#Dobruca
Explore tagged Tumblr posts
Photo
Invoking the 1907 Hague Convention, the Romanian government interned nearly 38,000 Dobrujans of non-Romanian origin in north of Iaşi, Moldavia during the First World War.Of them, 60% were of Bulgarian origin, and nearly 15% were Turkish. They were transported under difficult conditions - on foot, by river barges and by railway echelons to special camps. Nearly 3/4 of the internees died in the camps they were brought to. According to the Romanian authorities, the internment was only to the male population between 18-60 years old, and the rest (women, children, eldery) would be warned that they should not do anything wrong. However, this didn’t happen - the Bulgarian newspaper "Dobrudzha", which was published in Babadag, published the names, age and birthplace of every single internee. It can be seen that the internees are not only men, but there are also many children, as well as girls between the ages of 15-19.
Balchik was one of the cities that suffered the most from the internment. 73 citizens were abducted for work in Moldavia, 50 of them Turks. In Kavarna, 134 people were interned to Moldavia and 32 of them were Turks. Tutrakan was another city that lost many people - there were 691 interned, including 113 Turks. Among the Tutrakan Turks who went to Moldavia were also the child members of the Hüseyinov family - Nuriye (11), Vejdi (8) and Bahri (1). Even villages like Söyütçük (Vodno in Silistra), Nasradın (Bisertsi in Razgrad), Hacıköseler (Krushari in Dobrich) and Karayamurlar (Poroyno in Silistra) didn’t manage to go unnoticed. The total number of evicted people from these four villages alone is 327, of which 247 are Turks and 80 are Bulgarians.
#romania#romanian#ww1#wwi#dobruca#bulgarian#turkey#türkiye#osmanlı#ottoman#türk#turkish#turk#balkan#the balkans#eastern europe#europe#islam#muslims#muslim#deliorman#turkish history#history#moldavia#old photos#balkanlar#türk tarihi#dobrudja#balkan türkleri#göçmen
3 notes
·
View notes
Photo
#dobruca #okulfilesi #okulgüvenliği #teacher #school #önlem #öğrenci #kreş #lise #balkonfilesi (Dobruca) https://www.instagram.com/p/CqI89znIFyd/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Text
Çok Hızlı! (6) (Orhan 36 Y., Bursa)
Gece 23:00 civarı bir mesaj geldi Sevgi'den, "Biz Fatma abladayız!" diye. Bir de foto ekliydi. Hikmet'in yarağı Fatma'nın amında, Sevgi de Fatma'nın götüne vibratörü sokarken çekilmişti. Cevap olarak, "Vay alçaklar :)" deyip gülücük gönderdikten sonra balkona çıkıp sigara yaktım...
Her blokta 8 daire olan, 4'er katlı, 10 bloklu bir sitede, 4. katta oturuyordum. 10 blok da sitenin ortasına otoparka aynı zamanda dış taraflara bakan bir haldeydi. Balkonlar pimapenle kapanmış, bir oturma grubu sığacak büyüklükte bana göre evin en rahat bölümlerinden biriydi. Sigaramdan bir nefes çekip karşıya doğru üfledim. O an mesaja cevap var mı diye telelefonumu kontrol edip kafamı kaldırdığımda, karşı çapraz blokta, aynı katta biri sigarasından nefes aldı ki bir ışık geldi geçti. Kim oturuyordu diye hesaplarken, Dr. Ahmet aklıma geldi. Ama adam apartman toplantılarından anımsadığım kadarıyla 1.20 kilo, 1.60 boyunda, 50'li yaşlarda, sigaradan nefret eden, gıcık, çirkin bir tipti.
Karısını bir kez görmüştüm, 1.60 boyunda, ince saçları kısacık erkek saçı gibi kesilmiş, kocasından yaşça çok küçük olduğu belli olan minyon bir kadındı. İki tane 10 yaş altı oğulları vardı. Sigara kokusuna bile tahammül edemeyen adamın evinde sigara içenlerin 10 yaş altı çocuklar olamayacağına göre, misafir gelmiştir deyip sigaramdan nefesi çektim. Aynı anda karşıdan da sigara ışığı yandı! Sigaram bitince, 5 dakika sonra yeni bir sigara yakıp, balkon lambasını açtım, bir dakika kadar o yöne bakıp tekrar balkon lambasını kapadım. Ama sigara dudaklarımda, o kor kırmızı gecenin köründe nefesi çektiğimde, karşı çaprazın lambası yandı. Balkondaki Dr. Ahmet'in karısı Merve idi. Sigarasından iki nefes çekip lambayı kapadı. Şimdi karanlıkta sigara ile mors alfabesi yazılıyordu...
O gece saat 02:00'ye kadar yarım paket sigara ve iki kadeh rakı içtim. Hatta iki kez lambayı yakıp kadeh bile kaldırıp gülücük yolladım Merve'ye. O da bir şişe bira içti, lambayı iki kez daha yakıp gülümseyerek bardağını çaktırmadan kaldırarak. Ne oluyor lan diyordum kendi kendime. Esnaf ağzıyla söyleyeyim, Sevgi ayağını sürümüştü sanırım :)
Sabah her zamanki saatimde kalktım. Balkondan baktım, ama onların balkon boştu. Merve'ye nasıl ulaşacağımı düşünerek arabamla siteden çıktım. Daha 100 metre gitmeden sağda kaldırımda gülümseyerek bekler halde onu gördüm. Önünde durdum, kapıyı uzanıp açtım. Arabaya binince, gazlayıp ara sokağın birine girdim. "Günaydın! Heyecanlı ve çok eğlenceli bir gece geçirdim sayende!" dedim. "Günaydın, sorma ben de, çok zor uyudum, iyi ki bira içtim, yoksa sabah olmazdı!" dedi. Gülümsedim ve, "Sana nasıl ulaşırım diye düşünüyordum ben de! Daha önce denk gelmemiştin, daha geç gidiyorsun işe diye biliyordum!" dedim. Kendi şirketi vardı.
