Tumgik
#Hadi 17 Eylül
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
Sen niye bu kadar hüzünlüsün dedi ?
-Benim bir tarafım hep hüzündür dedim.
Senin hiç mutlulukların,
Ağız dolusu kahkahaların olma dımı ?
-Hiç olmadı.
Sevenin Peki ?
- Hüzünlü birini kimse sevmezki.
Adın ne senin ?
-Adım Hüzün Çiçeği.
Hangi mevsimde nerde açarsın sen ?
-Benim belli bir mevsimim de yoktur.
-Bazen dağların en zirvesinde.
-Bazen bir kaldırım köşesinde.
-Kimi zaman sevmesini bilen yüreklerde.
-Nerde bir umut ışık görürsem orda açar boy veririm.
-En çok da hüzünlü yürekleri mesken tutarım.
Sevdim seni dedi.
-Şaşırdım.
-Beni mi dedim.
Evet seni sevdim be adam ..
-Tam da,
-Ama nasıl olur diyecektim ki,
Parmağıyla sus işareti yaptı ve,
Hadi şiirlerini de al düş peşime.
-Nereye dedim.
Yüreğimizin yettiği yere dedi.
Şiirlerinle demlenir,
Hüzünlerinle dertleniriz fena mı olur ..
-Belki de ilk defa tebessüm ettim o gün.
-Ve ilk defa bir umudun peşinden gittim.
-Açacak nice çiçekler, yazılacak nice şiirler vardır kim bilir....🦋
~Cengiz Yavuz✍🏻 17 Eylül 2022
~Ayrılıkların Şairi~
5 notes · View notes
moonchildstyles · 3 years
Text
aster y/n would definitely wear something like this to bed one night, and harry would love it😩
_______________
he would love all the little strings and ties on it thinking she looks so cute GHISFHUSHFSU she def prefers sleeping in his clothes for bed but she wold love to have a cute set like this when they're on like vacation or something so its just special🥺
15 notes · View notes
aynurant · 3 years
Text
2 Eylül 2019 tarihli yazım :
HEVESİMİ KIRMA HEVESKIRAN
"Rahmetim gazabımı geçti."
Hadis-i Kudsi
Oysa...
Sandalyeyi sokağın ortasına atıp gelip geçen hatunların tesettürüne (!) bakmak dışında İslâm ' a zerre faydası olmayan a /salak , diyor ki :
-Şulebaş mı ? Sıkmabaş mı ? Ele o uygun degil , olmuyor yani...
Oysa...
Oysa Rahmetli ' nin mücadelesi... Çevresi... Kamusal alanda hiç yeri olmayan örtüye bir yer bir alan açabilme çabası... Zaten sonradan çarşafla örtünmüş, kalemi ile hizmet etmiş...
Ah her şeye bir kulp bulan hâllerimiz; heveskıran bunlar başka bir şey değil işte...
Hani 1968'de İlahiyat Fakültesi işgal edilmişti de Demirel Meclis'te alkışlarla "Müdafaa edeceğimizi mi zannediyorsunuz" diyordu...
"İlahiyat fakültesindeki boykotu müdafaa edeceğimi mi zannediyorsunuz? 20. asrın 1968 Türkiye'sinde, başörtüsü Türkiye’nin hangi problemini halledecek? Müdafaa edeceğimizi mi zannediyorsunuz? (bravo sesleri , alkışlar)"
Daha sonra da Arabistan ' a gidin... demişti ya...
Başka bir not , yakın tarihten canım, öyle çok uzak değil...
ANAP hükümeti 25 Ekim 1990’da üniversitelerde başörtüsüne serbesti getiren üçüncü kanununu çıkarmıştı ... Bu kez SHP iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş , ancak talep reddedilmiş . 2547 sayılı YÖK Kanunu’nun ek 17. maddesi uyarınca üniversitede her türlü kılık kıyafet serbest olmuştu . 1997’de Kemal Gürüz YÖK Başkanı seçilene kadar serbestlik devam etmişti...
Bu tarihî ayrıntılarla tatlı canınızı hiç sıkmak istemem doğrusu...
Sonra...
Karınca kararınca devam etti mücadele...
Üniversite kapısında peruk , takma sakal , postal kontrolü falan fazla insanî gelmiyor değil mi şimdilerde kulağa?
Eeeee neler görüp geçirmiş ülkemiz... Unutmamak gerekiyor bunları... Çarçabuk unuttuk nisyan ile malûl olduğumuzdan mıdır nedir?
Ve bazen de...Bugün de... Başörtüsü konusunda karşıt tarafta yer almayanlar da ayak altında orda burda şurda olmamızı hazmedemiyorlar bir türlü... Birkaç metal & rock & roll konserinden alıntı başörtüsüne zulüm adı altında olaraktan... Siz bi evden çıkmasanıza demek... Ama bu da aynı Ahmet Necdet Sezer gibi oluyo o zaman da :
- Evinizde başınızı örttünüz de bi şey mi dedik bacılar?
Ya Hu bu evde değil kamusal alanda mahreme görünmemek adına geldi , hoş, evime de karışmayın isterseniz...
Hem...
Sadece yüzü görünen bir fotoğrafla yazı yazan hatuna ağza alınmayacak tekfirler mülâaneler yazanlar mı ararsınız yüzünü gizleyip gizleyip...
Yazılmasın, hep meydan başkalarına mı kalsın isteniyor ?
Niçin hoyratça kırıyorsunuz heveslerimizi ey heveskıranlar ? Diyesimiz de gelmiyor değil hani...
Oysa gönlünü kalbini yorandan yani ağırlıklarından kurtulmadan olmuyor irtifa kazanmak , uçmak...
Uçmak diye cennete diyorlar hem...
Ne güzel kelime...
Dünyada da uçmak mümkün minik sevinçlerle...
Hele ukbaya dair hayâllere uçmak...
Kimi minik bir mazlum duasından...
Kimi hor görülen bir hizmetten...
Kimi sadece mahcubiyetinden...
Kimi gayretinden düşmana, kimi nefretinden...
Kimi bir gülümseyişinden...
Kazanacak...
Biliyoruz, inanıyoruz...
Müslümanız çünkü biz, umuda teslim olmuşuz...
Nüket Belsan Taşören
3 notes · View notes
httpsfxs · 3 years
Note
5
25
7
17
32
bu kadar bb
5.sence aşk nedir?
Aşka çokta inanmıyorum o yüzden bi fikrim yok yani kısaca bilmiyorum
25.hiç reddedildin mi?
Birisine çıkma teklifi bile etmedim onu geç birisinden hoşlanmadım bile 🙂
7.en sevdiğin renk?
Mor
17.mutluluk neydi?
Felsefe yapmicam
32.doğum günün ne zaman?
12 Eylül(lan doğum günümü unuttuğun için sormadın dimi)
Beni bş şüpheye soktun ama hadi neyse
Sorduğun için teşekkürleerr öbdüm mwah <3
4 notes · View notes
Text
GECE KUŞAĞININ ALTINDA- İlk Bölüm: Zorunluluk
Merhaba, ben Eylül. 18 yaşındayım. Okula geç başladım. Bu yüzden şuan 12’ye gidiyorum. Sadece annem ile yaşıyorum. Bunun nedeni babamın yurt dışında çalışması. Kendim hakkımda anlatabileceğim pek fazla bir şey yok aslında. Neredeyse her gün cenazeye gider gibi siyah giyinen, asosyal ve sıradan bir kızım. 1.62 boyum ve 52 kiloyum. Siyah saçlarım var ve yeşil gözlerim. Hakkımda anlatabileceğim şeyler bu kadar, şimdilik.
Şu anda tek yapmak istediğim müzik dinlemek ve kitap okumakken, ben valiz hazırlıyorum. Neden mi? Çünkü sınıf gezimiz var ve ben her ne kadar istemesem de tehdit ile zorla gönderiliyorum. Annem beni bilgisayarım ve telefonum ile tehdit ettiği için gidiyordum. Gezinin zorunlu olmamasına rağmen annem benim asosyal olmamdan rahatsız olduğu için gönderiyor zorla(!). en azından annemi bilgisayarımı almam konusunda ikna etmiştim. 3 gün kalacağım otelde boş boş oturmak yerine sanırım bir 10 film bitirebilirdim. Yapılan etkinliklere katılmayı düşünmüyordum. Ama bunun gibi bir ihtimalim olmadığını da biliyordum. Sıkıntıyla oflarken babamın burada olmadığı için bir kez daha küfrettim. Babam burada olsaydı asla zorla bir şey yaptırmazdı bana. Aklıma gelince, özlediğimi fark ettim. Yaklaşık beş aydır görmüyordum babamı. Yarı tatile girmemize 15 gün filan kalmıştı. Bir aksilik çıkmazsa yarı tatilde gelecekti Türkiye’ye.
Valizimi kapattım ve kahvaltı için aşağıya indim. Valizimi kapının yanına koydum ve çoktan kahvaltıya başlayan annemin yanına oturdum. “Günaydın” dedim somurtarak. Anneme trip atıyordum. Bu bir gerçekti. Annem halime güldü. Yine de “Günaydın” dedi. Ben yemeğimi yemeye başlayınca konuştu. “Hadi ama! Bu kadar da kötü olamaz. Alt tarafı 3 günlüğüne Erzurum’a gidiyorsun.”
