#Bizden Önceki Dünya
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sessizliğin Yankısı.
Ölüm kapı eşiğinde duran eski bir dost gibidir Ne ses eder, ne de çağırır.
Ama her adımda, ayaklarının altında çınlar
Ve seni varlığının sessizliğine alıştırır.
Zaman avuçlarımızdan kayan bir kum tanesi Tutmaya çalıştıkça, daha da hızlanır.
Bir ömür, belki bir nefes kadar kısa,
Ama içinde bir kainat saklar.
Biliyor musun, geceleri yıldızlara bakarken,
Gökyüzünde kaybolan bir ışık parçasıyız.
Belki bir umut, belki de bir veda.
Ama her düşüş, göklerde yankılanır.
Hayat, gözlerimizin göremediği bir hayal perdesi Ellerimizle tutmaya çalışırız,
Ama dokunduğumuz her şey,
Bizden önceki sessizliğe döner.
Bir ağacın köklerinde, Bir çiçeğin ilk açan yaprağında, Hatta bir çocuğun kahkahasında, Ölümün fısıltısı saklıdır.
Çünkü yaşam ve ölüm, aynı nehrin iki kıyısıdır.
Eğer bir gün, varlığım sessizliğe karışırsa,
Bil ki, bu dünya bana yetmedi.
Bil ki, ben sonsuzluğun peşinde koştum,
Ama hep kendi içimde kayboldum.
Biz, ölümü ölümsüz kılanlarız,
Çünkü her hatırlayış, Her kelime, Her dua,
Bizi yeniden yazar.
Sessizliğin yankısıyız biz,
Ve bu yankı, sonsuzluğa kadar sürecek.
#ölüm#yaşarken ölmek#ölümle yaşam arasında#ach ach🚬🚬#aşk acıtır#ay benim gece senin#uykusuz geceler#ay ve gece#hayata dair#hayat bayat#geceye not#ruhsuzunbirisi#fypツ#fypシ#kesfet#kayip giden yildizlar#yildizlarinsonsuzlugukadar
5 notes
·
View notes
Text
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/084f0d044b40b6abd6dd1b8cd34264fe/6f3c35c7d452518b-4d/s540x810/4d388252d8de70b41317d65d65cce59a4989a336.jpg)
Merhaba sevgilim, "nasılsın?", diye sormaya geldim. Yani nasıl hissediyorsun oralarda? Benden uzaklarda...
Biliyor musun, farkettim de birlikteyken sensizliğin ne olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu, "ayrılık" kelimesi bile yabancıydı, lakin şimdi anlıyorum. Hani sevdiklerimiz bizden uzaklarda olduğu zaman kıymetini biliyoruz ya, benimki de o hesap işte. İşte bu yüzden aldım elime kalemi, anlatacağım sana yokluğunu, sensizliği ve dahi sessizliği.
Yakın geçmişten bahsediyorum sana, balığım, 2023 yılından. Seninle tanışmadan günler önceki karanlığımı anlatmamı ister misin? Ben hiçlikte öylesine savrulup duran bir toz tanesiyken, seni henüz tanımamış olsam da derinlerimde bir yerde hep sana garip bir şekilde özlem duymuşumdur. Bence beni kurtaracak birine hep hasrettim.
Yoonie, ben... Ben ölüme ramak kala gördüm seni, sen hep ordaydın, yanıbaşımdaydın, ama ben seni farkedememişim. İlk başta korktum, hem de çok korktum, geç kalmış olmamdan, sana ulaşamamaktan korktum. İşte o an bana gülümsediğini anımsıyorum. Tanrım, tüm dünya onların ,sense benim ol dedim içimden, yine duydun beni. Gözlerinle fethettin kalbimi, sözlerinle aşık ettin kendine, o beyaz teninde hayat buldum. Anlatırım sanmıştım, fakat kalbim parmak uçlarıma seni kıskanır oldu, sesli konuşmuyorum, biri daha seni görür de tutuklu kalır diye.
Ne diye bilirim ki, "Sen sevmelerin en güzelisin". Balığım , seninleyken ne keder, ne gam?
Lakin kalbim sıkışıyor, zaman geçtikce, akreple yelkovanın dansını her gün bilmem kaç kez izledikten sonra gözlerimi kapatarak kavuşacağımız anı hayal ediyor ve biraz daha yanıp kül oluyorum. Ay ışığım, Biliyorsun. Benim 42'im , Tanrım beni senle mükafatlandırdığı için ben daha ne isterim?
Şimdilik kendine iyi bak, zira ben senin için hayatta kalacağım.
3 notes
·
View notes
Note
selamünaleyküm. ilme olan sevdanız ilerlemek için gösterdiğiniz çaba çok hoşuma gidiyor. Rabbim bu yolda sizi muvaffak etsin. bir de sorum olacaktı. çalışma düzeninizden günlük rutinlerinizden bahseder misiniz? bu konuda yardıma ihtiyacım var.
Aleykümselam verahmetullah kardeşim. Rabbim beni zannettiğinizden daha hayrlı kılsın. Hüsnüzannınız için çokça teşekkür ediyorum.
Burada günlük rutinlerimden bahsetsem ortada günlük rutin kalmaz :) Şaka bir yana zannettiğiniz gibi bir çalışma düzenim yok. Ben de istedim düzenli bir şekilde hedefler belirleyip, planlayıcılar kullanayım ama maalesef olmuyor. Stabil bir hayatım olmadığı için de yaptığım planlara birebir uyamıyorum, tabi gelişigüzel de yaşamıyorum mazaallah ama değişmeyen belli başlı hedeflerim var ve çalışmalarım bu hedeflerin çevresinde ilerliyor. Sabahları uyandığımda önceki günüm nasıl geçerse geçsin, gecem gafletle dolu geçse de o günü Allah'ın bana cenneti kazanmak için bir fırsat olarak verdiğini düşünürüm ve günümü değerlendirmek için küçük çaplı hedefler koyarım kendime. Oldu da o gün ani bir şeyler gelişti ve ben planlarıma uyamadım mesela misafir geldi, eski ben olsaydım o günü bomboş geçti sayardım, kitap okumadığım gün benim için bir kayıptı ama artık öyle düşünmüyorum elhamdülillah. Bir müslüman olarak bizim ana gayemiz, yaratılış amacımız Tek olan Allah'a kulluk ve Rabbimiz o kadar merhametli ki O'nun için yaptığımız her şeyi bizden ibadet olarak kabul etmiş. Yani kitap okumamış, derslerime çalışamamış olsam da, gelen misafirim için Allah rızasını kazanmak istediğimden ikram hazırlamam benim için bir ibadettir ve mutfakta geçen o saatlerim benim günümü verimli kılmıştır. O'nun için yapılan hiçbir ameli küçük görmeyelim. Çalışma düzeni ve günlük rutin olarak da mottom şu hadis; “Amellerin Allah Teâlâ’ya en sevimli olanı, az da olsa devamlı yapılanıdır.” (Müslim, Müsâfirîn, 218) bu hadis beni aşşşırı motive ediyor elhamdülillah. Subhanallah bir düşünün, ölünceye kadar her gün az da olsa O'nunla birlikte olmak, Allah'a imanın gereğini her gün bıkmadan, usanmadan devam ettirebilmek.. sebat dediğimiz şey işte bu. Doğru yolda, düzgün bir şekilde yürüdükten sonra, istersen yavaş adımlarla yürü ama ne yap ne et bu yolda yürü ve son nefesini yolda ver, sonuna ulaşamamış olsan bile.. Allah'ın senden istediği süreklilik, mükemmellik değil! Bir günün sonunda düşünelim; bugün işlerimde Allah'ın rızasını gözettim mi? Namazlarımı aksatmadan ve kulluk bilinciyle kıldım mı? Kur'anı tedebbür ederek nasibimi aldım mı? Bir hadis bile olsa, Rasulullah aleyhisselama selam verdim mi? Ve de üzerimde hakkı olanların yani sorumluluğum altında olanların ihtiyaçlarını mükemmel olamasa da gidermek için çabaladım mı? Eğer bu soruların cevabı evet ise ya da " Allahım beni affet ama hayır" ise benim için en verimli gün budur. Kuran ve Sünnetten kopuk bir hayat yaşamadığım her gün benim için bereketli gündür. Hayata bu açıdan baktığımdan beri, kalbim rahat elhamdülillah. Acizane size de şifa olur inşallah.
Kendimi nasıl motive ettiğime gelince; Cennet ve cehennemi tasvir etmek, şu an dünya üzerinde zulüm gören müslümanlarla alakalı bir video izleyip, bir yazı okumak bana yetiyor. Elhamdülillah ki sağlığımız yerinde, ne kadar sorunlar yaşasak da başımızı sokacağımız bir evimiz ve her gün tayin edilen bir rızkımız var. Dinimizi yaşayabileceğimiz bir hayatımız varken biz neyi bekliyoruz ki? Yazın sıcağında sığındığımız gölgeden bile hesaba çekilecekken bu kadar rahatlıkta boş boş oturmamızın bir hesabı olmayacak mı sanıyoruz ya da biliyoruz ama yeterince inanmıyor muyuz? Evet biliyorum müslüman bir gencin aklını çelebilecek, onu oyalayacak binlerce şey var, bir masa başına oturup iki sayfa kitap okumak bile bir olay haline gelebiliyor amenna ama bütün olumsuzluklarla mücadele etmek, çabalamak zorundayız ki bu çaba bile bizim için bir ecir biiznillah. Dünyanın kargaşasından, Kuran ve Sünnetin sekinet dolu ortamına kaçan bir insan da bırakın motivasyon cümlelerini bu ortama kavuşmak için can atar. Başta kendime olmak üzere eğer böyle değilsek nefsimizi bir hesaba çekelim. İmanımızı daima yenileyelim de nasıl bir haldeyiz ki O'nun huzuruna kolayca gidemiyoruz bir düşünelim. Bir de selefin hayatını okumak; ne zaman gaflete düşsem bana şifa olur. O hayatlar, o çekilen sıkıntılara rağmen kazanılan ilimler, mertebeler bize hem örnek hem de şifa biiznillah.