O da, "Sabah senin bu saatte çıktığını görmüştüm, onun için bu sabah erken çıktım ben de! Doktor bir akrabasının cenazesine memleketine gitti. Çocuklar okula gitti, ben de tek başıma kahvaltı etmek istemedim!" dedi. "O zaman kahvaltıya gidiyoruz!" dedim. "Nereye?" dedi. Dobruca taraflarında güzel kahvaltı mekanları vardı. Genel müdürlük'teki mali işler müdürünü arayıp, öğlene dek izin rica ettim. Çünkü fabrikada amirim yoktu. Rahattım. Bu arada Merve, çantasından çıkardığı sigarayı yakmaya çalışıyordu. Evlendiğimizde, 3 yıl önce almıştık evi, 3 yıldır kadından bir hareket gelmemişti. Gerçi kadını kocasıyla ilk gördüğüm günden beri, bu kadının bu adamla ne işi olur ki diye aklımdan geçmişti.
Ağaçlar altında şırıl şırıl bir dere akan kahvaltı mekanında oturduk. Kahvaltı gelmeden birer bardak küçük çay istedim garsondan. Birer de sigara yaktık. "Sen şimdi nerden çıktı bu diyorsun, değil mi?" dedi aklımı okurcasına. "Açıkcası öyle!" dedim. "Çapkınlık yaptığında dikkatli olmalısın Orhan bey!" dedi gülümseyerek. "Nasıl ya?" dedim. Merve'nin işyerini bilmiyordum. Güzellik Salonu olduğunu, elemanlarının sabah işyerini açtığını, kendisinin 10:00 gibi işe gittiğini kısaca anlattı ve "İşyerim nerede biliyor musun?" dedi. Gözlerimi kocaman açıp, bilmiyorum anlamında kafamı salladım.
Meğer Sevgi'yi aldığım, servisten indiği, sonra da şehir dışına çıktığımız (10 günde 2 kez) köşedeki binaymış. "Kadını aldığında balkonda sigara içiyordum, arabanı bildiğim için gayri ihtiyari baktım, sonra da o kadının arabaya binişini gördüm! Sahi kim o kadın?" dedi. Teyzemin kızı diyecektim bir an, ama vaz geçip, "Bir arkadaş!" dedim. "Benim işyerim hemen dükkan üstü, kadını belki 5 metreden gördüm, heyecandan eli ayağı tutmuyordu kadının!" dedi gülümseyerek, sonra da, "Aramızda kalacak, o nedenle rahat ol. Ben seni evine bağlı bir adam olarak görüyordum. Ama o gün öyle görünce, hem merak ettim, hem de seni daha iyi tanımak istedim!" dedi.
Kahvaltı servis edilirken bir an susup gözlerimiz kenetlenmiş bakışıyorduk. Yeni bir işe başladığımı, kadının da mesai arkadaşım olduğunu, orada tanıştığımızı söyledim. O an ağzından çıkan laf, "İşyerinde de yapıyor musunuz?" oldu. Hemen sonra da, "Direkt sordum ya, ayıp!" dedi kendi kendine gülerek, sonra da, "İşyeri aşklarını hep merak etmişimdir!" dedi. "Zor!" dedim. "Neden?" dedi. "Canın her çektiğinde tehlikeyi göze alıyorsun, ama bir o kadar da heyecanlı, yakalanma korkusu felaket adrenalin veriyor!" dedim. "İşyeri dışında nereye gidiyorsunuz, otele falan mı?" dedi. "Yok, otel zor, şehrin çıkışında, bekarlık günlerimde keşfettiğim bir arazi var!" dedim. "Nasıl bir arazi ki?" dedi. Ben de konuyu değiştirip, "Ya sen, var mı kimse?" diye sordum.
"5 yıl önce vardı. 3 yıl sürdü, ama 2 yıl önce bitti. O günden bu yana sadece işime odaklandım!" dedi. "Kimdi?" dedim. "Doktorun mesai arkadaşlarından biriydi. Tayini çıktı taşındı. Taşındıktan sonra birkaç kez geldi, bir kez ben gittim, ama uzak mesafe yürümedi!" dedi. "2 yıldır görüşmüyor musunuz?" dedim. "Hayır, telefonda bile görüşmüyoruz, numarasını bile sildim!" dedi. Adam birkaç kez whatsaptan yazmış, ama bu olmayacağı için cevap yazmamış. Bu arada 29 yaşında olduğunu öğrendim. "Doktorla nasıl evlendin?" diye sordum. Olay tam tahminim gibiydi, doktor zengin, kız fakir, 2 yıllık okurken doktor bunun aile hekimiymiş, ordan göz koymuş, ailesinden istetmiş, aile de zengin diye vermiş, aralarındaki 20 yaş farka rağmen. "Ama sanma ki o dışarıdaki nemrut adam evde de öyle... süt dökmüş kedi gibidir evde!" dedi.
Bu arada saat 10:00 olmuş, kahvaltı bitmiş, kahvelerimizi bile içmiştik. Merve, "Eee, ne yapıyoruz? Sen izinlisin, ama benim işe gitmem lazım!" dedi. Arabayı direk benim ağacın oraya sürdüm ve "Nasıl bir arazi demiştin ya, işte burası!" dedim. "Hımm... Beni buraya birlikte olmak için getirmedin umarım, ilk seferimizin böyle bir yerde olmasına müsaade etmem!" dedi. Gülümsedim, elini tutup öptüm, "Nasıl isterseniz leydim!" dedim. "Teşekkür ederim beyefendi!" dedi gülüştük. Onu işyerine doğru götürürken, işten kaçta çıktığımı sordu. "16:00'da." dedim. O da, "Beni işyerimin ordan alır mısın?" dedi. Numaralarımızı verdik birbirimize...
İşyerine vardığımda Sevgi merakla odama geldi. Ona, "Kız diş çıkarıyor, ateşli biraz da, doktora götürdük!" dedim. Fatma'dan mesaj vardı, "Aşkım akşam için kızmadın umarım, Hikmetle Sevgi çat kapı geldi. Otururken sevişmeye başladılar, ben de dayanamadım, ama sensiz de hiç güzel olmadı!" yazıyordu. Sevgi'nin akşam gönderdiği fotoya tekrar baktım, Hikmet amcığında, vibratör sevginin elinde göt deliğine sokulmuşken zevkten gözü dönmüş görünüyordu. "Neden kızayım, tadını çıkartalım, kıskanmak yok!" yazdım. Cevap gülücük oldu. Sonra Sevgi, "Akşam üzeri bana gelir misin?" yazdı. "Gelemem, eve gitmeliyim!" dedim. Sevgi, Fatma, şimdi de Merve. Kendi kendime, (Ulan hatları karıştırcaksın iyice!) dedim.
