#şiir topluluğu
Explore tagged Tumblr posts
dianaa70 · 4 months ago
Text
Şiir topluluğu açmaya karar verdim gelmek isteyen yazsın.
6 notes · View notes
yazmayolculugu · 1 year ago
Text
Neden Olmasın?
Neden Olmasın? Sanat bir pratiktir. Bireyseldir ancak sosyal olarak da yapılabilir. Sosyal olarak yapıldığında hem bireysel bir pratik gerçekleştirmiş oluruz, hem de sosyal bir pratik olarak toplumsaldır.
Sanat bir metot olarak kullanılabilir. Sanatın metodu yoktur, çünkü sanat bir metottur. Bir şeyi gerçekleştirmenin ya da bilgiye, o bilgiyi oluşturarak ulaşmanın bir yoludur. O bilgiyi pratik ederek, var ederek ulaşmanın; ulaşılamasa dahi teoride var etmenin; hayal etmenin bir yoludur. Tam da bu nedenle bir zeka işidir. Zeka ile ilgili bir uğraştır. Zekayı anlamaya ve geliştirmeye yönelik bir pratik olarak sanat, mekanizmasındaki davranışlar gereği bireyi ve toplumu geliştirici bir araç olarak kullanılabilir.
Empati, hoşgörü, katılımcı, özgürlükçü, ‘iyi’leştirici, ifadeden yana, kaynaştırıcı, farkındalık artırıcı, bir yanı keskin olsa bile eşik geçişlerinden sonra sakinleştirici…
Bu terimlerin bütününün aynı anda bir yerde durarak bir çağrışımın parçaları olduğunu kavramakta fayda buluyorum.
Bu kısmı, zihnimizde görselleştirmekten faydalanarak ifade etmek için bir benzetmeden yararlanmak uygun olacaktır; Plastik sanatlar pratiği de tıpkı müzik pratiği gibi bireysel olarak da yapılabilir, sosyal olarak da yapılabilir. En baştan hayal etmeye başlayalım:
Tek başına mırıldanan bir müzisyen düşünelim. Sadece sesini kullanarak müzik yapan bu kişi tek başına hiç ses olmayan bir yerde olsun.
Şimdi bu kişi sesini kullanmanın yanına bedenine vurarak ritim tutmasında eklesin.
Şimdi bu ritme şarkı sözlerini söyleyerek eşlik etsin.
Şimdi bir enstrüman çalsın.
Enstrüman ile birlikte şarkı söylesin.
Bu kez bir bilgisayar kullanarak pek çok enstrümanla müziğini yapsın, sözlerini kaydedip eklesin.
Gelin işi sosyalleştirmeye başlayalım:
Şimdi bu müzisyenin yanına bir müzisyen daha getirelim. İki kişi enstrümanları ve sesleriyle müzik yapsın.
Şimdi yanına bir kişi daha gelsin, hoş bir trio dinleyelim.
Dört olsun, beş olsun, sekiz olsun.
Bir grup müziği dinliyoruz.
İşin boyutunu biraz değiştirelim;
Şimdi müzisyenlerimizin sayısını elliye çıkaralım.
Biraz da orkestra müzik yapsın.
Orkestra.
Biraz hayal gücümüzü devreye sokalım.
Beş yüz kişi olsun.
Az mı?
1500 olsun.
Haydi 5000 olsun.
5000 kişi, 5000 enstrumanlık bir orkestra… Çok mu abartılı oldu?
Hayal gücümüzü daha devreye sokmadığımızı belirtmek için bir bilgiyi paylaşmam gerekiyor.
2013 yılında bir grup müzisyen bir araya gelerek Guinness rekorlarına dünyanın en büyük orkestrası olarak giriyor. Konuyu uzatmamak adına tüm detayları bir kenara bırakıp bu orkestranın müzisyen sayısına odaklanalım: 7548.
7548 müzisyen, 7548 enstrüman.
Evet, bu hayal değil. Bir gerçek.
Tam bu noktadan hayal kurmaya başlayalım.
500.000 müzisyenin oluşturduğu bir orkestra hayal edelim. Orta halli bir kentteki herkesin aynı anda müzik yaptığını düşünelim. Oldu ki bir takım araçlar üretmiş olalım, bu araçları kullanarak tüm kent tıpkı o rekordaki orkestra gibi bir eseri icra etmiş olsunlar.
Hayalleri büyütelim;
6.000.000 kişilik bir insan topluluğunun aynı anda müzik yaptığını.
Peki 100.000.000 kişi? Koca bir ülke kadar insan. Hayal edebiliyor muyuz?
Hangi iletişim araçları kullanılarak canlı bir performans yapabiliriz ki?
3.000.000.000 insandan oluşturalım bu orkestrayı.
3 milyar.
Tam bu noktada 3 milyar kişinin bir kıtada toplanıp aynı anda gökteki notalara bakarak bir eseri seslendirmesini hayal edersek bu biraz ‘din’ olur. Sanat distopyasından çıkabilmek adına sanatın şu iki değerini devreye sokmamızda fayda var: özgürlük ve özgünlük. Bu kadar büyük bir topluluğun bir ucunda farklı ritimler, diğer ucunda farklı sesler, öte ucunda farklı eserler çalsalar bunun ne zararı olabilir?
Bu noktada ‘eser’ önemini yitiriyor, ‘sanat pratiği’nin kendisi bir süreç olarak değerin merkezine doğru yerleşiyor. Burada önemli olan sanat yapmak. Süreç içinde gerçekleşen, zamanın bir bölümünü deneyimlenebilecek bir biçimi olarak ‘sanat’.
Tüm insanlık.
Yeryüzünde yaşayan ve yapmak isteyen tüm insanlarla birlikte, hep birlikte sanat yapmak.
Bir an bile olsa;
Neden olmasın?
-Prepathy, 19/05/2023
Konu: Uykuya dalmadan önce yakalanan düşünceler.
0 notes
farsmeyus · 1 year ago
Text
Telegram üzerinden bir sohbet kanalı açtım. Sohbet edip söyleşiler yapacağımız topluluk oluşturmayı hedefledim. Amacım, acıları dağıtmak, edebi konulara değinmek ve çokça şiir konuşabilmek. Herkesin kendini özgürce, rahatça ifade edebilmesi adına böyle bir topluluğu kurmanın doğru olacağına inanıyorum.
Telegram kanalına ulaşmak istiyorsan bana yazabilir veya yorum atarak seninle iletişime geçebilirim.
Şimdiden katılım sağlayacak kişilere teşekkür ediyorum.
75 notes · View notes
dramatik-buluntular · 2 years ago
Text
YÜRÜYÜŞ PEDAGOJİSİ
Adorno’nun “yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözü ile karşılaştığım günden beri kendimi huzursuz hissediyorum, huzursuz bir ruha sahibim. Bunun etkisini azaltmak için uzun yürüyüşlere çıkıyorum bu aralar, zihnimin kapılarını açık bırakıyorum yol üstünde iyi bir şeyle karşılaşırım diye. Sonra kayboluyorum insanın düştüğünün kesinleştiği isimsiz ormanlarda, bir müddet kendimden haber alamıyorum. Bilmediğim sokaklarda tekrar ortaya çıkıp devam ediyorum yürümeye. Yürüyüşün bir reddetme biçimi ve sıradanlığa karşı bilinçaltımın oluşturduğu bir serüven olduğunu düşünüyorum.
“Limandan bir gemi giderdi Sen kalkıp ona giderdin Benzin mum gibi giderdin Sabaha kadar kalırdın Hayırsızın biriydi fikrimce Güldü mü cenazeye benzerdi Hele seni kollarına aldı mı Felâketim olurdu ağlardım”
Şu üçüncü şahsın şiirindeki şahsa çok takmıştım bir ara, bir kalbin böylesine parçalanışına izin verdiği için hiç affetmemiştim. Felaketim olurdu her okuduğumda bunu. Hele şu iki dize: “Benzin mum gibi giderdin/Sabaha kadar kalırdın.” Ağlamazdım ama çok kızardım. Onu bulup konuşmak, öfkeyle bazı şeyler sormak istiyordum. Uzun uğraşlardan sonra adresini öğrendim. Bu kez çok eskilere doğru yürümüştüm. Unutulmuş bir bahçenin içinde eski bir evdi geldiğim yer. Emekliye ayrılmış ağaçlar karşılıyor insanı ilkin. Yapraklarında anı tozları. Tozların içine gizlenmiş şiir parçacıkları. Sözcükleri sökülmüş o evin kapısını çaldım, uğranılmamaktan yaşlanmış bir kadın açtı kapıyı. Bir kadın, hikâyesi bittiği için yaşlanmış. Bir kadın, bütün bedeni uzaklara bakıştan yapılmış.
“Merhaba, üçüncü şahsın şiirindeki şahsı arıyordum, burada yaşıyormuş, onu görebilir miyim” diye sordum. Yüzüme baktı bir yanlışa bakara gibi. “O şahıs bu şiirden taşındı, yıllar önce,” dedi. “Nereye taşındı peki?” “Unutma Yöntemleri adında bir kitaba” “Nasıl bulabilirim bu kitabı?” “Bilmiyorum, henüz kimse bulamadı.”
