#Cumhuriyet Halk Fırkası
Explore tagged Tumblr posts
Text
Cumhuriyetimiz 101 yaşında... Çok Yaşa Cumhuriyet
https://pazaryerigundem.com/haber/190326/cumhuriyetimiz-101-yasinda-cok-yasa-cumhuriyet/
Cumhuriyetimiz 101 yaşında... Çok Yaşa Cumhuriyet
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinin 101’inci yılı tüm yurtta büyük bir coşkuyla kutlanıyor.
ANKARA (İGFA) – Türkiye Büyük Millet Meclisi 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet yönetimini ilan etti.
Her yıl 29 Ekim’de Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kutlanan milli bayramda bu yıl 101. yıl coşkusu ve gururu yaşanıyor. 1925 yılında çıkarılan bir yasa ile milli bayram olarak kutlanmaya başlanılan bu özel günün coşkusu dalga dalga yayılıyor.
Gazi Mustafa Kemal, 22 Eylül 1923 tarihinde Viyana’da çıkan Neue Freie Presse gazetesinin muhabiri Lazar’a verdiği demeçte devlet yönetimi sistemini ilk kez resmi olarak telaffuz etmişti.
Viyana gazetesinde yer alan makale daha sonraki günlerde Türkiye’de yayın yapan gazetelerde de yer almıştı. Akşam gazetesi Viyana gazetesindeki sözleri şöyle aktarmıştı:
“Mustafa Kemal Paşa’nın pek mühim beyanatı: Türkiye’nin dâhilî tekâmülü (olgunlaşması) tamamen bitmemiştir. Daha tadilât vuku bulacak, bilumum tekâmülâtımız Cumhuriyet esasına müncer olacaktır.”
Gazetede yer alan “Cumhuriyet” ilk defa ortaya atılmıştı.
HÜKÜMET KRİZİ VE LOZAN
1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi ile birlikte devlet başkanlığı görevi Meclis Başkanı olarak Mustafa Kemal tarafından yürütülmüştü.
Ancak bazı yabancı ülkeler de Lozan Antlaşması’nın onayı için Türkiye’deki yeni devlet rejiminin daha açık şekilde belirlenmesini istiyordu.
Diğer yandan 2. Ordu Müfettişliği’ne getirilen Ali Fuat Paşa, yeni görevi nedeniyle uhdesinde bulunan Meclis İkinci Reisliği’nden ayrılmış ve istifası 24 Ekim’de Meclis’te okunmuştu. İcra Vekilleri Heyeti Reisliği yapmakta olan Ali Fethi Bey de, yürütmekte olduğu Dahiliye Vekilliği’nden yoğun iş temposu gerekçesiyle aynı gün istifa etmişti.
Boşalan bu iki pozisyon için ertesi gün bir araya gelen Halk Fırkası Grubu Dahiliye Vekilliği için Erzincan mebusu Sabit Bey’i, Meclis İkinci Reisliği için ise o sıralarda Ankara’da olmayan Eski İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey’i aday gösterme kararı almıştı. Mustafa Kemal Paşa, Halk Fırkası Grubu’nun tercihini iyi karşılamayarak İcra Vekilleri Heyeti’nin istifa ettirilmesiyle başlayan bir hükümet krizi sürecini idare etmeye başlatmıştı.
İcra Vekilleri Heyeti ise 26 Ekim’de önce kendi içinde yaptığı bir toplantının ardından Mustafa Kemal’in de katıldığı Çankaya toplantısından sonra istifa kararı almıştı.
Bazı ülkeler Lozan’da hükümet şeklinin belirlenmesini isterken, içeride de hükümet krizi, Cumhuriyet’in ilanının yolunu açıyordu.
Fethi Bey’in başında olduğu İcra Vekilleri Heyeti’nin 27 Ekim’de Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya sunduğu istifa metninde ülkenin içinde bulunduğu dahili ve harici sorunların çözülebilmesi Meclis’ten tam destek alan bir hükümetin kurulması gerektiği vurgulanmış, böyle bir kabinenin kurulabilmesi için de istifa edildiğinin altı çizilmişti.
Hükümetin kurulmasının bu denli zor olması her vekilin Büyük Millet Meclisi tarafından tek tek seçilmesi şartından ileri geliyordu. Çankaya’da alınan karar gereği önceki vekillerden hiçbirinin yeni hükümette görev almayı kabul etmemesi de bu zorluğu adeta ‘imkansız’ boyutuna taşıyordu. Süreç tam da Mustafa Kemal’in istediği şekilde işliyor, Meclis’te bir uzlaşma temin edilemediği için yeni bir kabine kurulamıyordu.
28 EKİM AKŞAM YEMEĞİ
İsmet Paşa ile Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Bey’in de bulunduğu kişileri 28 Ekim’de Çankaya’ya çağıran Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in ertesi gün ilan edileceğini açıkladı.
29 Ekim Pazartesi günü topladığı Halk Fırkası Grubu’nda Mustafa Kemal, bunalımın icra vekilleri heyetinin seçilme yöntemi nedeniyle yaşandığını ve artık sorunu çözme vaktinin geldiğini söylemişti. Hemen sonra da Cumhuriyet’in ilan edilmesi yönündeki kanun teklifinin Meclis’e getirilmesi kararına varılmıştı. Aynı gün Büyük Millet Meclisi gündemine alınan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ndaki bazı maddelerin değiştirilmesini öngören teklif, konuşmaların ardından oy birliği ile kabul edildi. Böylece Ekim ayının son günlerinde yaşanan kabine bunalımı, 29 Ekim 1923’te Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi neticesinde ülkenin siyasi rejimini de belirleyen Cumhuriyet’in ilanı ile son bulmuş oldu.
“GÜLE GÜLE…”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, en son 1937’deki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılmıştı. Yaşadığı ağır hastalık nedeniyle 1938’deki kutlamaları tedavi gördüğü Dolmabahçe Sarayı’nda karşılamıştı.
Atatürk, 1937 yılında Ankara’da Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına son kez katılmıştı. Falih Rıfkı Atay, 29 Ekim 1938’i şöyle anlatıyor:
“Cumhuriyet Bayramı gecesi Boğaziçi vapurlarından birini tutan gençler, Dolmabahçe Sarayı rıhtımına yaklaşmış, haykırıyorlardı. Atatürk kesik kesik konuşarak pencereye gitmek istediğini anlattı. Kollarına girdiler, pencere kenarındaki koltuğa oturdu, eli ile gemiyi işaret etti. Vapurda bir kıyamettir koptu. Gençler hep bir ağızdan “Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar” marşını söylüyorlardı. Atatürk mırıldandı: “Bu bayramlar ve yarınlar sizindir. Güle güle…“
Bağımsızlığımızın simgesi olan bu önemli günü coşkuyla ve gururla kutluyoruz. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
İNTERNET GAZETECİLERİ FEDERASYONU (İGF)
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
___☀️🇹🇷cCc T. C. cCc___
“ İYİ GECELER DİLERİM….,,
Cumhuriyet'in Kabulü 25 Ekim 1923 günü gelişen bir kabine bunalımı, Büyük Millet Meclisi'nde çalışma güçlüğünü ortaya çıkardı. 28 Ekim 1923 günü akşamına kadar kabine kurulamaması üzerine,
Gazi Mustafa Kemal Paşa,
Çankaya köşkünde yemek sırasında arkadaşlarına;
"Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz" diyerek görüşünü açıklamıştır.
29 Ekim günü Halk Fırkası Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. Sorun çözülemeyince,
Gazi Mustafa Kemal Paşa'dan düşüncelerini açıklaması istendi. Mustafa Kemal Paşa,
bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu ile açıkladı. Cumhuriyetin ilanını hedefleyen tasarıyı da grubun bilgisine sundu.
Grupta cereyan eden uzun müzakereler sonunda, Cumhuriyetin ilanı kabul edildi. Parti Grubu'ndan sonra,
Meclis toplanarak hazırlanan kanun tasarısını aynen kabul etti.
"Yaşasın Cumhuriyet" sesleri arasında gece saat 20.30'da
Cumhuriyet ilan edildi.
Cumhuriyetin ilanı 1921 tarihli Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesine dair 364 No.'lu Kanunun kabulü ile olmuştur.
Bu kanunla, Anayasanın
1, 2 , 4, 10, 11 ve 12'nci maddeleri önemli ölçüde değiştirilmiştir.
Bu önemli değişiklikler,
29 Ekim günü yapılmış ve aynı gün, Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılarak, Gazi Mustafa Kemal Paşa
oybirliğiyle yeni Türk Devletinin
ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir…
🇹🇷Laik CUMHURİYET Fazilettir….
🇹🇷Ne Mutlu TÜRKÜM Diyene….
