#Benden sana hediye
Explore tagged Tumblr posts
Text
Benden Sana Hediye Kutusu
Özel günlerin kurtarıcısı, en sıradan günlerin neşesi hediye kutuları hemen herkes tarafından sevilen ve tercih edilen hediyelik ürünler arasında yer alıyor. İçerisinde hediye edeceğiniz kişinin mutlu olabileceği ürünler bulunan hediye kutu setleri, herkes için pratiklik sağlıyor. Hediye kutusu dendiğinde yüzlerce farklı konseptteki hediyelik kutu seçeneği ile akla ilk olarak Çiçekli Hediye…
View On WordPress
1 note
·
View note
Text
Eyy #yâr...
Eğer Benimle yaşasaydın.
Yavaş yavaş yaşlanmanı izlerdim.
Saçlarına ilk ak düştüğünde,
Kendi kendine aynada üzgün
Bakarken gelir sırtını sıvazlar
Ne haber fıstık derdim.
.
.
Eğer Benimle Yaşasaydın.
Her halinle ne kadar çekici olduğunu
Kulağına fısıldar,
Şerefsizim şarap gibi kadınsın derdim.
.
.
Eğer Benimle Yaşasaydın.
Karşı komşunun kızı
Sana teyze diye seslendiğinde
Ne teyzesi o, senin ablan.
Abla diyeceksin derdim
.
.
Eğer Benimle Yaşasaydın.
Yolda yanından geçen gençler sana
Çaktırmadan baktığın da
Aşkım sen sonsuza kadar
Hep böyle çekici mi olacaksın derdim.
Sende,
Ben eskiden gençken de güzeldim dediğinde
Aşkım sen benim için
Her zaman güzelsin derdim.
Eve geldiğimizde,
İlk kahveyi ben yapardım
Tansiyon
Şeker
Kolesterol
İlaçlarını içmeni hatırlatırdım.
.
.
Akşam yemeğini fazla kaçırıp
Televizyonda ki dizini izlerken
Uyukladığında,
Üstüne battaniye örterdim.
Pazar sabahları erkenden kalkıp
Kahvaltıyı ben hazırlardım.
.
.
Eğer Benimle Yaşasaydın
Doğum gününde
İki hediye alırdım
Biri annene
Seni bana doğurduğu için
İkincisi ise
Alnından öperek
İyi ki benle evlendin diye.
.
.
Eğer Benimle Yaşasaydın
Genç kızlık anılarını her seferinde,
Sanki ilk defa duyuyormuş gibi dinlerdim.
Televizyonun kumandasını
Seve seve sana verirdim.
.
.
Eğer Benimle Yaşasaydın
Ellerine kremler sürer,
Gözaltına botokslu kremlerle masaj yapardım.
Hastalandığında
Ve tüm aksiliğin üstündeyken,
Sana nazlı bir çocukmuşsun
Gibi davranırdım.
.
.
Eğer Benimle Yaşasaydın
Her gece yanında uyur,
Kötü rüyalar gördüğünde
Koynuma alıp.
Canım bak ben yanındayım
Ve ben yaşadığım sürece,
Hiçbir şey den korkma kadınım derdim.
Benim kollarım da güvende
Olduğunu söylerdim.
.
.
Eğer benimle yaşasaydın,
Sana bakmaktan keyif alırdım.
Onca yılı birlikte devirdiğim
Hayat arkadaşımın
Elinden tutarak gururla yürürdüm.
.
.
Eğer Benimle yaşasaydın,
Birlikte yaşlanırdık.
Seninle uğraşmaktan,
Kendimi dinlemeye vaktim olmazdı..
.
.
Eğer Benimle yaşasaydın
Ben bunları buraya yazmaz
Sana tüm bu yazdıklarımı yaşatırdım.
.
.
Şimdi hissettiğim,
Şu kalp ağrısını hissetmezdim.
.
.
Şimdi hissettiğim,
Acaba iyimidir...?
Sağlıklımıdır ...?
Mutlumudur...?
Huzurlumudur...?
İnşallah benden daha birisini bulmuştur
Diye Allah'a dua etmezdim.
.
.
Eğer Benimle yaşasaydın.
Yaşama tutunacak bir bahanem,
Yüreğimin çalışmasını
Sağlayacak bir aşkım olurdu.
Benimle yaşlansaydın,
Biz böyle tek olmaz
Biz iyi bir çift olurduk.
Hatta çok güzel
Bir çift olurduk…
.
.
Sen Benimle yaşamadın
Benimle yaşlanmadın
Olsun.
Senin canın sağ olsun...
9 notes
·
View notes
Text
Arsızella olduğum için anneme bana hediye almak isteyen olursa fikir vermen için sana birkaç link atayım dedim heheh. Neyse attığım linklerden bir yüzük seçilmiş anam da benden yüzük ölçüsü istedi. Bu konuda çok beceriksiz olduğumu söyleyince de tanıdık kuyumcuya gidip ölçtürmemi önerdi. Mantıklı. İş çıkışı gittim dedim yüzük ölçümü söyler misiniz rica etsem. Adam direkt tek taş mı dedi. O kadar uzaklaşmışımki fikirden niye öyle dediğini asla anlayamadım birkaç saniye. Sonra yoo ben internetten öyle yüzük alıcam da ölçümü bilmiyorum dedim asdfkdlgş anneme ölçüyü söyledim, hangi parmağıma göre aldırdığımı sordu, dedim yüzük parmağıma? Zaten oraya takmamı engelleyen başka bir şey yok.
12 notes
·
View notes
Text
kizzlar unutmadan bugun arkadaşımla kitap almak icin kitapcıya gittik ben önce kişisel gelişim reyonunu turladim sonra elimde yaşamak kitabi var... kitapcida çalışan yakisikli eleman yanıma geldi elime bi kitap verdi "kesinlikle bunu okumalısın" dedi anlattı biraz falan sonra baska bi tane önerdi ben o sıra baska raftan bi kitap aldım "popüler kültür kölesi olma beni dinle önce bunlardan birini al" dedi ama cocuk bi icim su ve asiri tatli😭 neyse en son 3 kitap arasında kaldim cocuk "hepsini al içinde kalmasın ben hepsine kefilim" dedi ben de "bunlardan birini öner ama hic sıkılmadan okumak istiyorum, bu önerdiğini seversem diğer ikisini de alırım" dedim birini gösterdi kasada ödeme yaparken de şey diyorum "sıkılırsam geri getiririm" gülüp "sıkılırsan benden sana bi kitap hediye" dedi ve finito... arkadasım sabahtan beri kanka boyu cok uzundu tam senlikti diyo ki gercekten hayatımda ilk defa cok anlık biriyle konusup güldüm cocukla 10 dk kitaplar hakkında konustuysak 10 dk kahkahalarla gülmüsümdür
7 notes
·
View notes
Text
ay babannemi yicem saksi ve cicek aldim sana hediye dedim oleyy oleyy deyip ziplayarak sevindi wşdmwpjdwodk su kadinin benden genc olduguna yemin edebilirm
9 notes
·
View notes
Text
🌹🌿🌹HZ.HATİCE’NİN İKİ KEFENE SARILMASI..🌹🌿🌹
Hz.Hatice hastalığı şidetlenince Allah Resulü (s.a.v)’e dönerek;
-Ya Resulallah beni dinlemeni ve vasiyetimi yerine getirmeni istiyorum.
Birincisi; önce sana hakkıyla hizmet edemedim,beni affetmeni istiyorum yâ Resulallah.! dedi.
Allah Resulü (s.a.v);
-“Hayır,asla senden hiçbir kusur görmedim,sen yapman gerekenin en iyisini yaptın,hiç kimse yorulmamıştır senin yorulduğun kadar,sen ki bütün malını Allah’ın yolunda sarfettin.” dedi.
Hz.Hatice Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e, Fatıma (r.a)’yı işaret ederek,ikincisi sana diyeceğim şey şudur ki;
-“Sana o’nu vasiyet ediyorum,o benden sonra garip ve yetim kalacaktır.Hiçbir Kureyşli kadın ona eziyet etmesin,onun yüzünü kimse incitmesin,yüzüne kimse bağırmasın,kötü bir şey söylemesin.” dedi.
Üçüncüsü,ben kabirden korkuyorum,sana vahiy indiğinde giydiğin abayı,onunla beni kabre koymanı istiyorum.Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v) de abasını Hz.Hatice’ye getirir,ve bundan epey sevinç duyuyordu.
Hz.Hatice validemiz vefat edince Allah Resulü (s.a.v),bizzat onun cenazesinde bulunuyor,yıkanma ve hazırlanmasında kendisi eşlik ediyordu.
Kefenleneceği sırada,Cebrail (a.s) aniden iniyor;
-Ya Resulallah,Allah’ın sana selamı var,sana en güzel ikram ve dileklerde bulunuyor.
Ve sana diyor ki;
-Ya Muhammed ! Hatice’nin kefeni bizdendir,çünkü o bütün malını bizim yolumuzda harcamıştır.
Böylece Cebrail (a.s) bir kefenle gelerek, dedi ki;
-Ya Resulallah,işte Hatice’nin kefeni,bu kefen Allah Teala’nın cennetten kendisine hediye ettiği kefendir.Böylece Hz.Hatice,önce Allah Resul’ünün abası sarılıyor,sonra Cebrail’in getirdiği kefene sarılıyordu.
Böylece Hz.Hatice iki kefenle kefenlenmiş oluyordu.
Biri Allah Teala’nın gönderdiği kefen,diğeri de Allah Resulü (s.a.v)’in verdiği kefen.
Ya Rabbi bizi Hazreti Hatice ( radiyallahu anhuma) hurmetine af eyle yolunun tozu eyle.
🤲RUHU İÇİN FATİHA OKUYALIM 🤲
......✍️
11 notes
·
View notes
Text
Akito: "Doğum günün kutlu olsun!! 2024"
Yan Hikaye 1
«Okuldan sonra, doğum gününde, Kamiyama Lisesi'nin boş bir sınıfının önünde»
Nene: Yani... Partinin yapılacağı yer bu sınıf.
An: Harika! Hadi içeri girip bir göz atalım!
Akito: Hey, bir saniye.
An: Ne oldu? Tenma-senpai ve arkadaşları içeride bekliyor, o yüzden acele edip içeri girelim.
Akito: Hayır, bana kibarca bir "hatırlatıcı"’ diye bir not bile göndermişler… Açıkçası, içim hiç rahat değil.
An: Gerçekten mi? O notun içinde ne var acaba...
An: Hediye zamanı, doğum günü şerefine özel bir gösteri düzenlenecek... Eh, bu tam da Tenma-senpai'nin tarzı.
Nene: Hımm... Sanırım her şey yolunda gidecek. Bu sefer sadece sıradan bir şov yapacağız.
Akito: Gerçekten mi? Peki o zaman.
«Boş sınıf»
Toya: Akito, geldiğin için teşekkürler. Shiraishi ve Kusanagi, Akito'yu getirdiğiniz için teşekkür ederim.
Rui: Evet, artık hepimiz buradayız.
Tsukasa: AKITO~OO!!!! BUGÜNÜ DOLU DOLU KUTLAYACAĞIZ!!!!
Kohane: Doğum günün kutlu olsun, Shinonome-kun! Doğum gününü burada kutlayabilmekten mutluyum.
Emu: Hadi doya doya eğlenelim☆
Akito: Hayır ama bir dakika. Toya ve diğer ikisi hariç, siz burada ne yapıyorsunuz?