Bildiğim bütün kitapçıları ve sahafları dolaştım, aramadığım yer kalmamıştı. “Unutma Yöntemleri” adındaki o kitabı bulamadım. O yorgunlukla bir tren istasyonunda, artık kullanılmayan, paslanmış tren raylarına attım kendimi, demirin ve taşların uğultusuna eşlik ettim. Yağmur da başlamıştı. Hurdalığa çekilmiş kömürle çalışan bir buhar trenine sığındım. Orada oturup damlaların çakıl taşlarına düşsel davranışını izledim. Sonra güneş açtığında bu düşsel davranışın hemen unutulacağını düşündüm. O halde her şeyin bu kadar çabuk ve kolay unutulduğu bir yerde unutma yöntemlerine ne gerek vardı ki? Huzursuz bir ruha sahip olan insanın zihnindedir sayfaları sararmış o kitap ve içindeki her şey “unutmamak” üzerinedir. Çünkü unutmanın en iyi yöntemi asla unutmamaktır
Çok gürültülü bir yerden; kalabalıkları olan ama insanları olmayan bir ülkenin içinden geçiyorum. Ruhları üşüyordu. O kadar üşüyordu ki soy, kan ve ırk yorganını çekmişlerdi üzerlerine. Bütün ırklardan daha soylu bir ırktan geldiklerini düşünüp bununla övünüyorlardı. Kalpleri de üşüyordu. Çünkü bilmiyorlardı; insanı insan yapan ırk, soy ve kan değildir. Sözcükleri olan ama anlamları olmayan ve kendilerini ülkenin sahipleri sanan bu insan topluluğu; boğazlarına kadar boka battıkları toplumlarında her gün gittikçe yükselen yalanı, tecavüzü, kadın cinayetlerini, çocuk tecavüzlerini, erdemsizliği, hırsızlığı, yoksulluğu, yolsuzluğu, eşitsizliği, zulüm ve adaletsizliği sessizce izleyerek ırklarını yüceltiyorlar koro halinde. Bunun için tanrılarına şükrediyorlar. Çünkü sadece soy-kan-ırka inanıp da büyük insanlığa inanmayan zavallıların tek sığınağıdır bu.
Bütün bunlar ıssızlığın pornosudur. Karanlığın vızıltısıdır. Zulme tanık olduklarında elleriyle yüzlerini kapatanların ve ışığın ölmesine sessiz kalanların trajik resmidir.
Yürüyorum, dudaklarımda kendime ait olmayan bir tebessümle. O tebessümü, yüzü hüzünden çökmüşlere dağıtmak için yürüyorum. Çıkarların sevgileri yuttuğu bu kambur zamanlarda harfler kulesine düş ortaklığı teklifinde bulunuyorum. İyileşemeyen kentlerin içinden geçiyorum. Kelepçe vurulan üniversite kapılarına, gözaltına alınan öğrencilerin seslerine doğru yürüyorum. Yakılmakla tehdit edilen direnenlerin arasına katılıyorum ki biliyorum direnenlerin sırtında hep bir hançer vardır bedel olarak. Hep bir hançer vardır; envantere kayıtlı.
Her yürüyüş ağır kurşuni bir akşamla son buluyor. Biz; bütün üçüncü şahıslar, unutulmaya takıldıkları için geç kalmış diğer arkadaşlar, sevgili zaman, öteki şeyler ve bazı ruhsatsız kelimeler buluşuyoruz hayalhane denen o küçük kulübede. Hayalhane; gerçekliğin pavyonu… Yürüyüşlerden topladığımız en hakiki hisleri masaya bırakıyoruz yüzüstü bırakılma cezası kesilmiş kalpler için. Sonra dünya çalışmaya başlıyor yeniden rüzgârın yakınımıza getirdiği bir haykırışla.
15 notes · View notes
edebiyatiturk · 25 days ago
Text
Serveti Fünun Dönemi Şiir
Serveti Fünun Dönemi Şiir Serveti Fünun, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında Türk edebiyatında önemli bir yer tutan bir topluluktur. Bu dönem, edebi akımların, özellikle de Batı edebiyatının etkilerinin yoğun olarak hissedildiği bir süreçtir. Serveti Fünun topluluğu, özellikle şiir alanında önemli eserler vermiştir. Bu yazıda, Serveti Fünun dönemi şiirinin özelliklerini, önemli…
0 notes
fisiltihaberleri · 11 months ago
Text
Tumblr media
Tyb Adalı Kadın Yazarlardan Erenler'de Edebiyat Şöleni
Tyb Sakarya Şubesi bünyesinde faaliyet gösteren Adalı Kadın Yazarlar Topluluğu, Sapanca, Karasu, Bolu'dan sonra dördüncü edebiyat dinletisini dün Erenler ilçesinde gerçekleştirdi. Erenler Figen Sakallıoğlu Anadolu Lisesi salonunda gerçekleşen edebiyat dinletisi Deneme Yazarı Filiz Toklu'nun açılış konuşması ile başladı. Ardında sırasıyla Çocuk edebiyatı yazarı Büşra Özden Koç, Çocuk edebiyatı yazarı Cevriye Oymak, Masal yazarı Elif Sevinçgül, Çocuk edebiyatı yazarı Elif Yıldız, Deneme yazarı Filiz Toklu, Yemek yazarı Gülsen Yıldız, Masal yazarı Mine Üye, Hikâye yazarı Nalan Aşkın Solmaz, Şair Neslihan Cebesoy, Şair Nursel Camcı, Şair Selma Meriç ve Deneme - roman yazarı Semra İmamoğlu eserlerini seslendirdiler. Cok sayıda öğrencinin ilgiyle izledigi edebiyat dinletisinin finalinde söz alan Tyb Sakarya Şubesi Başkanı Fahri Tuna, 130 bin kelimesiyle dünyada yaşayan 4 bin dil arasında 5'nci sırada yer alan zengin Türkçemizi yaşatmanın ve dünyanın yarısını oluşturan kadınların arasından çıkan kadın yazarların önünü açmanın öneminden söz ederek, Adalı Kadın Yazarlara içtenlikle ev sahipliği yapan FSAL müdürü Melik Hayri Çetinkaya ve okulun başarılı Türk dili ve edebiyatı öğretmeni İsmail Tekdal'a teşekkür etti. Kapanışta söz alan Erenler FSAL müdürü Melik Hayri Cetinkaya ise Tyb Sakarya Şubesi Başkanı Fahri Tuna ile onun öncülüğünde edebiyat dinletisi gerçekleştiren on iki Adalı Kadın Yazara çok teşekkürler ederken her katılımcı şair ve yazara da birer teşekkür belgesi takdim etti. https://www.fisiltihaberleri.com/haber/tyb-adali-kadin-yazarlardan-erenlerde-edebiyat-soleni-10170.html
#Tyb #yazar #şiir #edebiyat #kitap #aşk #şiirsokakta #şair #söz #şiirheryerde #siirsokakta #siir #izmir #kitapkurdu #sevgi #tbt #iyigeceler #güzelsözler #sözler #Sakarya #love #huzur #ankara #cemalsüreya #ask #instagram #turkey #günaydın #mutluluk #sair
0 notes
gundembuca · 1 year ago
Text
Srebrenitsa soykırımı Buca'da unutulmadı
Tumblr media
Tarihin en acı sayfaları arasında yer alan Srebrenitsa Soykırımı’nda hayatını kaybedenler Buca’da anıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaşanan en büyük katliam olan, 8 bin 372 Boşnak’ın Sırp güçleri tarafından acımasızca öldürüldüğü Srebrenitsa Soykırımı Buca’da lanetlendi. Adatepe Mahallesi’ndeki Srebrenitsa Anıtı önünde gerçekleştirilen anma törenine Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç, CHP Buca İlçe Başkanı Hacer Taş Gültepe, Dünya Bosna Hersek Göçmenleri Birliği Başkanı Hasan Şehoviç, Balkan Göçmenleri Federasyon Başkanı Vahap Savaşan, İzmir Gültepe Makedonya Göçmenleri Derneği Başkanı Birol Özkardeşler, Buca Belediyesi başkan yardımcıları, meclis üyeleri, muhtarlar ve vatandaşlar katıldı.
Tumblr media
İnsanın insan olmaktan utandığı böylesi acı olayların dünyanın hiçbir yerinde bir daha yaşanmamasını dileyen Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç, “Bu soykırımların tekrar etmemesi için Srebrenitsa’yı hafızalarımızdan çıkarmayacak, silinmesine izin vermeyeceğiz. Unutmuyoruz, unutturmayacağız. Son nefesimize kadar 8 bin 372 canın sesi olmaya devam edeceğiz. Aradan geçen 28 yıla rağmen bugün hala akıbetleri bilinmeyen, mezarları meçhul, bir mezar taşı dahi olmayan kayıplar var. Bir kez daha üzerine basa basa tekrar ediyorum; 8 bin 372 masum insanın hunharca öldürüldüğü bu soykırım, tarihin kara lekesi, insanlığın en derin yarasıdır. Srebrenitsa’da insanlık onuru, güvenli bölge tanımı, uluslararası barış gücü tanımı çok ağır bir darbe almıştır” diye konuştu. Dünyaya barış mesajı Dünya Bosna Hersek Göçmenleri Birliği Başkanı Hasan Şehoviç ise tüm dünyaya barış mesajı göndermek istediklerini belirterek, “Her zaman dostluk ve kardeşlik içerisinde yaşamayı istiyoruz” dedi. Konuşmaların ardından Buca Belediyesi Tiyatro Topluluğu şiir dinletisi sundu. Daha sonra anıta karanfiller bırakıldı. Read the full article
0 notes
hetesiya · 1 year ago
Text
Mülkiyete Son: San Francisco Diggers'ın Özgür Şehri
San Francisco Diggers, Çeviri: Ayşe Boren
Tumblr media
San Francisco’nun iki etnik azınlığının (Çinliler ve İtalyanlar) geleneksel semti olan North Beach, 1950’lerde, yeni serpilmeye başlayan alt-kültürün merkeziydi. Şairlerin başını çektiği “Beat kuşağı”nın dünya çapında tanınmaya başladığı sıralarda, aslında şiir burada gelişen sanat formlarından yalnızca biriydi. North Beach, ressamlar, heykeltıraşlar, yazarlar, fotoğrafçılar, müzisyenler, sinemacılar ve şairler için adeta bir cennetti. Sanatçılar kolektif bir yaşam sürdürüyor, birbirleriyle yakın ilişki içinde çalışıyorlardı.