☣️☀️🇹🇷cCc @yemisenlioglu cCc
0 notes
Text
26 Ağustos'ta da, Enver Paşa Moskova'dan Mustafa Kemal'e bir mektup gönderdi. Ankara ile Enver Paşa arasında yoğun bir mektup trafiği başlayacak ve Mustafa Kemal Enver Paşa'ya karşı bölgedeki arkadaşlarını uyaracaktır. Özellikle Cemal Paşa'yı Enver Paşa'yı durdurmak için kullanmayı deneyen Mustafa Kemal bunda başarılı olacaktır. Enver Paşa ve Kazım Karabekir, en başından beri Kurtuluş hareketinde insiyatifi ele geçirmek isteyen isimlerdi ve henüz Mustafa Kemal bu konuda hiç bir somut karar almamışken, bu kişiler kendi planlarını uygulamaya koyulmuşlardı bile. Ancak Ankara hükümetinin ortaya çıkması ile birlikte, özellikle Enver Paşa bütün ümidlerini kaybetmiş olmanın tedirginliğini yaşıyor, İstanbul Hükumeti üzerindeki baskılarına benzer bir baskı oluşturarak İttihat ve Terakki içindeki arkadaşları eli ile Ankara'da yönetimi ele geçirecek bir plan hazırlığı içinde bulunuyordu.
Kazım Karabekir Paşa ise, önce Mustafa Kemal'e yardımcı olur gibi gözükmesine karşın, sessiz bir şekilde Ankara'da muhalefet hareketini örgütleme hazırlığı içinde gözüküyordu. Mustafa Kemal başlangıçta Kazım Karabekiri karşısına alarak onunla çatışmaya girmedi ve aksine hemen hemen tüm önemli kararlarında Kazım Paşa'ya bilgi vermek ve akıl danışmak siyasetini izledi. Mustafa Kemal Lozan Konferansı'ndan sonra Kazım Karabekirden de kurtulmak isteyecektir. CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) na karşı Serbest Fırka'yı kuran Kazım Paşa, ilk kez Mustafa Kemal'le karşı karşıya gelecek ve İzmir Suikastı olayından sonra ise partisi kapatılarak köşeye sıkıştırılacaktır.
Mustafa Kemal ise Kurtuluş Savaşı'nın ardından bütün gücü ile iç isyanlara ve Ankara hükümetine yönelik eleştiri odaklarına yönelecek ve onları ezdikten sonra da İttihat ve Terakki artıklarınin tasfiyesine öncelik verecektir.
#cumhuriyetegidenyol#abdurrahmandilipak#okunasi#kurtuluşsavaşı#enverpaşa#kazımkarabekir#cemalpaşa#atatürk
1 note
·
View note
Text
CHP
CHP veya uzun adıyla Cumhuriyet Halk Partisi, 9 Eylül 1923'te kurulmuştur. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan parti uzun yıllardır siyaset arenasında yer almaktadır. Şu an da Türkiye Büyük Millet Meclisinde ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi 133 milletvekili ile temsil edilmektedir. Deniz Baykal döneminde başarılı bir politika yürüten parti, şu an da Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde faaliyetlerine devam etmektedir.
CHP 1923 yılında Halk Partisi adıyla siyaset serüvenine başlamıştır ve sonrasında Cumhuriyet Fırkası adını almıştır. Cumhuriyet Halk Partisi bayrağındaki 6 ok ile partinin ilkelerini simgelemektedir. Atatürk döneminde belirlenen bu simgeler uzun yıllardır partinin siyaset rotasını çizmiştir. Altı okla özetlenen ilkeler ise şöyle sıralanabilir:
Cumhuriyetçilik
Halkçılık
Laiklik
Milliyetçilik
Devrimcilik
Devletçilik
0 notes
Text
KEMALİZMİN AMAÇLANMAYAN SONUÇLARI
Kemalizmin otoriter kimlik politikalarının Kürt yurttaşların ülkeye bağlılığını güçlendirmediği muhakkak. Tersine.
Geçen yazımda dostum Prof. Dr. Zafer Toprak'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin "kurucu felsefesi"nin esin kaynaklarını ve dayandığı temel görüşleri irdeleyen Atatürk: Kurucu Felsefenin Evrimi (Türkiye İş Bankası, 2020) başlıklı son kitabından söz ettim. Toprak'ın kitabı okuru Cumhuriyet'in Kemalizm olarak da anılan "kurucu felsefesi"nin ya da resmi ideolojisinin yaklaşık yüzyıl sonra bugün geldiği ve ülkeyi getirdiği yeri sorgulamaya sevketmekte. Kısacası kitabın zihinlerde uyandırdığı soru şu: Kemalizm nasıl bir Türkiye tasarlıyordu ve yaklaşık yüz yıl sonra karşımıza çıkan Türkiye nasıl bir yer?
Muhakkak ki Mustafa Kemal Atatürk, tarihimizin en büyüğü değilse bile en büyük liderlerinden biridir. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında her kimlik ve eğilimden Türkiye halkını birleştirmeyi başaran Mustafa Kemal Paşa'nın dehası üzerinde tam bir görüş birliği olması, tarihimizde ona sarsılmaz bir yer sağlamakta. Uyguladığı politikaların Türkiye'yi çağa uydurmak, onun uluslar topluluğunda saygın bir yer edinmesini sağlamak amacına yöneldiği de tartışılmaz bir gerçek. Tartışma konusu olan, tek parti döneminin tektip bir toplum oluşturmaya yönelik otoriter uygulamaları. Atatürk'ün nasıl bir Türkiye istediği üzerine düşünen ve yazanlar arasında yaygın bir görüş, dışarıda tanınmış Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger'nin (ö. 2014), içte de anayasa hukukçularımızın duayeni Profesör Tarık Zafer Tunaya'nın (ö. 1991) temsil ettikleri yorum. Bu yoruma göre, Türkiye'de 1926 - 1946 arasında uygulanan otoriter tek - parti rejiminin, o tarih döneminde görülen öteki tek - parti yönetimlerinden çok farklı, kendine özgü bir nitelik taşıyordu. Amacı Batı ülkelerinde görülen türden özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasinin yerleşmesiydi; bunun altyapısının tesisi için bir tür hazırlık dönemi oluşturdu. Bu hazırlık dönemi sonunda Türkiye Batılı bir demokrasi olacaktı. Peki bu yorum, Cumhuriyet'in ilanından yaklaşık bir yüzyıl sonra yaşanan gerçeklerle ne ölçüde bağdaşmakta? Önce bugün Türkiye'nin dışarıdan görünümüne bakalım: Evet, dünya koşullarının da teşvikiyle Türkiye İkinci Dünya Savaşı sonunda, 1946 - 50 döneminde çok - partili düzene geçti. Ne var ki söz konusu çok - partili düzen, en az dört kez (1960, 1971, 1980, 1997) farklı nitelikte askeri müdahalelere uğradığı, sürekli askeri vesayet altında kaldığı gibi, hiçbir zaman ifade, inanç ve örgütlenme özgürlüklerinin güven altında olduğu Batı tipi liberal, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiye dönüşemedi. Belki 21. yüzyılın ilk on yılında, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı altında Türkiye, bu yönde ilerleyebileceği umudunu uyandırdıktan sonra giderek otoriterleşen bir rejime sürüklendi; parlamenter sistemi terkedip bir tür başkanlık sistemine geçtiği gibi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında giderek bir tek - adam yönetimi altına girdi. Evet, AKP iktidarının ilk birkaç yılında yapılan reformlarla Türkiye, Avrupa Birliği üyeliğine aday ilan oldu. Ne var ki, kabaca 2010'dan itibaren başka bir yörüngeye giren Türkiye, bugün vardığımız noktada Batı'dan dışlanmaya doğru gitmekte. Ankara, Batı'nın rakipleri, otoriter - totaliter rejimlerle yönetilen Rusya, Çin ve İran ile ilişkileri olabildiğince yakın tutma arayışında. Daha birkaç yıl önce "soykırım" uyguladığı söylenen Çin'in Uygur Türklerine uyguladığı zulüm ve eritme politikaları konusunda Ankara'dan çıt çıkmıyor. Artık Ankara dahil hiçbir başkent Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusunu ciddiye almıyor. Mahkemelerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayı reddettiği Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliği üzerine de giderek kararan bir gölge düşmekte. Dış politikada, Türkiye'nin NATO üyeliğinin dahi sorgulandığı, Yunanistan ve Fransa başta olmak üzere NATO üyeleriyle uyuşmazlıkların büyüdüğü bir ortamdayız. Ankara ABD'de Donald Trump yönetimiyle hayli yakın ve ahenkli bir ilişki kurmuştu. İki başkent arasındaki ilişkilerin, başkanların damatları arasındaki kurulan diyalog aracılığıyla sürdürüldüğü iddia ediliyordu. Ne var ki Ankara'nın Ocak ayında yönetimi devralacak olan Joe Biden'in başkanlığındaki ABD ile ilişkilerinin uyumlu olması beklenmiyor. Biden seçim kampanyası sırasında Türkiye'yi Rusya ve Kuzey Kore ile birlikte "otokrat" yönetimler arasında saydı; özellikle insan hakları, demokrasi, Suriye politikası, Rusya'dan satın alınan (NATO ittifakına ters) S-400 füzeleri, (ABD'nin İran yaptırımlarını çiğnediğine inanılan) Halkbank gibi konularda Türkiye'deki yönetime eleştirel yaklaşımıyla biliniyor. ABD'nin yeni başkanının geçen Aralık ayında, "Erdoğan'ı darbeyle değil, seçimle değiştireceğiz" şeklinde konuştuğu da kayıtlara geçmişti. AKP iktidarı altında Ankara'nın Kemalizm'in "yurtta sulh, cihanda sulh" şiarıyla ifade edilen dış politika ilkesinden hayli uzaklaştığı da görülmekte. Ankara giderek "yumuşak güç" (anlaşmazlıkları konuşarak, uzlaşarak çözüm) politikalarından ayrılıp, "sert güç"e (yani askeri güce) dayalı politikalara yönelmiş bulunuyor. Bu politikalarla dostları giderek azalıyor, giderek yalnızlaşıyor. Türkiye'nin, Erdoğan'ın liderliğini yapmayı umduğu İslam ülkelerinde bile dostları giderek azaldı. Bir de içeride yaşananlara göz atalım: Kemalizm'in otoriter laiklik uygulamaları istenmeyen, amaçlananın tam tersi sonuçlar doğurdu. İslam'ın Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla devlet tekeli altına alınıp, inanç özgürlüklerine bir dizi kısıtlama getirilmesinin doğurduğu tepkiler, ülkeyi giderek inanç özgürlüklerinin bu kez ters yönden tehdit altında olduğu bir ortama sürükledi. Otoriter uygulamalara tepki veren dindar toplum kesimlerinin destek verdiği AKP'nin 18 yıllık iktidarı sonunda gelinen noktada laik yaşam tarzını benimseyen, dini kişisel vicdan konusu gören toplum kesimleri arasında inanç özgürlüklerinin tehdit altında olduğu kaygısı giderek büyümekte. Evet, Türkiye'nin İran gibi bir din devleti haline geldiği, bireyler açısından laik bir yaşam tarzını sürdürmenin olanaksız hale geldiği söylenemez ama yönetimin giderek dinsel bir kimlik kazandığı da ortada. İktidarın dilinde "millet"in yerini "ümmet" söylemi almakta. Kemalizmin otoriter kimlik politikalarının (kısaca, "hepimiz Türk’üz, hepimiz Türkçe konuşuruz" politikaları) Kürt yurttaşların ülkeye bağlılığını güçlendirmediği muhakkak. Tersine. Söz konusu politikalar Kürt yurttaşların gerek barışçı, gerekse şiddetli çeşitli yollardan dile getirdikleri itirazlar sonucunda, evet AKP iktidarı altında bir miktar gözden geçirilmek, yumuşatılmak zorunda kaldı. Kürtlerin anadili üzerindeki yasak kalktı. Kürt kimliğini savunan siyasi parti, devam eden tüm baskılara rağmen giderek güçlendi. Ne var ki, dini inançlar alanında olduğu gibi, siyasal ve kültürel hakları alanlarında da özgürlükçü ve çoğulcu düzeni, dolayısıyla iç barışı tesis etmekten çok uzağız. Cumhuriyet'in 97. yılında Kemalizm'in kimlik politikaları, ülke bütünlüğünü tehdit etmeye devam ediyor. Cumhuriyet'in 100. yılına 3 kala Türkiye, Kemalizm'in amaçladığı kültür birliğini sağlamaktan uzak. Türklerle Kürtler, Sünnilerle Aleviler, laiklerle dindarlar arasındaki bölünmeler AKP iktidarının izlediği politikalar sonucunda giderek derinleşti. AKP iktidarından yana ve karşısında olanlar arasındaki, iktidarca körüklenen kutuplaşma ise gittikçe daha endişe verici bir hal almakta. Artık sorulması gereken bir soru şu: Dini (İslami) milliyetçi politikalarıyla AKP iktidarı altında Türkiye'nin resmi ideolojisinin hala Cumhuriyet'in "kurucu felsefesi," Kemalizm olduğu söylenebilir mi? Kemalist ideolojinin taşıyıcısı olan siyasi partide, CHP'de yeşeren farklı yorumlar da dikkate alındığında, "kurucu felsefe"nin iflas ettiğinden söz edileceği bir noktaya doğru mu gidiyoruz? Kemalizm, amaçlanmayan, istenmeyen sonuçlarının kurbanı mı oluyor? Cumhuriyet'in 100. yılına yaklaşırken sorulmaya değer başka bir soru da şu: Eğer her kimlik ve inançtan Türkiye halkını birleştirerek bağımsızlık savaşını kazanan ve cumhuriyeti kuran önder kadro, bir yanda başta Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Halk Fırkası (yani güçler birliğine inanan Kemalistler) ile öte yanda Kurtuluş Savaşı'nın (güçler ayrılığına inanan) başta Kazım Karabekir öteki önde gelen liderlerinin kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) arasında bölünmese, TCF kapatılmayıp yaşamasına izin verilseydi acaba ne olurdu? TCF cumhuriyeti, çok - partili demokrasiyi, inanç özgürlüğü anlamında laikliği, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü savunuyordu. İki parti Türkiye'nin bağımsızlığını özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyle, dini inançlara saygılı, gerçek anlamda laik bir rejimle güçlendirseydi bugün CHP'de dahi hala "cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırma" ihtiyacından söz edilir miydi? Bu sonuncu soru, elbette ki, cevabı hiç bir zaman verilemeyecek, ama üzerinde düşünülmeye değer bir soru.
KASIM 14, 2020 | P24*
ŞAHİN ALPAY | KEMALİZMİN AMAÇLANMAYAN SONUÇLARI
#Şahin Alpay#P24#köşe yazıları#Kemalizm#Prof. Dr. Zafer Toprak#Atatürk: Kurucu Felsefenin Evrimi#Kitap#Türkiye Siyaseti#CHP#Cumhuriyet Halk Fırkası#AKP Dönemi#Türkçülük#Ulus Devlet#Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası#Kürt Yurttaşlar#eşit yurttaşlık#kimlik politikaları#İslamcılık#Ümmetçilik#Milliyetçilik#Ulusalcılık#Uygur Türkleri#Soykırım İddiaları#NATO#Türkiye-Çin İlişkileri#Rusya#Atatürkçülük#Despotizm#Irkçılık
1 note
·
View note
Link
Nezihe Muhiddin (Tepedelengil)... Adını duymuş muydunuz?
1889 yılında İstanbul'da Kandilli'de aydın bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Osmanlı döneminde kızların öğrenim görmesinin ne anlama geldiğini biliyorsunuz zaten. Bu Tük kızı, evinde özel öğrenim görür. Farsça, Arapça, Almanca, Fransızca öğrenir. İlk romanını (Şebâb-ı Tebah /Kaybolan Gençlik) 1911 yılında yayımlanmıştır. Hayatı boyunca 20 roman, 300 kadar öykü, piyes, operet, senaryo kaleme almış, Goethe ve Edgar Allen Poe gibi dünya yazarlarından çeviriler yapmıştır.
İşte bu kadın öncülüğünde, daha Cumhuriyet ilan edilmemişken 1923 yılında on üç kadın tarafından "kadınların siyasi hakları için" bir kadın şurasının toplanması çalışmaları yapılmıştır...
#Nezihe Muhiddin#Kadınlar Halk Fırkası#cumhuriyet#demokrasi#kadın hakları#tarih#siyaset#kartal yolcu
1 note
·
View note
Text
5 Aralık Kadın Hakları Günü kutlu olsun! Nedir, ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?
Bugün 5 Aralık Kadın Hakları Günü... Bugün, Atatürk Devrimleri'nin en önemlilerinden birisinin, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasının yıl dönümü. 5 Aralık 1934’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile kadınların ilk kez oy kullanmasının ve aday olabilmesinin önü açıldı. Türkiye, Fransa'dan Fransa ve İtalya'dan 11, Romanya'dan 12, Bulgaristan'dan 13, Belçika'dan 14, İsviçre'den ise 36 yıl önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştı.
5 Aralık 1934’te Atatürk, bir kez daha tüm dünyaya örnek olacak bir karara öncülük etti. Kadınların siyasi hayatta seçme ve seçilme hakkı için harekete geçti. Ve, Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklik ile bundan tam 86 yıl önce kadınlar, en demokratik haklarına kavuştular.
TÜRKİYE’DE KADINLARA SEÇME VE SEÇİLME HAKKININ TANINMASI
Kadınların siyasi hayatta seçme ve seçilme hakkını elde etmesi; toplumsal hayatta gerçekleşen Atatürk Devrimleri'nin en önemlilerinden birisidir.
1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934'de Anayasa ve Seçim Kanunu'nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı.
BELEDİYE SEÇİMLERİNDE SEÇME VE SEÇİLME HAKKI
Kadınların belediye seçimlerinde seçme ve aday olma hakkı 3 Nisan 1930’da Belediye Kanunu’nun kabul edilmesiyle tanındı.
