#Allah ilim ehlinden razı olsun
Explore tagged Tumblr posts
Text
Ahirette şefaatın varlığı, ayet ve tevatüre varan sahih hadis-i şeriflerle sabittir.
Şefaatin Tarifi:
1) Şefaat: Dua anlamına gelir.
2) Şefaatin örfi manası: Başkalarına hayır istemektir.
3) Şefaatin şer’i manası: Kıyamet günü Allah’ın şefaat için izin verdiği kimselerin kendilerine şefaat için izin verilen kimselere günahlarının bağışlanması ve cennete girme hususunda Allah’a dua etmesidir.
Şefaatin Delilleri:
Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
“De ki: Şefaatin tamamı Allah’ındır.” Zümer 44
“O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?..” Bakara 255
“...O’ndan başka ne bir velileri ne de bir şefaatçileri yoktur...” En’âm 51
“Göklerde nice melekler var ki, onların şefaati hiçbir fayda vermez! Ancak Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olursa (bu müstesnadır).” Necm 26
Buhari ve Müslim’in ittifakla rivayet ettiği hadiste Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Sonra Allah tarafından:
‘Başını kaldır ey Muhammed! Söyle, sözün dinlenir iste, sana verilir şefaat et, şefaatin kabul edilir’ denir. Ben bana öğrettiği birçok hamdlerle Rabb’ime hamd eder, sonra şefaat ederim...”
Buhari 7281, Müslim 193/322
Kimler Şefaat Eder?
Allah başta olmak üzere Melekler, Rasuller, Nebiler ve mü’minler şefaat ederler.
1) Allah-u Teâlâ’nın Şefaati
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“De ki: Şefaatin tamamı Allah’ındır.” Zümer 44
Amr bin Dinar, Cabir (Radiyallahu Anh)’ı Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den bu hadisi kulağıyla işittiğini söylerken dinlemiştir.
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Muhakkak Allah-u Teâlâ birçok insanları ateşten çıkarıp cennete girdirecektir!” buyuruyordu.
Müslim 191/317, Humeydi 1245, Tayalisi 1703, 1804, İbni Hibban 7483, Ahmed 3/381
Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği hadiste şöyle zikredilmiştir:
“...Sonra Allah-u Teâlâ:
‘Melekler şefaat ettiler, Nebiler şefaat ettiler, mü’minler de şefaat ettiler, şefaat etmedik bir merhametlilerin en merhametlisi kaldı’ buyurur ve ateşten bir kabza iki kabza kabzalayıp Allah için hiçbir hayır işlememiş, ateşin içinde yanarak kömür haline gelmiş insanları çıkarır. Kendisine ‘Hayat’ adı verilen bir suya getirir, onların üzerine o sudan döker...”
Müslim 183/302, İbni Huzeyme et-Tevhit 201
2) Meleklerin Şefaati
Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği hadiste şöyle zikredilmiştir:
“Sonra Allah-u Teâlâ:
‘Melekler şefaat ettiler.’ buyurur.”
Müslim 183/302, İbni Huzeyme et-Tevhit 201
3) Nebilerin Şefaati
Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği hadiste şöyle zikredilmiştir:
“...Sonra Allah-u Teâlâ:
‘Nebiler şefaat ettiler.” buyurur.”
Müslim 183/302, İbni Huzeyme et-Tevhit 201
4) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e Has Olan Şefaat
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e has olan şefaat şefaati uzmâdır. Bu hususta Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“...Böylece Rabb’in seni Makam’ı Mahmuda ulaştıracaktır.”
Makam’ı Mahmud: Büyük şefaat makamıdır.
İsra 79
Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Kıyamet günü insanlar küme küme olup her ümmet kendi Nebisinin arkasına düşerler ve:
−Ey falan bize şefaat et! Ey falan bize şefaat et! derler. En sonunda şefaat dileği Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e erişip nihayet bulur. Bu şefaat vakıası Allah’ın, Nebisi Muhammed’i Makamı Mahmud’a erdirdiği gün gerçekleşir.”
Buhari 4521, 4522
a) Şefaati’l-Uzmâ (Büyük Şefaat)
Bu hususta Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den şu hadisler rivayet edilmektedir. Enes (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Allah kıyamet gününde mü’minleri toplar. Onlar:
−İçinde bulunduğumuz bu durumumuzdan bizi kurtarması için Rabbimizden şefaat istesek derler. Müteakiben Âdem’e gelirler ve:
−‘Ey Âdem! İnsanların sıkıntı da olduğunu görmüyor musun? Allah seni kendi eliyle yarattı, meleklerini sana secde ettirdi ve her şeyin ismini sana öğretti. Bulunduğumuz bu durumdan bizi kurtarması için Rabb’in katında bizim için şefaatçi ol!’ derler.
Âdem:
−‘Ben buna ehil değilim!’ der ve onlara işlemiş olduğu o ağaçtan yeme hatasını zikreder.
Sonra:
−‘Fakat sizler Nuh’a gidin! Çünkü o, Allah’ın yeryüzü ahalisine gönderdiği ilk Rasuldür’ der. İnsanlar Nuh’a gelir ve ondan şefaat isterler.
Nuh:
−‘Ben buna ehil değilim!’ der ve işlediği bir hatayı zikreder.
Sonra:
−‘Rahmân’ın Halili olan İbrahim’e gidin!’ der. İnsanlar İbrahim’e gelip ondan şefaat isterler.
İbrahim de:
−‘Ben buna ehil değilim!’ der ve onlara işlediği hataları zikreder.
Sonra:
−‘Fakat siz Allah’ın kendisine Tevrat’ı verdiği ve kendisiyle konuştuğu kulu Musa’ya gidin!’ der. Onlar da Musa’ya giderler.
Musa da:
−‘Ben buna ehil değilim! der ve bir hatasını zikreder.
Sonra:
−‘Fakat sizler Allah’ın Kulu, Rasulü, kelimesi ve ruhu olan İsa’ya gidin!’ der. Onlar İsa’ya gelirler.
İsa da:
−‘Ben buna ehil değilim! Fakat siz geçmiş ve geri kalmış günahları bağışlanmış bir kul olan Muhammed’e gidin!’ der. Bunun üzerine insanlar bana gelir. Ben de gider Rabbimin huzuruna izin isterim. Bana huzura girmem için izin verilir. Ben Rabbimi görünce hemen O’nun için secdeye kapanırım. Allah beni bu hal üzere b��rakmak istediği kadar bırakır.
Sonra Allah tarafından bana:
−‘Ya Muhammed! Başını kaldır. Söyle, sözün dinlenir; iste, sana verilir; şefaat et, şefaatin kabul edilir’ denir. Ben, bana öğrettiği birçok hamdlerle Rabb’ime hamd ederim. Sonra şefaat ederim’ buyurdu.”
Buhari 7281, Müslim 193/322
b) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, Cennete Giriş İçin Ümmetine Şefaat Etmesi
Enes bin Malik (Radiyallahu Anh)’den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Ben cennette şefaat edecek kimselerin ilkiyim!..”
Müslim 196/300
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh)’ın şefaatle ilgili uzun hadiste:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ya Muhammed! Başını kaldır, iste isteğin sana verilecektir; şefaat et şefaatin kabul edilecektir’ denilir.
Ben secdeden başımı kaldırır:
−‘Ya Rab! Ümmetim ya Rab! Ümmetim’ der şefaat dilerim.
Bana:
−‘Ya Muhammed! Ümmetinden üzerinde hesap ve sual olmayanları cennetin kapılarından sağ kapıdan cennete koy! Onlar cennetin bundan başka öbür kapılarında da insanlarla ortaktırlar’ buyurulacak’ dedi.”
Buhari 4513, 4514, Müslim 194/327
c) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Hesap Görmeden Cennete Gireceklere Şefaat Etmesi
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Ümmetimden bir zümre hesapsız cennete girer ki, onlar yetmiş bin kişidir! Onların yüzü ayın on dördü gibi parlar.’
Ukkaşe bin Mıhsan üzerinde bulunan çizgili elbiseyi kaldırarak:
−Ya Rasulallah! Beni de onlardan kılması için Allah’a dua et dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Ey Allah’ım! Bunu da onlardan kıl’ diye dua etti...”
Buhari 5870, 6542, Müslim 216/369
d) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Büyük Günah Sahibi Mü’minler İçin Şefaati
Enes bin Malik (Radiyallahu Anh)’den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Şefaatim ümmetimden büyük günah sahibi kimseleredir.”
Ebu Davud 4739
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Her Nebinin, kabul edilmiş bir duası vardır. Her Nebi bu duasını kullandı. Bense duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için sakladım. Ümmetimden Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler İnşallah bu şefaate nail olacaktır!’ buyurdu.”
Müslim 199/338
Avf bin Malik el-Eşcei (Radiyallahu Anh)’den Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bazı seferlerinde onunla beraberdik dedi ve uzun bir hadis zikretti. O hadiste şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize geldi:
‘Bu gece bana Rabb’im tarafından bir melek geldi de şefaat etmemle, ümmetimin yarısının cennete girmesi arasında beni muhayyer kıldı. Ben şefaat etmemi seçtim’ buyurdu.
Biz:
−Ya Rasulallah! Bizi şefaat edeceğin kimselerden kıl dedik.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Şüphesiz sizler şefaatime ehil kimselersiniz!’ buyurdu.
Sonra biz Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber bir takım insanlarla karşılaştık. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara da:
−‘Bu gece bana Rabb’im tarafından bir melek geldi de şefaat etmemle, ümmetimin yarısının cennete girmesi arasında beni muhayyer kıldı. Ben şefaat etmemi seçtim’ buyurdu.
Onlar:
−Ya Rasulallah! Bizi şefaat edeceğin kimselerden kıl dediler.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Hazır olanları şahit tutuyorum. Benim şefaatime ümmetimden Allah’a hiçbir şeyi ortak yapmadan ölen kimseler nail olacaktır!’ buyurdu.”
İmam Acurri 806, Tirmizi 2558, İbni Mace 4317, Tayalisi 997, Abdurrezzak 20865, Ahmed 6/23, 28
e) Azabı Kesinleşmiş Bazı Kişilere Azabın Hafiflemesi İçin Şefaat Etmesi
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) amcası Ebu Talib’e azabının hafiflemesi için şefaat edecektir. Abbas (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
−Ya Rasulallah! Ebu Talib’e bir şeyle fayda sağladın mı? Şüphesiz o, seni daima muhafaza eder, senin için düşmanlarına karşı gazap ederdi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Evet, o, topuklarına kadar ateş havuzunun içindedir. Ben olmasaydım muhakkak o, ateşin en aşağı derekesinde olacaktı!’ buyurdu.”
Müslim 209/357
5) Mü’minlerin ��man Üzere Ölen Kimselere Şefaat Etmeleri
Ebu Said el-Hûdri (Radiyallahu Anh)’ın şefaat ile ilgili rivayet ettiği uzun hadiste:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘...Mü’minler ateşten kurtulup emin olduklarında nefsimi elinde bulunduran zata yemin ederim ki, mü’minlerin ateşe giren kardeşleri hakk��nda Rableriyle mücadele etmesi birinizin dünyada iken kendi hakkı için arkadaşıyla mücadele etmesinden daha şiddetlidir.
Mü’minler:
−‘Ey Rabb’imiz! Kardeşlerimiz bizimle beraber namaz kılıyor, oruç tutuyor, hac ediyorlardı, sen onları ateşe girdirdin!’
Allah:
−‘Gidin onlardan bildiklerinizi oradan çıkarın!’ buyurur. Mü’minlerse onların yanına gelir, onları yüzlerinden tanırlar. Ateş onların suretini yemez yüze ateş ulaşmaz! Ateş onlardan kiminin bacağına kadar isabet etmiştir, kiminin diz kapağına kadar isabet etmiştir! Oradan birçok beşeri çıkarırlar.
Sonra:
−‘Ey Rabb’imiz! Emrettiğin kimseleri çıkardık’ derler. Sonra mü’minler döner tekrar konuşurlar.