Fakat zaman içinde bu özel ve benzersiz semt herkesin ilgisini çekmeye başlayınca, vaktiyle sessiz sakin bir yer olan bölge turistlerle doldu ve şiir okuyan, esrar içen aylak sakinler birdenbire emniyet güçlerinin ilgi odağı oldu. Bunun üzerine pek çok sanatçı, North Beach’ten ayrıldı. Gittikleri yerlerin başında, San Francisco kentinin gururu Golden Gate Park’ın sınırındaki Haight-Ashbury semti geliyordu. Haight-Ashbury, bundan sonra, San Francisco Mim Topluluğu (Mime Troupe), Sanatçı Kurtuluş Cephesi (Artists Liberation Front-ALF) ve ardından 1960’ların en etkili karşı-kültür hareketlerinden Diggers'ın beşiği olacaktı.
Dansçı ve mim sanatçısı Ronald G. Davis, 1959’da, Brechtçil tiyatro ile İtalyan Commedia dell’Arte geleneğinden esinlenen San Francisco Mim Topluluğu’nu kurdu. Dış mekânlarda ücretsiz oyunlar sergileyen topluluk, 1963’ten itibaren, kamusal alanda izinsiz müdahaleler biçimini alan “gerilla tiyatro”lar sergilemeye başladı.(video belgesel sayfanın en sonunda)
“Mim Topluluğu’nun şöhreti kısa sürede arttı ve topluluk Davis’in çabalarıyla aktivist genç sanatçıları kendi bünyesine katmayı bildi. Sadece tiyatrocular değil yazarlar, heykel sanatçıları, müzisyenler, dansçılar topluluğun eğlenceli gösterilerinde aktif görevler aldılar ve halka açık mekânlarda sergilenen politik sanatsal gösterilerinin mantığı üzerine pek çok gözlem yapma ve değerli deneyimler elde etme şansını yakaladılar. 1966 yılına gelindiğinde yaklaşık yirmi kişilik bir grup sahnede hayal edilen gerçekliği gündelik hayatta gerçekleştirmek için topluluktan ayrıldı ve şehrin farklı bir bölgesine giderek alternatif bir kolektif kurdular. Böylece 'gerilla tiyatrosu'nun ikinci aşaması başladı. Kendilerine İngiliz iç savaşı sırasında boş toprakları tarıma açan bir grup devrimci köylüden ilham alarak 'Diggers' [Kazıcı] adını verdiler. Diggers üyelerinden [Peter] Coyote, Mim Topluluğu’nun kişisel deneyimi açısından kendisine neler kattığını şu cümlelerle ifade ediyordu: ‘Dünyaya Marksist prensipler ışığında bakmaya ve analiz etmeye, onu daha kapsamlı biçimde kavramaya gerçek anlamda ilk kez Mim Topluluğu’nda başladım. Dogmatik olma gereği duymayan analizler: sınıf, sermaye, kim neye sahip, kim ne yapıyor, kim ne için çalışıyor. Ve bu birden imgelemin işleyişine hız verdi… Birdenbire her şey yerli yerine oturuyor ve entelektüel yaşamınızla sanatsal yaşamınız arasında bir bağ oluşuyor.’ "[1]
Tumblr media
Eski Diggers üyelerinden aktör Peter Coyote, Kara Panterlerle
Diggers, performansı, izleyenlerin bilincini yükseltecek, çerçevesi belli bir hadise olmaktan çıkararak, yeni bir toplum hayatının sürekli icrasına dönüştürdü. Hayallerindeki yaşamı şimdi ve burada somutlaştırmak amacıyla “yaşam-oyunculuğu” adını verdikleri bir teknik benimseyen Diggers, doğrudan eylem ile tiyatro oyunculuğunu biraraya getirmişti. Ücretsiz dağıttıkları Free City, Free News gibi dergiler aracılığıyla duyurdukları etkinliklere binlerce insan katılıyordu. 
Diggers pek çokları tarafından hippi kültürüyle özdeşleştirilmişse de, ve bazı açılardan bu kültürle benzerlik gösterse de (egemen yaşam biçimlerinin koşullandırmasından kurtulmak üzere uyuşturucu kullanımını teşvik etmeleri gibi), toplumsal programdan yoksun olduğu için hippiliği eleştiriyorlardı. Tıpkı paranın ölümünü ilan ettikleri happening gibi, hippiliğin 'cenazesini kaldırdıkları' bir gösteri de düzenlemişlerdi. Diggers’ın başlıca hedefi, para ekonomisinden bağımsız Özgür Şehirler kurmaktı. Bu şehirlerde ücretsiz hukuki ve tıbbi yardım sağlanacak; herkes ücretsiz pansiyonlardan, iletişim ve ulaşım hizmetlerinden faydalanabilecekti. Üretim fazlası ve para bağışıyla işleyen bu proje kısa ömürlü olmakla birlikte, Amerika ve dünyadaki pek çok başka karşı-kültür hareketini etkiledi. Diggers bu amaçla, Özgür Şehir Kolektifi adı altında başka bölgelerde de faaliyet yürüttü ve kendi mahallelerinde ücretsiz sosyal hizmet ağı kuran Kara Panterler gibi örgütlerle dayanışma içinde oldu. [DY-AB]
Kaynaklar:
The Early History of the Digger Movement
http://www.sfmt.org/company/history.php
Michael William Doyle, “The Haight-Ashbury Diggers and the Cultural Politics of Utopia, 1965-1968”, doktora tezi, Cornell Üniversitesi, 1997.
Will Bradley, “Introduction”, Art and Social Change içinde, ed. Will Bradley ve Charles Esche (Tate Publishing, 2007) s. 17-18
Fırat Güllü, San Francisco Parklarında Neler Olmuştu?
Les Diggers de San Francisco, belgesel, Céline Deransart ve Alice Gaillard [video en altta]
Özgür Şehir
Bilinç durumumuz, yeraltında birbirimizi alt etmeye yönelik oyunlar oynamayı bırakıp, özgür şehirlerde yaşayan özgür ailelere uygun görevler geliştirmek için gayret göstermemizi gerektiriyor.
Bireysel faaliyetlerimiz için gereken özgürlüğü sağlayabilmek için elimizdeki olanakları müşterekleştirmeli ve enerjilerimizi buluşturmalıyız. 
Dünyanın her şehrinde gevşek bir rekabetçi yeraltı oluşumu var. Bu oluşumlar, amaçları bazen örtüşen bazen çatışan (ama çoğunlukla nihai hedef olan özerkliğe ulaşma olasılığını zayıflatan) topluluklardan oluşuyor. Geldiğimiz noktada hepimizin bir silahı var; hepimiz onu kullanmasını biliyoruz; düşmanımızı tanıyoruz ve kendimizi savunmakta tereddüt etmeyiz. Daha fazla hakarete tahammülümüz yok. O halde, biraz daha kararlı davranıp Batı dünyasının kentsel ortamlarında özgür şehirler kurmanın vakti geldi.
Özgür şehirler, temin ettikleri ve sürdürdükleri hizmetlerle, özerk toplulukların yemek, matbaa olanakları, ulaşım, alet edevat, para, barınak, çalışma alanı, kıyafet, makine, kamyonet vs. bulma derdine düşmeden programlarını yürütmelerine imkân tanıyan bir özgürlük zemini sağlayan Özgür Ailelerden oluşur (San Francisco özelinde bu aileler Diggers, Kara Panterler, Provo’lar, Mission Rebels ve çeşitli devrimci grup ve komünlerdir).
Devrimimizin bu aşamasında, Amerika’nın şehirlerine yayılmış bütün ailelerin, komünlerin, Siyah örgütlerin ve grupların, eşgüdüm içerisinde çalışarak, tekil klanlar bünyesinde faaliyet gösteren kişilerin ihtiyaçlarını bedavaya karşılayabilecekleri Özgür Şehirler kurmaları şarttır.
Tüm yoldaşlar yapılması gerekeni yapmak için ne gerekiyorsa alacaktır.
Özgür Şehir
Bir taslak ... bir başlangıç. Tüm hizmetler, birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmiş ve aşırı iş yüküyle ustalık ve şevkle baş edebilecek kadar davalarına adanmış yoldaş grupları tarafından yürütülmeli.
Özgür Şehir Santrali/Enformasyon Merkezi, bütün hizmetleri, faaliyet ve yardımları  koordine etmeli; desteği, en çok ihtiyaç duyulduğu noktaya yönlendirmeli. Ayrıca, hukuki destek, barınak, makine, ve benzeri ihtiyaçlar söz konusu olduğunda müracaat mercii burası olmalı. Evlerinden edilmiş toplulukların ve bireylerin posta adresi olarak işlemeli ve başıboş enerjileri en çok ihtiyaç duyuldukları noktaya yönlendirmeli.
Özgür Gıda Depolama ve Dağıtım Merkezi, halihazırdaki bütün bedava gıda kaynaklarına gitmeli –satılmayan bol miktarda artık gıdanın biriktiği sebze ve meyve pazarları, köylü pazarları, kesim ve et işleme tesisleri, çiftlikler, mandıralar, hayvan çiftlikleri, tarım meslek okulları, dev kurumlar–ve dilenmek, ödünç almak ve çalmak da dahil olmak üzere mümkün olan her tür yolla kamyonlarını üretim fazlasıyla doldurmalı; şoförlerle irtibat kurarak, sevkiyattan arda kalanların kendilerine ulaştırılmasını temin etmeli. En doğrusu vardiyalı çalışmak: sabah vardiyası erzağı toplar, akşamüstü vardiyası ise elindeki liste doğrultusunda gıdayı, özgür ailelere ve gettolarda yaşayan fakirlere teslim eder.