Saat 16:15'de Merveyi aldım işyerinin önünden, gayet rahattı. Bir kilometre kadar aralardan gittikten sonra çok daireli bir binanın önünde durduk. Binaya birlikte girdik. İkinci katta bir dairenin kapısını anahtarla açıp, beni içeri buyur etti. "Kimin burası?" dedim içeri girince. Anlatmaya başladı. 5 yıl önce işyerini açtığında, beraber okuduğu (estetisyen) bir arkadaşını işe almış, kadın başka şehirden olduğu için burayı tutmuşlar, sonra ilişkisi başlayınca arkadaşıyla paylaşmış, o da bir odasını Merve'ye vermiş.
İçeriye girince, kapının üst kısmından aldığı anahtarla odasını açtı. Tam takım bir yatak odasıydı, ama köşede bir masa ve iki koltuk ta vardı. Bir otel tipi mini buzdolabı da vardı. "İki yıldır kullanmıyorum, o nedenle dolap falan boştur. Ama içerden bişeyler bakayım, ne içersin?" dedi. "Ne varsa!" diye cevap verdim. İki dakika sonra buzlu viski ile dolu iki bardakla yanımdaydı. "Bize!" dedim kadehleri tokuştururken. "Umarım!" dedi. Kadehi elinden alıp dudaklarını dudaklarımın arasında aldım, ihtirastan daha çok duygusulallıkla öpüşmeye başladık. Birkaç dakika sonra iyice gevşemiş, kollarımda kendini salmıştı.
Bisiklet yaka ipekimsi bluzunu çıkardım. Muhteşem pembe dantelli bir sütyen içinde göğüslerini avuçlayıp, kulak memelerinden boynuna, sonra da göğüslerine kaydım. Sütyenin üzerinden öpüp koklayarak soymaya başladım. Önce sütyen, sonra kot pantolonu, altta küçücük pembe tangası. Sonra elimden tutup ayağa kaldırdı beni, kendisi de kalkıp gömlek düğmelerimi tek tek çözerken hiç acelesiz her düğmeden sonra açılan yerleri öperek kotumu düğmelerini çözüp çıkardı. Sonra boxerımın üzerinden kalkmış yarağımı avuçlayıp, "Hımmm..." dedi. Yere diz çöktü, önce küçük öpücükler kondurdu yarağımın kafasına, sonra da ağzına alıp alıp çıkarmaya, arada tükürüp tekrar ağzına almaya devam etti. Bu işi biliyordu.
Birkaç dakika yaladıktan sonra onu alıp koltuğa oturttum. "Ben de tadına bakayım!" deyip öne doğru çektim, bacaklarını omzuma alıp dilimle amını keşfe çıktım. Çizgi gibi bir amı vardı, kalçaları ufacık ama çok güzeldi. Amını ve göt deliğini uzun uzun emdim. Klitorisini dilledim ve dilimle siktim bir süre. Sonra internetten öğrendiğim 2 parmak hareketimi yaptım. İlk seferinde tüm sevgililerime yaptığım, hepsinin müptelası olduğu, ortadaki 2 parmakla amcığa seri hareketlerle pompalayınca bu kadınların işer gibi amının suyunu getiren bir hareketti. Merve parmaklarımın ucunda kuduruyor, suları neredeyse yüzüme çarpacak kadar fışkırtıyordu. Bağırışları kesin dışarılardan duyuluyordu. Öyle orgazm çığlığı ilk kez duyuyordum.
Elimi çektikten en az 5 dakika sonra gözlerini açıp, "Ne yaptın sen böyle? O nasıl bir hareket, hayatımda hiç böyle ıslanmamıştım!" dedi. Oturduğu, kaykıldığı koltuğun önü su birikintisi kaplıydı, halı, koltuk sırılsıklamdı. Güldüm elinden tutup yatağa uzatıp, "Şu suların bir de tadına bakalım!" deyip yamuldum amcığına. Birkaç dakika yaladıktan sonra hareketlerinden tam kıvama geldiğini anlayıp, üzerine çıkıp yarağımı amcığına soktum. "Ohhhhh!" diye derin bir kavuşma nidası yükseldi aynı anda ikimizden de. Yarağımı köküne kadar sokup, kafasına kadar çekip tekrar sokarken dudaklarını dudaklarıma aldım. Nefes nefese, hem öpüşüp hem sikişiyorduk. Benim her darbeme o da kalçaları ve kasıklarıyla cevap veriyordu.
Bir süre siktikten sonra, Merve, "Geliyorum aşkım!" dediğinde, ben de saldım döllerimi amcığına. Rahattım, yolda gelirken başka çocuk istemediği için tüplerini bağlattığını söylemişti. Birer sigara yaktık. Yastığın üzerine dirseğine dayadığı başıyla beni izleyip sigarasından derin nefesler alıyordu. "Eminim söylemişlerdir, ama muhteşem bir adamsın!" dedi. Gülümseyerek, "Karşımdaki muhteşemse ancak!" diye cevap verdim. "Aşık oluyorum kesin!" dedi yüzünü iki eliyle kapatıp...
İçeride bir buçuk saat kalmıştık. "Beni işyerime bırakır mısın?" dedi. Bıraktım. Arabadan inerken, "Yazarsın, doktor 2 gün daha yok!" dedi. Eve giderken karım aradı. Köyden dedesi ile babaannesi gelmiş, bu gece annelerinde kalabilir miymiş diye sordu. Canıma minnet. Eczacı arkadaşa uğradım, bir çay içip, bitmiş olan bitkisel takviye hapından 2 kutu alıp, arabanın bagajındaki ilk yardım çantasına zulaladım. Bir tanesini de içtim. Canım göt sikmek istiyordu. Fatma'yı arayıp, eve gitmeden yarım saat zamanım olduğunu, özlediğimi söyledim. Fatma da, "İstersen 5 dakika olsun, ona bile razıyım, bekliyorum!" dedi...
Fatma çırılçıplak karşıladı bu kez beni. "Zaman yok dedin!" diye kıkırdıyordu. Mutfağa götürdü. Balla kaymak koymuştu bir tabağa. "Aşkım!" dedi, parmağını daldırıp kaseye ağzıma uzattı emerek yalayıp yuttum. Sonra sol göğüs ucuna koydu bir parça, ısırarak yaladım. Sonra diğer göğsüne, göbek deliğine ve amcığına, hepsini yaladım. Sonra bir parmak ta ben aldım, bunu tezgaha ellerini dayayarak domaltıp, göt deliğine sürdüm bal ve kaymağı, dilimle yalayıp parmağımı soktum. Ohhhh, Ahhhh sesleri yükselirken amcığına dil darbeleri atarken orgazm oldu.