Ah, size bahsetmeyi unuttum. Evet, bu aptal gezi için Erzurum’a gidiyordum. Hem de aylardan ocak. Nasıl ironi ama(!). Resmen 17 dereceden -5 dereceye gidiyordum. İzmir’de yaşamıyor olmasam belki bu kadar koymazdı. Anneme cevap vermeden yemeğe devam ettim.
Kahvaltımı bitirdikten sonra anneme kaçamak bir bakış attım ve kalktım. Kapıya doğru gittim ve kapıyı açtım. Ocak ayında sonbahardaymışız gibi hissettiren hafif rüzgâr ile karşı karşıya geldiğimde oradaki havanın karlı ve eksilerde olduğunu hatırladım bir kez daha. Bu bile içimi ürpertti. Anneme son kere yalvaran bir bakış attım. “Gitmek zorunda mıyım?” Annem gülümsedi. “Hayır, değilsin.” Dediği anda içimde kısacık bir an umut oluştu. Ta ki cümlenin devamını getirene kadar. “Tabi ki elektronik cihazlardan bir ay uzak kalmak senin için sorun olmayacaksa.” Gözlerimi devirdim ve yaklaşmakta olan kolejin -“Devrim Koleji”nin- servisine doğru yürüdüm. Tam binecekken annem konuştu, daha doğrusu bağırdı diyebilirim. “İnince ara beni!” Kafamı çevirdim ve anneme baktım. Gözlerimi devirdim ve servise bindim. Annemin şu anda çıldırdığına eminim. Gözlerimi devirmemden nefret ediyordu.
Servisin başında ayakta duran sınıf öğretmenimiz olan Ceyda Hoca’ya selam verdikten sonra boş bulduğum tekli koltuğa oturdum. Valizimi önüme aldım. Yanıma aldım ve içine ıvır zıvırlarımı koyduğum çantadan mp3 çalarımı ve kulaklarımı çıkardım. Zaten hazırda olan listemin başından şarkıyı açtım ve dinlemeye başladım.
“Islak Kum-Contra”
Gözlerimi yavaşça araladım. Gözüme çarpan ilk şey yağmur damlaları olurken serviste olduğumu yeni idrak ediyordum. Ne ara uyumuştum ben? Hala çalmakta olan müzik listesinin 2. Şarkısında olduğunu görünce kaşlarımı çattım. Çünkü ya 5 dakikadır uyuyordum, ya 4 saattir. Korkuyla telefonumun ekranına baktığımda saatin neredeyse ikiye geldiğini gördüm. Yani 4 saattir uyuyordum. Bu kadar uyku fazlaydı.
“Selam Eylül.” Bir anda Ceyda Hoca’nın sesini duyunca irkildim. Yanıma durmuş her zamanki gibi şefkatle bakıyordu. “Buyurun hocam?” dedim. “Bir şeye ihtiyacın var mı canım?” diye sordu. Var mıydı? Sanırım yoktu. “Yok, hocam teşekkür ederim ama bir şey soracağım.” Dedim. “Tabi.” Şu dört saatte bile sıkılmıştım. Uyumama rağmen(!). “Daha kaç saatimiz var?” diye sordum. “Sanırım yaklaşık dört saatimiz filan kaldı. Az daha dayan.” Deyip göz kırptı. Beni bir tek bu hoca anlıyordu ya. Sanırım o yüzden seviyordum bu hocayı. Başımı onaylarcasına salladım. Ceyda Hoca eski yerine geçerken ben okuma kitabımı çıkardım. Kitabımı bitirebilirim diye umuyordum. Zaten yarısındaydım. Kaldığım sayfayı açtım ve okumaya başladım.
Not: Hikayedeki karakterler, olaylar ve yerler tamamen kurgusaldır, gerçekle bir ilişkisi yoktur!
4 notes · View notes
yusufserkan · 5 years
Text
Selim Acar…
“Bir anda kolumu kaldıramadım, vurulduğumu anladım, kurşun göğüs kafesimin altına girmişti, zor nefes alıyordum, ölümü beklemem gerekiyor galiba diye düşündüm, birinin ‘Selim öldü' dediğini duydum, ‘ben ölmedim' diyemedim, sesim çıkmıyordu, meğer vücuduma üç kurşun girmiş, uzuv kaybım var, iç organlarım parçalanmış, askerden sonra d��rt yıl serseri mayın gibi kendimi aradım, neredeyim, neler oluyor diye günlerimi geçirdim, tek tek şehit arkadaşlarımın mezarlarına gittim, oraya mı aitim, buraya mı aitim, algılayamıyorum, bazen kendimi tuvalet kağıdı gibi hissediyorum, kendi vatanımızı savunduk ama, sanki paçavrayız.”
Erhan Atik…
“İnsanların duyarsız olması beni çok üzüyor. Kimi insanlar ‘bana ne, benim için mi vuruldun' diyor. Bu cümle beni bitiriyor.”
Erol Aydın…
“Davul zurnayla gittim, koltuk değneğiyle döndüm, bazı insanlar ‘devletten maaş alıyorsun, daha ne istiyorsun?' diyorlar.”
Erol Ayhan…
“Karaciğer, bağırsak, böbrek, kalp, ortopedi, beyin, sinir cerrahisi, üç ay içinde 41 ameliyat oldum, bacağımı diz üstünden kestiler, yıllar geçti, hâlâ vücudumdan şarapnel parçaları çıkıyor, biz gazileri biz gazilerden başka kimsenin anlamadığını gördüm.”
Reşat Bakır…
“Sinir uçlarım çok hassastı, protez taktığımda çok canım yanıyordu, sürekli evdeydim, dışarı çıkamıyordum, ama çocuklar anlamıyor ki… Oğlum yanıma geldi, ısrar etti, birlikte parka gittik, banka oturdum, salıncağa binmek istiyor, kaydıraktan kaymak istiyor, onunla birlikte oynamamı istiyor, bakıyor, etrafındaki babaların hepsi çocuklarını kucaklarına alıyor, oğlum da aynısını istiyor, hadi gayret edeyim dedim, kaldırmak istedim, ikimiz birlikte düştük.”
Mehmet Çamkerten…
“Vuruldum, sırtüstü yerdeyim, o anda sol yanıma el bombası düştü, kalkmak istedim, kalkamadım, şehadet getirdim, el bombası patlamadı… Şimdi televizyonda seyrediyoruz, bir belediye otobüs şoförü iki kolu bir bacağı olmayan gaziye ‘şerefsiz' diye bağırabiliyor, 16 arkadaşım boşuna şehit olmuş, boşuna gazi olmuşuz.”
Rafet Değerli…
“Korucuların köyünü bastılar, oraya gittiğimde şoke oldum, sobanın kuzinesinden altı aylık bebeği çıkardım… Köyden ayrıldık, 10 dakika gitmeden mayına bastım, sol ayağım, ayak bileğim, parmaklarım, tarak kemiğim, hepsi gitti, dizime kadar yanıktı. 2000'li yıllara kadar gazinin anlamı vardı, nereye gidersek, devlet kurumlarında müdür bile kapıda karşılardı, güleryüzle buyur ederdi, gazinin şu an anlamı da yok, değeri de yok.”
Metin Erdem…
“Şarapnel geldi, gözüm aktı, babam şehit oldum diye sela verdirmiş köyde, mezarımı kazdırmış, bugün bile hâlâ kafamı hissetmiyorum, sonra gidip Abdullah Öcalan'la müzakere yaptılar!”
Fazlı Ersan…
“Çatışmaya girdik, elim koptu, şuurumu kaybettim, bir ara bulutların arasında gidiyordum, herhalde şehit olduk gidiyoruz dedim… Türk-Kürt çatışması diyorlar, benim hanımım Kürt, ne çatışması? Bir ortama girdiğimizde gaziyiz diyoruz, vebalı gibi bakıyorlar. Artık polis bile gaziye saygı göstermiyor.”
Zekeriya Gökyar…
“Belim kırıldı, felç oldum, 19 yıldır yatağa bağımlı yaşıyorum, şu kadarını söyleyeyim, hakkımı helal etmiyorum.”
Kadir Garip…
“Reklam panolarına ‘referandumda evet demek, şehit ailelerine ve gazilere pozitif ayrımcılık demektir' diye yazmışlardı, tam tersine, durumumuz daha da kötüleşti. Sokakta gördüğüm çocuklar bana afacan afacan baktığında, lanet okuyorum bu hayata… Bana ‘baba' diyecek bir çocuk sesi duymak istiyorum. Kullanamadığım bacaklarıma inat, koşup zıplayan bir evlat istiyorum, çok mu?”
Emrah Güneri…
“Patlamayla havaya uçtum, elime şarapnel isabet etmişti, acıdığını hissettim, eldivenimi çıkarırken bir asker botu gördüm, tanıdık geldi, ayaklarıma baktım, kan fışkırıyordu. Ayağım kesildi. İnsanlar bizi gazi olarak görmüyor, sadece engelli olarak görüyor.”
Yunus Kara…
“Sol ayağım kömür olmuş, sağ ayağım diz üstünden kopmuş, üstümde sadece boş palaska kalmıştı. Şimdi haklarımız öylesine kısıtlı ki, istediğimiz protezi bile alamıyoruz, ayağımın canlısını verdim, sahtesini alamıyorum!”