Emu: Hehehe♪ Bu, "Wandahoy" sürpriz operasyonuydu!
Kohane: Emu-chan bizi buraya getirdi ama yolda biri bizi görür mü diye endişelendim.
Kohane: Ama Shinonome-kun'u şaşırtabildiğimiz için mutluyum.
Akito: Şaşırdım, ama... Hey, disiplin komitesi. Okula dışarıdan insanları almak uygun mu?
Tsukasa: Evet, başka bir okuldan geldiler, ama...
Tsukasa: Bugünlük gelmelerine izin vermek sorun olmaz sanırım.
Tsukasa: Sonuçta, bu önemli bir arkadaşın doğum günü kutlamasının bir parçası olarak toplumsal ahlakın bir unsuru!
Akito: Hayır, işini düzgün yap.
An: Ahaha! Detayların önemi yok. Hepimiz Akito’yu mutlu etmek için bu sürprizi hazırladık!
Toya: Evet. Tsukasa-senpai ve diğerlerinin Akito'nun doğum gününü kutlamayı planladığını öğrenince böyle bir parti düzenlemeye karar verdik.
Akito: Yani, siz de buna dahil oldunuz.
Akito: Hah... Sürpriz olsa da, fazla abartmamalıyız. Eğer, diğerleri öğrenirse ceza almaktan kurtulamazsınız.
Emu: O zaman daha fazla insan davet edelim ve herkesle birlikte büyük bir doğum günü partisi yapalım☆
Tsukasa: Evet! Sürpriz de başarılı olduğuna göre...
Tsukasa: HEDİYE ZAMANI GELDİ!!!!
//Ta-dam
Akito: Hediye zamanı... Ah, işte hatırlatıcıda yazan şey.
Tsukasa: İşte, Akito! Sana hediyem! Bu, son derece popüler Bolibo sert çiğneme şekerlerinin kova boyutunda bir versiyonu. Yoğun çiğneme alışkanlık yapacak, garanti ediyorum!
Akito: Hee , Tsukasa-senpai için fena değil bir hediye.
Rui: Bende ise senin için büyük bir ramune şişesi var.
Not//Ramune, Japonya’da popüler olan, içinde küçük bir top bulunan bir içecek. Açmak için güçlü bir baskı gerekiyor.
Akito: Ah, bu Kamishiro-senpai’nin sıkça içtiği türden mi?
Rui: Evet, bu ramune %90 glikoz içeriyor, bu da beyin için bolca enerji sağlıyor. Onu antrenmandan sonra ya da ders aralarında içmeni isterim.
Emu: Evet-evet-evet! Şimdi sıra benim hediyemde!
Emu: Ta-dam☆ Phoenix Wonderland'dan çok popüler olan bir hatıra: Fenny-kun’un çıtır çikolatası!
Nene: Şey... Bende Petcho’dan çilekli daifuku (mochi) var. Bu tadı sadece bazı atraksiyonlarda bulabiliyorsun, bu yüzden nadir sayılır...
Toya: Benden ise — kurabiye ve filtre kahve paketi. Kahve, kurabiyeye uygun şekilde harmanlandı, bu yüzden Akito'nun da beğeneceğini umuyorum.
Kohane: Benden ise, elini kirletmeden çalışırken bile yiyebileceğin, çeşit çeşit pişirilmiş çikolatalar var.
An: Ve benden – tereyağlı ve romlu kuru üzümlü sandviçler! Romlu üzüm ve tereyağı çok güzel bir uyum yakalıyor, tavsiye ederim.
Akito: Bunların hepsi harika... Teşekkürler. Ama fazla tatlıya kaçmamış mı?
Rui: Aoyagi-kun'dan duydum ki, son zamanlarda derslere daha çok çalışıyormuşsun. Bu sefer, herkes sana çalışmalarına eşlik edecek tatlılar getirmeye karar verdi.
Tsukasa: Akito ve diğerlerinin birlikte yeni hedeflerine ulaşmak için çok çalıştığını duydum! Haydi, hepimiz birlikte hayallerimize ulaşmak için çok çalışalım!
Emu: Yanında sevdiğin şeyler olduğunda, ders çalışmak çok daha keyifli hale gelir~!
Nene: Bunun doğrudan yardımcı olacağını düşünmesem de, belki biraz faydası olur, umarım.
An: Hadi Akito! Hepimiz seni destekliyoruz, o yüzden biz de çaba göstermeliyiz!
Akito: Evet... Doğru diyorsun.
Akito: Görünüşe göre bir süre atıştırmalıklar hakkında endişelenmeme gerek kalmayacak. Bu ikramlar için minnettarım.
Bölüm 2 :
3 notes
·
View notes
Text
artık hayatımda olmayana yazmışım kaybolmasın diye atıyorum
Dün gece sana çok kırılmıştım. Uzun zamandır ilk kez sana karşı umudum tam anlamıyla tükenme noktasına geldi. Seni bırakacağımdan korktum. Eskiden korkup kaygılandığımda seni arardım ve sesinle sakinleşirdim. İlk kez bana sen bile iyi gelmedin. Omzumda hissettiğim ağırlığı yalnız senin hafifletmeni bekledim ama yapmadın. Bu boşluğu nasıl tarif edebilirim, sanki oyun parkında düşüp dizin yaralanınca kimsenin seni yerden kaldırmaya gelmemesi gibi. İyi hissetmediğini biliyorum, bal rengi gözlerindeki yaşama sevincinin söndüğünü görebiliyorum. Bazen neşeni ve heyecanını çalan şeyi ele geçirip boğmak istiyorum. Sanki seni benden alıyorlarmış gibi hissettiriyor. Orda bir yerlerde karanlık bir gölge var ve seni yanı başımdan çekip almaya çalışıyorlar. Böyle hissettiğim zamanlarda yanımda durup beni dinleyen ve sakinleşene kadar da bırakmayan kişi sendin. Sesini duyduğum zaman tüm gölgelerle savaşacak gücü kendimde hissediyordum. Böyle söylediğim için bir şeylerin değiştiğini düşünüp üzülme, sesini duymayı hala çok seviyorum. Sesini duyduğumda hissettiklerimi de. Biyografimdeki yazıyı uzun zaman önce kendim yazmıştım. Kime ithaf ettim bilmiyorum ama yazdıktan sonra tekrar okuyunca aklıma senin teninin beyazlığı ve gece gibi simsiyah saçların gelmişti. Kalp ön görür derler, belki de bir gün böyle hissettireceğini kalbim önceden ön görmüştür. Karnımdaki kelebekleri öldürüp kan kustuğumda ve kapkaranlık hissettiğimde etrafımı aydınlatan o beyaz ışıltı sendin. Işığımın kaynağının yavaş yavaş söndüğünü gördüğümde yine aynı karanlıkta yapayalnız hissettim. Bu kez yanımda durup gecemi aydınlatan ve korkularımı öldüren kahramanım yanımda yoktu. Seni tanıyana kadar böyle bir ışıltıya ihtiyaç duyduğumu bilmiyordum. Bir anda hayatıma girdin ve ışığın öyle parlaktı ki ben karanlıkta yaşadığımı fark ettim. Bunu ne zaman okursun bilmiyorum eğer yapabilirsem günlük şeklinde yazıp doğum gününde hediye etmeyi düşünüyorum yanında kalmak ve boynuna sarılmak bu hayatta sevdiğim sayılı şeylerden biri şimdi yazıyı kaydedip çıkıyorum.
6 notes
·
View notes
Text
gardımı tekrar kuşandım. yıktığımı sandığım duvarı bir sur misali yeniden yaptım. kapımı kilitledim. penceremi kapattım. gözümde görünen tüm duyguları tek tek yok ettim. aynada gördüğüm beden, benim yarattığım bir canavardı. değer verdiğim herkese sor, yara izleri vardır ruhlarında benden kalan. çünkü yandıkça canım, yaktım herkesin canını. bir kuraldı bu benim için. dilim zehir olup ölüme sürüklerken herkesi ben arkama bakmadan gittim her zaman. seninle ve herkesle, bir nefes kadar yakınken kilometreler sayılacak mesafeler koydum. bu mesafelere fazlalık veya gereksiz gözüyle de bakmadım. rehberimde tanıdık olmayan tüm numaraları sildim. geçirdiğim her kriz sonrası ellerim telefonuma sarılmadı. bir şeylerin farkına vardım. acıdan kıvrandıran her şeyle oluk oluk kan akmasına rağmen yüzleştim. yüzleştim diyorum bak, sahiden yaptım bunu. bir kaç saat acıdan kıvransam da buz gibi zeminde, bir kaç tane ölüm senaryosu yazsa da zihnimin şeytanları ben yüzleştim. geçmişime döndüm. o, topladığı tüm çiçekleri gülümseyerek annesine hediye eden kız çocuğunu izledim. küçücük elleriyle yaptığı kağıttan gereksiz şeyleri abisinin çöpe atışını gören kız çocuğunu izledim. babasına sarılmak adına koştuğu yollarda sonunun uçuruma gittiğini bilmeyen kız çocuğunu izledim. yediğim dayakları, attığım çığlıkları, bedenime izinsizce dokunan elleri, çarpıp çıkılan kapıları, hastane koridorlarını, zorla ağzıma verilen sigarayı ve çocukluk adı altında geçen ölümümü. hepsini izledim, tekrar ve tekrar. sana yemin ederim, yaprak kımıldamadı içimde. nefretin çocukça olduğunu anladım. intikam düşüncem yok artık. affettim. herkesi affettim. bir tek aynadakine düşmanım. bir tek. aynadakine. ve bu düşmanlık, elime silahı veriyor. aynaya doğrultuyor. üç el ateş sesi. ölemiyorum.
38 notes
·
View notes
Note
Nej sen su hesap odeme hediye alma vs hakkinda ne duunuyosun genel. Mesela sosyal medyada buyuk bi kesim var surekli kadiniz degerliyiz erkekler centilmen olmali hesabi odemeli hep hediye almali bunu hak ediyoruz vs diyen. Gecen karsima video cıktı "erkek arkadasimla disari cikmadigim icin hesabi odemek zorunda oldugumu fark etmisimdir" die ya da gecen bi tt gordum yine kiz cocuga "o elbiseyi almadan gelme" falan yazmis. Bir de bi taraf var y hersey alman usulu olmali ben pahali hediye alirim eger erkek arkadaskm benden az kazaniyosa diyen var. Sence iliskide maddiyat onemli mi? Ya da kizlarin durumj cok iyi olsa da mi erkekten bekliyorlar?
