#HDP sol tip siyaset
Explore tagged Tumblr posts
Text
Halkların Demokratik Padmesi
yani HDPlisin? - yooo Ama ismin, isminin kisaltmasi HDP Bir suredir boyle izliyorum, dun de söylediğim gibi soteye yattım. Çünkü ilgimi çeken çok fazla şey var. Mesela gecenlerde onceden çok sevdiğiniz bir amirale sırf CHP oven ya da maaaremi yeren yorum yaptı diye "askerliği nerede yaptın acaba" diye saldirmanizi falan gordum. Dedim ki "vay arkadas, misvak bu". Gercekten çok acayip. En ilginci de aslında el kadar cocukken halkımızla ilgili yaptigim gözlemlerin doğru ciktigini görmem. Sonra buyudum baktım gercekten öylesiniz. Birileri cikiyor, sizin algınıza gore birazcık güçleniyor, ya onun yanında ya karsisinda oluyorsunuz. Boyle 100000 takipçi kassam heralde oturup benim icin kursun atip kursun yiyecek değişik insanlar falan da peydahlanır. "Osmanli cog gotu davrandı anadoluya yeğen. Cumhoriyedle biz tebaa olmagdan cigip halg oldug"
Olmadin? Olamadin??
Bu nasıl bir tebaa olmak istegi imiş arkadas, aklim almıyor. Herkes birilerinin pesine takılma derdinde. Bak destek falan demiyorum, ya da kendini yakin hissetme. Baya guclu gördüğü adamın kulu kölesi olma, askeri olma, adami olma derdinde olan bir suru insan gözlemliyorum tuiter da her gun. Spaceslere bayadır girmiyorum farkindasinizdir. Ama girdiğim donemlerde de dinlerken kafada hep kenara attım. Spaces yayincisi birazcık nüfuzlu ya da takipçisi bol biriyse o kisiye gösterilen tavır ve allah affetsin ama yalakalikla sıradan bir spaces yayincisina gösterilen asla bir olmuyordu. Sonra hiç unutmam birilerinden bahsediyorlar, yanlış mi yaptı doğru mu yaptı. Ben de dinliyorum ama her nasılsa konusmacidayim. Cocuklar nezaket göstermiş konuşma istegi atmisti sanırım boyle dinliyorum. Biri şey dedi "ben çok severim o adami ama yanlış yaptı" ben de dayanamadım "e desene" dedim. dedi ki nasıl diyeyim, sen diyebilir misin sanki? E derim dedim. neden diyemeyesiniz bunu asla anlamıyorum. ne korkusu bu ne cekincesi. Evet çok seviyor olabilirsiniz ama yanlisini da yüzüne vuramayacak kadar omurgasız olmamalisiniz ya da belki sizleri korkuttular, aidiyet hissettiğiniz bir gruptan dışlanmak/atilmak ya da o insanlar tarafından lincenlemek ile. Hani korkuttular derken "senin agzina biber sürerim hiii" gibi bir seyden bahsetmiyorum. Toplum baskisindan bahsediyorum. Basınıza gelebilecekleri biliyorsunuz çünkü baskalarinin basına gelirken siz de oradaydiniz ve hatta belki de aynisini yaptıniz. Bundan bahsediyorum. Boyle bir şey var di mi aslında, bir gelenek gibi. Orta yolcu ve sagcılarda daha baskin. Mesela AKP de CHPlilerin eleştirdiği ama CHPde de olan, üstelik CHPden bu yüzden kopan insanlarin da asla engel olamadan kendi içlerinde devam ettirdiği bir şey : basgani eleştirmeyelim o ne derse o mmhwah... "ben sizin babanizim... ben ne dersem o olur." Bosuna yapılmadi bu şarkılar iste. Neyse düşününce şey gibi: Din. Dinde de aforoz ediliverirsiniz ya da durmadan yargilanirsiniz "ne demek yazılana karşı çıkmak. Tanrının kelami o" diyerek. Bir benzeri iste : Parti politikamız bu, baskanimiz bunu dedi. O zaman çıkan çatlak sesleri susturalim... Hadsiz seni ne demek karşı cikmak eleştirmek falan?! Bariz yobazlık degil mi bu? Eleştirmenden kabul et. "nnnkabul nnnedeceksin nndiyorum !" Gericilik baya hatta.Farkli düşüneni dikte edilen "olması gereken"e ses cikartani bastırmak.. Yani ses cikarma "sus ve yalamaya devam et (mmmwah)" Peki tum bunlar gericilikken nasıl oluyor da ben sol gerici olabiliyorum. Yahu özgür düşünemiyorsunuz bile, farkında degil misiniz? Fedai gibi geziniyorsunuz ortalıkta. Gercekten hiç yargılanma korkusu duymadan ya da kendinizi birilerine beğendirme istegi olmadan kaç kez dusundunuz ya da kaç kez istediğiniz gibi davrandınız bir dusunun. Sunu dersem bu kaliba girerim bunu dersem su kaliba sokarlar diye yasamıyor musunuz? Oyle yaşıyorsunuz göremiyorsunuz sadece. Umarım gözleriniz bir ara acilir. Onceki yazıda da bahsetmiştim sanırım "size yollar sunuluyor ve birini seçip yürüyorsunuz". Muhtemelen size en yakin olanı seciyorsunuz. Literal anlamıyla bakarsak eger önünüzde iki yol varsa eve gidebileceğiniz, size en uygun olanı ya da caninizin istediğini seçer yürür ve eve varirsiniz. Yani ortada duran bir evin uzerine basip gecemeyeceginize gore, haliyle mecburen birini sececeksiniz.