Amının sularını göt deliğine sürdüm ve yarağımı götüne sapladım. "Ahhh, aşkım yırttın, çok acıdı, ama sik aşkım, harikasın erkeğim!" diye inliyordu. "Yavrum bu göte hastayım, gerçi senin heryerine hastayım ya, offf, orospum benim!" dedim. Sanki o da bu lafları dememi bekler gibiydi, "Ohhhh, sik beni, siktir beni, bu orospuyu sat sermayen olayım, sokaklarda her bulduğuna siktir beni!" diye bağırarak orgazm oluyordu, parmaklarım amında, yarağım götünde çalışırken...
Ben de götüne boşalıp sigaralarımızı yaktığımızda, kocasının yatakta küfrederek sikmeyi sevdiğini, zamanla alışıp kendisinin de çok zevk aldığını anlattı. Zamanım yoktu, sigaradan sonra öpücükle uğurladı beni :)
[Orhan]
106 notes
·
View notes
Text
🐺 “Bir Türk, mutlaka Türk’le evlenmeli. Düğün Türk kültürüne göre yapılmalı, çocuk Türk kültürüne göre büyütülmeli.” 🤘
TÜRKLER VE TÜRKÇE
1. İlk Türkçe (Başlangıçtan Milat sıralarına kadar)
2. Ana Bulgarca ve Ana Türkçe dönemleri (1.-6. yy.)
3. Eki Türkçe ve Eski Bulgarca dönemleri (6.-11. yy.)
4. Orta Türkçe ve Orta Bulgarca dönemleri (11.-16. yy.)
5. Yeni Türkçe ve Çuvaşça dönemi (16. yüzyıl sonrası)
Róna-Tas ise çağdaş Türk lehçelerini şu şekilde sınıflandırmıştır:
I. ÇUVAŞ
Viryal, Anatri
II. KIPÇAK veya KUZEYBATI KOLU
1. Kuzey veya Volga Kıpçak
Kazan Tatarları
Mişer Tatarları
Başkurt
2. Doğu veya Aral-Hazar
Kırgız
Kazak
Karakalpak
Nogay
3. Batı veya Pontus-Hazar
Kumuk
Karaçay Balkar
Kırım Tatar, Dobruca Tatar Urum veya Grek Tatar
Karaim
III. OĞUZ veya GÜNEYBATI KOLU
Türkmen
Horasan
Azerbeycan
Türkçe veya Osmanlıca
Gagavuz
IV. HALAÇ veya GÜNEY KOLU
V. TÜRKİSTAN veya DOĞU KOLU
Özbek
Yeni Uygur
Türki
Salar
Hoton
Sarı Uygur
VI. SİBİRYA veya KUZEY KOLU
Sibirya Tatarları
Altay
Şor
Hakas
Çulum
Tuva
Tofalar
VII. Yakut
10 notes
·
View notes
Text
Falih Rıfkı Atay, Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye ve Kudüs’te Osmanlı emir subayı olarak bulunmuştu. "Zeytindağı" adlı eserinde o zamanki Kudüs’ü, cepheyi ve o günün insanlarının ruh yapısını, Arapların Türklere bakışını ele almaktadır.
"Çıplak İsa, Nasıra’da marangoz çırağı idi; Zeytindağı’nın üstünden geçtiği zaman, altında kendi malı bir eşeği vardı. Biz Kudüs’te kirada oturuyoruz. Halep’ten bu tarafa geçmeyen şey yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyoruz.”
"Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar, her şey Arapların veya başka devletlerin. Yalnız jandarma bizim idi; jandarma bile değil, jandarmanın esvabı."
"Türkleşmiş hiçbir Arap görmedikten başka, Araplaşmamış Türk’e az rast geliyordum."
“Suriye, Filistin ve Hicaz’da ‘Türk müsünüz?’ sorusunun birçok defalar cevabı ‘Estağfurullah’ idi. Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmıştık. Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi."
"Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu."
“Kudüs’ün en güzel yapısı Almanların, ikinci en güzel yapısı yine onların, en büyük yapısı Rusların, bütün öteki binalar İngilizlerin, Fransızların, hep başka milletlerin idi… Geç kalmıştık. Artık ne Suriye, ne de Filistin bizim idi. Rumeli’yi kaybetmiştik. Lübnan havası bize Dobruca havasından yüz kat daha yabancı idi. Fakat her yere ‘bizim’ diyorduk.”
Osmanlı yönetimi “Halep’ten Aden’e kadar süren o koca memlekette” bir Arap meselesi olduğunu düşünür. Atay ise gerçekte böyle bir mesele olmadığını belirtir:
“Arap meselesi denen şey Türk düşmanlığı hissi idi. Bu hissi ortadan kaldırınız, Suriye ve Arabistan meselesi Arap saçına döner."
"Hiçbir tarafı yapılmamış olan bir vatanın bayrağını Kahire’ye dikmek için havaya giden enerji, boş Anadolu’yu zengin ve ümranlı bir vatan yapmak için hiçbir vakit kullanılmadı. Türk, harbde kullanılmış, kıymetlendirilmiş, destanlaştırılmış, sulhte ise bırakılmıştır. Geçmişten ders alınmazsa geçmiş geçmeyen olur."