bisi beklendigi yok kultur bu sanki ya... erkegin karsisindaki kisiye deger verdigini onunla gecirdigin zaman icin mutlu oldugunu, saglayici olabilecegini gosteriyor. bu saglayicilik maddiyatla ilgili degil daha cok i will take care of you mindseti, sahiplenme de getirir beraberinde, benim dateim benim misafirim seklinde. erkegin ucbes kurusun hesabini yapmasi redflagdir zaten. sana deger gozuyle bakmalari gerekio ve tuttugunu sken erkeklerin de onune geleni date'e cikarmamasi, herkese o iltimayi gostermemesi icin dizginler diye dusunuyorum. ama bu kadinlar para yer elini cebine atmaz gibi bsi degil kesinlikle dengeli olmali, hediyelerle treatmentle fln geri odenmeli gibi geliyo bana. ama birakin kahwenizi de odesin ya. zorunda degil ama hos olur iste👍🏻
17 notes
·
View notes
Text
bugün iki aylıkken yetim kalan dört yaşındaki muhammed geldi derneğimize. dışardan çokta belli değildi fakat bebekken beyin kanaması geçirmiş, sol tarafı felç olmuş, uzun süre tedavi görmüş. sol bacağında hafif kısalık sol elinde de kullanım zorluğu vardı. kek, simit ikram ettik hep sağ eliyle yedi. sana ve abine sürprizim var en çok hangi rengi seviyorsun dedim maviiii dedi, başka dedim kırmızııı dedi. ona bir mavi bir de kırmızı balon verdim. arkadaşım da resimli hikaye kitabı hediye etti. kayıtlarını yaptık, anneciği için ayrı muhammed için ayrı üzüldüm. otuz dört yaşındaydı anne, en büyüğü on beş yaşında dört erkek çocuğa sahip. maddi durumu iç açıcı değil ama illa ki turşu almak istiyorum sizden, derneğe katkım olsun dedi. dedim keşke bugüne kadar beklemeseydiniz daha erken gelseydiniz burs ve diğer yardımlar için kaydınızı yapmış olurduk. hep şükrettim, bana yeter aldığım maaş benden kötü durumda olanlar vardır hep onları düşündüm ama çocuklar büyüyünce masrafları arttı artık yetiştiremiyorum o yüzden geldim dedi. on iki yaşından küçük iki çocuğunun da burs için kaydını yaptık. muhammedle vedalaştık, vedalaşırlen sol elle bana ✋🏻(çak) yapmasını istedim o da sol eliyle bana ✋🏻 yaptı. meğer ✋🏻yapmayı çok seviyormuş muhammed. annesi söyledi. canım muhammed 🤍
muhammed'in babası elektrik çarpmasından vefat etmiş..
11 notes
·
View notes
Note
Jsjzjzjzjjzak ne guzell, bende bayılırım😊
Madem seviyosun bunlarda benden sana hediye o zaman 🎁
8 notes
·
View notes
Text
gardımı tekrar kuşandım. yıktığımı sandığım duvarı bir sur misali yeniden yaptım. kapımı kilitledim. penceremi kapattım. gözümde görünen tüm duyguları tek tek yok ettim. aynada gördüğüm beden, benim yarattığım bir canavardı. değer verdiğim herkese sor, yara izleri vardır ruhlarında benden kalan. çünkü yandıkça canım, yaktım herkesin canını. bir kuraldı bu benim için. dilim zehir olup ölüme sürüklerken herkesi ben arkama bakmadan gittim her zaman. bir şeylerin farkına vardım. acıdan kıvrandıran her şeyle oluk oluk kan akmasına rağmen yüzleştim. yüzleştim diyorum bak, sahiden yaptım bunu. bir kaç saat acıdan kıvransam da buz gibi zeminde, bir kaç tane ölüm senaryosu yazsa da zihnimin şeytanları ben yüzleştim. geçmişime döndüm. O, topladığı tüm çiçekleri gülümseyerek annesine hediye eden kız çocuğunu izledim. attığım çığlıkları, çarpıp çıkılan kapıları, hastane koridorlarını, hepsini izledim, tekrar ve tekrar. sana yemin ederim, yaprak kımıldamadı içimde. nefretin çocukça olduğunu anladım. intikam düşüncem yok artık. affettim. herkesi affettim. bir tek aynadakine düşmanım. bir tek. aynadakine. ve bu düşmanlık, elime silahı veriyor. aynaya doğrultuyor. üç el ateş sesi. ölemiyorum..
2 notes
·
View notes
Text
Nesrin, Çağrı'yı güneş gözlükleriyle odasında otururken bulunca, "Oğlum, bu ne hal böyle?" diye sordu.
"Yeni gözlük aldım da, nasıl, güzel mi?"
"Güzel, güzel, oğlum, da... niye öyle görgüsüzler gibi evin içinde takıyorsun? Bin tane gözlüğün var zaten...?"
"Ya evde ayakkabıyla geziyoruz, ayakkabı evin içinde giyilir mi normalde? Gözlüğü de içer'de takmak istiyorum işte, var mı bir diyeceğin..."
"Evet, var," diyen Nesrin, oğlunun karşısına oturdu. "Bugün, Kenan Yağızoğlu'nu Vefa Akın'ın katili olmak suçundan tutuklamışlar..."
"Ne?" diyen Çağrı, şaşkınlıkla; gözlüğünü çıkarmak üzereydi ki, kendisini zor durdurdu, gözlüğünü düzelterek doğal davranmaya çalıştı. "Yapabileceğim bir şey var mı?"
"Hayır, babanla hapishaneye gideceğiz, sen de Berk'in yanında ol istersen."
Fakat Nesrin, Kenan'ın hapishaneden Berk'i çağırttığını bilmiyordu.
*****
4 EKİM 2022
Berk, yiyeceği tehditleri bile bile oraya gitti. Babasıyla, bir odada, görevlilerin eşliğinde görüşeceğini düşünüyordu ama, Kenan yalnızdı, sanki komiserin odası Kenan'a ait gibiydi... bir tek, koltuğunda oturmuyordu Kenan. Berk'i görür görmez, "Neden?" diye sordu ilginç bir şekilde. "Neden babana bu şekilde ihanet ettin?"
Berk de aynı sakinlikle, "Çünkü sen bir katilsin," dedi. "Ve katiller cezalarını çekmeli."
"Bırak şimdi rol yapmayı," dedi Kenan. "Bak bir etrafına. Komiserin odası burası... Hiçbir kamera yok," Kenan, ellerini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırdı, "Hiçbir dinleme cihazı yok üzerimde. Anlattıklarına şahitlik edecek, dört duvardan başka hiçbir şey yok... Şimdi senden neden bana bu iftirayı attığını duymayı bekliyorum."
"Sanırım, sadece aklın başına gelsin istiyorum..." dedi Berk. "Biraz içeride kal, ve düşün... Yalnız olmanın ne demek olduğunu öğren. Çünkü benim bunu o odada 'deneyimleme' fırsatım çok oldu biliyor musun? Şimdi sen o odayı boyadın ya... yepyeni eşyalar aldın ya... sanki var olmamış gibi oldu o oda, öyle değil mi? Sanki ben orada hiç kalmadım, duvarlarına hiç yazmadım acılarımı..." Berk ayağa kalktı ve Kenan'a, deminden beri elinde tuttuğu şeyi fırlattı... öncesinde de zafer çığlığı atmamak için kendini zor tutmuştu. "Bu sana tanıdık geldi mi...? Bir günlük olarak kullanabilirsin, buranın gardiyanları merhametli değildir ha, duvarlarını kirlettiğini bir görürlerse, o duvarları boyamakla hiç uğraşmazlar, senin kafanı o duvarlara sürte sürte kıvılcım çıkartırlar..."
"O evin sana kalacağını sanıyorsan..." dedi Kenan. "Yanılıyorsun. Halen on yedi yaşındasın, seni devlet korumasına alacaklar, bütün lüksün gidecek Berk, bütün imkânların... bu yaptıklarının hiçbirine değmeyecek oğlum, çok pişman olacaksın Berk..."
Berk; yumuşak bir sesle söylense de, tehdit için çok geç kalındığını düşündü. Çıktığında da, Kenan arkasından bağırmaya başladı...
"Beni delil yetersizliğinden salıverecekler, o zaman göreceksin bundan sonraki hayatını nasıl bir Cehennem'e çeviriyorum...!"
"Çok beklersin," diye fısıldadı Berk. Doğum gününe birkaç ay kalmıştı. O birkaç ay boyunca bile Kenan'dan kurtulsa kârdı...
*****
Cemre, boş olan ilaç kutularına bakıyordu. Bunların içindekiler asla tüketilmemişti, hepsi, klozeti boylamıştı. "İlaçları gizlice bırakmak hiç de fena bir fikir değildi..." diye konuştu. "Şans benden yana. Tanrı da takdir ediyor olmalı Aşk'ın en muhteşem olgu olduğunu. Bu zamana kadar her şey istediğim gibi gitti. Eksik olan tek bir şey haricinde..."
Cemre, elindeki anahtarlığı çevirdi. O anda, anılar aklında canlanmaya başladı.
"Selam Vefa!"
"Aaaaa, Cemre. Nasılsın?"
"İyiyim, sana bir hediye vermek istiyorum."
"Neden?"
"Hiç, öyle içimden geldi," diyen kızın, salladığı bir anahtarlıktı.
"Hımmm... çok güzelmiş... iyi de neden bunun üzerinde benim fotoğrafım var?"
"Arkasına da, âşık olduğun kişinin fotoğrafını koyman için..." Cemre gülümsüyordu. "Yalnız, bundan kimseye bahsetme tamam mı... Nazar değer sonra..."
"Tamam."
Cemre, "Üzgünüm Kenan amca..." diye fısıldadı. "Seninle hiçbir derdim yoktu. Ama madem Berk bana bu pası verdi, bunu gole çevirmek bana düşüyor..." Ondan sonra bir kahkaha attı ve, kolyesini açtı. Bunun içinde de Ali'yle resimleri vardı. "Futboldan her zaman nefret etmişimdir. Ama Ali sayesinde... futbolu sevmeye başlıyorum."
*****
Ali, dünyanın en güzel ve en kötü haberini aynı anda aldığını düşünerek, ne yapacağını kestiremiyordu. Berk'e mi gitmeli, Kenan'a mı? Delikanlı, önce düşmanıyla yüzleşmeye karar verdi. Kenan'ı bulduğunda, Berk'in gördüğü gibi komiser odasında değildi adam. Kendisi gibi nezarethanedeydi.
"Kenan Yağızoğlu..." dedi. "Konuş bakalım."
"Ne anlatmamı istiyorsun?"
"Vefa'yı neden öldürdüğünü tabii ki!" Ali, fevriydi. Sakinliğini uzun süre koruyamazdı. "Taciz mi ediyordun çocuğu, ha? Bunun için mi onu katlettin?!"
"Evlat, iler'de pişman olacağın şeyler söyleme..." Ali için, artık her şey bir mantığa kavuşuyordu, ama Kenan'a, oğlu olduğunu bildiğini çaktırmayacaktı. "Biliyorum, ileri yaşına rağmen, gücü-kuvveti yerinde bir adam, en olağan şüphelidir, ama Vefa'nın katili dışarıda elini-kolunu sallaya sallaya geziyor. Ve siz şu anda, yaptıklarınızla onun ekmeğine yağ sürüyorsunuz... Şu anda halimize bakıp kahkaha atıyordur eminim. Hem düşünsene..." Kenan, şefkatle konuştu. "Aynısı senin de başına gelmedi mi? Sen de masumken suçlanmadın mı?"
"İkisi aynı şeyler değil!" diyen Ali'nin sesi, şefkatten uzaktı. "Berk yaşıyordu, benden şikâyetçi olmadı, ama Vefa artık yok! Kendini savunamaz, 'Katilim bu,' diye gösteremez!"
"Ali, gitme, lütfen!" diye yalvardı Kenan. "Anneni çağır, n'olursun, onunla konuşmam lazım!"
"Ben annemle görüşmüyorum şu an!" diyen Ali, sesinin titremesine engel olamadı... Bir mesajla, eve döneceğini Arap'a bildirdi. Annesini endişelendirmekten çok, yerinin belli olmasından korkuyordu. "Ama bugün değil... Arap, şunu anneme iyice ilettiğinden emin ol," diye yazdı. "Susacağım, O henüz gerçekleri bilmeye hazır değil. Hazır olunca, her şeyi O'na bizzat kendim itiraf edeceğim."