KADINLARIN KATILDIĞI İLK BELEDİYE SEÇİMLERİ
Kadınlar siyasal haklarını ilk kez 1930 yılındaki Belediye seçimlerinde kullandılar. Seçimler, Eylül başından Ekim'in 20'sine kadar sürdü. Şehir meclislerine girebilen kadınlar arasında İzmir seçimlerinde Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)'nın iki kadın adayı olan Hasane Nalan ve Benal Nevzat Hanımlar ile, İstanbul seçimlerinde CHF adayı olan Rana Sani Yaver (Eminönü), Seniye İsmail Hanım (Beykoz), Ayşe Remzi Hanım (Beyoğlu), Nakiye (Beyoğlu), Latife Bekir (Beyoğlu) Hanımlar vardı.
MUHTAR SEÇME VE SEÇİLME HAKKI
Köy Kanunu’nun 20. Maddesinin değiştirilmesine dair 26 Ekim 1933 tarihli ve 2329 sayılı kanunun çıkarılmasıyla; kadınların köy muhtar ve heyetlerine seçilme hakkı tanındı.
İLK KADIN MUHTARIN SEÇİMİ
Aydın’ın Çine ilçesine bağlı Demirdere köyünde (Bugünkü Karpuzlu ilçesi) yaklaşık 500 oy alarak seçimi kazanan Gül Esin, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın muhtarı oldu.
MİLLETVEKİLİ SEÇME VE SEÇİLME HAKKI
Türkiye'deki kadınlar milletvekili olabilmek için ilk adımı 1923'te atmışlardı. Bu adım, kadınların 1923 yılında Nezihe Muhiddin önderliğinde ilk kadın partisi ‘Kadınlar Halk Fırkası’nı kurma isteğiydi. Fakat 1909 Seçim Kanunu sebebiyle bu parti kurma girişimi, Kadınlar Halk Fırkası'nın Türk Kadınlar Birliği adlı derneğe dönüşmesi ile sonuçlanmıştı.
1924 anayasası hazırlanırken kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olması gündeme geldi ancak TBMM genel kurulunda bu hakların yalnızca erkeklere tanınması fikri ağır bastı.
Gerekli yasal değişiklik 1934 yılında Başbakan İsmet İnönü ve 191 milletvekilinin sunduğu Anayasa ve Seçim Kanunu’nda değişiklik yapılmasını öngören yasa önerisi sonucu gerçekleşti. Öneri, 5 Aralık 1934'te Mecliste görüşüldü. Yapılan oylamada, 317 üyeli Meclis’te, oylamaya katılan 258 milletvekilinin tamamının oyuyla değişiklik önerisi kabul edildi.
Anayasanın 10. ve 11. Maddeleri değiştirilerek her kadına 22 yaşında seçme, 30 yaşında seçilme hakkı verildi. Bu anayasa değişiklikleri çerçevesinde İntibah-ı Mebusan Kanunu (Milletvekili Seçimi Kanunu)'nda 11 Aralık 1934'de yapılan değişiklikler sonucu anayasada tanınan haklar seçim kanunuyla da düzenlendi.
Yasanın çıkmasının ardından 7 Aralık 1934'te, Türk Kadınlar Birliği İstanbul'da Beyazıt Meydanı'nda büyük bir kutlama mitingi ve Beyazıt'tan Taksim'e bir yürüyüş düzenledi.
Kadınların ilk kez oy kullandığı ve aday olabildiği TBMM V. Dönem seçimleri 8 Şubat 1935’te yapıldı. 17 kadın milletvekili ilk kez TBMM’ye girdi. Ara seçimlerde bu sayı 18’e ulaştı. Böylece kadınlar TBMM'deki tüm milletvekillerinin (400) yüzde 4,5'ini oluşturdular.
FRANSA VE İTALYA’DAN ÇOK DAHA ÖNCE
Bu oran, Cumhuriyet tarihinde kadınların TBMM'de en yüksek temsil oranlarından birisiydi. Bu özelliğini de 2007 genel seçimlerine dek korudu. Türkiye, Fransa’dan Fransa, İtalya, Hırvatistan, Slovenya’dan 11, Romanya’dan 12, Bulgaristan’dan 13, Belçika’dan 14, Yunanistan’dan 15, İsviçre’den ise 36 yıl önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştı.
Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/5-aralik-kadin-haklari-gunu-kutlu-olsun-ne-zaman-nasil-ortaya-cikti-kadinlara-hangi-haklar-tanindi-2118606/
6 notes
·
View notes
Text
1919'du.
İzmir işgal edildi.
Ertesi gün, İstanbul'da Asri Kadınlar Cemiyeti kuruldu.
Bu topraklarda kurulan ilk kadın örgütüydü.
Daha ortada Tbmm filan yoktu.
Cumhuriyet'in hayali bile yoktu.
Türk kadını cemiyet kurdu.
Halide Edip, Meliha, Sabahat, Naciye, Münevver Saime, Şukufe Nihal, Nakiye, Zekiye hanımlar… Direniş başlattılar, İzmir'in işgalinden dört gün sonra Üsküdar'da protesto mitingi düzenlediler, 40 bin kişi katıldı.
Fatma Seher.
Aralarında kendi kızının da bulunduğu, neredeyse tamamı kadınlardan oluşan 300 kişilik müfrezesi vardı.
İnönü'de Sakarya'da Dumlupınar'da çarpıştı, Ege dağlarında vuruştu, 9 Eylül 1922'de İzmir'e ilk giren süvarilerimizin arasındaydı.
Onbaşı olarak başladı, üsteğmen olarak emekliye ayrıldı.
Nezihe Muhiddin.
15 Haziran 1923'te, henüz Cumhuriyet ilan edilmeden önce “kadın şurası” topladı.
Cumhuriyet Halk Fırkası bile kurulmadan önce, 13 kadınla birlikte Kadınlar Halk Fırkası adıyla siyasi parti kurma kararı aldı, resmi kuruluş dilekçesini verdi.
Cumhuriyet tarihinin ilk siyasi partisi olacaktı.
Ancak, o dönemin seçim kanununa göre kadınların siyasi temsili mümkün olmadığı için, parti kuruluşunu gerçekleştiremedi.
Kadınlar Halk Fırkası, Türk Kadınlar Birliği adıyla derneğe dönüştü.
Sabiha.
1927 yılında Yüksek Mühendis Mektebi'ne, bugünkü adıyla İstanbul Teknik Üniversitesi'ne girdi, İTÜ'nün ilk kız öğrencisi oldu, 1933 yılında mezun oldu, Türkiye'nin ilk kadın inşaat mühendisi oldu.
Bir başka çok çok önemli ilk'i vardı.
Sporcuydu, İTÜ'de öğrenciyken voleybola başlamıştı, üstün yetenekti.
Fenerbahçe'nin kadın voleybol takımına girmişti ama, kadınlar liginden vazgeçtik, başka kadın voleybol takımı bile yoktu.
Fenerbahçe erkek voleybol takımıyla idman yapıyordu.
Erkek takımının kaptanı Bedii Süheyl'di, fikir ondan çıktı, “Sabiha'yı neden bizim takımda oynatmıyoruz?” dedi.
Yönetmeliğe baktılar, “erkek takımlarında kız oyuncu yeralamaz” diye bir ibare yoktu.
Yıl 1929'du…
Sabiha formayı giydi, sahaya çıktı.
Üstelik, kaptanlık bandı Sabiha'nın kolundaydı.
Takım beş erkek ve bir kadından oluşuyordu, kaptan kadındı!
Sabiha'nın yeraldığı Fenerbahçe erkek voleybol takımı, 1929 yılı sezonunda hiç yenilmeden, İstanbul Şampiyonluğu'nu kazandı.
Şampiyon erkek takımının, kaptanı kadın'dı.
Sadece Türkiye'de değil, dünyada ilk'ti.
1935…
Türkiye'de Dünya Feminizm Kongresi düzenlendi!
36 ülkeden tamamı kadın 360 delege katıldı.
Türkiye'yi 24 delege temsil etti.
Türk Kadınlar Birliği Başkanı Latife Bekir'di.
Yardımcıları Aliye Esad, Lamia Refik ve Nermin Muvaffak'tı.
Ayrıca, 1935 seçimlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne giren Türkiye'nin ilk kadın milletvekilleri de oradaydı.
Yıldız Sarayı'nda düzenlendi, bir hafta sürdü, konuşmaların yapıldığı kürsünün arkasında iki büyük Türk Bayrağı vardı.
Bayraklarımızın arasına “Justice-Adalet” yazılı pankart asılmıştı.
Konuşmalar Fransızca, Almanca, İngilizce yapıldı.
Hukuk önünde kadın-erkek eşitliği, eşit eğitim hakkı, eşit meslek hakkı, ekonomik özgürlük hakkı üzerinde duruldu.
“Çocuk gelin” sorununa dikkat çekildi.
Savaşların, tek tek farklı ülkelerin değil, evlatların ölmesi sebebiyle “dünya kadınlarının ortak sorunu” olduğuna dikkat çekildi.
Türk Kadınlar Birliği Başkanı Latife Bekir, konuşmasını Fransızca yaptı.