Ama hayatta bunu yapmak zorunda degilsiniz. Hayattaki durusunuz kalıplara girmek zorunda degil. Hep derim “neden zor da olsa, çetrefilli de olsa siz, sizin gibi düşünenler icin yeni bir yol acmayasiniz? Başkalarına yol göstermeyesiniz? Olani sürekli tekrar etmenin her zaman manası yok be. Zorunda degilsiniz” (beduk çalıyor dur dikkatim dagildi) Neyse bana gelelim. Simdi biraz cevap vereyim saldirilariniza. Nasılsa okumayacaksınız, youtubeden paylaşmak vardi gerci ama onun bi bi aylık vakti var daha. Simdi en garibime gidenden baslayim. Oradan alır yururum "Sen based bir Turk kadiniyken nasıl sol gerici oldun" him guzel kardeşim ben hala based Turk kadiniyim sadece algilarimiz farklı. Eskiden neysem su anda da öyleyim. Yani bende değişen bir şey yok. O zaman konusulan konular dönen olaylar simdi konuşulsa o sekilde tepki veririm yine çok büyük bir ihtimalle. O zamanlarda da tepki alıyordum ben dediklerime, sen kacirmissin. Suriyeli vs muhabbeti yapılırken bazilariniz Özbekler kalsın afganlar gitsin dediğinde "yoo illegal gelen herkes gitsin" diyordum ve siz altında yatan fikre dikkat etmeden hypeli bir bicimde alkisliyordunuz sadece. simdi de ayni seyi diyorum mesela ben. benim gözümde ülke yasalarını çiğneyerek gelen buraya uyumlanmak yerine, kendi kültürünü burada harmanlayarak yasamak, bu topluma saygi ve bu ülke degerlerine baglilik göstermek yerine aksini yapan herkes gitmeli - hatta arttırıyorum bak sadece illegal degil legal olarak gelen de. Ve fakat, o zamanlar da dediğim bir şey vardi "xenophobia nin ve kafatasciligin kucağına düşmeyin, o hatta ilerliyorsunuz" Ve haliyle zaman akti, ben oldugum yerde bahsettigim sinirlar içerisinde kaldım ve siz kendinizi kaybettiniz. Dediğim gibi xenophobianin köpeği oldunuz. ha bu arada, Zenophobia da yapmayın yahu Zeynepten korkmanıza gerek yok. LOL Neyse baska bir ornek vereyim mesela hocalar gelmişti su afganistandan mi ne ITUye, herkes kudurmuştu ne demek ulan falan diye. Sonra bu konuşulurken ben dedim ki "CVsine bakarım." Milleti ülkesi dini beni hiç ilgilendirmez. CVsine baktım hiç beğenmedim ve eleştirdim. Sonra siz beni "yarim kulak" dinlediğiniz icin sandiniz ki, ben o hocalar afgan diye eleştiriyorum. LOL. Hatta o konuşmalardan birinde uzerine basa basa, eğer adil bir kıyas ve degerlendirme olduysa ve başvuranların en iyileri bunlar ise oturup bir düşünmemiz gerekmez mi? Neden avrupadaki büyük üniversitelerden daha basarili hocalar tercih etmiyor turkiyeyi diye, dedim. Orada minik bir linç yedim gerci "sen ülkeyi mi garaliyon gardaş yurd disından" diye. Ulan bir iki kisi dinlemiş onlar da anlamamış demek ki o zaman dedilerimi yazik. Artik bana mi yazik size mi yazik orasi tartisilir tabi. ama benim vaktime yazık olmuş o konuda netim. Baska bir seyden bahsedeyim oradan su biji biji muhabbetine baglayacagim zira. Odalarda teror konuşulurken, host cohost ya da konuşmacı oldugumda teröristlerden bahsederken Kurt diyen insanlari hep Kurt degil PKKli deyin diye uyarmam. Çünkü kurt degil PKKli diyeceksiniz. Bu yüzden de linclendigim oldu ama neyse ki bu konuda biraz daha anlayisli insanlar. Yani kendilerini "biz vatanseveriz diye" açıklamak zorunda hisseden Kürtler sag olsun, insanlar biraz daha farkindalar. Ne acı degil mi? (Buradan alir yururum de hani okumaktan haz etmeyen insanlar olarak belki 2 kisi okur sunu, okurken de sinirlendi bile onlar da buraya kadar.. Devam edersem bu konuya, onlar da bu sinirle baya ula osakaya celub peni furirler lol) Ya da vazgeçtim, bugünku kurt muhabbetini baska yazıya birakacagim gercekten. çok uzun gelir size simdi, siz dinlemeye alismis insanlarsınız. Velhasil kelam bugunluk bu kadar olsun. Ozetle : ben değişmedim, ben ayni noktadayım. Değişen uc noktalara ilerleyen sizlersiniz. Size garip gelen benim "slogan" atarak insanlara saldırıp birilerini yaftalayarak kendimi yüceltmek derdinde olmamam olabilir. Yoksa benim icin sikinti yok 7/24 gireyim tivitirda Ataturk dusmanlarinin babasını sugar daddy yapayım/ PKK bir teror örgütüdür diye bagirayim. sikinti degil yani bunlar benim icin. Bir takim olaylara yükseldigimde de demediğim seyler degil bunlar. Bunları göremiyorsunuz sadece bu ara profilimde o yüzden utanmadan gelip bana bile "PKK teror örgütü mu" diye sordunuz. Neden? TIPe oy vereceğim dedim diye. Enfes. Size bir şey diyeyim mi? Bu kadar aptal saptal yargilarinizla ve sorularınızla bana gelirseniz, benden cevap alamazsınız. sonra da o bahsedilen kalıplarla bugun dun ve daha oncesinde de olduğu gibi beni yargilarsiniz bugun elemanın birine başkaları beni "sol" olarak tanimladigi icin kendimi sol diye tanımlamak zorunda oldugumu bana kalsa kendimi sol ya da sag diye tanimlamayacagimi söyledim. Düzgünce konuşmaya geldigini söylüyordu ama belli yani hirslanmis, konuşmanın basından beri de farkındaydim. Sonra bana "sol" ne diye sordu. Bende sag olmayan dedim. Baya bu cevabi ciddi verdigimi dusundu hatta, enfesti. Bunu dusunen adam sonra beni düşük IQlu olmakla itham etti. LOL Guzel kardeşim bak de ki "aptalsın, anlamıyorsun, korsun" falan ama IQ puanıma laf edecek son insanlarsınız be. Neyse. Milliyetçilik de Ataturkculuk de vatansevgisi de babanızın mali degildir. Bir insan size gore solcu oldugu icin PKKli olmak zorunda degildir. Feminist diye HDPli ya da erkek dusmani olmak zorunda hiç degildir. Bana agababalarinizin siniflandirmalari ile gelirseniz sizlerle dalgamı gecerim, sizler de o dalgaları ciddi sanarsiniz oyle. Ben de LAZla oturup sizden bahsederken Güler dalga gecerim. Ben kendi yolumu çizdim ilerliyorum. Zamanında insanlari örseleyen ötekileştiren her duruma da karsiyim. Propaganda cümleleri pesinde kosacaginiza aylardır yazdiklarimi, paylastigim kitapları ya da kitaplar hakkındaki yorumlarımı ya da fikirlerimi falan okusaydınız, su anda nerede durduğumu zaten anlardınız. Oturup solcu dediklerinizi de eleştirdiğimi sagcilari da gömdüğümü de bilirdiniz.
HDPyi sol degil, sag faşist ve irkci bir parti olarak gördüğümü de bilirdiniz. Baris atayı sevmediğimi de, bir partiye oy vereceğim icin o partinin tebaası olmayacagimi, sevdiğim biri yanlış yaptiginda susmayacagimi da bilirdiniz. Ve özgürlüğüme ne kadar tapindigimi da. Kimlerle hiç çekinmeden ne tartışmalara girip ne saçma soruşturmalar geçirdiğimi de, neleri kaybettiğimi de o özgürlük ve bildigini dosdoğru söylemekte adına. Ve bunların aptal bir sosyal medya platformunda olmadigini reel hayatiminin gercegi oldugunu da.