"Ali," diye cevap vermişti Arap, "Bu yazdıklarından hiçbir şey anlaşılmıyor!"
"Sen bunları kelimesi kelimesine anneme göster," dedi Ali. "O anlayacaktır."
*****
Berk, özgürlüğün tadının neye benzediğini görecekti. Önce, Kenansız evin kokusunu içine çekti. Sonra kendisine çok sevdiği sodalardan doldurmaya başladı. Bir yandan da düşünmeye çalışıyordu. "Neyi adamışım ben, neyi, neyi...? Ah, bir hatırlasam!" Bir telefonun gelmesi de bir oldu...
"Çaça...?"
"Geçmiş olsun bro," dedi Çağrı telefonda. "Gelecektim ama... inan hiç halim, mecalim yok. Ama telefondan en azından bir tebrik etmek istedim cesaretini. Aynı şeyi benim babam yapsa, ben bırak onu şikâyet etmek, savunabilirdim bile belki..."
"Saçmalıyorsun Çağrı şu anda. Kapı çalıyor, sonra araşırız."
"Okay."
"Cemre?" diyen Berk, kapanmış olan telefonu elinden indirdi. "Çağrı'nın bile gelmediği günde... senin ne işin var burada?"
"Her şey bittiğine göre..." dedi Cemre. "Yarın bir parti vereceğim, seni de davet etmeye geldim, yaşanan her şeyden sonra buna ihtiyacımız var bence..."
"Haklısın da Cemre... ben... gelemem."
"Neden?"
"Çünkü yarın annemin ölüm yıldönümü."
"Benim tamamen çıkmış aklımdan... başın sağ olsun tekrardan."
"Cemre, benimle gelsene iki dak'ka?"
Berk'in isteğiyle, Cemre bu işte ilahi bir parmak olduğuna iyice inanmaya başladı. Berk'in kendisini, daha önce hiç görmediği bir odaya getirdiğini gördü.
"Böyle bir oda var mıydı bu evde ya?" diye sorarken, yatağın üzerindeki saç bandanasını gördü. "Daha doğrusu, bu evde bir kadın var mıydı, annem görse kıskançlıktan fıttırır herhalde."
"Vardı... bir zamanlar," diyen Berk, bandanayı alıp Cemre'ye verdi. "Bu annemindi. Artık senin olmasını istiyorum."
"Böyle bir şeyi kabul edemem."
"Lütfen Cemre, Kenansız hayatımın ilk gününde bu iyiliği yapmak istiyorum..."
Hato havlayarak, gençleri odadan çağırdı. Sıkıldığını anlatmaya çalışıyordu. "Ben gitsem iyi olur, daha parti için bir sürü hazırlık yapılacak..." dedi Cemre.
"Ben seni geçireyim," diyen Berk, kapıda Cemre'yi nasıl uğurlayacağını bilemedi. Öpmeli miydi, sarılmalı mıydı, elini mi sıkmalıydı... eskiden ciğerine kadar tanıdığı kızla, şimdi böyle iki yabancı gibi olmak çok ilginç bir histi.
Cemre'ye son olarak, iyi eğlenceler diledi.
*****
Çağrı, telefonu kapadıktan sonra güneş gözlüklerini çıkardı, aynaya baktı. "Ha'di anneni kandırdın diyelim..." dedi gözlerinin altındaki morluklara bakarak. "Baban annenden daha zekidir, babandan kaçmayı nasıl düşünüyorsun Çağrı Efendi?"
Elinde kalan kokaine baktı. Bunu şimdi tüketmesinin gerekeceği kadar vahim değildi durum. Biraz daha idareli kullanmaya karar verdi, sonuçta gerçekten pahalıydı ve bir yenisini nasıl alacağını bilmiyordu.
Evinde küçük bir tura çıktı delikanlı. Gerçekten de çok fazla sayıda güneş gözlüğü vardı, bunları elden çıkarsa kimsenin ruhu duymazdı. Eli, babasının saatleri üzerinde, kendi arabasının anahtarı üstünde dolaştı. Gözleri bilgisayarının üzerinde, babasının kasasının üstünde dolaştı...
*****
Kenan'a, Derya'dan önce polis geldi. "Kenan Bey, bu anahtarlık size tanıdık geliyor mu?" diye bir soru sordu.
Anahtarlığa dikkatlice bakan Kenan, "Hayır, üzerindeki resimdeki kişiyi çok iyi tanıyorum ama, bunu hayatımda görmedim daha önce. Vefa'nın mı?" dedi...
"Evet, ve sizin evinizden çıktı."
"Ne?" diyen Kenan, sakince düşünmeye çalıştı. "Avukatımı istiyorum."
"Bu hakkınızı kullanacaksınız elbette. Biz de bu arada bu anahtarlığı incelemeye vereceğiz, parmak izi için araştıracaklar," diyen polis, ayrıldı. Avukatın gelmesi beş dakikayı bulmuştu.
"Berk bu kadar ince düşünecek biri değil," dedi avukatına Kenan. "Berk'ten başka uğrayan olmuş mu evime polisler gelene kadar?"
"Bilemiyorum efendim."
"Ulan, sen avukat değil misin, sen bilmeyeceksin de kim bilecek!"
"Oğlunuzu izletmemiz için bize bir şey emretmediniz efendim."
"Söylemem mi gerekiyor! Biriniz de işinizi düzgün yapın be! Buradan bir çıkayım var ya, hepinizi kovduracağım! Ama şimdi bana lazımsınız. Parasıyla, beni bur'dan çıkartmak için elinizden gelenin fazlasını yapacaksınız! Ondan sonra hesaplaşırız!"
"Oradan asla çıkamayacaksın!" diye bir ses duyuldu.
"Derya?"
Avukat, kendisine "emredilmeden" onları yalnız bıraktı. Derya, "Anahtarlığın senin evinde çıkmasından sonra, bir dalga gibi yayıldı itiraflar," dedi... "Önce Bilal, onu kardeşiyle tehdit ettiğini ve ceza odasının görüntülerini sildirdiğini itiraf etti. Bu arada, Bilal'i aptal bellemişsin ama, son bir yedek kendisine ayırmış. Onu sunacak mahkemeye, adam öldürmeye bir de aile içi şiddet eklenecek..."
Derya'nın da çorbada bir tuzu olmuştu tabii. Duvara yazılan yazıların fotoğraflarını, o teslim etmişti polislere. Duvara yazan kişinin halen ortaya çıkmamasıydı Derya'nın Kenan'a yüzde bir de olsa inanmasının sebebi. Belki de Berk gerçekten babasından intikam almak istiyordu...
"Derya, yaptığım kötülüklerin farkındayım..." dedi Kenan. "O ceza odasına sadece Berk'i değil, seni de kapatırdım, ama bunlardan hapis yesem bile ne gam...! Katil olmak suçların en kötüsü, ve ben cinayet falan işlemedim!"
"Biliyor musun, ben de Berk'in senden intikam almaya çalıştığına inanabilirdim... ama pislik üzerine pislik yapmışsın... bir şey söyle ya, tek bir şey ki, sana yüzde bir de olsa inancım geri dönsün!"
"İyi niyetimin bir işareti olarak..." dedi Kenan. "Ali'ye babası olduğumu söylemedim. Düşünsene, ben katil olsaydım, Ali'yi kendi tarafıma çekmek için buna başvurmaz mıydım?!"
"Ali bur'da mıydı?!"
"Siz gerçekten görüşmüyor musunuz ya? Hangi kara kedi girdi aranıza?"
"Ali'ye, babası olduğunu söylemek zorunda kaldım..."
"Yani, babası olduğumu bildiğini benden sakladı..."
"Sen de babası olduğunu bildiğini bilmiyormuş gibi yapacaksın..." dedi Derya. "Söyle, neden öldürdün Vefa'yı Kenan?!"
"Buna cevap veremem, çünkü ben katil değilim."
"Akıllı ol, itiraf edersen cezan hafifleyebilir..."
"Şimdi de iyi polis-kötü polisi mi oynuyorsunuz analı-oğullu!" diye bağırdı Kenan. Artık neye inanacağını şaşırıyordu. "Ali, bana tacizci imasında bulunur; sen de, 'Teslim olursan cezan azalır,' ayakları mı yapıyorsun?"
"Görüşme sona erdi!" diyen gardiyanın, sert sesi duyuldu. Zorla götürülen Kenan, "Derya!" diye iyice bağırdı. "Her şeye rağmen, Berk sana emanet!"
*****
Arap, "Beni bu kadar seviyor muydun?" diye sordu Bilal'e.
"Sevmek de kelime mi oğlum, emret de feda edeyim canımı senin yoluna..."
"Ben de düşünmüştüm ki... içtiğim gece, beni arayıp sormadığın için, beni umursamıyorsun..."
Arap'la Bilal'in bu konuşması, Zeyno'nun içini ısıtmıştı. Vefa'nın katilinin nihayet yakalanması da eklenince, Bilal'i affedecekti neredeyse. Bu kadar da değildi: Zeyno, hayatında değişiklikler yapmaya karar verdi. "Tez elden, kardeşimle tanışacağım," dedi Arap'a.
"Bu kılıkta mı?" diye sordu Arap.
"Evet, ne varmış kılığımda?"
"Şimdi... abimin dilinin ucuna gelip de, utancından söyleyemediği şeylere ben tercüman olayım... Senin fıstık gibi bir annen var, ama yine de böyle köylü gibi giyinmeyi başarıyorsun ya, helal olsun sana valla Zeyno..."
"Sen şuna, 'Cemre'nin partisine gitmek istiyo'm ama yalnız gitmeye korktuğumdan, seni de götürmek istiyo'm, o yüzden üstüne-başına bi' çekidüzen ver, demeye çalışıyorum,' desene!"
"Şimdi de sen benim hislerime tercüman oldun işte Zeyno kız..."
"Ben dostum için çiğ tavuk yerim, ama anlamıyorum kardeşim, bu Cemre, senin Duru'yla mutluluğunu bozmadı mı? Sen ne demeye onun partisine icabet etmek istiyorsun şimdi?!"
"Evet," diye dik dik baktı Arap, "Cemre üstüne vazife olmayan işlere maydanoz oldu biraz... ama iyi de oldu. Ben, Duru konusunda gözlerimin açılmasına memnunum. Şimdi, hak'katen benim için çiğ tavuk yiyeceksen, ben o partiye en 'ciks' halimle gitmek istiyorum, gitmek ve Duru'nun gözlerinin içine bakmak..."
"Tamam, lan!" dedi Zeyno. "Ben de giyeceğim cicilerimi. Bilal abi!" diye, aradaki bütün küskünlüğü unuttu Zeyno. "Arabanı hazır et. Partinin kralla kraliçesine şöyle ciks bir araba yakışır!"
"Emrin başım üstüne, güzel kızım!" diye ağzından kaçırdı Bilal.
*****
Kenan, bugün Derya gibi yüzde bir de olsa iyi bir haberin umuduna tutunurken, avukat geldi.
"Kenan Bey, anahtarlığın incelemesi bitti," diyordu.
"Sonuç neymiş?"
"Çok ilginç..." dedi avukat. "Anahtarlığın üzerinde, hiçbir parmak izi yokmuş."
"Bu ne anlama geliyor?"