68 notes
·
View notes
Text
ANMA: BUGÜN 10 OCAK (1996) KIRIM TÜRKLERİNDEN VE KIRIM TÜRKLERİNİN BÜYÜK MÜCADELE ADAMI VE YAZARLARINDAN MÜSTECİB ÜLKÜSAL'IN ÖLÜMÜNÜN YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM. 19. yüzyılın ortalarında, atalarının Kırım'dan taşındığı Romanya'nın Dobruca bölgesinde doğdu. 1917'de Kırım'da Kırım Tatar hükümetinin kuruluşunu öğrendiğinde, arkadaşları ile Kırım'a geldi ve Foti Sala (şimdi Golubinka) köyünde öğretmen olarak çalışmaya başladı. Çatışma Kırım'a yaklaşırken Avrupa'ya dönüp Romanya ve Bulgaristan'da yaşamak zorunda kaldı. Bükreş Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu ve avukat olarak çalıştı. "Tonguç" ("İlköğretim") kültür merkezini kurdu ve 1930'da o ve arkadaşları "Emel" ("Saldırı") dergisini yayınlamaya başladı. 1941'de ailesi ile birlikte Türkiye'ye yerleşti. Nisan 1941'de Türk vatandaşlığı aldı ve hayatının geri kalanında burada yaşadı. 1942'de Cafer Seydahmet Kırımer ile Berlin'e geldi ve Kırım'da Ulusal Kırım Tatar hükûmetinin kurulması konusunda ısrar etti ancak teklifi kabul edilmedi ve Türkiye'ye döndü.[1] Daha sonra Türk basınında Kırım Tatarlarının sınır dışı edilmesi ve komünist ülkelerde (Romanya, Bulgaristan) bunlara yönelik baskılar hakkında makaleler yayımladı. Kasım 1960'ta, bir grup Kırım Tatarının girişimiyle Emel dergisi, savaş öncesi baskının devamı olarak Ankara'da yayımlandı. Müstecip Ülküsal'ın makaleleri gazetede yayımlandı. 1976'da emekli oldu. 10 Ocak 1996'da İstanbul'da öldü.
0 notes
Text
GESİAD yaza veda etti
https://pazaryerigundem.com/haber/188795/gesiad-yaza-veda-etti/
GESİAD yaza veda etti
Genç Sanayici İş İnsanları ve Yöneticileri Derneği (GESİAD) yönetimi tarafından düzenlenen organizasyonda Dernek üyeleri Oktobeer Fest ile yaza veda etti.
ERSEL NALBANT/ HERKES DUYSUN
BURSA (İGFA) – Dobruca 106’da gerçekleştirilen etkinliğe SİAD Başkanları ve konuklar ile GESİAD’ın önceki dönem başkanlarıyla üyeleri, aileleri ile birlikte katıldılar.
Açılışta konuşan GESİAD Başkanı Tolga Papatya, yoğun bir çalışma döneminin ardından dinlenmeyi hak ettiklerini belirtirken, “33. yılına ulaşan GESİAD, Bursa’mızın önemli sivil toplum kuruluşlarından birisi durumundadır ve bizim en büyük gücümüz üyelerimiz arasında birlik ve beraberliğimizdir. Bu beraberliğimizi de bu tür düzenlediğimiz geceler ile pekiştiroruz” dedi.
Başkan Tolga Papatya’nın konuşmasının ardından GESİAD üyeleri ve eşleri çalınan müzikler ve yarışmalar eşliğinde gecenin tadını doyasıya çıkardılar.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
TÜRKÇE DOSYASI : BALKANLAR'DA TÜRKÇE EĞİTİMİNE DAİR BİR PROGRAM - DOBRUCA ÖRNEĞİ
DOKUMANI BURADAN İNDİREBİLİRSİNİZ.
View On WordPress
0 notes
Text
Bir Askerin Anıları...3 1. Dünya savaşı Galiçya Cephesi
Bir Askerin Anıları…3 1. Dünya savaşı Galiçya Cephesi
Galiçya nerede desen büyük çoğunluk İspanya’yı işaret eder! Değiş işte. Buyurun Teğmen Vehbi Efendi’nin Galiçya maceralarına! GİRİŞ Dedem Vehbi Aytimur Çanakkale savaşı 2. Kirte (Mayıs 1915) çarpışmasında siperden sipere atlarken yaralanıp hastanede tedavi gördüğü sırada ilk madalyasını alır ve Ekim ayında tekrar aynı cepheye döner. Ocak 1916 da düşman kaçtıktan sonra teğmen Vehbi birliği ile…
View On WordPress
#15. kolordu#19.tümen#20.5ümen#ahmet çavuş#ALAY KOMUTANI#Alay komutanı#Çernovada#Üç tepeler#BÖLÜK KOMUTANI#Berzehany#binbaşı#Bulgaristan#Dobric#Dobrice#Dobruca#Galiçya cephesi#gümüş imtiyaz madalyası#Grup komutanı#Kozbeyli#Leukai#Manastır#Mecidiye#menemen#muharebe#Pravadi#Rohatin#Romanya#Seret cephesi#tabur komutanı#TAKIM KOMUTANI
0 notes
Photo
North Dobruca in my heart <3
#romania#romanya#balkanlar#balkan#balkans#balkan turk#balkan turks#balkan türkleri#balkan türkü#dobruca#dobrogea#dobruja#dobrudja#osmanlı#ottoman#rumeli#rumelia#rumeli türkleri#göçmen#history#tarih#photo history#photography#tradition#traditional#turkish tradition#gelenek#villages#geleneksel#türk
45 notes
·
View notes
Photo
Dobruca'da devriye gezen Türk, Alman ve Bulgar askerleri - Romanya, 1916 (Örses Arşivi).
21 notes
·
View notes
Text
DOBRUCA SOSYAL TESİSİ 2019 RAMAZAN İFTAR MENÜLERİMİZ
İftar Menülerini İncelemek için sayfayı ziyaret ediniz.
https://www.bursapanorama.com/bursa/dobruca-sosyal-tesisi/
Sahur - 35 TL / Cuma - Cumartesi - Açık Büfe Kahvaltı . . . #bursa #iftar #ramazan #iftarmenusu #iftarmenuleri #sahur #ramazan2019 #dobrucasosyaltesisi #burfaş
0 notes
Text
“Gölgede duranın gölgesi olmaz. Güneşte dur ki gölgen olsun. İnsanlar gölgene sığınsın.”
2019’un sinemada izlediğim son filmi. Filmden hazır yeni çıkmışken hemen bi’şeyler yazıyım dedim film hakkında.