Sizin beni takip etmeniz icin rol yapmayacagimi da bilirdiniz, hayatta en deger verdigim seylerin en basında mertlik, merhamet ve vicdanın geldigini de. nasil cevrelerde buyudunuz bilemem. Kafanızda belirli bir takim "insan" kalıpları vardır muhtemelen. Ben o kalıplarda birisi degilim. WOW ben farklıyım demiyorum. Sadece Siz de benim gibisiniz, uyandiginizda gelip "hakliymisin" diyeceksiniz, diyorum. Kafanızdaki o kalıpları yıkmak icin varim ben.
neyse. Ohh, bu blog uzerine iyi fon yagar simdi bana. Yine zengin oldum, var olun. Yani özetle neymişim? - HDPlisin yani dediniz, duyuyorum :) -ama adin halkların demokratik padmesi, HDP yani.
evet sari torba evet beyaz toros evet he.
7 notes
·
View notes
Text
Fikret Başkaya’nın Temsiliyetist Sayıklamalarının Yanılsamaları Üzerine
Fikret Başkaya’nın “Devletin Ülkesi ve Milleti…” başlığı ile kaleme aldığı makale de; yazarın kafası fazlasıyla karışık olsa gerek ki, makale boyunca kısmen doğrular ile yanlışlar birlikte savunulmaktadır. (1).
Öncelikli olarak; Başkaya’nın ortaya atmış olduğu “devlet partisi” tanımlamasının hiçbir bilimsel yanı yoktur. Keza her şeyden önce devletin tanımlamasının yapılabilmesi için devletin tarihsel türlerinin de tanımlamasının yapılması gerekmektedir. Kaldı ki; devletin türünden bağımsız bir devlet tanımı yapmak, tarihsel olarak bir devlet tezinin de var olmadığına işaret etmektedir. Ne yazık ki Başkaya’da böyle bir devlet tezi mantığına sahip değildir.
Devletin ortaya çıktığı tarihten bu yana üç devlet türü oluşmuş ve bu üç devlet türünün de ortak noktası (devletin teşekkülü ve ana direği) temsiliyetizm olmuştur. Dolayısıyla; tek bacaklı köleci-yürütme-devleti, iki bacaklı feodal-yargı-devleti, üç bacaklı yasamacı-kapitalist devlet türleri tanımlanmaksızın bir tarihsel devlet teorisinin oluşturulabilmesi de mümkün değildir.
Tarihsel olarak devletin kutsanarak dinselleştirilmesi, dokunulmazlık kanalıyla memurun ilahlaştırılması, milletin kul/köle/parya haline getirilmesi de gerçekte temsiliyetizm ile ilgili bir olgudur. Dolayısıyla; hem devlet hem toplum hem de siyaset yapılanmasında gözlemlenen kastlaşmanın kaynağında da temsiliyetizm vardır. Haliyle biçimsel ve sahte de olsa; milletin/halkın “kendi kendisini yönetmesi” hikayesinin kökü de temsiliyetizmden kaynaklanmaktadır. Zira tarihteki ilk devlette modern devlette iki olgu birbiri ile iç içe geçmiştir. Bu olguların bir din bir diğeri de devlettir. Devlet kutsandığı ve hesap sorulamaz bir mefhum olarak nitelendirildiği sürece; devlet ve din olgusu iç içe geçmek zorunda kalır. Bu nedenle; din insanların maneviyatının (öbür dünya inancının) kendisi ile hesaplaşması iken, devletin kutsanarak var olan iktidarların (egemenlerin) var olan insanlar üzerindeki bir kutsiyet hesaplaşmasına dönüştüğü zaman, yani halkın/tebaanın/milletin üzerinde bir kutsiyete yol açtığı zaman, devletin dinleşme süreci devlet görevlilerinin ve memurlarının dokunulmazlıkları ile birlikte ilahlaşmasını da beraberinde getirmektedir.
Sonuç olarak; siyasal organizasyonlardan gelen ve devlet içinde mevzilenmiş siyasi memur klikleri “devletli kast gruplarını” da oluşturmaktadır. Devletli kast grupları arasındaki egemenlik çatışması da; devletin temsiliyetist yapılanmasını daha da dar, daha da dokunulmaz ve daha da kutsanmış bir hale getirdikçe, bu durum dünya çapında baskıcı rejimlerin artmasına da yol açmaktadır. Bu şekliyle devletler her geçen gün dayandıkları temel olan milletlerden uzaklaşmakta, millete yabancı kurumlar haline gelmektedir.
Fikret Başkaya’nın “devlet partisi” olarak anlandırdığı şey; eski adıyla “derin devlet”, “gladio” vs. gibi isimler altında eskiden beri tanımlanmakta olan şeylerdir. Bu açıdan Başkaya’nın “devlet partisi” tanımlaması; geleneksel solun devlet yapılanmasını kavrama noktasındaki kısmi doğrularının ve yanlışlarının temsiliyetist izlerini de taşımaktadır. Halbuki devletin partileşmesi, partinin devletleşmesi olguları temsiliyetizmin zaman zaman ve belirli koşullar ve şartlar altında ortaya çıkan geçici ve tali bir biçimidir. Örneğin, faşizm tanımlamasında geleneksel solun tali biçimleri başat, başat biçimleri ise tali olarak tanımlamasında olduğu gibi. Dolayısıyla; hiçbir zaman klasik sol faşizm tanımı üzerine dahi ortak bir politika ve çözüm üretememiştir.
Devletin ve toplumsal sistemin ilk oluştuğu aşamalarda devletin tek parti şeklinde devletleştiği, dolayısıyla partinin tek parti biçiminde devletleştiği geçiş dönemleri de olmuştur. Aynı sorun bir başka biçimiyle Sovyet temsiliyetizmin de dahi yaşanmıştır. Tam da bu nedenden dolayıdır ki; “devlet partisi” tanımı partiyi öne alıp devleti öteleyen yanlış bir kullanıma sahip olduğundan, bu tanımlamanın bilimsel bir içeriği de bulunmamaktadır. Kısacası; Başkaya bir olgu olarak temsiliyetizm kavramını tarihsel bir olgu olarak algılamadığından dolayı, devleti ve devlet şekillerini ve türlerini bütünsel bir perspektif üzerinden de değerlendirememektedir. Halbuki temsiliyetizm köleci, feodal ve kapitalist devlet biçimlerini de içine alacak bir şekilde; tarihsel bir süreklilik serüveni içerisinde gelişip vücut bulmuştur. Dolayısıyla bir devlet biçiminden bir başka devlet biçimini kopuş; süreklilik içerisinde kopuş dinamiğini de beraberin de getirdiği için, temsiliyetizm ruhu da tarihsel olarak kendisini dayatarak ilerlemektedir.