Allah da onlara:
−‘Gidin kalbinde bir dinar ağırlığınca iman olan kimseleri çıkarın!’ buyurur. Birçok halkı çıkarırlar.
Sonra:
−‘Ey Rabbimiz! Emrettiğin kimselerden hiç kimseyi orada bırakmadık’ derler.
Allah-u Teâlâ:
−‘Dönün kimin kalbinde yarım dinar ağrılığınca iman bulursanız onu oradan çıkarın!’ buyurur. Onlar birçok halkı oradan çıkarırlar.
Sonra:
−‘Ey Rabb’imiz! Emrettiğin kimselerden hiç kimseyi orada bırakmadık’ derler.
Bu durum Allah-u Teâlâ’nın:
−‘Gidin kalbinde zerre ağırlığınca iman bulunan kimseleri oradan çıkarın!’ buyurması ve onlarında birçok halkı oradan çıkarmasına kadar devam eder.’
Ebu Said (Radiyallahu Anh):
−Kim, bu hadise inanmazsa Allah-u Teâlâ’nın:
“Şüphesiz Allah zerre kadar zulmetmez! Zerre miktarı bir iyilik olsa onu kat kat yapar ve kendi katından da büyük müKâfat verir.” Nisâ 40 ayetini okusun dedi, sonra hadisi anlatmaya devam etti:
Sonra mü’minler:
−‘Ey Rabb’imiz! Emrettiğin kimseleri çıkardık kendisinde hayır olan hiç kimseyi orada bırakmadık’ derler...’ buyurdu.”
Müslim 183/302
El-Mikdam bin Ma’di Yekribe (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
‘Allah indinde şehid için altı haslet vardır:
1) Dökülen ilk damla kanı ile günahları bağışlanır.
2) Cennetteki makamı kendisine gösterilir.
3) Kabir azabından korunur.
4) En büyük korkudan emin olur.
5) Kendisine iman hüllesi giydirilir.
6) Hurü’l-İyn ile evlendirilir ve akrabalarından yetmiş kişiye şefaatçiliği kabul edilir’ buyurdu.”
İbni Mace 2799, Tirmizi 1663, Ahmed 167330
6) Mü’minlerden Şehitlerin Şefaati
Nimran bin Utbe ez-Zimari şöyle tahdis etti:
Biz yetim idik Ümmü’d-Derda’nın yanına girdik. Bize dedi ki:
−Size müjdeler olsun! Ben Ebu’d-Derda’nın şöyle dediğini işittim:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Şehid kendi ehlinden yetmiş kimseye şefaat edecek!” buyurdu.
Ebu Davud 2522
Şefaati İspat Hususunda İnsanlar Üç Kısma Ayrılmıştır
1) Müşrikler, Hristiyanlar ve tasavvuf müntesiplerinden haddi aşan sapık bidatçılar, tazim ettikleri kimseleri Allah ile kendi aralarında vasıta ve şefaatçi edinirler, bunun için de bazı ibadet çeşitlerini onlara sarf ederler.
2) Hariciler ve Mutezile, günahkâr kimselere şefaat edilmesini inkâr ederler.
3) Ehli sünnet, iman üzere ölen kimselere şefaat olunacağını ikrar edip kabul etmektedirler.
Bu hususta İbni Teymiye şöyle demiştir:
“Müslümanlar Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kıyamet günü Allah kendine izin verdikten sonra hesabın başlaması için şefaat edeceği üzere icma etmiştir. Ehli sünnet şefaat konusunda sahabenin ittifak ettiği hususlarda hem fikirdir. İttifak edilen hususlardan bir tanesi de büyük günah sahibi kimselere Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaat edeceğidir.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaati Mutezilenin zannettiği gibi sadece sevabın artması ve derecelerin yükselmesi için değildir! Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in birçok şefaati vardır bunlar yukarda zikredildi.
1) Müşriklerin, Hristiyanların vb Şefaat Hususundaki İnançları
Müşrikler, Hristiyanlar ve tasavvuf müntesiplerinden haddi aşan sapık bidatçıların şefaat hususunda ki akideleri sahih değildir! Çünkü onlar tazim ettikleri varlıkların Allah katındaki şefaatini dünyada insanlar arası bilinen hatır atma ameline dönüştürmektedirler. Oysa Allah katındaki şefaatle insanlar arasındaki şefaat arasında fark vardır. İnsanların yanındaki şefaatçi şefaat olunana bir aracı ile müracaat eder ve onu aracı yapar. Allah katındaki şefaat, insanların yanındaki şefaatin hilafına sadece O’nun izninden sonra olur:
“Allah’ın razı olup izin verdiğinden başkasına şefaat edemezler ve onlar, O’nun korkusunda titrerler.”
Enbiyâ 28
İnsanların yanındaki şefaatçiler, şefaat talep edilen kimseye tesir etme güç ve imkânına sahip olabilirler. Allah katındaki şefaatçilerin Allah’a tesir etme vb. bir imkânı yoktur.
2) Harici ve Mutezilenin Şefaat Hususundaki Görüşleri
Hariciler ve Mutezile ümmetin günahkârlarına şefaat edilmesini inkar edip bu hususta nakli ve akli deliller ileri sürmüştür.
Nakli delilleri: Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, kimsenin cezasını çekmez; kimseden şefaat da kabul edilmez; kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz!”
Bakara 48
“Yaptığınız her harcamayı veya adadığınız her adağı Allah bilir. Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur!”
Bakara 270
“Onları yaklaşan güne karşı uyar! Zira yürekler, boğazlara dayanmıştır; yutkunur dururlar. Zalimlerin ne bir dostu ne de sözü dinlenir bir şefaatçileri yoktur!”
Gafir 18
“Üzerine azap kelimesi (hükmü) kesinleşeni mi, sen ateşte bulunanı mı kurtaracaksın?”
Zümer 19
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“İnsanların arasını bozmak için söz taşıyan, devamlı içki içen, babasına ve annesine asi olan kimseler cennete giremez!”
Nesei 8/284, Darimi 2/112, Ahmed 2/201, İbni Huzeyme 237, 237
İbni Münir Keşşaf’a yaptığı talikte şöyle demektedir:
“Haricilerin şefaati inkârı, itaatkâr kimselere itaatleri için mükâfat, isyankâr kimselere de masiyetleri için ceza akıllarınca Allah’a vaciptir demelerindendir.”
Haricilerin şefaati inkârdaki bu halleri akıllarını her şeyin üzerinde tartışılmaz ölçü ve tek hâkim kabul etme sapıklığının neticesidir. Haricilerin bu görüşü mutezilenin her fırsatta övgüyle dile getirdiği sapık görüşlerinden biridir. Mutezile günahkârlara şefaat edileceğini inkâr edip onu da mezkûr ayetlerle delillendirirken, şefaati ispat eden ayet ve hadisleri görmezlikten geliyor veya onlara gözlerini tamamen kapatıyorlar.
Özellikle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ümmetin büyük günah işleyenlerine yapacağı şefaati ret etmektedirler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Şefaatim ümmetimden büyük günah sahibi kimseleredir!” buyurduğu halde, Mutezilenin önde gelen sabıklarından Ebu Ali el-Cubai şöyle demektedir:
“Nebi günah sahibi kimselere şefaat edemez, böyle bir şeyi yapması ona caiz değildir! Çünkü sevaba layık olmayan kimseye sevap vermek çirkin bir iştir. Onun müstahak olduğu şey devamlılık üzere ateşte kalmasıdır. Hal böyle olunca Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şefaatiyle o kimse ateşten nasıl çıkar?”
Şerhu’l-Usul 688
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hadisinde görüldüğü gibi, büyük günah sahiplerine şefaat edilmesi anlatılıyor. Hadisi reddeden Cubai ise büyük günah sahibine sevap verileceğini ve bunun çirkin olduğunu söylüyor. Günahkâr bir kimsenin günahının bağışlanması ayrı şey şefaatle günahının sevaba çevrilmesi ayrı şeydir. Mutezilenin ayağının kayıp dalalet çukuruna düşmesinin sebebi, büyük günah sahibi kimselerin, ondan tevbe etmeden ölürse ebediyen ateşte olduğunu; diğer hususlardaki iman ve amellerinin ona fayda vermeyeceği iddia etmelerindendir.
Ehli sünnet ise hariciler ve mutezilenin tam tersine büyük günah sahibi kimseler tevbe etmeden ölürlerse, onların Allah’ın meşietinde olduğunu dilerse affedeceğine dilerse azap edeceğine inanmaktadırlar. Biraz önce zikredilen hadis ise Ehli sünnetin bu görüşüne açık bir delildir.
Mutezilenin şefaati reddederken delil olarak zikredip tutunduğu ayetler, kıyamet günü gerçekleşecek şefaati ispat eden ayetlerden ayrı ayetlerdir. Mutezile ise onlara karşı tam bir körlük içindedir. O ayetlerden bir kaç tanesini burada zikredelim.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?..” Bakara 255
“Allah’tan gayrı dua ettikleri şeyler, şefaat etmeye sahip değillerdir! Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bundan müstesnadır.” Zuhruf 86
“O gün Rahmânın izin verip sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez!”
Ta-Ha 109
Bu ve benzeri şefaati ispat eden ayetler Kur’an’da çoktur. Onlardan bazısını şefaatin delilleri kısmında zikrettik.
Şefaati nefyeden ayetlere gelince, selefin onlardan anladığı Mutezilenin anladığının tam tersinedir. Bunun izahı şöyledir:
Mezkur ayetlerde nefyedilen şefaat ile kastedilen müşrik ve Kâfirlerin umduğu kendilerini Allah’ın elim azabından kurtarıcı şefaattir. Onların bu zannını Allah-u Teâlâ şöyle beyan ediyor:
“Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda vermeyecek şeylere tapıyorlar ve: ‘Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir!’ diyorlar.”
Yûnus 18
Bunlara Allah’ın sevip kendisinden şefaat etmek üzere razı olduğu hiç kimse şefaat etmeyecektir. Kendilerinin tazim edip şefaatini umduğu kimselerin şefaati de fayda vermeyecektir.
Bu hususta Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Sizi şu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? Dediler ki: Biz namaz kılanlardan olmadık. Yoksula da yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla beraber dalardık. Ceza gününü yalanlardık. İşte böyle iken ölüm bize gelip çattı. Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez!”
Müddessir 42, 48
“Onlar ve azgınlar tepe takla cehenneme atılırlar. İblisin bütün askerleri de. Onlar orada (tazim ettikleri evliyalarıyla) çekişerek derler ki:
−Vallahi biz apaçık sapıklık içindeymişiz. Çünkü sizi Âlemlerin Rabb’ine denk tutuyorduk. Bizi o suçlulardan başkası saptırmadı. Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var. Ne de candan bir dostumuz.”
Şuara 94, 101
Öte yandan Mutezilenin kullandığı:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in:
“İnsanların arasını bozmak için söz taşıyan, devamlı içki içen, babasına ve annesine asi olan kimseler cennete giremez!” vb. hadislere gelince Ehlisünnetin bu gibi hadislere bir kaç yönden izahı vardır.
Onlardan bir tanesini burada zikretmekte yarar görüyorum:
“Bu gibilerinin cezası cennete girmemektir! Ancak Allah-u Teâlâ kerem edip onları bağışlar ve cennetine kor. Çünkü Allah Müslüman olarak ölen hiç kimseyi ateşte ebedi olarak bırakmayacaktır
Buna Allah’ın:
“Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz! Bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar...”
Nisâ 116
“Bir zaman gelir ki, Kâfirler keşke Müslüman olsaydık diye arzu ederler.”
Hicr 2
Ayetlerinin tefsirinde anlatılan ifadeler şahitlik eder. İbni Cerir tefsirinde rivayet ettiğine göre, İbni Abbas ve Enes (Radiyallahu Anhum) bu ayeti şöyle tefsir etmişlerdir:
“Allah günah sahibi kimseleri müşriklerle beraber ateşte hapsedince, müşrikler mü’minlere:
‘Dünyada iken Allah’a ibadet etmeniz sizden hiç bir şeyi gidermedi’ derler. Bu söz Allah’ı kızdırır, akabinde rahmeti ve fazlı ile mü’minleri oradan çıkarır da cennete kor. İşte bu anda Kâfirler:
‘...Keşke Müslüman olsaydık!’ diye temenni ederler.”