🎬 Anne tarafi kökeni Dobruca Bulgar göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Naim Süleymanoğlu'nun verdiği mücadeleyi, Türklük duygusu ile kazandığı zaferleri en iyi şekilde anlatılmış bu filmi herkes izlemeli. İzlerken yoğun duygular yaşadığım ve hala etkisinden çıkamadığım yeniden Türklüğümle gurur duyduğum bir film olmuş. Naimi canlandıran kişi cuk oturmuş kadro desen ustalarla doluydu. Müzik seçimleri baya iyiydi. Dönem çok iyi yansıtılmış. Bir devrin kabusu olan komünist distopyasını çok çarpıcı bir şekilde anlatmış. Bir çok duyguyu aynı anda yaşatan sahneleri insanı filmin içine çekiyor ve o devri yaşamış hissi veriyor . Filmde Komünist Bulgar Hükümeti Türk dilinin konuşulmasını ve eğitimini yasaklayıp camileri kapattırıyor. Aynı zamanda bu yasaklara uymayanları eğitim kampı adında toplama kamplarına attırıyor. Şu an aynı vahşet Komünist Çin tarafından Türkistan'ın doğusundaki Uygur Türklerine uygulanmakta ve aynı eziyetler çektirilmekte. Bu bize bu vahşetlerin aynı kaynaktan beslendiğini göstermektedir. Bilinmeyen hak eden bir adama izlenmeyi hak eden bir film yapmışlar. Alah’ın rahmeti üzerine olsun. Ruhun şad olsun Naim Süleymanoğlu
21 notes
·
View notes
Photo
road to the village. in love with these tube-like roads. Enjoy! . . . #village #road #ovcharovo #dobruca #bulgaria #bulgaristan #tree #enjoy #fun #photography #canon70d (at Dobrich, Bulgaria)
0 notes
Text
1 Temmuz 1878'de devletler hukukunda görülmemiş garip bir antlaşmayla Kıbrıs İngiltere'ye “emaneten” terk edildi. İngiltere, Kıbrıs'a karşılık her yıl Osmanlı'ya 22 bin 936 kese altın ödeyecekti
Doğu Akdeniz kaynıyor. Kıbrıs açıklarında doğal gaz arama kavgası büyüyor. Bugün uluslararası petrol şirketlerinin üşüştüğü Kıbrıs, bir zamanlar tamamen bizimdi.
Kıbrıs, bundan tam 141 yıl önce, 1 Temmuz 1878'de, II. Abdülhamit tarafından savaşsız İngiltere'ye bırakıldı.
Şöyle ki!
1877-78 OSMANLI RUS SAVAŞI (93 HARBİ)
Rusya, 1877'de Osmanlı'ya savaş açtı. 1853-1856 Kırım Savaşı'nda Osmanlı'ya yardım eden İngiltere ve Fransa bu sefer Osmanlı'ya sırtını döndü. Romanya, Sırbistan ve Karadağ, Rusya'nın yanında yer aldı. Savaş Balkanlar'da ve Doğu Anadolu'da; iki cephede birden gelişti.
Batıda Gazi Osman Paşa'nın, doğuda da Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın kahramanca direni��ine rağmen Ruslar, batıda İstanbul'a, doğuda ise Erzurum'a kadar dayandılar.
31 Ocak 1878'deki Edirne Mütarekesi'yle 93 Harbi sona erdi.
3 Mart 1878'de Rusya ile Osmanlı arasında Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalandı. 29 maddeden oluşan bu antlaşma ile Rusya, Osmanlı'yı paramparça edip Balkanlara ve Doğu Anadolu'ya yerleşiyor ve Akdeniz'e iniyordu. Osmanlı, Ermeniler üzerinde Rusya'ya söz hakkı tanıyordu. Osmanlı Rusya'ya 1 milyar 410 milyon Ruble savaş tazminatı ödüyordu. Büyük Bulgaristan kuruluyordu. Osmanlı, Balkanların neredeyse tamamını kaybediyordu.
Rusya'nın, Osmanlı mirasını tek başına ele geçirmesine Avusturya ve İngiltere tepki gösterdi. Diğer Avrupa devletleri de onları destekledi. Yeni bir savaşı göze alamayan Rusya, Berlin Kongresi'nin toplanmasını kabul etti.
Abdülhamit, 93 Harbi günlerinde
YENİLGİNİN SORUMLUSU
93 Harbi'nde Osmanlı ordusu Rus ordusundan çok zayıf sayılmazdı. Hatta –sonradan Abdülhamit'in Haliç'te çürüteceği- Osmanlı donanması Karadeniz'de üstün durumdaydı. Bu nedenle Rusya kara savaşlarına önem verdi. (Uçarol, s. 338.)
Ancak savaş başlayınca II. Abdülhamit, İstanbul'da kurduğu “Meclisi Askeri” ile savaşı saraydan yönetmek istedi.
II. Abdülhamit, 93 Harbi'nin başından sonuna, iki yılda 8 sadrazam değiştirdi. Savaş sırasındaki bu istikrarsızlık Rusya'nın işine yaradı.
Kısacası, bugün “strateji dehası” olarak parlatılan II. Abdülhamit, 93 Harbi'ni kazanacak bir deha gösteremedi. Hatta savaşın kaybedilmesinde etkili oldu. Ama Osman Paşa ve Ahmet Muhtar Paşa ile birlikte ona da “gazilik” unvanı verildi.
Osmanlı'nın hezimeti: Berlin Antlaşması
13 Haziran 1878'de Alman Bismarc'ın başkanlığında Berlin Kongresi toplandı. Kongreye Osmanlı, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Avusturya ve İtalya katıldı.
13 Temmuz 1878'de 64 maddelik Berlin Antlaşması imzalandı.
Berlin Antlaşması'na göre; Bulgaristan ikiye ayrıldı: Balkanların kuzeyinde Osmanlı'ya bağlı, özerk bir Bulgaristan Prensliği kuruldu. Güneyinde ise içişlerinde serbest, başında Hıristiyan bir vali bulunan Doğu Rumeli Vilayeti kuruldu. Makedonya ise ıslahat yapması kaydıyla Osmanlı'da kaldı. Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsız oldu. Bosna-Hersek Avusturya'nın yönetimine bırakıldı. Yenipazar Sancağı da Avusturya'ya bırakıldı. Niş, Sırbistan'a bırakıldı. Antivari, Karadağ'a bırakıldı. Dobruca, Romanya'ya bırakıldı. Besarabya, Kars, Ardahan ve Batum, Rusya'ya bırakıldı. Katur, İran'a bırakıldı. Osmanlı, Yunanistan'a bir miktar toprak verecek, Ermenilerin bulunduğu illerde ıslahat yapacak ve Girit'in özerkliğini geliştirecekti. Ayrıca Osmanlı, Rusya'ya 802 milyon 500 bin Frank savaş tazminatı ödeyecekti.
