#8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kadınların yaşam hakları pazarlık konusu yapılamaz... - Evrim Kepenek
Fotoğraf: Hikmet Adal/bianet/ 8 Mart 2023 Feminist Gece Yürüyüşü Yeniden Refah Partisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başını çektiği Cumhur İttifakını destekleyeceğini açıkladı. Bu desteği de bazı şartlara bağladı. Hızlıca, bir seçimi kazanmak için yaptıkları protokolü inceleyelim. Yumuşatılarak kabul etmek… Basına yansıyan bilgiye göre, Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifakına katılımına ilişkin…
View On WordPress
0 notes
Photo
"'Feminist Gece Yürüyüşü'ne izin yok" https://gggmedya.com/antalya/feminist-gece-yuruyusune-izin-yok/
0 notes
Text
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, polis ablukasına rağmen başladı
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, polis ablukasına rağmen başladı
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, valilik yasağı ve polis ablukasına rağmen başladı. Kadınlar, “İnadına isyan” sloganıyla İstiklal Caddesi’ne yürüyor.
İstanbul Valiliği tarafından izin verilmeyen 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, tüm engellemelere rağmen “İnadına isyan” sloganıyla başladı. Sabahın erken saatlerinden itibaren Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi’ne çıkan bütün yollar polisler…
View On WordPress
4 notes
·
View notes
Text
8 Mart Dünya Kadınlar Günü Etkinlik Rehberi
8 Mart Dünya Kadınlar Günü Etkinlik Rehberi
90’larda büyümüş “apolitik” kuşağın bir üyesi olarak katıldığım ilk eylemlerden biri, 2012’de Kadıköy’de gerçekleşen kürtaj hakkı eylemiydi. Binlerce kadınla birlikte, kendi bedenimizle ilgili kararları ancak kendimizin verebileceğini haykırırken Altıyol’daki dershanelerin pencerelerinden sloganlara alkış tutan genç kızları gördüğümde hissettiğim umut ve yaşama isteğini unutamam. Yıllar süren…
View On WordPress
#8 mart#çalkantılı zamanlar ve tanıdık yerler#dünya emekçi kadınlar günü#dünya kadınlar günü#engendering foreign policy#feminist gece yürüyüşü#hrant dink vakfı#kadir has üniversitesi#lokalize#medyada kadının yeri#merve çalkan#nayah#nilipek#pera müzesi#sedef sebüktekin#selin sümbültepe#sista soundsystem#tarih vakfı#the mekan#tricky women#türkiye sinemasında kadın sinemacıların anlatım özelliklerine tarihsel bir bakış#zorlu psm
2 notes
·
View notes
Text
Kadınların ‘zıplama’ duruşması ertelendi
Kadınların ‘zıplama’ duruşması ertelendi
İSTANBUL- Taksim’de 8 Mart’ta yapılan “Feminist Gece Yürüyüşü”nde “zıpladıkları” için yargılanan kadınların duruşması ertelendi. İstanbul Beyoğlu’nda Taksim’de 8 Mart 2021’de 19’uncusu gerçekleştirilen Feminist Gece Yürüyüşü’nde zıpladıkları için “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, yönetme ve bunların hareketine katılma” iddialarıyla yargılanan,…
View On WordPress
0 notes
Photo
Beyoğlu’nun çilesi Her daim yontulan, değişen, dönüşen ama hiçbir kalıba sığmayan İstanbul’un en sık müdahaleye uğrayan bölgelerinden biri Beyoğlu ve İstiklal Caddesi. Caddenin bugünkü adı Kurtuluş Savaşı'na atıfta bulunuyor, Osmanlı döneminde ise Arapça Cadde-i Kebir olarak biliniyor. Tanzimat sonrası Avrupa’nın artan etkisini yansıtan Rue de Pera ismini alıyor. Cumhuriyet ile birlikte İstiklal Caddesi adını alan canlı sosyal hayatıyla modern Türkiye’nin vitrini haline dönüşüyor. Yani ezelden beri hem ekonomik hem kültürel değeriyle değişen iktidarların ilk el attığı yer olma özelliğini taşıyor. İktidarının ilk yıllardaki devamlılığını kamusal alanları seküler elit tarafından dışlanan muhafazakârlara geri kazandırma çabalarıyla sağlayan AKP’nin, Beyoğlu’nu bu davada önemli bir durak olarak gördüğü gerçek. Cadde’nin kadim seküler sembollerini kendi değerleriyle değiştirmek dışında bu kamusal mekân savaşları AKP için Beyoğlu özelinde çoğu zaman polis şiddeti, yoğunlaşan neoliberal politikalar ve sonu gelmeyen bir kentsel dönüşüm furyasıyla sürüyor. Zaten İstiklal Caddesi, bu iki ideoloji arasındaki kültür savaşlarında uzun süredir AKP’nin en önemli projelerinden biri; 2013’teki Gezi protestolarından ve 2016’daki darbe girişiminden sonra alınan katı güvenlik önlemlerinin