İbni Cerir 14/3, 4, İbni Kesir, 4/442, 443, Tefsiri İbni Atiyye 8/280
3) Ehli Sünnetin İspat Ettiği Şefaat
Ehlisünnetin ispat ettiği şefaate gelince onun şartları vardır:
a) Allah’ın şefaatçiye şefaat için izin verilmesi.
“O’nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?”
Bakara 255
“O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez!..”
Yûnus 3
b) Allah’ın şefaat olunacak kimseden razı olması.
“Göklerde nice melekler var ki, onların şefaati hiçbir fayda vermez. Ancak Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olursa (bu müstesnadır)!”
Necm 26
“Allah’ın razı olup izin verdiğinden başkasına şefaat edemezler ve onlar, O’nun korkusunda titrerler.”
Enbiyâ 28
Şefaat Talebi İçin Allah’tan Gayrına Dua Edilmez!
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den yahut başkalarından:
−Bana şefaat ya Rasulallah! Bana şefaat et ey filanca! Gibi ifadelerle şefaat talep edilmesi doğru değildir.
Ancak bir kimse:
−Ey Allah’ım! Rasulünü benim hakkımda şefaatçi et der dua ederse bu müstesnadır, bu caizdir. Bunun delili ise Osman bin Hanif (Radiyallahu Anh)’ın rivayet ettiği hadiste şöyle demiştir:
“Gözleri görmeyen bir adam Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e geldi ve:
−Bana şifa vermesi için Allah’a dua et dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−‘Dilersen dua ederim ama istersen sabret! Sabretmen senin için daha hayırlıdır!’ buyurdu.
Adam:
−Allah’a dua et dedi.
Osman bin Hanif (Radiyallahu Anh) dedi ki:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona abdest almasını, abdestini güzel yapmasını ve şöyle dua etmesini emretti:
−‘Ey Allah’ım! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i benim hakkımda şefaatçi et!’ dedi.”
Tirmizi 3811, İbni Mace 1385, Ahmed 4/138
#ilim#akaid#şefaat#geniş kapsamlı bilgi#allah ilim ehlinden razı olsun#abdullah tamer hoca#bu kaffar ayet ve hadise rağmen şefaati inkar edenler var#bu kadar ayet ve hadise rağmen şefaati inkar etmek#ehlisünnet velcematten ayrılmayınız
20 notes
·
View notes
Photo
İMAM MUSA KAZIM (A.S)’IN AKIL RİSALESİ: Allah-u Teâlâ Kur’an’da akıl ve idrak sahibini şöyle müjdelemiştir: “Müjdele kullarımı, o kullarım ki sözü dinlerler de en güzeline uyarlar, onlar öyle kişilerdir ki Allah, onları doğru yola sevk etmiştir ve onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.”[1] Ey Hişam ibn-i Hakem, Allah-u Teâlâ akıl ile hüccetleri (kanıtları) insanlara tamamlamış, beyan (ilahi kitap) ile onlara hüccetlerini iletmiş ve kılavuzlar (peygamberler) ile de onları kendi Rabliğine hidayet etmiş ve şöyle buyurmuştur: “İlahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka bir ilah yoktur; O Rahman ve Rahimdir.” “Gerçekten göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara fayda vermek üzere denizde yürüyüp giden gemide, Allah’ın gökten yağmur yağdırarak yeryüzünü, ölümünden sonra diriltmesinde, sonra da yeryüzüne yürüyen hayvanları yaymasında, rüzgârları dilediği gibi estirip değiştirmesinde, gökle yer arasında emrine muti olan bulutta şüphe yok ki aklı erenler için (varlığına, birliğine) deliller vardır.”[2] Ey Hişam, Allah-u Teâlâ bu nişaneleri halkın, kendilerini yaratıp yöneten birinin var olduğunu anlamaları için bir delil kılıp şöyle buyurmuştur: “Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.”[3] “Hâ mim. Andolsun her şeyi açıklayan kitaba, şüphe yok ki biz, akledesiniz, anlayasınız diye Kur’an’ı arapça kıldık.”[4] “Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği getirmesi ve gökten su indirmek suretiyle onunla ölümünden sonra yeri diriltmesi de, O’nun ayetlerindendir. Şüphe yok ki bunda, akleden topluluk için gerçekten deliller vardır.”[5] Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teâlâ akıl ehline öğüt vermiş ve onları ahirete rağbetlendirip şöyle buyurmuştur: “Dünya yaşayışı, ancak bir oyundan, bir oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduysa korkup çekinenler için daha hayırlıdır. Yine de akletmez misiniz?”[6] “Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının meta (geçimi) ve süsüdür. Allah katında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Yine de akletmez misiniz?”[7] Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teâlâ, akletmeyen kimseleri azapla tehdit edip şöyle buyurmuştur: “Sonra da geride kalanları yerle bir ettik. Siz onların yurtlarından sabah ve akşam vakitleri geçip gidiyorsunuz. Yine de akletmez misiniz?”[8] Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teâlâ aklın ilim ile birlikte olduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştur: “Bu örnekleri insanlara vermekteyiz, ancak âlimlerden başkası bunları akletmez.”[9] Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teâlâ akletmeyen kimseleri kınayıp şöyle buyurmuştur: “Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun.” dense, onlar: “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız.” derler. (De ki) ya ataları aklı bir şeye ermeyip doğru yolu da bulmamış idiyseler (yine de mi onlara uyacaklar)?”[10] “Şüphesiz ki yerde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, aklı, idraki olmayan sağır ve dilsizlerdir.”[11] “Onlara: “Gökleri ve yeryüzünü kim yarattı?” diye soracak olsan hiç tartışmasız, “Allah” diyecekler. De ki: “Hamd Allah’a mahsustur.” Hayır, onların çoğu bilmezler.”[12] Daha sonra Allah çoğunluğu kınayıp şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde bulunanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp saptırırlar…”[13] “Ama onların çoğu bilmezler ve onların çoğu anlamazlar.”[14] Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teâlâ azınlığı methedip şöyle buyurmuştur: “Kullarımdan şükretmekte olanlar pek azdır.”[15] “iman edip de salih amellerde bulunanlar ne kadar da azdır.”[16] “Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.”[17] Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teâlâ akıllıları çok güzel bir şekilde anmış ve en güzel ziynetle ziynetlendirip şöyle buyurmuştur: “Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.”[18] Ey Hişam, Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: “Hiç şüphesiz bunda, (öncekilerin helakinde) kalbi -yani aklı- olan kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır.”[19] “Ve andolsun ki biz, Lokman ’a hikmet -yani anlayış ve akıl- verdik.”[20] Ey Hişam, Lokman oğluna şöyle buyurmuştur: “İnsanların en akıllısı olman için hakka itaat et; dünya derin bir denizdir, birçok insan onda boğulmuştur. Bu denizde gemin takva, (geminin) yükü iman, yelkeni tevekkül, kaptanı akıl, kılavuzu (pusulası) ilim, demiri ise sabır olmalıdır.” Ey Hişam, her şeyin bir nişanesi vardır; akıllının nişanesi de tefekkürdür; tefekkürün nişanesi de susmaktır. Her şeyin bir bineği vardır; akıllının bineği de alçak gönüllülüktür. Nefyedildiğin şeyi yapman, cehalet bakımından sana yeter. Ey Hişam, elindeki “cevize” halk “inci”dir derse sana bir faydası olmaz; çünkü sen onun ceviz olduğunu biliyorsun. Elindeki “inci”ye de halk “cevizdir” derse sana bir zararı olmaz; çünkü sen onun inci olduğunu biliyorsun. Ey Hişam, Allah-u Teâlâ bütün peygamber ve elçilerini ancak kulların akıllarıyla Allah’ı tanımaları için göndermiştir. Öyleyse Allah’ı daha güzel tanıyanlar, O’nun davetini daha güzel kabul ederler; aklı daha güzel olanlar, Allah’ın emrini daha güzel bilirler ve daha akıllı olanların makamları, dünya ve ahirette daha yüce olur. Ey Hişam, hiçbir kul yoktur ki, bir melek onun perçeminden tutmamış olsun. Tevazu ettiğinde Allah onu yüceltir, tekebbür ettiğinde de Allah onu küçültür. Ey Hişam, Allah-u Teâlâ’nın, insanların üzerinde iki hücceti (kanıtı) vardır: Zahiri hüccet ve batıni hüccet. Zahiri hüccet Resul, Peygamber ve imamlardır; batıni hüccet de akıllarıdır. Ey Hişam, akıllı adam helalin kendisini şükretmekten alıkoymadığı ve haramın da sabrını taşırmadığı kimsedir. Ey Hişam, kim üç şeyi üç şeye musallat kılırsa aklını yok etmek için heva ve hevesine yardım etmiş gibi sayılır: Fikrinin nurunu uzun arzularla söndüren, çok konuşmakla hikmetli sözlerini mahveden ve ibret almak nurunu nefsanî şehvetlerle yok eden. Aklını yok eden kimse de dinini ve dünyasını ifsat eder. Ey Hişam, aklını Allah’ın emirlerine önem vermekten alıkoyup, heva ve hevesini aklına egemen kıldığın halde, amelin Allah katında nasıl temiz olabilir? Ey Hişam, yalnızlığa sabretmek, aklın güçlülüğünün belirtisidir. Kim Allah-u Tebareke ve Teâlâ hakkında düşünürse, dünya ehlinden ve ona rağbet gösterenlerden uzaklaşır ve Rabbi katında olan şeylere yönelir. Allah-u Teâlâ, ise korkuda onun munisi (dostu) ve yalnızlıkta yâri olur, fakirlikte onu ihtiyaçsız kılar ve aşireti olmaksızın da onu aziz eder. Ey Hişam, halk Allah’a itaat için yaratılmıştır; kurtuluş itaatle, itaat ilimle, ilim öğrenmekle ve öğrenmek de akıl ile sağlanır ve ilim ancak rabbanî âlimden alınır; âlim de akılla tanınır. Ey Hişam, akıllı bir kimsenin az ameli Allah katında birkaç katıyla kabul olunur. (Ama) heva heves ehli ve cahilin çok ameli ise reddolunur. Ey Hişam, akıllı adam hikmetle bir arada olan az dünya malına razı olur; (ama) hikmetsiz