Bu grup, insanların gıda fişlerini ortak bir havuzda biriktirmelerine yardımcı ollmalı ve annelerini (ya da başka bir tayfayı) yolcular ve evsizler için bedava bir lokanta açmaya ikna etmeli. 
Tumblr media
Diggers üyeleri ücretsiz yemek dağıtıyor
Özgür Şehir Bankası ve Hazinesi
Bu grup para toplamaktan, Özgür Şehir’de yaşayan ailelerin kiralarını ödemek, akaryakıt ve benzeri başka ihtiyaçlarını karşılamak için beleş para kaynakları yaratmaktan mesul olmalı. Bunun dışında, fakir getto çocukları için ufak tefek üçkağıtlar (kurabiye satışı, vs.) tertipleyecekler.
Özgür Şehir Hukuki Danışma Hizmetleri
Bu hizmet, Özgür Şehrin haklarını ve sunduğu hizmetleri savunmaya hazır, fiyakal��, pişkin ve birinci sınıf avukatlar tarafından verilecektir... beyaz, liboş, suçluluk duygusuyla kıvranan adalet tellallarına lüzum yok. Bize tuttuğunu koparan birinci sınıf avukatlar gerekiyor. Dava konusu olan beleş para ve mülkü mükemmelen idare edebilecek ve muhitinizdeki polis zulmünün hakkından gelebilecek avukatları yanımıza çekin.
Özgür Şehir Konut ve Çalışma Alanları
Bu grup, marangoz atölyelerine, garajlara, tiyatro sahnelerine vesaire çevirmek amacıyla metruk binalar kiralamalı veyahut kent yönetimiyle anlaşarak bu mekânları devralmalı. Çevreye-özgü eserler üreten sanatçılar büyük depoları devasa dans-şenlik-şölen saraylarına dönüştürebilir.
Şehir mekânlarını özgürleştirme hamlesi, ciddi ve iş kotarmaya odaklanmış üç kişilik bir ekip tarafından yürütülmeli. Bu ekip, kent bürokrasilerini ve gecekondu ağalarını köşeye sıkıştırabilmek için avukatlarla ortak çalışmalar yürütebilmeli. Özgür Şehir’e mekân devşirmek için kentteki çoğu gayri menkulün sahibi konumundaki kilise hedef alınmalı. Kilise yetkilileri muhatap alınırken tavizsiz bir üslup benimsenmeli ki, işin şakası olmadığını anlasınlar.
Özgür Şehir Çevre ve Tasarım Ekibi
Üniversite ya da sanat enstitülerinde okuyan sanatçı gruplarını saflarımıza katmalı ve gecekonduların ve çoğu Özgür Şehir Aile meskeninin rutubetli sefaleti üzerine çalışmalarına yardımcı olmalıyız. Rahatsız edilmeksizin topluluk için yaşam alanları inşa eden iyi ressamlardan, heykeltıraşlardan ve tasarımcılardan oluşan gruplar... Gerekli malzemeler ve araç gereç üniversite projelerinden ve imalatçılardan yürütülebilir. 
Kaynak: “The Post-competitive, Comparative Game of a Free City” başlıklı bildiriden kısaltılarak çevrildi, Art and Social Change içinde, s. 152-156.https://www.youtube.com/embed/i6sPo2Yi3jE
youtube
[1] Tırnak içindeki bölüm, Fırat Güllü’nün Mimesis dergisinde yayınlanan San Francisco Parklarında Neler Olmuştu? başlıklı yazısından alındı. Coyote alıntısını aktaran, Bradford D. Martin, “The Theater is in the Street: Politics and Public Performance in Sixties America”, University of Massachusetts Press, 2004, s. 89.
1 note · View note
endergelisenataklar · 1 year ago
Text
yeni şiir başlığı; gecenin 4.17'sine ruhlarını, toprağa da bedenlerini kaptıranları unutanları unutmayanlar topluluğu.
Tumblr media Tumblr media
günün birinde 'son anda muslera' şiirini yazacağım.
199 notes · View notes
yurekbali · 4 years ago
Text
Tumblr media
“Cahit Sıtkı Tarancı“ anısına... (2 Ekim 1910, Diyarbakır - 13 Ekim 1956, Viyana, Avusturya) * * * Cahit Sıtkı Tarancı ile ne zaman, nerede, nasıl tanıştığımı anımsamıyorum. 1947’den sonra yakınlığımızın başladığını, giderek dostluğa dönüştüğünü iyice biliyorum. O sıralar Cahit bekârdı. Onu görmek isteyenler, akşamları -Ankara’nın Yenişehir semtinde, Sakarya caddesinden Bayındır sokağa sapınca sağda, bahçe içinde, yeşillikli- Missuri Lokantası’nda bir iki kadeh atıp yemeğini yerken, ya da -Ziya Gökalp’ten Selanik caddesine dönünce orada, yine bahçe içinde- Buket Lokantası’nda düşünür, bir yandan demlenir, bir yandan da şiir yazarken bulurlardı. Biz daha çok Ulus’ta, Posta caddesine girerken solda ‘Kürdün Meyhanesi’nde, kimi de, arası bir apartman kapısı ile ayrılan ‘Şükran Lokantası’nda toplanırdık. Sonraları Cahit Sıtkı da buraya sürekli gelmeye başladı. O, Şükran Lokantası’nın kapısından içeri girince, solda camın önünde bir masa edinmişti kendine. Hep orada oturur, tül perdenin arkasından Posta caddesini seyrederdi sanki!.. Çoğu zaman onu elinle koymuş gibi yerinde bulurdun. Bir akşam, çok sıkışık bir duruma düştüğüm bir sırada, onu orada bulmam beni zor durumdan kurtardı. Hızır gibi imdadıma yetişti. O gün, yayınlamakta olduğum Seçilmiş Hikâyeler dergisinin matbaa hesabını kapatmıştım. Şimdilerde gülünç gibi görünen, o tarihte önemli bir para sayılan ikiyüz, belki de üçyüz lira ödemiştim. Sonradan farkına vardım ki cebimde bir otobüs bileti alacak para bile kalmamıştı. Kendi kendime, ‘Nasıl olsa bir arkadaşı görür, ondan bir günlüğüne ödünç para alırım.’ diye düşünmüştüm. ‘Kürdün Meyhanesi’ne gittim, aksiliğe bakın kimsecikler yoktu, oturmadım. ‘Şükran’a bakayım,’ dedim. Daha içeriye girmeden Cahit’in camın önünde, tül perdenin arkasında bir masada oturduğunu gördüm. Her zamanki yerinde, güleç bir yüzle sarmaş dolaştı. Yeni dizeler düşünüyor olmalıydı. Onu görünce birdenbire ferahladım. Rahat bir soluk aldım. Dışarıdan camı tıklattım. Beni görünce, ‘Ne var’ anlamında baktı. İşaret ettim, ‘Dışarıya gel’ diye. Merak içinde kalkıp geldi. Kısaca durumu anlattım, onyedibuçuk kuruş otobüs parası ödünç istedim. Cahit rahatlar gibi oldu: “Ben de bir şey oldu sandım, merak ettim, gel, bir kadeh atarsın.” diyerek gülümsedi. “Sağ ol, gitmem gerek.” dedim. Bunun üzerine hemen çıkarıp birkaç lira vermek istedi: “Hayır,” dedim, “bana onyedibuçuk kuruş ver, yeter. Evde param var.” * Gecelerden birinde ‘Kürdün Meyhanesi’nde toplanmıştık. Orhan Veli, Cahit Sıtkı, İlhan Tarus, Şahap Sıtkı, Fethi Giray. Sanırım Mehmed Kemal ile Suphi Taşhan da vardı. Yedi sekiz kişiydik. Orhan Veli, Cahit Sıtkı, İlhan Tarus, üçü sosyal güvenlik konusunu tartışıyor, biz de dinliyorduk. Konunun iyice kızıştığı bir sıra, meyhanenin sahibi Kürt Mehmet, bizim masanın bir ucunda, kapkara saçları, diş fırçasını andıran kaşları, iyice morarmış yüzüyle belirdi. Ondan hiç beklenmeyen yavaş, yumuşak bir sesle: “Orhan Veli Bey, Cahit Bey, biraz dolaşın, bütün masaları polisler tuttu. Yer yokluğundan gidiyor müşteriler.” dedi. Birdenbire zehirlenmişe döndüm. Bedenimin her yanını ateşler bastı. Şakaklarım zonkluyordu. Şaşırdım kaldım. Polis bizi neden izliyordu? Suçumuz neydi? Sol yanıma, meyhanenin derinliğine doğru baktığımda, ilk önce masaların altındaki çizmeler, sonra da gri kilot pantolonlar gözüme çarptı. Bakışlarımı şaşkınlıkla biraz daha yukarıya kaldırınca, beş altı masanın çevresinde, birer ikişer, lacivert ya da gri ceketli, şapka veya kasketli kişilerin oturduğunu gördüm. Masalarında boş bira şişeleri ile bardaklar duruyordu.  Bir şey yiyip içmediklerine göre, Kürt Mehmet’in polis dediği bunlar olmalıydı. Bir kâbus görmüş gibiydim. Onların bizi izlemeleri ağırıma gitmişti. Ne satacak önemli bilgiler vardı elimizde, ne de ülkemizin çıkarlarıyla ilgili önemli yerlerde görevliydik. Hepimiz birbirimizi çok iyi tanıyorduk. Edebiyatı sevmekten, onunla uğraşmaktan başka bir suçumuz yoktu. Eğer bu suç ise... Hesaplarımızı ödedik, kalktık. Ne var ki, konuşma en heyecanlı yerinde kalmıştı. Kürdün Meyhanesi’nin bir üstündeki ‘Şükran Lokantası’na girelim’ denildi. Camın kenarında bir masaya oturduk. Konuşma bırakıldığı yerden başladı. Benim aklım polislere takılıydı. Konuşmayla hiç ilgilenmiyordum. Polisler bizim arkamızdan -çakılır düşüncesiyle- hemen dışarı çıkamadıklarından, izimizi yitirmiş olacaklar ki Posta caddesinin bir yukarısına, bir aşağısına koşmaya başladılar. Buraya girebileceğimizi bir türlü akıl edemediler anlaşılan. Tül perdenin arkasından onları izliyordum. Gecenin sessizliği içinde, Posta caddesinde çizme sesleri yankılanıyordu. * Cahit Sıtkı, ince yapılı, kısa boyluydu. Duygulu, sessiz, çekingendi. Böyle olmasına böyleydi ama, şiir ya da sanat konularındaki tartışmalarda acımasız olduğunu çok görmüşümdür. İyi Fransızca bilirdi. Dünya edebiyatını, özellikle Fransız sanatını yakından izlerdi. Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü Etüd ve Organizasyon Kurulu’nda birlikte çalıştık. O çevirmendi. Uzun çuha kaplı bir masanın çevresinde otururduk. Cahit de bu masanın bir ucunda çeviri yapar, boş zamanlarında yeni dizeler üzerinde çalışırdı. O dönemde Seçilmiş Hikâyeler’e gelen şiirleri Cahit okur, yayınlanacak olanları seçerdi. Öykülere ise, derginin ilk yayınlandığı 1947 yılından beri Esendal’la birlikte bakardık. Bunu Cahit de bilirdi. Sonra O, Çalışma Bakanlığı’na geçti. Şimdiki Dışişleri’nin bir bölümündeydi çalıştığı yer. Sık sık ona uğrardım, görüşürdük. Orada bir kızla ilişkisi oldu. Bunu uzun zaman bizlerden gizledi. O, her ne kadar aklıyla, çirkin bir adam olmanın burukluğundan kendini kurtarmış olsa da, zaman zaman bu acının içine düştüğü olmuştur. Kızla ilişkisini saklayışı da bu yüzden olabilirdi. Oysa Cahit’in altın gibi bir yüreği vardı. Onun ince, küçük yapısı alkole pek dayanıklı değildi. Bunu bildiği için de fazla içmezdi. Ama ender de olsa, ölçüyü kaçırdığı olurdu. Ankara’da Tandoğan Meydanı’ndan sonra gelen, o zamanki adıyla Mebus Evleri’nde otururdu. Böyle ölçüyü kaçırdığı gecelerde onu evine ya Sunullah Arısoy, ya da ben götürürdük. İkimiz de Bahçelievler’de oturuyorduk. Başka geceler evlerimize dönerken ya otobüsle ya da dolmuşla giderdik. Ama Cahit olunca bunu uygulamak olanaksızdı. Üstelik, biz taksiyle gidecek olsak ikibuçuk lira yazardı. Ama Cahit olunca bu, üçbuçuğa, kimi de daha çoğuna patlardı. İyi ki bu sık sık olmazdı. Yoksa buna bizim bütçe dayanamazdı. Mebus Evleri denilen mahallede tüm yapılar birbirine benzerdi. Üç sokağı vardı ki, onların da ayrılıklarını seçmek çok güçtü. Cahit’i evine götürdüğüm geceler, sokağın birinde rastgele taksiyi durdurturum, O, arabanın camından uykulu bir bakışla bakar, sonra: ‘Sava!..’ der. Bu sözcük bazen ‘Evet.’, bazen de ‘Hayır.’ anlamına gelir. Cahit’i tanıyorsan nerede ne anlamda kullandığını bileceksin. Bu bir yerde de zorunludur, delik olan bütçeni kurtarmak için... Yoksa, ha bu sokak, ha şu sokak, bu ev miydi, şu ev miydi derken sabaha dek Mebus Evleri’nde turlar durursun boş yere, Tarancı’nın evini bulacağım diye... Üç sokağı turladıktan sonra, ilk geldiğimiz yerde mi, biraz ötesinde mi, yoksa başka bir evin önünde mi, Cahit gene ‘Sava!..’yı çeker. Dikleşmesi arabadan inmeye hazırlanması demektir. Geceleri hep geç saatlerde, düzensiz aralıklarla yinelenir bu gelişler... Sokakların, evlerin birbirine benzemesi yanıltır insanı. Hangi sokaktı, hangi evdi belleyemezsin. Bu yüzden, getiren taksiye bir, birbuçuk lira fazladan ödemek zorunda kalırsın. * Evlendikten sonra Cahit, artık akşamları çıkamaz, sürekli geldiği yerlere gelemez olmuştu. O’nun yeri boş kaldı oralarda. Sevgiyle beklendi, arandı. Bu duruma mutluluğu için belki eyvallah demişti. Demişti ama bir süre sonra, kırkaltı yılının yarısından çoğunu geçirdiği bu yerler, daha çekici gelir olmuştu ona. Yaşama biçimini bozmak pahasına, konulan yasaklara karşı gelecek bir yapıda değildi Cahit Sıtkı. Boyun eğdi. Akşamüstleri, Bakanlıklar’da O’nu, akpak, tombulca eşinin kolunda asılı giderken gördüğüm çok olmuştur. Göz göze geldiğimizde sıkılırdı. Mahcup olmuş gibi kaçamak bir selam verdiğini anımsarım. Evliliğin zorlamalarıyla, mutlu da olsa, ev ev komşuluklar kuracak bir yaradılışta değildi. Sonunda ters de olsa, bütün bu olan bitenden öç almak istercesine, sabahları erkenden evden çıkar, ‘Çeviri yapacağım.’ diyerek, ‘Şükran’da iki kadeh atıp öyle işine gider olmuştu. Sanırım ki Cahit’in sağlığını bozan da bu davranışı oldu. Bir sefer, gündüz gözüyle Mebus Evleri’ndeki evini gördüm. O da hastalandığı sırada oldu. Sunullah Arısoy’la beraber yoklamaya gittik. Sonra Cebeci’deki bir hastaneye kaldırıldı. Oraya sık sık uğrardık. Bir türlü iyileşemiyor, hastalığı günbegün ağırlaşıyordu. Uzun süre hastanede yattı. Sonra, Samet Ağaoğlu’nun da ilgilenmesiyle, Viyana’da bir hastaneye gönderilmesine karar verildi. O gün havaalanında onu çiçeklerle uğurladık. Oldukça kalabalık bir sanatçı topluluğu, sevenleri vardı. Kim bilebilirdi ki bu gidişin dönüşü olmayacak. 13 Ekim 1956 günü, henüz genç denebilecek, kırkaltı yaşında Viyana’da yaşama gözlerini kapadı Cahit Sıtkı. Edebiyatımız ve Türk ulusu ünlü bir ozanını yitirdi böylece. - Salim Şengil, Cahit Sıtkı Tarancı (1) (Anılarda Kalan Portreler) * * * Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz; Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında. - Cahit Sıtkı Tarancı, Otuz Beş Yaş Şiiri * * * - Görsel: Hakan Arslan (Cahit Sıtkı Tarancı)
22 notes · View notes
mert-uguz-62 · 3 years ago
Photo
Tumblr media
Acil bir resim koyma gereği duydum... 4 Nisan pazartesi 20.00'da @kadikoybelediye @caddebostankulturmerkezi nde 15.metin altıok şiir ödül töreninin hemen ardından 6 Nisan Çarşamba 21.00'da @ibborkestralari türk sanat müziği topluluğu konserinde sizlerle olmayı sürdüreceğim... @caddebostankulturmerkezi nde muhteşem ücretsiz konserlerde buluşalım... Cut... (Ekran Başında) https://www.instagram.com/p/Cblmrp6K5nd/?utm_medium=tumblr
0 notes
dramatik-buluntular · 3 years ago
Photo
Tumblr media
Sezai Karakoç: Biraz şiir üzeri bol İslami diriliş!
Son yıllarda bir moda ortaya çıktı, İslamcı hareketin militanları şair, yazar, mütefekkir kimlikleri anılmak ve gömülmek istiyor. 1983’te Necip Fazıl bir şairden çok bir İslamcı militan olarak gömülmüştü halbuki. Arada şiir de yazmıştı ama ününü siyasi dergisi “Büyük Doğu”dan almıştı. Sezai Karakoç’un hayatı da onunkine çok benziyor. Zaten Necip Fazıl’ın öğrencisi o. “Büyük Doğu”nun yerine Diriliş dergisi, arada şiir yazma denemeleri falan. Tabii burada bir de “Diriliş Partisi” girişimi var. Hepsinde ortak payda İslamcılık.
Ortak payda İslamcılık olunca bu “mütefekkir” taifesi de İslamcı hareketin tamamının malı haline dönüşüyor zorunlu olarak. Korunup kollanıyor, ödüle boğuluyor, devletin resmi yazar-çizerlerine dönüştürülüyor.
Geçen yıldı. İstanbul Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü'nün Sezai Karakoç'un “Diriliş Neslinin Amentüsü” adlı kitabından binlerce alıp dağıttığı ortaya çıktı. Şiir falan değildi tabii kitabın içeriği, “mütefekkir” o kitapta “Sağcıların Allah topluluğu, solcularınsa şeytan topluluğu” olduğunu iddia ediyordu. Şöyle diyordu kitapta: “İnsanları da şöyle bölümlüyorum: Hakikate uyanlar; sağcılar, karşı çıkanlar; solcular, bu uğurda bütün çıkarlarını hatta canlarını feda edenler, hakikat yarışçıları, öncüler. İşte bu anlamda sağcıyım. Batılı anlamda sağcılık solculuktur benim gözümde. Gerçek sağ, Kuranda tanımlanmıştır. ‘Kuran’da sağcılar; Allah topluluğu, solcular da şeytan topluluğu olarak, sağcıların topluluğu uğurlu topluluk, solcu topluluk da uğursuz topluluk’ olarak vasıflandırılmıştır.” Yani “diriliş neslinin amentüsü” dediği bildiğimiz sıradan pespaye bir sağcılıktı.