sergi salonu. Gezi’den beri cadde, silahlarıyla etrafta gezinen özel polisler, ekstra güvenlik kontrolü noktaları ve park halinde veya sokaklarda dolanan savaş araçlarının işgali altında. Ayrıca Onur Yürüyüşü, 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, 1 Mayıs ve Cumartesi Anneleri gösterilerine de hâlâ kapalı. Seküler kitle için Beyoğlu’nun yeni hali “maçı kaybetmek” ile aynı anlama geliyor ve Cadde’nin “düşüşü” karşısında duyulan hicap, genelde kendini Arap turistleri ve göçmenleri hedef alan ırkçı bir kibirde gösteriyor. Bu kitlenin sahiplendiği “Beyoğlu bitiyor” ve yeni çıkan bir insiyatifin “Beyoğlu’nu geri alıyoruz” sloganları aslında iktidarın dominant fetih söylemine benzeyen, Sekülerceye “taarruz ediyoruz” şeklinde çevrilebilecek bir savaş söylemi. TC’de modernlik Batı hayranlığı ve Ortadoğu karşıtlığıyla yoğrulmuş olduğundan caddenin değişen demografisi, paranoyak seküler Türkiye için en baştan beri tehlike arz ediyor. “İstiklal bitti” ya da “Beyoğlu’nu geri alıyoruz” gibi şikâyetler de bu bağlam içinde, Arap/Afgan/mülteci düşmanlığına çanak tutan söylemler olarak beliriyor. Bu söylemlerin temelini oluşturan Arap-fobi, aynı zamanda eskiden Beyoğlu’nda takılan beyaz Türklerin birkaç sene önce Kadıköy’e taşınmasının da esas nedenlerinden biri. TC'nin kadim seküler vs muhafazakar kavgasının bir sembolü olarak Beyoğlu her iki taraf için de bir fetiş nesnesi. Sekülerler burayı Batılılık sembolü nosyonlar ile donattı, bu anlatıyı destekleyen “takım elbiselerle gezen beyefendiler” gibi mitler üretti. Bu melankolik kitle için caddenin muhafazakarlara ve Araplara açılması hâlâ bir “kayıp” olarak görülüyor. AKP’nin eksik bulduğu ise buradan dışlanan kendi kitlesi, kendi dostları idi. Ve elbette semt iktidarın neoliberal politikaları ve intikam arzusunun da birinci adresi olageldi. Beyoğlu kent hakkı için mücadele edilmesi gereken bir ortak alan değil, sahip olunacak, “geri kazanılacak” bir ganimet adeta. Bitmek bilmeyen bir ideolojik savaşın ortasında orada oraya savrulan bir pinpon topu. Ama şehirler farklı katmanlardan oluşur. Çoğu zaman, caddelere hayat katmak için en fazla çaba sarf edenler aynı zamanda da en az görünür olanlardır. Evet, kuir camia, mekânlarda, sokaklarda çalışan işçiler, evsizler, başka şehir ve ülkelerden hayatta kalmak için buraya gelenler yani. Kentsel dönüşümün, polis baskısının ve neoliberal düzenlemelerin bedelini en ağır ödeyenler. Ayrıcalıklı seküler orta sınıf kendi zevkine göre dönüştüreceği yeni yerlere yelken açarken değişimin asıl mağdurları bu ideolojik pinpon müsabakasının da asıl kurbanı oluyor. Neoliberal düzenlemelerle kurumsal seviyede, “Beyoğlu’nu geri alıyoruz” gibi söylemlerle de sosyal seviyede aslında asıl harcanan, şehrin gerçek kurucuları oluyor. Her iki taraf için de istenmeyen, tiksindiren, ilkel varsayılan ve “tercih edilen” kültüre uymayan herkes, İstiklal Caddesi’nden kovulmak isteniyor. Bugün örneğin “Beyoğlu’nu geri alıyoruz” insiyatifinde, caddeyi AVM’leşmekten kurtarmak değil, bir işletmeyi geri getirmek konuşulabiliyor, protesto ve yürüyüş hakkı için mücadele etmek değil, kafelerde oturmak öneriliyor. Bu söylemin derdi Beyoğlu’nun aslen sermayeye göre düzenleniyor olması değil, hangi sermayeye göre düzenleniyor olduğunda kilitleniyor gibi görünüyor. “Hangi sermaye?” sorusu “Beyoğlu’nu geri alıyoruz” çağrısıyla birleşince de biraz yakın tarih bilenin tüyleri elbette diken diken oluyor. Devletin ezici bakışları altında eriyip giden bir sokakta seçili işletmelerde keyifli vakit geçirmeye, yani belirli bir sermayeyi korumaya yönelik bir hareket, Beyoğlu’nu nasıl ve kimden “geri” alacak? Akla elbette 6-7 Eylül saldırılarını örgütleyen “geri almak” motivasyonu geliyor. Saldırılar kendisini Türkiye’nin sahibi ilân eden sünni Türklerin, Beyoğlu’nu Gayrimüslim işletmelerin elinden alma operasyonuydu. Bu semtte “gavur sermayesine el koymak için” evler yakıldı, dükkânlar yağmalandı, insanlar yaşadıkları yerlerden kovuldu. Kalanlar sonsuz bir tedirginlikle yaşamaya mahkum edildi. Şehirler geri alınmaz, şehirlerde yaşanılır. Şehirlerde kozalar kurulmaz, başka insanlarla