbirimizi tamamlıyoruz. Mesela Soo Bin grubumuzun en komiği, en ciddiyetsizi aynı zamanda en duygusalı. Hae-Young grubun matematik delisi ahaha, en soğukkanlımız, en mantıklımız. Ben ise grubun başı, en yanlızı yani en içine kapanıkı, en hızlı sinirleneni, ve en iyi plan kuranı… Bizi kimse ayıramayacak,ayıramaz. Gibi düşüncelerimden sıyrılarak uykuya daldım.
Uyandığımda saat yediydi, okula bir buçuk saat vardı. Kızlara döndüm ve ikisini birden sarsarak uyandırdım.
“Kızlar, hadi kalkın. Okul var,”
“Ay valla mı? Bu dünyada okul diye bir şey gerçekten varmıydı?” diye söylendi Soo Bin.
“Tamam, kalkıyorum,”dedi Hae-Young kalkarken. Ardından Soo Bin de kalktı ve üzerimizi giyinip aşağı kahvaltıya indik.
“Günaydın Kyung teyze,” dedi Hae-Young enerjik bir sesle anneme seslenerek.
“Günaydın kızlarım,” dedi biz sofraya otururken ve ardından ekledi “ Soo Bin? Kızım sen ne zaman geldin?” olamaz… Soo Bin i tamamen untmuştuk. Kimse anneme cevap vermediği sırada mutfağa babam girdi ve konuşmaya başladı.
“Çocuklar… size bir şey sötliyeceğim… Soo Bin ailen bir depo da ölü olarak bulunmuş…” Ne yazık ki biz bunu biliyorduk.
“Biliyorum…ama konuşmak istemiyorum” dedi kendini ağlamamak için zor tutarken. Ve bütün yemek sessiz bir şekilde geçti. Çantalarımızı alıp evden çıktık ve bir metro ya binip okula gittik. Okula vardığımızda kızlar okulu çok sevdi. Kayıt yaptırdıktan sonra sınıfa geçtik. Dersler bittikten sonra çantalarımızı toplamaya koyulduk. Biz çantalarımızı sırtımıza takıp sınıftan çıktığımızda herkes okuldan çıkmıştı bile, koridorlar bomboştu.
Kapkaranlık bir odanın önünden geçerken bir kol Soo Bin i çekiyordu ki onu kolundan tuttum ve gücüm yetmedi benim kolumuda Hae-Young tuttu ama yinede kolun sahibi çok güçlüydü. Üçümüz birden yere düştük ve tepemizde bizi izleyen üç kişi gördük. Bu kişileri tanıyordum. Bunlar bizim sınıftaki kimseyle konuşmayan, anca kendi bildiklerini okuyan üç kişilik erkek grubuydu.
Aceleyle düştüğüm yerden kalktım ve kızların kalkmasına da yardımcı olduktan sonra isimlerini bile bilmediğim o üç kişiye döndüm ve konuşmaya başladım.
“ Napıyorsunuz ya malmısınız?!” içlerinden grup lideri olduğunu düşündüğüm kısacası baş mal cevap verdi.
“Mal, güzel kelime ama arkadaşlarım bana genelde Min Sung der,” dedi alaycı bir sesle. ( Bu cümle Beyza Alkoçun yazdığı KARANTİNA kitabından aklıma geldi)
“O zaman mal demeye de başlamalılar, ahahah” dedi Soo Bin. Ardından Hae-Young söze girdi.
“Tamam! Kavgayı kesin, sadete gelin” dedi ve o üç mala döndü. Aralarından biri söze girdi.
“Son bir haftada başınıza bağzı kötü olaylar geldi, bunları biliyoruz…”
“Eee?”
“Yani size yardım edicez…”
“Neden? Ne konuda?”
“Nedeni yıllar önce o adam annemi öldürdü… size o adamı bulmakta yardım edicez. Eğer adamın peşinizi bıraktığını sanıyorsanız çok fazla yanılıyorsunuz.
“Tamam, yardım edin,” dedi Hae-Young bir anda.
“Ne! Yok artık, biz kendi başımıza bakarız,yürüyün gidiyoruz,” dedim ve kollarından tutup yürümeye başladım.
“Bong-cha, bak mantıklı düşünmüyorsun bize yardım edebilirler,”
“İyi, peki siz onlarla gidin, ben kendim hallederim,” dedim ve hızla karanlık sınıftan çıktım arkamdan Soo Bin ve Hae-Young un seslerini duyabiliyordum, peşimden geliyorlardı. Bir taksiye atladıktan sonra eve gittim ve üstümü değiştirip kitap okumaya başladım. Odaya Soo Bin ve Hae-young girdiklerinde onlara bakmadım bile.
“Bong-cha, hadi ama bize yardım edebilirler. Başımıza bunların nasıl geldiğini örenebildilerse daha çok şey öğrenebilirler ve çok şey biliyorlardır. Sadece bize yardım edecekler ve bir daha onlarla görüşmeyeceğiz, bu kadar…” dedi Hae-young gülümseyerek.
“Tamam…” dedim yorulmuş bir sesle.
“O zaman onları arayayım da plan düşünelim,”
“Tamam…” dediğim sırada Soo Bin telefonunu çıkartıp onları aradı ve konuşup bize döndü.
“Konum atacaklar,” dedi ve hep beraber kıyafet dolabına yöneldik, ben siyah bir pantolon ve beyaz bir kapşönlü aldım. Hae-young ise mavi kot pantolonun üzerine kırmızı bir tişört aldı, Soo Bin de mavi kotpantolonunun üzerine pembe bir kapşönlü aldı, farklı odalara geçip giyindikten sonra çantalarımızı aldık ve bir taksiye atlayıp söyledikleri kafeye gitdik.
“Selam…” dedim soğuk bir sesle. Ve karşılarına oturduk.
“Ee planı olan var mı ?” diye sordu Min Sung ve bende hemen cevap verdim.
“Bence ilk önce birbirimizi tanıyalım, ben sizi tanımıyorum, isminizi bilmiyorum…”
���Tamam, ben başlıyorum,” dedi içlerinden biri ve devam etti. “ Ben Yong-sook, 18 yaşındayım. Koreliyim.
“Sıra bende. Ben Kwan, 18 yaşındayım. Koreliyim,”
“Tamam, sıra bende. Ben Soo Bin. 18 yaşındayım. Koreliyim, sıra sende,” dedi Hae-young a dönerek.
“Ben Hae-young. 18 yaşındayım, Koreliyim. Sıra sende Bong-cha,” dedi ve bana döndü.
“Ben Bong-cha. 18 yaşındayım. Türküm ama Korede doğup büyüdüm, sıra sende,” dedim Min Sung a dönerek.
“Ben Min Sung yani bazılarının sandığı gibi mal deyil. Koreliyim, 19 yaşındayım,”
“Tamam, sıra planda,” dedim ve devam ettim “ Bence depo-“ derken Min Sung sözümü kesti.
“Bence depodan delil toplayalım,”
“Bir daha benim sözümü kesme bay aptal,” dedim sinirli bir sesle. Ve ardından Yong-sook konuşmaya başladı.
“Tamam ya, kavgayı kesin,” dediği sırada sinirle kahvemden bir yudum aldım. Ve Hae-young konuşmaya başladı.
“Saat 10 oldu eve gidelim artık, yarın tatil, saat sabah 10 da burda olalım. Tamam mı?” Herkes tamam anlamında başını sallayınca masadan kalktık ve taksi durağına kadar yürümeye başladık.
“Yarın görüşürüz,” dedi Hae-young yürümekten yorulmuş birsesle. Ve taksilerden birine binip eve gittik. Annem geldiğimizi fark eder etmez yanımıza gelip konuşmaya başladım
“Hoşgeldiniz güzel kızlarım!” dedi annem gülümseyerek.
“Hoşbulduk”
“Kızlar yemeği yedik biz ama dolapta yemek var açsınız hemen ısıtırım, yersiniz, olur mu?”
“Anne ben aç değilim ya, hem yarın erken kalkıcaz hemen gidip uyumak istiyorum,” dedim yorgun bir sesle.
“Bende aç değilim Kyung teyze,”
“Bende aç değilim” dedi Soo Bin de ve koşarak odaya çıktık, pijamalarımızı giyip yatağa yattık. Ve üçümüzünde telefonuna aynı bildirim geldi.
PLAN adlı Whatsapp grubuna eklendiniz.
“Kızlar bunlar kim? Benim telefonumda üçüde kayıtlı deyil,” dedim şaşırmış bir sesle.
“Bak bu Min Sung un numarası, bu Kwan ın, bu da Yong-sook un,” Kim olduklarını öğrenir öğrenmez kaydettem. Ve gruba yazmaya başladım.
Siz benim numaramı nereden buldunuz?
Kwan: Bu gün okuldayken, sen gittin ya o zaman herkes birbirine telefon numaralarını verdi. Hae-young o sırada senin numaranıda verdi.
Bong-cha: Anladım, iyi geceler.
“İyi geceler kızlar,” dedim ve telefonu bırakıp uykuya daldım.
Sabah uyandığımda saat 9 du, kızları da uyandırdıktan sonra kahvaltı ettik. Kıyafet dolabından birkaç parça kıyafet aldıktan sonra ayrı odalara geçip giyindik ve taksiye atlayıp dünkü kafeye gittik. Bir masaya oturduk ve Min Sung ve 2 arkadaşını beklemeye başladık. 15 dk sonra nihayet geldiler.
“Selam” dedi Kwan karşımızdaki sandalyelerden birine otururken. Ardından Yong-sook ve Min Sung yerine oturunca konuya girdim.
“Nihayet geldiniz…ilk önce kahfe içelim sonra depoya gidip delil toplayalım,”
“Olur,” dedi Hae-young ve ardından herkes olur anlamında kafa salladı. Hızlı bir şekilde kahvelerimizi içtikten sonra arabalara binip depoya vardık.
“Bu depo beni her seferinde ürkütüyor,” dedim ve devam etdim “Hadi araştırmaya başlayalım,” dedim ve etrafa bakınmaya başladım. Ve bir masanın üzerinde not kağıdı buldum.
“Kızlar buraya gelin, bir şey buldum,” dedim ve herkes başıma toplanıp kağıda bakmaya başladı. Ufak bir kahaha attım.
“Neden gülüyorsun, komik mi not bulmak?” diye sordu Min Sung anlamamış bir sesle. Ve araya Soo Bin girdi.
“Anlamadın mı? Kızlar dedi, siz kızmısınız?” dedi gülerek.
“Hahaha çok komik,” dedi Yong-sook gözlerini devirerek.
“Ahaha abi bence komik,” dedi Kwan kahkahalarla. Sonra notu açıp sesli bir şekilde okumaya başladım.
“Kaçtığınızı sanıyorsunuz diymi?
Herşey bitti sanıyorsunuz, biliyorum.
Ama herşey daha yeni başlıyor.
Sevdiğiniz insanları koruyun,
Çünkü çok yakında çok kötü şeyler olacak.
Dikkat et Bong-cha…” Okumam bittikten sonra kimse konuşmadı. Bu adam beni uyarıyordu açık açık. Sevdiklerine yakında zarar vericeğim diyordu.
“Bişey olucak… Bong-cha ya,” dedi Soo Bin ve devam etdi “yada yakınlarına…”
“Peki ne yapıcağız,” dedi Kwan düşünceli bir sesle.
“Yapıcağımız şey belli, Bong-cha sen ailenden kimsenin dışarı çıkmamasını sağlıyacaksın, bizde sana koruma tutucağız, birşekilde aileni ve seni korumalıyız,”
“Tamam, biz eve gidelim artık,” dedi Hae-young gergin bir sesle.
“Tamam, haberleşiriz,” dedi Yong-sook ve bizi eve bırakıp gitdiler. Eve varınca kızlarla birşeyler yedikten sonra matematik ödevini yapmaya başladı.
“Kızlar 12. soruyu yapabilen varmı?” dedim ve Hae-young herzamanki gibi hızlıca cevapladı.
“Evet ben yaptım, çok kolay. Cevap B seçeneği,”
“Sağol,” dedim ve telefonum çalmaya başladı. Arayan Min Sung du. Telefonu açtıktan sonra kulağıma götürüp, konuşmaya başladım.
“Alo?”
“Bong-cha, size koruma tuttuk kimseye görünmeden hep peşinizde olacaklar,”
“Tamam sağol, görüş-“ derken telefonu yüzüme kapatı. Gerçekten de o bir “bay aptal.” .” Telefonu masaya bırakıp matematik ödevime geri döndüm. Ödevler bittikten sonra bir Kore dizisi açıp izlemeye başladık. Saat 12 ye kadar diziyi izledikten sonra artık uyumaya karar verdik ve pijamalarımı giyip yatağa yattık.