Ömür Karaman…
“20 yaşımda askere gittim, 37 yaşındayım, 17 senedir tedavi görüyorum, 20 defa ameliyat oldum, yüzde 93 engelliyim, hiç sosyal hayatım olmadı, evliliği düşünmeye vaktim bile olamadı, bütün ömrüm, gençliğim hastanede geçti, milletin onurunu, namusunu korurken bu hale geldik, şimdi çevremde bazıları ‘Ömür'ün psikolojisi bozuk' diyorlar, ben de ‘Allah kimseye benim yaşadıklarımı yaşatmasın da, varsın beni anlamasınlar' diyorum.”
Selami Karanfil…
“Gazi olarak onurlu şekilde yaşayamıyoruz, milli bayramlarda bayrak asacak cesaretim bile kalmadı, Mustafa Kemal Atatürk'ün olmadığı yol, karanlıktır. Türkiye maalesef yoldan çıktı.”
Hüseyin Kocalar…
“Ayağıma baktım, yok. İnşallah rüyadır diye dua ediyordum ama, rüya değildi. Hükümet bize iyi gözle bakmıyor. Biz ne yaptık vatanımızı korumaktan başka?”
Sabahattin Külah…
“Benim ayağımı alan adamlar şu an Meclis'te!”
Bektaş Oruç…
“Şehit için isyan etmiyorsun, gazi için isyan etmiyorsun, ‘bu çocuk 20 yaşında kör olmuş, kolu bacağı kopmuş' demiyorsun, ne yapayım böyle halkı, ne yapayım böyle devleti!”
Kadir Özbayar…
“Kafamdam vuruldum, gazi sayılmıyorum, gazi olabilmek için illa kaçakçı mı olmak lazım?”
Cengiz Özerden…
“Belediye otobüsüne bir kere bindim, otobüs şoförü ‘geç geç bedavacı' dedi, bir daha belediye otobüsüne binmedim.”
Hüseyin Sevik…
“Kimseye muhtaç değilken, kucakta taşınmaya başladım, biraz sesimiz çıksa, ‘sana iş veriyoruz, maaş veriyoruz, daha ne istiyorsun?' diyorlar, bu saatten sonra bana dünyayı verseniz ne olur.”
Ömer Sevinç…
“51 ameliyat geçirdim, 14 yıldır hastanede yaşıyorum, ne zaman çıkacağım belli değil, bir gözümü, iki bacağımı kaybettim, şimdi bize ‘gazilik sektör oldu' diyorlar! Hesabını biz soramıyoruz ama, yüce Allah soracaktır.”
Cemil Şenoğlu…
“Artık yarım insanım, hükümet bizden çok teröristleri önemsiyor.”
Ersin Taştan…
“Adamlar gözümüzün içine baka baka ‘ben Pkk'lıyım' diyor, biz ‘gaziyim' demeye utanıyoruz.”
Engin Tunç…
“Bu ülkede gaziler lehine çıkartılan yasa var mı? Ben hiç duymadım.”
Hüseyin Turan…
“Mayına bastım, ayağımı gördüm, avazım çıktığı kadar bağırdım, kabullenemiyordum, o an ölmek istedim, böyle yaşayamam diye düşündüm, GATA'ya getirildim, bir gün tuvalete gittim, elimi yüzümü yıkamak istedim, aynaya baktım, korkudan bağırdım, meğer yüzüm, saçlarım, kaşlarım yanmış, farkında değildim. Bugün Türkiye'ye bakıyorum, meğer kaybettiklerimizin hiçbir değeri yokmuş.”
Yavuz Yücel…
“Vatanseverlik mi azaldı, toplum mu çıkarcı oldu, bilemiyorum.”
Halil Mısırlı…
“Millet bizi unutmasın, hayattan başka bir şey istemiyorum.”
Değerli arkadaşım Koray Gürbüz tarafından kaleme alınan “Unutmayın” isimli kitaptan satırlar bunlar.
Okurken darmadağın olduğunuzdan eminim ama, gerçekler böyle.
Koray astsubaydı.
Bir değil, iki kere gazi.
1991'de Şırnak Gabar'da vuruldu, henüz 18 yaşındaydı, dört ameliyat oldu, geri döndü.
1996'da Siirt Karadağlar'da pusuya düştüler, 18 şehit verdik, Koray'ı öldü diye çatışma bölgesinde bıraktılar, ölmedi.
Bir böbreği yok, dalağı yok, safrakesesi yok, bağırsaklarının bir bölümü yok, karaciğerinin yarısı alındı, bacaklarında ve kollarında parçalı kırıklar vardı, altı ay komada kaldı, 23 defa ameliyat oldu, sol bacağı iki santim kısa kaldı, sol tarafı boydan boya hissetmiyor, sol kolunu kullanamıyor.
Çünkü…
14 kurşun ve şarapnel girip, çıkmıştı!
Türkiye rekoru, gazi Hacı Altıner'e aitti, 1951'de Kore'de vücuduna 14 kurşun yemiş, ölmemişti. Koray bu rekoru egale etti.
Yılmaz Yiğit mesela, değerli adaşım…
Adı gibi yılmaz, soyadı gibi yiğit.
2007 yılıydı.
Şırnak'taydı.
“Üs bölgesini aldık, terörist grupla teması bekliyorduk ki, bulunduğumuz bölge havaya uçtu, önceden patlayıcıyla tuzaklamışlar, 21 kişiydik, 21'imiz de serilmişti, vücuduma elektrik verilmiş gibi hissettim, sol koluma baktım, sol kolum yok, bacağıma sanki kaynar su dökülmüştü, baktım, bacağım yok, doğrulmaya çalıştım, ayakucumda çukur var, baktım, bacağımın parçaları duruyor çukurda, kelime-i şehadet getirdim, çatışma devam ediyordu, tüfeğim dedim, tüfeğim nerde, sağ kolum erimiş plastik gibi damlıyordu yere.”
O an fark etmemişti Yılmazım…
Sol gözü de gitmişti.
Ya da mesela… “Yarın bizi yazmayı unutmuyorsun değil mi ağabey?” diye ısrarla telefon eden, değerli kardeşim İzzet Ertunç.
1996'da Batman'da mayına bastı.
İki bacağını da kaybetti.
Geçen yıl Anıtkabir'e geldi.
Tekerlekli sandalyesiyle merdivenleri aşabilmesi mümkün değildi.
Varlığıyla onur duyduğumuz deniz kurmay albay Ali Türkşen oradaydı.
İzzet'i sırtına aldı, Atatürk'ün mozolesine çıkardı.
Kahramanın sırtında kahraman…
En büyük kahramanımızı selamladılar.
Bugün 19 Eylül.
Gaziler Günü.
Mustafa Kemal'e TBMM tarafından “gazi” unvanının verildiği gün.
Bizler sadece, Mustafa Kemal'in askerleriyiz.
Bizler sadece, Mustafa Kemal'in askerleriyiz.
Onlar “gazi” Mustafa Kemal'in askerleri.
Vatan denilen kavram…
Şehitlerimizle birlikte, bu insanlarımızdır.
Belediyelerdeki, ihalelerdeki hırsızlıklardan komisyon istemiyorlar.
Alt tarafı senede bir gün, hatırlarının sorulmasını istiyorlar, hepsi bu.
Sayın açılımcı hükümetimizden, lütfedip biraz da gazi açılımı yapmasını rica ediyoruz!
Oğulları pkk'ya katılan annelere gösterilen sımsıcak ilginin, hiç olmazsa birazcığının, gazilerimize, annelerine, eşlerine, evlatlarına gösterilmesini rica ediyoruz!
4 notes · View notes
yeniyeniseyler · 4 years
Text
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (17 Eylül 2020)
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (17 Eylül 2020)
Cem Avnayim, Tarık Uğur Özenbaş, Aslı Melisa Uzun ve Hilal Şefkatli’nin dönüşümlü olarak sundukları para ödüllü canlı bilgi yarışması “Hadi” bugün 20:30’da. Bugünün yayın akışı ve ödülleri şu şekilde:
Saat 12:30’da “Mini Hadi”de 3 Joker Hakkı.
Saat 20:30’da “Az mı Çok mu?”da 1.000 TL.
  Joker Kodları:  (Tüm kodlar denenmiş, çalışmaktadır. )
[su_row][su_column size=”1/2″ center=”no” class=””]
OP56…
View On WordPress
0 notes
dzsimsek · 5 years
Photo
Tumblr media
ULUSAL DUYARLIĞIMIZI KAYBETTİK
    Atatürk’e TBMM tarafından “gazi” unvanının verildiği tarih olan 19 Eylül “Gaziler Günü” olarak kutlanmaktadır, daha doğrusu kutlanması gerekmektedir..
Peki biz, gazilerimize hak ettikleri değeri veriyor muyuz?
Ne yazık ki bu soruya “evet” yanıtı veremiyoruz.
ABD de “Gaziler Günü” var: 11 Kasım. O gün Federal tatil günüdür ve tüm kentlerde gazilerin onuruna törenler düzenlenir; gazilerin kahramanlıklarından, özverilerinden övgü ile söz edilir Törenler medyada birinci haber olarak yayımlanır. Bu tarih dışında da her zaman, her yerde, havaalanlarında/ çarşıda/ sokakta vb. kamuya açık her alanda bir gazi görüldüğünde büyük saygı gösterilir, öncelik verilir, hatta alkışlanır.