karşılaşılır, farklı olanla, Öteki’yle çarpışılır. Beklenmedik ilişkiler, işbirlikleri, yoldaşlıklar kurulsun diye vardır şehirler. Bu yüzden yalnızlaştıran neoliberal düzenlemelere karşı mücadele etmek, kamunun sadece sermayenin ihtiyaçlarına göre tasarlanmasına karşı bilinç ve direniş örgütlemektir acil olan. Şehirlerin dönüşümünün esas ceremesini çeken işçiler, göçmenler ve LGBTİ+’lar için Beyoğlu ölmüş ya da kaybedilmiş değil, zira ilk rahatsızlıkta rotayı yeni semtlere çevirenlerin aksine, gidecek Beyoğlu’ndan “daha iyi” bir yer, bazılarımız için yok. Nereye giderlerse gitsinler aynı mücadeleyi verecek olan onlar. Kamusal alanın neoliberal dönüşümünün ve bitmek bilmeyen ideolojik pinpon maçlarının asıl yükünü sırtlayanlar da.
https://www.5harfliler.com/beyoglunun-cilesi/
0 notes
Text
Feministler: 8 Mart yasaklanamaz - bianet
Haberin İngilizcesi için tıklayın Beyoğlu Kaymakamlığı’nın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle feministlerin bu akşam Beyoğlu’nda düzenleyeceği Gece Yürüyüşü’nü yasaklamasına, feministler tepki gösterdi. “Feminist isyandayız” Feminist Gece Yürüyüşü organizasyon komitesinden yapılan açıklamada, şöyle denildi: “8 Mart Yasaklanamaz! 2003’te 100’e yakın kadınla başlayan Feminist Gece Yürüyüşü’müz…
View On WordPress
0 notes
Text
İsviçre’de 8 Mart kitlesel bir şekilde kutlandı
HABER MERKEZİ- İsviçre’nin 6 kentinde alanlara çıkan kadınlar 8 Mart’ı kutladı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutlamak isteyen kadınlar İsviçreli, Kürdistanlı, Türkiyeli ve göçmen kadın platformlarının öncülüğünde İsviçre'nin Basel, Luzern, Lugano, Bellinzona, Cenevre ile Lozan kentlerinde etkinlikler düzenledi. BASEL’DE 8 MART FEMİNİST GECE YÜRÜYÜŞÜ İLE KUTLANDI 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutlamak isteyen İsviçreli, Kürdistanlı, Türkiyeli ve göçmen kadın platformlarının öncülüğünde Basel kentinde feminist gece yürüyüşü düzenlendi. Salgın kısıtlamaları ve yürüyüşü engelleme çabası içerisinde olan Basel kanton polisinin kurmuş olduğu barikatlara rağmen kadınlar “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” sloganıyla yürüdü. Yüzlerce kadın Theatherplatz’da bir araya gelerek sık sık kadın emeğini sömüren kapitalist sisteme, erkek egemen devlet sisteme karşı sloganlar atarak kadın mücadelesinin yükseltilmesi çağrısında bulundu. Kanton polisi tarafından yürüyüş güzergahları kapatılan kadınlar yolları uzun süre trafiğe kapatarak burada kurumlar adına açıklamalarda bulundu. Kanton Parlamentosu, kadın cezaevleri başta olmak üzere önemli merkezlerde duran kadınlar buralarda bildiri okudu. “Bizleri Korona değil sizin erk zihniyetiniz katlediyor” mesajının verilerek yürüyüşünü sürdüren kadınlar tüm dillerde 'Kadın, yaşam, özgürlük sloganları attı. Read the full article
0 notes
Text
Polis İstiklal Caddesi'nda kadın yürüyüşüne izin vermedi
8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Türkiye’nin çeşitli kentlerinde kadınlar sokağa çıktı. Polis, İstanbul’da Feminist Gece Yürüyüşü için İstiklal Caddesi’ne girmek isteyen kadınlara ise izin vermedi. Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle en geniş katılımlı kadın eylemi İstanbul’da gerçekleşti. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının çağrısıyla kadınlar akşam saatlerinde Feminist Gece…
View On WordPress
0 notes
Text
Sözcükler Darmaduman
Bir yozluk güncesinde enikonu kokuşmuşluğu her güne apayrı sirayet eden bir tavrın açık rehineleriyiz. Devletli için sıradan olanın ederi de anlamı da bir hiç, bunun bizatihi her an tanığıyız. Savaş trafiğinin / ateşkes belirsizliğinin gündemi kapsadığı yerde, ekonomik ola gelen çöküşün konuşturulmadığı bir gün içindeyiz. Hemen her güne içkin kılınmış yıkım, cinayet, intihar haberlerinin iş bu devletli nezdinde sıradana reva görülen kasti sonların hep tanığıyız, ne ki ne yazan var, ne çizen! Kayıp insanların günbegün çoğaltıldığı bir yerde akıbetlerinin belirsiz konulmasıdır mesele ve hiçbir biçimde yanıtın nerede oldukları kısmının cevapsız konulmasıdır sorun! Bir sorumsuzlar silsilesinin var ettiği ol yıkım ve cenderenin her nasıl yinelene geldiğinin meramıdır mesele.