Kleoptokrasi, Sezarizm, Bonapartizm vs. gibi “ön-burjuvazinin” güçsüz olduğu devletleşme süreçlerinde tek parti diktatörlüğü ile iktidarın dar bir klik üzerinden koordine edilmesiyle oluşan süreçlerde partinin devletleşmesi, devletin partileşmesi olguları da açığa çıkmaktadır. Aynı durum hem köleci sistemin kentleşme evresinde hem feodalizmin hem de kapitalizmin ilk gelişim süreçlerinde de gözlemlenmekte olan bir olgudur. Örneğin, Yunan kent demokrasilerinde 500’ler meclisinin içerisinden 30’lar meclisinin (yönetici elitist erkinin) sıkıştırılarak var edilmesi; deyim yerindeyse “devletin partileşmesi ve partinin devletleşmesi” biçiminde ortaya çıkan temsiliyetist köleci kast sisteminin de bir dışavurumudur. Başka bir deyişle, devletteki kastlaşmanın temelinde: salt siyasi organizasyonlar biçimindeki devlet partileri değil, siyasi parti kastlarını da içine alacak şekilde (buna mafyatik kastlar da eklenebilir), tarihsel olarak devletin yapısının tüm doku ve kurumlarına işlemiş olan temsiliyetizm olgusu yatmaktadır. Kısacası; kastlaşma (ve bununla bağlantılı olarak gelişen sınıflaşma) sürecinde asıl belirleyici olan etken temsiliyetizm ola gelmiştir.
İster kendisini yürütme biçiminde örgütlemiş olan tek bacaklı köleci devletlerde olsun; ister kendisini yargı biçiminde örgütlemiş olan iki bacaklı feodal devletlerde olsun; ister kendisini yasama biçiminde örgütlemiş olan üç bacaklı kapitalist devletlerde olsun; bütün bu devlet türlerinde devletin kutsanarak din haline gelmesi (Başkaya’nın kullandığı yanılsamalı mantığa göre siz buna “devlet dini” de diyebilirsiniz) ve dokunulmazlıklarıyla memurun/kralın/papazın/kadının vs. ilahlaştırılması, dolayısıyla milletin/halkın/vatandaşın kul/köle/parya haline getirilmesi süreci de temsiliyetizm olgusu sayesinde icra edilmektedir.
Başkaya’nın makalesinde “devlet partisi” diye vurgu yaptığı şey aslında temsiliyetizmdir. Başkaya her ne kadar temsiliyetizme vurgu yapsa da; HDP’nin temsiliyetizm ile olan ilişkisinde çelişkiye düşerek tutarsız bir yaklaşım sergilemektedir. Başkaya makalesinde; temsiliyetizm açısından özde HDP’nin de temsiliyetizme tekabül ettiğini, bu partinin de diğer temsiliyetist yapılardan ve kast gruplarından farklı olmadığını görememektedir. İşin tuhaf tarafı; Başkaya sanki HDP’de temsiliyetist bir parti değilmiş gibi, temsiliyetizmin/seçimlerin ve sandığın bir aldatmaca olduğundan da ayrıca dert yanmaktadır. Neresinden tutsan çelişkilerle dolu bu tespitler Başkaya’nın kafa karışıklığının en açık kanıtıdır. Karışık bir kafanın doğru bir sonuca ulaşabilmesi de ne yazık ki mümkün değildir. Keza bugüne kadar yanlış bir zeminden doğru bir sonucun çıktığı da görülmemiştir.
Halbuki devlet geleneği ve zihniyetinin kodlarında ne seçim güvenliği vardır; ne de hukuk güvenliği! Dolayısıyla bu temsiliyetçi sistemde vatandaş sandıkta kendisine dayatılan seçilmen/atanman terörizmini seçmekle yükümlü bir kuldan/köleden/paryadan başka da bir şey değildir. Eskilerin deyimiyle; “Körler, sağırlar birbirini ağırlar” tarzında kendisini ortaya koyan temsiliyetizm her daim memuriyetizmi besler ve her seferinden bu memuriyetist kastlar milletin malına, canına, haklarına el koyarak tıpkı asalak bir anomali gibi yaşamaya devam ederler. Bu sömürücü yaşam biçimi için mücadeleyi de “siyasal bağımsızlık için mücadele” olarak adlandırırlar. Köle sahipleride, aristokratlarda, burjuvalarda yine tarih boyunca temsiliyetizm ve memur kastları sayesinde bu sömürü çarkını sürdürebilmişlerdir.
Başkaya makalesinin başından itibaren; halkın/cumhurun tebaa olduğundan, yani tabi olan olduğundan, iradesinin hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığından, siyasal partilerin, seçilmen ve seçilmenler tarafından atanmanların (temsiliyetçi devlet yapılanması bu şekilde teşekkül etmektedir ve devlet bir avuç bürokrasiden oluşmaktadır) halkın iradesini yansıtmadığından şikayet etmektedir. Lakin bu şikayetin asıl konusu; halkın iradesinin meclise ve diğer yasama ile birlikte yargı ve yürütmeye nüfus etmemesi ve yansımamasıdır. Başkaya seçimlerin bir aldatmaca olduğunu, partilerin de halkın partileri değil, devletin partileri olduğunu (bizim deyimimizle memuriyetist partiler olduğunu) belirtmektedir. Ayrıca Başkaya; bu yapıdan cumhuriyet çıkmayacağını, halkın iradesinin kurumlara yansımayacağından da bahsetmektedir. Başkaya’nın makalesine temel olan görüşleri özet olarak bu noktalara değinmektedir.
Ancak Başkaya’nın unuttuğu bir şey var: o da bütün bu tespitlerinin temel dayanak noktasını doğrudan temsiliyetçi siyasal eğilimlere ve çizgilere göre belirlemekte oluşudur. Başkaya’nın HDP ve TİP konusundaki yanılgıları da yine bu temsiliyetist bakış açısından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla; doğrudan demokrasi savunucularının genel talepleri ve istemleri temsiliyetizmin “iyi, halktan yana genel çıkarları gözeten” bir biçimde olabileceği varsayımı ve yanılsamasından beslenmektedir. Halbuki doğrudan demokrasi ancak temsiliyetist yasama, yargı ve yürütmenin; yani seçilmenlerin ve atanmanların halk tarafından doğrudan denetimizmi ile mümkündür!
Bu doğrudan denetimizm başlangıçta bireysel mücadele biçim ve yolları ile de başlayabilir. Lakin halkın iradesinin tecellisinin teminatı için temsiliyetist yapıların (yasamanın, yargının ve yürütmenin) ve memuriyetizmin dördüncü bir kuvvet ile, yeni bir kurum ile, toplumsal bir denetim kurumu ile sağlanabileceği ne yazık ki görülememektedir. Özet olarak; kötü temsiliyetizmin panzehrinin iyi temsiliyetizm olmadığını görebilmek için daha nice komünlerin, nice ekimlerin, nice devrimlerin heba edilmesi mi gerekmektedir?