"Bu anahtarlığı evinize bırakan kişi, suçu size yıkmaya çalışıyor... parmak izlerini silmiş. Sizin de parmak izinizin olmaması, iyiye işaret, ama hemen umutlanmamalıyız."
Kenan, yüzde birden fazla bir umut istemiyordu zaten. O geceyi düşündü. "Vefa," demişti, "Sen onur öğrencimiz olarak anons edileceksin. O vakte kadar okul binasından dışarı çıkma, sürprizin bozulmasını istemiyorum." Çocuğun başını okşamıştı. "Ne kadar mükemmeliyetçi bir müdür olduğumu bilirsin..."
Kenan'ın bilmediği, Vefa'nın binada Hazal'a rastlamasıydı. O da bunu bir işaret olarak yorumlamıştı. Koskoca binada, güvenlik kameraları bile çalışmıyorken, Hazal'la baş başa... açılmanın tam yeri, tam zamanıydı. Ama şiddetle reddetmişti Hazal. "Ben ve senin gibi bir Tozluyakalı... şu tipine bir bak, sonra da, dön de bir bana bak! Sen benim yerimde olsan, sever miydin kendini?"
Vefa'nın bu sözlere üzülecek zamanı olamadan, Cemre aramıştı. "Ne alaka?" diye sormuştu Vefa. Cemre, telefonda nefes nefese konuşuyordu. "Vefa, çatıdayım, hemen gel beni kurtar!"
"Neden Cemre, ne işin var çatıda?!"
"Birileri beni buraya kapattı, nefes alamıyorum, yükseklik korkum var!"
Vefa'da da vardı, ama şimdi yardım etmese olmazdı. Oraya gitti, çatıya açılan kapı, hakikaten de kapalıydı. Ama onun kulpuna elini attığında, kilitli bulamadı onu Vefa.
"Cemre! Ner'desin Cemre?"
Kapı üzerine kapandı. "N'oluyor? Kim kilitledi bu kapıyı! Kim yaptıysa çıksın ortaya, hiç hoş bi' şaka değil!" Cemre'den şüphelenmemişti bile. "Ali! Yangın Ali! Sinan! Arap Sinan! Zeynep! Kara Bela Zeyno! Az daha gidiyordum çatıdan ya..."
Kapı tekrar açılmıştı. "Vefa!"
"Cemre?"
"Ner'de anahtarlığım?"
"Ama verilen hediye... geri alınmaz ki?"
"Hazal'a ilanıaşk etmişsin?"
"Denizkızı! Senin de mi haberin oldu? Öyle çok utanıyorum ki... ama yapamadım, daha fazla saklayamadım içimde. Çocukluğumdan beri seviyorum Hazal'ı! Bunu Tozluyaka tayfa bile bilmiyor... Ali hariç... Arap'la Zeyno, bir sevdiğim olduğunu biliyorlar, ama adını bilmiyorlar..."
"Hani sadece ben olacaktım?"
"Cemre, sen çok yanlış anlamışsın, ben arkadaştan öte davranmadım ki sana...!"
"Seninle arama giren herkesi öldürürüm! Hazal'ı da öldürürüm! Beni sevmezsen, seni de öldürürüm!"
Cemre de hatırlıyordu bu anıları. Gözleri, parti davetlileri arasında, aradığı kişiyi göremedikçe, aklı Vefa'da takılı kalıyordu...
"Benim Ali'yi aramam lazım!"
Ali, evden bir hırsız gibi kaçırdığı bisikleti üzerinde, telefonu açtı. "Efendim Cemre?"
"Ner'desin Ali, sabahtan beri telefonunu arıyorum, açmıyorsun!"
"Telefonumu evde unutmuştum Cemreciğim... sonradan bir fırsatını yakalayıp elime geçirdim telefonu da... annemle aralar limoni biraz..."
"Eğer partime biraz daha geç kalırsan bizim aramız da limoni olacak..."
"Cemre, ben de o konuda arayacaktım zaten seni..." dedi Ali. "Ben partine gelemiyorum."
"Ne demek gelemiyorsun ya? Sevgilimsin ve partime gelmeyeceğini mi söylüyorsun yani?"
"Benim Berk'in yanında olmam lazım..."
"Sen Berk için beni mi ekiyorsun şimdi?"
"Pardon Cemre de, bu durumda senin hesap soracak pozisyonda olduğunu düşünmüyorum..."
"Bu da ne demek Ali?"
"Arap'ın Duru'yla ilişkisine maydanoz olduğunu biliyorum... bu senin vazifen değildi Cemre..."
"Sen Arap'ın 'tribini' mi atıyorsun şimdi bana? Öyleyse söyleyeyim canım, Arap şu anda Zeyno'yla partime giriş yapıyor!"
Zeyno, gerçekten de göz kamaştırıyordu. "Partinin en güzel kızı sensin," dedi Arap, koluna girdiği arkadaşının. "Şöyle nispet yap bakayım, özellikle Duru görsün!"
"Bana ne Duru'dan be!" diyen Zeyno, yine eski "köylü" kıyafetleri içindeymiş gibi konuştu. "Beni Ali görmedi ya böyle, ona üzülüyorum..."
"Aman canım, o da dert mi, ben boy boy fotolarını çekerim senin..."
"Zeyno..." diye bir ses duydu genç kız. "Bu sen misin gerçekten?"
Zeyno'nun tepkisinden önce, Arap içki getiren bir garsonla çarpıştı. "Hay babanın şarap çanağına... tam da Duru'ya havalı görüneceğim, derken...!"
"Arapçım, yani böyle ortamlarda normal bir şey erkeklerin kızlara iltifat etmesi, sen de biraz silkin de, üstündeki Tozluyaka'nın tozları biraz yere düşsün..."
"Ege..." diye geldi Cemre. "Beni dansa kaldırır mısın? Sevgilim gelmedi de."
"İşte böyle, medeniyet görün bizden biraz," diyen Ege, kızın elini kaptığı gibi dans pistinin ortasına götürdü. Arap'la Zeyno, bir süre onları ve diğer dansçıları izledi. Arap, dayanamayarak bir içkiye uzandığında, "Çok belli oluyor," diye bir yorum geldi.
"Efendim?" diye döndü Arap. Hazal'dı.
"Duru'dan gözlerini kaçırıp duruyorsun ya, çok belli oluyor," dedi genç kız. "Birine hiç bakmamak da, ona hep bakmakla aynı anlama gelir... şimdi beni alalım, Berk'in yanında değilim. Neden değilim? Güya ona yokluğumu fark ettireceğim... ama Berk bunu fark edecek mi? Asla... çünkü Berk, burada olsam da aklımın onda olduğunu bal gibi bilir."
"Peki, n'apayım, bakayım mı kıza dik dik?"
"Hayır, elbette... ama 'kıskandırmak' denilen yöntemi atalarımız boşu boşuna icat etmemiş..." dedi Hazal.
"Ne? Ben seninle, Duru'ya nispet olsun diye mi dans edeceğim yani?"
"Bana da fena bir fikir gibi gelmedi," dedi Zeyno. "Ha'di sen git, eğlenmene bak, masayı da bana bırak."
"Çok içmek yok ama!"
"İnan bana, çok içip de başkasının teknesinde uyuyakalmam!" diyince Zeyno, Arap utançtan kıpkırmızı oldu. Artık Hazal'ın elini tutup, o da dans pistine gitmeliydi.
Hazal Arap'ın omzundan tuttu, Arap Hazal'ı belinden. "Aferin ya," dedi Hazal. "Senden beklemiyordum böyle dans duruşlarını bilmeyi..."
"Niye kızım, hanzo muyuz biz?"
"Madem hanzo değilsin, Duru'yu kudurtacak birkaç figür daha biliyorsundur..."
Arap, Hazal'ı kendi etrafında şöyle bir döndürdü. Plan işlemiş, Duru'nun gözleri üzerlerindeydi şimdi. "Ve..." dedi Hazal. "Öldürücü darbe." Kendini serbest bıraktı, Arap içgüdüsel olarak onu tuttu, şimdi her romantik-komedi dizisinin birinci bölümünde kazara çarpışan esas kızla esas oğlan gibi, birbirlerinin gözlerinin içine bakıyordular. Tam fotoğraflık olan bu kareye, herkes bakıyordu artık. Yani dans pistinin, en güzel görünen çiftine...
Arap, muzaffer olarak gözlerini yukarı kaldırabilirdi artık. Bir kişinin yüzünü görmek istiyordu. Bir tek kişinin ifadesini... Tahmin ettiği gibi, Duru çıldırmak üzereydi artık... Dans partnerinin belini doğrulttu. "Wow!" diye bir ses geldi. "Partinin kralla kraliçesi sizsiniz!"
Çağrı, partiye bomba gibi düşmüştü. Seri hareketlerle, bahçeden bir çiçek alarak, Zeyno'ya takdim etti. Normalde onu tersleyecek kız, şimdi biraz içkinin verdiği gevşek tavırlarla, çiçeği kabul etti. "Bu kadar insan dans ederken, senin gibi güzel bir kız yalnız kalmamalı."
"Çağrı'nın tavırları normal mi?" diye sordu Ege.
"Evet, ben bir anormallik göremiyorum," dedi Cemre. Çağrı, Zeyno'yu dans pistine çekmişti. Onlarınki, Arap ve Hazal'ınki gibi tutkulu bir dansa benzemiyordu, Çağrı daha çok enerjisini, hoplayıp zıplayarak boşaltıyordu.
"Bence hiç de normal değil bu durum..." diyen Ege, dans eden çifte yaklaştı. Çağrı'nın gözlerini kontrol etmeye çalışıyordu.
"Ne giriyorsun dibime be!" diye çemkirdi Çağrı. "Dans partnerimi mi istiyorsun yoksa?"
"Çağrı, kıza ayıp oluyor..." dedi Ege.
"Niye, birlikte duvarı boyarken ayıbı, kaybı düşünmüyordun?" diye dans etmeyi durdurdu Çağrı. "Herkes bir anda ciddileştiğine göre, bir duyurum var arkadaşlar. Leyla'nın beni aldattığı isim, Ege Şimşek'ti!" Alkışlamaya başladı, ama kimse ona katılmıyordu. "Ama Ege Bey'imize, Leyloş'u benden almak yetmedi. Zeyno'dan hoşlandığımı itiraf ettiğim gün, beş dakika bekleyemeden Zeyno'nun duvarına koştu. Ama hata bende... Birincisinde niye affettiysem! Biri yapan, ikiyi yapmaz mı...!"
Ege, Çağrı'ya sert bir tokat savurdu. Kavga başlatan klasik yumruklardan değildi, zaten Ege'nin amacı, Çağrı'yı etkisiz hale getirmekti. Uyuşturucunun, onu partiden bayıltarak çıkarmasına yardım edeceğini biliyordu.
Çağrı kokain kullanmıştı ve bunu bir tek Ege fark etmişti.
*****
Ali, bisikletini Berk'in kapısına park ettikten sonra, içeri nasıl bir giriş yapacağını düşünüyordu. Önce, söyleyeceklerini kendi kendine prova etti, sonra, ne kadar prova yaparsa yapsın, hiçbir zaman ezberlediklerini söyleyemeyeceğini kabul etti. Bir havlama sesiyle, kendine geldi.