olan çok dünya malına razı olmaz. İşte bunun içindir ki akıllıların ticaretleri kârlıdır. Ey Hişam, yeterli miktar seni ihtiyaçsız kılıyorsa, dünyada olan en az şey (sade yaşayış) sana yeter. (Ama) yeterli olan miktar seni müstağni kılmıyorsa (o zaman) dünyada olan hiçbir şey seni müstağni kılmaz. Ey Hişam, akıllı kimseler, dünya malının ihtiyaçtan fazlasını terk etmişler; nerde kaldı ki günahları terk etmesinler. Oysaki ihtiyaçtan fazlasını terk etmek fazilettir, günahı terk etmek ise farzdır. Ey Hişam, akıllı kimseler dünyada zahidlik yapıp ahirete meyletmişlerdir. Çünkü onlar dünya ve ahiretin hem talip (arayan) ve hem de matlup (aranan, istenen) olduğunu anlamışlardır. Kim ahireti talep ederse, dünya onu talep eder ve o kendi rızkını tamamıyla dünyadan alır. Kim dünyayı talep ederse ahiret onu talep eder; ölüm de onu yakalayarak, dünya ve ahiretini yok eder. Ey Hişam, kim malsız zengin olmayı, kalbinin kıskançlıktan uzak olmasını ve dininin selamette kalmasını istiyorsa; dualarında Allah’tan aklını kâmil etmesini dilemelidir. Aklı kâmil olan, yeterli olan miktara kanaat eder, yeterli olana kanaat eden zengin olur; yeterli olana kanaat etmeyen kimse ise kesinlikle zenginlik yüzü görmez. Ey Hişam, Allah-u Teâlâ, buyurmuştur ki: Salih olan bir kavim; kalplerinin saptığını, körlüğe ve helake döndüğünü gördükleri zaman şöyle demişlerdir: “Rabbimiz, bizi doğru yola sevk ettikten sonra kalplerimizi saptırma ve kendi katından bize rahmet bağışla, şüphe yok ki sen, fazlasıyla bağışlayansın.”[21] Allah’ı tanımayan O’ndan korkmaz; göreceği ve hakikatini bulacağı sabit bir marifet de kalbine yerleşmez. Hiç kimse; sözü amelini tasdik etmedikçe ve gizli ameli açıktaki ameli ile mutabık olmadıkça bu marifete erişmez. Çünkü Allah-u Teâlâ gizli ve örtülü olan akla, ancak zahir olan delili nişane kılmıştır. Ey Hişam, Emi r – ü l Mü ’mi n i n Al i aleyhi’s-selam şöyle buyuruyordu: “Allah’a ibadet etmek için akıldan daha iyi hiçbir vesile yoktur.” Hiç kimsenin aklı, kendisinde şu birkaç haslet olmadıkça kâmil olmaz: Küfüründen ve şerrinden emin olunulması, olgunluk ve hayrının umulması, malının fazlasını (Allah rızası için) harcaması, fazla konuşmaması, dünyada kendisine yetecek miktarla yetinmesi, ömür boyu ilme doymaması, Allah’a itaat edip zelil olmanın, başkalarına (tağutlara) uyup izzetli olmaktan ona daha sevimli olması, alçak gönüllü olmayı seçkinlikten daha fazla sevmesi, başkalarının az iyiliğini çok, kendisinin çok iyiliğini de az sayması, halkın hepsini kendisinden iyi bilmesi, kendisini de onların en kötüsü görmesi; bunlar aklın kemâlidir. Ey Hişam, dili doğru söyleyenin ameli temiz olur, iyi niyetli olanın rızkı çoğalır, kardeşlerine ve ailesine iyilik yapanın da ömrü uzar. Ey Hişam, hikmeti cahillere öğretmeyin; hikmete zulmetmiş olursunuz ve onu ehlinden esirgemeyin; onlara cefa etmiş olursunuz. Ey Hişam, (akılsızların) hikmeti size bıraktıkları gibi siz de dünyayı onlara bırakın. Ey Hişam, yiğitliği olmayanın dini olmaz, aklı olmayanın da yiğitliği olmaz. Halkın en değerlisi dünyayı kendisi için bir makam olarak görmeyen kimsedir. Bilin ki bedenlerinizin kıymet ve değeri ancak cennettir. Öyleyse onu başka bir şeye satmayın. Ey Hişam, Emir – ü l Müminin Ali aleyhi’s-selam şöyle buyuruyordu: “Meclisin (toplantının) başında ancak üç sıfata sahip olan kimse oturabilir: Bir şey sorduklarında cevap veren, halkın söz bulup konuşamadığı zaman konuşan, mecliste oturanların maslahatına uygun olan görüşü ortaya koyan. Bu üç sıfattan birine sahip olmaksızın meclisin başında oturan kimse ahmaktır.” Hasan ibn-i Ali aleyhi’s-selam şöyle buyurmuştur: “ihtiyaçlarınızı karşılamak istediğinizde ehlinden isteyin.” “Ey Resulullah’ınoğlu, ehli kimlerdir?” diye sorulduğunda buyurdular: “Allah’ın, Kur’anda beyan ettiği kimselerdir.” Allah buyuruyor ki: “Hiç şüphesiz temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünmektedir.”[22] Ali ibn-i Hüseyin (imam Zeyn-ul Abidin) aleyhi’s-selam da şöyle buyurmuştur: “Salih kimselerle oturmak insanı salaha (doğruluğa) götürür, âlimlerin adabına uymak aklı çoğaltır, adil yöneticilere itaat etmek izzetin kemalidir; (ticaretle) malını artırmak ise yiğitliğin kemalidir. İstişare edene doğru yolu göstermek nimetin hakkını eda etmektir. Halka eziyet etmemek aklın kemali olduğu gibi dünya ve ahirette de bedenin rahatlığına sebep olur.” Ey Hişam, akıllı kimse kendisini yalanlamasından korktuğu kimseye bir şey söylemez, reddedeceğinden endişe ettiği kimseye ağız açmaz (bir şey istemez), gücü yetmediği şeyi vaat etmez, arzu etmesiyle kınandığı şeyi arzu etmez ve aciz kalacağından korktuğu ise teşebbüs etmez. Emi r – ü l Mü’mi n i n Al i aleyhi’s-selam ashabına şöyle buyuruyordu: “Gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, sevinç ve gazap halinde adaletli olmayı, fakirlik ve zenginlikte ticaret yaparak mal kazanmayı size tavsiye ediyorum. İlişkisini kesenle ilişki kurun. Zulmedeni affedin. Mahrum kalana bağışta bulunun. Bakışınız ibret, susmanız fikir, sözünüz zikir ve tabiatınız da cömertlik olmalıdır. Çünkü hiçbir cimri cennete giremeyecektir; hiçbir cömert de cehenneme girmeyecektir. Ey Hişam, Allah kendisinden hakkıyla hayâ edip utanan, başını ve başında yer alan uzuvlarını (göz, kulak, dil ve diğer uzuvlarını) haramdan koruyan, karnı ve karnının koruduğu şeyleri (yemeği ve içmeyi) haramdan sakındıran, ölümü ve çürümeyi hatırlayan, cennetin zorluklarla çevrildiğini ve cehennemin de lezzet ve şehvetlerle kuşatılmış olduğunu bilip idrak eden kimseye rahmetini yağdırsın! Ey Hişam, Allah kıyamet günü, kendisini halkın haysiyetini çiğnemekten alıkoyan kimsenin hatalarından geçer. Kim halka karşı gazabının önünü alırsa, Allah da kıyamet günü ona karşı gazabının önünü alır. Ey Hişam, akıllı kimse, isteğine uygun olsa bile yalan söylemez. Ey Hişam, R e s u l u l l a h ’ın kılıcının kabzasında şöyle yazılmıştı: “Allah katında, insanların en çok haddi aşıp isyan edeni, (kısasta) vurandan başkasını vuran ve katilden başkasını öldüren kimsedir “.[23] Kim gerçek velileri bırakıp da başkalarını kendisine veli edinirse Allah’ın, Muhammed peygamberine indirdiği şeye kâfir olmuştur. Kim dinde bid’at çıkarır veya bid’at çıkaranı barındırırsa, Allah-u Teâlâ kıyamet günü onu affetmeyeceği gibi hiçbir fidye ve karşılık da ondan kabul etmez. Ey Hişam, kulu Allah’a yaklaştıracak en güzel vesile, Allah’ı tanıdıktan sonra namaz kılmak, anne ve babaya iyilik etmek, haset, bencillik ve övünmeyi terk etmektir. Ey Hişam, karşında bulunan günlerini ıslah et (düzeltmeye çalış); o günlerin nasıl olacağına bak ve onlar için cevap hazırla. Şüphesiz sen durdurulup sorguya çekileceksin. Zamandan ve ehlinden öğüt al. Çünkü zaman hem kısadır, hem de uzun. Rağbetinin çoğalması için amelinin karşılığını görürcesine çalış; Allah’ı tanı. Zamanın ve hallerin değişkenliği hakkında düşün. Dünyanın geleceği geçmişine benzer; öyleyse ondan ibret al. Ali ibn-i Hüseyin ( imam Zeyn-ul Abidin) aleyhi’s-selam şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünün, doğusunda ve batısında, denizinde ve karasında, ovasında ve dağında bulunan güneş ışığının ulaştığı şeylerin hepsinin, evliyaullah’ın (Allah’ın hakiki dostlarının) yanındaki değeri, öğleden sonra oluşan ve çabuk kaybolup giden gölgeye benzer.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Bu kalıntıyı (dünyayı) ehline bırakacak hür bir kişi yok mudur? Canınızın değeri ancak cennettir; öyleyse onu başka bir şeye satmayın. Kim Allah’ın nimetlerinden sadece dünyaya razı olursa değersiz bir şeye razı olmuştur.” Ey Hişam, bütün insanlar yıldızları görür; ama yıldızların rotası ve dönüş yerlerini bilenden başkası onlara bakıp kendi yolunu bulamaz. Böylece sizler de hikmet öğreniyorsunuz, ama onunla amel edenlerden başkası hidayete erişemez. Ey Hişam, Hz. Mesih aleyhi’s-selam, havarilerine şöyle buyurdu: “Ey kötülüğe meyleden kullar, hurma ağacının yüksekliğinden korkuyorsunuz, dikenlerini ve çıkma zorluğunu düşünüyor, onun tatlı meyvesini ve faydalı olan kısımlarını unutuyorsunuz. Böylece siz ahiret için amel etmenin de zorluğunu düşünüyorsunuz, bundan dolayı ahiret yolu size uzak ve uzun geliyor, ahirette ulaşacağınız nimetleri, güzellikleri ve ahiret meyvelerini unutuyorsunuz. Ey kötü kullar, buğdayın tadına varmak ve lezzetli hale getirmek için onu temizleyin ve onu yumuşatın; imanın da tadına varmanız ve meyvesinden yararlanmanız için onu halis ve kâmil hale getirin. Şu söylediğim bir gerçektir ki, eğer karanlık bir gecede katran yağı ile yanan bir çıra bulsanız onun kötü kokusu, ışığından yararlanmanızı engellemez. Böylece hikmeti de kimde bulursanız onu alın, o adamın ona rağbetsiz olması size engel olmamalıdır. Ey dünya kulları! Hak olarak diyorum ki: Ahiret şerefine ancak sevdiğiniz şeyleri terk etmekle nail olabilirsiniz. Tövbe etmek için yarını beklemeyin. Çünkü yarından önce bir gece ve gündüz vardır; Allah’ın kaza ve kaderi her gece ve gündüz caridir. Şu söylediğim bir gerçektir ki: Borçlu olmayan, borçlu olandan -borcunu iyi bir şekilde ödeyebilse dahi- daha huzurlu ve