Başkaya şahsında bütün geleneksel solun; halkın sorunlarını doğrudan denetimizm yolu ile çözebileceği bir kurum yerine, cumhuriyet, demokrasi ve hatta sosyalizm üretiminin “iyi parti” ya da “iyi kişi” üzerinden çözmeye kalkışmak gerçekte sorunları çözmemeyi tercih etmekten başka da bir şey değildir. Kaldı ki; kitleler, ezilenler, halk kendi sorunlarını kendi denetimist mücadele yolları ile çözebilme imkanına kavuşmak yerine, yani kendi deneyimlerinden kendileri öğrenmeleri yerine, sorunları partiye ya da lidere havale ederek, sorunları o lider ya da parti üzerinden çözme girişiminde bulunmak ayrıcalıklı insan ve grup fetişizmini de beraberinde getirerek, eleştirilen kast sisteminin bir kopyasının üretilmesine de neden olmaktadır. Sovyet temsiliyetizmi ve proletaryanist kahramanlık destanları da bunun en açık kanıtıdır. Ast olan dünyayı kurtaran adam rollerine değil de, dünyayı denetleyen kitlelerin rollerine ve modellerine yönelmektir. Kitlelerin kendi öz deneyimlerinden öğrenme süreçleri olmaksızın; temsiliyetizmi aşabilecek bireysel ve toplumsal rollerin ve modellerin oluşabilmesi de mümkün değildir.
Kimileri “doğrudan demokrasi” kavramını ağızlarına sakız gibi dolayıp; onu da getirip temsiliyetizme bağlayıp, çiğneyip çiğneyip duruyorlar. Başkaya’da bundan başka da bir şey yapmamaktadır. Başkaya sanki çok farklı bir şey yapıyormuş gibi; “var olanın radikal eleştirisinin şeylere nüfus etmesinden” bahsederken bile, temsiliyetizmin bütün ruhunu sardığının dahi farkında bile değildir! Asıl radikal eleştiri; hangi tür olursa olsun sistemin ve temsiliyetçi devlet yapılanmalarının halk tarafından denetime açık olmaması, sandıkta oluşan milli iradenin seçmen açısından güvenceli olmaması, dolayısıyla demokrasi ve hukuk güvencesi dahil hiçbir güvencenin olmaması, toplumun bu temsiliyetist aygıt ve kurumlarının/partilerinin ve memurlarının/seçilmenlerinin/atanmanlarının ayrı bir kurum ile denetleniyor olmaması, denetimist radikalizmin ukdesinden geçiyor olmasından kaynaklanmaktadır. Keza tarih öncesi uçmak bir hayal idi; bugün ise o rol model kuş kanatları sayesinde ve elektriksel motorlu sanayi emeğinin aldığı biçim sayesinde geçmişte hayal olan şeyler insan türü için imkan haline geldi. Tam da bu ölçekte denetimist radikalizm; “günümüz geleneksel temsiliyetçi sol radikalizminin” eleştirisinden kaynaklanmakta olduğu gibi, devletin dinleşmesi ve memuriyetizmin ilahlaşmasının da radikal bir eleştirisinden kaynaklanmaktadır.
Dememiz o ki; denetimist mücadele yol ve yöntemleri olmaksızın her türlü “iyi” ya da “kötü” memuriyetizm insanların iradesinden bağımsız olarak “iyi” ya da “kötü” kast yapıları yaratmaktadır. Cumhuriyetin, demokrasinin ve insan haklarının güvencesi denetimist kurumsal mücadeleden geçmektedir. Tarihte Başkaya gibi binlerce insan temsiliyetizm güzellemesi üzerine tonla şey söylemiş olsa da; bütün bu söylenenler hiçbir derde deva olmadı gibi, zaman içerisinde hükümsüz kalarak çer çöp olmaktan da kurtulamamıştır.
Kaynak:
(1) Fikret Başkaya / “ Devletin Ülkesi ve Milleti…”(1), 02.06.2021
https://www.gunzileli.net/2021/06/02/fikret-baskaya-devletin-ulkesi-ve-milleti1/?fbclid=IwAR0XaXOTeBsaV8XJg5i4j4pgJtdIj9IaJ-A0fb4Xw1iqPmlVcVakZgn279s
08.06.2021
Serhat Nigiz
#emek#emekoloji#marksizm#teori#politika#bilim#felsefe#devlet#bürokrasi#memur#temsiliyet#denetim#kast#cumhuriyet#demokrasi#yasama#yargı#yürütme#hukuk#adalet#feodalizm#kapitalizm#sosyalizm#vatandaş#iktidar#seçim#hdp#radikal#din#ilah
0 notes
Text
Çürüme, Karanlık, Perişanlık...
Müştereklerimiz meselinin iyice tarumar olunduğu, un ufak edilen “hayat” tahayyülünün artık hiç bahsinin açılmadığı / açtırılmadığı bir yerden bildiriyoruz. Hayat mefhum ve meselini var eden sıradanın müştereklerinin alaşağı olduğu bir güncellikte yaşıyoruz. Önümüz ve ardımız, sağımız, solumuz, yanımız, yöremiz bu katran karası tahayyül ile kuşatılıyor. Yaşama dair ses etmek, imkansıza koşullandırılıyor / sınırlandırılıyor, biliyoruz, tanığıyız. Güncellenmeye hala devam denilen ülke mefhumu artık bariz bir biçimde bu döngüyü süreğen kılarak var ediliyor. İş bu sahnenin hayat ile ilintisine vurulan her ket başka bir gediği var ediyor. Yarın meselini iş bu sahnede şimdi yerle yeksan ediyor muktedir.
Ne olacak yarınlar demek suç olarak tescilleniyor. Bir tahayyül değil karanlık belirgin / sabit kılınırken bu haller nedendir demek imkansızlar sahasına taşınıyor. Ya yarın, ya daha sonrası ne olacaktır! Hayatın devletli elleriyle işlevselleştirilen hamlelerle zehirli bir sarmaşık gibi kuşatılması bizatihi çürütülmesi gerçekken yol her nereyedir sahiden? Devletlinin vakfedildiği zikredilen yeni ülkenin dünün temelleri üstünde yükselmesi kesintisizliğini korurken, yarın ne getirecektir yıkımdan ve zulümden gayri? Bilindik tüm şartlanmışlıklarıyla devlet geleneğinin vaat olarak değil yaşamın ortasında bina ettiği cendere içerisinde hayat derdest olunmaktadır. Görünenler ve yaşatılanlar yarınlara aktarılanlar bu halin süreğen kılınmasını ifşa etmektedir. Hayat ehvenden koparıldıkça dehşet dolu bir fasit döngüye açık / yalın ve kesin dönüşür.