“Türk kadınını haremin kafeslerinden kurtarıp, parlamento kürsüsüne getiren, Türk kadınını erkeğinin yanında hak ettiği yere davet eden Mustafa Kemal Atatürk'e minnet borcumuz var” dedi.
Satı.
1935'te TBMM'ye seçilen ilk kadın milletvekillerinden biriydi.
Beş çocuk annesiydi.
1890 doğumluydu.
Ama hep “19 Mayıs 1919'da doğdum” diyordu.
“O tarihten evvel nefes alıyorduk ama, insan gibi yaşamıyorduk” diyordu.
Zehra Say medeni kanunla evlenen, Türkiye'nin resmi nikahlı ilk kadını oldu, 1926'da.
Suat Berk ilk kadın hakimimiz, Nebahat Sarıyal ilk kadın savcımız, Süreyya Ağaoğlu ilk kadın avukatımız oldu, 1925'te.
Yüksek yargı üyesi ilk kadınımız Melahat Ruacan, sadece Türkiye'nin değil, dünyanın ilk Yargıtay hakimi oldu, 1945'te.
Fürüzan İkincioğulları ilk kadın Danıştay başkanımız oldu, 1994'te.
Ferdane Bozdoğan ilk kadın diş hekimimiz oldu, 1924'te.
Esma Deniz ilk diplomalı hemşiremiz oldu, 1924'te.
Kamile Şevki Mutlu ilk kadın tıp profesörümüz oldu, 1935'te.
Sabire Aydemir ilk kadın veteriner hekimimiz oldu, 1937'de.
Bugün bile hâlâ kadınların kahkaha atmasına tahammül edemiyorlar ama, Selma Emiroğlu ilk kadın karikatüristimiz oldu, 1943'te.
Nüzhet Gökdoğan ilk kadın gökbilimcimiz, ilk kadın dekanımız, 1933.
Saffet Rıza Alpar ilk kadın rektörümüz, 1972.
İclal Ersin ilk kadın muhasebecimiz ve ilk kadın banka müdürümüz, 1928.
Jale İnan ilk kadın arkeoloğumuz, 1943.
Gül Eser ilk kadın muhtarımız, 1933.
Müfide İlhan ilk kadın şehir belediye başkanımız, 1950.
Türkan Akyol ilk kadın bakanımız, 1971.
Behice Boran ilk kadın siyasi parti başkanımız, 1975.
Tansu Çiller ilk kadın başbakanımız, 1993.
Filiz Dinçmen ilk kadın büyükelçimiz, 1982.
Lale Aytaman ilk kadın valimiz, 1991.
Özlem Bozkurt ilk kadın kaymakamımız, 1992.
Bedriye Tahir Gökmen ilk kadın pilotumuz oldu, 1933'te.
Sabiha Gökçen ilk kadın savaş pilotumuz oldu, 1937'de.
Semiha Es dünyanın ilk kadın savaş muhabiri unvanı kazandı, 1950'de.
Leman Bozkurt Altınçekiç sadece Türkiye'nin değil, NATO'nun ilk kadın jet pilotu oldu, 1958'de.
Adile Tuğrul, Mualla Bayülken, Münevver Erdoğdu, Nermin Şen ilk hosteslerimiz, 1946.
Yıldız Uçman ilk kadın paraşütçümüz, 1935.
Dilhan Eryurt, NASA'da görev yapan ilk Türk kadını, 1961.
Tülin Tepedeldiren ilk kadın komando subayımız, 1999.
Feriha Tevfik ilk Türkiye güzelimiz oldu, 1929'da.
Keriman Halis Ece ilk dünya güzelimiz oldu, 1932'de.
Zehra Kosova Durmaz ilk kadın sendikacımız, 1933.
Dervişe Koç ilk kadın sendika başkanımız, 1955.
Emel Gazimihal ilk kadın radyo spikerimiz, 1937.
Nuran Devres ilk kadın televizyon spikerimiz, 1968.
Samiye Cahid Morkaya ilk kadın otomobil yarışçımız, 1932.
Asıme Şahsuvaroğlu resmi otomobil ehliyeti olan ilk kadınımız, 1934.
Afife İpek ilk kadın zabıtamız, Erzurum belediyesinde görev yapıyordu, 1952.
Feriha Saner ilk kadın emniyet müdürümüz, 1953.
Hikmet Cengiz ilk kadın komiserimiz, 1957.
İlgi Öztuncer ilk kadın kaptanımız, 1959.
Seher Aytaç ilk kadın makinistimiz, 1990.
Nesrin Olgun, Manş'ı yüzerek geçen ilk kadın sporcumuz, 1979.
Lale Orta ilk kadın futbol hakemimiz, 1986.
Tennur Yerlisu ilk kadın dünya şampiyonu sporcumuz, 1987.
Sabiha Bengütaş ilk kadın heykeltıraşımız, 1924.
Seniha Sami Moralı ilk kadın müzecimiz, 1927.
Semiha Berksoy ilk kadın opera sanatçımız, 1934.
Cahide Sonku ilk kadın film yönetmenimiz, 1949.
Yıldız Moran eğitim almış ilk kadın fotoğrafçımız, 1950.
Aliye Berger ilk kadın gravürcümüz, 1951.
İnci Özdil ilk kadın orkestra şefimiz, 1983.
Beyza Bilgin ilk kadın vaizimiz, 1962.
Akp grup başkanvekili Özlem Zengin, Ak parti gelene kadar bu ülkede kadın kelimesinin adı bile yoktu dedi, 2020!
1 note
·
View note
Text
8. Sınıf İnkılap Tarihi 2. Dönem 1. Yazılı Soruları Ve Cevapları
1.TBMM Hükûmeti isyanlara karşı güvenliği sağlamak
için bazı tedbirler alma gereği duydu.
Aşağıdakilerden hangisi bu tedbirlerden
biridir?
A) İstanbul Hükûmeti ile görüşme
B) Misakîmilli kararlarını alma
C) Bölgesel kongre düzenleme
D) Hıyanetivataniye Kanunu'nu çıkarma
2.Yıl 1925’tir. Askerlik çağı gelmiş olan gençlerin askere alma işlemleri yapılacaktır. Askerlik şubesine gelen gençler, işlemleri yapılmak üzere sırayla çağrılmaya başlanır. “Ahmet oğlu Ali!” diye bir çağrı yapılınca iki genç birden görevlinin karşısına çıkarlar.
Görevli kişi;‒ Evladım, ben bir kişi çağırdım. Niçin iki kişi birden geldiniz?
Gençlerden biri; ‒ Efendim, çağırdığınız kişi benim, der.
Öbür genç de; ‒ Efendim, ben de Ahmet oğlu Ali’yim, diyerek cevap verir.
Paragrafta anlatılan durum, aşağıdaki kanunlardan hangisinin çıkarılma gerekçelerinden biri olabilir?
A) Soyadı Kanunu’nun
B) Kabotaj Kanunu’nun
C) Türk Medenî Kanunu’nun
D) Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun
3.
Ø Eğitim kurumlarının açılması
Ø Bilim ve sanat faaliyetlerinin geliştirilmesine önem verilmesi
Ø Nitelikli insan gücünün ön plana çıkması
Verilenler hangi millî güç unsurunu geliştirmeye yönelik yapılan çalışmalara örnektir?
A) Sosyokültürel Güç
B) Siyasi Güç
C) Ekonomik Güç
D) Askeri Güç
4. “Atatürkçü düşünce sistemi, Türk milletinin ihtiyaçlarından ve tarihî gerçeklerinden doğmuştur.” diyen bir kişi, Atatürkçü düşünce sisteminin hangi niteliğine vurgu yapmış olur?
A) Millî B) Evrensel C) Bilimsel D) Yenilikçi
5. "Toplu bir milleti istila etmek darmadağınık bir
milleti istila etmek gibi kolay değildir."
Atatürk'ün bu sözünde aşağıdakilerden
hangisi vurgulanmıştır?
A) Milli birlik B) Milli savunma
C) Milli egemenlik D) Misakımillî
6.Saltanat ve halifeliğin kaldırılması, aşağıdakilerden hangisi doğrultusunda yapılmış bir düzenleme değildir?
A) Laiklik
B) Devletçilik
C) Millî Egemenlik
D) Cumhuriyetçilik
7. Büyük Türk milleti, bilgisizlikten, az emekle kısa
yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan
bir araçla kurtulabilir.
Aşağıdaki inkılaplardan hangisi Atatürk’ün
bu sözü doğrultusunda gerçekleştirilmiştir?
A) Yeni Türk harflerinin kabulü
B) Türk Tarih Kurumunun açılması
C) Türk Dil Kurumunun kurulması
D) Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılması
8. Türk halkı daha önce saltanat sistemiyle yönetilmekteyken
devlet yönetiminde söz sahibi değildi.
Fakat Cumhuriyetin ilanından sonra halk birçok
alanda söz söyleyebilir hâle gelmiştir.
Verilen durumun değişmesinde;
1. Seçme ve seçilme hakkının verilmesi
2. Çok partili hayata geçilmesi
3. Tevhidi Tedrisat Kanunu'nun kabulü
durumlarından hangileri etkili olmuştur?