Rabbim türlü türlü entrikalarla dolu olan bu yolda her daim bizimle beraber olsun. O'nun yolunda sebat gösterebilecek bir iman versin. Razı olacağı bir hayat yaşamayı bizlere kolaylaştırsın ve canımızı müslüman olarak alsın. Allahümme amin.. Dua beklerim. Selametle
Not; bu kadar geç döndüğüm için kusuruma bakmayın, okuyunca dönüş yaparsanız birkaç kitap önermek isterim inşaallah.
4 notes
·
View notes
Text
Kusurlu Olmak
Eski ilişkilerim -sanırım eski ilişkilerim de olmasa konuşacak bir şeyim kalmayacak hayatımda yaşadığım herhangi bir zorluğu çözümlerken eski ilişkilerime değinmediğim bir zaman olmadı gibi.
Eski ilişkilerimde yaşadığım toksik durumlar -böyle toksik durumlar yazınca da çok basit durdu sanki herkesin yaşadığı şeyleri yaşamışım gibi. Aslında herkesin yaşayabileceği şeyleri yaşadım diyebiliriz ama çok etkilendim bu durumlardan ve bu toksiklikleri aşabilmek için de çok emek vermem gerekti. İlişkim toksikti ayrıldım atlattım gibi değil de o toksikliğin üzerimdeki tesirini yıllarca aşmaya çalıştım gibi.
Eski ilişkilerimde yaşadığım toksik durumlar sebebiyle kusursuz bir ilişki ve kusursuz bir partner arayışı içindeydim ve 9 eylül 2018 gününden itibaren de böyle bir insanı bulduğum kanısındaydım. İlişkim çok iyiydi. Ben çok iyiydim, yol arkadaşım çok iyiydi. İlişkimizin dördüncü senesine kadar her şeyin çok iyi olduğu -ya da benim çok iyi gördüğüm- bir dünya içerisinde yaşıyorduk. Sonra yol arkadaşımın kusurlarını görmeye başladım. Bu şey gibi değil ''Seni çok iyi biri sanırdım ne kötü bir insanmışsın meğer.'' gibi bir yanılgı asla değil, yol arkadaşım baya iyi bi insan. Ama sonuç olarak bi insan, duygu durumlarında kusurlar var, aldığı kararlar her zaman mantıklı ve doğru olmayabiliyor. Ben onu her zaman en doğru en mantıklı en iyi olarak görürdüm. Şimdi onun da hatalarıyla doğrularıyla belirli bir dengede ilerlediğini görüyorum.
Çevremizde ilişkiler görüyoruz. Herkes birileriyle sevgili ve herkes evleniyor. Özellikle 22 23 yaşlarınıza gelmişseniz bunu daha çok görmeye başlıyorsunuz. O ilişkilere bakınca o ilişkilerdeki kusurları görüyorsunuz. Bundan birkaç sene önceki Büşra o ilişkileri değerlendirirken şu tarz düşüncelere kapılırdı ''Aaa ne kadar şöyle şöyle olumsuz yönleri olan bir ilişki ben asla katlanamazdım neden ayırlmıyorlar?'' Ama bu Büşra büyüdü ve insanların kusurlarını kabullenebilmeyi öğrenmeye başladı. İnsanların kusurlarını kabullenmenin toksik bir ilişkiye boyun eğmek olmadığını anladı. Toksik ilişkilere boyun eğip kendini bir cehennem içinde yaşatan insan da çok bunun farkındayım fakat her kusurlu ilişki toksik değildir bunun da farkındayım. Partnerimizden bir sürü beklentimiz var partnerimizin de bizden. Bir arkadaşımın partneri olumsuz bir şey yaptığında neden ayrılmıyor diye düşünmüyorum çünkü o arkadaşımın da tolere edilmesi gereken negatif davranışları olabiliyor. Herkes kendi pozitifliklerini ve negatifliklerini dengeleyebildiği birisiyle ilişki kurmaya gayret ediyor. Kimse hayatının aşkını bulmuyor kimse birden mükemmel anlaştığı birini bulmuyor. Hayata aynı pencereden bakabildiği, dayanışma içerisinde olabildiği, aynı yolda el ele ve güvenle ilerleyebildiği birini arıyor. Aşk şu anki ilişkimde yaşadığım ve çok sevdiğim bir duygu fakat sanki aşk tek başına çok güçlü ve her şeyden en üstte bir duygu gibi algılanmasını yanlış buluyorum. Her şeyden önce yol arkadaşı olabilmeniz gerekiyor, bu bloga yazdığım tüm yazılarda sevgilimden özellikle yol arkadaşım diye bahsediyorum. Bence en güçlü ve en üstte durması gereken şey bu.
Sevgili yol arkadaşım, doğrularınla yanlışlarınla kurduğun bu dengeyi kabul ediyor ve seni çok seviyorum.
3 notes
·
View notes
Text
Ekrem İmamoğlu,İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde yeniden aday gösterildi
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/8604a3808702a13d91368b4a576e3906/ca4f554ad704d523-01/s540x810/74ffbd269878e2f6654abf96db918257df135dd9.jpg)
İmamoğlu, adaylık tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada, engellere rağmen başardıklarının kendilerine güven ve cesaret verdiğini söyledi. İmamoğlu, 2025 yılına kadar toplam 45,7 kilometre yeni metro hattı açacaklarını ve rekorlar kırmaya devam edeceklerini belirtti. İmamoğlu, ülkenin siyasal, ekonomik ve toplumsal olarak krizde olduğunu savunarak, İstanbul’a örnek ve öncü bir vizyon kazandırmak istediklerini söyledi. İmamoğlu, konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “Bunca engele rağmen başardıklarımız, bize güven ve cesaret veriyor. İşte bu cesaretle, bir kez daha İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı aday tanıtım toplantısı için karşınızdayım. Beni oy birliğiyle aday ilan eden partimizin Genel Başkanı saygıdeğer Özgür Özel, PM üyelerimiz ve yetkili karar organlarında bulunan dava arkadaşlarıma gösterdikleri büyük güven ve destekleri için teşekkür ederim.” “Gururla ifade ediyorum ki; bizden önceki 25 yılın ortalamasının 4 katından daha fazla metro hattını her yıl İstanbul’a kazandırdık. Onun için kıskanıyorlar, çok kıskanıyorlar. Bu atılım sayesinde, bugün İstanbul’un toplu ulaşımında yolculuk sayıları bakımından, raylı sistemlerin payını yüzde 35’ten yüzde 42’ye çıkardık. 2025 yılı sonuna kadar, toplam 45,7 kilometre daha yeni hattı hizmete sunacağız. Rekorlar kırmaya devam edeceğiz.” “Yanı başımızda Filistinliler, katlediliyorlar. Bundan 100 yıl önce Atatürk ve arkadaşları, muasır medeniyeti hedeflerken, elimizde bir model, örnek vardı. Şimdi muasır medeniyet de krizde. Bizim iddiamız, yalnızca İstanbul için değil; dünyaya, bölgeye ve ülkeye örnek ve öncü bir İstanbul vizyonu hayata geçirmektir. Çünkü İstanbul hem bu ülkenin hem de dünyanın gözdesi. İstanbul Planlama Ajansı’nı (İPA) bunun için kurduk.” İmamoğlu, İstanbul’un sadece Türkiye için değil, dünya ve bölge için de önemli bir şehir olduğunu belirterek, İstanbul’a örnek ve öncü bir vizyon kazandırmak istediklerini söyledi. İmamoğlu, bu vizyonun hayata geçirilmesi için İstanbul Planlama Ajansı’nı kurduklarını belirtti. Read the full article
0 notes
Text
Tom Higham – Bizden Önceki Dünya (2023)
Bundan 50 bin yıl önce, yeryüzündeki tek insan türü biz değildik. Neandertaller, Hobbitler (H. floresiensis), Denisovalılar ve H. Luzonensis’in de dahil olduğu en az dört tür daha vardı. ‘Bizden Önceki Dünya’da, Denisovalıların keşfinde oldukça önemli bir rol oynayan arkeoloji profesörü Tom Higham, bu keşiflerin yapılmasına olanak tanıyan bilimsel ve teknolojik gelişmeleri anlatıyor. Hem bu diğer…
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/0e34e2f4941b31e2b6aa5d8fefd90f0b/78a563f1ba31316f-c8/s640x960/189b7cf013cbb9321b95cd04e9af51ba3b5617cd.jpg)
View On WordPress
0 notes
Text
Babalarımızın Kıçıkırık Zaferleri
Babalarımızın bize bir zafer borcu yoktu. Ama ölesiye çalıştılar. Mücadele ettiler. Ancak çapları ve hayal güçleri, zafer deyince ne anlamaları gerektiği konusunda yetersiz kaldı. O kadar mücadelenin sonucunda kendi hayatları zarfında gözle görülür hiçbir şeye sahip olamama korkusu canhıraş daha da fazla çalışmalarına, giderek daha fazla taviz vermelerine sebep oldu. Efendimiz rasulullah s.a.v. 25 yaşında evlenmiş, 40 yaşında peygamber olmuş, 61 yaşında kendi doğduğu toprakları fethetmişti. İslam örneğinde bile mücadelenin bir peygamberin hayatına sığmadığını, Mekke’nin fethinin mücadelenin bitişini değil, başlangıcını imlediğini görmediler.