kaygısızdır. Bunun gibi günah işlemeyen kimse de günah işleyenden, her ne kadar halis tövbe edip Allah’a dönse dahi daha çok huzurludur. Küçük günahlar Şeytan’ın tuzaklarındandır. Şeytan, günahlarınızın toplanması ve ardından sizi kutsatması için onları gözünüzde küçük ve basit gösterir. Şu gerçeği bilmelisiniz ki: insanlar hikmet hususunda iki kısımdır: Biri onu diliyle iyice açıklar ve ameliyle de tasdik eder; diğeri ise diliyle onu iyice ortaya koyarken kötü ameliyle onu zayi eder. Bu iki grup arasında ne kadar da fark vardır. İlmiyle amel edenlere ne mutlu. İlimleri dillerinden öteye geçmeyenlere de yazıklar olsun! Ey kötülüğe meyleden kullar! Rabbinizin camilerini, beden ve alınlarınızın zindanı edin; kalplerinizi takva evi kılın; onları şehvetler yuvası kılmayın. Musibete karsı çok sabırsızlık göstereniniz, dünyayı çok seveninizdir. Musibete karşı sabırlı olanınız, dünyada zahit olanınızdır. Ey kötülüğe meyleden kullar! Çalıp kaçan karga, hilekâr tilki, hıyanetkâr kurt ve saldırgan aslana benzemeyin, onların ava yaptığı hareketi sizler de insanlara yapmayın; bir grubu avlayıp, bir gruba hile yapıp ve diğer bir gruba da hıyanet etmeyin. Bedenin görünürde sağlam, içte ise bozuk olmasının, bedene hiçbir yararı olmadığı gibi, kalpleriniz de bozuk olduğunda, bedenlerinizin sağlığının bir yararı olmaz. Kalpleriniz kirli olduğu halde, derilerinizi temizlemeniz ne yarar sağlar? Güzel ve yumuşak unu dışarı çıkarıp kepeği (içerisinde) tutan elek gibi olmayın; siz de hikmeti ağzınızdan dışarı çıkarıyorsunuz ama kin gönüllerinizde kalıyor. Ey dünya kulları, sizin misaliniz, kendisini yakıp halkı aydınlatan çıraya benziyor! Sevabı bütün hayırlardan daha çabuk ulaşan şey ihsandır. Cezası bütün günahlardan daha çabuk oluşan şey de zulümdür. Kulların en kötüsü, kötü dilli olduğundan dolayı kendisiyle birlikte oturulması sevilmeyen kimsedir. Acaba halkı yüz üstü cehennem ateşine atan, dilin ürünlerinden başka bir şey midir? Saçma sözleri terk etmek, kişinin dininin güzel olduğunu gösterir. Ey Hişam, korku ve ümit içerisinde olmayan, mü’min değildir. Korktuğu ve ümit ettiği şey için çalışmayan da korku ve ümit içerisinde değildir. Ey Hişam, Allah-u Teâlâ buyurmuştur ki: “izzetime, celalime, azametime, nuruma ve makamımın yüceliğine and olsun ki, isteğimi kendi isteğine tercih eden her kulun gönlünü ihtiyaçsız (tok) kılarım, gayretini ahireti için sarf ettiririm, işinde başarılı yaparım, gökleri ve yeri rızkına kefil kılarım ve her tacirle ticaretinde onu muvaffak ederim.’’ Ey Hişam, gazap şerrin anahtarıdır. İman yönünden, müminlerin en kâmil olanı ahlakı en güzel olandır. Halkla muaşeretinde ilişki kurduğun herkesten, iyilik bakımından daha üstün olmaya çalış. Ey Hişam, daima yumuşak davran. Çünkü yumuşaklık, uğur getirir; sertlik ise uğursuzluğa yol açar. Yumuşaklık, ihsan ve güzel ahlak, beldeleri imar eder ve rızkı da çoğaltır. Ey Hişam, Allah’ın: “iyiliğin karşılığı, iyilikten başka bir şey olabilir mi?[24] emri, bütün mü’min, kâfir, iyi ve kötü insan hakkında geçerlidir. Kendisine iyilik yapılan kimse, onu telafi etmelidir; (şunu da bil ki) daha üstün bir iyilik yapmaz da yalnız aynı iyilikle karşılık verirsen, bu onu telafi etmek sayılmaz; onun yaptığı iyiliğin aynısını yaptığında üstünlük, ilk iyilik yapanındır. Ey Hişam, dünya dış yüzü yumuşak olan, ama içinde öldürücü zehir bulunan bir yılana benzer; akıllı kişi ondan çekinir, çocuk ise ona doğru elini uzatır. Ey Hişam, Allah’ın itaatine sabret! Allah’a karşı isyan etmekten sakın! Dünya kısa bir süreden ibarettir; geçen kısmının ne sevincini hissedebilirsin ve ne de üzüntüsünü; geleceğin de nasıl olacağını bilmiyorsun. Öyleyse içerisinde bulunduğun bu süreye de hoşnutlukla sabret (ta ki ondan faydalanmış olasın). Ey Hişam, dünya deniz suyuna benzer; susayan ondan her ne kadar içerse, içenin susamışlığını daha da arttırır ve nihayet onu öldürür. Ey Hişam, tekebbür etmekten sakın. (Zira) kimin kalbinde, bir zerre miktarınca kibir olursa, cennete giremez. Büyüklük Allahın ridasıdır; kim Allah’ın ridası hususunda O’nunla çekişirse Allah onu yüzü üstü cehenneme atar. Ey Hişam, her gün kendisini hesaba çekmeyen kimse bizden değildir. İyi iş yaparsa onu çoğaltmalı; kötü iş yapmış olursa da Allah’tan af dilemeli ve tövbe edip Allah’a yönelmelidir. Ey Hişam, dünya, mavi gözlü bir kadın şeklinde Hz. İsa ’ya göründü. Hz. İsa (as) ona: (Şimdiye kadar) “Kaç kişiyle evlendin?” diye sordu. Dünya : “Çok kişilerle evlendim” dedi. Hz. İsa : “Hepsi seni boşadılar mı?” dedi. Dünya: “Hayır, hepsini öldürdüm” dedi. (Bunun üzerine) Hz. İsa : “Öyleyse geri kalan kocalarına yazıklar olsun; onlar nasıl da geçmişlerden ibret almıyorlar?” diye buyurdu. Ey Hişam, bedenin aydınlanması göze bağlıdır. Göz aydın olursa bedenin hepsi aydın olur. Ruhun aydınlanması da akla bağlıdır; kul akıllı olursa Rabbini tanır ve Rabbini tanıdığında da dinini öğrenir; Rabbini tanımazsa dini de kalmaz. Bedenin ancak ruh ile ayakta kalması gibi din de ancak halis niyetle kalıcı olur. Halis niyet de ancak akıl ışığıyla sebat bulur. Ey Hişam, ziraat yumuşak yerde yapılır; kayanın üzerinde değil. Hikmet de mütevazı kalpte yerleşir ve hayatını sürdürür; mütekebbir kalpte değil. Allah-u Teâlâ, tevazuu aklın vesilesi kıldığı gibi tekebbürü de cehaletin vesilesi kılmıştır. Başını dik tutup tavana vuranın, başının yarıldığını ve başını aşağıya dikenin ise tavanın gölgesinden yararlandığını bilmiyor musun? Allah-u Teâlâ da, tevazu etmeyeni alçaltır, tevazu edeni ise yüceltir. Ey Hişam, zenginlikten sonra fakirlik, ibadetten sonra günah ne de kötüdür; bundan daha kötü de abid bir kulun, ibadetini terk etmesidir. Ey Hişam, yaşantı ancak iki kişi için hayırlıdır: “Dinleyip anlayana ve konuşan âlime.” Ey Hişam, kulların arasında akıldan daha üstün bir şey taksim edilmemiştir (Allah-u Teâlâ akıldan daha üstün bir şey kullara vermemiştir). Akıllının uykusu, cahilin (ibadetle meşgul olarak) gece uyumamasından daha üstündür. Allah, bütün peygamberleri akıl ile hatta onların akılları, bütün mütefekkirlerin (fikri) çabasından daha üstün olacak şekilde göndermiştir (başkaları, tüm çabalarına rağmen onların aklına ulaşamamışlardır). Hiçbir kul, akletmedikçe, Allah’ın farzlarından hiçbirini edâ edemez. Ey Hişam, mü’mini suskun gördüğünüzde ona yaklaşın. Çünkü o hikmetli söz söyler. Mü’min az konuşur, çok amel eder. Münafık da çok konuşur, az amel eder. Ey Hişam, Allah-u Teâlâ Hz. Da v u d ’a şöyle vahyetti: “E y Da v u d, kullarıma de ki, benimle kendi aralarında dünyaya aldanmış bir âlimi vasıta kılmasınlar. Çünkü o âlim onları, beni anmak, beni sevmek ve bana niyazda bulunmaktan alıkoyar. Bu çeşit âlimler, kullarımın yolunu kesen yol kesicilerdir. Onların en küçük cezası, bana münacatta bulunma tadını ve sevgisini kalplerinden çıkarmamdır.” Ey Hişam, kim büyüklenirse göklerin ve yerin melekleri ona lanet eder. Kim kardeşlerine kibirlenir, onlara üstünlük taslarsa Allah’a karşı gelmiştir; kendisinde olmayan bir üstünlüğü iddia eden ise çabasını, hidayetine sebep olmayan bir şey uğruna sarf etmiştir. Ey Hişam, Allah-u Teâlâ, Da v u d aleyhi’s-selâm’a şöyle vahyetti: “E y Da v u d, ashabını şehvet sevgisinden sakındır ve (bunun akıbetinden) korkut. Şüphesiz gönülleri dünya şehvetlerine bağlı olanların kalpleri benden uzaktır.” Ey Hişam, dostlarıma karsı kibirlenmekten ve onlara ilmin ile övünmekten sakın. Zira böyle yaparsan Allah sana gazap eder. Allah’ın gazabından sonra da artık ne dünyanın sana faydası olur ve ne de ahiretinin. Dünya hayatında, oturduğu ev kendisine ait olmayan ve her an için göç etmeyi bekleyen kimse gibi ol. Ey Hişam, din ehli ile birlikte oturmak, dünya ve ahiret şerefidir. Hayırsever akıllı kimse ile istişare etmek, uğurluluk, bereket, olgunluk ve ilahi bir basarıdır. Hayırsever akıllı, sana nasihat ettiğinde sakın muhalefet etme. Çünkü bu tavır helak olmana sebep olur. Ey Hişam, herkesle oturup kalkmak ve onlara ısınıp dostluk kurmaktan sakın; emin birisini bulursan onunla dostluk kur ve yırtıcı hayvanlardan kaçtığın gibi (emin olmayan) diğer kimselerden kaç. Akıllı adam, sevilmeyecek bir iş yaptığında Allah’tan utanmalı ve Allah ona bazı nimetler tahsis ettiğinde de başkalarını onda ortak kılmalıdır. İki iş karşına çıkar da hangisinin daha hayırlı ve daha doğru olduğunu bilmezsen, onlardan hangisinin heva ve hevesine daha yakın olduğuna bak ve ona muhalefet et; çünkü doğru işlerin çoğu, heva ve hevese muhalif olan şeylerdir. Hikmeti elde edip onu cahillerin eline vermekten sakın. Hişam; imam aleyhi’s-selâm’a: “Eğer hikmeti talep eden, fakat söylenen sözleri kavramaya akıl gücü yetmeyen birisine rastlarsam ne yapayım?” diye sorunca, imam şöyle buyurdular: Şefkatle nasihatte bulun; buna da kalbi sıkılırsa o zaman kendini fitneye maruz kılma. Mütekebbirlerin reddinden (inkârından) kork. Çünkü ilim, uykuda olanlara açıklanırsa değersiz olur. “Soru sormasını bilen birini bulamadığımda ne yapayım?” diye arz ettiğimde de imam şöyle buyurdular: Konuşmak ve sözlerinin reddolunması belasından kurtulman için soru soramamalarını ganimet bil. (Yani