Hayat meseli tartışılmaktan alıkoyuldukça içine hapsolunan bir Michel Foucault tahayyülünü ihtiva eden pratiklere ulaştırılır. Renkler artık tekdüzedir. Sesler artık tek bir gümbürtüdür. Ol sözler artık menzildeki hiçbir kimseyi kurtaramayacak kadar, bir efsane kılınan babilon kulesi gibi çetrefilleştirilip, ayrıştırılmıştır. Müştereklerimiz mefhumunun yerle bir edildiği yerde ol yerine ikame olunan şey hep daha fazla tahakküm, bunlarla imal olunan bir çürümedir. Biteviye kılınan devletli şablonu o cerahatle hayatın akışını biçimsizleştirmekte geleceğin tam da şu anda yıkımını bildirmektedir.
Var edilen biyopolitik sarmalın oluşturulan müşterek talanının en kestirmeden güncelliği 1915’ten bu yana var edilen karanlıkta belirgin kılınandır. Sıradan olanı, devletliye uygun adım hareket etmediği, biat konusunda çekinceli davranıp itiraz ettiği için uyumsuz toplumdan dışlanmalı diye bildiren aklın fecaat ol tarihten bugüne süreğendir. Cumhuriyet döneminde yaratılan, geçmişten alınan ol fecaat geleneği hemen her fırsatta ötekinin yaşamına kasıt olarak çıka gelendir. Budur devletli perspektifinde Türkiye. Bu kadarıyla var edilen bir mefhumla Türkiye Türklerindir (devletlinin, ona yamananındır).
İçinde yaşanmaya çalışılan menzilin, dönüp dolaşılıp tek tip / tek tahayyül / tek düzen imalinin her neye yol verdiği karanlık geçmişten şimdiye kadar, 1915 öncesinde 1890 – 1896, 1919, 1920, 1923, 1937, 1955, 1964 ve 1980’e kadarki geniş bir tarih aralığında, hiç aralıksız olarak var edilen yıkımlarda okuyabilmek mümkündür. Bir memlekette makus talih olarak addedilen öyle diye bildirilenin nasıl da cerahatli bir nüktenin ta kendisi olduğu ortaya çıkmaktadır işte bir kez daha. Dönüp, dolaşıp, anlatmaya çalıştığımızın ortak olan hayat istencinin tarumar edilmesi hali olduğuna dair başkaca verilebilecek örnek söz konusu değildir. Onca zamanla, inat ve ısrarla güncellenmeye devam edilen / olunan yaşama kastın süreğen demirbaş halleridir, ne ilk ne de son, süreğen ve biteviye.
Berkin Elvan’ın cenazesine katıldığı gerekçesiyle 5 Ocak’tan beri tutuklu bulunan Devrimci Gençlik Dernekleri Genel Sekreteri ve İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi Berkay Ustabaş 'ın 5 Eylül’de görülen duruşması öncesi Çağlayan Adliyesi önünde basın açıklaması düzenlendi. Açıklamaya, Berkin Elvan'ın annesi Gülsüm Elvan, HDP İstanbul Milletvekilleri Züleyha Gülüm ve Hüda Kaya, HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay ve ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş da katıldı. Basın açıklaması sırasında sıklıkla ' Berkay Ustabaş'a özgürlük' sloganları atıldı. Açıklama sırasında söz alan Ustabaş'ın avukatı Erman Öztürk tutuklama kararlarının tamamen siyasete göre alındığını belirterek, "Berkay kaçma şüphesi yokken tutuklandı. Savcı kendi dosyasında tutuklama gerekçesi bulamayınca FETÖ'den aranan Savcı Muammer Akkaş tarafından hazırlanan iddianameyi tutuklamaya gerekçe oluşturuyor" dedi.
Açıklamanın devamında "4 yıl önce Berkin için adalet aradığımız gibi bugün de 9 aydır hukuksuzca tutsak alınan Berkay için adalet arıyoruz" denilirken 15 yaşında öldürülen bir çocuğun milyonlarca kişinin katıldığı cenazede bulunmayı suç sayanların tüm bu saldırıları bu ülkenin tüm sol, sosyalist, demokrat ve devrimci kesimine gözdağı vermek amacıyla gerçekleştirdiğini biliyoruz" denildi. Celsede yaşanan savcı tarafından sanıkların tutukluluk hallerinin devamına dair kanaat ile mahkeme heyeti kararını açıklar. Adaletin olmadığı, hiç ama hiçbir zaman gerçekten var edilmediği bir düzlem bir kez daha bina olunur, tescillenir. Berkay Ustabaş tutsak edilmiş binlerce öğrenciden birisidir, suç olarak addedilenin trajedisi artık hayatlarımızı kuşatan devletin aklının nasıl fecaatle hemhal olduğunu da göstere gelir.
Belge Yayınevi sahibi olan yayıncı Ragıp Zarakolu hakkında 2011 yılında Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Siyaset Akademisi’nde yaptığı bir konuşma nedeniyle “örgüte yardım ve yataklık” iddiasıyla İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan davada kırmızı bülten çıkarıldı.
2013 yılından beri İsviçre’de yaşayan Zarakolu, yazarı olduğu Evrensel Gazetesi’ne konuya dair verdiği demeçte, hakkında 6 yıl sonra çıkarılan kırmızı bülten ile iadesinin talep edilmesine tepki gösterdi. Türkiye’nin iade talebini “taciz” olarak nitelendiren Zarakolu, “Anlaşılan insan haklarına, azınlık haklarına , ifade özgürlüğüne sahip çıkmaya devam etmem, barışı savunmam, düşüncelerimi açıklamam ve yazılarım yine birilerini rahatsız etti. Rahatsız olsunlar. Yola devam!” dedi. Zarakolu, kamuoyuna da “Gelecek duruşmam 28 Eylül tarihinde yapılacak. Bu duruşmadan önce bu kararın kaldırılması için kampanya yürütmek önem taşıyor. Göstereceğiniz duyarlılığa şimdiden teşekkürler” sözleriyle çağrıda bulundu.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: Ragıp Zarakolu’nun avukatı Sennur Bayboğa, mahkemenin yanlış iş yaptığını dile getirerek, "Ragıp'ın adresini bildirmiştim ve kabul etmişti talebimi mahkeme. Sonra 'yasa buna uygun değil, diye düşünüyoruz' dedi. Özgür Gündem Ana Davası’nda Ragıp için müebbet isteniyor; ama bu dava için istinat mahkemesine yaptığım talebim kabul oldu. Bir üst mahkemeye itiraz ettim. Ancak; UYAP'ta itirazımın sonucunu göremiyorum. Üst mahkemenin yakalama kararını kaldırabileceğini düşünüyorum. Çünkü hukuksuz bir karar. Yurt dışı adresi orada var. Zaten Ragıp, KCK Ana Davası'ndan vareste tutulmuştu değerlendirmesinde bulundu. Dilbilimci Necmiye Alpay’ın Twitter’dan yazdığı meramıdır: “Bir insan sözlerinden ötürü yargılanabilir diyelim, her ne kadar demokrasilerde son derece istisnai bir durumsa da. Peki, ya tutuklamak, hele kırmızı bültenle aramak? (bkz. Ragıp Zarakolu) Öcü yaratma politikalarına ihtiyaç artıyor anlaşılan.