Küresel finansal genişleme vesilesiyle, birdenbire kendilerini içinde buldukları maddi ferahlamayı bereket sandılar. Kapitalizmin bereketi mi olur? Mihmandarlarına, kapısında bekledikleri için bir bahşiş bırakır kapitalizm, sonra ülke ülke kapı kapı dolaşıp istediğini yapar. Gençlikleri zilletle geçen, özsaygılarını koruyabilmek için mahrumiyetlerini öfkeye çevirmek zorunda kalan aciz babalarımız, birdenbire ne isterlerse alabildikleri, ne isterlerse olabildikleri bu bolluğun içinde, mücadelenin sözgelimi bir müslümanın Rolls Royce’a binmesi değil de, namaz vaktinde o rolsroystan inebilmesi, tesettürlü bir hanımefendinin Cumhuriyet Bayramı protokolüne gitmesi değil de, protokollerin kendileriyle alakalı olduğunu unuttular.
Halbuki sormak lazım gelmez mi? Dünya bir imtihansa, sekiz yüz bin kilometrekarelik bu satıhtan ötesi ne için yaratılmış? Ne başarılacaksa yirmi yıla sığacaktıysa, bu binlerce yıl neden var? Hem (haşa) sahabe efendilerimiz (Allah hepsinden razı olsun) neden yirmi yılda, tek bir coğrafyada başaramamış?
Müslümanların zaferi diye yaldızlı paketlere sarılmış dünyalığın, Müslümanların lehine kullanılmamak üzere tasarlanmış yetkilerin, zilletten sonra nefse ne kadar da iyi gelen, ancak hakiki saygının yanında esamesi aslında okunmayacak astlardan görülen saygının peşinde koştururken kendi ahlaki gelişimlerine önem vermediler. Kendilerine miras kalan, detaylarını, handikaplarını, tarihsel niteliğini çok düşünmedikleri, bizzat kendisi de ulus devlet kafasının sonucu olan bir ideolojiyi baştacı ederek koştururken, ideolojinin ahlaki yanları törpülendi, şüphesiz doğru olan kısımları, muğlak olan kısımlarının arkasına geçti, öncelikler karıştı ve dolayısıyla bir pusula olması gereken fikirleri, olsa olsa bir yük oldu, öyle sırta alınınca şeref veren türden de değil, nasıl olur da bir köşeye bırakırsak kimse fark etmez nevinden bir balya.
Geleceğe umutla baktırmayan zafer mi olur? Güya oldu. Dış güçler falan filan diye bütün sorumluluğu başkalarına çoktan postalanmış bir acizliğin, meşguliyetlerin, reklamların, piyasa koşullarının, barınacak yer filan kaygılarının arasına saklanmış bir cibilliyetsizlik asıl mücadelenin çağlar, diller, coğrafyalar üstü olduğunu, bir gün gerçekten zafer kazanıldığında vakanüvislerin yazacağı metinlerde sözgelimi “ihale, yönetmelik, ikramiye” gibi kelimelerin geçmeyeceğini bize unutturdu. Mücadelenin önce başkalarıyla değil, kendimizden başlaması gerektiğini bize her fırsatta dişlerini gösteren üç beş köpeğe korkumuzdan unuttuk. On köpeğin itlafını cihanşümül bir ülkü sandık.
Mücadelenin nesiller arası değil, nesiller üstü olduğunu unuttu babalarımız. Kendilerini yetiştiremedikleri yetmezmiş gibi, bizi de yetiştiremediler. Bir zaferin nasıl olur da bir nesillik süreye sığmayacağını akıl edemediler, çünkü hayal güçleri hem kendilerinden önceki nesilden, hem de bizden daha dardı.
Biz de onlara bakınca sandık ki, İslami mücadele böyle derme çatma, çıtıpıtı, busbulanık, eğreti, köhne, kapalı kapılar ardında çehresi değişen türden. Sandık ki başkalarını işaret eden bir parmak ve cıkcıklamalar. Ne denir ki?
Hepsi yavaş yavaş yaşlanıyor şimdi. Bir kısmı öldü babalarımızın. Bir kısmı yakında ölecek. Ve kazandıklarının bir zafer değil, bir sınıf başkanlığı olduğunu belli belirsiz sezmeye başladılar. Kimler hatırlıyor sınıf başkanlarını? Hayatımızda ne derece büyük ehemmiyeti oldu? O zaman kıskandıysak dahi, şimdi imrendiğimiz bir tarafı kaldı mı? Bir ümmetin tarihinde de üç beş seçim zaferinin ederi işte bu kadar kalacak, sadece kendimizi tanımamızın bir vesilesi olacak bütün bunlar.
Ve biz de babalarımızı böyle tanıyacağız. Durup düşünürlerse aslında üstlenmeleri gereken mücadelenin devasa boyutları insanın dudaklarını uçuklatır. Onlar da durup düşünmediler. Babalarımız gibi hayal güçleri zilletin altında iğdiş edilmiş bir nesil, yeterince koşturursa zaferi kazanacağına emin oldu da, bu zaferin ne menem bir şey olduğunu, neye yarayacağını, kimin cebini dolduracağını düşünmedi. Sorumluluğu sadece koşturmaktan ibaret sandılar ve haliyle, durup onlarla samimiyetle konuşmaya vakit ve enerjileri kalmadığından, kendi evlatlarının kendi koşturmacaları konusunda ne düşündüğüne de bigâne kaldılar. Yavaş yavaş, bu koşturmanın bir ömre sığmayacağını fark ettiklerinde, aldıkları evleri, arabaları, yatları katları miras bırakacakları gibi, bu mücadeleyi de miras bırakacakları evlatlarına yeterince zaman ayırmadıklarını, çok temel kavramlarda dahi onlarla uzlaşamadıklarını fark ettiler. Alabildiğine saçma bir şekilde, buradan çıkardıkları ders, eğer daha fazla koşturmuş olsalardı, bizim kaybolmuş neslimize bir şey emanet etmek zorunda kalmadan uğrunda koşturdukları o “şey”i tamamlayabilecekleri oldu. Pişmanlıkları, bize bıraktıkları bu “zafer”i tamamlayamamaktan ibaretti, çünkü tamamlasalardı…
Gerisini bilmiyorum.
16 notes
·
View notes
Text
‘Müslümanlar neden geri kaldı?’ sorusunda ki tuzak!
Bu soruyu çok duymuşsunuzdur. Ve genelde hemen savunmaya geçmişsinizdir. Birçoğumuz Müslümanlar olarak İslamiyet'i iyi yaşayamadığımız için geri kaldığımızı ve kaliteli, çalışkan bir Müslüman olmadığımızı falan söylemişizdir. Ancak bunları söyleyince bir şekilde geri kaldığımızı kabul etmiş oluruz. Böylece özgüven kaybına uğrarız. Olaylara olumsuz yönlerini genelleyerek bakmayı öğrenir, umudumuzu kaybetmeye başlarız.
Hâlbuki tuzak sorudadır. Ne demek Müslümanlar geri kaldı? Biz Müslümanlar, Müslüman olmayanlardan geri değiliz ki? Evet, geriyiz; ancak bizden önceki Müslümanlardan geriyiz. Yoksa kâfirlerden geriyiz diye bir durum söz konusu değildir!
Atom bombasını biz mi attık? Afrika'yı, Güney Asya'yı biz mi sömürdük? Amerika kıtasına hücum edip, kızıl derileri biz mi katlettik. 1. Dünya savaşını, 2. Dünya Savaşını biz mi çıkardık? Sonra Vietnam'da Kamboçya'da, Irak'ta, Afganistan'da biz mi başlattık savaşı? Hepsinin cevabı tabii ki kocaman bir HAYIR!
Bugün 3. Dünya savaşı ile dünya nüfusunu milyarın altına indirme planı yapan zalimler mi bizden ileri?
Eee o zaman biz niye utanalım, sıkılalım? Ümmetin en gerisinde ki Müslüman bile, o kâfirlerin hepsinden daha ileridedir.
“Ama abi? Geriyiz işte… Adamlar uzaya çıktı…” Diyen arkadaşlar. Evet olabilir. Adamlar yakında Ay'da veya Mars'ta falan su bulsa; patentini yine Coca Cola alır, sana uzay suyu diye parayla satar. Paran yoksa da yine susuz kalırsın… Bunu bil!
Güçlü olmakla üstün olmak aynı şey değildir. Üstün olmak insan olmakla ilgilidir. Zamanında Avrupalı kralların Afrika'ya gönderdiği gezginleri de Amerika kıtasını ilk keşfeden Avrupalı kâşifleri de, tüm insanlığı ile karşılayan ve cömertçe misafir eden, hediyeler ile uğurlayan yerliler, sonra ordularla gelip onları vahşice katledip, topraklarını talan eden barbar Avrupalılardan çok daha erdemli ve üstün değiller miydi?
Şuanda da paralarıyla bizden daha zengin, ordularıyla bizden daha güçlü olabilirler. Bu doğru. Biz bu sahalarda onlar kadar ilerleyemedik.