Berk, Hato'yu yürüyüşten geri getirmişti. Ali'nin söyleyeceklerini dinlemeye hazırlanarak, köpeğe kapıyı açtı ama kendisi girmedi. Konuşmadı da. İlk sözü Ali'nin söylemesini bekliyordu. Fakat Ali de hiçbir şey söylemedi. Berk de, konuşmak zorunda kaldı: "İkinci sorumuz yanıtlandı..."
Ali, öylece sarıldı Berk'e.
"Biliyor muydun?" diye sordu Berk. Ali hemen kendini geri çekti.
"Ne-Neyi biliyor muydum? Bilmem gereken bir şey mi vardı?"
"Yarın annemin ölüm yıldönümü olduğunu..."
"Ah, hayır... bilmiyordum..."
"Bur'da öylece dikilmeyelim. Bisikletini arka bahçeye park et, Kenan hayatımdan çıkmış olsa da, kuralları beni bir süre daha bağlayacak gibi görünüyor..."
Ali, dediğine uydu. Bu arada, havuzun suyunun bulanık olduğunu gördü, evin içerisi de hemen dağılmıştı. Büyütülecek bir şey değildi ama, Kenan Yağızoğlu'nun eski düzenini hatırlayanların dikkatini çekmesi normaldi.
Berk, "Sor o malum soruyu," dedi.
"Neyi?"
"Neden bu zamana kadar sustun..."
"Ben bu sorunun cevabını zaten biliyorum."
"Neymiş?"
"Kenan tacizci bir babaydı öyle değil mi?"
"Oh, hayır..." dedi Berk. "Kenan Bey, bana fiske bile vurmadı. Onun yaptığı tek şey, beni ceza odasına kilitlemekten ibaretti..."
"Peki ya Vefa? Onun için aynı şeyi söyleyebilecek misin?"
Berk, başını eğdi. "Bilemiyorum, belki de başka çocuklar da vardı. Onlardan topladığı eşyaların koleksiyonunu yapan bir sapık olabilir, bilemiyorum... Vefa'nın anahtarlığının onca zaman bu evde durduğuna inanamıyorum..."
"Ve de uluorta bir yerde unutmuş olması..."
"Uluorta sayılmaz... Sen, Kenan'ı savunmayacaksın değil mi?"
Ali, elbette Kenan'ın suçlu olduğundan yüzde doksan dokuz oranında emindi, ama Berk'e, tamir ettirmeye çalıştığı saatin içinde kayıtlı bilgiler olduğundan söz edemezdi. "Asla, ama... merak ediyorum Berk. Sen, masum olup olmadığından bağımsız, birine kolayca iftira atabilir misin?"
"Sana gerçeği itiraf edeyim..." dedi Berk. "Her şey, bir intikam planıyla başladı. Doğru, Kenan Yağızoğlu'nu içeri tıktırabilmek için, gözü kararttım. Çünkü annemin ölüm yıldönümünü bile hatırlamamıştı... Vefa'nın gerçek katilini düşünmeden, ona bu suçu attım, bu sırada da anahtarlık bulundu. Yani, benim kirli bir oyun olarak başlattığım şey, gerçek katili ortaya çıkardı. Ben, tesadüfen buldum katili. Bunu da, Tanrı istemiş olmalı. Mucizesini gösterdi. Vefa'yı o kadar seviyormuş ki, bana bu çirkin tezgâhı hazırlatırken, gerçeklerin açığa çıkmasına sebep oldu..." Berk, bir süre sustuktan sonra sordu: "Çok kızdın mı bana?"
"Başkası olsaydı kızardım, ama sana kızamıyorum..."
"Neden? Benim ne özelliğim var?"
"Berk, bu gece takılalım mı? Yani her şey sona erdiğine göre, hiçbir şey olmamış gibi felekten bir gece çalalım mı? Vefa'yı düşünmeden, cinayeti düşünmeden, sanki içimiz yüzde yüz rahatmış gibi..."
"İçimiz yüzde yüz rahat değil mi şu an?"
"Sence öyle mi? Notları gönderen kişiyi bulamadık halen..."
"Bana uyar," diyen Berk, önce babasının kupalarına yöneldi. "Futboldan her zaman nefret etmiştim..."
"Ben bayılırdım, ama bu gece senin hat'rına nefret edeceğim," diye sırıttı Ali. Birlikte onları bahçeye götürdüler. Futbol topunu, bowling topu gibi kullanarak, o kupalardan birer lobut yarattılar. Berk, iyi bir bowling'ciydi, ama Ali'nin yuvarladığı top, havuza gitti.
"Elle tutmaya alışkın değilim hiç..." dedi.
"Gidip topu almak zorundasın."
"Hayır, havuza giremem. Benim senin gibi zengin alışkanlıklarım yok oğlum, ne geceleyin havuzda yüzmesi...?"
"Peki, ben alacağım o zaman," diyen Berk'e, Ali engel olamadan, kendini kıyafetleriyle suya attı. Topun ağırlıktan biraz dibe çökmesi nedeniyle, bir süre suyun altında olan Berk'e, itiraf etti:
"Sen benim kardeşimmişsin Berk... Canımmışsın, kardeşimmişsin benim..."
*****
Çağrı'yı, iğrenç bir koku uyandırdı. "Burası neresi ya..."
Çöp evdi bu. Masumlar Apartmanı'nda falan uyanmış olmalıydı. Yerde, içinde bayatlamış pizza dilimlerinin bulunduğu bir kutu, sağa-sola saçılmış yarısı dolu şişeler, dağınık çöp poşetleri... bütün bu pisliğe rağmen nefes alabilen bir papağan vardı. Papağan,
"Ölülerin mezardan organlarının çalındığına çok şahit oldum ama... ama... ama..." diye konuşuyordu.
"Yok artık!" diye doğruldu Çağrı. "Kokain kafası bile bana bu kadar saçma bir halüsinasyon gösteremez!"
"Demek kokain aldığını itiraf ediyorsun," dedi Ege. Tekli bir koltuğa oturmuş, elindeki uçak biletlerinden origami uçaklar yapıyordu.
"Defol git gözümün önünden," diyen Çağrı, dengesini zar zor bularak kapıya yöneldi ama, kilitliydi. "Açsana oğlum şunu!"
"Hiçbir yere gitmek yok... bir kez daha o kokaincilere bulaşmana izin vermeyeceğim Çağrı."
"Bir kere..." dedi Çağrı. "Son bir kere daha alacağım, ondan sonra..."
Ege, bunu hiç duymamış gibi, "Sana yaptığımın iyilik olduğunu düşünmüştüm..." dedi. "Çağrı Kolçak adında, Türkiye sınırları içinde, senin yaşlarında ve seninkine benzer DNA'lara sahip birini bulabilmek ne kadar uğraştırdı beni, biliyor musun...!"
Çağrı, konuşmanın çözüm olmadığını anlayarak, Ege'ye bir yumruk savurmaya çalıştı, ama kendi becerilerini kaybettiren kokainin vücudunda kalan kırıntıları yüzünden, başarılı olamadı. Ege onu sıkı sıkı tutmuş, bırakmıyordu şimdi, "Bana kullanmayacağına söz vermiştin!"
"Bir tek sen kaldın..." dedi Çağrı. "Herkes gitti. Leyla gitti, Zeyno gitti... Annemle babam zaten yoktu... niye sen kaldın sadece?"
"Çünkü ben senin iyiliğini istiyorum Çağrı. Leyla'ya, senin iyiliğin için yanaştım. Zeyno'ya da öyle. Hayatına girmeye çalışan her kıza yapacağım bunu!"
"Neden! Senden böyle bir şey isteyen oldu mu...! Şu kokuya nasıl tahammül edebiliyorum biliyor musun... benim içim de böyle kokuyor. Bu çöp ev gibi içim. Ama buna rağmen Zeyno'ya ilanıaşk ettim tamam mı... belki bir şansım olur diye, sen onu da elimden aldın! Önce Leyla sonra da Zeyno... sen Berk'ten bile kötüsün."
"Bırakmayacağım seni. Bırakmayacağım seni onlara."
Çağrı, çırpınmaktan vazgeçti. Beş dakika bir sessizlik oldu. Ege, bu sessizlikten faydalanarak, Çağrı'yı koltuğuna oturttu, ama kollarını asla gevşetmiyordu. Çağrı, "Şu an çok boktan durumdayım..." diye konuştu zorlukla. "O kadar ki... seni reddedemiyorum bile."
"Hayır, durumunun boktan olduğu falan yok..." diyen Ege, sol dirseğini açarak içini gösterdi Çağrı'ya. "Eğer bur'da iğne izleri olsaydı, o zaman 'boktan' diyecektik durumuna..."
"Ege..." diye yalvardı Çağrı. "Bana yardım et. İyileşmek istiyorum..."
"Gerçekten istiyor musun?"
"Evet, kurtulmak istiyorum bundan..."
"Tamam, her şey düzelecek..." dedi Ege. "Söz veriyorum."
*****
Berk'in evindeyse, "The Office" izleniyordu. Hem de sezonlarca. "Uykun geldi mi?" diye sordu Berk.
"Hayır, ben biraz tavşan uykuluyumdur... özellikle de son zamanlarda..." diye elindeki pizza dilimini yerdeki kutuya bırakan Ali, biraz kötü hissediyordu. "Bizim ev hiç bu kadar kirlenmezdi..."
"Sen bi' de Ege'nin evini gör..." dedi Berk. "Uykun gelirse, aşağıdaki oda yepyeni biliyorsun... ama hayır, o haliyle bile iğrenç orası. Seni o odada yatırmam, sen benim odama geçersin, ben de Kenan Yağızoğlu'nun odasındaki kıyafetleri camdan sallandırırım biraz... benim uykular da kaçık bu aralar."
"Şu diziyi kapatsak mı artık?"
"Niye, anime izlemeyi mi tercih edersin?"
"Bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum. Ben anime fanatiği falan değilim. Tamam, izliyorum, ama öyle bu uğurda aklını kaçıranlar gibi değilim. Hatta İngilizce dublajlı izliyorum ben onları, İngilizcem gelişsin diye..."
"İngilizceni ilerletmek istiyorsan video oyunları var," diye Berk, bir koşu oyun koleksiyonunu getirdi. "Seç beğen al."
"Ben Çağrı'da da oynamıştım böyle şeyler..."
"Çağrı'daki sadece futbol oyunları oğlum, benim savaş oyunlarım daha güzel."
Ali, Hato'yu okşarken, Berk'in oyunları kurmasını izledi. Savaş oyunları, futbol oyunlarından kötüydü ama hakikaten dil öğreticiydi. Oynayacak oyun da kalmadıktan sonra, "Berk, bir şey rica edeceğim ama, görgüsüz olduğumu düşünmeni istemiyorum."
"Nedir?"
"Sizin evde tekila var mı?"
"Vay, Görgüsüz Tozluyakalımıza bak sen..."
"Ya amaç içmek değil zaten, Tequila Shot oynamak," dedi Ali. "Ben daha çok doğrularla ilgileniyorum..."
"Görgüsüz Tozluyakalı lakabımı değiştiriyorum... Doğrucu Davut diyeceğim sana."
Berk, tekila şişesi ve bardaklarıyla dönerken, Ali, "İlk önce kim başlayacak?" diye sordu.
"Tabii ki ben," diye sırıttı Berk. "En sevdiğin hayvan ne?"
"Unutmamışsın!" diyen Ali, ilk bardağı elinde evirip çevirdi. "Sen muhtemelen köpek olduğunu düşünüyorsun ama... değil aslında. En çok penguenleri seviyorum ben. Şimdi sıra sende... Doğum günün ne zaman?"