A) Yalnız 2. B) 1. ve 2. C) 1. ve 3. D) 2. ve 3.
9.Çünkü farklı fikirlerin mecliste temsil edilmesi ve
ülke yönetimine katılması demokratik bir yönetim
anlayışının gereğidir.
Bu sözler aşağıdaki sorulardan hangisine
cevap olarak söylenmiştir?
A) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası neden
kapatıldı?
B) Neden çok partili hayata geçilmek istendi?
C) 1924 Anayasası niçin kabul edildi?
D) Halifelik neden kaldırıldı?
10.1 Temmuz 1926 tarihli Kabotaj Kanunu ile Türk
denizlerinde ve limanlarında gemi işletme hakkı,
Türk denizcilerine ve Türk bayrağı taşıyan
gemilere verilmiştir.
Bu bilgilere göre Kabotaj Kanunu Atatürk’ün;
I. Milliyetçilik
II. Cumhuriyetçilik
III. Laiklik
ilkelerinden hangileri ile ilişkilidir?
A) Yalnız I B) I. ve II.
C) I. ve III. D) I, II. ve III.
11. Lozan Antlaşması’nın aşağıdaki maddelerinden
hangisi, Sevr Antlaşması’nda yer alan
“Gayrimüslimlere çok geniş ayrıcalıklar tanınacaktır.”
kararını geçersiz hâle getirmiştir?
A) Kapitülasyonlar kesin olarak kaldırılacaktır.
B) Ülkede yaşayan tüm azınlıklar, Türk vatandaşı
kabul edilecektir.
C) Orduyla ilgili hiçbir sınırlama getirilmeyecektir.
D) Boğazların her iki yakası askerden arındırılacaktır.
12. 17 Şubat 1926 tarihli Türk Medeni Kanunu’yla
Türk kadını istediği mesleği seçme, çalışma, boşanma,
mirastan eşit pay alma ve mahkemelerde
erkeklerle eşit konumda şahitlik etme gibi birçok
hak elde etmiştir.
Türk kadını Medeni Kanun’la aşağıdaki alanların
hangisinde haklar elde etmemiştir?
A) Hukuk B) Siyasi
C) Ekonomik D) Sosyal
13.
Çağdaşlaşma ve batılılaşma anlayışları,
aşağıdaki Atatürk ilkelerinden hangisi ile
doğrudan ilişkilidir?
A) Halkçılık B) Milliyetçilik
C) Devletçilik D) İnkılapçılık
14. 1. Anadolu'nun merkezinde olması
2. Ulaşım yolları üzerinde bulunması
3. Küçük bir kasaba olması
nedenlerinden hangileri Ankara'nın başkent
olmasında etkilidir?
A) Yalnız 1. B) Yalnız 3.
C) 1. ve 2. D) 1. - 2. ve 3.
15.Mustafa Kemal, 28 Ekim'de Cumhuriyeti ilan
edeceğini duyurmuştur. Cumhuriyet'in ilanında;
1. Rejimin adının belli olmaması
2. Devlet başkanının belli olmaması
3. Ulusal egemenliğin gerçekleştirilmek istenmesi
nedenlerinden hangileri etkili olmuştur?
A) Yalnız 1. B) 1. ve 2.
C) 2. ve 3. D) 1. - 2. ve 3.
16. Atatürkçülüğün nitelikleri ile Atatürk ilkeleri arasında yapılan eşleştirmelerden hangisi yanlıştır?
Nitelikleri İlkeleri
A) Aklı ve bilimi esas alır. Laiklik
B) Temeli millî kültürdür. Devletçilik
C) Dinamik bir düşüncedir. İnkılapçılık
D) Demokratik bir sistemdir. Cumhuriyetçilik
17."Dış siyaset bir toplumun iç bünyesi ile sıkı şekilde
ilgilidir. Çünkü iç bünyeye dayanmayan dış
siyasetler daima mahkum kalırlar."
Mustafa Kemal'in bu sözüne bakılarak dış
politikamız aşağıdaki esaslardan hangisine
dayanmaz?
A) Barışçıdır
B) Bağımsızdır
C) Hayalperesttir
D) Hukuka bağlıdır
www.egitimhane.com
18.Türkiye, Atatürk döneminde komşularıyla ilişkilerini
"Yurtta barış, dünyada barış" parolasına göre düzenlemiştir.
Buna göre, aşağıdakilerden hangisi verilen
durumu kanıtlar niteliktedir?
A) Milletler Cemiyetine üye olması
B) Kurtuluş Savaşı'nı yapması
C) Sevr Antlaşması'nı kabul etmesi
D) Şeyh Sait isyanıyla uğraşması
19. Mustafa Kemal askerlik hayatı boyunca bir çok
savaşta yer almış ve askeri başarılara imza
atmıştır.
Mustafa Kemal ilk askeri başarısını hangi savaşta
elde etmiştir?
A) I. Balkan Savaşı B) I. Dünya Savaşı
C) Kurtuluş Savaşı D) Trablusgarp Savaşı
20.Çok partili hayata geçişin gecikmesinde;
Ø Tevhiditedrisat Kanunu'nun kabulü
Ø Medeni Kanun'un kabulü
Ø Şeyh Sait isyanı
Ø Menemen Olayı
gelişmelerinden kaç tanesinin etkisi vardır?
A) 1 B) 2 C) 3 D) 4
#8.Sınıf İnkılap Tarihi#yazılı soruları#8.Sınıf#yazılı soruları ve cevapları#8.Sınıf Yazılı Soruları
1 note
·
View note
Text
“Hâkimiyet sonsuza kadar milletin olacaktır”
https://pazaryerigundem.com/haber/187407/hakimiyet-sonsuza-kadar-milletin-olacaktir/
“Hâkimiyet sonsuza kadar milletin olacaktır”
Basın açıklaması yapan CHP Yenişehir İlçe Başkanı Deniz Dörtkardeş, “Mustafa Kemal Atatürk’ün iki büyük eseri olan Cumhuriyet ve Cumhuriyet Halk Partisi yaşayacak, hâkimiyet sonsuza kadar milletin olacaktır” dedi.
Gürhan ADANA / BURSA (İGFA)- Cumhuriyet Halk Partisi 101. Kuruluş Yıldönümü kutluyor. Bursa Yenişehir’de Atatürk Anıtı’na çelenk sunumunun ardından basın açıklamasını okuyan CHP İlçe Başkanı Deniz Dörtkardeş, partinin kuruluşundan bu yana geçirdiği tarihsel süreci anlattı.
Dörtkardeş şunları kaydetti: Bugün 9 Eylül. Halkın Partisi 101 yaşında.
Bağımsızlık mücadelesinin sonunda şanlı geçmişimizin kararlılığıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, ilk partisi Halk Fırkası ile başlayan demokrasi mücadelesi bizlerle bugün devam ediyor. Uçurumun kenarında bir yitik ülkeden, modern Cumhuriyeti inşa eden Büyük Önder ve Kurucu Genel Başkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ü ve arkadaşlarını saygı, şükran ve minnetle anıyoruz. 9 Eylül 1923 günü Halk Fırkası olarak kurulan ve sonradan Cumhuriyet Halk Partisi’ne dönüşen Türkiye’nin en köklü ve en büyük örgütü bugün 101.yaşını kutluyor. Bu gurur hepimizindir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihi Türkiye tarihidir. Türkiye’nin ilerleme tarihidir. 1923’ten beri, her akşam memleketimizdeki her haneye misafir oluyor, her haneye bizden haber veriyoruz.
Telgrafla iletişim kurulan günlerden, radyolardaki ajans saatlerinden, televizyon yayınlarından bugün dijital iletişime evrilen dönüşümün tek tanığıyız. 1930’ların sanayi hamlelerinde, 60’ların öğrenci mücadelesinde, 1970’lerin dar sokaklarındaki demokrasi mücadelesinde halkımızın yanındaydık. 1980 darbesi ile kapatılan partimiz, 1990’ların ikinci yarısında tekrar siyasete döndü ve halkın omuz hizasında konumlandı. Geçmişte olduğu gibi 2000’lerde de, tam bağımsız Türkiye için çabalayan, yabancı postalların ülkemize girmesine engel olan Cumhuriyet Halk Partisi, tarihe karşı sorumluluğunu yerine getirmiştir.
21. yüzyılın 2.çeyreğine başlayacağımız bugünlerde adalet vurgusuyla kimseyi ötekileştirmeden, kurucu parti olmanın vakarıyla başladığımız yeni demokrasi mücadelesi; meyvelerini son yerel seçimde vermiş ve güzel ülkemizde halkımız Cumhuriyet Halk Partisi’ni Türkiye’nin 1.partisi yapmıştır. Bugün, tüm Cumhuriyet Halk Partililer olarak bu bilinç ve sorumlulukla davranmaktayız. 101 yıllık partimize yaşattığımız gururu, yapılacak -zamanında ya da erken- ilk genel seçimde tüm Türkiye’de de halkımızla paylaşma kararlılığındayız.