Çünkü:
1. Zalimlik yapıp sömürmedik. Müslümanlar fetih ile gittiği yerlere ilim ve hizmet götürürken, onlar zulüm ve kan götürüp insanları köle olarak satıp, maddi kaynaklarını yağmaladılar.
Tarihte, Kudüs (1099), İstanbul (1204), Bağdat(1257), Endülüs(1492) yapılanlar onların yağmacı zihniyetine başlıca örneklerdir. Afrika'da İngilizler 'in köle ticaret merkezi haline getirdikleri, Gana'daki Cape Coast kalesinde olanlar, Afrika tarihini için yürek parçalayan bir örnektir.
2. Parayı değil hikmeti aradık. Allah'ın bize emanet ettiği yeryüzü kaynaklarını talan ederek, dünyayı çöplüğe çeviren sanayi hamlesini biz başlatmadık. Yoksa batılılardan yüzyıllar önce matematik, coğrafya, astronomi, fizik, tıp gibi alanlarda öncü buluşlara imza atan birçok Müslüman âlim yetişmiştir. Farabi, İbn-i Sina, Biruni, Harezmi gibi daha niceleri incelenebilir.
Galileo'nun "Dünya dönüyor" dediği için engizisyon mahkemesince idama mahkûm edildiği tarihten tam 230 yıl önce, Bursa Ulu Cami'nin minberinde güneş sistemini, gezegenlerin güneşe göre konumlarını ve büyüklüklerini gerçek ölçülerle örtüşür oranlarda nakşeden bizim Müslüman dedelerimizdi. Bunu gibi dünyanın haritasını 500 yıl önce çizen Piri Reis ve daha nicelerinden bahsetmeye bu makale yetmez. Bunları şimdiki nesillere okullarda öğretmiyorlar ne yazı ki!
3. Başsız, lidersiz, yetim kaldık. Halifeliğin ortadan kalkması ile İslam âlemi yetim, sahipsiz, lidersiz kaldı. Merkezi planlama ve liderlikten mahrum kalan ümmet savunmasız bir şekilde bölündükçe bölündü. Kaynakları bir araya getirecek, organize ederek verimli bir şekilde değerlendirecek üst akıl kurulamadı.
4. Medreseler yıkıldı. Kendi öz liderlerimizin yetiştiği medreselerin yok edildiği tarih dönemleri fetret yılları olarak yaşandı. Günümüzde de medreselerin müze, lokanta, ticarethaneye dönüştürülmesi benzer yıkıcı etkiyi yapmıştır.
İslam düşünürleri, mucitleri, âlimleri hep medreselerden yetişirdi. Köklü medreseler varken Müslümanlar ilmi ve teknik sahada da ileriydi. Üniversiteler asla onların yerini tutmadı. Ümmetin yetenekli evlatları beyin göçü ile yine Avrupa'ya, Amerika'ya aktı. Nesiller devşirildi. Köklerinden koparıldı.
Neticede biz Müslümanlar geçici bir fetret dönemindeyiz ve bu da bir imtihan gereğidir.
“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer iman etmiş iseniz en üstün sizsiniz.” (Ali İmran 139) ayeti ile biliyoruz ki, bu dağınık halde bile üstün olan bizleriz.
Kısa bir zaman içinde Yüce Allah, Müslümanların sebebiyle dinini yeryüzüne hâkim kılacaktır. Gerçek adalet, barış ve mutluluk dünyaya hâkim olacaktır inşaAllah.
(Emre Temizsoy – 05.10.2019)
#makale#islam#müslümanlar#iman#kafirler#batı#avrupa#akıl#ilim#tuzak soru#islami şuur#islamiyet#nasihatler#emre temizsoy#güçlü olmak#zalim olmak#ahlakın gücü#gücün ahlakı
55 notes
·
View notes
Text
Bize biçilen hayat sınırlarını yırtmak
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/327594570b4e663ec0f4ad4eed09dea7/1e7d2f4d106246bf-ac/s540x810/13442423c81dfab5707c24f4381be9628d7dcd1b.jpg)
Bu aralar sürekli şu yazı dönüyor; İşte bizden önceki nesil hep daha büyük bir ev, daha büyük bir araba vs için çalışmış. Bize de iş çıkarıyoruz diye kızıyorlar. Birde şöyle bir post var dönüp duran; Bir nesil doktor, mühendis olmak için çalıştı hiç bir işe yaramadı.
Sahiden böyle mi peki?
Bizim zamanımızda ben hiç hatırlamıyorum harıl harıl kpss çalışan birini. Veya tip okuyayım deliler gibi kafa yoran 3-5 kişiydi. Ne olacağımızı bilmiyorduk çoğumuz ama ne olmayacağımızdan kesin emindik. Bir kere çevreye, adalete çok duyarlı bir nesildik. Gezi varken bizler daha liseye gidiyorduk. Ormanları, ağaçları korumak uğruna canından vazgeçen bir nesildik. Belki iklim krizine hakim değildik ama bir şeylerin ters gittiğini ve bunun dünya çapında olduğunun farkındaydık.
Ne oldu peki?
Bazıları tabiki tüketim kültürüne yenik düştü ve sistemin çarklı dişlerinin arasında kayboldu. Ama geri kalanlar sayesinde bir sürü farklı meslek grupları görüyorum. Özellikle yakın çevrem için çoğu sistemin sunduğu saatler yerine "esnek" (yani günde bazen 1 saat bazen 3 saat bazende 8 saat) çalışma saatlerine sahip. Büyük bir çoğunluğu inanılmaz bir üretkenlik abidesi. Resimler yapıyorlar, ilüstrasyonlar yapıyorlar, geziyorlar, müzik yapıyorlar, kamp yapıyorlar ve eninde sonunda bazen tüketerek bazense güzel geri dönüşümlerle birlikte kendilerine kazanç sağlıyorlar. Çoğu dağlara, tepelere yerleşmiş bitkilerle, tarımla, üretimle uğraşıyor. Tanıştığım biri dokumacılık yapıyordu. Ve artık bunu yapan kimse yokmuş, üstüne kendi dokuma tekniğini geliştirmiş. Başka biri kendi yazdığı kitapları, kendine özgü yöntemlerle ciltleyip özel basım satıyor. Biri sadece masallar anlatarak sağlıyor geçimini, diğeri ise özel eğitimler vererek.
Pek tabi kolay olmuyor maalesef bu yaptıkları. Her biri bugün geldiği noktaya ulaşmak için en az 3 yıldır dişiyle, tırnağıyla kazıyor. Sistemin dışına çıkmanın bedelleri ödüyor ama sonra kabul görüyor. Değişecek elbet bir gün bu düzen. Bunu iliklerime kadar hissediyorum. Değişecek elbet bir gün ve umut doğacak.
4 notes
·
View notes
Note
40+ tayfa neden Z kuşağına 'sahip olduklarınızın kıymetini bilin' dersi vermeye çalışıyor? Bilir bilmez, sana ne? Hayatlarının kıymetini bilip daha iyisini istemeleri sana neden batıyor? Mecburlar mı bizim geçtiğimiz sobalı ev, salçalı ekmek rutininden geçmeye? +
Kendinizi neye değer buluyorsanız onu isteyin gençler. Bakmayın siz bizim 'aza kanaat eden çoğu bulamaz' edebiyatımıza. Geçti o ezik hırka lokma romantizmi. Çalışın, hakkınızı da isteyin, hak ettiğinizi de alın, dünyadan ne koparabilirseniz koparın, keyfini de çıkarın.
Ahmaklar be. 'Bizim geçtiğimiz yollardan geçmediniz.' Geçmesin. Zaten geçmesin. Kendi yolunu açsın. Biz geçtik işte. Onlar kaldığımız yerden ilerlesin. Toprak köy, arnavut kaldırımı yolu oldu 8 şerit dijital otoban.
Sen gençken bu imkanlar olsaydı 'ama dedem kalay güğümden süt içerdi, şimdi kutudan içmek şımarıklık, kıymetini bileyim de kalay zehirlenmesinden ben de erken yaşta gideyim mi' diyecektin Orhan Pamuk romantiği?
'Sizin kültürünüz bu.' Evet, bu? Dumanlı kahvede kambur oturmuş memleket kurtarmıyor, tweet atıyor. Bu. Dünya senin durduğun yerde beklemek zorunda değil. Yargı dağıtıp eski günlere zılgıtlı ağıt yakacağına adapte ol da saygılarını onları anlayarak kazan.
Pandemi pandemi insanı delirtiler. 'Ben hayvan gibi çalıştım, geberdim, belim kırıldı, sizin de kırılacak, mecbursunuz.' Kırılmasın kardeşim. Bizim kırıldı da sanki İsveç verdik gençlere. Mecbur da değiller.
Bir içerik yaratıp senin 38 senede kazanamadığını kazanıyorlarsa asıl dersi sen onlarsan almalısın. Faydasız çeşme başı aşığı sen de. Dinlemeyin bu tohuma kaçmışları gençler.
Tek telaşınız gençlerin, birilerinin yırtmasını, başarmasını engellemek. Biri başarınca etrafınızdakiler 'sen 22 senedir ağlayıp boş sıkıyorsun ama bak yapan yapıyor' diyecek çünkü. Yargı dağıtan yorgun, aza kanaat etmiş, ışığı bulmuş sensei imajınız çöp olacak.