Amasya Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianameye göre, sosyal medya hesaplarından paylaşım ve beğeni yapan Ahmet Ş., Fuat T., Gülgün K., Serdal D. ve Uğur D. isimli beş öğrenciye soruşturma açılarak evlerinde arama yapıldı.
Terör suçu sayılan beğeniler;
-Grup Yorum’un ‘Dağlara Gel’ isimli şarkısı ile bazı Kürtçe müzik videoları paylaşmaları.
-KHK ile kapatılan İMC TV isimli kanalın Facebook sayfasını beğenmek.
-FETÖ/PDY tarafından devletin gizli bilgilerinin sızdırıldığı Fuat Avni rumuzlu Facebook hesabını, Med Haber isimli internet sitesinin Facebook sayfasını, KHK ile kapatılan Özgür Gündem isimli yayın organının Facebook sayfasını, Sosyalist Halk Platformu isimli Facebook sayfasını beğenmek.
-Eski HDP eş genel başkanları Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, eski HDP milletvekilleri İdris Baluken, Ferhat Encü, Faysal Sarıyıldız ile HDP milletvekili Meral Danış Beştaş’ın Twitter sayfalarını takip etmek.
İddianamede “Şüphelilerin Facebook, Twitter profillerindeki paylaşım ve yorumların ayrı ayrı, silahlı terör örgütlerinin cebir, şiddet içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek, bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda suçunun yasal unsurlarını oluşturduğu” görüşü savunuldu. İddianame Amasya Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi. Dava kasım ayında başlayacak.
Berkay Ustabaş, Ragıp Zarakolu ya da Öğrenciler... Adlar / meslekler / suçlamalar değişse de bu sınırların güncel kıldığı yegane şey bariz bir halde müştereklerimiz tahayyülünün biteviye linç olunmasıdır. Hayatın ehvenden çekiştirilip, itilip kakılıp eksiltilmesi, kopartılması halinin süreğen kılınmasıdır mesele. Düzenin güncellediği hemen her birimize pay ettiği şey bir derin çürüme halidir. Mevzu mesel bir rüya değil, yalan değil doğrudan bu tahakkümün yıkımı, çürütmesidir. Örnekler pekala çoğaltılabilir ne ki var edilen katran karanlığının kapsamı açtığı / açmaya çalıştığı yara hala anlaşılmayandır.
Memleket denilenin yaşama edim / eyleminden alıkonuluşu meselesi gümbürtüye konulandır. Bir anlamda yıkımın örtbas edilmesi güncelliği sağlama alınandır. Müştereklerin yıkımı bu kadar açıktır / süreğendir. Böylesine fecaat sarmalına rehin kılınan şey hayatın sıradan elinden çalınmasıdır. Evrensel’den Volkan Pekal’ın haberidir: “Adana'nın Aladağ ilçesinde, 11'i çocuk 12 kişinin yaşamını yitirdiği, 24 öğrencinin de yaralandığı, Süleymancılar cemaatine ait kız yurdu yangını ile ilgili davanın 7’nci duruşması görüldü. Kozan 1’inci Ceza Mahkemesi, Adana 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi davanın birleştirilmesi taleplerine makul sürede cevap vermediği için dosyanın 1 Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etmesine karar verdi. Tutuklu sanıklar Yurt müdürü Cuma Ali Genç ve dernek başkanı İsmail Uğur hakkında bilirkişi raporu ve tutuklu bulundukları süre gerekçe gösterilerek tahliye kararı verildi.”
Yeni gelen raporda tutuklu bulunan Yurt Müdürü Cuma Ali Genç ve dernek başkanı İsmail Uğur'un da tali kusurlu görüldüğü belirtildi. Savcılık makamı bu gerekçeye dayanarak mütalaasında tutuklu sanıkların tahliye edilmesini istedi. Savcı, davanın, Aladağ eski Kaymakamı Ahmet Ziya Filizer'in denetimlerde ilçe milli eğitimi ikaz etmediği gerekçesiyle yargılandığı dava ile birleştirilerek Adana 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesini istedi. Raporu eleştiren sanık avukatları asli kusurlu ve tali kusurlu tespit edilmeden bir raporun kabul edilemeyeceğini belirterek Adana'ya gönderilmek istenen dava ile ilgili tahliye kararını Kozan'ın vermesinin doğru olmayacağını dile getirdi.
Av. Can Atalay, 11 kız çocuğunun ve bir görevlinin hayatını kaybettiği hassas bir dava ile ilgili gelen raporlarda asli kusurludan bahsetmeden sanıklar hakkında tali kusurlu tespiti yapılmasının inanılmaz ve kabul edilemez olduğunu belirterek "Peki bu çocukların sebebi kim? Asli kusurlu tayin edilmeden bu mahkeme sonlandırılamaz. Böyle bir rapor ne hukuka ne de vicdana sığar. Mahkemenin buna ortak olmaması gerekir" diye konuştu. Gelen raporlardan birinin İstanbul yerine Antalya Demre'den bir bilirkişiye hazırlatıldığını söyleyen Atalay, bu durumun da şüpheli olduğunu ifade etti.
Duruşmanın ardından aileler karara isyan eder. Adaletin parası olanlar için olduğunu söyleyen aileler "11 çocuk gitti. Biz onlardan birinin kılına zarar versek başımıza neler gelirdi. Suçlu olan bizim çocuklarımızmış, devlet yok, adalet yok!" derler. Avukat Can Atalay ise "11 çocuk hayatını kaybetti. Bu insanların çocuklarını yaktılar. Sen kapıları kilitlersen, yukarıya lambiri, aşağıyı halı yaparsan, kimse orayı denetlemezse, o bina kaçaksa, oraya sabi sübyanı doldurursan bu çocukları yakmış olursun" diyerek karara tepki gösterdi. Öldürenlerin hesap vermemesi için her bir numaranın denediğini söyleyen Atalay, "İşte sonuç, 2 yıl olmamış tutuklu yok. Eğtim dün Fethullahçılara teslim edildi, sonuç ortada. Bugün Süleymancılara teslim ediliyor. Eğitim kamusal olmalı, yoksul köylü çocuğu da ulaşabilmeli" dedi.