Bir toprak parçasının bunca bariz bir biçimde yaşamdan bunca rahatça kopartılmasındaki cürettir sorun. Hayat biteviye ucuz kılınırken, hayat hep başa göçertilirken, her gün apayrı eksiltilirken o kokuşmuşluğu var edenlerin bir kez olsun hesap vermemesidir mesele. Bir biçimde, biteviye bir yangın yeridir artık bu koca koca koca kapkaranlık ülke! Behemehal hayatın lime lime olunmasının bir devletli politikasının ta kendisi olduğu yerdir Türkiye! Cerahatin, cühela cüretiyle var edilenlerin, bu hali türeten / bina edenlerin bizler gibi tüm o öteki gemide olanları taşıdığı yer uçurumun ta kendisidir. O yardan aşağıya yollanmaya kaç vardır!
Laf ola beri gele değil, bizatihi bile isteye var edilmiş olanın yarattığı karanlık düzen her bir yeri kuşatıyor. Devlet tam da kitabi yazılmış olan devletliğini yaparken sıradanın ol hayatının istimlak edilmesi tam gaz devam ediliyor. Yaralar birbiri ardına çoğaltılırken iş bu menzilde, hayatiyet önemsiz, hak, hukuk ve adalet gereksiz / geçersiz kılınıyor. Sorgu, soru sorma hürriyeti sizlere ömür kılınırken, demokrasinin var denildiği sahada bizatihi o otokrasinin yükselişi biçimlendiriliyor. Cezasızlık zırhının kuşanıldığı sahada devletlinin o olur verdiği her mesel bir başka cürme zemin kılınıyor. Bir yozluk güncelliğinde her yerin kesif bir çürük kokusuna esir edilmesi gerçekliğe kavuşturuluyor. Bu mudur yeni, yeni yepyeni ülke! Böyle bir fecaat midir yeni?
Bildik, aşina ve tümden aleni kılınan biyopolitik cerahat günü kapsarken yeni hemen hiç ama hiçbir zaman eskimeyen bu çabanın neresindedir sahiden! Bir yozluk güncesinde hayatın her anlamda pejmürde kılınması devamlılığa kavuşturulur. Bu kadar açık bir hal ve istençle bu sahadaki yönelimin bizi her nereye taşıdığı artık ama ve fakatsız hakikati bildirendir. Eski / yeni devlet reflekslerinin her neyi her nasıl var ettiği açıktadır. Tüm bu cerahat sarmalı içerisinde bir hayat meseli geriye bırakılmayandır. O mesel toptan, tekmil birden sıfırlanmaya yollanandır.
İçeride, sahanın dört bir yanında var edilmiş olan cerahati / hala zerk edilmeye çalışılan tüm o fecaatlerin, kötülüğün güncelliğinde bir ülke, bir hayat ihtimali de sıfırlanmaktadır. Türkiye cehennem olarak anılan bir yansıması olarak bu mesellerdeki pek çok örneğin ötesindeki bir çürümeyi barındırandır. Bir menzilin dönüşümü, yaşatma gailesinin alenen sıfırlanması, demokrasi, eşitlik, adalet tahayyüllerinin hiçleştirilmeye devam olunmasıyla ohal hakikatin ta kendisi kılınır. Bir menzilin hayatla bağlarının eksiltilmesi her güne içkin hamlelerden bariz olunur. Cerahat artık o kadar kesintisiz güncellenen bir meseldir ki yaraların her neye dönüştüğü enikonu memleket denilenin her ne halde olduğu unutturulmak istenir.
Kesintisiz bir yıkım, modern zamanların ayrıştırılamaz hali kılınmış her hamlede çıkagelen fecaat ile bir ülke dönüştürülüyor. Yaraların keskinliği, biteviye cürümlerin var ettiği, yenileriyle birlikte tüm o yıkımların bir uzamını dönüşümünü hep asgari müşterek bahislerinin tersine taşındığı bir düzlem var edilir. Kokuşmuşluk uzak / öte değil yalın ve doğrudan zamanın meselidir. Bir yol, bir yordam bırakılmıyor. Hayat böylesine perişanlığa mahkum edilirken, her gün bir karanlık kılınırken her ne olacak sorusunun peşine düşülmesin isteniyor. Hiç ama hiçbir beis görülmüyor bunca fecaatten...