Sağcılar seviyor haliyle. Şair ve mütefekkir olarak sağ mahallede kabul ve saygı görüyor. Sağcılığının yanında “İslam Birliği” taraftarı bir de, Panislamist hatta. Bütün dünya Müslümanları birleşirse sorun hallolacak diyor özetle.
Cemal Süreya'nın sınıf arkadaşı
Diyarbakır Ergani doğumlu ama Kürt değil dediğine göre. Derinlemesine ümmetçi olduğundan sevmiyor bu tür nitelemeleri. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümünde Cemal Süreya’nın sınıf arkadaşı.
1950’li yıllarda iki sayı süren “Şiir Sanatı” adında bir dergi çıkarmayı başardı. Dergisinde yazanlar arasında Cemal Süreya, Gülten Akın, Orhan Duru, Muzaffer Erdost, Erdal Öz, M. Nuri Pakdil, Güner Başar, Nahit Güçlü, Baha Galip Tunalıgil, Abdullah Rıza Ergüven gibi isimler de vardı.
Ama bu serüvenlerinin ardından bambaşka yol tutturdu. Necip Fazıl hayranıydı, tutkulu bir Büyük Doğu okuru oldu. Dergide düzenli yazmadı ama çevresinden de hiç ayrılmadı. Necip Fazıl’la, senetlerine kefil olacak kadar yakınlık kurdu. SBF’den mezun olduktan sonra 1955’te Maliye Bakanlığında, Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi bölümünde çalışmaya başladı. 1956’da maliye müfettiş yardımcısı oldu, İstanbul’a gelirler kontrolörü olarak atandı. Edebiyatla uğraşmak için istifa edip ayrıldı, canı istedi geri döndü ve gelirler kontrolörü oldu. Sonra tekrar istifa etti. Devletin kapıları ona ve yol arkadaşlarına sonuna kadar açıktı ama dediğine göre ezanın Türkçe okunduğunu duymuş çok mağdur olmuştu.
Pek çok gazetede günlük yazılar yazdı. Diriliş dergisini çıkarınca yazmaktan da vaz geçti. 1967’de “İslâm’ın Dirilişi” kitabı hakkında toplatma kararı çıktı 163. maddeden yargılanmaya başladı. 163. Madde şeriatçılığı suç olarak kabul ediyordu. Küçük bir ceza aldı, o da 1974’teki genel afla düştü.
1990’da Panislamizmini yaymak amacıyla “Diriliş Partisini” kurdu. Yedi yıl bu partinin genel başkanlığı görevini yürüttü. Diriliş Partisi 1997’de Türkiye’deki il sayısının yarısında şubelerini açmadığı ve üst üste iki seçime katılmadığı gerekçesiyle kapatıldı. Sonra başka adlarla yeniden açıldı.
Az Mehmet Akif, biraz Necip Fazıl
Yarattığı mistik şiir tarzıyla Cemal Süreya tarafından “Mehmet Akif ve Necip Fazıl karışımı bir şair” olarak tanımlanmıştı. Az Mehmet Akif biraz Necip Fazıl’dır gerçekten de.
Bilinen ilk şiiri “Mona Rosa” adını taşıyor. Akrostişle yazılmış bir gizli aşk şiiri bu. Aslında sınıf arkadaşı Muazzez Akkaya’ya yazılmış bir ilan-ı aşk şiiridir anlayacağınız. Hikayesi şöyle: Muazzez Akkaya Sezai Karakoç ve Cemal Süreya'nın sınıftan arkadaşıdır. Karakoç, Muazzez'e büyük bir aşkla bağlıdır ve Muazzez'in anlattığına göre ona kitaplar, şiirler hediye eder. Ama o sırada Cemal Süreya da Muazzez'e tutulmuştur. Cemal Süreya açık, Sezai Karakoç gizli sevgilisidir Muazzez’in. Monna Rosa dönemi çabuk kapandı tabii, iş İslamcılığa döndü. Haliyle Cemal Süreya ile bağları da böylece koptu.
İlginç, Cemal Süreya sadece arkadaşını İslamcılığa kaptırmadı, oğlu da aynı yola girdi yıllar sonra. Eşinin anlatımına göre Cemal Süreya’nın akrabaları biraz dincilerdi. Oğulları Memo Ankara’ya akrabalarının yanına gide gele İslamcı oldu, bir gün oradan İslamcı olarak döndü. Ebeveynlerinin rakı içmesine müdahale etmeye başladı. O müdahaleler zaman zaman itiş kakışa yumruklaşma dönüştü. İddialara göre Cemal Süreya oğlundan yediği bir yumruğun kurbanı oldu.
Düzenin resmi müttefikleri
AKP’nin iktidara gelişiyle kaderleri de değişti haliyle. Ezanın Türkçe okunması ihtimali kalmadı. Birkaç vakit de zam yapıldı sayılarına. Seza Karakoç da Necip Fazıl, Nuri Pakdil, Fesli Kadir gibi isimlerle birlikte devletin resmi yazar-çizerlerine dönüştü. 2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Sezai Karakoç’a verildi. 2011’de Cumhurbaşkanlığı Edebiyat Ödülünü verdiler. Şimdi kutsadıkları bu unsurları Türkiye’nin ilerici düşüncelerinin karşısına dikmeye çalışıyorlar.
Sezai Karakoç bunu AKP’den önce yapmaya kalkışmıştı aslında. Karakoç, metinlerinde Tanzimat ile girilen batı eksenindeki Osmanlı-Türk modernleşme serüveninin edebiyat literatüründeki temsilcisi Tevfik Fikret’in “Haluk’un Defteri” şiirindeki Haluk karakterinin karşısına, Mehmet Akif’in “Asım’ın Nesli” kitabının karakterini çıkarmaya çalışıyordu. Yani Fikret’in karşısına Akif’le çıkmaktaydı. Amaç batılılaşma karşısında yerli düşünceye, geleneğe ve asıl köklere vurgu yapmaktı. Bugün de Nazım’ın karşısına Necip Fazıl’la dikilmeye çalışmıyorlar mı?
Bu karşı duruş zadece yazıyla, şiirle, edebiyatla olmuyor tabii. Sıklıkla devlet desteğine başvurmak gerekiyor. AKP yandaşı gerici vakıflar aracılığıyla da veriliyor bu destek. Örneğin TÜGVA, kimi okullarda “Medeniyet ve Düşünce Kulübü” adı altında faaliyet gösteriyor. Medeniye ve Düşünce Kulüpleri müfredatı şöyle: "Büyük Doğu fikriyatı ve Necip Fazıl etkisindeki neslin Yeni Türkiye ideali", "Sezai Karakoç'un hayatı ve diriliş neslinin sonsuzluk nöbeti", "Nurettin Topçu'nun ahlak söylemi", "Diriliş neslinin amentüsü", "Mehmet Akif'in Süleymaniye kürsüsünden şiirleri", "Çöle İnen Nur adlı kitabın tahlili…"
Ama ne yazık mütefekkirler de ölümlü. Püsküllü Kadir, Nuri Pakdil derken Sezai Karakoç da hakkın rahmetine kavuştu. İslami diriliş hayali kaldı yadigâr!
(https://haber.sol.org.tr/haber/sezai-karakoc-biraz-siir-uzeri-bol-islami-dirilis-318549)
12 notes · View notes
edebiyatiturk · 1 month ago
Text
Fecriati Dönemi Şiir
Fecriati Dönemi Şiir Fecriati Dönemi, Türk edebiyatında özellikle şiir alanında önemli bir yer tutan bir dönemi ifade eder. 1908-1912 yılları arasında etkin olan bu dönem, sanatın ve edebiyatın bireysel duyguların ifade edilmesi üzerinde yoğunlaştığı bir süreçtir. Fecriati topluluğu, bu dönemin öncüsü olarak öne çıkmakta ve Türk şiirine yenilikler kazandırmaktadır. Bu yazıda Fecriati Dönemi…
0 notes
aydn68 · 4 years ago
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
20 MADDEDE DİLİNİZİN
Tumblr media
MASUMIYYETİNİ ÖLÇÜN
Es-Selâmu Aleykum kıymetli okur. Nasıl ki insanın en büyük düşmanı nefsidir ve bir lahza olsun onu bırakmaz; öyle de, dili de afetidir. Çetin bir bela gibidir âdeta söylemlerine sarılıveren. Ve iyi bilmeliyiz ki, tehlikesi pek büyüktür. Âkıbetinin kötülüğünden ise ancak susarak kurtulmak mümkündür. Bu sebeple yüce dinimiz, susmayı övmüş ve teşvik etmiştir.
Şimdi bu konudaki birkaç hadise değinelim;
Ukbe b.Amir (Radıyallâhu Anh) anlatır: “Ey Allah’ın Resûlü! Kurtuluş nedir?” diye sordum. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Dilini muhafaza et, evin sana geniş olsun; hâcet dışında evinden çıkma ve hatalarına ağla.” (Tirmizî, Zühd, 61)
Muâz b.Cebel (Radıyallâhu Anh), Resûlullah Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), “Ey Allah’ın Resûlü, söylediklerimizden sorumlu tutulacak mıyız?” diye sorduğunda; Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem),
“Allah iyiliğini versin ey İbn Cebel! İnsanları yüzleri üstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin kazandığı günahtan başka ne olabilir?” buyurdu. (Tirmizî, İmân, 8)
Peki, dilimizin afetleri nelerdir?