“İyi geceler kızlar,” dedim ve kendimi uykunun kollarına bıraktım. Sabah alarmın sesiyle uyandığımda kızlar hala uyuyordu, onları da uyandırdıktan sonra dolaptan birkaç parça kıyafet alıp farklı odalarda giyindik. Aşağı indik, mutfağa girdik ve yemek yapan annemi gördük.
“Günaydın anne!”
“Günaydın güzel kızlarım!” dedi ve devam etti “ Bong-cha şu iki sokak ilerideki marketden ekmek ve yumurta alırmısın kızım?”
“Tamam anne,” dedim ve annemin uzattığı parayı hırkamın cebine atıp evden çıktım. Biraz yürüdükten sonra markete ulaştım.
“Günaydın!”
“Günaydın!” dedim ve ekmek dolabından 3 ekmek alıp poşete koydum, 1 paket 24 lü yumurta aldıktan sonra kasaya yöneldim. Ödememi yaptıktan sonra elimde poşetlerle eve yürümeye başladığım sırada telefonum çaldı. Arayan Min Sung du, telefonu açıp kulağama götürdüm.
“Alo?"
“Bong-cha koşarak güvenli bir yere git! Çabuk!”
---
Umarım bölümü sevmişsinizdir. yorum yapmayı unutmayın.
Sevgilerle Gece
Dip Not: Tüm hakları saklıdır.
1 note
·
View note
Text
'KABUS GÜNÜ'
Acı acı çalan telefonun sesiyle uyandı. Gözlerini yarı kısarak , gün ışığının perde aralığından usulca sızdığı odasında göz gezdirdi. Telefon susmuştu. Uzanıp, aldı. Ekrandaki numarayı tanımıyordu ama Türkiye'den aranmıştı. Uykusu iyice açıldı. Zihninin içinde saniyede seksen ihtimali ardı ardına sıralarken, uzandığı telefonun 'ara' tuşuna bastı. Çalıyordu, ancak cevap veren yoktu. Sabırsızlanmanın da etkisiyle yorganı fırlattığı gibi bir hışımla ayağa kalktı. Sol eliyle bir paçası yukarıya toplanmış pijamasını çekiştirirken , terliklerini ayağına geçirdi. Telefonun ekran ışığını yeniden açarak, aramaya devam etti; cevapsızdı. Beş kez uzun uzun çaldırdıktan sonra kapattı ve telefonu şarja takarak komidine bıraktı. Uzun koridorda mutfağa ilerlerken duyduğu bir tıkırtıyla irkiliverdi. Sesin nereden geldiğini anlayamadı; koridorun lambasını yaktı, hareket yoktu. Yarı aralık duran salon kapısından önce kolunu uzatıp lambanın düğmesine bastı. Sonra kafasını uzatıp içeriye baktı, her şey yerli yerindeydi. Hatta önceki akşam çantasından düşürdüğü cüzdanı bile orada öylece duruyordu. Telefonu yeniden çalmaya başlayınca koşup, açtı. Nihayet aynı numaraydı: "Merhaba, kardeşiniz Buğra Kan için arıyoruz, müsait miydiniz?",
"Evet ben de size ulaşmaya çalışıyordum."
"Efendim kardeşiniz üç gündür derslere girmiyor, kendisine ulaşamayınca size sormak istedik. Aradaki saat farkı nedeniyle rahatsız etmiş olduk, kusura bakmayın. "
"Önemli değil fakat dün konuştum kendisiyle, sesi gayet iyi geliyordu, siz derse gelmediğine emin misiniz?"
"Evet dün de ,önceki gün de gelmedi. Üstelik bugün de ulaşamadık.! "
"Tamam ,ben Buğra 'ya ulaşmaya çalışacağım. Sizi bilgilendiririm, teşekkür ediyorum. "
dedikten sonra kapattı. Anlam veremiyordu ama dün telefonda konuşmuş olması bir nebze de olsa içini rahatlatıyordu. Hemen kardeşini aradı; karşısına bu defa telesekreter çıkıyordu. Kapattı telefonu; beklemekten başka çaresi yoktu.
Mutfağa giderek bir bardak su doldurdu. Sürahiyi dağınık tezgahın üzerinde koyacak yer ararken kolunun çarptığı tuzluk yere yuvarlandı. Terliklerinin altı tuz dolunca sinirle söylenmeye başladı. Ne oluyordu bu sabah! Sanki her şey tersine gidiyordu. Yere dökülen tuzları orada öylece bırakıp, suyunu içti. Tezgâhın kenarında duran mide tabletinden alıp çiğnemeye başladı. Aksi halde sinirden giderek şiddetlenen mide ağrısı, kımıldatmaz hale getirecekti. Ocağa çay suyu koyduktan sonra mutfağın balkonuna çıkıp, oturdu. Gökyüzüne baktı. Az evvel yaşadığı tersliklere rağmen güzel bir gün olacağa benziyordu. Kendi kendine ‘Düşüncelerimde umarım yanılmam.’ dedi. Biraz oturduktan sonra kahvaltı masasını hazırladı. Çayını doldurup, telefonunu almak için odaya giderken; alt kattan bir ses geldi. Kedi tıslaması gibi garip bir ses... Emin olması için gidip bakması gerekiyordu. Neyse ki her yer aydınlanmıştı. Aşağı kata inen merdivenin lambasını yaktı. Trabzana sıkı sıkıya tutunarak gıcırdayan ahşap merdivenlerden, küçük adımlarla inmeye başladı. Hemen antrede duran köşe koltuğun üzerinde bir gölge gördü ama imkansızdı, evde yalnız yaşayan bir kadına böyle göz yanılgıları olması muhtemel bir zandı. Biraz cesaretle antrenin lambasını da yaktı. Aman Allah'ım dedi, işte orada boylu boyunca biri yatıyordu ! Hatta öyle derin uyuyordu ki , gürültülü nefesi odada çınlıyordu. Rüya görüyor olmalıyım dedi. Tüm bunlar kötü bir rüya olmalı! Merdivenin altında acil durumlar için koyduğu beyzbol sopasını sıkıca kavradı. Derin uykudaki bu iri yarı bedenin yanına giderek kafasının üzerine kadar çektiği battaniyesini usulca aşağı sıyırdı. Gözlerine inanamadı, elindeki sopayı yere fırlatarak: "Ahhhh Buğra, Buğra senin ne işin var burada! "diye çığlığı bastı. Genç adamsa korkudan gözünü açtığı gibi ayağa fırladı. Kadın, duyduğu korkunun da etkisiyle ağlıyordu. " Ya sana inanamıyorum, nasıl korkuttun beni böyle ; sen sen sen!.. Tüm bunlar ne demek Buğra ,neler oluyor?" dedi gözyaşlarını yüzük parmağıyla tek hareketle silerek.
"Tamam ablacığım, özür dilerim çok korkuttum seni ama geldiğimde geceydi; alt katın dış kapı anahtarı olduğu için açıp girdim, sen beni fark etmeden önce uyanırım sanmıştım ama uyanamamışım. "deyip ablasının boynuna sarıldı. İki kardeş sıkıca sarıldıktan sonra: "Buğra , bir şey mi var yavrucuğum? Dönem ortası böyle, bir anda, habersizce neden geldin sen? Daha az evvel okulundan aradılar, neler oluyor? "Ablacığım hepsini izah edeceğim ama müsaadenle biraz toparlanayım, kahvaltı ederken konuşuruz olur mu ?"
"Pekala..." dedi genç kadın, derin bir nefes aldı ve ekledi;
"Öyle ya , ocak yanıyor yangın çıkmadan ben mutfağa çıkıyorum, sen de giyinip hemen gel."
Genç adam uykusuz gözleriyle ablasına bakıp, başını salladı. O giyinirken, Fulya mutfağa çıktı. Gerginlikten elleri titreyen genç kadın için, günün böyle süreceği belliydi. Eminim dahası da vardır dedi şaşkınlıktan feri kaçmış gözlerini devirerek. Neyse ki çay taşmamıştı, altını kıstı. Yerlere dökülen tuzları unutup, ayağındaki terlikle sağa sola dağıtmıştı. Masaya bir bardak ve çatal daha ekledikten sonra kendi bardağındaki soğuyan çayı lavaboya döktü ve her iki bardağa da demli birer çay doldurdu. Gelen gıcırdama ile kafasını çevirdi, Buğra gelmişti. Mutfağın aydınlığında kardeşinin yüzünün sağ tarafında bir kaç çizik ilişti gözüne, bir şeyler olduğu belliydi ama bir kahvaltı edelim dedi içinden. Şakayla kolunu ablasının omzuna atıp gönlünü almaya çalışarak:
"Abla tüm hazırlıklar benim için mi?"
Kısa bir gülüşmeyle birlikte sadece peynir ve zeytinin olduğu masaya doğru bakarak;
"Sıpa, haberim olsaydı elbet çok daha iyi bir hazırlığım olabilirdi."
"Aman abla, böylesi daha heyecanlı. Bak ikimizin de uykusu açılmış oldu."
"Ben uykumun böyle kötü bir havadis yerine ,alarmla açılmasını tercih ederdim Buğra'cığım" dedi yarı sitemli.
"Eyvah, oradan başlarsak yandık ki, ne yanma."
"Bir de alay ediyor sıpaya bak sen , ben size göstereceğim Buğra Bey, siz hele şu kahvaltınızı bir edin de ..."
"Canım ablam benim , ben de seni çok özlemişim." dedi bıyık altından gülümseyerek.
Kahvaltı ederken havadan ,sudan devam eden sohbet , çay faslına geçtiğinde sıra asıl konuya gelmişti nihayet.
"Eee Buğra artık esas meselimize geçelim mi, neler oluyor?"
"Abla, anlatacağım ama sen de babam gibi beni suçlayacaksın. Bak baştan söyleyeyim; ben o işlere doydum. Hatam var, ama çözeceğim . Bunun için buradayım zaten. "
Fulya, meraklı ve kararlı bir ses tonuyla:
"Sen pazarlığı bırak da, hemen konuya gir! "
"Abla, ev arkadaşım Raşit'i biliyorsun. Onunla bir eğlence merkezine gittik. Kumar oynamaya başladık, başlarda hem eğlenip, hem kazanıyordum. Sonra kaybetmeye başladım. Kaybetmeye başladıkça hırslandım ve daha çok kazanma arzusuyla, sahip olmadığım bir paranın üzerinde oynamaya başladım ama oynadıkça içeri girdim. Kendime gelip, ne yaptığımı anladığımda ise, her şey için çok geç olmuştu. Şimdi bu adamlar peşimde, geçen Raşit' in önünü kesip beni sormuşlar . Eğer parayı ödemezse biz başka şekillerde de tahsil ederiz demişler. Orada can güvenliğim yok. Burada ulaşamazlar bana; ben de bir şekilde çalışıp parayı toparlayıp , döner dönmez öderim dedim ve atlayıp uçağa geldim."
"Ahhhh Buğra...! Babam tüm bunların ne kadarını biliyor?” diye sordu, sitemkâr bir sesle. Çakmağına uzandı. Buğra’nın yutkunuşu sessizliği deliyordu. Fulya dudağının sağına tutuşturduğu sigarasıyla çakmağını buluşturdu; ateşlediğinde çıkan bu ses, aynı zamanda ‘anlatmaya başla’ anlamı da taşıyordu.
"Sadece biraz borcum olduğunu..."
"Sakın bunun bir kumar borcu olduğunu söyleyip yüreğine indirme adamın! Bu borç dediğin meblağ ne kadar? "
Buğra mahcup gözleriyle yere bakarak;
"Yüz bin lira. Merak etme ben toparlayıp, ödeyeceğim ."
Fulya yanan sigarasından derin nefes çekip, çıkan dumanla havaya halka çizerek sakinliğini muhafaza etmeye çalışıyordu.
"Tamam, birlikte bakacağız bir çaresine; sen buraya geleceğini herhangi birine bahsetmiş miydin?"
"Hayır abla, hiç kimse bilmiyor; yalnızca babamı arayıp haber veririz."
"Tamam ,hepsini çözeceğiz. Şimdi sen çayına devam ederken ben birkaç telefon görüşmesi yapayım. Okuluna da bir şeyler uyduralım. Sonra her şeyi uzun uzadıya plânlarız. Tüm bunların hesabını da sormayacağımı zannetme. "
Fulya ayağa kalktığında, kapıya vurulduğunu duydu.
Gidip dürbünden baktı, bir karartıdan başka bir şey seçilmiyordu.
Ahizeyi kaldırdı :
"Who are you?"
Ses yoktu.