Dün 19 Eylül idi. Hiçbir televizyon haberinde gaziler gününden, gazilerden söz edildiğini duydunuz mu? Bugünkü gazetelere bakın bakalım bir haber görebilcek misiniz? Biz, kamuya açık alanlarda karşılaştığımız gazilerimize saygı gösteriyor muyuz?
Oysa bizimkiler vatanımızı savunmak, ulusal birliğimizi/ bütünlüğümüzü korumak için canları pahasına savaşırken gazi oldular. Amerikalılar ise vatanlarını savunmak için değil, kapitalist emperyalistlerin dünyayı sömürmesi için Vietnam’da, Afganistan’da, Irak’ta vd. yerlerde savaşırken gazi olmuşlar…
Yazıklar olsun, bize; ulusal kimlik bilincimizi yitirmişiz!..
* * *
Emperyalistlerin SEVR Antlaşmasındaki amaçlarını gerçekleştirebilmeleri için, ulusal birliğimizi bozmaları, Atatürk’ün kurmak istediği “ulus devlet”imizi yıkmaları/ ülkemizi parçalamaları gerekiyordu. Bunun için önce ulusal kimlik bilincimizi yok etmeli idiler. Bu amaçla yıllarca sistemli bir şekilde çalıştılar. Kendilerine yardımcı olacak hainler bulmakta da güçlük çekmediler. Sonuçta ulusal değerlerimize duyarsız bir toplum olduk.
Askeri birliğin nizamiyesindeki bayrağımız gönderden indirilip yakıldı. Ülkemizi parçalamak isteyen teröristler davul zurna ile karşılanıp otobüslerin üzerinde zafer turları attı. Resmi televizyon kanalının her gün hava durumunu gösterdiği haritasında, ülkemizin doğu ve güneydoğusunu “Kürdistan” sınırları içinde gösteren Barzani, kırmızı halı ile karşılandı; iktidar partisinin kongresinde “Türkiye seninle gurur duyuyor” tezahüratıyla alkışlandı. Geçmişte Genç Cumhuriyetimizi yıkmak için devlete isyan etmiş hainler kahramanlaştırıldı/ heykelleri dikildi. İçimizdeki hainlerce, millet olarak “Ermeni katili” olmakla suçlandık/ suçlanıyoruz. Kurtuluş Savaşımızdaki hainler kahraman, kahramanlar hain ilan edildi. Ulusal birliğimizin harcı Atatürk’e ve annesine açıkça en ağır hakaretler edildi vs. vs. Hiçbirine, ulusça ayağa kalkıp gerekli tepki göstermedik. Hatta “keşke Yunan kazansaydı” diyen hainler devlet katında itibar gördü…
Öyle görülüyor ki emperyalistler epey yol aldılar ve amaçlarına erişmek üzereler…
* * *
Televizyonlarda her gün terör haberlerini izliyoruz: “çatışma çıktı ya da EYB patladı; şu kadar şehit, şu kadar yaralı...”
Üzülmeyenler de vardır ama genelde şehitlerimize üzülüyor ama yaralıları umursamıyoruz. Onların ellerine sanki diken battığını sanıyoruz. Oysa çoğu günlerce, hatta aylarca “keşke şehit olsaydık” diyecek kadar büyük acılar, ağrılar çekiyor, ameliyat üstüne ameliyat oluyorlar. Uzun süren tedavinin sonunda hastaneden ağır engelli olarak taburcu edildiklerinde toplumun duyarsızlığı ile karşılaşınca, ömür boyunca sürecek çok daha ağır acılar yaşamaya başlıyorlar... Gaziler günü nedeniyle özel yazı yazma gereği duyan az sayıdaki yurtsever yazarlar arasında bulunan Sevgili Yılmaz Özdil dünkü yazısında, kendisi de gazi olan Sayın Koray Gürbüz’ün, gazilerin anılarını topladığı “UNUT MAYIN/ Gazilerin Gerçeği” (Kırmızı Kedi Yayınları, 2017) adlı kitabından alıntılar yapmış. Aşağıda bazı örnekler sunduğumuz, gazilerimizin yaşadıklarını ve duygularını anlamak için okuyun…
* * *
YILMAZ ÖZDİL : Senede bir gün…
Selim Acar…
“Bir anda kolumu kaldıramadım, vurulduğumu anladım, kurşun göğüs kafesimin altına girmişti, zor nefes alıyordum, ölümü beklemem gerekiyor galiba diye düşündüm, birinin ‘Selim öldü' dediğini duydum, ‘ben ölmedim' diyemedim, sesim çıkmıyordu, meğer vücuduma üç kurşun girmiş, uzuv kaybım var, iç organlarım parçalanmış, askerden sonra dört yıl serseri mayın gibi kendimi aradım, neredeyim, neler oluyor diye günlerimi geçirdim, tek tek şehit arkadaşlarımın mezarlarına gittim, oraya mı aitim, buraya mı aitim, algılayamıyorum, bazen kendimi tuvalet kağıdı gibi hissediyorum, kendi vatanımızı savunduk ama, sanki paçavrayız.”
Erhan Atik…
“İnsanların duyarsız olması beni çok üzüyor. Kimi insanlar ‘bana ne, benim için mi vuruldun' diyor. Bu cümle beni bitiriyor.”
Erol Aydın…
“Davul zurnayla gittim, koltuk değneğiyle döndüm, bazı insanlar ‘devletten maaş alıyorsun, daha ne istiyorsun?' diyorlar.”
Erol Ayhan…
“Karaciğer, bağırsak, böbrek, kalp, ortopedi, beyin, sinir cerrahisi, üç ay içinde 41 ameliyat oldum, bacağımı diz üstünden kestiler, yıllar geçti, hâlâ vücudumdan şarapnel parçaları çıkıyor, biz gazileri biz gazilerden başka kimsenin anlamadığını gördüm.”
Reşat Bakır…
“Sinir uçlarım çok hassastı, protez taktığımda çok canım yanıyordu, sürekli evdeydim, dışarı çıkamıyordum, ama çocuklar anlamıyor ki… Oğlum yanıma geldi, ısrar etti, birlikte parka gittik, banka oturdum, salıncağa binmek istiyor, kaydıraktan kaymak istiyor, onunla birlikte oynamamı istiyor, bakıyor, etrafındaki babaların hepsi çocuklarını kucaklarına alıyor, oğlum da aynısını istiyor, hadi gayret edeyim dedim, kaldırmak istedim, ikimiz birlikte düştük.”
Mehmet Çamkerten…
“Vuruldum, sırtüstü yerdeyim, o anda sol yanıma el bombası düştü, kalkmak istedim, kalkamadım, şehadet getirdim, el bombası patlamadı… Şimdi televizyonda seyrediyoruz, bir belediye otobüs şoförü iki kolu bir bacağı olmayan gaziye ‘şerefsiz' diye bağırabiliyor, 16 arkadaşım boşuna şehit olmuş, boşuna gazi olmuşuz.”
Rafet Değerli…
“Korucuların köyünü bastılar, oraya gittiğimde şoke oldum, sobanın kuzinesinden altı aylık bebeği çıkardım… Köyden ayrıldık, 10 dakika gitmeden mayına bastım, sol ayağım, ayak bileğim, parmaklarım, tarak kemiğim, hepsi gitti, dizime kadar yanıktı. 2000'li yıllara kadar gazinin anlamı vardı, nereye gidersek, devlet kurumlarında müdür bile kapıda karşılardı, güleryüzle buyur ederdi, gazinin şu an anlamı da yok, değeri de yok.”
Metin Erdem…
“Şarapnel geldi, gözüm aktı, babam şehit oldum diye sela verdirmiş köyde, mezarımı kazdırmış, bugün bile hâlâ kafamı hissetmiyorum, sonra gidip Abdullah Öcalan'la müzakere yaptılar!”
Fazlı Ersan…
“Çatışmaya girdik, elim koptu, şuurumu kaybettim, bir ara bulutların arasında gidiyordum, herhalde şehit olduk gidiyoruz dedim… Türk-Kürt çatışması diyorlar, benim hanımım Kürt, ne çatışması? Bir ortama girdiğimizde gaziyiz diyoruz, vebalı gibi bakıyorlar. Artık polis bile gaziye saygı göstermiyor.”
Zekeriya Gökyar…
“Belim kırıldı, felç oldum, 19 yıldır yatağa bağımlı yaşıyorum, şu kadarını söyleyeyim, hakkımı helal etmiyorum.”
Kadir Garip…
“Reklam panolarına ‘referandumda evet demek, şehit ailelerine ve gazilere pozitif ayrımcılık demektir' diye yazmışlardı, tam tersine, durumumuz daha da kötüleşti. Sokakta gördüğüm çocuklar bana afacan afacan baktığında, lanet okuyorum bu hayata… Bana ‘baba' diyecek bir çocuk sesi duymak istiyorum. Kullanamadığım bacaklarıma inat, koşup zıplayan bir evlat istiyorum, çok mu?”
Emrah Güneri…
“Patlamayla havaya uçtum, elime şarapnel isabet etmişti, acıdığını hissettim, eldivenimi çıkarırken bir asker botu gördüm, tanıdık geldi, ayaklarıma baktım, kan fışkırıyordu. Ayağım kesildi. İnsanlar bizi gazi olarak görmüyor, sadece engelli olarak görüyor.”