anlama ve idrak kabiliyeti olmayan birisine hikmetli sözü söyleyip bir şey anlatmak üzerinde ısrar etme). Bil ki Allah mütevazıleri, tevazuları miktarınca değil, kendi kerem ve cömertliğine yaraşırcasına yüceltir ve korkanlara, korkuları miktarınca değil, kendi kerem ve ihsanınca güvenlik bahşeder. Hüzünlüleri de hüzünleri miktarınca değil, rahmet ve şefkatine yaraşırcasına huzura kavuşturur. Rauf ve Rahim olan Allah, dostlarına eziyet eden kimselerden bile şefkat ve dostluğunu esirgemiyor. Öyleyse O’nun yolunda eziyete maruz kalanlara nasıl davranacağını bir düşün! Yine Allah’la düşmanlık eden kimsenin tövbesini kabul eden Tevvab ve Rahim olan Allah’ın, O’nun rızasını kazanmak için çalınan ve O’nun yolunda halkın düşmanlığına maruz kalan kimseye ne yapacağını düşün! Ey Hişam, kim dünyayı severse ahiret korkusu kalbinden çıkar. Bir kula ilim verilir de dünya sevisi kalbinde artarsa, Allah’tan uzaklaşması arttığı gibi Allah’ın gazabı da ona çoğalır. Ey Hişam, Ey Hişam akıllı gücünün dışında olan şeyi terk eden kimsedir. Doğru işlerin çoğu, nefsi isteklerin aksine olanlardır. Uzun arzulu kimsenin ameli kötü olur. Ey Hişam, ecelin gerisini görseydin artık uzun arzulara kapılmazdın! Ey Hişam, ihtirastan sakın. Halkın elindeki şeylere göz dikme. Halktan bir şey ummak fikrini kalbinde öldür. Çünkü başkasına göz dikmek zilletin anahtarıdır ve bu tutum aklı yok eder, yiğitliği çürütür, şerefi lekeler ve ilmi giderir. Allah’a sığınmayı ve O’na tevekkül etmeyi unutma. İsteklerinden alıkoymak için nefsinle cihad et. Nefsine karsı cihad etmek düşmana karşı cihad etmek gibi sana farzdır. Hişam diyor ki: imam aleyhi’s-selâm’a: “Hangi düşmanla savaşmak daha farzdır?” diye arz ettiğimde şöyle buyurdular: “Sana daha yakın, daha şiddetli, daha zararlı, düşmanlığı daha büyük, yakın olmasıyla birlikte daha gizli olan ve düşmanları senin aleyhine tahrik eden kimseyle; yani kalplerde vesvese etmekle görevli olan şeytanla savaşmak daha farzdır. Senin şeytana karşı düşmanlığın daha şiddetli olmalıdır; o, seni helak etmek için senden daha dirençli olmamalıdır. Çünkü şeytan güçlü olmasıyla birlikte senden daha zayıftır; şerli olmasıyla birlikte zararı senden daha azdır. Sen Allah’a sığınırsan doğru yolu bulmuş olursun. Ey Hişam, Allah kime üç şeyi ikram ederse, ona lütfetmiştir: “Heva ve hevesinin hakkından gelecek akıl, cehaletini yenecek ilim, fakirlik korkusuna yetecek zenginlik.” Ey Hişam, bu dünyadan ve bu dünya ehlinden kork. İnsanlar dünyada dört kısımdır: Heva ve hevesine uyan kararsız kişi; ilmi arttıkça kibri artan, ilmi ve okumasını kendisinden aşağıdakilere, bir üstünlük ve imtiyaz vesilesi kılan kimse; ibadetleri kendisinden az olanları tahkir eden ve (başkaları tarafından) saygı görmek isteyen cahil abid; hak yolunu tanıyan, o yolda kıyam etmek isteyen (fakat çeşitli nedenlerden dolayı) aciz veya mağlup olan, ilmiyle amel etmeye (halk arasında onu uygulamaya) gücü yetmeyen ve bu durumla da daima mahzun ve kederli olan basiret sahibi âlim; işte bu, zamanının en faziletli ve üstün kişisidir. Ey Hişam, hidayet ehlinden olman için aklı ve aklın askerlerini, cehaleti ve askerlerini tanı! Hişam diyor ki: İmam aleyhi’s-selâm’a: “Canım sana feda olsun, öğrettiğiniz şeyden başka bir şey bilmiyoruz.” dediğimde, imam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdular: Ey Hişam, Allah-u Teâlâ, ilk ruhani yaratık olan aklı, arşının sağ tarafında kendi nurundan yarattı ve ona geri dön buyurduğunda geri döndü; sonra gel dediğinde de geldi, bunun üzerine Allah Teâlâ buyurdu ki: “Seni yüce bir mahlûk olarak yarattım ve seni bütün mahlûklara üstün kıldım. Daha sonra cehaleti karanlık ve acı bir denizden yarattı. Cehalete geri dön dediğinde geri döndü, (fakat) gel dediğinde gelmedi, Allah-u Teâlâ ona: “Tekebbür ettin” buyurdu ve onu lanetledi. Daha sonra akıl için yetmiş beş asker tayin etti. Cehalet de, Allah’ın akıl hakkındaki keramet ve bağışını görünce, ona karşı kin beslemeye başladı ve şöyle dedi: “Ey Rabbim o da benim gibi bir mahlûktur, onu yarattın, ona ikramda bulundun ve onu güçlendirdin, ben ise onun zıddıyım, ona karşı bir gücüm yoktur; bana da, ona bağışladığın asker miktarınca asker ver. Allah-u Teâlâ buyurdu ki: “Evet, (isteğini kabul ettim ama) eğer bundan sonra bana karşı isyan edersen seni ve senin askerlerini kendi katımdan ve rahmetimden kovarım; cehalet de: “Kabul ettim” dedi. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ ona da yetmiş beş asker verdi. Allah’ın akla bağışladığı yetmiş beş askerden biri olan hayır, aklın yardımcısıdır. Allah, şerri de hayıra zıt olarak yarattı, o da cehaletin yardımcısıdır.” [1]- Zümer/18. [2]- Bakara/163-164. [3]- Nahl/12. [4]- Zuhruf/1,2,3. [5]- Rum/24. [6]- En’âm/32. [7]- Kasas/60. [8]- Saffat/136-138. [9]- Ankebut, 43. [10]- Bakara/171. [11]- Enfal/22. [12]- Lokman/25. [13]- En’âm/116. [14]- En’âm/37. [15]- Sebe/13. [16]- Sâd/23. [17]- Hud/40. [18]- Bakara/269. [19]- Kâf/37. [20]- Lokman/12. [21]- Âl-i İmran/8. [22]- Zümer/8. [23]- Cahiliye döneminde, kısas olarak katilin mensup olduğu kabileden herhangi birini öldürüyorlardı. İslam, “bir kimse diğerinin suçuyla suçlanamaz” ilkesini getirerek bu cahiliye âdetini ortadan kaldırmıştır. [24]- Rahman/60.
2 notes
·
View notes
Text
Duâ ederken elleri kaldırmak ve duâ sonrasında yüze sürmek sünnettir.
Duâ ederken tek eli kaldırmak, ya da iki eli kaldırdığı halde tek eli yüze sürmek, ya da iki eli sadece sakala sürmek kibir alametidir.
Ayrıca duâ esnasında eller kaldırılmaz ise, yüze de sürülmez.
İmam-ı Tahtavi (rah.a)
38 notes
·
View notes
Text
Bazı hocaların yanlış bir aktarımı var:
Namaz şu kadar dakika, abdest bu kadar dakika... 24 saatte bir saatlik zaman ayrılması gerekir...
Allah sana 24 saat verip, bir saatini istiyor, Allah böyle Allah diye vaaz edilir...
Aslında öyle bir şey yok; bu laikliğin Allah tasavvuru.
Allah, verdiği her saniyenin kendi rızasıyla geçirilmesini ister ve emreder..
Müminlerden, Cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın aldığını bildiren bir Allah, senin sus payı diye verdiğin bir saati ne yapsın.
| Burak Kızıldaş Hoca
#farkındalık#yanlış aktarımlar#burak kızıldaş hoca#bir hocanın gözünden tespit#laikliğin Allah tasavvuru#yanlış sohbetler#allah ilim ehlinden razı olsun#nasihatler#namaz#ibadetler
36 notes
·
View notes
Text
DUADA YAPILAN BÜYÜK YANLIŞ!!!
“ALLAH rahmetini esirgemesin." Diye dua etmek yanlıştır. Çünkü esirgemek "cimrilik etmek" demektir. İmam-ı Birgivi rahimehullah "vasiyyetname" isimli kitabında
küfrü gerektiren işleri yazarken, birinci madde olarak şunu almıştır: "ALLAHım! rahmetini benden esirgeme" demek küfürdür. Çünkü bu ALLAH’a, cimrilik etme demektir. Bu da küfürdür. Neuzü billah... Bizim bunu söylerken niyetimiz bu değil tabi ki ama dikkatli olmak lazım...
----------
Esirgemek aynı zamanda "korumak" manasına da gelir ama burada o mana hiç uymuyor. Yani "ALLAHım! rahmetini benden koru" gibi manasız bir şey oluyor. Demek ki, burada cimrilik etmek manasında kullanılmış oluyor. "3 kuruşu benden mi esirgiyorsun"daki gibi...
| Kemal Savaş Hoca
11 notes
·
View notes
Text
SELAMLA ALAKALI BİR KAÇ İZAH...
1- Namazdan çıkarken verilen selam elif-lamlı yani “es-selamü aleyküm ve rahmetullah” lafzıyla verilir. Elif-lamsız “selamün aleyküm ve rahmetullah” denirse namaz olursa da bunu yapan günahkâr olur. Ancak bu hata sehiv secdesi gerektirmez. (Merakı’l-felah)
2- Namaz dışında her iki şekilde (elif-lamlı veya tenvinli) selam kerahatsiz caizdir. Ancak her ne kadar tersini söyleyenler olsa da, elif-lamsız ve tenvinli olarak “selamün aleyküm” demek, “es-selamü aleyküm” demekten efdaldir (daha faziletlidir). Bunun efdaliyyeti üç vecihle sabittir: a- Kur’an’da tenvinli selam olan yani “selamün” kelimesi, elif-lamlı olan “es-selamü” kelimesinden daha fazla geçmektedir. Kur’an’da daha fazla geçeni tercih etmek efdaldir. b- Kur’an’da ALLAH teala’dan, meleklerden ve mü’minlerden hikaye edilen selam her yerde tenvinli gelmiştir. Ancak Musa ve İsa aleyhime’s-selam’ın kendilerini selamlaması elif-lamlıdır. ALLAH teala’dan, meleklerden ve mü’minlerden hikâye edilen selam, kişinin kendi nefsini selamlamasından evladır. c- Elif-lamlı olan selam yalnızca hakikatin aslına, tenvinli olan ise hakikatin aslıyla beraber keyfiyyetin kemaline de delalet eder. (Tefsir-i Kebir)
3- Selam verirken “es-selamün aleyküm…” veya “selamu aleyküm…” demek yanlıştır. Ya “es-selamü aleyküm” veya “selamün aleyküm…” demelidir. (Savabu’l-kelam fi tahkıkı’l-meram)
4- Selamı alırken başına “vav” harfini eklemelidir. Yani “VE aleyküm selam…” gibi… Çünkü oradaki “ve” kelimesi “selam seninDE üzerine olsun” manasını kazandırır. Yoksa “selam senin üzerine olsun” diyen kimseye sanki “niye benim üzerime olsun, senin üzerine olsun” gibi bir mana ortaya çıkmaktadır. (Savabu’l-kelam fi tahkıkı’l-meram)
5- Selamı alırken “Aleyna ve aleyküm selam” dememelidir. Çünkü böyle bir selam alma şekli hadislerde mevcut değildir, bid’attir.
6- “ve aleyküme selam” bu şekilde selam almak da yanlıştır. Ya “ve aleyküm selam” ya da “ve aleykümü’s-selam” demelidir.