"Who are you?" diye tekrar etmesiyle, zile basıldı. Gelen , cevap vermiyor fakat zile ısrarla basmaya devam ediyordu. Ahizeyi kapattı, kapıyı açmayacaktı. Buğra'nın yanına gidip hemen aşağı inip saklanmasını istedi. Kimin geldiğini bilmiyordu ama ısrarla, ses vermeden zile basması çok da tesadüf gibi görünmüyordu. Bir şekilde takip etmiş olabilirlerdi. Hemen Robin'i aramalıyım dedi. Kapıdan uzaklaşıp, telefonunu aldı ve yeniden kapının ardına geldi. Dürbünden baktığında kimsenin olmadığını gördü. Uzun uzun baktıktan sonra takılı olan zinciri çıkarmadan kapıyı yarı aralık açtı , yere bırakılmış bir zarf buldu. Aralıktan elini uzatıp zarfı alarak, kapıyı kapattı. Zarfın sıradan bir iş postası olduğu görünce rahat bir nefes aldı. Şimdi daha iyiydi, belki de yalnızca sağır ve dilsiz bir postacıdır diye düşündü. Merdivenlerden Buğra'ya seslenerek aşağı kata indi:
"Buğra, çıkabilirsin tatlım sorun yok."
Ancak Buğra'dan ses çıkmıyordu, sırayla odalara göz atarken , antrenin çıkışındaki dış kapının aralık olduğunu fark etti. Büyük bir korkuyla kapıya gitti, kapının önünde kimse yoktu, bir yandan "Buğra.... Buğra.... Korkuyorum neredesin Buğra..?"
Halen bir cevap yoktu , hemen Robin'i aradı. "Robin derhal yanıma gelmelisin, çok korkuyorum; sana ihtiyacım var! " dedikten sonra kapattı. Elleriyle kısa ,dalgalı saçlarını sersemlemiş gibi karıştırıyordu. O adamlar mı gelmişti, kapıyı nasıl açtılar... Buğra'yı nasıl bana hiç duyurmadan alıp götürdüler, Buğra nasıl oldu da hiç mücadele etmedi; etmiş olsa bir iz olurdu, bir ses olurdu... Allah'ım ne yapacağım, babamı da arayamam, oradan doğru ne yapabilir ki zaten!.. Şuan en mantıklısı Robin'i beklemekti. Robin , çalıştığı polis merkezinden geçeceği bir anonsla kısa sürede kardeşinin izini sürebilirdi. Tekrar yukarı çıktı , her şey kabus gibiydi. Robin'i beklerken geceliklerini çıkarıp eline ilk geçen pantolon ve gömleği giydiği gibi montunu ve çantasını da alarak dış kapıda hazır oldu. Çok zaman geçmeden zil çaldı, baktı, Robin 'di. Kapıyı açtığı gibi ağlayarak ,boynuna sarıldı . Robin, neler oluyor Fulya demeye kalmadan, Fulya anlatmaya başladı: "Bu sabah Türkiye'den erkek kardeşim geldi. Orada bir kumar işine karışmış. Yüz bin lira borçlanmış, ödeyemeyince buraya kaçmış. Biz kahvaltı yaparken dış kapı çaldı, dürbünden koyu bir karartı gördüm fakat kim olduğunu anlayamadım. Kimsiniz diye seslendim ancak cevap alamadım. Gittikten sonra kapıyı açtığımda , elimdeki bu zarf vardı. Aşağı indim, Buğra' ya seslendim. Orada saklanacaktı; fakat indiğimde yoktu. Alt katın dış kapısının aralık olduğunu görünce de korkup hemen seni aradım. Robin , bir şeyler yap! Ben ne yapmalıyım bilmiyorum. Delirmek üzereyim! " Robin, "Fulya sakin ol ,önce bir aşağıya ineyim merak etme Buğra'yı bulacağız. Eve bir bakayım, sonra yardım çağıracağım dedi. Robin tüm evi gezdikten sonra durumu ekip arkadaşlarına anons etti, geldiler ve parmak izi gibi detaylı numuneleri aldıktan sonra hep birlikte merkeze gittiler. Fulya'nın resmi ihbarının ardından arama işlemlerine hızla başlandı. Robin de ekiple birlikte çıkmıştı. Fulya' nın umutlu bekleyişi uzun saatler sürdü.
Volta attığı koridordan Robin'in sesi kulağına geldiğinde heyecanla kafasını çevirdi. Robin ve Buğra'nın ona doğru yürüdüklerini gördü. Buğra'nın üstü başı biraz dağınık görünüyordu. "Robin, Robin teşekkür ederim diye sevinç naraları atarak kardeşinin boynuna atıldı. "Oh, çok şükür Tanrı'm! İyisin değil mi, iyisin...?"
"İyiyim ,merak etme çok uzaklaşmadan ekip arabası önümüzü kesince adamlar öylece teslim oldular. "
"Seni nasıl alabildiler evden, neden bana seslenmedin ?"
"Silahları vardı, seslenirsem sana zarar verirlerdi; söylediklerini yapmaya mecbur kaldım. "
İki kardeş bunları konuşurken biri heybetli, kahverengi deri montlu; diğeri ondan daha kısa boylu iki adam elleri ardından kelepçeli geliyorlardı. Kahverengi ceketli olanın sert bakışları insanı ürküten türdendi, ama artık kardeşi güvendeydi. Emniyetteki ifade işlemlerini bitirip, şikayetçi olduktan sonra eve gitmeye hazırlanıyorlardı.
"Robin, çok teşekkür ederim, sen olmasan biz şuanda kim bilir ne durumda olurduk."
"Fulya, kuru teşekkürü bırak da eve gidip norma pişir, akşam yemeğe geleyim. "
Gülüştüler:
"Tamam iyi fikirmiş. O zaman biz şimdi gidelim. Akşama bekliyoruz."
Robin'e sekreteryadan seslenilmesinin ardından, Fulya'nın güvenini boşa çıkarmamış olmasının verdiği özgüvenle “Akşam 20:00 de masayı hazır isterim ona göre.”deyip gülerek yanlarından ayrıldı. Fulya ardından biraz baktıktan sonra kardeşine dönüp, sitemkâr bir bakış attı. "Hadi gidelim."
Fulya ve Buğra Emniyet binasından çıkarken, Fulya kardeşinin koluna girdi.
“Buğra, bundan sonra asla kalbine ve vicdanına itaatsizlik etmeni istemiyorum. Vicdanını daima kılavuz edin, bir daha bize bunu yapma. “
“Ablacığım ben dersimi aldım, söz veriyorum. Bir daha ne seni utandıracak, ne de başımı belaya sokacak bir şey yapmayacağım. “
Fulya yaşanan onca sarsıntıdan sonra kardeşinin daha fazla üzerine gitmek istemedi, gözlerinde gördüğü pişmanlık da zaten son sözü söylemişti.
Dışarıya çıktılar. İlkbahar artık geliyorum diyordu, Fulya'nın elâ gözleri dallarda açan çiçeklere ilişti. Ağaçlar mutlu görünüyordu.
Huzurla birbirine sarmaş dolaş olan iki kardeş ,mis gibi orman kokusu eşliğinde konuşmadan yürüdüler. Hava güzeldi. Kuşlar uçuyordu.
Gönül D.
#yazar#hikaye#deneme#öykü#şair#şiir#gönül#gönülköşesi#kitapokumak#blog yazarı#haftasonu#kabus#okumak#yazarlıkatölyesi
7 notes
·
View notes
Text
O ŞİİR OKUNMAYACAK Ahmet Muhip Dıranas’ı anma etkinliğinde mekânın ısınma düzeneği iyi olmayınca içeri oldukça soğuktu. Etkinliğin özel konuğu Dıranas’ın eşi Münire Hanım yürümekte güçlük çektiğinden koluna giren iki kişinin yardımıyla gelebilmişti. Ünlü şairi ve şiirini anlatan konuşmalardan sonra sıra şiirlerinden örnekler okumaya gelip tam da Dıranas’ın neredeyse adıyla özdeşleşen Fahriye Abla şiiri okunacakken Münire Hanım bastonuna dayanarak ayağa kalktı. Oldukça sinirli bir şekilde bastonunun ucunu yere vurarak olanca sesiyle haykırdı: -Hayır, öyle biri yok, Fahriye de kim! O şiir okunmayacak! Muhip sadece bana âşıktı! Ve son sözünü söyleyip yerine oturdu: -O şiir okunacak olursa salonu terk ederim! Ve o gün o salonda Fahriye Abla şiiri okunmadı. ZEYNEP İki şair, bir kafede duvardaki Cemal Süreya fotoğrafının hemen altındaki masada Cemal Süreya şiiri üzerine derin bir söyleşiye dalmıştı. O anda üç genç kız, arkalardaki bir masadan kalkıp dışarı çıkacaklarken içlerinden biri durdu ve Cemal Süreya’dan söz eden iki şairin yanında dikilerek saygılı sordu: -Cemal Süreya’dan söz ediyorsunuz değil mi? -Evet, dedi iki şair aynı anda. -Yanınıza oturup dinleyebilir miyim? -Elbette, buyurun oturun, dediler. Onunla birlikte diğer iki genç kız da oturdu. Şairler, kaldıkları yerden Cemal Süreya ile ilgili konuşmalarını sürdürdüler. O an genç kızın önce gözleri yaşarmaya, sonra da ağlamaya başladı. Onlar anlattıkça genç kız ağladı, genç kız ağladıkça onlar anlattı. Bu şekilde yarım saate yakın bir zaman geçti. Genç kızın gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Diğer kızlardan büyük olanının açıklamasına göre ne zaman, nerede Cemal Süreya şiirlerinden söz edildiğini duysa ağlarmış. Bir ara ağlayan kızın teyzesi olduğunu söyleyen kızın telefonu çaldı. Açtı ve konuştu: -Şu an bir kafedeyiz. Tam çıkmak üzereyken Zeynep yine Cemal Süreya adını duydu, yine ağlıyor, biz yine gecikebiliriz. Ve o an Cemal Süreya sevincinden, duvarda asılı duran resminden atlayıp Zeynep’e sarılabilirdi. ÇÜNKÜ ŞAİRLER BİLİR Ahmed Arif’i anma etkinliğinde, salonda oturan dinleyiciler kadar da ayakta dinleyici vardı. Diyarbakır’dan gelen konuşmacı Ahmed Arif’in hemşerisiydi. Genelden şairle ilgili anılarından söz ediyordu. Anlatıcı şair değildi, lakin Ahmed Arif’in çocukluğunda yaşadığı mahallede oturduğundan anlattığı anılar ilgiyle dinlendi. Ancak yüzü aşkın dinleyicinin bulunduğu salonda bulunan şair sayısı bir elin parmak sayısını geçmezdi. Kentte yaşayan şairlerin çoğunu tanıyan dinleyicilerden biri, yanındaki şaire neden böyle olduğunu, kentte yaşayan şairlerin neden gelmediğini sordu. Şair gülümseyerek, -Çünkü şairlerin Ahmed Arif’le ilgili bilmedikleri tek bir söz, tek bir dize yoktur da ondan... ŞİİR SADECE Sedat Umran’ın şiirlerine tutkun olan şair, etkinlikte onun şiirlerinden söz ediyordu. Umran’ın şiire bakışını şöyle tanımladı: -Sedat Umran’ın saptamasına göre şair eğer ‘ben’inden acı çekerse bireysel şiiri, ‘dünyadan’ acı çekerse toplumcu şiiri, ‘zamandan’ acı çekerse geçmişin özlemini dile getiren şiiri yazar. Salondan bir soru geldi: -Şair ya ikisinden hatta üçünden birden acı çekerse, o zaman hangi şiiri yazar? Daha o soru yanıtlanmadan bir soru daha geldi: -Şiir sadece acı çekince mi yazılır? Sorular sürdü gitti... Konuşmacı işin altından kalkamayacağını anlayınca: -Şimdi de Sedat Umran’dan şiirler okuyalım, diyerek şairin iki şiirini daha okudu. KAFEDE Genç şair, sanatçıların sıkça uğradığı sokaktaki kafeye girer girmez çantasını açtı. Turgut Uyar’ı, Lorca’yı, Sohrab’ı, Füruğ’u, son şiir dosyasını, kitaplarını, hüzünlerini, sevinçlerini, kurşun kalemini, tükenmez kalemini çıkarıp masanın üzerine koydu. Ancak bir an, duvardaki ‘model bisiklet’ başıma düşer mi diye düşünüp orada oturmaktan vazgeçti. Çıkardıklarının hepsini tekrar çantasına koydu. Az ilerdeki duvarda Turgut Uyar’ın fotoğrafının altındaki masaya geçti. Zaten onun genelde oturduğu masa orasıydı, masanın o anda boşalmasına sevindi. Nasıl olsa hep bu sokakta oluyorum, bu sokakta bir daire mi kiralasam, diye söylendi. Yeni şiir dosyasını açtı, ilk