Yunus Kara…
“Sol ayağım kömür olmuş, sağ ayağım diz üstünden kopmuş, üstümde sadece boş palaska kalmıştı. Şimdi haklarımız öylesine kısıtlı ki, istediğimiz protezi bile alamıyoruz, ayağımın canlısını verdim, sahtesini alamıyorum!”
Ömür Karaman…
“20 yaşımda askere gittim, 37 yaşındayım, 17 senedir tedavi görüyorum, 20 defa ameliyat oldum, yüzde 93 engelliyim, hiç sosyal hayatım olmadı, evliliği düşünmeye vaktim bile olamadı, bütün ömrüm, gençliğim hastanede geçti, milletin onurunu, namusunu korurken bu hale geldik, şimdi çevremde bazıları ‘Ömür'ün psikolojisi bozuk' diyorlar, ben de ‘Allah kimseye benim yaşadıklarımı yaşatmasın da, varsın beni anlamasınlar' diyorum.”
Selami Karanfil…
“Gazi olarak onurlu şekilde yaşayamıyoruz, milli bayramlarda bayrak asacak cesaretim bile kalmadı, Mustafa Kemal Atatürk'ün olmadığı yol, karanlıktır. Türkiye maalesef yoldan çıktı.”
Hüseyin Kocalar…
“Ayağıma baktım, yok. İnşallah rüyadır diye dua ediyordum ama, rüya değildi. Hükümet bize iyi gözle bakmıyor. Biz ne yaptık vatanımızı korumaktan başka?”
Sabahattin Külah…
“Benim ayağımı alan adamlar şu an Meclis'te!”
Bektaş Oruç…
“Şehit için isyan etmiyorsun, gazi için isyan etmiyorsun, ‘bu çocuk 20 yaşında kör olmuş, kolu bacağı kopmuş' demiyorsun, ne yapayım böyle halkı, ne yapayım böyle devleti!”
Kadir Özbayar…
“Kafamdam vuruldum, gazi sayılmıyorum, gazi olabilmek için illa kaçakçı mı olmak lazım?”
Cengiz Özerden…
“Belediye otobüsüne bir kere bindim, otobüs şoförü ‘geç geç bedavacı' dedi, bir daha belediye otobüsüne binmedim.”
Hüseyin Sevik…
“Kimseye muhtaç değilken, kucakta taşınmaya başladım, biraz sesimiz çıksa, ‘sana iş veriyoruz, maaş veriyoruz, daha ne istiyorsun?' diyorlar, bu saatten sonra bana dünyayı verseniz ne olur.”
Ömer Sevinç…
“51 ameliyat geçirdim, 14 yıldır hastanede yaşıyorum, ne zaman çıkacağım belli değil, bir gözümü, iki bacağımı kaybettim, şimdi bize ‘gazilik sektör oldu' diyorlar! Hesabını biz soramıyoruz ama, yüce Allah soracaktır.”
Cemil Şenoğlu…
“Artık yarım insanım, hükümet bizden çok teröristleri önemsiyor.”
Ersin Taştan…
“Adamlar gözümüzün içine baka baka ‘ben Pkk'lıyım' diyor, biz ‘gaziyim' demeye utanıyoruz.”
Engin Tunç…
“Bu ülkede gaziler lehine çıkartılan yasa var mı? Ben hiç duymadım.”
Hüseyin Turan…
“Mayına bastım, ayağımı gördüm, avazım çıktığı kadar bağırdım, kabullenemiyordum, o an ölmek istedim, böyle yaşayamam diye düşündüm, GATA'ya getirildim, bir gün tuvalete gittim, elimi yüzümü yıkamak istedim, aynaya baktım, korkudan bağırdım, meğer yüzüm, saçlarım, kaşlarım yanmış, farkında değildim. Bugün Türkiye'ye bakıyorum, meğer kaybettiklerimizin hiçbir değeri yokmuş.”
Yavuz Yücel…
“Vatanseverlik mi azaldı, toplum mu çıkarcı oldu, bilemiyorum.”
Halil Mısırlı…
“Millet bizi unutmasın, hayattan başka bir şey istemiyorum.”
Değerli arkadaşım Koray Gürbüz tarafından kaleme alınan “Unutmayın” isimli kitaptan satırlar bunlar.
Okurken darmadağın olduğunuzdan eminim ama, gerçekler böyle.
Koray astsubaydı.
Bir değil, iki kere gazi.
1991'de Şırnak Gabar'da vuruldu, henüz 18 yaşındaydı, dört ameliyat oldu, geri döndü.
1996'da Siirt Karadağlar'da pusuya düştüler, 18 şehit verdik, Koray'ı öldü diye çatışma bölgesinde bıraktılar, ölmedi.
Bir böbreği yok, dalağı yok, safrakesesi yok, bağırsaklarının bir bölümü yok, karaciğerinin yarısı alındı, bacaklarında ve kollarında parçalı kırıklar vardı, altı ay komada kaldı, 23 defa ameliyat oldu, sol bacağı iki santim kısa kaldı, sol tarafı boydan boya hissetmiyor, sol kolunu kullanamıyor.
Çünkü…
14 kurşun ve şarapnel girip, çıkmıştı!
Türkiye rekoru, gazi Hacı Altıner'e aitti, 1951'de Kore'de vücuduna 14 kurşun yemiş, ölmemişti. Koray bu rekoru egale etti.
Yılmaz Yiğit mesela, değerli adaşım…
Adı gibi yılmaz, soyadı gibi yiğit.
2007 yılıydı.
Şırnak'taydı.
“Üs bölgesini aldık, terörist grupla teması bekliyorduk ki, bulunduğumuz bölge havaya uçtu, önceden patlayıcıyla tuzaklamışlar, 21 kişiydik, 21'imiz de serilmişti, vücuduma elektrik verilmiş gibi hissettim, sol koluma baktım, sol kolum yok, bacağıma sanki kaynar su dökülmüştü, baktım, bacağım yok, doğrulmaya çalıştım, ayakucumda çukur var, baktım, bacağımın parçaları duruyor çukurda, kelime-i şehadet getirdim, çatışma devam ediyordu, tüfeğim dedim, tüfeğim nerde, sağ kolum erimiş plastik gibi damlıyordu yere.”
O an fark etmemişti Yılmazım…
Sol gözü de gitmişti.
Ya da mesela… “Yarın bizi yazmayı unutmuyorsun değil mi ağabey?” diye ısrarla telefon eden, değerli kardeşim İzzet Ertunç.
1996'da Batman'da mayına bastı.
İki bacağını da kaybetti.
Geçen yıl Anıtkabir'e geldi.
Tekerlekli sandalyesiyle merdivenleri aşabilmesi mümkün değildi.
Varlığıyla onur duyduğumuz deniz kurmay albay Ali Türkşen oradaydı.
İzzet'i sırtına aldı, Atatürk'ün mozolesine çıkardı.
Kahramanın sırtında kahraman…
En büyük kahramanımızı selamladılar.
Bugün 19 Eylül.
Gaziler Günü.
Mustafa Kemal'e TBMM tarafından “gazi” unvanının verildiği gün.
Bizler sadece, Mustafa Kemal'in askerleriyiz.
Onlar “gazi” Mustafa Kemal'in askerleri.
Vatan denilen kavram…
Şehitlerimizle birlikte, bu insanlarımızdır.
Belediyelerdeki, ihalelerdeki hırsızlıklardan komisyon istemiyorlar.
Alt tarafı senede bir gün, hatırlarının sorulmasını istiyorlar, hepsi bu.
Sayın açılımcı hükümetimizden, lütfedip biraz da gazi açılımı yapmasını rica ediyoruz!
Oğulları pkk'ya katılan annelere gösterilen sımsıcak ilginin, hiç olmazsa birazcığının, gazilerimize, annelerine, eşlerine, evlatlarına gösterilmesini rica ediyoruz!
  Süleyman Çelik
2 notes · View notes
kalbininsesinidinle · 2 years
Text
hadi bu gecenin şarkısı bu olsun... iyi geceler!