Türkiye ittifakı, yere düşen ekmeği düştüğü yerden kaldırıp, başının üzerine koyanların ittifakıdır. Bugün ekmek yine yere düşmüştür ve o ekmeği yine kaldırmak hepimizin görevidir.
Türkiye ittifakının mimarı, Genel Başkanımız Özgür Özel ile geleneği gelece��e taşıyacak ve ülkemize hak ettiği refahı birlikte getireceğiz.
Bilinsin isteriz ki; Büyük önder, Mustafa Kemal Atatürk’ün iki büyük eseri olan Cumhuriyet ve Cumhuriyet Halk Partisi yaşayacak, hakimiyet sonsuza kadar milletin olacaktır.
Başta ilk Genel başkanımız Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Altıoku yüreğinin üzerinde gururla taşıyıp bugünlere getiren tüm şanlı geçmişimizi, parti büyüklerimizi şükran, saygı ve minnet duygularıyla anıyoruz.”
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Milletvekili Köksal CHP'nin Kuruluş Yıldönümünü Kutladı
CHP mağdurun, mazlumun, haklının ve halkının yanında olmaya devam edecek Cumhuriyet Halk Partisi Afyonkarahisar Milletvekili Av. Burcu Köksal, partisinin 99'uncu kuruluş yıldönümü dolayısıyla yayınladığı mesajında, Cumhuriyet Halk Partisi'nin, Cumhuriyet'in ve halkın partisi olduğunu belirterek, “CHP 99 yıldır olduğu gibi bundan sonrada mağdurun, mazlumun, haklının, halkın yanında olmaya ve mücadeleye etmeye devam edecektir” dedi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Afyonkarahisar Milletvekili Av. Burcu Köksal, 99 yıl önce kurulan Cumhuriyet Halk Partisi'nin, ulu bir çınar olarak dimdik ayakta olduğunu belirtti. CHP HER ALANDA ÜLKEMİZİ MEDENİ ÜLKELER SEVİYESİNE ÇIKARMAK İÇİN ADIMLAR ATTI CHP’nin her alanda Türkiye’yi medeni ülkeler seviyesine çıkarmak için adımlar attığını dile getiren Milletvekili Köksal, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak başlayıp, Kurtuluş Savaşımızda bağımsızlık Mücadelemizin öncülüğünü yapan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası adıyla kurulmuştur. 1924 yılında yapılan ilk kurultayda 'Cumhuriyet Halk Fırkası', 1935 yılında yapılan kurultayda ise 'Cumhuriyet Halk Partisi' adını almıştır. 1927 yılında Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik ve Laiklik ilkelerini temel ilkeleri olarak belirlemiş, 1935 kurultayında ise Devletçilik ve Devrimcilik ilkelerini de ilkelerine ekleyerek Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri olarak kabul ederek ambleminde yer alan altı okla da simgeleştirmiştir. CHP kurucu ilk Genel Başkanımız Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, Kurtuluş Savaşını kazanarak, Cumhuriyeti kurmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi, okuma ve yazma oranının yüzde 1’lerde olduğu ülkeden, eğitim başta olmak üzere, birçok alanda attığı adımlarla ve demokrasiyi temel alarak sanayi ve kalkınmaya ağırlık vererek, ülkemizi baştan başa demir ağlarla örerek, her alanda medeni ülkeler seviyesine çıkmanın adımlarını atmıştır.” dedi. CHP ADALETİN, HUZURUN, BARIŞIN, DEMOKRASİNİN, İNSAN HAKLARININ, TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN TEMİNATIDIR Köksal, 99 yıldır olduğu gibi bundan sonrada her zaman CHP’nin mağdurun, mazlumun, haklının ve halkın yanında olmaya devam edeceğinin önemle altını çizerek, “Adaletin, huzurun, barışın, demokrasinin, insan haklarının, temel hak ve hürriyetlerin bu ülkedeki teminatı olan Cumhuriyet Halk Partisi, geçmişten aldığı gücü ve birikimi herkesi kucaklayarak kimseyi ötekileştirmeden birlik ve beraberlik içinde yarınlara yaşanacak bir Türkiye umuduyla taşıyacak, tıpkı bundan önce olduğu gibi bundan sonrada mağdurun, mazlumun, haklının ve halkın yanında olmaya ve mücadeleye etmeye devam edecektir.” ifadelerini kullandı. CHP VARSA, UMUT VAR; CHP VARSA, AYDINLIK GÜNLER VAR; CHP VARSA TÜRKİYE VAR… CHP’nin kimsesizlerin kimsesi olduğunu, Türkiye’nin bütün zorlu süreçlerinde görev aldığını belirten Köksal, “Türk Siyaseti'ne pek çok devlet adamı kazandırmış olan CHP, millet için kendini feda etmenin öğrenildiği bir okul olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyet'in ve halkın partisidir. Cumhuriyet Halk Partisi kimsesizlerin kimsesi olmuştur, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Yurdumuzu çağdaş uygarlık seviyesine çıkarma hedefine ulaşacağımız inancıyla yoksulluk ve yolsuzlukları sona erdirerek kimsenin ötekileştirilmediği hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği herkesin huzur içinde yaşadığı adaletin tesis edildiği liyakatin esas alındığı bir Türkiye’yi inşa edeceğiz. CHP, Cumhuriyetimiz'in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği yolda, Cumhuriyet'in bütün kazanımlarını korumaya ve ileri götürmeye and içmiş bir partidir. Türkiye'nin bütün zorlu süreçlerinde görev almış, bütün zorlu süreçlerini itidalle yönetmiş, Türkiye'nin başı dik bir ülke olmasını sağlamış bir partidir CHP. Partimizle gurur duyuyoruz. Dünya lideri Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan ve Türkiye'de laik demokratik hukuk devleti için mücadele veren Cumhuriyet'in aydınlık geleceklere taşınmasını kendine amaç edinmiş olan üyesi ve neferi olmaktan onur duyduğum partimizin 99'uncu kuruluş yıldönümü kutlu olsun. Read the full article
0 notes
Text
📗 TARİHTE BUGÜN (5 EYLÜL)📌
1698 - Rus Çarı I. Petro, ülkesini batılılaştırma çabalarının bir parçası olarak, din adamları ve köylüler dışında sakal bırakan her erkeğe özel bir vergi yükümlülüğü getirdi.
1795 - ABD ile Osmanlı İmparatorluğu arasında, ABD'yi yıllık vergiye bağlayan ABD - Osmanlı Sözleşmesi imzalandı.
1800 - Napolyon Bonapart, Malta adasını İngiltere'ye bıraktı. (oysa adayı 1798'de İngilizlerden kendisi almıştı)
1839 - Çin'le İngiltere arasındaki I. Afyon Savaşı başladı.
1922 - Türk Kurtuluş Savaşı: Türk Ordusu, Yunan İşgali altındaki Nazilli, Alaşehir ve Susurluk'a girdi.
1930 - Serbest Cumhuriyet Fırkası lideri Fethi Bey'in 4 Eylül'de İzmir'e gelişinden sonra, bazı kişiler gösteri yaparak Cumhuriyet Halk Fırkası binasını ve Anadolu gazetesi idarehanesini taşladılar.
1938 - Atatürk, vasiyetnamesini yazdırdı. Vasiyet, Ankara 3. Sulh Hukuk Hakimi Osman Selçuk Selçuk tarafından 28 Kasım 1938'de açıldı.
1945 - Türkiye'de çok partili döneme geçişin ilk partisi olan Millî Kalkınma Partisi kuruldu
1950 - Başvuru fazlalılığı yüzünden, üniversite giriş sınavı uygulaması başlatıldı
1963 - 20-21 Mayıs'ta askeri darbe girişiminde bulunan Albay Talat Aydemir, Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nce idama mahkûm edildi
1973 - Devlet Film Arşivi'nde yangın çıktı; Atatürk'ün tek kopyalı filmleri yandı.
☮️ DOĞUMLAR ☮️
1817 - Aleksey Konstantinoviç Tolstoy, Rus yazar (ö. 1875)
0 notes
Text
HALİDE EDİP ADIVAR’I
VEFATININ 58. YIL DÖNÜMÜNDE RAHMETLE, MİNNETLE, ÖZLEMLE, HASRETLE, ŞÜKRANLA SAYGIYLA ANIYORUZ. RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN!
(D. 1884 İstanbul - 9 Ocak 1964 İstanbul), Türk yazar, siyasetçi, akademisyen, öğretmen. Halide Onbaşı olarak da bilinir. Halide Edip, 1919 yılında İstanbul halkını ülkenin işgaline karşı harekete geçirmek için yaptığı konuşmaları ile zihinlerde yer etmiş usta bir hatiptir.)