dizeyi üst üste üç kez okudu. Bir an Turgut Uyar fotoğraftan kendine bakıyor sandı. -Keşke ‘Büyük Saat’i yanımda getirseydim, şair sevinirdi, sözünü kendi kendine sesli olarak söyledi. ŞAİRİN YAŞ MESELESİ Şair, etkinlikteki konuşmasının bir yerinde, Cemal Süreya’nın “kırk yaşına kadar şair olamadıysanız boşuna uğraşmayın, o yaştan sonra bir yere varamazsınız” gibilerden bir sözü olduğunu söyleyince, arka sıralardan her hâliyle ellili yaşlara dayandığı belli olan bir kadın şair, işin bir tarafını da şakaya getirerek söz aldı. -Efendim, bu yaş sınırını biraz daha yukarılara çekmek mümkün mü acaba, hani hiç değilse kırk beş, elli gibi... Şair ödün vermedi: -Hayır, ne yazık ki bu mümkün değil. Zaten bu benim elimdeki bir şey de değil. Hem bana niye söylüyorsunuz ki, gidin bu sözü baştan söyleyene söyleyin diyeceğim ama sözün sahibi de artık yok ki... FOTOĞRAF İkinci Yeni şiirine bir türlü ısınamadığını söyleyen şair, bunu arkadaşına şöyle açıkladı: -Ne zaman İkinci Yeni şiirinden söz açılsa bende hep aynı duygular oluşuyor, ayakları yere basmayan bir şiir düşlüyor, amaçsız havalarda geziniyorum. Sandalyelerini masaya doğru daha bir çektiler. Diğeri düşüncesini onu destekleyen bir örnekle açıkladı: -Ben de Edip Cansever’in şiirlerini okurken, birazcık şeker tadı almak için avuç avuç keçiboynuzu yemiş gibi oluyorum. Oturdukları masanın hemen yakınındaki duvarda Edip Cansever’in fotoğrafının altında bir şiiri vardı. Gözleri oraya takılınca bir an gelip masalarına oturacak sandılar. TÖRE Aynı zamanda akademisyen olan genç yazar, yayımlanan ilk öykü kitabının söyleşi ve imza gününde oldukça heyecanlıydı. Etkinliğe gelenlerin büyük bir çoğunluğu genç yazarın tanıdığı, eşi, dostu, öğrencisiydi. Belki de çoğu ilk kez bir kitap imzalatacaktı. Genç yazar daha etkinlik başlamadan kitaplarını imzalamaya başlayınca, önceden belirlenen etkinlik saati geçmesine rağmen söyleşi başlamadı. Orada bulunan yaşlı bir şair bu duruma uyan şöyle bir olay anlattı: -70’li yıllarda Ankara’da Fahrünnisa Kadıbeşegil’in çıkardığı edebiyat dergisini ilk zamanlarda yöneten derginin künyesinde ismi yazmasa da Cemal Süreya idi. O sıralar Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı Türk Dili Dergisi’nin sorumlu yönetmeni olan Cahit Külebi, Oluşum’a her sayı bir şiir verirdi. Arada bir sayı şiir vermeyince Cemal Süreya konuyu hemen edebiyat gündemine taşıdı: “Şiir yayımlamak bir töredir, Külebi Oluşum’a bir sayı şiir vermedi, bu töreyi bozmuş oldu” dedi. Sonra bu örneğe dayanarak ekledi: -İmzanın söyleşiden sonra olması bir töredir. Genç yazar arkadaşımız imzayı söyleşiden önce başlattı ve bu töreyi bozmuş oldu. MASA Şair, kafedeki her zaman oturduğu masasına oturdu. Gözlüğünü, sigarasını, çakmağını, telefonunu çıkarıp masanın üzerine koydu. Sonra bozulan sağlık durumunu, emekli maaşının yetmeyişini, kitaplarını yayımlatamayışını, evdeki gürültü patırtıyı da koydu. Daha önceden sözleştiği şair arkadaşını yeniden aradı, gelmek üzere olduğunu öğrenince onunla ilgili düşüncelerini de masanın üzerine koydu. Bir çay söyledi, çaya şeker atacaktı, vazgeçti. Tam sigarasını yakıyordu ki az önce telefonla aradığı şair arkadaşı geldi. Daha oturmasını beklemeden ona Edip Cansever’in ezberden bildiği ‘masa da masaymış ha’ şiirinin ilk dizelerini okudu. “Adam yaşama sevinci içinde / Masaya anahtarlarını koydu / Bakır kâseye çiçekleri koydu / Sütünü yumurtasını koydu / Pencereden gelen ışığı koydu / Bisiklet sesini çıkrık sesini / Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu...” Arkadaşı gülümseyerek: -Adamın masaya koyduklarının yanında seninkiler de duruyor, dedi. ZAMANI GEÇMEDEN Heyecanla parayla kitap basan bir mekâna girdi. Elindeki dosya ve cdyi masanın üzerine bırakarak: -Bu dosyadaki şiirleri hemen kitaplaştırmak istiyorum, on beş gün içerisinde hallolması gerek! Mekânın sahibi ve içerde bulunan üç kişi ilk kez gördükleri adama dikkatle baktılar. Adam sözünü sürdürdü: -Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’ne katılacağım. Ödülü yeni öğrendim. Kitap on beş gün içerisinde çıkmalı ki zamanı geçmeden katılabileyim. Mekân sahibi: -Tamam, yetiştirmeye çalışırız, buyurun oturun, dedi. On beş güne kadar mutlaka yetişmesi gerektiğini yineledi. -On beş güne kadar çıkmalı ki ödüle katılabileyim. Yoksa kitabın çıkmasının ne önemi var. Parasını hiç sorun etmeyin... HAYIFLANMAK Emekli ilköğretim müfettişi, çayevinde yazar arkadaşıyla Cengiz Aytmatov’un romanları üzerine söyleşirken hayıflanıyordu. -Ben de görevimin ilk yıllarında beş yıl ilkokul öğretmenliği yapmıştım. Benim ilk görev yaptığım köy de Öğretmen Duyşen’in görev yaptığı köy gibi olanaksızlıklar içinde bir köydü. Ben de aynı güçlüklerle karşılaşmıştım. Ne yazık ki benim Altınay gibi yükselen bir öğrencim olmadı... Arkadaşı gülümsedi. -Ama o Öğretmen Duyşen’di. Koca bir romanın kahramanı. - Ramazan Teknikel, Konur Bir Şenliktir (Akatalpa, Aylık Şiir ve Eleştiri Dergisi, Ocak 2020, Sayı: 241) - Görsel: Ahmet Muhip Dıranas, Cemal Süreya, Ahmed Arif, Sedat Umran, Turgut Uyar, Federico García Lorca, Sohrab Sepehri, Füruğ Ferruhzad, Edip Cansever, Cahit Külebi, Melih Cevdet Anday, Cengiz Aytmatov
#Ramazan Teknikel#Konur Bir Şenliktir#Akatalpa#Dergi#Edebiyat#Şair#Yazar#Edebî Hikâyeler#Hikâye#Yürekbalı
29 notes
·
View notes
Text
MÜHİTTİN İLE HAVVA
Bugünün Antalya Konyaaltı’sında, o günün Uncal orman köyünde dünyaya gelen Muhittin Böcek, Endüstri Meslek Lisesi’ni bitirmiş, askerliğini yapmış, Kemer’de otobüs şoförü olarak işe başlamıştı. 1988’de bir düğünde, çalıştığı otobüs durağının bile sahibi olan Kemer’in en zengini Hasan Minta’nın kızı Havva’yı görüp aşık oldu. Hikaye öyle başladı.
Bu tam anlamıyla "zengin kızla fakir oğlanın aşkı"ydı. Çünkü Muhittin Böcek otobüs şoförüydü, Havva’nın babası Hasan Minta ise turizmci, otobüsçü, toprak sahibi bir zengindi.
Muhittin’in çalıştığı durak, Havva’nın evinin de yanındaydı.
Muhittin için artık durakta sıra, Havva’nın evin dışına çıkışana bağlıydı.
O evin önünden geçerken havalı kornayı öttürmek en büyük zevkiydi. Havva da sık sık kapı önüne çıkıyordu.
Hasan Minta’nın kızı ile konuşmak yasaktı ama da bakışmalara yasak konamazdı.
Muhittin sonunda kararı verdi. Pek çok büyüğüne, "Sevdalandım. Allah’ın emrini sen yerine getir" dedi, ilk başka "Ne demek hemen" yanıtını aldı ama kızın Hasan Minta’dan isteneceğini öğrenen, "Ben yokum" diye kenara çekiliyordu.
Muhittin, hangi cesaretle Minta’nın tek kızını istiyordu? Sonunda ağabeyinin kayınbabası işi üstlendi, bir perşembe günü Minta’nın karşısına çıktı; ama hayır yanıtını aldı. Muhittin’in ısrarıyla iki perşembe daha kız istendi, Minta’dan yine "Hayır" yanıtı alındı.
HAVVA BAK BU EVDE YAŞAYACAKSIN
Hasan Minta sonunda eşine, "Şu kıza bir sor" dedi. Annesi sordu Havva sessiz kaldı; bu "Evet, seviyorum" demekti. Babası kızını aldı, gitti Muhittin’in köyüne, Havva’ya orman içindeki bir evi gösterdi; "Bak kızım o evde yaşayabilecek misin?" dedi.
Havva yine sessiz kalınca babası dördüncü perşembe teslim oldu.
Ama söz yüzüğü takılana kadar birbirleriyle hiç konuşmadılar, yüzükler de ayrı yarı yerlerde takıldı. 19 Kasım 1989’daki nişandan sonra bu hasret bir ölçüde bitti.
1990’ın 11 Nisan’ında da düğün olacaktı. Kız tarafı evi döşemeye başladı. 4 Nisan’da düğüne bir hafta kala baba Minta kızıyla mobilya bakmak için Antalya’ya doğru yola çıktı.
Kemer’de tüneller bölgesine geldiğinde öndeki araç bariyerlere çarptı. Hemen indi, otomobildeki tek kişi sürücü Alman kadındı, kıyafeti açılmıştı. Bunu görünce Havva’yı yardıma çağırdı, kendisi tehlike işareti levhasını yola koydu. Havva, şok geçiren kadına sarıldı, kendi otomobiline götürdü. Bu sırada kadının ayağının değdiği tehlike levhası devrildi.
Tam otomobile bineceklerdi ki kağıt toplamada kullanılan bir kamyon geldi Havva’yı önüne katıp bariyerlere sıkıştırdı.
Havva’nın bilinci yerindeydi, ayakları kucağına gelmişti; kafasında sadece iki sözcük tekrarlanıp duruyordu: "Muhittin" ve "Düğünüm". Hemen hastaneye götürüldü.
KİM BU MUHİTTİN
Muhittin hastaneye vardığında iri yarı bir doktor koridorda bağırıyordu, "Kim bu kızın nişanlısı Muhittin?"
Muhittin, dikildi Dr. Erol İnce’nin karşısına. Doktor "Giydirin bu adamı sokun yoğun bakıma çıkmasın" dedi.
Sonradan anladılar, Havva, sayıklayıp duruyordu: "Benim nişanlım vardı. Muhittin. Nerede? Bizim düğünümüz ne olacak?"
Havva 14. günün sonunda gözünü açtığında yanında elini tutan Muhittin vardı. Bir bacağı kesilmişti, ağır hasarlı diğeri de kesilecek gibiydi. Havva 76 gün hastanede yattı, Muhittin hiç yanından ayrılmadı. Bir gece eve gidip uyumak istedi yapamadı, 2 saat sonra nişanlısının başucundaydı.
Havva’ya bu sürede 13 ameliyat yapıldı, Muhittin’in kanı da dahil 33 ünite kan verildi, hasarlı tek ayakla hastaneden taburcu oldu. Diğer ayak için "Kesmek gerek" denilince bir de Ankara’ya gidildi.
Orada da aynı şey söylenmişti ki, Dr Tarık Kıztan devreye girdi. Havva’yı Almanya’ya davet etti. 45 gün sonra Havva o ayağı koruma mutluluğu içindeydi. Bu tedavi süresince Havva ilk kez bir haftalığına Muhittin’den ayrıldı.
PLAK TERSİNE ÇALIYOR
Onu, terapi amaçlı Vietnam’da sakat kalmış kız çocukları ile dolu merkeze yerleştirdiler.
Havva, o hafta Muhittin’e hayatının ilk mektubunu yazdı. Şimdi "O romantik mektubu nasıl yazdığımı hala bilemiyorum; ama yüreğimi dinledim" diyor. Muhittin de maniler, şiirlerle dolu duygusal bir mektupla yanıt verdi.
Biri protezli, diğeri hasarlı ayaklarla döndü Havva Antalya’ya. Havva’nın deyimi ile bu kez plak tersten çalınıyordu, artık onu Muhuttin’e layık görmüyorlardı:
"O oğlan seninle evlenecek mi?", "Sen bu kızla nasıl evleneceksin?"