17 Eylül 2022 Cumartesi, 23.50.
1 note · View note
yasaraltindag · 3 years
Text
Yaşamak ve ölmek
Hadis: Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz. Kaynak: Hakikat S: 17 Eylül 2019
0 notes
izimbozada · 3 years
Photo
Tumblr media
Assos Sivrice Koyu ve bölgenin en yenisi @assosgazebohotel . En sevdiğimiz #eylül ayına özel rotaları keşfetmeye devam ediyoruz.👨‍🌾🚙 Kazdağlarının güzelliği arasından geçerek vardığımız kadim şehir Assos; kendi cazibesiyle insanı hayatının geri kalanında alıkoyabilecek cinsten topraklara sahip. Görecek nice yerleri var… Assos Sivrice Koyu’nda deniz kenarında hafif yüksek bir seviyede kalan Gazebo Hotel‘in de manzarasının nefesimizi kesen güzelliğini ömür boyu unutamayacağız sanırız. Biricik bir ânı yaşadığımızın farkındayız. Tam kafa dinlemelik bir yer anlayacağınız... Gazebo Hotel Assos’un en yeni ve sempatik mekânlarından biri. Deniz manzaralı ve balkonlu, zevkli tasarımlı odalardan oluşuyor. Hemen önünde özel plajı da bulunuyor Gazebo Hotel’in. Panaromik manzaralı terasları yukardan bakıyor denize. Serpme kahvaltı ve akşam yemekleri burada deniz manzarasına karşı yiyebiliyorsunuz. Karidesli kalamar beğendi ve deniz taraklı spagettinin tadı hâlâ damağımızda! Odalar iki kişi kahvaltı dahil 950 Lira. 📞 0 533 266 27 17 Odaların genişliği 24 metrekare civarında. +6 yaş ve üzeri çocuk kabul ediyorlar. Serpme kahvaltılarına otelden bağımsız olarak da gidebiliyorsunuz. Kişi başı 75 Lira. Aracınızı park edebileceğiniz otoparkları mevcut. Balıkesir Koca Seyit Havalimanı 88 km uzaklıkta, Çanakkale Havaalanı 98 km uzaklıkta bulunuyor. 🌿 Özellikle zaman ayırın dediklerimiz: Behramkale, Adatepe, Yeşilyurt, Kazdağları. Ayrıca farklı bir yer de denize girmek isterseniz Kadırga Koyu da favorilerimizden. -Şimdi burada olmak istesen yanında kimin olmasını isterdin, hadi yoruma adını yaz👐👩🏼‍🌾 #assos #kucukoteller #sivricekoyu #kucukotellergazebo #assosgazebohotel #butikotel #butikoteller #işbirliği #assosotelleri (Assos-Sivrice) https://www.instagram.com/p/CTckc3WMHJx/?utm_medium=tumblr
0 notes
stnblmavi · 7 years
Text
Hadi gece oldu, Gel, yine özlemlerin karanlığında, Başbaşa kalalım seninle, Uzun uzun konuşalım, Sabahlara kadar uyumayalım, Şarkılar dinleyelim, şiirler yazalım, Susalım mesela, Nasıl olsa anlıyoruz sustuklarımızı. Gece oldu yine, Hüzün dolu havayı çekelim içimize, Gökyüzündeki yıldızları sayalım, Hadi bakalım, Bekliyorum seni, Birazdan uykuya dalmış olacağım, Rüyalarıma gel, bekletme beni İyi geçsin gecelerimiz... //stnblmavi 17 Eylül 2017
35 notes · View notes
Photo
Tumblr media
Orijinal İsmi: Sybil Tür: Dram Vizyon Tarihi: 7 Haziran 2008 Yapımı: 2007 – ABD Süre: 89 dk
Büşra:  Filmin konusuna dair 
(1973 yılında Flora Rheta Schreiber tarafından kaleme alınan ve Shirley Ardell Mason’un gerçek yaşam hikayesinin sinemaya uyarlaması olan Sybil,  Dr. Cornela B. Wilbur’un,Sybil Isabel Dorsett olarak adlandırılan Shirley ile yapmış olduğu on bir yıllık analizin notları, ses kayıtları ve gerek doktorla gerekse hastayla yapılan görüşmeler sonucunda oluşturulan bir romanın sinema uyarlaması. Her şeyden önce Sally Field'in oyunculuğu karşısında ciddi manada ceket ilikliyorum. Bu kadar farklı kişilikleri aynı filmi içerisinde oynamak gerçekten büyük yetenek. Asıl konuya gelecek olursak olay ciddi manada ilginç. Roman hakkındaki tanıtımları okuduğumda 17 kişilikten bahsediyor. Filmde o kadar yoktu sanırım ama yine oldukça fazlaydı. Bunlar arasında ikisinin erkek olması da dikkat çekiciydi.Böyle bir şeyin mümkün olup olmayacağı üzerinde düşünüyorum işin açığı birkaç gündür çok uzak gelmiyor mantığıma. Kendi benliğinde sıyrılamadıklarını başka kişiliklere yüklemek ya da kendine sığınaklar oluşturmak çok da olanak dışı değil. Bazı konularda Freud'a katılmaktan kendimi alamıyorum. Tüm psikolojik rahatsızlıkların altından bir şekilde bir cinsel sapkınlık çıkıyor.Bir anne kızına bunları nasıl yapabilir? Peki şizofren bir kadından nasıl çocuk sahibi olunur? Hadi olundu bu çocuk ona nasıl emanet edilir ve bu kadının hastalığı görmezden gelinir ki? 
Serkan:  Bazı konularda Freud'a katılmaktan kendimi alamıyorum. Tüm psikolojik rahatsızlıkların altından bir şekilde bir cinsel sapkınlık çıkıyor. Yorumuna ben katılmıyorum. Bence bu rahatsızlığın altında cinsel bir sorun değil, inanç sorunu yaratıyor. Çünkü Sybil’in çocukken gördüğü, hastalığı nüksetmeye başladığında görmezden gelinmesinin altında cinsel değil dinsel bir saplantı olduğunu düşünüyorum. Neden diyecek olursan, Sybil’in gördüğü tüm işkencelerde (çelme takıp düşürülmesi vb. işkenceler hariç) inançsal, tanrısal bir neden vardı. Bahane hep tanrıydı. Eğer filmde kilisenin etkisi, annesi ve babasının ilişkilerine yeteri kadar değinilseydi bence bu soruları sormazdın. Buda senaryodaki eksikliğin bir kanıtı olabilir.
Büşra: Bu kadar insanı kafamın içinde tuttuğumu düşünüyorum da. Nasıl zor nasıl yorucu bir hayat bu. Milletin içine giren cinlerin bilimsel açıklaması olabilir aslında ne dersin? :)   Serkan: Ben bu fikrine katılmıyorum. Ama bir zamanlar bende senin gibi düşünüyordum. Bu düşüncemi değiştiren 2 şey oldu. Birincisi daha önceden bir psikolog ile ettiğim sohbet, ikincisi ise okuduğum bir kitap. Sohbeti tam olarak hatırlamıyorum ama özetle sohbetin sonu şöyle bitiyordu; bize gelen hastalarda rahatsızlığın ruhsal mı yoksa başka bir varlıktan mı kaynaklandığı çok belli oluyordu. Bu yüzden bizim tanıdığımız çok fazla cinci hoca vardı. Fakat bazı psikiyatristler bunu kabul etmez ama durum çok net bellidir. Birde bu varlıkların ruhsal sorunlara sebep olduğu durumlarda vardır. Bunun üzerine trafik kazasında kaybettiği yakın karabasını kullanarak bir cin tarafından intihara sürüklenengenç bir kızın gerçek hikayesinin kitabını okumuştum. Olay seninde bildiğin Sapanca'da geçiyor. Sapanca'nın karşı kıyısında Eşme dediğimiz köyde. Kıza, cin vefat ettiği akrabası olarak yaklaşıyor ve ruhsal bir çöküntüye girmesine sebep oluyor. Yazar (yazarın kendisi hem cinci hoca hemde bir psikolog) kitapta sürekli bir cinin bedeni ele geçirmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığı sadece zihnine etki ederek kişiyi manipüle ettiğine sıkça değiniyor.
Büşra: Yorumlara baktım da şöyle bir yoruma denk geldim ne kadar da haklı :)  "Şizofreni ve çoklu kişilik bozukluğunu konu alan psikiyatri temalı filmler içerisinde gerçekten çok ayrı noktada olan bir film. Yani bu filmi herhangi bir izleyen için düşünürsek, izledikten sonra düşüncelerini nasıl toplar ve buraya bir şeyler yazmak istese neler yazacağı konusunda şöyle bir durup bayağı bir düşünecektir gerçekten. Son derece düşündürücü ve aslında psikyatrik bir hastalık üzerinden hayata dair pek çok şey ile birlikte en çok da 'sevgi'yi sorgulatan, sevginin ne kadar değerli ve önemli bir şey olduğunu izleyicisine hissettiren bir film.." 
Serkan: Film ne kadar 3 saat olup bana çok uzun gelmiş olsa da türü ve konusu bakımından olması gerektiği kadar uzundu. Bunu kabul ediyorum. Bana böyle sıkıcı gelmesinin sebebini ise filmdeki eksiklikler, çekim teknikleri ve müzik yetersizliğine bağlıyorum. Aynı ekip bu filmi günümüzde çekseydi eminim çok daha farklı bir film izlerdik diye tahmin ediyorum. Ve itiraf edeceğim ki müsait olduğum ilk zaman diliminde 2007 yılında çekilmiş versiyonunu da izlemek istiyorum.
Sinema detaylarını çok fazla bilmem, bunun eleştirmeni yada yapımcısı değilim ama filmde çekim teknikleri bana çok yavan geldi. Uzak planlar olsun, yakın planlar olsun yavan kalmış gibi sanki bir şeyler eksikti. Başrolün performansı bu eksiklikleri az biraz örtüyordu ama daha kaliteli çekim planları ile yükselişlerde daha dramatik bir etki yaratılabilirdi diye düşünüyorum. Müzik kullanımı ise çok azdı. Filmdeki anlatılmak istenen duygunun, seyirciye aktarılması için müzik çok önemli bir etken olduğunu düşünüyorum. Duygusal ataklarda, sinir krizlerinde müzik olmaması çok dikkati mi çekti. Bazı noktalarda ise giren fon müzikleri bence pek uygun değildi. Keşke bu fikirler aklıma geldiği zaman, hangi sahneler olduğunu not alsaydım.