Tweet: Meriç Eryürek
Buradaki soruna ülkemizdeki çocuk daha doğrusu yeni nesil algısında olduğunu düşünüyorum. Bizim insanımızın algısında çocuk başta ebeveyn olmak üzere ondan önceki kültürün sahip olduğu bir nesnedir, mirastır. Çocuk ebeveynin üretimi olarak onun uzantısıdır ve onun hükmü altındadır. Bu fikir de çocuğu geleceğin sahipleri olarak değil, şimdiki üstünde bulunduğu varsayılan kültürün sürdürücüsü olma vazifesini çocuğa yüklemek algısını yaratmaktadır. Oysa çocuklar doğduğu andan itibaren bizden ayrı birer öznedirler, onu yetiştirene ihtiyaç duysalar da onların bir uzvu değillerdir. Dünyada insan hakları en çok ihlal edilen varoluş biçimi çocuklardır, çocuklar maalesef boş bir sayfa gibi görülmekte ve tamamen istenen bir şekle kendi üretiminin mükemmelliği açısından kendi sürdürücüsü olarak kendisinin istediği bir model kurgusu için şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Çocuklar bizim şekillendirdiğimiz bir miras değil, kendi özne konumu içerisinde miras bıraktıklarımız içerisinde kendi inşalarını yapacak geleceğin sahipleridirler, geçmişin hükmü olmaksızın...
8 notes
·
View notes
Photo
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/23c09c417fce0205faff8a992f6d0e00/d7c0864445c8659a-aa/s540x810/ee9f2897cb099a2259d226a5f298179ce82ffc7a.jpg)
HAYATIN GERÇEĞİ...! Bundan 100 yıl sonra bugün hayatta olan hemen hemen kimsenin hayatta olmayacağı, 150 yıl sonraysa bugün hayatta olanları hatırlayan hiç kimsenin hayatta olmayacağı, çoğumuzun toprağın altında kemik yığını olarak sessiz sakin yatarken her türlü anımızın, hatıramızın, öğrendiklerimizin, yaşadıklarımızın un ufak olacağı, onlardan geriye hiçbir şey kalmayacağı, eğer dünyada kalıcı bir eser bırakmadıysak (ki %99'umuz bırakmayacak) hiç yaşamamışız gibi olacağı, hayatın biz olmadan da aynen devam edeceği gerçeği... acımasız bir gerçek.Sabah akşam kitap okuyarak, belgesel izleyerek, özene bezene öğrendiğimiz o güzel ve ufku iki katına çıkartan bilgiler çoktan toza dönüşüp uçmuş olacak. Öğrenenle öğrenmeyen, bilenle bilmeyen bir olacak. Sanki hiç yaşamamış gibi olacağız.Yaşadığımız iyi, kötü anılar, bizi güldüren, ağlatan, gurur duyduran, utandıran, yüzümüzü ekşiten, gülümseten anılardan geriye hiçbir şey kalmayacak. O anıları hatırlayan hiç kimse hayatta olmayacak. Çocukluğumuz, gençliğimiz, yaşlılığımız, hepsi bir anda ortaya çıkıp, sonra bir anda ortadan kaybolan yaz rüzgarı gibi ortadan kalkmış olacak, sanki hiç olmamış gibi.İzlenen diziler, filmler, dinlenen şarkılar, incelenen sanat eserleri ve o eserlerin bizde yarattığı her türlü etki çoktan ortadan kalkmış olacak. Gezdiğimiz yerler, topladığımız anılar, hatıralar, tanıştığımız, tartıştığımız, kavga ettiğimiz, seviştiğimiz, sarıldığımız, öpüştüğümüz insanlar ortadan kalkmış olacak. Onları hatırlayan insanlar bile ortadan kalkmış olacak. Okunan okullar, alınan diplomalar, edinilen tecrübeler, öğrenilen yabancı diller, teknik bilgiler hepsinin yerinde yeller esiyor olacak. Beynimizdeki 100 milyar nörondan geriye bir tanesi bile kalmayacak. Her şeye sonsuza kadar format atılacak.Bundan 300-400 sene önce yaşayıp da çoktan ölmüş olan insanlaran %99,9'unun ismini, cismini, neye benzediğini, neden hoşlandığını, nelere güldüğünü, nelere ağladığını, geriye neler bıraktığını hiçbir şekilde bilmeyiz. Veba salgınında, ikinci dünya savaşı'nda, kızılderili soykırımında ölen milyonlarca insan sanki hiç yaşamamış gibi sadece bir istatistik olarak kalır. Tarih boyunca yaşamış insanların %99,9'u geride kalıcı bir eser bırakmadıkları için hiçbir şekilde bilinmez ve hiç yaşamamış gibidir. Biz de (%99,9'umuz) aynen öyle olacağız.Hayat bizsiz de devam edecek. İnsanlar doğacak, büyüyecek, kendi anılarını yaşayacak, gülecek, ağlayacak, evlenecek, çoğalacak, sevişecek, kavga edecek, ayrılacak, birbirine sarılacak, savaşacak, karnını doyuracak, yeni çıkan teknoloji ürünlerini satın alacak, gezecek, tozacak, nefes alıp verecek ve biz olmadan her şey aynen devam edecek.Tuttuğumuz takım biz olmadan da maç kazanacak, kaybedecek, eleyecek, elenecek, hakem golünü vermeyecek, tribünlerde binlerce insan sanki biz hiç yaşamamışız gibi üzülecek, sevinecek, sokaklardaki insanlar sanki önceki nesiller hiç gelip geçmemiş gibi günlük yaşamlarına devam edecekler, kendisi olmasa dünyanın dönmeyeceğini ve evrenin kendi etrafında döndüğünü sanan milyarlarca kemik yığını toprağın altında sessiz sedasız yatmaya devam edecek.Biz olsak da olmasak da güneş doğacak, batacak, sahillere dalgalar vuracak, rüzgar esecek, yağmur yağacak, baharda ağaçlar yeşillenecek, kışın yapraklar dökülecek, karlar yağacak, fırtınalar kopacak, havalar ısınacak, soğuyacak, gökyüzünde yıldızlar parlayacak, bulutlar oradan oraya savrulacak ve her şey aynen devam edecek. Biz onları gözlemlemek için orada olmasak bile bütün bunlar olmaya devam edecek.Bizim olmadığımız bir dünyada insanlar sanki aynısı 100-200 yıl sonra kendi başlarına gelmeyecekmişçesine aşık olacaklar, günlük hayatın meşguliyetine takılacaklar, trafiğe küfür edecekler, ırkçılık yapacaklar, kendi aralarında bölüşüp ayrılacaklar, birbirlerinin dedikodusunu yapacaklar, elalem ne der diye sabah akşam düşünecekler, insanların kendi haklarında ne düşündüğü konusunda endişe edecekler.Bu dünyadan gelip geçen, sonra da acısıyla tatlısıyla her şeyi geride bırakıp kemik yığınına dönüşen ve bundan 100 yıl sonra kimsenin ismini bile hatırlamayacağı insanlar olarak bugün insanların ne düşündüğünü, kimin ne diyeceğini neden takarız ki? Neden bunun yarası içindeyiz ki? Hadi diyelim en başarılı, en mutlu, en muhteşem insan sensin ve herkes bunu kabul etti. Yüz yıl sonra sen de o insanlar da ortadan kalkmış olacak. Ya sonra? Seni de o insanları da kimse hatırlamayacak, hayat aynen devam edecek.O tasarım harikası muhteşem vücutlarımızdan geriye kemik yığını kalacak, belki o bile kalmayacak. İnstagrammış, sözlükmüş, sosyal medyaymış, facebookmuş, hiçbirinin hiçbir önemi kalmayacak. Yediğimiz en lezzetli yemekten, dinlediğimiz en muhteşem şarkıdan, aşık olduğumuz en mükemmel insandan geriye hiçbir şey kalmayacak. Avrupa'da veba salgınında, Çin'de açlıktan, Kuzey Amerika'da sarılıktan, Dünya savaşlarında ve tarihteki diğer savaşlarda ölen milyonlarca isimsiz ve cisimsiz insandan geriye ne kaldıysa bizden de geriye o kalacak.Hani bir söz vardır: "Mezarlıklar dünyada yerlerinin doldurulamayacağını düşünen milyarlarca insanla doludur" yazar. Bugün mezarlıklarda ahireti bekleyen milyonlarca insanın ziyaretçisi bile yok, çünkü onları ziyaret edecek olan insanlar bile yüzlerce yıl önce kendi mezarlıklarına yerleştirilip kendi ziyaretçilerini beklemeye başlamışlar. Bundan bin yıl önce yaşamış insanların kaçının ismini hatırlıyoruz? Bundan bin yıl sonra da o kadarımızın ismi hatırlanacak (ki o bile şüpheli).Bugün hayattaki en büyük derdiniz ne? düşünün... işte o derdi çoktan unutmuş olacaksınız. O derdin zerresi bile kalmamış olacak. Kendisinden kurtulmak, kaçmak istediğiniz sorunlar sizi çoktan terk etmiş olacak, çünkü artık siz olmayacaksınız, biz olmayacağız. Hayatta uğradığınız haksızlıklar, başınıza gelen musibetler, yaşadığınız kötü anılar, işten kovulmanız, terk edilmeniz, aldatılmanız, hiçbirini düşünecek vaktiniz olmayacak çünkü siz de olmayacaksınız. Bugün hayattaki en büyük mutluluk kaynağınız ne? O da gitmiş olacak. Siz artık yoksunuz, sizin için de hiçbir şey yok. Evren için siz, sizin için evren artık yok. Hiç olmadı, hiç de olmayacak. Sizin için dünya, dünya için siz hiç olmadınız ve yoksunuz.Pazartesi sendromu yok, tatil heyecanı yok, bayram da yok, seyran da yok, artık hiçbir şey yok. Şu anda pencerenin kenarında durup içeri girmeye çalışan bir karınca veya meyve ağaçlarının üzerinde kanat çırpan bir arı dünyada ne kadar varolduysa, ne kadar yer kapladıysa, dünya için ne kadar önemliyse, dünyada ne kadar iz bıraktıysa biz de bundan 100 yıl sonra o kadar yer kaplayıp o kadar, belki de daha az iz bırakmış olacağız. (Tek tük istisnalar hariç tabii ki).Bugün mezarlıklarda yüzlerce, binlerce yıldır yatan insanların zamanında kim bilir ne dertleri, ne hayalleri, ne umutları, ne korkuları vardı. Hepsi yaşadığı dönemde akşam ne yiyeceğini, o gün ne giyeceğini düşündü. Hepsi günlük işlerle, borçla harçla ilgilendi ve meşgul oldu, sonunda hepsinden geriye bir yığın kemik dışında bir şey kalmadı. Bizden geriye de bir şey kalmayacak.Bu yüzden hayatta belli başlı ayrıntılara takılıp, insanlarla polemiğe girmek, saçma sapan şeylere üzülmek, eskilere takılmak aslında ne kadar boş değilmi? Eninde sonunda bize ayrılan süre bitecek ve geride hiçbir şey bırakmadan, sanki hiç yaşamamış gibi bu dünyadan göçüp gideceğiz işte. Fazla kasmaya gerek yok. Yaşa, hayattan zevk al, istediklerini yap, istediklerini izle, dinle, oku, öğren ama bunları yaparken hiçbir şeyi hayatının merkezine koyma. Bazı insanların çok şeyi kafasına takmayıp, mutlu ve huzurlu yaşama sebebi belkide bunun farkındalığı olabilir.( Alıntı )
13 notes
·
View notes
Note
Milyarlar kim bekleyen ?