Muhittin’in yanıtı netti: "Bu kaza düğünden bir hafta sonra da olabilirdi. Ben Havva’yı zaten seviyorum. O da beni seviyor. Bizi ancak ölüm ayırır."
Havva düğünde ikinci kez dünyaya geldi. Birincisi, artık yürümeye başlamıştı, ikincisi de evleniyordu o gün.
ŞİMDİ BELEDİYE BAŞKANI
Aradan 17 yıl geçti, Havva ve Muhittin Böcek çiftinin 15 yaşında Gökhan adında bir oğulları var. Havva önce dışardan liseyi bitirdi, sonra Muhittin’le birlikte Açık Öğretim Halkla İlişkiler’den mezun oldu. Muhittin hızını alamadı, şimdi İktisat son sınıfta.
Muhittin geçen yıllarda siyasete ısındı. Önce Meclis üyesi oldu, sonra onu Mesut Yılmaz keşfetti, Konyaaltı İlçe Başkanı oldu. 1999 seçimlerinde belediye başkanlığını kazandı. 2002’de CHP adayı olarak girdiği seçimde bu kez yüzde 52 oy aldı ve göreve devam etti.
Geçen kurban bayramında lik kez Havva’dan ayrı kaldı. Havva hasarlı ayağında oluşan yara nedeniyle tedavi için oğluyla Almanya’ya gitti. Muhittin Böcek, bayram namazını kılar kılmaz karısına mesaj geçti: "Hayatım, bu ilk ayrı bayramımız. İnşallah bir daha senden, oğlumdan ayrı bayramımız olmaz" diye yazdı; "öptüm" sözleri için tuşlara basmak istiyordu ama birden ağlamaya başladı, şoföre zorlukla, "Beni eve götür" dedi.
Kapıdan girerken Havva aradı. Muhittin ağlamaktan konuşamıyor, Havva panik içinde "Ne oldu, birine bir şey mi oldu?" diye soruyordu.
Muhittin zorlukla, "Burada değilsin" diyebildi.
(Alıntı ) 🍁
2 notes
·
View notes
Text
TESLİM TÖRE ile Söyleşiden:
• HÜSEYİN İNAN ile ilişkiniz nasıl başladı?
-Malatya’da 1970 yılı Ağustos ayında bir gösteri yapılmıştı. Haşhaş gösterisi. Orada, Ahmet Erdoğan diye bir arkadaş ile tanışmıştım. ODTÜ’de okuyordu. Ahmet Erdoğan, cezaevinden çıktıktan sonra benim yanıma gelmişti. O sırada Hüseyin İnan’lar yakalanmışlardı. Gazeteden okumuştum. Diyarbakır Cezaevi’nde yatıyorlardı. Filistin’den Türkiye’ye geldiklerinde silahla yakalanmışlardı. İsimlerini böylece tanımıştık. Biz, haşhaş gösterisi olmadan önce gittiğimiz köylerde, “Bu düzene karşı kafa tutmayı, ayaklanmayı, isyan etmeyi” savunuyordum. Yaptığımız sohbette Ahmet Erdoğan, bana, “Biz de bunları savunuyoruz ama bizim arkadaşlar cezaevinde. Bunları arkadaşlarımız cezaevinden çıktıktan sonra birlikte” konuşsak” demişti. Hüseyin İnan ve arkadaşları tahliye olduktan sonra Ahmet Erdoğan, geldi, “Arkadaşlar tahliye oldular. Seninle gelip görüşmek istiyorlar” dedi. Hüseyin İnan ile Yusuf Aslan, daha sonra, bizim köye geldiler. Oturduk 2-3 gün konuştuk, tartışdık. “Ne yapacağız, ne edeceğiz? Siz nasıl düşünüyorsunuz, biz nasıl düşünüyoruz, biz niye öyle düşünüyoruz?” diye. Konuşmalardan, tartışmalardan sonra anlaştık. Onlarda artık ümidi kesmişler. “Bu düzende, bu legal ortamda mücadele olmuyor. Biz de illegaliteyi savunuyoruz. Silahlı mücadeleyi savunuyoruz.” demişlerdi. Hüseyin İnan ile Yusuf Aslan, beni aldı ODTÜ’ye götürdüler. Meşhur 202 nolu odaya gittik. Bu odada kalıyorlardı. 202 nolu odada Deniz Gezmiş ile tanıştım. Deniz ile ilk tanışmam 202 nolu odada oldu. Deniz ile daha sonra bizim köye gittik. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyordu. Kaçaktı. Aranıyordu. Ben, Deniz ile daha önce, 1969 yılında, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde karşılaşmıştım. SBF’de bir forum vardı. Vahap Erdoğdu ile birlikte gitmiştim. SBF’deki forumda Deniz de çıktı Filistin’den getirdiği ve üzerine giydiği askeri elbisesiyle çıktı konuştu. Ben çıldırdım. Çıkmış askeri bir elbiseyle konuşuyor, dolaşıyor. Vahap Erdoğdu, “Onu eleştirme. Sen onunla çok iyi anlaşacaksın. Ben ikinizi sonra tanıştıracağım” demişti. Vahap Erdoğdu tanıyordu Deniz’i. Sonra tanıştık. Neyse, ODTÜ’ye geldim Deniz ile tanıştım. Daha sonra Deniz ile köye gittik. Köyde kaldık. Deniz ile köyleri gezdik. Kilise köyüne gitik. Hacı Amca diye birisi vardı. Onun evine gittik, oturduk, sohbet ettik. Deniz, sırtını duvara dayadı, ayaklarını evin ortasına doğru uzattı. Rahat ve çok samimi bir adamdı kişilik olarak. Ben, Deniz’e, “yahu topla şu ayaklarını. Köylüler kızar” diye göz ediyorum. O da bana kızarak, “Sana ne” falan diye göz ediyor. Hacı amca, sonra bizi yolcu etti. Bana da, “ Bak. Ben seni akıllı bir adam belliyordum. Böyleleri ile devrim yapacağım diye ortaya çıkma. Bu adam oturmasını bilmiyor, kalkmasını bilmiyor. Sen bununla ne iş yapacaksın. Benim oğlum bile bundan akıllı. Ayrıca, sizin sağır’a gücünüz yetmez” dedi. Sağır dediği İsmet İnönü. Oğlu da işçi olarak sendika temsilciliği yapıyordu Malatya’da. Mensucat fabrikasıydı. Deniz ile böyle bir anım vardır. Ailem çok iyi tanıyodu Deniz’i. Çocuklar tanıyordu, annem tanıyordu. Hüseyin İnan ile Yusuf Aslan, anlaştıktan sonra bir gün köye geldiler. “Biz her şeyi tamamladık. Bir çok kişiyle anlaştık. Bazı eylemler yapacağız. Fakat bize silah lâzım. Silah tedarik etmenin yollarını bakalım” dediler. “Valla, benim yapacağım ne varsa yaparım. Bir tane arabam var, evim var, halılar var. Bazı eşyalar var. Onları satarım. Ne yapabilirsek alırız” dedim. “Tamam. Bunları da yaparız ama önce bizim silah satması için para verdiğimiz bir kişi var. Onları almamız gerekir. Daha sonra eksiğimizi ona göre tamamlarız” dediler. Bunlar, Diyarbakır Cezaevi’nde yatarken Diyarbakır’da silah kaçakçılığı yapan birisi ile tanışıyorlar cezaevinde. Cezaevinde tanıştıkları bu kaçakçıya o zamanın parası ile “27 bin” lira para vermişler. Kaçakçı da bunlara bu para karşılığında silah verecekmiş. Bana bunu anlattılar. Kararlaştırdık. Hüseyin İnan evde kalacak, ben de Yusuf Aslan ile Diyarbakır’a gideceğim, cezaevinde o adamla görü��üp, daha sonra silahları alacağız. Yusuf Aslan ile Diyarbakır’a gittik. Ramazan ayı. Diyarbakır’da ne bir kahvehane açık, ne bir lokanta açık. Her taraf kapalı. Akşama kadar aç kaldık. Akşam gittik bir yerlerden iki üç günlük yemek alarak tedarik yaptık. Çünkü, hem kendimiz için hem de cezaevinde bulunanlar için yemek yaptırdık. Yusuf Aslan, cezaevine gitti, söylenen adam ile görüştü, geldi. Adam, bir yer ve adres istemiş Yusuf’tan. Bizim köye yakın bir benzin istasyonu vardı. Herhangi bir saatte silahları oraya getirsin biz alırız diye oranın adresi verildi. Döndük köye geldik. Bekledik orada. Gelen giden olmadı. Yusuf Aslan ile tekrar kalktık gittik Diyarbakır’a. Hüseyin İnan, evde yalnız. Cezaevindeki adam Yusuf Aslan’a, bu kez açık olarak, “Valla, para da yok, silah da yok. Sıkışmıştım o nedenle ben size yalan söyledim. Özür dilerim. Fakat, namus sözü. Çıkınca size isterseniz para olarak, isterseniz silah olarak öderim’ demiş. Yusuf Aslan, “Bu herifi öldürmek lâzım, şöyle yapmak lâzım, böyle yapmak lâzım” diye köpürerek geldi. “Dur hele. Biraz sakin ol Yusuf. Köye gidip, düşünelim. Başka çareler buluruz” dedim. Neyse döndük geldik köye ve durumu Hüseyin İnan’ a anlattık, “Adam bizi aldatmış. Adam son sözünü söyledi. Para da yok, silah da yok” dedik. “Peki. Senin bildiğin birileri yok mu?” diye sordular. Ben de, Malatya Cezaevinde yatarken Kilis’li bir şoför ile tanışmıştım. Silah kaçakçılığı nedeniyle yatıyordu. Kendisinin değil birinin suçunu üstlenmiş. Kaçakçılık yapan birinin şoförlüğünü yaparken içeri düşmüş. “Böyle birisi var” dedim. “Silah bulur mu bulamaz mı.” diye konuştuk. “Bulur mu bulamaz mı bilemem. Ama istiyorsanız gidip görebilirim.” dedim. Benim gidip o vatandaşı görmeme karar verildi. Hüseyin İnan ile Yusuf Aslan köyde kaldılar. Gittim o vatandaşı gördüm ve silah sorununu çözerek köye geri döndüm. Eve geldim. Annem çok kızmış. Bizim evde misafire çok saygıladırlar. Misafire isyan etmezler. İtiraz etmezler. Ötedenberi bir gelenektir bu. Misafirin oturduğu oda ona attir zaten. Öyledir. Ona sadece hizmet verirler. Misafir oturur. Tarihsel bir gelenek. Kalmış öyle. Biz de devam ettiriyoruz. Ayrıca, o zaman bizim ekonomik durumumuz kötü de değildi. Ölçülerimize göre bir kişiye hizmek etmek, adam gibi davranmak da bizim açımızdan kötü bir gelenekte değil. Bu geleneği o zamanda bozmamıştık. Dönmüş gelmiştim. Annem çok kızmıştı. “Yahu oğlum sen neredesin? Eve bir takım adamları getirip bırakıp sağa sola çekip gidiyorsun. Sen ne yapıyorsun, ne ediyorsun, ne ile uğraşıyorsun?” dedi. “Ne oldu anne, ne kızıyorsun?” dedim. “Bu insanlar bu evde günlerce kalıyor. Kim bunlar neyin nesidir? Oğlum, bizim dostumuz var, düşmanımız var. Elalem her şeyi söyler” dedi. “Anne, elin ne söyleyiceğine sen bakma. Böyle de konuşma. Bunlar benim yoldaşlarım. Hüseyin’de bizim liderimiz. Bu eve onu getirdiysek sen bununla gurur duymalısın. Ortada kötü bir şey yok” dedim. “Oğlum, bu şekilde niye düşünüyorsun. Eve misafir getirdiğin için sana kızmadım. Fakat böylelerini nereden bulup lider yapıyorsun. Sen çok karışık işlerle uğraşıyorsun. Ne yaptığını da bilmiyorum. Bu işlerin sonunun iyi geleceğini de sanmıyorum. Deniz’i getirdin. Ne güzel insan. Fakat getirdiğin bu adam on gündür burada daha birimize bir kelime etmedi. Dili var mı ,yok mu? Konuşuyor mu, konuşmuyor mu? neyin nesi olduğunu anlayamadık. Bir şeyi on kere sorsan ancak cevap veriyor” dedi. Hüseyin İnan çok sessiz, sakin bir insandı. Anneme, “Anne bak. Deniz sunni. Hüseyin alevi. Sence hangisi lider olmalı?” dedim. Annem alevi olduğu için. “Kötü mötü ama yine de Hüseyin olsun oğlum” dedi. Sümesi kötü diye Hüseyin’i eleştiriyordu. Deniz daha konuşkan, daha güleryüzlü bir insan, diyordu. İnsanları seviyor, sayıyor diyordu Deniz için. Hüseyin’in ne yaptığı belli değil diyordu. “Kötü, mötü Hüseyin olsun” dedi. Bunu Hüseyin’e söyledim. “Bak, annem böyle” diyor dedim. “Yahu annen çok haklı. Hakikaten burada biz halkla ilişkileri bilemiyoruz. Ama ben evimde de böyleyim. Bunu değiştirmemiz lâzım. Konuşmak gerekiyor. Deniz, bunu daha iyi yapıyor bu bakımdan” dedi. Annemin söylediklerini, Deniz’e söylediğimde, Gördünmü, annen adamı tanıyor. Sen tanımıyorsun oğlum. Sen adamdan anlamıyorsun” demişti. Bunun bir süre mavrasını yaptık.
-Sinan Cemgil, köye geldiğinde sizinle buluşacakmış ama olmamış.
-Biz, Sinan Cemgil ile Sultansuyu köprüsünde buluşacaktık. Ben gittim orada bekledim Sinangilleri. Dağdan indim geldim orada bekledim. Onlar geciktiler. Gecikince Sultansuyu harası köprüsünden eve yaya döndüm tekrar. Ben ayrıldıktan sonra motorla gelmiş, benzincide benzinlikte çalışanlara , “Teslim’in evi nerede?” diye sormuş. Benzincide çalışanlar beni tanıyor. O bölgede herkes biliyor bizi. Benzinci, tarif etmiş bizim evi. Sinan eve gelmiş ben yokum. Sinan bunun üzerine ayrılmış evden. Ben daha sonra eve geldim. “Bir adam motorsikletle geldi seni aradı, yoktun” dediler. “Bir şey söyledi mi?” dedim. “İsmi Sinan’mış” dediler. Evden hemen ayrıldım. Tam ayrılıyorken kapının önünde polis ile jandarma belirdi. Gelen jandarmaların komutanı Yılmaz Erkekoğlu idi. Ayakkabımın birisi elimde, birisi ayağımda iken eve girdiler. Ev de sağı-solu aradılar, bir şey bulamadılar. Malatya Emniyet Müdürü, “Yılmaz bey. Teslim’i götürelim mi?” diye sordu. “Yok. Götürmeyelim. Çoluk çocuğu var. Bir yere gidemez. O elimizde. İstediğim zaman gelir, alırım onu” dedi. Jandarma ve polis ekipleri gittiler. Onlar çıkar çıkmaz ben Sinan’ı aramaya başladım. Dağdaki mağaraya gittim baktım ki Sinan gelmiş. Sarıldık, kucaklaştık, öpüştük. Ben, Sinan’ı çok severim. Sinan ile daha evveldende tanışıyorduk. Sinan’ın evine gitmiştim. Şirin ile evliydi o zaman. Bir çocukları vardı. 9 aylıktı. Beyaz, tombul bir çocuktu. Evlerinde kaldım. Sinan ile birlikte ODTÜ’ye gittik. ODTÜ’de dağa götürmemiz gereken malzemeler vardı. Askeri malzemeler. Sırt çantaları, askeri ayakkabılar, parkalar, giyecek eşyaları v.s. O malzemeleri benim arabamla götürdüm Malatya’ya. Benim o dönem 1960 model, 8 silindirli Ford marka, uzun burunlu bir kamyonum vardı. Sinan ile ODTÜ’nün arazisine girdik. Kamyona eşya yükleyenlerden birisi Deniz’di. Deniz’le biz şakalaşıyorduk. Boyumuzda yakındı birbirine. Deniz ile biraz boğuştuk, güreş tuttuk orada. ODTÜ’den eşyaları Malatya’ya götürdüğümde benimle birlikte Mustafa Yalçıner gelmişti. Bizim eve boşaltmıştık eşyaları. Evde epeyce kaldı o malzemeler. Dağları, mağaraları dolaştık, tesbit ettik. Haritamız vardı. Dağ hazırlıklarını tamamladıktan sonra evdeki malzemeleri Güvercinlik mağarasına taşıdık. Sırtımızla taşıdık o eşyaları. Gece götürüyorduk. Ertesi gün gene eve geliyorduk. Gece olunca tekrar eşyaları sırtlayıp götürüyorduk. Akşam çıkıyorduk yola ertesi sabaha karşı mağaraya varıyorduk. 11-12 saat çekiyordu. Bizim ev ovadaydı. Götürdüğümüz yer dağın başıydı. Ören’i ve bir kaç köyü geçiyorduk. Öyle taşıdık eşyaları.
– Dağdaki keşif olayını anlatır mısınız?
-Geldikten sonra Sinan’la dağda kaldık beraber. Daha sonra Nurhak’a kadar gittik. Bir eyleme hazırlanıyorduk. Karahan gediğine yakın yerde bir radar istasyonu vardı. O radarı keşfe gittik. Keşif şöyle: Radar tesislerinde kaç Amerikan askeri var, kaç subay var. Bu subayların rütbeleri nelerdir. Türk askerleri tesislerin neresinde. Biz o zaman Türk askeri ile çatışmaya girmiyorduk. Türk ordusuna karşı sempatimiz vardı. Bizim askerlerin yerini öğrenelim ki onlara zarar-ziyan gelmesin. Eğer kötü bir durum olursa Amerikalılarla çatışacağız. Amerikalı subayların rütbesini öğrenmeye çalıştık. Çünkü bu yüksek rütbeli subaylara karşılık olarak Deniz ve arkadaşlarını isteyecektik. Deniz’ler yakalanmışlardı o zaman. Cezaevindeydiler. Daha yüksek rütbeli subay olursa iyi olur diye düşünmüştük. Gittik bunları öğrendik. Buluşma yerimiz vardı. Ben buluşma yerine gittim, bekledim. Kimse gelmedi o saatte. Buluşma yerine yakın bir ağacın üstüne çıktım geleni-gideni daha iyi göreyim diye. Bir süre sonra baktım birisi geliyor. “Kimsin?” diye sordum. “Benim Mustafa Karadağ” dedi. Mustafa Karadağ o sıra THKP-C’liydi ve o köydendi. Kaçağa düşmüş Mustafa’da. Ağaçtan indim aşağıya. Baktım Mustafa ağlıyor. “Ne oldu?” diye sordum. “Bir kısmını öldürdüler, bir kısmını yakaladılar” dedi. “Kimi?” dedim. “Sinan’ı öldürdüler” dedi. Sinan’ı çok seviyordum. Sinan da ben de evliydik. Onun da çocuğu vardı, benim de çocuğum vardı. Yaşımız birbirine yakındı. Çok olgun birisiydi. Bilinçliydi, bilgiliydi, birikimliydi. Şiir de okuyordu. Mustafa, “Sinan da vuruldu” deyince çok fena oldum.
-El-Fetih kamplarına gitmek aklınıza nereden geldi?
-Buluşacağam yere gelmek için jip bulmuşlardı. Tuncer Sümer ile bir arkadaş, Sinan ve arkadaşların buluşma yerine gelebilmesi için bir jip bulmuşlar. Fakat, jipin şoförü nasıl olmuşsa kaçmış bunların yanından, gitmiş Malatya’da askerlere anlatmış durumu. Zaten jipi de benim vasıtamla bulmuşlardı. Şoför beni tanıyor ve “Ben, Teslim Töre’nin vasıtasıyla gittim oraya” diyor. Böylece ben de aranmaya başlandım. Her taraf asker kaynıyordu. Dağda on gün kadar kaldım. Geceleri değil sabaha karşı daha az tehlikeli diye sabahları uyuyordum. Dağda iken bir çobanla karşılaştım. Çok ilginçti bu olay. Çok çetin bir yer buldum dağda. Orada uyudum. Bir sesler geldi kulağıma. Şöyle bir uyandım ki, benim çok sarp bildiğim, buraya kimse gelemez dediğim yere keçiler gelmiş otluyor. Yukarıya doğru baktım ki çoban çömelmiş yere beni izliyor. Kalktım çobanın yanına gittim “Merhaba” dedim. Genç bir çocuk. “Kimlerdensin, bunlar kimin davarları?” diye sordum. “Kilise köyünün davarları. Ben de çobanlık yapıyorum” dedi. “Bizim katırlar vardı. Kaybettim, onları arıyorum. Sen katır falan gördün mü buralarda?” dedim. “Abi, ben seni tanıyorum” dedi. “Nereden tanıyorsun?” dedim. Senin resmini köye getirdi herkese gösterdiler. Askerler 2-3 kere köye geldi seni aradılar. Seni tanıyoruz. Böyle hikayeler söylemene gerek yok” dedi. “Tamam. Ben Teslim Töre’yim ama beni gördüğünü sakın kimseye söyleme. Beni gördüğünü söylersen senin başın belaya girer. Çünkü, ben zaten biraz sonra kalkıp gideceğim. O zaman sana daha çok baskı yaparlar” dedim. Çocuk ağlamaklı oldu. “Hiç olmazsa sana bir ekmek getireyim. Bir çay yapayım, içireyim öyle git” dedi. “Tamam” dedim. Zaten yanımda yiyecek falan yoktu. Çocuk, torbasındaki ekmeği hemen çıkarttı orada yedik. Kilise köyündendi o çoban. Akşam da köyüne gittim, kaldım. Ayrılırken biraz ekmek aldım yanıma yeniden dağa çıktım. Düşünmeye başladım. “Ne yapacağım tek başına?” dedim. Arkadaşların bir kısmı öldü, bir kısmı yakalandı, bir kısmı gitti teslim oldu. Bu hareket bitti, dedim burada. Ayrıca, yakınlarım da, “İlla gel teslim ol. Biz bir şeyler yapar seni kurtarırız. Burada tek başına kalıp ne yapacaksın?” diye beni sıkıştırıyorlardı. Çok karalıydım. Teslim olmak benim için mümkün değildi. Aklıma ilk gelen şey mermi almak oldu. Yanımda iki tane 14’lü tabanca vardı. Akrabalarımı Malatya’ya mermi almaya gönderdim. “Bunlar teröristlere verirler” diye akrabalarıma mermi satmamışlar. Bunun üzerine Filistin’e gitmeye karar verdim. Zaten daha önce Sinan’la bunu konuşmuştuk. Biz, ABD’li subayları kaçırabilirsek onları Filistin’e götürelim diye planlamış, ve öyle düşünmüştük. Fakat kaçıramadık olmadı. Bu sefer ben gideyim diye düşündüm. Bizim tanıdığımız biri vardı. Daha önce toprağına tütün, haşhaş ekerdi. Sonra kaçakçı olmuştu. Bir arkadaş göndererek onu yanıma çağırdım. Gece bir yerde buluştuk. Kaçakçılara güven olmaz. Adamla buluştuğumuz yerde, “Şu an hareket edip Suriye’ye gideceğiz” dedim. “Tamam” dedi. Mustafa Karadağ, kaçakçı ve ben. Üçümüz yola çıktık. Köyden köye yürüyerek Suriye sınırına kadar yayan gittik. Uğradığımız köylerde kaçakçının tanıdıkları var. Kaçakçıya para da verdik. Urfa’da bir şeyhin evine götürdü bizi. Şeyh bizi sınırdan geçirecek. Mustafa Karadağ hasta numarası yapıyor. Böyle cin çarpmış yarı deliler olmaz mı? Böyle bir hasta numarası yapıyor. Ben Mustafa’nın amcasının oğluyum. Onu şeyhe getirmişim iyilişessin diye. Tedavi ettireceğiz. Şeyhe, “Misafirler geldi. Hastaları var” diye anlatmışlar. Şeyh, bizi yağlı müşteriler gibi gördü ve çok ciddiye aldı. Kuzu kesti yedik. Önce bizi babasının mezarına götürdü. Mezardan birer avuç toprak aldı ve “bunları yiyin iyileşirsiniz” diye yememiz için bize verdi. Mustafa Karadağ aldı toprağa yemeye başladı. Eğilip kulağına, “Oğlum yeme” diyorum ama Mustafa, “Sen karışma bana” diyerek Şeyh inansın diye toprağı yedi. Şeyh sigara veriyor içelim diye, işi iyice deliliğe veren Mustafa onu da yiyor. Şeyh, “Gece hatim” indireceğiz” dedi. Baktım iş uzayacak. Şeyh ile konuştum. “Bu hasta değil. Biz Suriye’liyiz. Buraya eşya getirdik. Eşyalarımızı, malımızı, paramızı, pasaportlarımızı, kimliklerimizi her şeyimizi elimizden aldılar. Suriye’ye geçebilmek için buraya kadar yayan geldik. Sen bize bir iyilik yap, bizi öbür tarafa geçir” dedim. “Hemen jipe binin” dedi. Gündüz vakti. Saat 12.00 falan. Şaşırdık ama jipe bindik. Jipi sürdürdü doğru karakolun önünde durdurdu. Yetkiliye, “Bu adamlar şimdi karşıya geçecek” dedi. Görevli, “Ama şeyhim anarşistler var, nasıl olur?” dedi. “Sen benim misafirlerime nasıl anarşist dersin” dedi. Neyse bizim önümüze düştü. “Benim bastığım yerlere basarak takip edin” dedi. Biz giderken askerin birisi silahını kayaya dayamış işiyordu. Sırtını da silaha dönmüş. Adam gitti silahı aldı. Versin diye yalvarıyor asker. Adam da vermem, diyor, sövüyor askere. Müdahale etmek zorunda kaldım. “Ver silahını. Niye alıyorsun askerin silahını. Bize bir şey diyen yok. Sen deli misin?” dedim aldım silahı verdim askere. Tabii askerde şaşkın. Gündüz vakti. “Nereye gidiyorsunuz?” diyor. Gece gelip gidiyorlar daha çok. Orası yol gibi. Adam bizim önümüze düştü geçirdi bizi karşıya. Karakolun önünden. Gündüz vakti saat 12.00. Öbür tarafa geçtik.