1. Malayani Konuşmak
Kulun sermayesi, vaktidir. O, vaktini boş şeylere harcar ve ahiret sevabı elde etmezse, gerçekten sermayesini zayi etmiş olur. Bunun için Resûlullah Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Mâlâyâniyi (kendisine fayda vermeyen söz ve işleri) terk etmek kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.” (Tirmizî, Zühd,11)
2. Fuzuli Konuşmak
Malayaniye dalmak ve ihtiyacından fazla konuşmak bu kapsama girer. Maksadını bir kelime ile ifade edebilecekken iki kelime kullanırsan, her ne kadar içerisinde günah ve zarar olmasa da o ikincisi fuzûlî olur. Amr b. Dînâr (Radıyallâhu Anh) anlatır. “Bir adam Resûlullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanında çok konuştu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona, “Dilinin önünde kaç tane perde var?” diye sordu; adam, “İki dudağım ve dişlerim vardır.” dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), “Bunların içerisinde fazla sözlerini geri çevirecek hiçbir şey bulunmadı mı?” buyurdu. (İbn Ebü’d-Dünyâ, Kitâbü’s-Samt, nr.93,735)
3. Bâtıla Dalmak
Bâtıla dalmak, günah olan şeyleri konuşmak demektir. Kadınların hâllerini, içki meclislerini, fâsıkların makamlarını, zenginlerin varlıklarını, padişahların kibirlerini, kötü merasimlerini, çirkin davranışlarını anlatmak gibi. Bütün bunlar, konuşmaya dalmanın helâl olmadığı konular olup haramdır. Ebû Hüreyre (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Adamın biri, yanında oturanları güldürmek için (haram) bir kelime konuşur; o kelimesi sebebiyle Süreyya yıldızından daha uzaktan (ateşe) düşer.” (Ahmed, Müsned.2/402)
Yine Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü insanların hata yönünden en büyüğü, bâtıla en fazla dalanlardır.” (Câmiu’s-Sağir, Suyûtî, Hd.No:2207)
Fuzuli-malayani-konusmak
4. Münakaşa ve Mücadele
Münakaşa ve mücadele etmek yasaklanmıştır. Bu konuda Resûlullah Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Kardeşinle münakaşa etme! Onunla alay etme! Ona, yerine getiremeyeceğin vaadde bulunma!” (Buhârî, Edebü’l-Müfred, nr.394)
Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) başka bir hadisinde: “Bil ki kul, haklı bile olsa münakaşayı terk etmediği müddetçe imanın hakikatını tadamaz.” (Ziyade ile beraber, Ahmed.Müsned, 2/352)
5. Düşmanlık
Düşmanlık da diğerleri gibi kötü bir ahlâktır. Bu çekişme (karşısındaki insanın konuşmasındaki bir yanlışlık ve eksikliği ortaya çıkararak onu küçük düşürmeye çalışmak) ve cidalden daha kötü bir huydur. Ebû Hüreyre (Radıyallâhu Anh) der ki:
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Bilgisizce husumet içinde mücadele eden kişi, mücadeleden vazgeçinceye kadar Allah’ın gazabına mâruz kalır.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sagîr, nr.8612)
6. Yapmacık Konuşmak
Zorlanarak, yapmacık dizilen her kafiyeli söz de bu kapsama girer. Haddi aşan fesahat konuşmaları, karşılıklı görüşmelerdeki yapmacık sözler de öyledir. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben ve ümmetimin takvâ sahipleri, tekellüften(zorlanarak yapmacık söz ve hareketten) uzağız.” (Sehâvî, Makâsıdü’l-Hasene, nr.191)
Münakaşa düşmanlık yapmacık konuşmak
7. Sövmek ve Çirkin Sözler Söylemek
Sövmek ve çirkin söz söylemek de dinimizin yasakladığı davranışlardandır. Bunun kaynağı bozuk ve düşük huydur. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Çirkin konuşmak ve gizlenenleri beyan etmek, münafıklığın iki şubesidir.” (Ahmed, Müsned, 5/269)
8. Lânet Etmek
Lânet etmek, ister hayvana, ister cansız varlıklara, ister insana olsun hepsi de dinimizce kötü görülmüştür. Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz lânet ediciler kıyamet günü ne şefaat edebilir ne de şahit olabilir.” (Buhârî, Edebü’l-Müfred,nr.316)
9. Şarkı ve Şiir
Şiir normal bir kelâmdan ibarettir. Güzel olanı güzel, kötü olanı kötü kabul edilmiştir. Ancak, sadece şiir ile uğraşmak uygun görülmemiştir. Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Elbette sizden birinizin içinin irinle dolu olması, onun şiirle dolu olmasından daha hayırlıdır.” (Buhârî, Edeb, 92) Yine Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) başka bir hadisinde: “Şiirin bazısında hikmet vardır.” buyurmuştur. (Ziyadelerle beraber bk. Buhârî,Edebü’l-Müfred,nr.872)
Nitekim Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Medineli sahâbelerden Hassan bin Sâbit’e (Radıyallâhu Anh) şiirle kafirleri yenmesini emretmiştir.
-kavga lanet-konusmak
10. Mizah-Şaka
Mizah aslında yasaklanmıştır. (Şakada yasaklanan, aşırıya kaçmak ve devamlı yapmaktır.) Ancak hafif şakaya göz yumulmuştur. Bu konuda Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben şaka yaparım; ancak haktan başkasını söylemem.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 9/17)
Muhammed bin Vâsi’ (Rahmetullâhi Aleyh), yanındaki birine, “Cennette bir adamın ağladığını görsen şaşırmaz mısın?” diye sordu; adam, ”Evet, şaşırırım.” deyince, Muhammed bin Vâsi’ (Rahmetullâhi Aleyh), “Âkıbetinin ne olacağını bilmediği halde, dünyada gülen kişinin durumuna daha çok şaşılır.” dedi.
11. Alay Etmek
Alay etmek haramdır, özellikle karşı tarafa eziyet ve sıkıntı verdiği zaman daha şiddetli haram olur. Bu konuda Yüce Allah (Celle Celâlihu) şöyle buyurur:
BismillahirRahmânirRahîm
“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın; belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar; belki alay ettikleri kimseler kendilerinden daha hayırlıdır.” (Hucurât Sûresi, 11)
12. Sırrı Yaymak
Sırrı ifşa etmek de yasaklanmıştır. Çünkü bununla tanıdık ve dostlara eziyet, haklarına ihanet edilmiş olur. Bu konuda Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse biriyle konuşurken, kimse duydu mu acaba diye sağa sola bakarsa, bu konuşma onu dinleyen için bir emanet olur (Onu gizlemelidir).” (Ebû Davud, Edeb, 37)
alay mizah sırrı yaymak
13. Yalan Yere Söz Vermek
Dil âdeta söz vermede yarışır. Sonra da nefis genellikle o sözü yerine getirmeye yanaşmaz. Böylelikle sözünde durmamış olur. Bu ise münâfıklığın alâmetlerindendir. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç huy vardır ki onlar kimde olursa, her ne kadar oruç tutsa da namaz kılsa da, Müslüman olduğunu sansa da o münafıktır. Bunlar şunlardır:
Konuştuğunda yalan söyler.
Söz verdiğinde sözünde durmaz.
Emanet edildiğinde hıyanet eder.“ (Buhârî,İmân,24)
14. Yalan Yere Konuşmak ve Yalan Yere Yemin Etmek
Yalan konuşmak günahların en büyüğü ve çirkinidir. Ve bizler şunu iyi bilmeliyiz ki; yalan, bizâtihi kendisinden değil, muhataba ya da başkasına zarar verdiği için haram kılınmıştır. Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir kul yalan söylediğinde o yalanın yaydığı o kokudan dolayı melek kendisinden bir mil* uzaklaşır.” (Tirmizî, Birr ve’s-Sıla,46)
*Eski bir uzunluk birimidir. Bölgelere göre değişkenlik gösterir
15. Gıybet Etmek
Câbir ve Ebû Saîd (Radıyallâhu Anhüm), Allah Resûlü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: “Gıybetten sakının. Şüphesiz ki gıybet, zinadan daha kötüdür. Bir adam zina eder, sonra pişman olur, Allah da tövbesini kabul eder. Gıybet eden ise, gıybeti yapılan onu affetmeden bağışlanmaz.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sagîr, nr.2919)
İbn Abbas (Radıyallâhu Anh) demiştir ki: “Arkadaşlarının ayıplarını zikretmek istediğinde kendi ayıplarını hatırla.”
giybet-yalan yere yemin
16. Söz Taşıma-Kovuculuk
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in tanımı ile gıybet, ‘Birimizin kardeşini hoşlanmayacağı şekilde anması.’ iken, dedikodu; başkasının sözünü aleyhinde konuşulan kişiye ulaştırmak olarak bilinmektedir. Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), “En şerlilerinizi size haber vereyim mi?” buyurdu. Sahâbeler, “Evet, haber ver.” deyince Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara, “Laf getirip götüren, dostlar arasında fesat çıkaran ve temiz insanlarda kusur arayanlardır.” buyurdu. (Ahmed,Müsned,6/459)
17. İkiyüzlülük
İkiyüzlü davranan kimse, birbirine düşmanlığı olan iki kişi arasına gider gelir ve her birinin hoşuna gideceği şekilde konuşur. Bu münafıklığın ta kendisidir. Bu konuda Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhu Anh) Allah Resûlü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “Bu dünyada ikiyüzlü olanın, kıyamet günü ateşten iki dili olur.” (Buhârî,Edebü’l-Müfred,nr.1310)
18. Övmek
Övmek; bazı durumlarda yasaklanmış, bazı durumlarda caiz (öven ya da övülen kişi övgünün tehlikelerinden/afetlerinden korunmuşsa) görülmüştür. Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Fâsık övüldüğü zaman, Allah gazaplanır.” (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr.4885)
Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Hazreti Ömer hakkında şöyle buyurmuştur: “Ey Ömer, eğer ben peygamber olarak gönderilmeseydim, sen gönderilirdin.” (Beyhakî, Şuabü’l-İmân,nr.36)
övmek söz taşımak ikiyüzlülük
19. Konuşulan Sözdeki Gizli Hataların Farkında Olmamak
Dinî konularda doğruyu söylemek, meseleyi doğru bir şekilde aktarmak, ancak sözün ehli âlimlerin işidir. İlmi az ya da anlatımı noksan olan kişi konuşarak yanlış yapmış olur, yanlışından kurtulamaz, fakat, cahil olduğu için Allah (Celle Celâlihu) onu affeder inşâAllah.