Film ilerledikçe konu çözülüyor, aklımızdaki sorular cevaplanıyor ama yinede pek fazla değinilmemiş konu var. Sybil’in yaşadığı bu psikolojik travmanın altında yatan en büyük etken hiç şüphesiz annesiyle yaşadıkları. Film ilerledikçe bu yaşanılanlar gün yüzüne çıkıyor. Tedavi süreci bu sorunların ortaya çıkması ve yüzleşilmesi ile doğru orantılı ama tek etken annesi değil. Babası, çocukken tedavi olduğu dokturu vb. gibi etkenleri görüyoruz ama bu etkenlerin neden böyle davrandığı konusunda soru işaretleri var. Mesela babası anladığımız kadarıyla kilise çok fazla bağlı olduğu için, kilisenin izin vermeyeceği yada farklı düşünmesi nedeniyle kızına gereken ilgiyi ve desteği sağlayamıyor. Yine anladığım kadarıyla babası bu sorunların farkında ama görmemezlikten geliyor. Bu kilise sorunları ve kilise yaklaşımı flashback sahneleri ile seyirciye anlatılsa daha açıklayıcı olabilirdi. Yada doktorun zamanında görmezden geldiği noktaları neden görmezden geldiğinin sebepleri daha açıklayıcı olabilirdi. Dr. Wilbur ve Sybil’i çocukken tedavi eden doktorun konuşmasında açıklamalar hep eksik kalıyor. Bu eksiklikler gibi filmde pek şiddet gösterilememesi yani ortada şiddet var ama tam şiddetin eyleme geçeceği anda sahneyi kesip seyircinin hayal gücüne bırakmaları güzel bir fikirdi.
Daha önce bu psikolojik rahatsızlık üzerine Split (Parçalanmış) filmini izlemiştim. Az biraz o filmi anımsadım o yüzden bu filmden de beklentim çok fazlaydı. Ama o film biraz daha aksiyon ve gerilim üzerine olması bu filmin ise daha dram üzerine olması benim bu beklentilerimin yanlış fikirlere kapılmamı ve sıkılmamı tetiklediğini düşünüyorum.
Benim merak ettiğim sorular gibi senin de film hakkında yada filmden dolayı oluşmuş çok fazla sorun var. Belli ki normal insanlar için bu durumlar oldukça olağan dışı ama bu insanlar normal insanlar insanlar değil. Bu yüzden pekte şaşırmamak gerek. Eğer dediğim gibi kilise etkisi, annesi ile babasının ilişkisi filmde biraz daha işlenmiş olsaydı bu sorularını hiç sormazdın diye düşünüyorum. Buda filmin senaryo açısından epey eksik olduğunu gösteriyor olabilir. Belki kitabını okusak bu soruların cevaplarını bulabiliriz. (sakın okuyalım deme daha hediye ettiğin kitapları bile okumaya başlayamadım.)
23-25 Eylül 2019
0 notes
semaerisblog · 7 years
Text
Bazen başımı alıp gitmek istiyorum böyle sadece benim olduğum bir yere gitmek istiyorum o kadar canın yanıyor ki kimini özlüyorum kimini de görmemek için dua ediyorum...
Evden kaçıp intihar edesim geliyor ama bende o şans varken kapıyı açar açmaz yakalanırım
Gözlerim hep yaşlı hani derler ya en güzel yaş 17 diye ben hiç bir yaşımdan birşey ey görmedim ne güzellik ne iyilik hiç birşey ey görmedim ne 17 ne 16 ne de diğerleri 18 den de bi bok olmayacak belli bir şey eğer 18 17 yi aratırsa mecbur intihar edecem...
Kalp kırınca elinize bir şey mi geçiyor kupa mı veriyorlar...
Eğer öyle ise o kupalar götünüze girsin....
Canım acıyor... kardeşim diyen insan doğum günümü kutlamadı hadi onu geçtim bi mesaj atmak çok mu zor yahu benim kardeşim olduğunu söylüyorsun ortada yoksun...
Yine bir 27 eylül gecesinde yalnızdım odamda hıçkıra hıçkıra ağladım..
Son 5 yıldır olduğu gibi 27 eylül gecesi ağlıyorum
İnsanlar doğum günlerinde mutlu olur ben acı çekip hıçkıra hıçkıra ağlıyorum...
Benden bu hıçkırık sesinin bol olduğu akşamdan iyi geceler size ama gecenizin iyi olmasına özen gösterin benim aksime en azından sizin geceniz iyi olsun
9 notes · View notes
yeniyeniseyler · 5 years
Text
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (17 Eylül 2019)
Hadi – İpucu ve Joker Kodu (17 Eylül 2019)
Müge Boz, Merve Toy, Özge Özacar, Ali Tınaz ve Cem Avnayim’in dönüşümlü olarak sundukları para ödüllü canlı bilgi yarışması “Hadi” bugün 12:30, 20:15 ve 20:30’da. Bugünün yayın akışı ve ödülleri şu şekilde:
Saat 12:30’da “Resimli Hadi”de 5.000 TL.
Saat 20:15’de “Joker Hadisi”nde Joker Hakkı.
Saat 20:30’da “Şarkı Sözlerini Tamamla”da 10.000 TL.
Joker Kodu:  Joker Kodu ekleme sayfasında “Hediye…
View On WordPress
0 notes
7elms4 · 5 years
Text
بسم الله الرحمن الرحيم Eser: Quran Havass: Nazil ve Hud Sırrı Meknun: 4. Hurufu Mukattaat; 7Araf1; ELMS الٓمٓصٓ Açılım المص: المصحف ELMS: ELMuShef Mecrun: Muhammede verilen ikişerlerden yedi / Quran'ın yedi harf üzere nazil olması / Mushaf içi ve Mushaflar arası farklılıklar... * Hicr15Q87: Andolsun biz sana ikişerlerden yedi ve büyük Quran'ı verdik. * MUHYİDDİN-İ ARABİ Dürrü Meknun 255: "Rasûlüllâh (S.A.V.) Hazretleri Kur'an-ı Mecidinde (29) sûrenin evvelinde gelen "hurûf-u mukatta"ın âsârı ve havassı vardır. "Sırrı Meknûn"u ve "Mecrûn"u vardır. Hâk Teâlâ Hazretlerinin ilm-i ledunünde dilediği kimseler eğlam eyler. Nitekim Kelâm-ı Kadîm'inde: وَالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِهٖ “İlimde Rasihler/kökleşmiş olanlar amenna, derler.” [Ali İmran suresi; ayet: 7] buyurmuştur. * Hz. Ali'nin Halklar için ilimlerin sırrını topladığı Celcelut Kasidesinde konu ile ilgili 73. Beyti: فَتِلْكَ حُرُوفُ النُّورِ فَاجْمَعْ خَوَآصَّهَا وَحَقِّقِ مَعَانٖيهَا بِهَا الْخَيْرِ تُمِّمَتْ Nur harfler (Hurufu Mukattaat)in havassını topla Ve hakiki manalarıyla onlarla hayrı tamamla. www.celcelut.tumblr.com www.42asq19.tumblr.com * Son Güncelleme 21 Eylül 2019 17:23✓ Notlar: Fatiha 7 ayet 7 satır Hurufu Mukkattaat 7x2 Bekke Mekke بكة مكة Besteten بسطة بصطة Zulcelal Zilcelal ذو الجلال ذى الجلال Zilqerneyn Zelqerneyn ذى القرنين ذا القرنين … * ________________________ ÖZET: 15Q87: "Andolsun sana övgülerden/ikişerlerden yedi ve Azim Quran'ı verdik" : Fatiha yedi ayet yedi satır… Yedi Ha Mim… / 30 Hurufu Mukattaat toplam 7x2 harf الر كهيعص طس حم ق ن … ELMS الٓمٓصٓ المص : المصحف ELMS : ELMuShef... Hadis/Buhari…: Quran yedi harf üzere inmiştir: Quran harfleri / Elifba harfleri 7x4 harftir ا ب ت ث ج ح خ د ذ ر ز س ش ص ض ط ظ ع غ ف ق ك ل م ن و ه ي Quran'ın yedi harf üzere indiği… yedi grub harftir… Mesela med harfleri Elif, Waw ve Ya olarak üç aded harf olsa da bir sayılır… sözün kısası Quran'dan/Hafs ve Warş mushaflarından bir kaç örnek verilebilir ا و ى ا و ى= ذا ذو ذى: ذا الكفل ذو الجلال ذى الجلال ب م و ف : 💋 ب م = بكة مكة ب ت ث ي ن : ــىـ ٮ ں ب ن = بشرا نشرا ت ي = تستطيعون يستطيعون ي ن = يحشر نحشر ت ي = تقولون يقولون يفولوں ت ن = اٰتيتكم ءاتينٰكم ن ي ت = نغفر يغفر تغفر ي ن = يؤتيهم نوتيهم ن ي = نوحى يوحى و ف = ولا فلا ( و ف ق ) ( ـفـ ـقـ ) ( ـڢـ ـفـ ) ت ط ث س ص د ض ذ ز ظ س ص = بسطة بصطة ( ں: ن س ش ص ض ) ب ت ث ج ح خ د ذ ر ز س ش ص ض ط ظ ع غ ف ق ر ز = ننشزها ننشرها لا ريب لا زيب طلح طلع سنة عام عن من وما ولا فلا ص ض ط ظ ج ح خ ع غ مالك ملك داوود داود يرتدد يرتد مؤمن مومن القرءان القرآن احصيهم احصهم وسارعوا سارعوا ءَالِ يَاسٖينَ اِلْ يَاسٖينَ هو الغنى الحميد الغنى الحميد تجرى من تحتهال الانهار تجرى تحتهال لانهار براءة وما ارسلنا من قبلك الا رجالا نوحى حفص وما ارسلنا من قبلك الا رجالا يوحى ورش وما ارسلنا قبلك الا رجالا نوحى حفص وما ارسلنا قبلك الا رجالا يوحى ورش … ________________________ 29 sure başındaki 30 Hurufu Mukattaat harfi 78, tekrarsız 14 (7x2): الر كهيعص طس حم ق ن Ebcedleri 693 (7x99 9x77). İçlerinden ELMS 7, ELR 9, ÆSQ 19 ile ilişkili olup 19cuların iddialarını çürütmektedir. www.7elms4.tumblr.com www.11elr12.tumblr.com www.42asq19.tumblr.com * بسم الله الرحمن الرحيم Bismillahi'r-Rehmani'r-Rehîm Hz. Ali: Quran’ın manası Fatihada, Fatihanın manası Besmelede... Besmele, 7 kelime ب_سم الله ال_رحمن ال_رحيم 7 harfi de س م ا ل ه ر ح noktasızdır… * Hafs mushafında Fatiha suresi Besmele ile 7 ayet; Werş mushafında Fatiha suresi Besmelesiz 7 ayettir. 96Q1'deki emir/nokta ilmi gereği 1. Sure olan Fatihanın başına Besmele getirilerek Tevrat ve İncil gibi İlahi Kitab olan Quran da ب B harfi ve الله İsmullah ile başlatılmıştır. www.42asq19.tumblr.com * Hafs mushafında 1Q1 ve 27Q30'daki Besmeleler numaralıdır. Geri kalan 7’nin katı kadar 112 (7x16) Besmele numarasızdır; Hem numarasız Besmele sayısı, 2. Sureden 8. Sureye kadar 7, 10. Sureden 114. Sureye kadar 7'nin katı (7x15) 105'tir. Besmele 9. Sure başında/üstünde bulunmaz. * Fatiha suresi 7 ayet ve 7 satırdan ibarettir * Fatiha suresinde 7'nin katı kadar 21 (7x3) harf geçmekte ب س م ا ل ه ر ح ن ي د ع ك و ت ص ط ق ذ غ ض Ebcedleri 7'nin katı 3605 (7x515). 7 Noktalı harf de ث ج خ ز ش ظ ف Geçmemektedir. Bunların elifbadaki sıra numaralarının 4 5 7 11 13 17 20 toplamları 7'nin katı 77 (7x11)’dir. * Fatiha suresinde kullanılmayan noktalı 7 harfin açılımı Allah’ın 7 ismidir ج: جبار خ: خبير ف: فرد ث: ثابت ش: شكور ظ: ظاهر ز: زكى C; Cebbar X; Xebîr F; Ferd S; Sabit Ş; Şekûr Z; Zahir Z: Zekî. * 19cuların inkar ettiği Beraet/Tevbe suresinin son iki ayet ve sure numaralarının toplamı 7'nin hem 19'un katı 9+128+129=266 (7x38 19x14). Hem Rahim رحيم ismi Fatihadan Beraet/Tevbe suresinin sonuna kadar 7'nin katı 56 (7x8). kezdir. * Eğer Beraet suresinin üstünde Besmele olsaydı hem Quran'da ayet sayısı 7'nin katı (6349=7x907) hem Allah isminin sayısı 9'un katı (2817=9x313) olurdu. R. Halife ise Beraet suresinin son iki ayetini inkar ederek ve Allah isminin sayımında gözboyamaları yaparak tutturabilmiş. * Hurufu Mukattaat surelerinin ayet sayılarının toplamları 7 - 9'un katıdır: 2Q286 3Q200 7Q206 10Q109 11Q123 12Q111 13Q43 14Q52 15Q99 19Q98 20Q135 26Q227 27Q93 28Q88 29Q69 30Q60 31Q34 32Q30 36Q83 38Q88 40Q85 41Q54 42Q53 43Q89 44Q59 45Q37 46Q35 50Q45 68Q52 2772 (7x396) (9x308). * 29 Sure başında bulunan 30 Hurufu Mukattaat içinde الٓرٰ حٰمٓ نٓ ELR, HM ve N bu üçü ardışık dizildiğinde الرحمن ELReHMaN ismi oluşmakta ve Ebcedi de 7'nin katı (7x47) 329'dur. * Nur harflerden الم الم المص الر الر الر المر الر الر كهيعص طه طسم طس طسم الم الم الم الم يس ص حم حم حم عسق حم حم حم حم ق ن K ve N tekrarsız harflerdir. İkisi كن KüN=Ol emri olup Ebcedi 7'nin katı: 70; Mukattaat sureleri hem Quran boyunca tekrarları 7 - 19'un katı 37877 18221. * Quran/Mushaf başında yer alan Besmelenin ilk harfi ب B olduğu gibi انّ اوّل بيتٍ وضع للنّاس للّذى ببكّة مباركًا وهدًى للعالمين İnsanlar için evvel/ilk kurulan بيت Beyt/Kabe ve بكة Bekke Yani Mekke Beledin/Şehrin isminin ilk harfi de ب B’dir. * Mekke kelimesinin B harfi ile olan بكة Bekkedeki ب ك ة B, K ve T harflerinin Quran boyunca 7'nin hem 9'un katı 11603+10497+2344= 24444 (7x3492 9x2716) kezdir. Bekke ve Mekkenin geçtiği sure ve ayet numaralarının 3Q96 + 48Q24 toplamları 9'un 19 katı olması 19culara bir mesajdır. * Bekke - Mekke de olduğu gibi Türkçede de Ben - Men Zamiri ب م B ve M harfi ile söylenir ki her iki harf, dudak harfleri, seste de birbirlerine yakın hem biri noktalı harf hem nokta ilmi harfi biri mukattaat harfi, her ikisinin ebcedi 7'nin katı 42 (7x6)'dir. * Quran boyunca toplam 7'nin katı 112210 (7x16030) kez noktalı harf geçer ب B 11603 ت T 10520 ة Th 2344 ث S 1414 ج C 3317 خ X 2497 ذ Z 4932 ز Z 1599 ش Ş 2124 ض D 1686 ظ Z 853 غ Ğ 1221 ف F 8747 ق Q 7034 ن N 27380 ي Y 24939 Bunlardan ب B nokta ilmi, ق ن ي Q N Y Mukattaat harfleridir. * Quran’da Mekke ismi بكة مكة Bekke Mekke ب B ve م M harfleri ile yazılması ان القرءان انزل على سبعة احرف Quran Yedi Harf üzere inmiştir Hadisini doğruluyor… * Elif ا harfi ile başlayan Hurufu Mukattaat'tan 7'si الم الم المص الم الم الم الم ELM ELM ELMS ELM ELM ELM ELM Hafs Mushafında birer ayettirler. Bunlardan konu ile ilgili olan المص ELMS Açılımı المص: المصحف ELM: ELMuShef. Ebcedi 7'nin katı 161 (7x23). Quran’da sure numarası 7'dir. * Nüzule göre Hurufu Mukattaat listesinde dördüncü sırada yer alan المص ELMS'a, Quran'da ismi geçen ve bir Hadiste belirtildiği gibi dört arab Peygamber-ler-den biri ve hem söz konusu Hurufu Mukattaat havassı olan Hud denk gelir N - Adem Q - İdris S - Nuh ELMS - Hud ... * 7. Sure boyunca ص Sad Harfi 7'nin katı 98 (7x14) kezdir. 7Q69'daki بصطة Besteten'in en küçük ebcedi 7'nin katı 21 (7x3)'dir. Kelimenin geçtiği sure ve ayet numaralarının toplamları 19'un katı 76 (19x4) olması, kelimenin Sîn ile olması gerektiğini iddia eden 19culara bir mesajdır; * www.42asq19.tumblr.com ⤵ ÆSQ عسق Şura suresi boyunca 98 Ayn 7'nin katı 7x14=98; 54 Sin 9'un katı 9x6=54; 57 Qaf 19'un katı 19x3=57; Toplamları 19'un katı 19x11=209, Hurufu Mukattaat sureleri boyunca 19'un katı 19x579=11001, Quran boyunca 7'nin katıdır: 9405+6122+7034=22561 (7x3223). * Yani 42Q2'deki عسق ÆSQ harflerinin Quran boyunca 7'nin katı 22561 (7x3223) kez geçmesi, 19cuların iddia ettiği gibi 7Q69'daki بصطة Besteten س Sîn ile değil ص Sad iledir; www.7elms4.tumblr.com 9Q128-129, sonradan ekleme değil Quran'dan iki ayettirler. www.11elr12.tumblr.com * Bazı Quran nüshalarında hemze ile yazılı القرءان Elquran Kelimesinin harf sayısı 7’dir. Hem bazı Quran nüshalarında da hemzesiz yazılı القرآن Elquran Kelimesinin en küçük ebcedi 7’nin katı 28 (7x4)'dir. Ki bu sayı hem arab harflerinin yani elifba harflerin sayısıdır. * . . . ...
0 notes