Berlin Kongresi ile Osmanlı İmparatorluğu paramparça edildi. Öyle ki, Berlin Antlaşması sonunda Osmanlı, 287 bin 510 kilometrekare toprak kaybetti. (Uçarol, s. 355, Armaoğlu, s. 749.) Osmanlı, toplam toprağının beşte ikisi ile toplam nüfusunun beşte birini (5.5 milyon) terk etmek zorunda kaldı. (Show, s. 239.) O günlerde İstanbul'un nüfusu 1 milyon 200 bindi. Karlofça'dan sonra en zararlı ve en çok toprak kaybedilen antlaşma Berlin Antlaşması'dır. B.H.Sumner, “Berlin Antlaşması Türkler için bir hezimetti” diyor. (Sumner, s. 554.)
Berlin Antlaşması ile Osmanlı sadece ülkeler kaybetmekle kalmadı, 1 milyondan fazla göçmen Bulgaristan'dan İstanbul'a aktı. Göçmenler İstanbul'da camilerde yatıp kalkmaya başladılar. Balkanlar'da Türkler azınlık durumuna düştü.
Ayrıca Berlin Kongresi kararları ve kulisteki pazarlıklar sonunda Teselya ve Narda Yunanistan'a (1881) verildi. Tunus'u Fransa (1881), Mısır'ı İngiltere (1882) işgal etti.
Bulgaristan'ın bağımsız olması (1909), İtalya'nın Trablusgarp'ı işgali (1911), Girit'in Yunanistan'a bağlanması (1913) ve İngiltere'nin Kıbrıs'ı ilhakı (1914) hep Berlin Kongresi'nin yakın-uzak sonuçlarıydı.
“Lozan hezimettir” diyenler, gerçekten hezimet görmek istiyorlarsa Berlin Antlaşması'na baksınlar. Lozan değil, Berlin hezimettir. II. Abdülhamit, bu hezimete engel olamamıştır.
KIBRIS BÖYLE KAYBEDİLDİ
İngiltere istedi, Abdülhamit verdi
1878'de Kıbrıs'ı İngiltere'ye emanet eden Dışişleri Bakanı Mehmet Esat Saffet Paşa
Berlin Kongresi öncesinde İngiltere, “Kıbrıs'ın kendisine verilmesi şartıyla” kongrede Osmanlı'ya yardım edeceğini bildirdi.
1869'da Süveyş Kanalı'nın açılmasıyla Doğu Akdeniz'in önemi daha da artmıştı. İngiltere, Kıbrıs ve Mısır'ı ele geçirerek Doğu Akdeniz'e egemen olmak istiyordu.
İngiliz Başbakanı Disraeli, Kraliçe Victoria'ya gönderdiği 5 Mayıs 1878 tarihli mektupta “Kıbrıs Batı Asya'nın anahtarıdır” diyordu.
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, 23 Mayıs 1878'de Osmanlı'ya resmen başvurup Kıbrıs'ın İngiltere'ye verilmesini istedi.
Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşa, İngiltere'ye itiraz etmeye kalkınca İngiliz Büyükelçisi Hanry Layard onu şöyle tehdit etti: “Eğer Osmanlı bu karara karşı çıkarsa İngiliz temsilcileri kongrede Osmanlı'ya yardım etmeyecekleri gibi İngiltere'nin Kıbrıs'ı zorla istila edeceği de bilinmelidir.”
Bazı bakanların itirazına rağmen Sadrazam Sadık Paşa, “Padişahın arzusu da bu merkezdedir” diyerek Kıbrıs'ın İngiltere'ye verilmesini istedi.
İngiltere ve Osmanlı arasında 4 Haziran 1878'de Kıbrıs Mukavelenamesi imzalandı. 2 maddelik bu antlaşmaya göre Anadolu'da İngiltere'nin Rusya'ya karşı Osmanlı'yı rahat savunabilmesi için Kıbrıs İngiltere'ye terk ediliyordu.
İngiltere ile Osmanlı arasında 4 Haziran 1878 antlaşmasına ek olarak 1 Temmuz 1878'de bir antlaşma daha imzalandı. Dışişleri Bakanı Saffet Paşa ile İngiliz elçisi Henry Layard arasında imzalan 6 maddelik bu anlaşmaya göre; Kıbrıs'ta bir dini mahkeme ile Evkaf İdaresi bulunacaktı. Osmanlı, Kıbrıs'ta devlete ve padişaha ait olan taşınmazları serbestçe satabilecekti. İngiltere her yıl Osmanlı'ya 22 bin 936 kese altın ödeyecekti. Antlaşmanın en önemli maddesi 6. maddeydi. Buna göre Rusya Osmanlı'dan aldığı Kars'ı ve diğer yerleri Osmanlı'ya iade edecek olursa İngiltere de Kıbrıs Adası'nı boşaltacak ve 4 Haziran 1878 antlaşması yürürlükten kalkacaktı. (Uçarol, s. 350, Armaoğlu, s. 758.)
Osmanlı, 7 Temmuz 1878'de İngiltere'nin Kıbrıs'a asker çıkarmasına izin verdi. 12 Temmuz 1878'de İngiliz birlikleri Kıbrıs'a çıkarak adanın yönetimine resmen el koydular. Türk bayrağını törenle indirip yerine İngiliz bayrağını çektiler.
II. Abdülhamit, 15 Temmuz 1878'de “Hukuku şahaneme helal gelmemek şartıyla anlaşmayı tasdik ederim” diyerek Kıbrıs'ı İngiltere'ye bırakan bu antlaşmaları onayladı.
Böylece Osmanlı, Kıbrıs'ın yönetimini, toprak mülkiyetine sahip olmak koşuluyla, geçici olarak İngiltere'ye bıraktı.
Ancak İngiltere ve Osmanlı arasında 14 Ağustos 1878'de imzalanan tek maddelik yeni bir antlaşma ile İngiltere, adanın işgal ve yönetimi süresince her türlü kanun ve mevzuatı yapma hakkına sahip oldu. Böylece İngiltere, Kıbrıs üzerinde dolaylı bir egemenlik kurdu.
Prof. Dr. Fahir Armaoğlu şöyle diyor: “Böylece Osmanlı Devleti, tarihinde ilk defa olarak, savaş yapmaksızın bir toprak kaybediyordu…” (Armaoğlu, s. 759)
Gerçek şu ki, 1571'de Venedik'ten alınan Kıbrıs, 307 yıl sonra, 1878'de İngiltere'ye verildi. Sonra Kıbrıs'taki Türkler adadan ayrılmaya başladı. Türklerden boşalan yerlere Rumlar yerleştirildi.