-İlk kez mi Suriye’ye gidiyorsun?
-İlk kez geçiyorum sınırı. Acemiyiz de. Mustafa Karadağ ile de şöyle bir kaygımız var: “Ulan bunlar Arap. Hepsi siyah insanlar. Biz iki tane beyaz adam bunların arasında ne yapacağız, nasıl kamuflaj olacağız.” Biz, Arap deyince zenci anlıyorduk. Sonradan anladık ki arap dediklerimiz zenci değillermiş. Sınırdan geçiren adam bizi bir köye götürerek bir eve bıraktı. Gece olunca Suriye askeri köyü bastı. Onlarda gelip yabancı varsa haracını alıp gidiyorlarmış. Suriye askerleri gidene kadar köyün dışında bir harmanda saklandık. Kaldığımız evdeki adama, “Biz, Şam’a, Filistin’lilerin bulunduğu yere gitmek istiyoruz” dedik. “Siz fedai misiniz?” diye sordu adam. Fedai sözcüğünü de ilk kez işitmiştim. “Hee, fedaiyiz” dedik. Suriye parası ile 60 liraya bir araba kiraladık. Adam bizi götürecek. Fırat’a salla karşıya geçiyorlar. Salla bizi karşıya geçirdi ama “Suriye jandarmaları yolu kesmişler. Siz burada kalın ben gidip motorsiklet getireyim” dedi ve bizi bir köyde bıraktı, arabası ile çekti gitti. Yanımıza genç kızlar geldiler. Onlar türkçe, biz arapça bilmiyoruz. Bize bir şeyler söylüyorlar anlamıyoruz. Bize gülüyorlar, üzerimize su atıp şakalaşıyorlar, elbiselerimizi çekiştiriyorlar, dalga geçiyorlar. “Şimdi buranın delikanlıları gelirse başımız belaya girer” diye çekindik. Köyün dışına çıktık. Motor sesini duyunca yola indik. “Needen ayrıldınız köyden” dedi. Biz de, kızların bizelere yaptıklarını anlattık. “Yahu ne korkuyorsunuz. Bunlar arap. Türkiye’deki gibi adam falan öldürmezler böyle şey için. Bekar kızlar. Ne var bunda korkacak” dedi. Bizi motora bindirdi bir eve götürdü. Ev sahibi, “Bunlar İsrail ajanı” diye başladı. Oradan da kalktık bir taksiye bindik Halep’e gittik. Bir taksiye el kaldırdık durdurduk. “Bizi Şam’a götür” dedik. Tesadüf bir olay. Taksinin şoförü türkçe konuşuyor. “Niye geldiniz?” diye sordu. Anlattık. “Sizin Kilisli bir hemşehriniz var. Otobüs şoförü. Ona götüreyim sizi. O sizi otobüsle Şam’a kadar götürür” dedi. Kilisli dediği otobüs şoförünün yanına götürdü. Kilisli otobüs şoförü, bizi Şam’a kadar götürdü. Şam’da indik. “Şuraya gideceksiniz” dedi. Dediği yere gittik ama yanlış bir büroya gitmişiz. Bir polise sormak zorunda kaldık Filistinlilerin yerlerini. Polis de bizi aldı karakola götürdü. Biraz sonra bir adam geldi. Adam türkçe biliyor. Bizi sorgulamaya başladılar. Biz de anlattık. “Türkiye’den geldik. Devrimciyiz. Ben THKO’luyum. Bize darbe vurdular. Arkadaşlarımızdan bir kısmı öldü, bir kısmı yakalandı. Hayatımız tehlikede olduğu için biz de Filistin kamplarına geldik. Filistinlilerle görüşmek istiyoruz” dedik. “Bu o kadar kolay değil. Ya ajansanız ne olacak?” dedi. “Ne ajanı olabiliriz” dedik. “Türk ajanı da olabilirsiniz, İsrail ajanı da olabilirsiniz. Bizim için ikisi de tehlikeli” dediler. “Biz, İsrail’i daha bilmiyoruz. Türk ajanı da değiliz.” dedik. “Bunu ıspatlamanız gerekir” dediler. “Sizin buraya Türkiye’den gazete geliyor mu” dedim. “Geliyor” dediler. “Türkiye’den gelen gazetelere bakın orada mutlaka benimle ve anlattığım olaylarla ilgili bir haber mutlaka vardır” dedi. Neyse gittiler Hürriyet gazetesini getirdiler. “Mucize adam aranıyor” diye başlık atmış Hürriyet gezetesi. Mustafa Yalçıner’en günlüğünü yayınlamışlar. “İşte bu benim” dedim. Esas kimliğim ile Ziraat Odaları’nın kimliği vardı üzerimde. Onları da gösterdim. “Tamam” dediler ve bizi doğrudan Filistin bürosuna götürdüler. Gittik orada İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olan Filistinli bir çocukla karşılaştık. Türkçeyi çok iyi biliyor. O geldi, “Necisiniz, kimsiniz?” diye sorgulamaya başladı. Gazeteyi yanımızda götürmüştük. “Bak bu benim” dedim. THKO’yu falan biliyordu bizi sorgulayan çocuk. Gitti birileriyle görüştü geldi çocuk. “Tamam. Kabul edildiniz. Yarın siz Ebu Cihad ile görüşeceksiniz.” dedi. Bir iki gün sonra Ebu Cihad ile orada görüştük. Ebu Cihad El-Fetih’in Genelkurmay başkanı ve ikinci adamı idi. İsrailliler, Ebu Cihad’ı Tunus’ta evine özel baskın düzenleyerek öldürdüler sonra. Delik deşik ettiler adamı. Çok değerli bir adamdı. Siyaseti de, diplomasiyi de çok iyi bilirdi.
– İlk gittiğinizde size ayrı bir kamp mı verdiler yoksa varolan kamplardan birisinde mi kaldınız?
-İlk başta EL-Fetih’lilerle bir süre eğitim gördük. Daha sonra bize ayrı kamp verdiler. Kampımız Şam’ın dışında idi. Filistin örgütlerinde Türkler çoktu. Bizim orada THKO adına ayrı bir kampımız vardı. Başka kişiler de geldi. Türkiye’den gelenlerle irtibat kurduk. Türkiye’ye gidip-gelen arkadaşlarımız oluyordu.
-Kimler gelip gidiyordu ve neden gelip gidiyordu?
-Mustafa Karadağ bir kere geldi Türkiye’ye. Türkiye’ye esas gelip giden Suriye’nin kürtlerinden “Nasri” dediğimiz birisiydi. Esas ismi o değil. İstanbul’a kadar, Türkiye’nin her yerine gelip gidiyordu. politik bir yönü yoktu. Köylü. Kaçakçılık yapan birisiydi. O bizi çok seviyordu. Bazan para da veriyorduk. Öyle abartılı değil tabii. “Bugün İstanbul’a gideceksin Nasri”, dediğimizde hemen atlayıp gidiyordu. Çünkü pasaportu da vardı. Zaman pasaportla gidip geliyordu. Sınırdan da kaçak gidip geliyordu. Avni Gökoğlu bir kaç gidip geldi. En son gidişinde; 1973 Mayıs ayında vuruldu. Tuncer Sümer, Türkiye’ye çalışmak için geldi, yakalandı. Alınan karar gereğince geldi. O zaman organizeydik. Artık örgütlü çalışmaya başlamıştık.
-Kimler organize ediyordu bu çalışmaları?
-Mustafa Karadağ, ben ve Avni Gökoğlu vardı. İlk başka bu üç kişiydi yönetici olarak. Mustafa Karadağ THKP-C’li idi ama bizim harekete kaydı ve bizim yoldaşımız oldu. Yakalandı “THKO-2” davası onun üzerine kuruldu zaten. Daha sonra, Hasan Ataol ile Ergun Adaklı geldiler. Ergun Adaklı çok etkindi. Disiplinli, akıllı, okuyan birisiydi. Okuduğunu anlayabilen, tartışabilen bir arkadaşımızdı. O dönem özellikle kollektif yönetimi kabul etmiyorlardı. Özellikle Hasan Ataol kollektif yönetimi kabul etmiyordu. “Burada lider sensin. Sen ne dersen o olur” diyordu. Şeflik sistemini bir anlamda ön plana çıkartıyordu. Ben de bunu kabul etmiyordum. Ayrılmanın temel nedeni de oydu. Ben “Partileşme” üzerine bir broşür yazdım. “Parti neymiş, parti olmaz” dediler ve ayrıldılar. Partiye karşıydılar. “THKO var. Onu yaşatacağız” diyorlardı. Hüseyin İnan’ın cezaevinde yazdığı bir broşür vardı. Hasan Atatol küçük bir deftere onu yazmış sürekli arka cebinde gezdiriyordu. Bu broşür daha sonra “Türkiye Devriminin Yolu” olarak yayınlandı. Biz de, “Bu aşıldı. Bununla yürümez bu işler” diyorduk. Daha sonra ayrıldık.
-1971’de çıkışınızdan sonra ne zaman Türkiye’ye geldiniz ve ne için gelmiştiniz?
-1971 yılında ilk kez Türkiye’den ayrıldıktan sonra tamamen kalmak için 1973 yılında Türkiye’ye geldim. Fakat, geldim gördüm ki, dergi çıkartmadan, kitap çıkartmadan örgütlenmeye olmayacak. Tekrar döndüm Şam’daki kampa. Bir yazı yazdım. “Mücadele Birlik” diye Şam’da broşür bastırdım. 400 tane sırtlayıp Türkiye’ye geldim ve örgütlenme çalışmalarına devam ettim. 1974’te geldim 12 Eylül 1980’ne kadar da bir daha dönmedim.
-İlk etapta nerelerde örgütlenmeler yaptınız?
-İlk etapta Urfa, Adıyaman, Gaziantep bölgesinde çalışmalar yaptık. Çalıştığımız yerlerde bir tane bile olsa örgütlediğimiz kişiler çıkartıyorduk. Örneğin Urfa’da bir ay bir şeyhin evinde kaldım. Bizi sınırdan geçirten değil bu başka bir şeyhti. Bu şeyh bana, “Allah var mı, yok mu?” diye sordu. “Böyle şeyleri tartışmayalım“ dedim önce. Daha sonra tartıştık, konuştuk. İyi bir adamdı. Namaz kılıyor, oruç tutuyor. Kendine göre bir inancı var ama kendisi gibi düşünmeyen kişilerle de oturup sohbet etmeyi seviyor. Onlara da yardımcı olmak istiyor. Dini alet edipte din adına insanlık düşmanlığı yapanlardan değildi. Farklı bir din adamıydı. Ben de çok saygı gösterirdim ona. Öyle dost olduk ki, “Yahu sizin hatırınız ben de sizin düşündüklerinize inanmaya başlayacağım” dedi. “Hayır. Dininden, inancından vazgeçme. Bizimle dost ol yeter. Biz senden fazlasını istemiyoruz” dedik. Urfa’da şeyhin evinde kalırken çalışmalarımı da yürütüyordum. Adıyaman’la ilişkiler kurdum. Araba ayarladım, silah ayarladım. Silahlı dolaşırdım zaten. Urfa’dan Adıyaman’a geçtim. Adıyaman’a geçtikten sonra çevreyle ilişki kurduk. Eğittiğim kişiler oldu. Artık oralara ben gitmedim. Onları gönderdim. Çıkarttığım broşürleri gönderdim. O broşür üzerine tartışmalar oldu.
-THKO davalarından yargılananlardan bir kısmı 1974 affıyla dışarı çıktı. Onların bu örgütlenmeye ilişkileri oldu mu?