Her gün bir yarayı var ediyor bu saha şu ülke,. Hiçbiri düzeltilmeyen, düzelsin diye de çaba sarf edilmeyen hallerle müşterek bahislerin üstünde per per tepişilen bir odak hakikat kılınıyor. İş bu sahanın bunca fecaate rehin, hiç kesintisiz cürümlerle hemhal biteviye içine doğru göçen bir menzil kılınması düşündürücü değil midir, hala değil midir? Yıkımların hemen hiç kesintisiz cürümlerin, birörnek tahakkümün, her daim hedef almaların menzilinde yol her nereyedir? Böyle bir menzilde hayat emaresi söz konusu sahiden de edilebilir mi, mesel kılınır mı? Bir ülke mefhumunun aralıksız yerle yeksan olunması, tarumar edilmesinin evreleri bunca açık eylenirken sorgulanır mı, mesel anlaşılır mı? Sorulması elzem soru, hayat / hayatlarımız sahiden de her ne haldedir?
Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanan 8 Mart’ta var edilendir, Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “İstanbul Valiliği tarafından izin verilmeyen 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, tüm engellemelere rağmen “İnadına isyan” sloganıyla başladı. Sabahın erken saatlerinden itibaren Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi’ne çıkan bütün yollar polisler tarafından kapatıldı. Bunun üzerine kadınlar İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi önünde bir araya geldi. “Patriyarkaya karşı gücümüz Feminist mücadele” pankartı açan kadınlar, “Yaşasın feminist mücadelemiz”, “Gülistan doku nerede”, “İşsizlik, yoksulluk faturalar suçum değil” ve “Jin jiyan azadî” yazılı dövizler taşıyan kadınlar, “Dünyayı yerinden oynatacağız”, “Dünya yerinden oynar kadınlar birlik olsa” ve “İnadına isyan” sloganıyla İstiklal Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçti.
Kadınlar, Sıraselviler’de polis tarafından engellendi. Kadınlarla bir grup polis arasında görüşmeler devam ediyor. Tarlabaşı tarafından İstiklal’e girmeye çalışan kadınlar da engellendi. Alana girmek isteyen bazı yurttaşlar ile polisler arasında tartışmalar yaşanıyor. Bir yurttaşın “Bütün ülkeyi de mi barikatlarla çevireceksiniz?” tepkisi dikkat çekti.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Leyla Güven, Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri Züleyha Gülüm ve Oya Ersoy, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da kadınlarla birlikte yürüyüş kortejinde yer alıyor.
Farklı yollardan İstiklal Caddesi'ne girmeye çalışan kadınlar, polisler tarafından engelleniyor. Hocazade sokaktan İstiklal Caddesi'ne doğru yürüyüşe geçen kadınlar, "Recep kaç kaç kadınlar geliyor", "Seçimi bekleyemeyiz, Kürdistan'dan defol", "Kadın siyasilere özgürlük" ve "Jin jiyan azadî" sloganları atıyor. Yürüyüşün başlamasıyla başlayan helikopter hareketliliği devam ediyor. Kadınların bekleyişi sürüyor.”
“Sıraselviler’de engellenen kadınlar, uzun süren bekleyiş ardından polis bariyerlerini zorlayarak İstiklal Caddesi’ne geçmek istedi. Yasaklama kararını gerekçe gösteren polis, müdahale uyarısında bulundu. Kadınların bekleyişi üzerine polis biber gazı ile müdahalede bulundu. Müdahalede çok sayıda kadın gözaltına alındı.”
Baş Amirin İletişim Başkanı Fahrettin Altun şu sözleri kaydetmiştir oysa birkaç gün evvel: “Fahrettin Altun, Yunanistan'ı kast ederek, sığınmacılara biber gazı sıkanların aahhlaktan bahsedemeyeceğini savundu.
"AB, Avrupa’nın sığınmacı “istilasına” uğramasını önlemek için belli ki yeni cephe gözüyle baktığı Yunanistan’a yardım etmeye çalışıyor. Avrupa’nın son 9 yıldır benimsediği güvenlik odaklı yaklaşımı tam da buydu.
AB’nin 2015 yılında Türkiye ile yapmış olduğu anlaşma da insani odaklı değil, aynı şekilde güvenlik odaklı bir zihniyete dayalı olarak sığınmacıların Avrupa’ya geçişini önlemek için yapılmış bir anlaşmaydı. O zaman bile AB, finansman, vize serbestisi ve diğer birçok konuda üzerine düşen görevleri yerine getirmedi.
Türkiye bütün yükü üstlendiğinde, Avrupa için mülteci krizi de sona ermiş oldu. Aslında kriz sona ermemiş, Türkiye’nin girişimleri sayesinde Avrupa’ya etkileri sınırlandırılmıştı. AB, her şey yolundaymış gibi davranıp, Suriye’de yaşanan insani felaketi görmezden geldi.
Kaynaklarımızı, Avrupa’ya göçün önlenmesi yerine İdlib’den gelen sığınmacılara ve yerlerinden edilmiş insanlara çevirerek, sığınmacı politikamızı değiştirmemiz gerekti. Ulusal ekonomik ve askeri kaynaklarımızı bu bağlamda kullanıyoruz. AB’nin ise halen tek derdi Avrupa’ya göç!
Suriye’de devam eden insani acıların son bulunması için Avrupa ve uluslararası toplum harekete geçmelidir. Halen zulme devam eden ve tehlikesi süren rejimin durdurulması gerekiyor. Uluslararası toplumun da girişimlerini Yunanistan’a değil, Suriye’ye yönlendirmesi gerekiyor."
Bir yanda bu tarz takiyeli, bolca kinayeli cümleler kurulurken, ahlaktan insanlıktan bahisler açılırken, öte yandan son birkaç yıldır geleneksel kılınmış olan ve sokağa tek çıkabilen kesim olan kadınlara yönelik şiddetin uçsuz bucaksızlığı bu ne perhiz bu ne lahana turşusu sorgusunu da beraberinde getirir. Demokrasinin üç otuz kuruş kılınan bir mesele dönüştürülmesi, hayatiyet arz eden konulardaki ataletin, konu kadınların söz hakkı, yaşama istenci, demokrasi ve eşitliği olduğunda nasıl cengavere (canavara?) dönüştüğünün örneklendiği yerde mesel hiç tükenmez!
İstiklal Caddesini tam tekmil bir hapishaneye dönüştüren, İstanbul’un göbeğini halka kapatmak bir yana, metro seferlerinden, bağlantılı füniküler hattının iptaline “korku” halini güncelleyen bir sahada kadınların seslerinin duyulması engellenmek istenir. Ol menzil ki günde birkaç kadının hayatına mal olur. Ol menzil ki, sadece şu yürüyüş sırasında en az yirmi dört kadın gözaltına alınır. Batıya ahlak dersinin zikredilebildiği bir uzamda, zil zebil demokrasi havarisi cümleler kurulurken olmakta olan / olmasına devam edilen şeyin nasıl bir yıkım olduğu gözlerden kaçırılmak istenir. Bay Altun gibilerin devlet nezdinde savunduğu müstakbel / onaylanmış insan prototipi dışındaki herkese ol müdahale sırasındaki “yabanilik”, insanlık suçu işkence mübah addedilir. Böylesinden bir ülke, bunun her tarafından bir “yeni” yer olsa kaç yazar, sahiden düşünüyor musunuz?
Avukat Levent Pişkin’in Bianet’e kaleme aldığı yazıdan aktaralım: “Gece yarısı Doyran köyünden dönerken konuştuğumuz ambulans şoförünün tanıştıktan sonra bize söylediği ilk cümle: “Buralar hep hak ihlali!”
Öyle basit bir cümle muamelesi yapmak haksızlık olur. Uzun uzadıya düşünmek, önünü ardını, sağını solunu eşelemek icap eder. Cümle bir utanç vesikası.
Zira tam o sırada Yunanistan askeri nehrin içindeki beş göçmeni kurşunlarla geri püskürtmekle meşgul. Türkiye tarafı sessiz.
Yaralı olur diye bekleyen ambulans, kurşunlardan kıyıya yanaşamayan AFAD görevlileri, sabaha kadar ne olacakları belli olmayan nehrin ortasında beş göçmen. Zulümden kaçıp zalimden kaçamayanlar.
Hastanelere doğru yol alıyoruz. Ölen bir Pakistanlı, yakınlarına üstünde bir etiketle siyah poşette eşyaları verilmiş: Kimliği Belirsiz. Kimliği belirsizin kimliği belirsiz yakınları yası sessiz tutuyor.
Belirsizlik mıntıkasında gürültü çıkarılamıyor, göze batmamak için orası. Ama zalimin kulağı delik, gözleri keskin, tahammülü yok: belirsiz olanın yası tutulamaz. Bir an önce hastaneyi siyah poşetle terk etmeleri isteniyor.
Zalimin buyruğu kat’i.
İhlal mayınları döşeli sınırda mültecinin her adımı tehdit. Dili farklı, dini farklı, üniforması farklı, duygusu aynı insanlar: Her ikisi de itiyor, biri ileri, biri geri. Biri için göçmenler silah, öbürü için tehdit. Sınırlar silaha karşı kalkan. Kimse için iltica hak değil: hak insanlığı ulus-devletler tarafından tanınanlar için, ‘devletinden kaçanlar’ için değil.
Hak egemenliğe bir kere daha yeniliyor: egemenlik beynelmilel zalimindir.
Gece iniyor. Köylere doğru gidiyoruz, yollarda turizm işiyle uğraşanlar. Mülteciler bir anlık turist. Öyle ya, döviz bırakıyorlar.