"Çok basit bir soru olmadı mı?"
"Söylesene işte!"
"Tamam... ilginç bir hikâyesi var aslında." Berk'in gözleri, duvarda asılı, annesiyle olan fotoğraflardan birine daldı. "Annemin sancısı, gece yarısı tutmuş. 27 Mayıs 2005 akşamıymış. Ben tam, 00.01'de gelmişim dünyaya. Çok önemsiz bir ayrıntı belki, ama annem, ucundan-kıyısından 28 Mayıs'ta doğduğumu anlatırken çok eğlenirdi... o yüzden benim de hafızamdan silemediğim bir detaydır. Kıl payı 28 Mayıs 2005'te doğmuşum..."
"Yani sen benden büyük müsün...!"
"Elbette, ne sandın?"
"Ne bileyim, boyun benden kısa olunca..."
"Ne saçma basmakalıplar bunlar!"
"Neyse, benim doğum günüm de 3 Kasım 2005. Belki bilmek istersin diye..."
"Hımmm... ikinci soruda da içiremedik. Peki, şutla bakalım."
"En sevdiğin renk ne?"
"Turuncu. Ama böyle çok sıkıcı oluyor, ben içmek istiyorum... bütün soruları sana bırakacağım."
"Tamam, bana benim hakkımda bir itirafta bulun."
"Gerçekten, senin hakkında bir itirafımın olamayacağını mı düşündün?"
"Evet?"
"Peki, çok güzel bir müzik tarzın var."
Berk'in bu itirafı, kendisi hakkında da olmuştu. Ali'nin, Berk'in eline bıraktığı telefonunu karıştırdığını itiraf ediyordu. "Senin en sevdiğin şarkı nedir?"
"Anlatamam, duyman lazım," diyen Berk, telefonunu çıkardı; "Hotel California"yı buldu. Şarkı çalarken, Ali yeni sorusuna geçti: "Bana, kendin hakkında bir itirafta bulun, ama benimle ilgili olmasın."
"Tamam, ben... vampirleri konu edinen kitaplar ve filmlerden hoşlanıyorum."
"Bana, çocukluk fotoğraflarını gösterebilir misin?"
"Ne alaka şimdi!"
"Merak ediyorum!"
Ali'yi kıramayan Berk, albümleri bulmaya gittiğinde, gözüne piyano ilişti. Bunu görmemişti Ali. Delikanlı döndüğünde, sorulmayan bir soruya bir cevabı vardı artık.
"Halen hatırlamıyorum ama..." dedi albümleri Ali'nin kucağına yığarken, "Adagio, dedim galiba."
"Adagio mu, o da ne?"
"Ali, adagio... demiştim. Adagio, piyano için kullanılan bir terimdir. Yavaş anlamına gelir."
"Sen piyano mu çalıyorsun!"
"Evet, ama bunu kimseye söyleme, bunun bilinmesi, vampirlere olan hayranlığımın bilinmesinden daha korkutucu! Kenan Bey, beni küçükken zorla bir enstrüman kursuna yazdırmak istemişti... keman veya piyano gibi Batı enstrümanları olacaktı tabii. Ben de, 'Kemanı seçersem, onu her yere taşıtabilir, ama piyano ağırdır, yerinde kalmak zorunda, evimden başka bir yerde çaldıramaz,' diye düşünüp, piyanoyu seçtim."
Ali'nin de, albümlerde Kenan'ın fotoğraflarına rastlaması bir oldu. "Adagio, Ali... çok anlamsız. Ben ikna olmadım açıkçası. Cevabını beğenmedim."
"Peki," diye omuz silkti Berk, "Kadeh kaldırmak ister misin?"
"Bu Amerikan tıraşlı çocuğa içelim mi?" diye sırıttı Ali.
"O saç stili en çok bana yakışırdı!" diye bir "shot" yuvarladı Berk.
"Berk..." dedi Ali. "Artık yolun sonuna geldik. Biz artık... Yağızoğlu Koleji'nden ayrılabiliriz."
"Ne demek bu?"
"Arap, Zeyno ve ben... artık bu okulda kalmamızın bir anlamı yok... zaten hakkımızla kazanarak girmemiştik..."
"Peki..." diye sırıttı Berk. "Kayıt sildirme işlemleriyle okulun müdürü ilgilenir, biliyorsun değil mi?"
"Pekâlâ, son bir soru... herhangi bir şeye alerjin var mı?"
"Hayır, beni Çağrı'yla mı karıştırdın?"
"Varsa bilmek isterim de... hayatını kurtarabilmek açısından."
"Eee, senin var mı?"
"Yok," dedi Ali, "Yani hayatımı kurtarmak açısından sen de sorumlu değilsin."
*****
5 EKİM 2022
Çağrı uyandığında, halen Ege'nin kolları arasındaydı. Artık anahtarı gizlice alabilir, kaçabilirdi ama, dünkü kötü hislerden eser kalmamıştı geriye. Ege'yi, "Ama... ama... ama... mezardan kaçırılan ölüyü ilk defa görüyorum!" diyen papağanın sözleri uyandırdı.
"Ege, bu kuş ne saçmalıyor böyle!" diye sordu Çağrı.
"Saat, kaç oldu?" diye soran Ege, aslında Çağrı'yla konuşmamıştı. Saatinden zamanı öğrendi. "Çağrı..." dedi. "Benim küçük bir işim var, seni içeriye kilitlemek zorundayım."
"En son bunu söylediğinde..."
"Hayır," dedi Ege, "Sana söz veriyorum, bundan sonra seni üzecek bir şey yapmam."
"Bu sözlerini unutma ama..."
"Geri geleceğim Çağrı," diyen Ege, elleriyle Çağrı'nın yanaklarına dokunduktan sonra, çıktı gitti evden.
*****
Berk, camı kırarak içeriye düşen bir taşın sesiyle uyandı.
"Oha!"
Önce, ne olduğunu anlayamadan etrafına bakındı. Ali'yle yerde uyuyakalmıştılar. Bütün tekila bardakları da boştu. Berk, bir taşa sarılı kâğıt buldu.
"Berk Yağızoğlu, Ali'ye git," diyordu.
"Ama ben bur'dayım!" dedi Ali.
"Ama o bunu bilmiyor!" diye bağırdı Berk. "Öyleyse..."
"Osman amcanın yanına gidecek!" diyen Ali, yerinden fırladı. Berk, peşinden koştururken, "Arabamla daha hızlı olabilir!" dedi.
"Hayır, bisikletimle en kestirme yolları bulabilirim!"
"Peki, ben?"
"Sen de arkama bineceksin işte!"
"Öyle saçma şey olmaz!"
"İnat etme Berk, zamanı değil," diyen Ali, arkasını gösterdi. "Bak, ben bununla annemi, Arap'ı, Zeyno'yu, tanıyıp tanıyabileceğin herkesi taşıdım tamam mı, güven bana! Ha'di, atla!"
Berk, mecburen Ali'nin arkasına binip, bir de ona tutundu, çünkü Ali rüzgâr gibi kullanıyordu. Osman amcanın evinin önünde durduklarında, Ali sanki kendi bisikleti değilmiş gibi, öylece yere düşmesine izin verdi bisikletin.
"Sen Osman amcaya bak, ben erketeye yatacağım," dedi Berk.
"Tamam," diyen Ali, kafası karışık bir Osman amca buldu. Elinde bir not kâğıdı tutuyordu. "Amcacığım, onu alabilir miyim..." dediğinde, Berk'in bağırtısı duyuldu:
"Ali, koş buraya, kaçıyor!"
Ali, kâğıdı buruşturup Berk'e katıldı, bisikleti Osman amcanın evinin önünde bırakaraktan; ama Berk çoktan uzaklaşmıştı. "Yollarımızı ayıralım!" diye bağırdı, Berk'in duyabileceği, ama kaçan herifin işitemeyeceği volümde. "Ben buraların her bir karışını biliyorum, bizden kurtulamayacak!"
Berk, kabul ederek adamla mesafeyi daralttı. Adam çok iyi koşuyordu, öyle ki, sokaktaki kediler bile korktu. Ama sadece o kadar... "Burası Tozluyaka!" diye bir ses duyuldu. "Yolun sonu."
Adam, hakikaten de bir duvara toslamıştı. Ali, iyice meydana çıkardı kendisini. "Bu mahallenin her karışını bilirim koçum, burası bir çıkmaz sokak. Yani güzellikle teslim ol..."
Elleri ceplerindeki adam, halen arkasını dönmemişti. Tam da Osman amcanın tarif ettiği tipteydi, siyahlar içinde... Önce, ellerini cebinden çıkardı, kapüşonlusunu indirdi, sarı saçları meydana çıktı. Sonra, başındaki kepi, gözlerindeki güneş gözlükleriyle eşzamanlı çıkarırken, yüzünü döndü.
"Ege..." dedi Berk. "O notları sen mi gönderiyordun?" Ondan sonra, o hastane odasındaki gün, Ege'nin kendisini öpmek için eğildiğini hatırladı. O sırada koymuştu ilk notunu.
"Mahallenizdeki duvar için üzgünüm..." dedi Ali'ye. "Ben kirlettim, ben düzelttim."
"Sen, ne alaka... neden? Bize o soruları verdin... özellikle beni notlarla donattın...!"
"Bir sürü neden sayılabilir Alicim," dedi Ege. "Ama benim en büyük motivasyonum, Çağrı'nın iyiliğiydi..."
"Bu işin arkasında daha büyük insanların olduğunun kokusu geliyor burnuma..." dedi Berk.
"Evet, isimlerini söylersem... sizi öldürmek zorunda kalırım."
"Ha'di ama Ege!"
"Yüz ifadene bakılırsa, Ali... halen son notu okumamışsın."
Ali, elindeki buruşuk kâğıdı açtı. Eli gibi sesi de titredi:
"Ali Öztürk... Ölülerin mezardan organlarının çalındığına çok şahit oldum ama... Mezardan kaçırılan ölüyü ilk defa görüyorum!"
"Şimdi daha büyük bir sorununuz var," dedi Ege. "Siz, bu zamana kadar benim yazı tarzımla uğraştınız ya... Türkçe mealini açıklayayım size... Vefa'nın mezarı boş olabilirmiş."
10. BÖLÜMÜN SONU...
Bölüm uyarılarını buraya taşımıyorum. Bölüm uyarılarını merak edenler,WP'ye bakabilirler...
1 note
·
View note
Text
13 aralık cuma uyandım. Kaç saat uyumuştum zaten tüm gece hortladım yine
Diğer günlere kıyasla erken uyandım annemlere mesaj attığımda on buçukmuş.
İnstagramda hikaye paylaşmış eksik diye bir şarkı
Ay açtım işte hikayeyi daha da bi saat olmuş paylaşalı orda akşamüzeri
Açtım spotifydan şarkıyı. Hikayeye baktığımı da görsün. Hatta bi spotify listem vardı bana attığı şarkıları eklerdim oraya bunu da ekledim benim için atmadı mı sanki kimi kimden neyi neyden saklıyoruz
Of ben de böyle romantik biriydim işte belki canım cicim çok demiyodum seni özledim bilmemne offf bunları bekliyordu benden sürekli ya…Çok demiyordum dediğim de… bence o kadar çoooooktu ki kuscak kadar çok yani vıcık vıcık neffffret ediyordum bazen yani … Niye özledim diyoruz mesela ya durup dururken sanki günlerdir görüşmemişiz gibi alt tarafı 1 gün görmüyorduk birbirimizi amaaan neyse dur konu bu değildi..