1884 yılında İstanbul'da doğdu. İngiliz terbiyesiyle yetişmesini isteyen babası onu Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde okuttu. Orada Rıza Tevfik'ten (Bölükbaşı) Fransız edebiyatı dersleri aldı ve Doğu'nun mistik edebiyatını dinledi. Sonradan evlendiği Salih Zeki'den de matematik dersleri alıyordu. Koleji 1901'de bitirdi. 1908 yılında gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya başladı. 1909'dan sonra eğitim alanında görev alarak öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek bu çalışmaları, gerekse müfettişliği sırasında İstanbul semtlerini dolaşması, ona çeşitli kesimlerden insanları tanıma fırsatını verdi. 1919'da Sultanahmet Meydanı'nda, İzmir'in işgalini protesto mitinginde yaptığı etkili konuşma ünlüdür. 1920'de Anadolu'ya kaçarak Kurtuluş Savaşı'na katıldı. Kendisine önce onbaşı, sonra da üstçavuş rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası ve Atatürk ile siyasi görüş ayrılığına düştü. 1917'de evlenmiş olduğu ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte yurtdışına çıktı. Cumhuriyetin ilanından sonra yurtdışına giderek 14 yıl İngiltere ve Fransa’da kaldı. 1939 yılında Türkiye’ye döndü ve İstanbul Üniversitesi‘nde görev yapmaya başladı. 1950 yılında Demokrat Parti‘den İzmir Milletvekili seçilerek Meclis’e girdi. Halide Edip Adıvar, 9 Ocak 1964 tarihinde hayatını kaybetti.
ESERLERİ
Roman:
Heyula, Raik'in Annesi, Seviye Talip, Handan, Yeni Turan, Son Eseri, Mev'ud Hüküm, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Kalb Ağrısı, Zeyno'nun Oğlu, Sinekli Bakkal, Yolpalas Cinayeti, Tatarcık, Sonsuz Panayır, Döner Ayna, Akile Hanım Sokağı, Kerim Ustanın Oğlu, Sevda Sokağı Komedyası, Çaresaz, Hayat Parçaları,
Hikaye:
Harap Mabetler, Dağa Çıkan Kurt, Kubbede Kalan Hoş Seda,
Oyun: Kenan Çobanları, Maske ve Ruh,
Anı: Türkün Ateşle İmtihanı, Mor Salkımlı Ev,
Diğer Eserleri:
Talim ve Terbiye, Turkey Faces West, Conflict of East and West in Turkey, Inside India, Türkiye'de Şark-Garp ve Amerikan Tesisleri, İngiliz Edebiyat Tarihi, 3 cilt, Doktor Abdülhak Adnan Adıvar.
Türkün Ateşle İmtihanı
Kurtuluş Savaşı Anıları
Halide Edib Adıvar
Atlas Yayınevi / Halide Edib Adıvar'ın Bütün Eseleri Dizisi
0 notes
Text
1930 YEREL SEÇİMLERİNDE NE OLDU?…
Geçen haftaki yazımda şehrimizin 121 yıllık belediye tarihinde üst üste iki dönemseçim kazanan belediye başkanı çıkmadığını,
Cumhuriyet Halk Fırkası(Partisi)’nın 1927’den 1946 yılına kadar süren tek partili döneminde bile CHF’nin, tam 6 seçimde 6 farklı adayla Susurluk halkının karşısına çıktığını…
Şimdiye kadar her seçimde neden farklı adaylar olduğunu araştırırken, Susurluk halkının sanılanın aksine iktidardaki partilerin rüzgarıyla yol almadığını,
Özellikle belediye başkanlarını seçerken kendi kriterlerine göre karar verdiğini,
Böyle düşünmeme sebep olan olayın da “1930 yerel seçimleri” olduğunu anlatmıştım.
Peki 1930 yerel seçimlerinde ne oldu?
1930 belediye seçimlerine kadar yapılan genel ve yerel seçimlere daha önce de dediğim gibi Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) tek parti olarak katılıyordu.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, 7 Ağustos 1930 tarihinde Yalova’da yaptığı bir konuşmada, CHF’nin karşısında Meclis’te bir muhalefet partisi bulunması düşüncesinden hareketle, ikinci bir partinin kurulacağını açıkladı.
Ardından 12 Ağustos 1930 tarihinde yakın dostu ve dava arkadaşı Ali Fethi (Okyar) tarafından Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) kuruldu.
SCF Susurluk teşkilatı da Eski CHF’li Bilalzade Manifaturacı Ahmet ve Kereste tüccarı Kenan Bey tarafından organize edilerek açıldı.
SCF, ülke genelinde teşkilatlanmasını kısa sürede tamamladı, kuruluşundan sadece iki ay sonra yapılacak belediye seçimlerine katılma hakkını elde etti.
Böylece 1930 yılında yapılan belediye seçimleri, 1946 yılında çok partili hayata geçmeden önce yapılan ilk ve tek çok partili yerel seçim olarak Cumhuriyet tarihinde yerini aldı.
Belediye Seçimleri o dönemde bir gün içinde değil, birbirini izleyen günlerde sandığın seçim bölgesinde dolaştırılması şeklinde yapılıyordu.
1 Eylül’de başlayan seçimler 20 Ekim’de sona ermişti.
Seçimler sonucunda Serbest Cumhuriyet Fırkası, ülke genelinde 2 vilayet, 16 ilçe ve 6 nahiye olmak üzere toplam 24 belediye başkanlığı kazandı…
Ve Susurluk, ülkedeki genel anlayışın aksine SCF’nin hem de büyük bir farkla kazandığı 16 ilçeden biriydi…
Yapılan ilk çok partili yerel seçimde Serbest Cumhuriyet Fırkası 500 oy alırken, Cumhuriyet Halk Fırkası 40-50 oy almıştı.
Her ne kadar birkaç hafta sonra ülke genelinde çıkan seçim tartışmaları yüzünden seçimler iptal edilmiş, SCF kapatılmış, CHF’nin adayı Mustafa Bulca’nın kazandığı ilan edilmiş olsa da…
İşte bu olay…
Yani Susurluk’ta seçimlerin ülkedeki genel anlayışın aksine sonuçlanması,
Susurluk halkının belediye başkanlarını ezbere seçmediğini,
Kendi kriterlerine göre karar verdiğini,
Hür iradesini ortaya koyarak sandığa gittiğini düşünmemi sağladı.
Sonraki yerel seçimlere baktığımızda da Susurluk halkının daima yeni bir idarî anlayış, yeni bir siyasi yaklaşım aradığını görebiliriz…
Bakalım bu arayış ne zamana kadar devam edecek?...
Ramazan S.TOPRAKTEPE
1 note
·
View note
Photo
Hem Atatürkçü Hem Demokrat olunur mu ? Alican Soysal Son günlerde “Atatürk’ü sevmediğini söylemek de moda oldu” demek moda oldu. Lafı evelemeye gevelemeye gerek yok, açık konuşacağım; Türkiye’de demokrat olmanın ilk şartı Atatürk’e sempati duymamaktır. Abartı bir ifadeyle nefret etmek, normal olarak sevmemek, en iyi ihtimalle agnostik yaklaşmaktır. Eğer ki son günlerde Atatürk’ü sevmediğini söyleyenlerin sayısı arttıysa buna moda değil, aydınlanma derim. Demokrasiden bahsederken arkasına Atatürk’ü alan insanları bir türlü anlayamadım ve sanırım anlayamayacağım. Anladığım tek şey avam toplumun önkabullerinden yararlandıkları ve akı karayı herkesten iyi bilmelerine karşın para ve güç için bu tavrı profesyonelce sürdürmeleri. Gelelim “Nedenmiş?” sorusuna. Aylar önce Nagehan Alçı’nın bir açık oturumda “Atatürk diktatördür” demesinin ardından kendisi gündemde bir süre kaldı ve bu iddia -gazete ağzıyla- çok tartışıldı. Tartışmaların vardığı en son boyut şuydu: Kendisinin diktatör olduğunu iddia edenler bu iddialarını sürdürmeye devam ederken, bu iddiayı başlarda sonuna kadar reddedenler, tartışma sürecinin sonlarında “diktatör değil de tek adam diyelim biz ona” diyerek tartışmayı sona erdirdiler. Tek adam kavramı kafama takıldı ve diktatörün sözlük anlamına baktım. Tdk’ya göre diktatör “Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse” anlamına gelmekteydi. Neydi tek adam ve diktatör’ü birbirinden ayıran? Koca bir hiç. Atatürk’e sempati duymak, neden demokrat olmak değildir? • Cumhuriyet Halk Fırkası’nın karşısında açılan tüm siyasi partileri sebepler üreterek kapattırdığı için. (Halk devletçi politikadan bıkmış ve liberal görüşü desteklemeye başlamıştı. Liberalizmi Anadolu’da temsil eden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası idi. Muhalefetin de önüne geçip iktidara yürüyen bu parti için yapılması gereken tek şey kalmıştı; kapatmak.) • Kendisini ve partisini eleştirenleri İstiklal Mahkemeleri’nde yargılayıp idama mahkum ettiği için. (öyle ki İstiklal Mahkemesi kayıtlarına göre, Yazının devamını merak edenler, Facebook sayfamdan okuyabilirler. Çünkü buraya sığmadı. https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=1015945816607 Dr Serdar Hakan Çiftçi https://www.instagram.com/p/CWTZGQXMPZJ/?utm_medium=tumblr
0 notes