Kısası, kesintisiz bir biçimde iki sene boyunca süründürülen dosyada tutuklu sanık kalmamış, olan bitenin yıkımına karşı ne devletliden ne de sorumlu olduğu zikredilen sanıklardan herhangi bir izahat çıkagelmiştir. Biri görevli on biri öğrenci toplam on iki insanın katliamına bile ses etmeyen, adalet bahşetmeyen menzil gerçektir. Hayatını kaybeden çocukların yakınlarından biri "Bu ülkede çalıp çırpıp güçlü olacaksın. Bundan sonra zengin ve güçlü olun devlet de millet de yanınızda dursun. Yargıç, savcı onlar ne söylüyorsa onu yapıyorlar" cümlesi ile çıkagelen, kesintisiz hazan olan meselin artık nasıl biçimlendirildiği bahsidir. Budur bu kadardır Türkiye!
HDP'nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in "örgüt propagandası yapmak" iddiasıyla yargılandığı davanın duruşmasında karar çıkar. Demirtaş’a 4 yıl 8 ay, Önder’e ise 3 yıl 6 ay hapis cezası verilir. Mezopotamya Haber Ajansı’ndan aktaralım: Demirtaş konuşur: “Mütalaayı veren savcı, konuşmada 'Kandil çok güçlüdür’ iması yaptığımı iddia ediyor. Savaş isteyen bir siyasiye karşı barışı isteyen beni yargılıyorsunuz. Savaş şiddet çağrısı yapan ben değilim. Birileri Ankara'da otururken biz Kürt ve Türk gençlerinin ölmemesi için elimizi taşın altına koyduk. Asker, polis, özel hareket yolumuzu kesip 'bu süreci devam ettirin' diyordu. Benim Bahçeli'den söylediğim şey neden savcıyı, yargıyı rahatsız etti. Bu yargılama ile çözüm sürecinden intikam alınmak isteniyor. Bu intikam almayı da sizin mahkemeniz eliyle yapıyorlar.”
“Bu çözüm süreci başladığında tüm tarafların ortak kanaati sürecin provoke edilmesiydi. Bu tartışmalar yürütülürken üç Kürt kadın bir büroda infaz edildi. Sakine Cansız çözüm sürecini desteklediğini yazmıştı. Kendisini şahsen tanımam. Leyla Şaylemez'i de tanımam. Ama Fidan Doğan'ı tanırım. Avrupa Parlamentosu'nda resmi lobi çalışanıdır. AKP'liler de, CHP'liler de tanır. Bir AKP milletvekili Fidan Doğan'ı yazısında yazmıştı. Ayrıca kaç toplantıda benim tercümanlığımı yaptı. Üçünün öldürülme nedeni çözüm sürecini bitirmek olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu olay, 4 gün önce başlayan çözüm sürecini bitirebilirdi.”
“1991 yılında kurulan HEP'in devamıyız. Ben bu konuşmada Newroz şehitlerimizi andım. Sizin için önemli olmayabilir ama bizim için önemlidir. Doksanlar son bu güne bir sürü partilimiz Newroz'larda öldürüldü. Kemal Kurkut kameraların önünde katledildi. Vedat Aydın JİTEM tarafından kaçırıldı, cesedi Maden'de köprü altında bulundu. Bunlar benim şehidimdir. Onlarla gurur duyarım ve anarım. Bunu size soracak değilim. Mehmet Sincar Batman'da sokak ortasında katledildi. Yüz yıllarca ceza verseniz de anarım. Seve Demir Silopi'de katledildi. Partilimdir. Ben parti ve Newroz şehitlerimizi andım. Bin yıl ceza verseniz de geri adım atmam. Bu üç kadın Paris'in göbeğinde alçakça katledildi. Yakın tarihte olduğu içinde onların şahsını andım. Olaya ilişkin ortaya çıkan belgelerde MİT'in işin içinde olduğu ortaya çıktı.”
“Mahkeme Başkanı: Kurumları itham edemezsiniz. Selahattin Demirtaş: FETÖ'cüleri hedef alan sözlerim sizi rahatsız etti. Ben de bunu tutanağa geçiyorum. Ben kurumları itham etmiyorum. Bu soruşturma FETÖ ile ilişkisi bulunan iki kişinin şikayeti ile başladı. 5 yıl sonra yargılanıyor olmamız manidardır. Biz barış mücadelesi yaptık. Türkiye'nin barıştan başka kurtuluşu yok. İmralı’da tecrit sonlandırılmalıdır. Ben barış mücadelesinden geri adım atmayacağım. Ben hukukun üstünlüğüne inanıyorum.” diye bitirir. Önceden alınmış kararlar, ardı / arkası her nasıl geleceği kestirilen bir karanlığa karşı insanların direnişleri güncellenmektedir. Demokrasinin varlığı için mangalda kül bırakılmayan bir menzilin hakikati bir kez daha fâş olunur.
Önümüz ve ardımız, sağımız, solumuz, yanımız, yöremiz bu katran karası tahayyüller ile kuşatılıyor. Yaşama dair ses etmek, imkansıza koşullandırılıyor / sınırlandırılıyor, biliyoruz, tanığıyız. Güncellenmeye halen devam denilen ülke mefhumu artık bariz bir biçimde bu döngüyü süreğen kılarak var ediliyor. İş bu sahnenin hayat ile ilintisine vurulan her ket başka bir gediği / yeni bir yarayı var ediyor. Yarın meselini iş bu sahnede şimdi yerle yeksan ediyor muktedir. Yarın diye bir bahis kalmasın diye, dününün tüm hatalarını güncellemeye, eşitlik ile adalet, özgürlük ile demokrasi gibi içi çoktan küflenmiş olanları, onca eksik gediğine rağmen var edilenleri de yağmalıyor. Plastikleşmiş bir büyük ülke şablonu için her şey delik deşik her bir mesel hınçla insanı, sıradan olanı susturmaya sevk ediyor. Böylesi bir gidişatın hakikati salt ve sırf çürümedir, artık eminiz, son kararımızdır! Böylesi bir düzlemin arkası bir çukurun dipsiz karanlığıdır, farkındayız, ses veriyoruz... Böylesi bir halin ardı perişanlıktır yineliyoruz, hep kendimize, hep birlikte, her yerde sadece sıradana değil muktedirin yanındakilere de hâlâ... umursayanların nazar-ı dikkatlerine paylaşıyoruz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – 1) Live Now 2-Now-當下二-Now
2) Lanwei 05-Big Business-2006-China-Guangzhou By Anothermountainman
#yeni türkiye#cerahat iklimi#yıkım#faşizm#söz hakkı#çürüme#isyan#nükte#berkay ustabaş#berkin elvan#ragıp zarakolu#insan hakları#sosyal medya#devlet102#biyoiktidar#aladağ#çocuk hakları#kırım#hdp#demirtaş#türkiye gerçeği#yaşama uğraşı#demokrasi#hayat ne olacak?#meram#arzihal#sözcükler#mesele#vicdan#tahakküm
0 notes