Selâmlar. Bizler, bizden önceki nesillerin duası ve rüyasıyız diyor bir büyüğümüz. O yüzden yüzyıllardan beri bu güzel ümmet ve dünya için çalışan/çabalayan milyarlar bizi bekleyen. Selâmetle
5 notes
·
View notes
Text
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/01d1df3f3dfced189784149c2ea4dce1/7dbecc08a3223e3f-84/s540x810/fedd350375779b4a8969d935182cd6866dfd47d4.jpg)
⭐⭐⭐⭐⭐
Allah imtihan etmek için mi gönderdi...? Evet
İmtihan için dünyayı mı seçti...? Evet.
Benmiyim imtihan muhatabı...? Evet.
Dünyamı imtihan olacağım yer...? Evet.
Ashabı kiram imtihan oldu da ben olmayacakmıyım..? Hiç olurmu öyle bir şey.
İyi de ben yıllardır dünyadayım ne kırbaç yedim ne bir kurşun.
İmtihan dışımı tutuldum acaba..? Olurmu öyle bir şey.
E hani o zaman benim imtihanım..?
İmtihan, hayatın kendisidir..!
Sen kaç yıl nefes aldınsa bu dünyada, o nefesi nerde nasıl aldıysan, imtihandı o zaten.
Hayat imtihandı..!
O imtihanı kazanabilenler Hz.Bilal ile cennette olacaklar.
Hz. Bilal kırbaçlı bir imtihana tabi tutuldu,
Hz. Musab hicret imtihanına tabi tutuldu,
Biz ise camilerin köşesinde ki bankalarla imtihan oluyoruz.
Büluğ çağına gelmeden babasına annesine söz bırakmayan çocuklarla imtihan oluyoruz biz.
Biz helal kazandığımız malımızla imtihan oluyoruz.
Sahabe açlıkla imtihan olmuştu,
o neden Allah beni aç bıraktı diye isyan etse cehenneme girecekti,
Biz, doyuran Allah'a Hamd etmeyi beceremezsek cehenneme gideriz.
Kulunu Allah muhakkak imtihan edecek.
Bu imtihan sadece kırbaç, mızrak, açlık, hicret ise ben yıllardır hiç imtihana tabi tutulmadım.
Ben bunca yıldır hiç kırbaç yemedim, ama onun yerine internet darbeleri yiyorum.
Medya dalgaları yiyorum onun yerine.
Hz. Bilale "Allah yoktur, Muhammed (s.a.v.) peygamber değildir de" diye kırbaç vuruyorlardı.
Beni ahlaksız tv programları ile yok etmeye çalışıyor şeytan.
Hâlâ ben ne zaman imtihan olacağım diye merak ediyorum..
Halbuki hergün haber bülteni, dizi, saçma sapan program izliyoruz.
Kudüs işgal altında olduğu halde, gençlerin iffet diye bir teminatı bulunmadığı halde,
Faiz normal maaşa döndüğü halde, haram mı helal mi sormaya bile gerek kalmamış,
Nasılsınız denildiğinde; "Elhamdülillah Allah bugünleri aratmasın" diyen müslümanlar
Hep işkence altında, imtihan altında Hz. Bilali gördükleri için böyle diyorlar..!
Sabah namazına kalkmayan bir çocuğu bulunan müslüman "Elhamdülillah Allah bugünleri aratmasın" derken neyi kasdediyor acaba..?
Tuğla sökülür gibi aileler sökülüyor, yuvalar yıkılıyor, karı koca ayrılıyorlar, iffeti insanlığın tehlike altında, camiye giderken bile Allah'ın haram ettiği şeyleri görmek zorunda kalıyoruz,
Rızık korkusu Rabbinin korkusu önüne geçmiş ama hala imtihan arıyorsun..!
Rakı şişesi kafana vurulmuş sen hala "Bilal kırbaç yedi biz rahatız Allah bugünleri aratmasın" diyorsun. Oysa şişe ile vuruyorlar her gün, Fark bile edemiyorsun.
Bu dünya imtihan yeri ise, benim imtihanım benim eksenime en yakın olan neyse odur..!
Para kazanan biri isem para üzerinden, siyaset yapıyorsam siyaset üzerinden,
Çocuklarım, yavrularım, canlarım diye sarılıyorsam başka yerde düşman aramaya gerek yok,
İmtihanın senin çocukların üzerinden, eşin üzerinden, hayatı neyin üzerinde çeviriyorsan imtihanın orada olacaktır..! Ne zaman start verilecek..? 15 yaşından gün aldığın dakika start verildi..!
"İnanmayın Allah'a, inanmayın Muhammed'e" sözlerinin işe yaramadığını iblis artık gördü.
Kırbaç aramaya gerek yok,
ceplerimizde ki telefonlar, internet, diziler, tv programları,
Kırbaçtan daha beter beynimizde patlıyor..!
Bizden bir önceki kuşaklar hilafeti kaldırıp onun yerine başka bir düzen kurmak isteyenlerin karşısına sarıklarıyla dikildiği için ipe götürüldüler.
Şimdi istanbul sokaklarında sarıkla dolaşana bir şey denmediği gibi "Dua eder misiniz bizede" diye önünü bile kesenler vardır.
Dikkat edin, sizin ebu cehiliniz ebu lehebiniz kırbaç ve işkence yapmadığı halde,
Güzel sözler ile şeytana uyduran en yakınlarınız olabilir..!
Size "Allah'ı inkar et" demeyecekler, ama "kredi çekte bir ev alalım kocacığım" diyecekler..
Size "Muhammed peygamber değil" demiyecekler ama "dışarı çıkarken bu kadar tesettüre takılma, güzelleş" diyecekler..!
Sevdiklerinizle Birlikte
Huzurlu Güzel Bol Muhabbetli Akşamlar Diliyorum....🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
18 notes
·
View notes
Text
BİTTİ...
ve bitti…
sonra yalnız bir opera başladı
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim ben sende bütün aşklarımı temize çektim.
imrendiğin, öfkelendiğin kızdığın, ya da kıskandığın diyelim yani yaşamışlık sandığın geçmişim dile dökülmeyenin tenhalığında kaçırılan bakışlarda gündeliğin başıboş ayrıntılarında zaman zaman geri tepip duruyordu. ve elbet üzerinde durulmuyordu. sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
başlangıçta dogruydu belki. sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren, büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin. ve hala bilmiyordun sevgilim ben sende bütün aşklarımı temize çektim anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana bütün kazananlar gibi terk ettin
yaz başıydı gittiğinde, ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermistim. kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim. çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum. çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu yüzündeki küskün kedere, gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine çerçevesine sığmayan munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine lirik sozcüğü en çok yüzüne yakışıyordu yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı, değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? “eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. altına saat:16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını takvim tutmazlığını aramızda bir düşman gibi duran zaman'ı daha o gün anlamalıydım benim sana erken senin bana geç kaldığını
gittin. koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri. döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.
kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk. sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize. gittin. şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
şimdi biz neyiz biliyor musun? akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. birbirine uzanamayan boşlukta iki yalnız yıldız gibi acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız ne kalacak bizden? bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden bizden diyorum, ikimizden ne kalacak?