1 Temmuz 1878 tarihli antlaşmanın 6. maddesinde özetle; ‘Rusya Osmanlı'dan aldığı Kars'ı ve diğer yerleri Osmanlı'ya iade edecek olursa İngiltere de Kıbrıs'ı boşaltacak ve 4 Haziran 1878 antlaşması yok sayılacak' denildi.
Çırağan Vakası Abdülhamit'in korkuları ve Kıbrıs
II. Abdülhamit, 93 Harbi sonunda 14 Şubat 1878'de Mebusan Meclisi'ni kapatmış, mutlak bir egemenlik kurmuştu. Bu nedenle 23 Mayıs-15 Temmuz 1878 arasında İngiltere'yle yürütülen Kıbrıs görüşmelerinin sorumlusu doğrudan doğruya II. Abdülhamit'ti.
Vesveseli II. Abdülhamit o günlerde üç ateş arasında kalmıştı. 1) İstanbul'a kadar gelen Rus ordusu Osmanlı'yı parçalamaya hazırlanıyordu. 2) 1875'de iflas eden devlet, savaş masrafları da eklenince, ekonomik olarak çöküyordu. 3) İçeride onu tahttan indirmek isteyenler harekete geçiyordu.
20 Mayıs 1878'de Ali Suavi, birkaç yüz Rumeli göçmeniyle Çırağan Sarayı'nı bastı. V. Murat'ı kaçırıp tahta geçirmek istiyordu. Çırağan Vakası başarısız oldu. Ali Suavi ve 23 adamı öldürüldü.
Gelişmeleri yakından takip eden İngiliz Büyükelçisi Hanry Layard, II. Abdülhamit'i ziyaret ettiğinde padişahın çok uykusuz, yorgun, tedirgin olduğunu gördü.
İngiltere, Çırağan Vakası'ndan üç gün sonra, 23 Mayıs 1878'de, Kıbrıs'ın kendisine verilmesi şartıyla Berlin Konferansı'nda Osmanlı'ya yardım edeceğini bildirdi. II. Abdülhamit, 25 Mayıs 1878'de Kıbrıs'ı İngiltere'ye bırakmayı kabul etti.
Demem o ki, Kıbrıs'ı İngiltere'ye veren II. Abdülhamit'ti. Yok efendim, “geçici olarak” verdi! Yok efendim, “hukuku şahanenin korunması” şartıyla verdi gibi bahaneler, bu gerçeği değiştirmez.
“Kıbrıs Lozan'da kaybedildi” yalanı
I. Dünya Savaşı başlayıp da Osmanlı, Almanya'nın yanında savaşa girince İngiltere, 5 Kasım 1914'te Kıbrıs'ı ilhak etti.
I. Dünya Savaşı sonunda, 1918'de Brest-Litowsk Antlaşması ile Rusya; Kars, Ardahan ve Batum'u Türkiye'ye iade etti. Bu durumda 1 Temmuz 1878 antlaşmasına göre İngiltere'nin de Kıbrıs'ı Türkiye'ye bırakması gerekirdi. Ancak İngiltere, ilhak ettiği Kıbrıs'ı I. Dünya Savaşı mağlubu Türkiye'ye bırakmadı.
Milli Mücadele yıllarında tüm Ege, Akdeniz sahilleri, Trakya, İstanbul, Boğazlar işgal edildi. Türkiye'nin Akdeniz'le bağı koptu. İşgalci Yunan orduları Ankara yakınlarına kadar geldi. O koşullarda hazırlanan Misak-ı Milli'de –doğal olarak- Kıbrıs'a yer verilmedi.
İsmet Paşa Lozan'a giderken bırakın Kıbrıs'ı, İstanbul ve Boğazlar bile hala işgal altındaydı. O koşullarda -üstelik donanmasız- Kıbrıs'ı kurtarmak mümkün değildi.
Lozan Antlaşması'nın 20. maddesine göre Türkiye, 5 Kasım 1914'te Kıbrıs'ın İngiltere'ye ilhakını tanıdı. Bu yeni bir durum değil, “malumun ilamı” demekti. II. Abdülhamit'in 1878'de geçici olarak İngiltere'ye bıraktığı Kıbrıs, bir daha hiç geri alınamamıştı ki Lozan'da kaybedilmiş olsun. Elinde olmayanı kaybedemezsin!
Sözün özü, Abdülhamit siyasetinin ilk kurbanı Kıbrıs'tı.
3 notes
·
View notes
Text
Osmangazi’nin köylerinde şenlik dolu günler
https://pazaryerigundem.com/haber/188338/osmangazinin-koylerinde-senlik-dolu-gunler/
Osmangazi’nin köylerinde şenlik dolu günler
Osmangazi Belediyesi’nin köylerdeki eski panayırları yaşatmak adına düzenlediği ‘Köyümüzde Şenlik Var’ etkinlikleri devam ediyor. Düzenlenen şenliklerde yaşlısından gencine kadar tüm vatandaşlar gönüllerince eğleniyor.
BURSA (İGFA) – Osmangazi Belediyesi tarafından ilçeye bağlı 32 dağ ve ova köyünde düzenlenmek adına hayata geçirilen ‘Köyümüzde Şenlik Var’ etkinliklerinin 18’incisi Dobruca Mahallesi’nde gerçekleştirildi. Eskiden köylerde gerçekleştirilen ve köylülerin büyük bir ilgiyle takip ettiği köy panayırı geleneğinin yaşatıldığı etkinlikler, festival havasında geçti. Erkeğinden kadınına, yaşlısından gencine kadar yoğun katılımın sağlandığı şenlikte, herkes doyasıya eğlendi. Mahalle meydanında kurulan oyun parkurlarında çocuklar doyasıya eğlenirken, yetişkinler de Osmangazi Türk Sanat Müziği Topluluğu’nun söylediği birinden hareketli şarkılar ile coşku dolu bir gün geçirdi. ‘Köyümüzde Şenlik Var’ etkinlikleri kapsamında düzenlenen yemek yarışması ve tavla turnuvasında dereceye girenler ise çeşitli hediyelerle ödüllendirildi. Düzenlenen şenliğe Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı Mutlu Esendemir, CHP Osmangazi İlçe Başkanı Cengiz Çelikten, belediye meclis üyeleri ve vatandaşlar katıldı.
Dobruca sakinleri, mahallelerinde böyle bir etkinlik düzenleyerek, keyifli vakit geçirmelerine olanak sağladığı için Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’a teşekkür etti.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes