#Beynin Anatomisi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Beynimizin Atmosfer ile Olan İlişkisi
Beynimizin Atmosfer ile Olan İlişkisi
Beynimizi kısaca ifade edersek: Beyin, sinir hücrelerinden oluşmuş elektrik yapının adıdır (En az 10-12 milyar nöron olduğu, bebeklerde daha fazla olduğu biliniyor). En önemli özelliği ise elektrikle etkileşime açık olmasıdır. Elektrik kökenlidir! Bu nedenle enerji yayar, enerji soğurur, ışıkla etkileşime girer. Elektrik devreleri gibi çalışması nedeniyle de bir baz istasyonunu mantığı gibi…
View On WordPress
#Atmosfer ve Beyin#Beyin#Beyin ve Atmosfer#Beynin Anatomisi#Beynin Yapısı#bilim haberleri#Bilim Sitesi - BilimSitesi#Hayvan Beyni#İlim#İlim Dünyası#İlim Haberleri#İnsan Beyni
0 notes
Text
Nörohukuk/Nörokriminoloji
Kutsal roma imparatoru I. Ferdinand'ın bir mottosu vardır:
"Fiat justitia pereat mundus."
"Bırak dünya yıkılsa da adalet yerini bulsun." mânâsına gelen bu motto, daha sonra Immanuel Kant tarafından Zum Ewigen Frieden: Ein Philosophischer Entwurf'ta da kullanılmıştır. Kantçı ahlak felsefesinde adaletten söz etmemiz oldukça basittir zira Kant'a göre "insan"lar, "şey"lerin aksine kendini belirleyen subjeler olarak değerlendirilmelidir. Bu tür bir ahlak anlayışının ana prensibi insanların ahlaki uygulayıcılar olduğu postülasına dayanmaktadır, öyle ki insanların otonom olduğu hipotezinin yanlışlanacağı bir durumda ahlakın temellendirilebileceği bir zemin de var olmayacaktır.
John Stuart Mill ve diğer çoğu utilitaryenin otonomiye bakışı sonuç odaklıdır. Mill gibi düşünürlerin perspektifinde otonominin değeri onun ne kadar işe yarar olduğu ile belirlenirken, Rawls'un Theory of Justice'indeki erekler; öncelikle kurumların, hukukun ve politikaların konstrüksiyonun bağlı olacağı çok güçlü adalet felsefesi ilkeleri belirlemek, müteakiben de utilitaryenizmden daha soylu bir adalet teorisi ortaya koymaktır.
Benim değineceğim mevzu diğer pek çok yazımda olduğu gibi özgür irade ve determinizm paradoksu ile ilgili olacaktır.
Nörobilimin ilerleyişi, klasik adalet teorilerinin sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir. Acaba Paul Rée'nin söylediği gibi, adalet algımızda bir problem olması mümkün müdür?
İnsan medeniyetinin milattan önce 1760'ta Hammurabi kanunlarını da görmüş olduğu düşünülürse gayet mümkündür. Bundan binlerce yıl sonra iptidai bulunacak olan bizim şu anda medeniyetimizi üzerine inşa ettiğimiz ilkeler olacaksa bunda nörohukuk önemli bir rol oynayacaktır. Buradan anlaşıldığı üzere nörohukuk, geleceğe giden yolda adalet anlayışımızı tekrar gözden geçirmemiz için gerekli olan progresivist ve interdisipliner bir alandır.
Günümüzde nörobilim, suçluların beyinlerde bazı ortak desenler bulunabildiğini ortaya koymaktadır. Nörobilimin bu branşı nörokriminoloji olarak geçer.
İsminden de anlaşıldığı gibi nörokriminoloji; insanlardaki suç ve şiddet eğiliminin, antisosyal davranışların altında yatan nörobilimsel etiyolojileri keşfetme hedefi üzerine kurulmuş bir branştır.
Nörokriminolojik deneyler ve gözlemler için en uygun adaylar birbirinden ayrılan ikizlerdir. Evlat edinilmiş çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar da, suç eğiliminde genetiğin gerçek etkisinin ne kadar olduğunu ortaya koyar. Çocukların biyolojik ailelerinden izole ortamlarda büyüdükleri bu tür çalışmalarda, antisosyal ve agresif davranışların kalıtsal bir temeli olabileceği ortaya çıkmıştır. Antisosyal davranış ile bağlantılı olan bazı genler yavaş yavaş tespit edilmeye başlanmıştır.
Davranış etiyolojisinde dopamin, serotonin, epinefrin / norepinefrin sistemlerinin işleyişinin önemini biliyoruz. Bu sistemlerin üçü de monoamin oksidaz -a (mao-a) fonksiyonundan etkilenmektedir. Mao-a'nın düşük aktiviteli alelleri saldırganlık ve düşük bireysel kontrol ile ilişkilidir. (bkz)
Herhangi bir genin antisosyalliğe ve saldırganlığa katkısı oldukça küçüktür, bu genlerin daha büyük mekanizmalara bağlı olarak bu eğilimlere sebebiyet verdikleri fikri daha geçerlidir. Lakin antisosyal davranış mekanizmalarının detaylarını keşfetmek açısından, kendi başlarına etkileri küçük de olsa ilgili genleri tespit etmek önemlidir.
Genetik etki davranış belirlenmesinde ciddi bir yüzdeye sahip olsa da, çevresel faktörler de neredeyse aynı düzeyde belirleyicidir. Bireysel gen ekspresyonları erken çocukluk döneminde uğranan istismar gibi durumlardan etkilenebilir ve bu tür olumsuz tecrübeler de çevresel risk faktörleri arasındadırlar. Bu biyolojik determinizmin geleneksel argümanlarını baltalar.
Fetal gelişim de suçluluk ve psikopati hakkında bazı ipuçları vermektedir. Septum pellucidumun başarısız kapanışı buna örnek olarak gösterilebilir. (bkz)
Bazı insanların suç işlemesine neden olan faktörler arasında beyin anatomisi ve fizyolojisinin olması muhtemeldir. Binaenaleyh günümüzdeki kompatibilist ve suçlayıcı yargının, uzak gelecekte yerini ütiliter yargıya bırakması ceza hukukunun felsefi ereklerini değiştirecektir.
Buna en iyi örnek Herbert Weinstein'dır. Weinstein, beyin patolojisi sonucunda cinayet işlediği düşünülen bir adamdır.
68 yaşında, eşiyle Manhattan'da yaşamakta olan Weinstein'ın cinayetten önce sabıkası tertemizdir. Geçmişinde kayda değer bir şiddet öyküsü dahi yoktur. Eşini boğup camdan aşağı atan mütecaviz, foyası ortaya çıktığında oldukça garip bir davranış biçimi sergilemiştir. Suçunu kabul etmiştir lakin kendisinde herhangi bir pişmanlık belirtisi gözlemlenmemiş, aksine hastalıklı derecede apatik bir tavır göstermiştir.
Weinstein'daki anormalliğin farkında olan avukatı bir beyin taraması talep etmiştir. Taramaların sonucunda elde edilen görüntü şudur:
Frontal lobda daha önce tespit edilmemiş olan büyük bir araknoid kist mevcuttur. Ancak bu bulgu jüri üyelerinin ilgisini çekmeyecektir.
Jüri üyeleri önyargılarından ötürü suçlanamaz zira bu tür taramalarla cebriyeciliğe kucak açmadan evvel bir insanın suç işleme sebebinin FMRI gibi tekniklerle gayrikabilitahmin olmaktan kurtarılamayacağı kabul edilmelidir. Aslında bu yalnızca hukuk dışı eylemler için değil, genel olarak etiyolojisi analiz edilecek olan her insani davranış için geçerli olan bir sorundur. Patolojik bir durumu olduğu halde suç işlemeyen insanlar olduğu gibi, patolojik bir durumu olmadığı halde suç işleyen insanlar da vardır.
ABD'de mahkemelerde karşılaşılan bu tür sorunların nasıl çözümlenebileceğine kafa yorulduğundan bazı standartlar hayata geçirilmiştir. Eyaletlerin kabul ettikleri standartlar doğal olarak birbirinden farklı olabilir. Bunlardan önemli olan iki tanesi:
- Frye standardı
- Daubert standardı
olarak tanımlanmıştır.
Bu standartlar iki cümlede özetlenemeyecek kadar detaylı olsalar da bilirkişiler için önemli olan temel koşullar, kullanılan tekniklerin bilim camiasında genel bir kabul görüp görmediği, test edilip edilemeyeceği, potansiyel hata oranının kabul edilebilir olup olmadığı gibi şartlardır. Vakalar çok spesifik olabileceğinden ötürü mahkemeler genel kabul gibi koşullarda esnek olabilir. Roma hukukundaki tabir ile genel kabul sine qua non değildir.
Beynin materyal olmayan tözler ile arasında kartezyen bir bariyere sahip olmadığını kabul etmek psikopatolojik durumların eninde sonunda materyal temellere dayandırılabileceğini de kabul etmeyi gerektirecektir. Brain-computer interfaceler aracılığıyla nelerin mümkün olduğu göz önünde bulundurulursa, düşünce örüntülerinin beyin fizyolojisi ile nasıl bir ilişki içinde oluştuğunun analizi sosyolojik faktörlerde temellenen suçlar ile somatik etiyolojilere bağlı suçların daha gerçekçi ayrımlarının yapılmasını uzak gelecekte sağlayabilir.
Bu varsayımlar, insanoğlu nörobilim, biyoteknoloji ve genetik gibi alanlara daha fazla yatırım yaptığı takdirde geçerlilik kazanacaktır. Günümüz koşullarında Herbert Weinstein gibi suçluları adil bir biçimde yargılayacak düzgün bir mekanizma yoktur çünkü çağdaş hukuk sistemi inkompatibilizmin inkarına dayanır. Hukukun ereği üzerine düşünürken caydırıcılığın ve intikamın aynı şey olmadığı hesaba katılmalıdır. İşlevsel bir hukuk sistemi inşa etmek için inkompatibilizmin inkarı gerekmez, yalnızca neden-sonuç ilişkilerini kurarken içsel atıflar ve dışsal atıflar arasındaki dengeyi düzgün kurabilmek gerekir.
Bu tür bir devrimin ise avantajları da dezavantajları da olacaktır.
Örnek olarak, eyleme dökülmesi muhtemel ceza davranışlarının önceden öngörülebilmesi bir avantaj olarak değerlendirilebilse de böyle bir sistemde olası suçlular stigmatizasyon nedeniyle kendilerini içinden çıkması zor bir kısır döngü içinde bulabilirler. Haliyle problemle başa çıkma yönteminin nasıl olacağı hayati önem taşır.
Her ne kadar ilginç, yenilikçi ve önem kazanacak bir dal olsa da, adalet gibi kompleks bir problemin sadece nörobilim ile çözümlenemeyeceği aşikârdır.
1 note
·
View note
Text
Beyincik Anotomisi ve İşlevi
Beyincik Anotomisi ve İşlevi
Beyincik, neredeyse tüm fiziksel hareketlerde hayati rol oynayan beynin bir parçasıdır. Beynin bu kısmı kişinin araba kullanmasına, top atmasına veya bir yere girmesine ayrıca göz hareketi ve görmeye yardımcı olmaktadır.
Anatomisi
Beyin oldukça karmaşık olmasına rağmen temel düzeyde beyin, beyin sapı ve beyincik olarak ayrılmıştır. Serebrum, daha üst düzey düşünce ve eylemlere neden…
View On WordPress
#ataksi#beyin sapı#beyinciği hareket kontrolleri#beyinciğin görevleri#beyincik#beyincik nerede#beyincik sorunları#dört beyin lobu#serebellum
0 notes
Photo
Sinirbilim uzmanı Rodrigo Quian Quiroga, belleğin bilişsel yapısı konusundaki araştırmalarını Jorge Luis Borges’in çeşitli öykülerinde bellek üzerine giriştiği edebi keşiflerle ilişkilendiriyor. Bu öykülerin başında “Bellek Funes” geliyor. Öykünün kahramanı Funes, yaşadığı her şeyi tüm ayrıntılarıyla hatırlayan, daha doğrusu hiçbir şeyi unutamayan biridir, ama algıladıklarını soyutlayıp kavramlara ulaşamaz. Oysa belleğin işleyişi bunu gerektirir: Beyindeki belli nöronlar somut ayrıntıları göz ardı ederek ve soyut kavramlara tepki vererek belleği oluştururlar. Bu nöronların algıladığımız şeyleri uzun süreli belleğe dönüştürme konusunda kilit bir rol oynadıklarını araştırmalarında ortaya koyan Quiroga, aksi takdirde sonumuzun Funes gibi olacağını belirtiyor. Borges ve Bellek bizi sinirbilim çalışmaları, “olağanüstü beleğe sahip” kişilerin yaşamöyküleri, beynin anatomisi, görme mekanizmasına ilişkin çağdaş kuramlar, Borges’le aynı konulara eğilmiş William James, Gustav Spiller, John Stuart Mill gibi düşünürler arasında renkli bir yolculuğa çıkarıyor. #bogaziciuniversitesiyayinevi #okuryazartv #okumaparçası #kitaptanbirbölüm #okuryazarinsan #okuryazar #kitap #kitapkurdu #kitapaşkı #kitapönerileri #kitaplar #kitaplariyikivar #kitapkokusu #kitapsever #kitapsevgisi #kitapokuyorum #kitapyorumu #okur #okuryorum #okuma #okumak #okumavakti #okumakeyfi #edebiyat #edebiyatkulübü
#kitapönerileri#okuryazarinsan#edebiyat#kitapyorumu#okuma#okumaparçası#okumakeyfi#kitap#kitapaşkı#bogaziciuniversitesiyayinevi#kitapkurdu#kitaptanbirbölüm#okumavakti#okuryazartv#okuryazar#kitapsevgisi#edebiyatkulübü#okumak#kitaplariyikivar#okuryorum#kitapkokusu#kitapokuyorum#kitaplar#okur#kitapsever
0 notes
Photo
YOGA BİLİMİNDE İYİLEŞME ÜZERİNE YORUMLAR… 02/09/2017
“Sağlık zenginliktir.
Zihnin huzuru mutluluktur.
Yoga yolu gösterir. V.D.Sarasvati”
Uzun bir süredir yoga yapıyor ve yaptırıyorum. Kendi deneyim, bilgi ve araştırmalarıma dayanarak derslerimde ve sonrasında bana sorulan birçok soruya bazı cevaplar ararken karşılaştığım kaynak kitaplar ve hocalar ile onlardan aldığım bilgiler ışığında “yoga derslerinde ne oluyor da insanlar şifa buluyor” un cevabını vermeye çalıştım. Belki böylece yoga yapıp şifa bulan birçok insana da cevap teşkil edecek, hatta yogaya başlamak isteyip de kafasında sorulara cevap bulamamış birçok kişide bu yazıdan böylece yararlanabilecek.
Elbette bu yazı, araştırdıkça daha derine girdiğim ve her an deneyimledikçe ve okuyup dinledikçe içinde kaybolduğum bir okyanus gibi olan yoga biliminin bir damlası niteliğinde.
(3)”Bilim tıp ve psikoloji yüzyıllardır muazzam gelişmeler kaydetmekle birlikte henüz kimse bedenle zihin ve zihinle ruh arasındaki sınırı belirleyebilmiş değildir. Onlar ayrılamaz, onlar birbirine girmiş karışmış birleşmiştir. Zihnin olduğu yerde bedende vardır, bedenin olduğu yerde ruh da. Ne var ki günlük deneyimlerimiz bu üçünün temelden ayrıldığı yönünde. Zihinsel bir etkinliğe daldığımızda bedenin farkında olmayız artık, bedenle meşgul olduğumuzda da ruhu gözden kaçırırız. “
Güncel tedavi anlayışımızda bir hastaneye gittiğimizde fark ettiğimiz gibi her alan ayrıdır ve gün geçtikçe de daha fazla ayrılmaktadır. Hastanelere eklenen ek binalarda bu ayrışmanın göstergesidir.
Oysa yoganın kelime anlamı bütünlemek birleştirmektir. Yoga yapıyor olmanın en büyük şifa gücü de bu bütünlükten kaynaklanmaktadır. İnsan, eksik parçalarını tamamladıkça bütünlenmiş hisseder.
(1)“Uruk kralı Gılgamış’ın ölümsüzlüğü araması gibi tarihin her döneminde insanlar ab-ı hayat, ambrosia, elixir arayışında olagelmişlerdir. Bu, Pradipika’da soma olarak geçer. Farklı toplumlarda ortaya çıkan farklı sağlık sistemlerinin altında yatan dürtü de budur. “
Yoga bir çeşit kendi kendini iyileştirme sistemidir, Hatha Yoga Pradipika’da “Soma” olarak ifade edilen bir çeşit (ölümsüzlük iksiri) anlamında kullanılan bu içeceğin dışarda değil, kendi içimizde olduğunu bilmektir. Yani insanı iyileştiren tek güç yine kendi içindedir. Bu gücü açığa çıkarmanın bir yoludur yoga. Yoga özgürlüktür, bedeninin sınırlarına rağmen, onun içinde kendi kendine yardım etme özgürlüğünü tatmaktır.
(2)İnsan bedeni biyolojik bir makineyse eğer, onu yöneten bu karmaşık biyolojik yapı, çalışmasıyla birbirini destekleyen, lenf, hormon ve sinir sisteminin tümünü içerir. Bu sistemlerdeki aksamalar, eksik ya da fazla salgı üretimi bu makinede farklı etkileşimler oluşturur. Oysa kusursuz bir psikoloji, yalnızca kusursuz bir biyolojik yapı ile ifade buluyorsa, o zaman bu karmaşık sistemlerin aralarındaki iletişimin sağlıklı kurulması yani koruyan ve besleyen bir lenf sistemi, hormon salgılayan salgı bezleri ve karmaşık sinir hücrelerinin arasındaki karşılıklı sağlıklı bir iletişimin olması anlamına gelir. Ve hatta tüm bunların insan davranışına olan etkilerini de eklersek, bir bilim dalı olan Biyo-psikoloji ile karşılaşmamız an meselesidir.
Batı dünyasının bakışına göre Biyo-psikoloji beynin ve nörotransmitterlerin davranışlarımızı, düşünce ve duygularımızı nasıl etkilediğini, zihinsel eğilimlerimiz ile olan bağlantıları analiz eden psikoloji dalıdır. Bu alan, temel psikoloji ve nöro-endokrinolojinin birleşimi olarak düşünülebilir.
Eğer Yoga biliminin nasıl iyileştirdiğine daha da yakından bakacak olursak o zaman işin içine biyolojik anatominin yanı sıra enerji beden anatomisi de girer, yani çakralar. Böylece yoga biliminden bakınca Biyo-psikolojik anatomi çerçevemizde genişlemiş oluyor.
Çakra Sanskrit dilinde bir terimdir, kelime anlamı: çember, tekerlek; psiko - fiziksel enerji merkezi anlamında kullanılır. Bedenimizde çakraların var olduğu yerlere denk düşen yerin yakınında bir sinir ağı merkezi olduğu gibi, salgı bezlerimizde bulunmaktadır.
Düzenli bir şekilde yoga asanalarını (duruş) uygulamak çakraları etkiler, yani bu da, sinir ağları ve salgı bezlerimizin de yaptığımız yoga asanalarından etkileneceği anlamına gelir.
Böylece yoga asanalarının çakralara, çakraların salgı bezlerine, salgı bezlerinin de zihin ve beden sağlığına etkilerini hissederken, biyolojik değişimlerin, psikolojik etkilerini yani Biyo-Psikolojiyi de daha iyi anlarız.
(4)”Asanaların da simyasal etkisinden söz edilebilir. İ.Ö. 2. Yüzyılda yogilerin baş üstünde durarak birçok rahatsızlığı aştıklarından söz edilir. Çünkü hareket ve duruşun dönüştürücü etkisi vardır. Nasıl sözle zihin dönüşüme uğruyorsa, hareket ve duruşla da beden dönüşüme uğrar.”
Burada, yukarıda bahsettiğim biyo-psikoloji bilimi ile yoga asanları arasındaki bağa simyasal bir bakış açısından yaklaşılmış. Her iki durumda, yani İ.Ö. 2. Yüzyılda da, yeni bilim olarak sunulan biyo-psikolojide de yoga asanalarını uygularken bedenimizde sadece bir bedensel egzersizin biyolojik etkilerinden çok daha fazlasının gerçekleştiğini görüyoruz.
Bir yoga dersinden çıkarken yenilenmiş, dönüşmüş ve tazelenmiş hissetmemizin nedeni de bu farkında bile olmadan gerçekleşen simya.
Yoga biliminde iyileşmenin gücü üzerine araştırıp yorumlar yapıyorsam eğer, bahsetmeden geçmemem gereken çok önemli bir başka konu da nefes konusu.
Nefes sınırlarımızı genişleten, özgürleştiren, insanı düşünsel ve duygusal anlamda açarak kabuğunu kırmasını sağlayan, doğal akışında ise bedene ve zihne şifa veren bir güçtür. Hastalığın ve erken yaşlanmanın sebebi hücrelerin oksijenle yeterli seviyede buluşamamalarıdır. Canlılığın ve iyi olma halini devam ettirmenin en önemli şartı, nefesle yeterli oksijen alabilmemizle ilgilidir.
(5)”İnsan dünyaya geldiğinde ilk nefesini alır; giderken de son nefesini verir. Yaşam nefes almak üzerine kurulmuştur. Yaşamdaki bütün deneyimler nefes örüntüleriyle karşımıza çıkar. Yapılan en küçük bir hareket bile nefesin değişmesine neden olur: Bir kitabı kaldırırken farklı, koşarken farklı, uyurken farklı nefes alınır. Çoğu insan nasıl nefes aldığının, hatta nefes alıp almadığının bile farkında değildir. Ne zaman ki nefes almakta zorlanır, ancak o an nefesin varlığını kavrar. Elbette, nefes almadan yaşanamayacağını da bilir. Nefes görünmez ama asal bir bütünlüktür. O halde diyebiliriz ki insan bedeni nefes almak üzerine tasarımlanmıştır.”
Nefes, yoga duruşlarında bedenin hareketini ve zihni birbirine bağlarken kullandığımız bir araç vazifesi görüyor, yani odaklanma. Yaptığımız eyleme bir farkındalık kazandırmak ve algımızı tamamen yapılan bedensel hareketin içinde tutmak için. Yoksa televizyon izlerken de yoga asanaları yapılabilir, ancak beden asanayı yaparken oluşan hislerini algılayamayacaktır. Algı televizyonda olunca farkındalıkda tv de izlediğimiz program ile sınırlı kalalacaktır. Bu durumda sadece kas ve eklemlerimi hareket ettirmiş, ancak nefesimizi bilinçli kullanmadan bunu yapmış ve böylece hiçbir farkındalık katmamış olacağım. Nefes alıp verdiğimin farkında olarak yoga asanalarını, meditasyonu ve gevşemeyi yapmak bizi, anda tutmanın ve yaptığımız eylemin içinde olmanın en güvenli yolu olarak daima yerini koruyacaktır. Eğer eylemlerimizde nefesimizde odaklanamazsak zihin ya geçmişte ya da geleceğe giderek ansal farkındalığın dönüştürücü gücünden yararlanamayacaktır. Yoga yapmak bu aşamadan itibaren yapmak değil olmak anlamına gelir ki, bu da hissetmektir. Hissetmeye başladığımızda varlığımızın en derin doğasıyla karşılaşmaya başlıyoruz ki, bu da en derin iyileşmedir.
Ben yoga yapmayı her zaman sağlıklı, uyumlu ve dengeli bir yaşam biliminin anahtarı olarak gördüm. (6) Yoga Sutra’da (II,46) sağlam, dengeli ve hoş diye tanımlanan ve iyi bilinen yogin duruşunu (sthirasukham) ifade eder.” Çünkü sadece yoga asana uygulamak bile sağlam, dengede ve hoş bir beden ve zihin durumu içinde kalmaya davet eder bizi. Yaşamın stresli akışına kaptırıp, kendimizi koy verip gitmemizi değil, yaşamamızı salık verir yoga bilimi.
Hariom tat sat
Fatma Nur Kayral (Priiti Kana)
Yarararlanılan kaynaklar:
1- Gılgamış’ın Öğrettiği ya da Yoga Bir Panacea mıdır? / Bora Ercan Mayıs -2017 http://hariomyogamerkezi.tumblr.com/post/159481797476/g%C4%B1lgam%C4%B1%C5%9F%C4%B1n-%C3%B6%C4%9Fretti%C4%9Fi-ya-da-yoga-bir-panacea
2- Yoga / Dada Ach. Hiranmayananda Avt. S: 45,46
3- Yoga ve siz / b.k.s. İyengar s: 87
4- Suryadan Patanjali’ye Yoga / Bora Ercan s: 160
5- Yrd. Doç. Dr. Levent Suner /Nefes ve Oyuncu/ A. Ü. DTCF, Tiyatro Bölümü, Oyunculuk Anasanat Dalı
6- Yoga Ölümsüzlük ve Özgürlük / Mircea Eliade / s:83
0 notes