şimdi biz neyiz biliyor musun? yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
kış başlıyor sevgilim hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan oysa yapacak ne çok şey vardı ve ne kadar az zaman kış başlıyor sevgilim iyi bak kendine gözlerindeki usul şefkati teslim etme kimseye, hiçbir şeye upuzun bir kış başlıyor sevgilim ayrılığımızın kışı başlıyor giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak… böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, cağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarda hayat düşmandır size içeride odalara sığamazken siz, kendiniz bir ayrılığın ilk günleridir daha her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup kulak verdiğiniz saat tiktakları kaplar tekin olmayan göğünüzü geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken, ve kazanmış görünürken derinliğimizi ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde bir an'ın, yalnızca bir an'ın bütün bir hayatı kapladıgı anlar o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz hiç yakın olmamışsınızdir intihara bu kadar
bana zamandan söz ediyorlar gelip size zamandan söz ederler yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onalar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler. bittiğine kendini inandirmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. zaman alır. zaman, alır sizden bunların yükünü o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir. o boşluk doldu sanırsınız oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
gün gelir bir gün başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide o eski ağrı ansızın geri teper. dilerim geri teper. yoksa gerçekten bitmişsinizdir.
zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır. bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır. oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla günlerin dökümünü yap benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini kim bilebilir ikimizden başka? sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla bunlar da bir işe yaramadıysa demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim? solgun yollardan geçtim. bakışımlı mevsimlerden ikindi yağmurlarını bekleyen yaz sonu hüzünlerinden gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim geçti her çağın bitki örtüsünden oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından bakarken dünyaya yangınlarla bayındır kentler gibiyim: çiçek adlarını ezberlemekten geldim eski şarkıları, sarhoşların ve sucluların unuttuklarını hatırlamaktan uzun uzak yolları tarif etmekten haydutluktan ve melankoliden giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden duyarlığın gece mekteplerinden geldim bütünlemeli çocuklarla geçti gençliğimin rüzgara verdiğim yılları dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim? yaram vardı. bir de sözcükler sonra vaat edilmiş topraklar gibi sayfalar ve günler ışık istiyordu yalnızlığım kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum ilerledikçe…kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. karardı dizeler. ask…bitti. soldu siir. büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım. barbarların seyrettiği tarapezlerden geçtim her adımda boynumdan bir fular düşüyordu el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk birlikte çıkılan yolların yazgısıdır: eksiliyorduk mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim her otelde biraz eksilip, biraz artarak yani coğalarak tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında ağır ve acı tanıklıklardan geçerek geldim. terli ve kirliydim. sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum maskeler ve çiçekler biriktiriyordu linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de… korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları ve açık hayatları seviyordu. buraya gelirken uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri…panayır yerleri… ölü kelebekler…ölü kelebekler… sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim. adım onların adının yanına yazılmasın diye acı çekecek yerlerimi yok etmeden acıyla baş etmeyi öğrendim. yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı aşkın kuzey yıldızı sanırsın durduğun yerde ya da yol üstündedir oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar ölü yanardağlar, ölü yıldızlar ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
aşkın bir yolu vardır her yaşta başka türlü geçilen aşkın bir yolu vardır her yaşta biraz gecikilen gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler gözlerim aşkın kuzey yıldızıdır bu yazları daha iyi görülen ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler ilerlerim zamanla anlarsın bu bir yanılsama ölü şairlerin imgelerinden kalma sen de değilsin. o da değil kuzey yıldızı daha uzakta yeniden yollara düşerler düşerim bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler yaşamsa yerli yerinde yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi şimdi her şey yeniden yüreğim, o eski aşk kalesi yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
dönüp ardıma bakıyorum yoksun sen ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren
6 notes
·
View notes
Quote
İşte ustalarımın öğütleri ve benim acıklı yorumlarım: 1.C: Yalnızca okuma keyfi için yazmak köşe yazarını açık denizde pusulasız bırakır. 2.B: Ama köşe yazarı ne Ezop’tur ne de Mevlâna. hisse hep kıssadan çıkar, kıssa hisseden değil. 3.C: Okuyucunun zekâsına göre değil, kendi zekâna göre yaz. 4.A: Pusula hikâyedir. (1.C’ye aşikâr gönderme) 5.C: Tarihimizin ve mezarlıklarımızın esrarına girmeden ne bizden söz etmek mümkündür ne de doğu’dan. 6.B: Doğu-Batı konusunda anahtar Sakallı Arif’in şu sözünde gizlidir: “Doğu’ya giden sessiz gemide Batı’ya bakan ah siz talihsizler!’ (Sakallı Arif, gerçek bir kişiyi taklitle B’nin yarattığı bir köşe kahramanıydı.) 7.A-B-C: Kendine atasözü, deyim, fıkra, latife, mısra, özdeyiş güldesteleri edin. 8.C: Konunu seçtikten sonra yazını taçlandıracak uygun özdeyişi aramazsın, özdeyişi seçtikten sonra bu tacın altına gidecek uygun konuyu ararsın. 9.A: İlk cümleni bulmadan yazı masasına oturma. 10.C: Samimi bir inancın olsun. 11.A: Samimi bir inancın yoksa da okuyucunun samimi bir inancın olduğuna inancı olsun. 12.B: Okuyucu dediğin panayıra gitmek isteyen bir çocuktur. 13.C: Okuyucu Muhammed’e küfredeni affetmez, Allah da felç eder. (11.’in, kendisine bir sataşma olduğunu sezdiği için. A’nın Muhammed’in evlilik ve iş hayatına ilişkin bir yazıyla ağzının kenarındaki belli belirsiz felce telmih yapıyor.) 14.A: Cüceleri sev, okuyucu da sever. (13.C’yc C’nin kısa boyuna imayla cevap.) 15.B: Üsküdar’daki esrarengiz cüceler evi, mesela, iyi bir konudur. 16.C: Güreş de iyi bir konudur ama sporu için yapıldığında ve yazıldığında. (15.’in kendisine sataşma olduğunu sanıp güreş merakı ve tefrikacılığı yüzünden B’nin oğlancılığı söylentisine gönderme yapıyor.) 17.A: Okuyucu geçim sıkıntısı içinde, zekâ yaşı on iki olan, evli, dört çocuklu bir aile babasıdır. 18.C: Okuyucu kedi gibi nankördür. 19.B: Akıllı bir hayvan olan kedi nankör değildir; yalnızca köpekleri seven yazarlara güvenilmeyeceğini bilir. 20.A: Kediyle köpekle değil, memleket meseleleriyle ilgilen. 21.B: Konsoloslukların adreslerini öğren. (İkinci Dünya Savaşı sırasında C’nin Alman, A’nın da İngiliz Konsolosluğunca beslendiğine ilişkin söylentiye telmih.) 22.B: Polemiğe gir ama karşındakinin canını yakabileceksen. 23.A: Polemiğe gir ama patronu yanına çekebileceksen. 24.C: Polemiğe gir ama paltonu yanına alabileceksen (B’nin Kurtuluş Savaşı’na katılmayıp işgal İstanbul’unda kalmasını açıklayan ünlü “Ankara’nın kışına dayanamam!” sözüne telmih) 25.B: Okuyucu mektuplarını cevaplandır; mektup yazan yoksa kendi kendine yazıp cevaplandır. 26.C: Pirimiz üstadımız Şehrazat’tır; unutma, onun gibi sen de, ‘hayat’ denen olayların arasına beş on sayfalık hikâyeler sıkıştırıyorsun yalnızca. 27.B: Az oku ama severek oku, çok ama sıkıntıyla okuyandan daha okumuş gözükürsün. 28.B: Girgin ol, adam tanı ki, hatıran olsun da, adam ölünce arkasından yazı yazarsın. 29.A: Ölüm yazısını rahmetle başlayıp, ölüye hakaretle bitirme. 30.A-B-C: Şu cümlelerden sakınabildiğince sakın: a) Rahmetli daha önceki gün sağdı, b) Bizim meslek nankördür, yazılarımız ertesi gün unutulur, c) Dün akşam radyoda filanca programı dinlediniz mi? d) Yıllar nasıl da geçiyor! e) Rahmetli sağ olaydı acaba bu rezalete ne derdi? f) Bunu Avrupa’da böyle yapmıyorlar, g) Ekmek filan sene önce şu kadardı, h) Sonra bu olay bana şunu da hatırlattı. 