Piyasanın yasası yok, zulüm derhal tedavüldeki para birimine çevrilebiliyor.
Yönlendiriliyorlar: buradan değil şuradan geçin, öteden değil beriden geçin, ama yeter ki geçin. Başlarına ne geleceğinin ne önemi var buraları terk ettikten sonra, tecavüz edilebilirler, çırılçıplak soyulup işkence görebilirler, paraları ve telefonlarına el konulabilir, yüzleri maskeli plakasız araçlar kaçırabilir: kayıtsıza kayıt düşülmez.
Silinme ve sömürüyle yapılandırılmış, korunmaya ve değer verilmeye layık addedilmeyen hayatın hakkı ihlal edilemez zira… Çünkü yararlı ve uysal kılınamayan öldürülmezse ölüme bırakılır, ahlak ve yasa o bedeni/bedenleri terk eder. Yaşaması gereken ile vazgeçilebilen arasındaki ayrım tel örgülerden daha keskin, duvarlardan daha kalın, sınırlardan daha az geçişken.”
Yaşamın savuşturulması, hayat meselesinin alt üst edilmesi, güncelliği sağlama alınmış tahakküm nesnelliği, bir kırım bitmeden bir başkasına zemin sağlanan ülkede gerçeğin ta kendisi bildirilir Pişkin’in kalemi. Oluşturulan cerahatli halin hayatları nasıl tarumar ettiğinin kestirmeden bildirimidir mesel. Aynalanan, Türkiye’ye bildirilmeye çalışılan ol haymatlos kılınanın sen / ben / bizi de kapsadığıdır. Unutulan geçmiş, unutturulan her şey her türden fecaatin karşımıza sapasağlam dikildiği yerde adalet, hak, hukuk, yaşamak edim ve meselleri her ne haldedir, bunun sorgusuna düşülecek midir dert budur!
Amed Belediyesi Eşbaşkanı Dr. Selçuk Mızraklı’ya “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla dokuz yıl 4 ay 15 gün hapis cezası verilir! Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Savcının ceza istemli mütalaasına karşı Mızraklı’nın avukatları savunma yapar. Mızraklı’nın avukatlarından Mehmet Emin Aktar ise müvekkillerinin bir daha SEGBİS’le duruşmaya katılmayacağını beyan ettiği sözlerini hatırlatarak, savunmasına başladı. Adil yargılama ilkelerine dair maddeleri hatırlatan Aktar, savunmasında şunları kaydetti: “Yargının bağımsız yargılama ilkesi verilse bile mahkemenin tarafsız olamayacağı açık. Bu dava 2017 de başladı ve tutuksuz olarak devam etti. Müvekkil sonra tekrar tutuklanarak yargılandı. DTK faaliyetleri ve Hicran Berna Ayverdi'nin beyanları üzerine tutuklandı. Savcı suç işlediği duyumu alırsa soruşturma başlatır. İki iddianame açısında herhangi bir suç ihbarı yok. Bütün iddianamelerin neden açıldığı belirtilir. Ancak müvekkiliniz hakkında soruşturmanın ne zaman ve neden başlatıldığı belirtilmiyor. 2010 yılında teknik ve fiziki takip üzerine kurulmuş ilk iddianame. Mail adresinde takip edilmeye yönelik karar da alınmış. Korsanvari tarzda bir şahsın mailene girdiğinizde özel yaşam hakkını ihlal etmiş olursunuz. Cumhuriyet Savcısı adli takiplerin sonlandırılmasını 2013'te kararlaştırmış. Ama 2014'te yapılan yeni soruşturma üzerinde 10 Temmuz 2010 tarihinde şüpheli olduğu belirtilmiş. Karar rağmen dinlenilmeye devam edilmiş. Ve 4 yıl sonra yeni bir soruşturma konusu yapılmış. Bu suçtur. Mahkemelerde Türk milleti adına karar veriliyor. Kürtler de var mı diye soruyoruz ama verilen kararlara göre Kürtlerin olmadığını görüyoruz.
Bu politik bir yargılamadır. Buna karşı avukatların mücadele etme şansı yok. Osman Kavala hakkında verilen karar da gördük. Siz bana diyorsunuz ki savunma yapın ki kararımız meşru olsun diyorsunuz. Bu karar meşru, hukuki ve adaletli değil. Bugün tahliye kararı verin aydınlığa adım atalım. Bugün yanlış yapıyorsunuz. Selçuk Mızrakılı’yı birkaç yıl tutabilirsiniz ama bir toplumu yargılamış olursunuz.
Verilen aranın ardından mahkeme heyeti, DBB Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı'ya “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla 9 yıl 4 ay 15 gün ceza vererek hükmen tutukluluğuna karar verdi.”