– 1974’te af çıkınca, bizim THKO’lulardan bir kısmı da dışarı çıktı. Bunların bir kısmıyla 1975’te, “THKO/GMK (Geçici Merkez Komitesi)” adı altında bir yapı oluşturduk. Merkez Komitesi 9 kişiydi. Bu Merkez Komite’de: Atilla Keskin, ben, Ercan Öztürk, Aktan İnce vardı. Aktan İnce, bir süre sonra ayrıldı kendi grubunu kurdu. THKO’lu değildi. Cezaevinde iken THKO’lu olmuştu. Daha sonra “Maoculuk” ortaya çıktı. “Yoldaş” isimli bir dergi çıkartıyorduk. Bir sayısının kapağına “Sovyet Sosyal Emperyalizmi” diye başlık koydular. Ben reddettim. Ayrıştık. 9 kişilik Merkez Komitesi’nin içinde ben tek başımaydım. 8 kişi Maoculuğu savunuyordu. Savunmadığım için ayrıldım ve ayrı bir örgütlenmeye gittim. 1980’e kadar THKO/Mücadele Birlik (MB)’ci olarak kaldık. 1980 Nisan ayının sonlarında Adıyaman’ın Karalar köyünde yaptığımız bir kurutayla da TKEP’i kurduk.
-İlyas Aydın hakkında sizin bildiklerinizi öğrenmek istiyorum.
-“Mahir” kitabında yazdığın gibi birileri Suriye’ye getirmişte Teslim Töre’nin ekibine teslim etmiş diye bir şey yok. Yalan. Öyle bir şey yok kesinlikle. Bize ne böyle bir adam getirildi, ne de öyle birisinden haberimiz oldu. Biz çok sonradan haberdar olduk. Gülten Çayan gelmiş, yanında bir arkadaşla gelmiş. Yabancı isim takmışlar arkadaşına. Öyle gelmişler. İnce, zayıf, uzun boylu birisiydi. Gülten, bir gece bizde kaldı. Pasaportla gelmişlerdi oraya. İkisinin de pasaportu vardı. İlyas Aydın, orada, Demokrattik Cephe ile THKP-C adına ilişki kurmuş. Bize teslim edilmesi diye bir şey söz konusu değil. Demokratik Cephe, yani Naif Havatme ile ilişki kurmuş. Onlara gelmiş. Doğrudan doğruya THKP-C adına ilişki kurmuş. Ona yer yurt vermişler. O da orada kalmış. Orada THKP-C adına konuşuyormuş. Gülten’e nasıl haber verildi, kim haber verdi, biz haliyle bunları bilmiyoruz. Kimden işittiklerini de bilmiyoruz. Geldiler bize. “Biz buraya geldik. Böyle böyle. Bizim örgüte çok zarar vermiş birisi var. Mahir’lerin ölümüne o neden oldu. Kızıldere’yi o planladı. Peşinden geldik” gibi şeyler anlattı. Bizim öyle bir şeyden haberimiz yoktu. Gülten Çayan’dan öğrendik biz bunları. O anlattı. Bizim bilgimiz ve ilgimizde yok. O zaman, THKP-C ile Kızıldere’de bizim arkadaşlar vardı. Cihan Alptekin, Ömer Ayna vardı. Onlar da şehit oldular. Bizim THKP-C ile ilişkimiz yoktu zaten. Kim var, kim yok. Biz onlar adına, kim ajan, kim değil böyle bir şeyi ne söyleyebiliriz, ne öyle hukukumuzda yok. Öyle bir bilgimizde yok zaten. Geldiler, öyle anlattılar. Biz de, “Buyrun evde kalın” dedik. Bizim evde kaldılar. Bizimle birlikte kaldı Gülten ve arkadaşı. Mahir’in mektubunu çıkarttı gösterdi bana. El yazısıyla yazılmış bir mektup. Gülten’e yazılmış bir mektup. İçeriğinde: İlyas Aydın’ın nasıl bir ajan olduğunu yazıyor. Uzun zaman oldu. Hatırladığım kadarıyla şunlar yazıyordu mektupta: Evin bodrumuna hapsettik. Oradan kaçtı. Koray Doğan’ın ölümünden sorumlu. Bizim başımıza bütün çorapları hep o ördü. Elrom’un kaçırılışını o haber verdi. Elrom’un yerini o söyledi. Mahir mektubunda bunları yazıyordu. Gülten verdi mektubu okuduk. Bizi inandırmaya çalışıyordu ajan olup olmadığı konusunda. Biz de, “Bizi ilgilendirmiyor” dedik. Bizim bu işte bir payımız, bir hissemiz yok ki. O ajan mı değil mi diye hüküm verelim. Sizi ilgilendiren bir şey dedik. Ajansa ne yapacaksınız siz yapın, ya da değilse siz karar verin, dedik. Mahir’in mektubunu biz de okuduk. Bir gün vicdanımıza soran olursa söyleriz. Mahir’in böyle bir mektubu vardı. Okuduk deriz. Ama öbür tarafı bizi ilgilendirmiyor. Mahir, niye yazdı, nasıl yazdı bilmiyoruz tabii. Gülten ve arkadaşı, en son, “İfadesini aldık” falan dediler. İlyas Aydın’ın ifadesini almışlar. Kâğıtlara, defterlere birşeyler not almışlar. Demokrat Cephe de, “O zaman bizimle ilgilide bir şeyler biliyordur” diyerek İlyas Aydın’ı daha sonra bunlardan almış. Ve ondan sonra Demokratik Cephe’den Gülten’e gelmiş demişler ki, “İlyas öldü” demişler. Öldü mü kaldı mı bilmiyorum. Gülten ve arkadaşı, İlyas Aydın’ın ölüsünü gidip görmüşler herhalde. Öyle sanıyorum. Fazla bir bilgimiz yok bunlarla ilgili olarak. O zaman çok farklı örgütlerdik. İllegalite koşulları. Kimse kimsenin işine fazla burnunu sokmaz. Fazla onunla ilgilenmeye kalkarsan hemen bir şüphe doğar, “Neyin nesidir?” diye. Biz, El-Fetih’te kalıyorduk. Onlar, Demokratik Cephe’de kalıyordu. Zaten o zaman Demokratik Cephe ile El-Fetih çok düşman birbirine. Birbirleri ile bir sürü silahlı çatışmaya girmişler. Birbirlerinden adam öldürmüşlerdi. Biz buna rağmen El-Fetih’e söyledik. Dedik, böyle böyle. “Yardımcı olacağız” dedik. El-Fetih hemen balıklama dalmak istedi. “Hemen gidip alalım, getirelim” dediler. “Yok. Bu bizim işimiz değil. O bizi ilgilendirmiyor. Onun sahipleri burada. Herkes nasıl istiyorsa öyle yapar” dedik.
-İlyas Aydın’ın sorgulamasında kimler bulunduğu hakkında Gülten Çayan bir şeyler anlattı mı?
-İlyas Aydın’ın sorgulanmasını kimin yaptığını bilmiyorum. Biz yanlarında değildik. Gülten mi yaptı, yanında ki çocuk mu yaptı. Demokratik Cepheliler mi yaptılar. İşin o yönünü tam bilmiyorum.
-İlyas Aydın’ın ifadesini teyp bandına almışlar. Bundan bilginiz var mı?
-Bantlar vardı. Hasan Ataol anlatmış sana. Öyle bozuk bazı sesler vardı. Ben zaten dinlemedim fazla. Sesler çıkıyor anlaşılmaz sesler. Temiz alamamışlar ya da niye öyle almışlar. Bantı ben de dinledim ama bir şey anlıyamadım, bıraktım. Beni ilgilendirmiyordu daha doğrusu. Banta neyi sorduklarıda belli değildi.
-Mahir’in mektubunu size neden okuttu?
-Ben olaya uzak baktığım için Gülten beni ikna etmeye çalışıyordu. Mahir’in mektubunu verdi okumam için. Mahir’in yazısını da tanımıyorum. Başka birinin mektubuda olsa tanımam. Ama, Mahir’in altında imzası vardı. İsmini yazmış. Gülten’in bana yalan söylemesi için bir neden de yok. Sonra ikna olup olmamamda önemli değildi benim açımdan. İlgim yok. Onun için gösterdi, anlattı. Böyle yazmış, şurada şöyle yapmış. Mahir’lerden söz ederken “Onları geberttik” demiş. “Kızıldere’de onların işini bitirdik” demiş. Böyle düşmanca laflar etmiş.
-Ne kadar kaldı Gülten ve arkadaşı?
-Böyle ufak bir süre kaldılar ve gittiler Gülten ve arkadaşı. Onların ordu ile ilişkileri çoktu. Orhan Savaşçı aracılığıyla gelmiş örgüte. Orhan da Gülten’in ağabeyisi. Niye bu olay bu kadar önemseniyor bilmiyorum ayrıca. Çok önemsendi, çok üzerinde duruldu.
-Nasıl yani?
-Oğuzhan Müttüoğlu ÖDP’nin kurultayında bana, “Yahu Teslim seninle biraz konuşalım bu konuyu” dedi. “Konuşalım” dedim. Anlattım ben. Oğuzhan, şimdi de bunun üzerinde duruyorlar. Ajan olup olmadığı konusunda fazla bilgim yoktur. Mahir, beni İlyas ile görevlendirmişti. Onunla ilgileniyordum” dedi. Oğuzhan da emin değildi. “Yahu Mahir bana İlyas’ın ajan olduğunu hiç söylemedi. Ama sonra böyle şeyler söylemiş. Ben de yakalandım cezaevine düştüm. Orada öğrendim. Ben de anlıyamadım” dedi. Nedim Şahhüseyinoğlu da ÖDP’nin kurultayındaydı.
-İlyas Aydın ile daha çok kim ilgileniyordu ?
-İlyas Aydın ile daha çok Gülten ilgileniyordu. Mahir kitabında bizimle ilgili olarak anlatılanlar yanlış. İlyas Aydın’ı bize kimse getirmedi. Biz, o geldiği zaman zaten kendi kampımız vardı bizim. 48 numaralı kamptaydık. Bizim kendi kampımız. Komutanı da bizdendi, yöneticisi de bizdendi. Nöbetini de biz tutuyorduk. Biz, Filistinlilerden ayrı bir kampta kalıyorduk. Fakat bizim ilişkilerimiz El-Fetih’leydi.
-Bulunduğunuz bölge neresiydi?
-Biz, Şam ile İsrail’e doğru giden Lübnan sınırına yakın bir yerdeydik. Derenin içindeydi kampımız. Demokratik Cepheliler şehrin içindeydiler, Şam’daydılar. İlyas Aydın, onların dediğine göre, İlyas Aydın’ı koruyorlarmış. “Demokrat Cephe olarak büyük bir devrimci ile tanıştık, büyük bir devrimci geldi bize” diye bunlar, El-Fetih’e büyüklük taslıyorlarmış. “Bakın biz Türkiye’nin daha iyi devrimcisi ile ilişki kurduk” gibisinden. Sonradan Demokrat Cepheliler söylediler. “Bak iyi devrimci falan diye ajan getiriyorlar buraya, ajan sokuyorlar buraya” diye Demokrat Cephelileri eleştiriyordu El-Fetih’liler. Biz, Şam’ın dışındaydık. Demokrat Cepheliler Şam’da kalıyorlardı. Askeri kamplara gidecek adam değildi. THKP-C’nin temsilcisi diye özel muamele yapmışlardı.
-Başka THKP-C’li var mıydı?
-Başka THKP-C’li olarak orada kimse yoktu. O geldi. O gitmiş, “Ben THKP-C’denim” diye. Demokrat Cephe ile ilişki kurmuş. Onlarla kalmış.
-İlyas Aydın’ın daha önceden Malatya’da görev yaptığını söylüyorlar.
– Vallaha bilmiyorum. Malatya’da ne görevi yapmış ki? 1971’de Malatya’dan ayrıldım. Bizim orada asker olarak, o da bizi sık sık gözaltına alıp götürdükleri için tanıştığımız, tanıdığımız Yılmaz Erkekoğlu vardı.
•Malatya’dan Filistin’e nasıl gelmiş.
-Çeto falan doğru. Onlar götürmüşler. “Çeto” dedikleri Mehmet Emin Ağdaş. Mahmut Karabağ’ı bilmiyorum. Mehmet Emin Ağbaş (Çeto), İlyas Aydın’ı Filistin’e getirmiş olabilir. Çükü, Çeto ile daha sonra bir sürü sorun çıktı. Bu işlerin içinde olduğu ortaya çıktı. Daha doğrusu polis ile işbirliği içinde olduğu söylendi. Bir ara devrimciler onun peşine düşmüştü onu cezalandırmak için. TİKKO’lular mı neydi. Tam olarak bilmiyorum ama birileri düşmüşlerdi peşine. Öldü ama Allah’ın emriyle. Tam da bilmiyorum. Öldü mü sağ mı...
https://gunlukbakis.com/turhan-feyizoglu-teslim-tore-soyle…/
2 notes
·
View notes