31.C: ‘Sonra’ kelimesi zaten sanatı bilmeyen acemi yazarlar içindir. 32.B: Bir köşe yazısında sanat olan ne varsa köşe yazısı değildir, köşe yazısı ne varsa sanat değildir. 33.C: Sanat hevesini şiirin ırzına geçmeyle söndürenin aklına iltifat etme. (B’nin şairliğine iğne) 34.C: Kolay yaz, kolay okunursun. 35.C: Zor yaz, kolay okunursun. 36.B: Zor yazarsan ülser olursun. 37.A: Ülser olursan sanatçı olursun. (Burada, birinin ötekine söylediği ilk tatlı sözden sonra hep birlikte güldüler, gülüştüler.) 38.B: Bir an önce ihtiyarla. 39.C: İhtiyarla ki, iyi bir sonbahar yazısı yazabilesin! (Gene birbirlerine sevgiyle gülümsediler) 40.A: üç büyük tema, tabii ki, ölüm, aşk ve müziktir. 41.A: Ama aşk nedir bu konuda karar vermiş olmak gerekir. 42.B: Aşkı ara. (Okuyucularıma bütün bu öğütler arasına uzun sessizlikler, durgunluklar, suskunluklar girdiğini hatırlatayım.) 43.C: Aşkı sakla, çünkü sen yazarsın! 44.B: Aşk aramaktır. 45.C: Saklan ki bir sırrın olduğuna hükmetsinler. 46.A: Bir sırrın olduğunu sezdir ki kadınlar seni sevsinler. 47.C: Her kadın bir aynadır. (Burada yeni şişe açıldığı için bana da rakı ikram ettiler) 48.B: Bizleri iyi hatırla. (Hatırlayacağım, tabii, efendim, dedim ve dikkatli okuyucularımın anlayacağı gibi birçok yazımı onları ve hikâyelerini hatırlayarak yazdım) 49.A: Sokağa çık, yüzlere bak, işte sana bir konu. 50.C: Tarihi sırların olduğunu sezdir; ama ne yazık ki onları yazamıyorsun. (Bu noktada C bir hikâye anlattı; başka bir yazımda nakledeceğim sevgilisine “ben senim” diyen aşıkın hikâyesi ve ben ilk defa, yarım asırdır birbirlerine hakaret eden bu üç yazarı sevgiyle aynı masaya oturtan sırrın varlığını hissettim.) 51.A: Bütün dünyanın bize düşman olduğunu da unutma. 52.B: Bu millet paşalarını, çocukluğunu, annelerini çok sever, sen de sev. 53.A: Epigraf kullanmayın çünkü yazının içindeki esrarı öldürür. 54.B: Böyle ölecekse, öldür o zaman sen de esrarı, esrar satan yalancı peygamberi öldür. 55.C: Epigraf kullanacaksan ne yazarları, ne kahramanları bize benzeyen Batı’nın kitaplarından alma, okumadığın kitaplardan hiç alma, çünkü Deccal’in yaptığı işte tam budur. 56.A: Unutma, sen hem şeytansın hem melek, hem Deccal’sin hem de O. Çünkü okurlar bütünüyle kötü ve bütünüyle iyi birinden sıkılırlar hep. 57.B: Ama okur, Deccal’in kendisine o gibi gözüktüğünü anladığında, kurtarıcı sandığının Deccal olduğunu, kandırıldığını dehşetle fark ettiğinde, seni bir karanlık sokakta vallahi vuruverir! 58.A: Evet, onun için esrarı sakla: sakın salma meslek sırrını. 59.C: Sırrın aşktır unutma. Aşktır anahtar kelime. 60.B: Hayır, anahtar kelime yüzümüzde yazar. Bak ve dinle. 61.A: aşktır, aşktır, aşktır, aşk!.. 62.B: İntihalden de korkma; çünkü bizim kıt kanaat okumamızın ve yazmamızın bütün sırrı, bütün sırrımız tasavvufi aynamızda gizlidir. Mevlana’nın ressamlar yarışması hikâyesini bilir misin? O da hikâyeyi başkalarından almıştır ama kendisi… (Bilirim, efendim, demiştim.) 63.C: Bir gün yaşlandığında, insan kendisi olabilir mi diye sorduğunda, bu esrarı anlayıp anlamadığını da soracaksın kendine, unutma! (Unutmadım) 64.B: Eski otobüsleri, çalakalem yazılmış kitapları, sabredenleri ve anlayanlar kadar anlayamayanları da unutma!
Kara Kitap, Orhan Pamuk
1 note
·
View note
Photo
![Tumblr media](https://64.media.tumblr.com/81ea5588da81ac55c389fab5fc1e921d/tumblr_ppsvfce23K1uxqtioo1_250sq.jpg)
En sevdiğim kitaplar
Liste en çok sevilenden en az sevilene gibi bir sıralı değildir, öyle aklıma geleni yazdım.
Gabriel Garcia Marquez- Kolera Günlerinde Aşk
Vladimir Nabokov- Lolita
Yusuf Atılgan- Anayurt Oteli
Zadie Smith- İnci Gibi Dişler
Haruki Murakami- Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, Sahilde Kafka
Jonathan Safran Foer- Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın
Orhan Pamuk-Kara Kitap, Masumiyet Müzesi, Kafamda bir tuhaflık
Elif Şafak- Araf, Mahrem, Bit Palas
J.K. Rowling- Harry Potter Serisi
Kendimi bildim bileli bir şeyler karalıyorum ve kendimi bildim bileli bir şetler okuyorum. Birkaç gündür de biri bana en sevdiğim kitabı sorsa ne derim diye düşünüyordum. Tabi ki tek bir kitap söyleyemezdim, ama bu listedeki her kitabı en az 2-3 kere okumuş olmamla beraber haklarında biraz konuşmak istiyorum:
Kolera Günlerinde Aşk: Dünya üzerinde aşkı en güzel anlatan kitaplardan biridir kanımca. Bir aşk için kaç yıl bekleyebilirsiniz? Marquez’in diline ve üslubuna zaten hayranım, bu kitabın da etkisinden uzun süre çıkamamıştım.
Lolita: Genel olarak farklı yönleriyle aşkı anlatan kitapları çok seviyorum. Bu kitapta da 9-10 yaşlarında bir kız çocuğuna aşık olan bir karakteri okuyoruz. Aslında nefret edilen, iğrenç bir adam olan karakterin aşkı o kadar yoğun ki, bazen kendimizi yerine koymadan da edemiyoruz. Dünya edebiyatının başyapıtlarından biridir, Rus bir yazarın İngilizce olarak yazdığı bu eser.
Anayurt Oteli: Türk Edebiyatındaki ilk üçümde kesinlikle yer alacak bir kitap bu. Bu kadar ince bir kitabın bu kadar çok şey anlatmasından mı bahsedeyim, yazarın anlatımı sayesinde karakterin adeta siz olmasından mı bilmiyorum, mükemmel bir kitap her açıdan.
İnci Gibi Dişler: En çok sevdiğim kitap tarzlarından biri de farklı kültürlerin buluşmasını, göçmenliğin zorluklarını anlatan kitaplar sanırım. Bu kitapta da çeşitli doğu ülkelerinden Londra’ya göç eden insanlarla İngilizlerin yaşadığı şeyleri okuyoruz.
Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, Sahilde Kafka: Bence Haruki murakami tek bir eseri okunacak yazarlardan biri kesinlikle değil. Dili, yaşadığı kültür ve metaforik anlatımları asla tek bir eserle anlaşılmaz. Ama o sade diliyle yaptığı metaforları okuyunca bağımlısı oluyorsunuz.Yazarın kitaplarının çoğunu okudum, b ikisi de favorim. Özellikle Haşlanmış Harikalar Diyarı okunmalı, sahilde kafka daha ünlü olsa da.
Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın: Bazı kitapları okurken, kitaptaki dilden, cümlelerden, üsluptan resmen dilinizde bir tat kalır ya bu kitap öyle bir kitap işte. Unutamayacağım bir kitap gerçekten. Filmi de var ama kesinlikle kitabı daha iyi, filmini pek sevemedim. Jonathan Safran Foer çağımızın en iyi yazarlarından biri.
Kara Kitap: Türk edebiyatının en iyi kitaplarından biri ve kesinlikle sonsuza kadar öyle kalacak. Kara Kitap bir şaheserdir benim gözümde, üstüne çok az kitap çıkabilir. Kaç kez okuduğumu sayamadım. Kitabın içindeki bölümlerin her biri başlı başına bir başyapıt. Orhan Pamuk’u Orhan Pamuk yapan kitaptır ayrıca. Özellikle içindeki “Boğazın suları çekildiği zaman” ve “Hepimiz onu bekliyoruz” bölümleri unutulmaz. orhan pamuk o kadar güzel yazmış ki galip in yaşadığı çaresizliği, acıyı, boşluğu her şeyi hissediyorsunuz okurken. Kitabı saatlerce övebilirim ama çok uzatmadan bir alıntı yapıp bırakıyorum.
“hiçbir zaman inandıramadım seni kahramansız bir dünyaya neden inandığıma. hiçbir zaman inandıramadım seni o kahramanları uyduran zavallı yazarların neden kahraman olmadıklarına. hiçbir zaman inandıramadım seni o dergilerde resimleri çıkanların bizden başka bir soydan olduğuna. hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata Razi olman gerektiğine. hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de bir yerim olması gerektiğine.”
Araf: Çok okuduğum, bana çok ilham veren kitaplardan biri bu da. Amerikaya eğitim için giden farklı miletten insanların yaşadıklarını anlatıyor. Elif Şafak’ın Aşk’tan önce yazdığı kitapların güzelliğini bilen bilir, Aşk onun en kötü kitabıdır. Bu ve diğer saydığım iki kitap da kesinlikle çok iyi kitaplar. Elif Şafak hakkında şunu söylemek istiyorum, ben onu okumaya başladığımda pek bilinen bir yazar değildi, ilk kez 14 yaşında okumuştum zira kendisini. Aşk isimli kitap çıktıktan sonra çok fazla tanındı ve çok fazla da önyargı var kendsiine karşı. Bu kadının Aşk’tan önceki kitaplarını okumayan insanların, kendisi hakkında önyargıya kapılması çok saçma gerçekten. Zaten şu hayatta en sevmediğim şey, okumadığın bir kitaba önyargı sahibi olmaktır.
Harry Potter Serisi: Hakkında konuşmaya gerek bile bilmiyorum, benim için bir hayat tarzı, beraber büyüdüğüm bir arkadaş.
Daha çok var çok severek okuduğum kitap tabi, ama bunlar sanırım baş ucu eserleri diyebileceğim türden kitaplar.
5 notes
·
View notes