7- Karşılaşma anında selam verildiği gibi ayrılırken de selam vermelidir. (Nesai)
8- Sohbet ve ders meclisine girildiğinde, Kur’an okuyana, abdest alana, namaz kılana, helada olana, o anda haram veya mekruh işleyene, dua ve zikirle meşgul olana ve fitne korkusu varsa kadınların erkeklere, erkeklerinde kadınlara selam vermesi uygun değildir. Bu hallerde verilen selama cevap vermek farz (veya vacib) değildir. (Reddü’l-muhtar)
9- Bir cemaate girildiğinde selamı bir iki kişiye tahsis etmemelidir. Mesela; bir meclise girip “selamün aleyküm hocam” veya “selamün aleyküm Ahmed abi” demek gibi…
10- Bir cemaate uğrayan topluluktan bir kişinin selam vermesi hepsine kafidir (yeterlidir), aynı şekilde cemaatten bir kişinin almasıyla diğerlerinden mes’uliyyet düşer. Ancak burada selamı veren ve alan sevab kazanır. (Camiu’s-sağir)
11- Ölülere şöyle selam verilir: “Es-selamü aleyküm dâra kavmin mü’minin, ve inna inşaallahu biküm lahikun, es’elullahe lî ve lekümü’l-âfiyeh” (manası; ey mü'minler topluluğu! selam sizin üzerinize olsun. şüphesiz inşaallah biz de size kavuşacağız. ben size ve kendime (ALLAH'tan) afiyet istiyorum.) (Merakılfelah – Halebi sağir – İbni Abidin) Bu hususta başka rivayetlerde vardır…
12- “Babaya ve Hocaya selam verilmez” sözü yanlıştır. Cahiller tarafından uydurulmuş bir safsatadır. Ashab-ı Kiram radıyellahu anhum, Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme her zaman selam verirlerdi. (Savabu’l-kelam fi tahkıkı’l-meram)
13- Eve girdiğinde ev halkına selam vermelidir. (Nur suresi: 61)
14- Evde kimse yoksa: “Es-selamü aleyna ve ala ibadillahi’s-salihin” diyerek selam vermelidir. (Hazin ve Medarik tefsirleri)
15- Selamı, ayet ve hadislerde zikredilen şekilde alıp-vermelidir, el ve baş işaretiyle veya uyduruk kelimelerle değil… (Nesai)
16- Gayri Müslimlere (Yahudi, Hristiyan, ateist, laik, sosyalist, demokrat vs...) selam verilmez. Onların verdiği selam alınmaz. Ehl-i kitaptan (yahudi veya hristiyan) ise sadece “ve aleyküm” denir. (Buhari)
17- Kahvehanelerde oyun oynayanlara (tavla, satranç, okey vs…) selam verilmez. (Ramuzü’l-ehadis)
18- Ehl-i bid'atten yani ehl-i sünnet dışında olanların itikadı küfre varanlarına asla selam verilmez. itikadı küfre varmamışsa bunlara da bir zaruret veya zarar korkusu yoksa selam vermemek sünnettir (Ruhulmeani - Ruhulbeyan)
| Kemal Savaş Hoca
#es Selamu Aleyküm :)#selam bahsi#islam#çok güzelmiş#kemal savaş hoca#Allah ilim ehlinden razı olsun
11 notes
·
View notes
Note
Selamun Aleyküm abi burada aklıma takılan soruları soruyorum ve çok güzel bir şekilde yardımcı oluyorsunuz. Allah razı olsun... Bugün de başka bir sualim olacaktı hakkınızı helal edin. Öncelikle bir ortamdayız büyüklerin olduğu ve o ortamda da gıybet ediliyorsa bizim de oradan ayrılmamız mümkün olmuyorsa; tabi ki onları uyarmamızda. O an içimizden bir şey demeli miyiz? Diyeceksek ne demeliyiz ? Hayırlı Geceler... Rabbim bizleri affetsin...
Ve Aleykümselam. Allah ilim ehlinden razı olsun...
Soru:
Ğıybet edilen bir ortamda, bulunan kişi nasıl davranmalıdır.?
Cevab:
Ğıybeti dinleyen kişi, ğıybetin günahın çıkmaz (yani dinleyen kişi de ğıybet günahına dahildir). Ancak diliyle (yani sözlü olarak) engellemeye çalışırsa (o zaman günahına ortak olmaz). Eğer (sözlü olarak engel olmaktan korkarsa) kalbiyle (buğz eder). Eğer ğıybet edilen meclisten kalkmaya gücü yeterse ya da başka bir konuşma ile (yani başka bir mevzu bahsi konuşarak engel) olabiliyorsa ve bunuda yapmadıysa o zaman bulunduğu ��meclisten kalkması lazımdır.
Kaynak: Hediyyetu-l Alaiyye. S. 258.
7 notes
·
View notes
Note
Her konuda aşırı hassas davranan bir kardeşinize ne tavsiyede bulunursunuz Allah razı olsun
Cenab-ı Mevlâ müberra kitabımız Kur’an -ı Kerim’de bizi itidal üzere (vasat) bir ümmet kıldığını beyan eder. Şu halde müminler itidal üzere olmalıdır. Gerek zahir hayatta gerekse batınî hallerimizde aşırılığa (ifrata) ve azlığa, eksikliğe (tefrite) düşmekten sakınmamız gerekir.
İfrat ve tefrit iki uç noktaya işaret eder. Mümin kişi uçların değil, orta yolun ve dengenin insanıdır.
Allah ilim ehlinden razı olsun...
9 notes
·
View notes
Note
Allah razı olsun. Çok faydalı oldu. Hayırlı Geceler
Allah ilim ehlinden razı olsun. Hayırlı geceler.
3 notes
·
View notes
Note
Açıklama için Allah razı olsun. Duanın kabul olması için ne tavsiye edersiniz peki? Siz dua ederken neye dikkat ederek, nasıl bir şekilde dua ediyorsunuz acaba?
Allah ilim ehlinden ariflerden razı olsun. Bizim nasıl yaptığımız değilde ariflerin ilim ehlinin tavsiyelerini paylaşayım sizinle. Rabbim amel edenlerden eylesin bizi...
DUANIN EDEPLERİ
Dua, arz edildiği makama uygun olunca muhakkak kabul edilir. Dua başlı başına bir ibadet olduğu için onun da bir takım usul ve edepleri vardır. Arifler, usul olmadan vusül olmaz, edebi korumayana dost perdeyi açmaz, demişler.
Duayı süslemeli ve ilahi huzura sunulmaya hazır hale getirmelidir. Bunun için dua yaparken mümkünse abdestli olmalıdır. Yüz kıble tarafına çevrilmelidir. Elleri semaya doğru açmalıdır.
İmam Gazali K.s’nin İhya-u Ulumiddin Eserinde duanın on âdâbı vardır diye buyurmuş:
1. Şerefli Vakitleri Gözetmek:
Senenin Arefe gününü, aylardan Ramazan ayını, haftanın cum'a gününü ve saatlerin de seher vaktini, teheccüd vaktini gözetmek gibi.
2. Şerefli Halleri Fırsat Bilmek:
Şerefli halleri fırsat bilerek, o hallerde dua etmelidir.
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Ezan ve kamet arasında yapılan dua reddolunmaz. (Muhakkak kabul olunur). (Ebu Davud, Tirmizi)
3. Kıbleye Yönelerek Dua Etmek:
Kişi, ellerini koltuk altlarının beyazlığı görünecek derecede kaldırmalıdır.
4. Sessizce Dua Etmek:
Dua ederken sesini ne fazla yükseltmeli, ne de iyice kısmalı, ikisi arasında bir tonla dua etmelidir.
5. Duayı Kafiyeli Okumaya Çalışmamak:
Dua edenin hâli, Allah'a yalvaranın hâli gibi olmalıdır. Kafiyeli okumak için kişinin kendisini zorlaması, bu duruma ters düşer.
Allah Teâlâ da (c.c) şöyle buyurmuştur: Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki Allah, bağırıp çağırarak haddi aşanları sevmez. (A'raf/55)
Hz. Peygamber (s.a) duayı kafiyeli söylemek suretiyle ifrata kaçmayı şu hadîsiyle yasaklamaktadır: Duada seci’ yapmaktan (kafiyeli okumaktan) kaçının. ‘Ey Allahım! Ben senden cenneti isterim ve cennete yaklaştırıcı söz ve amelleri isterim. Cehennemden sana sığınırım. Ona yaklaştırıcı söz ve amellerden de sana sığınırım’ demeniz kâfidir.
6. Yalvarış, Korku, İstek ve Sığınma:
Allah Teâlâ da (c.c) şöyle buyurmuştur: Onlar, hayırlara koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederler. (Enbiyâ/90)
7. Duanın Kabul Olunacağına Kesinlikle İnanmak:
Dua hakkındaki ümidine son derece bağlı olmak gerekir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sizden herhangi biriniz dua ettiği zaman ‘Ey Allahım! Eğer dilersen beni affet, eğer dilersen bana rahmet eyle’ demesin. Ancak isteğini kesin bir dille Allah Teâlâ'dan istesin. Çünkü Allah Teâlâ'yı zorlayacak herhangi bir kuvvet ve kudret mevcut değildir. (Müslim, Buhari)
8. Duada Israr Ederek, Duayı Üç Defa Tekrarlamak:
İbn Mes'ud (r.a) Hz. Peygamber'in, dua ettiği zaman duasını üç defa tekrarladığını, Allah'tan istediği zaman istediğini üç defa tekrarladığını söylemektedir.(Müslim)
Efendimiz(sav)’in şu müjdesi duaya sarılmak için yeterlidir.
“Allah Teala, yeryüzünde dua eden hiçbir Müslümanın isteğini boş çevirmez, muhakkak bir karşılık verir ya kulun istediği şeyi verir, ya onun yerine kendisinden bir kötülüğü defeder ya da isteğinin karşılığını ahirete saklar.”
Ayrıca kul şunun bilmelidir ki Onun için bazen kulunun iniltili sesini dinlemek için istediği şeyi geciktirmektedir. Çünkü bu samimi yalvarmalar en güzel bir zikir çeşididir.
9. Allah'ın Zikriyle Duaya Başlamak:
Bu bakımdan duanın başlangıcında hemen isteklerini sıralamaya girişmemelidir. Önce zikretmeli, zikirden sonra isteklerini sıralamalıdır. Seleme b. Ekvâ diyor ki: ‘Hz. Peygamber (s.a) bütün dualarının başlangıcında mutlaka Sübhane Rabbiye'l Aliyyi'l-A'le'l-Vehhâb derdi’ (Çok bahşedenlerin en yücesi olan Rabb'im! Sen noksan sıfatlardan münezzehsin.) (Ahmed, Hakim)
10. Bâtınî Edep (Duanın Kabul Olunmasının Temeli Bâtınî Edeptir):
Duanın kabul olunmasının temeli bâtınî edeptir ki o da tevbe etmek, zulümle aldıklarını geri vermek, bütün varlığıyla Allah Teâlâ'nın ibâdetine yönelmektir. İşte duanın kabul olunmasının en yakın sebebi budur.
19 notes
·
View notes
Note
Allah razı olsun çok güzel cevaplamışsınız namaz sorusunu
Allah ilim ehlinden razı olsun, onlar güzel açıklamış biz paylaştık.
3 notes
·
View notes
Note
Estağfurullah abi ne demek varsa hakkım helali hoş olsun asıl sen helal et.Ben sert yazıyorum genelde o yüzden tartışmaya kadar gidebiliyor. Ama sen çok güzel açıklıyorsun o yüzden sana sormak istedim bunu. Anladım dediklerini. Abi bir de ben sana halka karşı muamele hakkında bir soru sordum ona da birşey dersen çok güzel olur :) sağolasın
Estağfirullah. Allah razı olsun. Helal olsun. Allah ehli sünnet ilim ehlinden razı olsun, onlar güzel açıklamış biz paylaştık seninle. Diğer soruna cevap yazacağım inşaAllah. Şimdi işteyiz eve dönünce bir şeyler söylemeye çalışırız. Sende sağol.
3 notes
·
View notes
Text
Tefsir sorusu soran anonim kardeşim sorunu sildim yanlışlıkla, hakkını helal et. Bahsettiğin tefsiri hiç bilmiyorum, aşağıda tavsiye edilen ve tavsiye edilmeyen tefsirleri paylaşıyorum. Bizde Bahrül Medid var öneririm, Safvetu’t-Tefasiri de öneririm rahatlıkla anlayabilir, okuyabilirsin.