Mızraklı şu açıklamada bulunur: “Her şeyden daha çok iyiliğe, sevgiye, aydınlığa ve barışa ihtiyacımızın olduğu bir dönemden geçiyoruz. Kötülüğe karşı iyiliği, karanlığa karşı aydınlığı, korkuya karşı cesareti ve çatışmaya, savaşa karşı barışı büyütme vakti.Verilen kararlar hukukun, yargılamanın iğdiş edildiği, siyasetin sopası ve gölgesine dönüşmüş kararlardır; saygı duymuyorum. Hakikat her zaman olduğu gibi, bütün bu süreçleri bitirecek ve aydınlığa vesile olacaktır. El ele, yürek yüreğe ve omuz omuza vererek güzel yarınları müjdeleyebiliriz. Sizlere bir haberim var. Bu zalimler pek yakında KA-ÇA-CAK-LAR. Çok fazla kötülük ve günah biriktirdiler. İyiliğin ve güzelliğin ışıkları üzerinizden eksilmesin.”
Bir yozluk güncesinde enikonu kokuşmuşluğu her güne apayrı sirayet eden bir tavrın açık rehineleriyiz. Devletli için sıradan olanın ederi de anlamı da bir hiç, bunun bizatihi her an tanığıyız. Adnan Selçuk Mızraklı’nın var ettiği, sıradana değer vermekten, sıradan olanın ol hakkını teslim etmekten gayrısı değilken tutsaklığını gördüğümüzde bir kez daha bu ülke meselinin nasıl da insan odaklı değil, çürümüş düzenin devamlılığı için ön alındığını görüyoruz. Yetmiyor, hiçbir fecaat, hiçbir kötülük kafi görülmüyor. Demokrasi eşiğinin alt üst edilmesi, sandığın yerle bir edilmesi, hakkın, haklının iradesinin gasbı, Kürdistan sathında yaratılan daimi kaos ile bir ve bütünlüklü olarak sözün çalınması kesintisiz kılınıyor. Bir yozluk güncesi kalıyor, bütün ah’ların üstüne bindiği. Bir yozluk güncesi çıkageliyor bütün bet ve fecinin aynı yerde faciayı her gün yeniden güncellediği. Umut çalınıyor, kimlikler parçalanıyor. Sözcükler darmaduman...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Refugee II & Refugee Diary – Aly Alaa AHMED – Behance
#meram#arzihal#türkiye gerçeği#öteki#mesele#yazı#yaşama istenci#sözcükler#kelam#anlamak#kesintisiz#yıldırı#şiddet#devlet nedir#kötülük#kadın#dayanışma#8mart#mülteciler#sığınma#türkiye#yunanistan#gözlem#adnan selçuk mızraklı#amed#büyükşehir#belediye#kör karanlık#karanlık çağ#hakikat
0 notes
Photo
FEMİNİST GECE YÜRÜYÜŞÜ: Kadınların Açıklaması: 8 Mart Yasaklanamaz https://ift.tt/2Tm03L0
0 notes
Text
Gece Yürüyüşü davasında iki kişiye takipsizlik
Gece Yürüyüşü davasında iki kişiye takipsizlik
ANTALYA – Antalya Gece Yürüyüşü’nde darp edilerek gözaltına alınan avukat Ahmet Çevik ve üniversite öğrencisi E.K. hakkında açılan davada takipsizlik kararı verildi. Antalya Kadın Platformu üyelerinin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliklerinin finalinde gerçekleştirmek istediği Feminist Gece Yürüyüşü, polis tarafından engellenmişti. Polis saldırısında 5 avukatın da aralarında olduğu 40 kişi…
View On WordPress
0 notes
Text
Taksim ablukada! Feminist Gece Yürüyüşü öncesi İstiklal Caddesi kapatıldı
Taksim ablukada! Feminist Gece Yürüyüşü öncesi İstiklal Caddesi kapatıldı
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü öncesi İstiklal Caddesi kapatıldı
Kadınların 2003 yılından beri her sene düzenlediği ve bu 8 Mart’ta da saat 19:30’da Fransız Kültür Merkezi Önü’nde başlaması planlanan “Feminist Gece Yürüyüşü” öncesi İstiklal Caddesi polis tarafından ablukaya alınarak girişler kapatıldı.
Caddeye meydan tarafından İş Bankası şubesi sonrasında geçişler engellenirken; Tünel tarafında…
View On WordPress
0 notes
Text
Kadın ve LGBTİ+'lar tüm engellemelere rağmen bir araya geldi - Evrim Kepenek, Hikmet Adal
* Fotoğraflar: Evrim Kepenek, Hikmet Adal / bianet. Haberin Kürtçesi için tıklayın Kadınlar ve LGBTİ+’lar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle İstanbul Taksim’de toplandı. 21.50 Açıklamanın ardından Taksim’e çıkmak isteyen kadınlara polis biber gazıyla müdahale etti. Çok sayıda gözaltı var. 21.00: 21. Feminist Gece Yürüyüşü, okunan basın açıklamasıyla son buldu. Kadın ve LGBTİ+’lar, polisin…
View On WordPress
0 notes