Asla suçlamıyorum da var ya çünkü yani o sevgisini bu şekilde gösterdiği için sevgi dili bu olduğu için kendisi de sevildiğini bu şekilde anlayacak olduğu için böyle şeyler istiyordu.
Yemin ederim anlıyorum ya empati yapıyorum yani. Ama benim sevgi dilim bu değil işte kaç sefer anlatmaya çalıştım ben bunu güzel dille. Benden bunu beklememesi gerektiğini böyle biri olmadığımı. Ama gene de ona rağmen sınırlarımı esnettim ve yani geçrekten bu dile ayak uydurmaya çalıştım bence başardım da keşke bunu sende başardığımı görseydin yetseydi sana. Ki zaten allah aşkına ben de mağaramda yaşamıyorum yani iyice sek erkek sevgisini göstermeyen baba profili çizdiğim falan yoktu. Normal canım cicim konuşuyordum zaten sadece mıç mıç değildim.
Ama işte diyorum ya ben de sevgi dilini bu şekilde benimsemedim hiç bence her şey küçük detaylarla ilgili. Sen bana cümle arası bir şeyi sevdiğinden bahsedersin ben onu alır yapar bi şekilde sana vermenin yolumu bulurum.
Doğum günü hediyen içinde aynısını yapmadım mı. Sıradan bir instagram reelsıydı. Sıradan bir lambaydı işte yani ama sen “Oohaa hayallerim lampı😱” yazdığın için onu hediye olarak aldım.
Bundan önce de böyle olmamış mıydı bi şapka görüyorsun kafede çalışan çocukta beğeniyorsun unique bir şey sen arıyorsun ama bulamıyorsun ben onu bulup alıyorum. Offff böyle şeyler daha güzel işte anlıyor musun ben böyle gösteriyorum sevgimi ille her dakka aşkım canım balım bitanem çok özledim seni yakışıklı sevgilim öööğkkk yani
Hep ben kabaydım sana göre işte bu yüzden kaba birisi olmuştum gözünde.
Alakasız.
Özünde sen de bana veremiyordun ki benim sevgi dilimi bana gösterebiliyor muydun?
İkimizde fail olduk bence
Ama uğraştım ve olmadı en azından ben bunu diyebiliyorum kendime. Ben uğraştım senin için
Neyse ne bekledin asla bilemeyiz tabi şarkıyı paylaştığında belki de sana yazacağımı düşünmüşsündür. Hayır yazmadım
Ağladım biraz. Başka ben de hüzünlü müzikler dinledim. -Bu hüzünlü müzik dinleyip ağlama işini- Bu konsepti de saçma buluyorum aslında ama yani gene de okey yapıyoruz işte zaman zaman.
Neyse işte bak bugün cumartesiydi. Bff hep yanımdaydı onun da büyü etkisi var ama hiç ağlamadım seninle ilgili bir şeyde. Bi ara evimi özledim diye gözlerim dolu dolu oldu ama yani senle de ilgisi vardır illaki.
O kadar çok şey var ki üzüleceğim işte o yüzden ne kadarı seninle ilgili acaba? Ya da ne kadarı senden bağımsız? gerçekten şakasını yapıyoruz bunun hangi olaya ağladım bugün diye gülüyoruz.
Zoruma gidiyor o yüzden neye ağlıcağımı seçmek nedir çünkü birini birinden daha çok mu değerli görüyorum da üzülüyorum demek mi oluyor. Zaten bi anda oluyo her şey. Bi anda bi yutkunuyorsun ve bir anda gözüm doluyo.
Ona üzüldüm buna üzüldüm hiç öyle bir somut kavram da yok. Korkunç bi belirsizlik var: üzüntü belirsizliği denizi, batmamaya çalışıyorum ben de
0 notes
Text
Tek oğlu bulunan varlıklı bir çiftçi yaşlanıp yatağa düşer ve oğluna vasiyetini söyler:
-Yatağın altında, içi altın dolu iki tane kese var. Bunlardan biri senin, diğerini de memleketin en büyük eşkıyasını bulup ona vereceksin. Sebebini sorma, vasiyetim böyledir!
Yaşlı adam bir kaç gün sonra ölür. Oğlu, memleketin en büyük eşkıyasını bulmak için ülkeyi dolaşmaya başlar. Fakat nereye gitse, hangi eşkıyayı sorsa, ondan daha da namlısı, kanlısı, belalısı olduğunu öğrenir ve bu şekilde aylarca dolaşır.
Nihayet, ülkenin yol vermez dağlarla çevrili bir kösesinde öyle bir eşkıyanın adını işitmişki Allah böylelerinin şerrinden saklasın, köylüler korkularından ismini bile fısıldayarak söylermiş. Hükmettiği dağların yamaçları onun öldürdüğü insanların cesetleriyle doluymuş.
Bizim delikanlı "yedi dağın eşkiyası"nın namını dinleyince "bundan daha canavarı olamaz'' deyip, eşkıyanın yaşadığı en büyük dağa doğru yola çıkmış.
Kışın ortasında dağa vardığında eşkıyanın adamları "Tek başına bu dağda ne gezersin bre ahmak?" delikanlıyı esir almışlar.
Delikanlı "ağanıza bir hediye getirdim" deyince onu yedi dağın eşkıyasının karşısına çıkarmışlar.
Eşkıya hakikaten dedikleri kadar varmış. Delikanlı cesaretini toplayıp babasının vasiyetini anlatmış ve koynundan kesenin birini çıkarıp yedi dağın eşkıyasına uzatmış:
"Ağam, bunu size vermezsem babam mezarında rahat yatmaz, lütfen kabul edin."
O namlı eşkıyanın yüzünde babacan bir ifade belirmiş:
"Sevdim seni. Safsın, temizsin, dünyadan haberin yok. Benim namım bu dağları sarmıştır, lakin memlekette benden büyük bir eşkıya daha bulunur. Biz eşkıya da olsak, hak etmediğimiz mala el sürmeyiz. Sen şimdi geldiğin yoldan dön, şehre var. Gidip kadı efendiyi bul. Memleketin en büyük eşkıyası odur. Selamımı söyle, bu keseyi ona ver!.
Sonra adamlarına emretmiş:
"Bu yiğidi, başına bir iş gelmeden düze indirin, şehir yolunda bırakın!"
Delikanlı şehre inmiş kadı efendinin konağına varmış, başından geçenleri anlatmış:
-İşte böyle kadı efendi. Bu keseyi hak eden sizmişsiniz, ben de eğer kabul ederseniz size takdime geldim.
Kadı efendi yerinden fırlamış:
"Vay ahlaksız eşkıya! Hakkımızda neler demiş. Be hey Allah'tan korkmaz kul, sen ne yüzle bana haram para teklif edersin? Şimdi yatırayım mi seni kırbaç altına?"
"Efendim ben de anlatılanlara uydum, ne yapacağımı bilmez haldeyim. Bana acıyın."
Kadı efendi, gözünü uzaklara dikip biraz düşünmüş, sonra kara kaplıyı açıp sakalını sıvazlamış:
-İmdiii..Bir din ve devlet temsilcisinin böyle açıktan para kabul etmesi hem kanun-u âliye, hem de Allah rızasına münasip olmayıp, alan da veren de bu âlemde ve mahşerde suçlu durumuna düşer. Lakiiin, eğer aramızda bir ticari akit tanzim eder ve sen bana bu bir kese altını bir alışveriş neticesinde takdim eyler isen, ben dahi bunu senden bir hizmet karşılığı alır isem, şer'an caiz olup başkaca bir işlem yapılması gerekmez. Yani, kısacası, ben bu altınlar karşılığı sana bir şey satacağım.
-Ne satacaksınız kadı hazretleri?
Kadı efendi, elini uzatıp pencerenin dışını göstermiş:
-Bak bu dışardaki bahçe ve civarındaki cümle arazi bana aittir. Şimdi bak bakalım, ne görüyorsun bu arazinin üzerinde?
-Kar, her yeri bembeyaz kar kaplamış.
-Pek güzeeel.. İşte ben bu arazideki karları sana satacağım, sen de bir kese altın karşılığı aldığını beyan eden bir belge imzalayacaksın, böylece alışveriş tamam olacak.
Altınlardan bir an önce kurtulmak isteyen genç çocuk, 'efendim aklınızla yaşayın' deyip teklifi kabul etmiş, imzalar atılmış. Altın kesesini kadı efendiye teslim eden çocuk, huzur içinde oradan ayrılmış. Memlekete gitmeden önce bir handa geceleyip hem karnını doyurmayı hem de biraz dinlenmeyi düşünmüş.
Handa horul horul uyurken, sabaha karşı kadının emrindeki zaptiyeler kapıyı yumruklamışlar.
-Kalk hele, kadı efendi seni görmek ister, davası varmış.
Genç çocuk, 'ne davası ola ki?' dese de yaka paça kadının huzuruna çıkarmışlar.
Bir de bakmış ki, kadı efendi hiddet içinde. Daha, 'selamın aleyküm' diyemeden kadı efendi bağırmış:
-Be hey utanmaz, arlanmaz, eşkiya kılıklı işgalci. Bre biz seninle dün akşam arazimdeki karları satın aldığına dair mukavele imzalamadık mı?
-İmzaladık kadı efendi, ben de karşılığını size takdim ettim.
-Sus!..Bak bakayım dışarıya, ne var arazimin üzerinde?
-Ne olacak, kar var. Tıpkı dünkü gibi.
-Mel'un, hala konuşuyor! Dün sen bu karları benden satın almadın mı? O halde senin karların ne hakla benim arazimi işgal ederler? Şimdi bu işgal, kanun dairesine ve de hak rızasına uygun mudur? Derhal kaldır o karları benim arazimden, yoksa, vallahi acımam, seni işgalcilikten hapse attırırım!
-Aman efendim, dönümler dolusu karı ben nasıl kaldırayım?
-Onu, arazimi işgal etmeden önce düşünseydin!
Delikanlı yine yalvarmış:
-Efendim, ocağınıza düştüm, yok mudur bu işin de kitaba uygun bir hal yolu?
Kadı, kara kaplıyı tekrar açmış, bir müddet mırıldanarak okuduktan sonra:
-Vardır!.. İmdiii. Arazi sahibi ve davacı olan ben ile, davalı sıfatı ile sen arasında, arazimi işgal bedeli karşılığında, benim de rızam ile bir kese altın karşılığı işbu karları burada tutmaya iznim olduğunu belirtir bir mukavele imzalarsak, bu husus kanun ve nizama uygun bir şekilde hale kavuşur. Yanii, sen bana öbür kese altını da işgaliye bedeli olarak vereceksin.
Bizim genç çocuk öbür kese altını da vermiş, gereken evrakları imzalamış, konaktan çıkıp temiz havaya kavuştuğunda, dağlara bakıp bağırmış:
-Hey gidi yedi dağın efesi, Sen haklıymışsın. Daha büyük eşkıyalar da varmış. Senin açık açık yaptığın eşkıyalık, bunların kanunla yaptığı eşkıyalığın yanında nedir ki!...
Allah,
İşi kitabına uyduran vicdansız namussuzlardan,
Adalet binasını ele geçirmiş Kravatlı çetelerden,
Vatansever görünen hainlerden ,
Müslüman görünen kafirlerden ,
hepimizi korusun......
0 notes