Tefsir Külliyatları;
* Tefsir-i Kebîr Mefâtihû’l-Gayb – İmam er-Râzî ( Terc: Sadık Kılıç, Lütfullah Cebeci)
* Safvetu’t-Tefâsir – Muhammed Ali es-Sabûnî (Terc: Nedim Yılmaz, Sadreddin Gümüş)
* Tefsîru’l-Münîr – Vehbe Zuhaylî (Terc:Ahmet Efe, Hamdi Arslan,Halil İbrahim Kutlay,Nurettin Yıldız)
* Hak Dini Kur’ân Dili – Elmalılı Hamdi Yazır (Sadeleştirme: İsmail Karaçam, Abdullah Yücel)
* el-Câmiû’l-Ahkâmi’l-Kur’ân – İmam Kurtubî ( Terc: Beşir Eryarsoy)
* ed-Dürrû’l-Mensûr – İmam Suyûtî (Terc: Zekeriya Yıldız)
* Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm (Büyük Kur’ân Tefsiri) – İbn Kesîr (Terc: Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner)
* Te'vilâtül Kur'ân Tercümesi – Ebû Mansur el-Mâturîdî ( Terc: Bekir Topaloğlu, Kemal Sandıkçı )
* Ruhû’l-Beyân – İsmail Hakkı Bursevî (Erkam Yayınları–Terc. Heyeti: Hasan Kamil Yılmaz, Ömer Çelik)
* Beydâvî Tefsiri – Kâdî Beydâvî (Terc: Abdülvehhab Öztürk)
* Taberî Tefsiri – İmam Taberî (Terc: Kerim Aytekin, Hasan Karakaya veya Mehmet Keskin)
* Kur’ân’ı Kerim Tefsiri - Ömer Nasuhi Bilmen (Sadeleştiren: Sadrettin Gümüş, Muhsin Demirci)
* Ebussuûd Tefsiri – Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi ( Terc: Ali Akın)
* Nesefî Tefsiri – Ebû’l-Berekât en-Nesefî (Terc: Harun Ünal, Şerafettin Şenaslan)
* Büyük Kur’ân Tefsiri – Ali Arslan
* Hülâsâtü’l-Beyân Fi Tefsiri’l-Kur’ân – Konyalı Mehmed Vehbi
* Bahrû’l-Medîd Tefsiri – İbn Acibe el-Hasenî (Terc: Dilaver Selvi)
* Tefsîru’l-Kur’ân – Ebû’l-Leys Semerkandî (Mehmet Karadeniz)
* Zadü'l Mesir Fi İlmi't Tefsir – Ebû’l-Ferec İbnü’l-Cevzî ( Terc: Abdulvehhab Öztürk)
* Celâleyn Tefsiri – Celâleddin el-Mahallî, Celâleddin es-Suyûtî (Terc: Ali Rıza Kaşeli ; Mehmet Talu)
* Şifâ Tefsiri – Mahmut Toptaş
* Letâifu'l İşârât – Abdulkerim Kuşeyrî (Terc: Mehmet Yalar)
* Ahkâm Tefsiri – Muhammed Ali es-Sabûnî (Terc: Mazhar Taşkesenlioğlu)
* Tibyan Tefsiri – Ahmed Davudoğlu (Akpınar Yayınevi)
* Tibyan Tefsiri – Ayıntâbî Mehmet Efendi (Terc: Abdullah Yücel)
* Rûhü’l-Furkân - İsmailağa Tefsir Heyeti
* Tefsîru Sureti'l-Fâtihâ - Müstakimzade Süleyman Saadettin Efendi (Terc: Uğur İncebilir)
* Fatiha Suresi Tefsiri – Mahmud Sami Ramazanoğlu
* Fatiha Suresi Tefsiri – İskilipli Mehmet Atıf Hoca
* Ayete'l-Kürsi ve Amene'r-Rasulü Tefsiri – Mahmud Ustaosmanoğlu
* El-Esâs Fi’t-Tefsir – Said Havvâ (Terc: Beşir Eryarsoy)
* Yâsin Tefsiri – Hammamî Tefsiri (Terc: Ali EREN)
.....
TEFSİR ALANINDA TAVSİYE EDİLMEYENLER
* İbn-i Abbâs Tefsiri (Bu çalışmanın İbn-i Abbâs (r.anh)’a ait olmadığı bilinmektedir.)
* Geylânî Tefsiri (Bu çalışmanın da Seyyid Abdulkâdir Geylânî’ye aidiyeti şüphelidir.)
* Fî Zilâil Kur’ân (Seyyid Kutup Tefsiri)
* Füyûzat Tefsiri – Şemsettin Yeşil
* Tefhîmu’l-Kur’ân (Mevdûdî Tefsiri)
* Menar Tefsiri (Abduh ve Reşit Rıza Tefsiri)
* Diyanet’in “Kur’ân Yolu” adlı tefsir çalışması
* Et Tefsirül Hadis (İzzet Derveze Tefsiri)
* Tefsiru’s-Sâdî, Beyanu’l-Hak Tefsiri
* Yüce Kuran'ın Çağdaş Tefsiri (Süleyman Ateş Tefsiri)
* Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri (Bayraktar Bayraklı Tefsiri)
* Besairul Kuran Tefsiri (Ali Küçük Tefsiri)
* İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri (Celal Yıldırım Tefsiri)
* Kısa Sûrelerin Tefsiri (Mehmet Okuyan Tefsiri)
* Hayat Kaynağı Kuran Tefsiri (Sait Şimşek Tefsiri)
Allah ehli sünnet ilim ehlinden razı olsun...
20 notes
·
View notes
Note
Katılmadığınız kısma katıldım fikrim değişti abi güzel açıklamışsın sağol ama bu sefer şunu söylemeliyim ki şeriatın gelmesi iyi olmaz gibi çünkü yöneticiler çok kötü ve farklı şekilde kullanılacağını düşünüyorum kullanılan yerleri görüyoruz prenses kapanmıyor serbest ama ülkede diğer kadınlar kısıtlanıyor bu adil değil
Allah ilim ehlinden razı olsun kardeşim. Şeriat deyince aklına gelen o ülkeler gelmesin aklına onlar çok sıkıntılı, kötü örnekler, kötü referans onlar. Şeriat Allah’ın hükümleridir. Şeriat gelmesi iyi olmaz deme sakın; Hasan-ı Basri (rahmetullahi aleyh) şöyle buyurdu: Cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin de cehenneme girmesi amelleri sebebiyledir. Orada sonsuza kadar kalmaları ise niyetlerinden dolayıdır. Kafir sonsuza kadar yaşasa bile küfre, müslüman sonsuza kadar yaşasa bile imana niyetlidir. Bu yüzden şeriatı hep isteyeceğiz, niyetimiz hep bu yönde olacak.
Müslümana ilk engel yine Müslümandan geliyor. Bir Müslüman için, en olumsuz şartlarda bile Müslümanca yaşamanın yolu açık bulunur. Müslüman, İslâm'ı hayatının her yönü için geçerli kılmaya çalışır....
8 notes
·
View notes
Note
İlmihal Tefsir Akaid Fıkıh İçin yayınlarıyla birlikte kitap önerebilir misiniz
-Tefsir olarak 1. önerdiğimiz bizim elimizde olan diğer tefsir kitabı da önerilir hem daha ucuzdur.
1. Bahrü’l-Medid fî Tefsiri’l-Kur’âni’l-Mecîd - Ahmed İbn Acibe el Hasenî es-Şazeli
(Semerkand Yayınları)
2. Safvetü’t Tefasir (Tefsirlerin Özü) - Sabuni
(Ensar Neşriyat)
-İlmihal ve fıkıh için önerdiğimiz kitaplar bizde mevcut güzeldir hepsi.
1.Temel İlmihal Bilgileri (1,2) - Şemsettin Bektaşoğlu
(Semerkand Yayınları)
2. Büyük İslam İlmihali - Ömer Nasuhi Bilmen
(Semerkand Yayınları)
-Fıkıh için yukarıdakiler de olabileceği gibi aşağıdakiler de olabilir daha kapsamlı bir fıkıh kitabı için hem alt yapı hemde ehline sormak lazım medrese okuyanlara sorabilirsiniz.
1. Nurü’l-İzah - Hasan B. Ammar eş-Şürünbülali (rah.a)
(Semerkand Yayınları)
2. Muhtasar-ı Kuduri Şerhi Lübab Tercümesi (2 cilt)
(Muallim Neşriyat)
-Fıkıh için soru cevap şeklinde hazırlanan kitaplarda çok istifadelidir.
1. Günümüz Meselelerine Fetvalar (4 Cilt) - Halil Günenç
(Yasin Yayınevi)
-Akaid olarak 1. önerdiğimiz bizim elimizde olan diğer akaid kitabı da önerilir. Daha kapsamlı akaid kitabı için hem alt yapı hemde ehline sormak lazım medrese okuyanlara sorabilirsiniz.
1. Delilleriyle İslam Akaidi - Hüseyin Okur
(Semerkand Yayınları)
2. Delilleriyle İslam Akaidi - Prof. Dr. Mehmet Bulut
(Erkam Yayınları)
Allah ilim ehlinden razı olsun….
12 notes
·
View notes
Note
Selamun Aleyküm kardeşim geceniz hayr ola inşeAllah Bir sualim olacak izninizle Nafile oruç tutarken imsak vakti niyet etmez isek gün içinde niyet edebilirmiyiz edebilir isek hangi vakte kadar İkinci sualimde şu ki nafile bir oruca niyetlendik lâkin gün içinde orucu bozan hallerden birini yaşadık oruca devam mı etmek gerekir bu orucun kazası olur mu? Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim Rabbim sizden iki cihan razı olsun sadatların kapısından ayırmasın büyüklerin duası üzerinize olsun Amin
Ve Aleykümselam. Allah razı olsun. Geç gördük, geç döndük hakkınızı helal edin. Gecenizde Sabahınız da hayr olsun. Amin amin cümlemizi inşeAllah.
1.Suale Cevap:
İmsaktan sonra yiyip-içmemek yani orucu bozacak herhangi bir hal yaşamamak şartı ile:
Hanefi mezhebine göre; Ramazan orucu, tayin edilmiş adak ve mutlak nafile oruçlar için niyetin vakti, güneşin batışından başlayarak kaba kuşluğa kadar devam eder. Bu zaman içinde niyet edilebilir.
KAYNAK: Büyük İslam İlmihali, Oruçlara Ait Niyetler Babı, Madde: 72
EK BİLGİ: Kaba kuşluk şöyle hesaplanabilir. Söz gelimi imsak vakti 05.00, akşam vakti 19.00 arada kaç saat var 14 saat bu sonucu ikiye bölüyoruz 7 saat çıkıyor. Bu zaman dilimini de imsak giriş vaktine ekliyoruz. 5+7=12 yani 12.00 bu saate kadar niyet edebilir.
Kaza olarak tutulan oruçlarda ise Hanefi mezhebine göre Ramazan orucunun kazası ile vakti belirtilmemiş adak orucuna, nâfile olarak başlanıp bozulmuş oruçların kazâsına ve kefâret oruçlarına niyet ise, akşamdan itibaren imsâk vaktine kadar yapılır. Bu vakitten sonra yapılan niyetle bu oruçlar sahih olmaz.
2.Suale Cevap:
Hanefi mezhebine göre; “Nafile oruçların tutulmalarını zorunlu kılacak dinde bir sebep yoktur. Bunlar, yalnız sevap kazanmak için dileyenlerin tutacakları oruçlardır. Ancak böyle bir oruç tutulmaya başlandıktan sonra bozulacak olursa, onun kazası gerekir. Bu kazanın sebebi de, böyle bir ibadete Hak rızası için başlanmış olmasıdır ki, bunu yarıda bırakmak caiz olmayacağından kaza şeklinde tamamlanması vacip olur.”
KAYNAK: (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İstanbul, 1986, s. 255-256.)
....
Hanefi mezhebine göre; herhangi bir sebeble orucu bozulan için gerekli olan, günün geri kalan kısmını oruçlu gibi geçirmektir. Din terbiyesi bunu gösterir. Hatta böyle davranmak, sahih olan görüşe göre vacibdir. Diğer bir görüşe göre müstahabdır.
KAYNAK: Büyük İslam İlmihali , Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Özürler Babı , Madde: 164 , Merakil Felah , Sayfa : 114
Orucu bozulan kimse Ramazanı şerifin hürmetine binaen oruçlu gibi bekler. Yani oruç bozuldu ise akşama kadar bir şey yememek vaciptir farz oruçta, nafile de ise yememek daha iyidir...
....
Lakin Oruçluyken âdet gören kadının #orucu #bozulur. Hayız hali olan kadın açıktan olmamak kaydıyla yemek yiyebilir, su içebilir. İftara çok az bir zaman kalmış olsa bile âdet gören bir kadının bir şey yese de yemese de orucu bozulmuş olacağından, oruçlu gibi aç durması doğru değildir. Çünkü bu anda oruç tutması haram olduğu gibi harama benzemek de #haram veya #mekruhtur.
KAYNAK: İbn Âbidîn, Haşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr, 1/291.
Yani farz oruç olsun, nafile oruç olsun hayızlı kadının oruç tutması yasak olduğu için, oruçlu gibi durması da yasaktır.
Allah ehli sünnet ilim ehlinden razı olsun...
6 notes
·
View notes