Bu konuya misal olarak Huzeyfe (Radıyallâhu Anh), Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Sizden biriniz, ‘Allah ve sen dilediğin sürece’ demesin. ‘Allah dilediği sonra sen de istediğin zaman’ desin.” (Ebû Davud, Edeb, 84)
20. Halkın Yersiz Soruları
Halkın, Allah Teâlâ’nın sıfatları ve kelâmıyla ilgili soruları, Kur’an’ın harflerinin ezelî midir, sonradan mı yaratılmıştır şeklindeki soruları dilin âfetlerindendir. İnsanın kendisine farz olan ibadetleriyle ilgili soruları bırakıp, kendisini hiç alâkadar etmeyen soruları sorması edep dışı bir iştir. Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Benim sizi serbest bıraktığım konularda siz de beni serbest bırakın(o konuda soru sormayın). Sizden önceki ümmetleri hel��k eden şey, peygamberlerine çok soru sormaları ve ihtilâfa düşmeleridir. Ben size neyi yasakladıysam ondan kaçının. Neyi emrettiysem de gücünüz yettiğince onu yapın.” (Buhârî, İ’tisâm, 2)
gizli hata yersiz soru
Hüccetü’l-İslam, İmam Gazâlî; Dil Belâsı’ndan yararlanılarak hazırlanmıştır.
0 notes
penyezperev · 7 years ago
Text
Türk Edebiyatında İlkler *Edebiyatımızda noktalama işaretini, ilk kez Şinasi 'Şair Evlenmesi'nde kullanmıştır. *Edebiyatımızda ilk çeviri roman, Kamil Paşa'nın yaptığı Telemak'tır. *Edebiyatımızda ilk roman,Taaşşuk-u Talat-ı Fitnat'tır. *Edebiyatımızda ilk köy romanı,Nabizade Nazım'ın "Karabibik"adlı eseridir. *Edebiyatımızdaki ilk realist romancı Recaizade Mahmut Ekrem'dir. *Edebiyatımızdaki ilk realist roman Araba Sevdası'dır yazarı Recaizade Mahmut Ekrem'dir. *Edebiyatımızda ilk edebi roman,Namık Kemal'in "İntibah"adlı eseridir. *Edebiyatımızda ilk psikolojik roman,Eylül'dür(Mehmet Rauf) *Edebiyatımızda ilk tarihi roman,Namık Kemal'in "Cezmi"adlı eseridir. *Edebiyatımızda ilk kadın romancı Fatma Aliye'dir. *Edebiyatımızda ilk makaleyi Şinasi yazmıştır.(Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi) *İlk tiyatro Şinasi'nin Şair Evlenmesi'dir. *Edebiyatımızdaki ilk pastoral şiir A.Hamit Tarhan'ın Sahra adlı şiiridir. *Edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman denemesi Nabizade Nazım'ın Zehra adlı eseridir. *Edebiyatımızda çoçuklar üzerine yazılmış ilk eserler Nabi'nin Hayriye'si ve Sümbülzade Vehbi'nin Lütfiye'sidir. *Edebiyatımızdaki ilk eleştirmen Namık Kemal'dir. *İlk çoçuk yayınımız ise Eftal ve Mümeyyizdir.(1869) *Türk Edebiyatı'nda bilinen ilk çocuk gazetesi Çocuklar İçin Mümeyyiz'dir. *Hazine-i Evrak ilk edebiyat dergimizdir. *Türk Edebiyatı'nda iç monolok tarzı yazılmış ilk roman Bir Düğün Gecesi'dir.(A.Ağaoğlu) *Türk Edebiyatı'nda yayınlanmış ilk öykü kitabı Emin Nihat Tarlan'ın *Müsameratname'dir.(1872) Türk Edebiyatı'nda mensur şiir yazımı ilk defa Halit Ziya ile başlar. *Türk Edebiyatı'nda post-modern tarzda eser veren ilk yazarımız Oğuz Atay'dır.(Tutunamayanlar) *Türk Edebiyatı'nda batıdan yapılan ilk fabl çevirisi Şinasi tarafından yapılmıştır. *Türk Edebiyatı'nda yazıya geçirilen ilk masallar Billur Köşk Masalları'dır. *Türk masallarını ilk defa derleyen İ.Kunoş adlı Macar bilim adamıdır. *Divan Edebiyatı'nın ilk şairi Hoca Dehhani, son şairi ise Şeyh Galip'dir. *İlk yerli çizgi roman, Türk Kahramanı Köroğlu'dur.(1953) *Ülkemizde ilk çocuk çizgi roman türü Kara Maske'dir.(1943) *Beyanname ile yayın hayatına giren ilk edebiyat topluluğu Fecr-i Ati'dir. *Cumhuriyet sonrası ilk beyanname yayınlayan edebi topluluk Yedi Meşaleciler'dir. *Kutatgu Bilik ilk Türk dünyası ansiklopedisisidir. *Batılı tekniğe uygun ilk ilk roman Aşk-ı Memnu'dur. *Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri Eşber'dir.(A.Hamit Tarhan ) *İlk bibliyoğrafya Keşfiz-Zünun'dur.(K.Çelebi) *İlk hatıra kitabı Babürname'dir.(Babürşah) *İlk hamse yazarı Ali Şir Nevai'dir. *Edebiyatımızdaki ilk antoloji Harabat'tır.(Z.Paşa) *Edebiyatımızdaki ilk atasözleri kitabı Durub-ı Emsal-i Osmaniye'dir.(Şinasi) *İlk mizah dergisi Diyojen'dir.(Teodor Kasap) *Edebiyatımızdaki ilk hikaya kitabı Letafet-i Rivayet'tir.(A.Mithat) *Basılan ilk küçük hikaye kitabı Küçük Şeyler'dir.(S.Sezai,ilk gerçekçi hikaye) *Edebiyatımızdaki ilk fıkra yazarı Ahmet Rasim'dir. *Bilinen ilk Türk yazarı Yollug Tigin'dir. *İlk mensur şiir yazarı R.Mahmut Ekrem'dir. *İlk sosyolog Ziya Gökalp'tir. *Ülkemizdeki ilk müslüman kadın tiyatrocu Afife Jale'dir. *Edebiyatımızdaki ilk çağdaş roman Mai ve Siyah'tır.(Halit Ziya) * Edebiyatı'ndaki ilk deneme yazarı Nurullah Ataç'tır. *İlk tezkiremiz Mecalis'ün Nefais'tir.(A.Şir Nevai'dir) *İlk matbaada basılan ilk kitabımız Vankulu Lügati'dir. *İlk edebi topluluk Servet-i Fünun'dur. *İlk divan sahibi sanatçımız Yunus Emre'dir. *Türk şiirinin en eski lirik şiir örneği Aprın Çar Tigin'dir. *Aydınlar arasında heceyi ilk kez deneyen sanatçı M.Emin Yurdakul'dur. *Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan sanatçımız M.Emin Yurdakul'dur. *Serbest müstezatı aruzla deneyen ilk şairimiz Tevfik Fikret'tir. *Şiirde noktalam işaretini ilk kez kullanan Servet-i Fünun sanatçısı Tevfik Fikret'tir. *Divan Edebiyatı'nın Sebk-i Hindi tarzını ilk temsilcisi Naili'dir. *Edebiyatımızda anjabmanı ilk kez Tevfik Fikret kullanmıştır. *İlk Türkçe gazete 1831'de kurulan Takvim-i Vaka'dır. *İlk Türkçe özel gazete 1860'da kurulan Tercüman-ı Ahval'dır. İlk Nobel Edebiyat Ödülü alan ilk Müslüman yazar Necip Mahfuz'dur. *Amerikan Kız Koleji'nde okuyan ilk Türk Halide Edip Adıvar'dır. *Hayat hikayesini İngilizce yazan ilk yazarımız Halide Edip Adıvar'dır. *Milli Mücadele'de bulunan ilk kadınlarımızdan biri Halide Edip Adıvar'dır. *Türkiye'de kurulan ilk kadın derneği kurucularından biri Halide Edip Adıvar'dır. *Atatürk'e muhalefet olan ilk kadınlarımızdan biri Halide Edip Adıvar'dır. *Sürgüne gönderilen ilk kadınlarımızdan biri Halide Edip Adıvar'dır...
110 notes · View notes
inimdeyim · 7 years ago
Text
Hediye Kitap Listesi 2
Merhaba sevgili tumblr topluluğu. 
Daha önce hazırladığım listedeki kitaplar sahiplerine ulaştı ve böylece ikinci listeyi hazırladım. 
Daha önceki listeden de hatırladığınız üzere elimdeki kitapları hediye olarak dağıtıyorum, herhangi bir ücret talep etmiyorum kesinlikle. Sadece kargo ücreti sizlere ait. 
İsteyenler bana mesaj atabilir. Ha bir de bu listeyi elden ele dolaştırırsak sevinirim :)
Sevgiyle kalın ifinim ^^
- Şifre / Jorge Luis Borges
- Ermiş / Halil Cibran
- Lanettayin Bir Şair / İsmail Uyaroğlu
- Olmanın Halleri / Sina Akyol
- Öteki Ses / Octavio Paz
- Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi / Ahmet Oktay
- Zifir / Tuğrul Keskin
- İvan İlçiy’in Ölümü / Lev Tolstoy
- Meşe Seli / Başaran
- Ya Şiir Olmasaydı ( Kişisel Şiir Tarihi ) / Abdülkadir Budak
85 notes · View notes