#Şiir Niye
Explore tagged Tumblr posts
Text
““Türk milleti zekidir, çalışkandır...” diyor Atatürk, üstelik bunu öylesine can-ı gönülden söylüyor, ki Ata’nın 10. Yıl Konuşmasında bu bölümü üç kez dinleseniz ağlarsınız. Ağlamak, anlamaya mâni değil bu arada! Terakkiye hiç değil, yeter ki terakki olsun! Atatürk bir şey daha söylüyor, “Ben sporcunun en çok zeki, çevik ve ahlaklı olanını severim” diyor. Şairler için bir şey söylemiş mi bilmiyorum, mutlaka söylemiştir. Örneğin Nâzım Hikmet’e, ilk ve son ve tek karşılaşmalarında, Nâzım arkadaşı Va-Nu ile milli mücadeleye katılmak, desteklemek için Kuvayı Milliye kanalıyla Ankara’ya geldiğinde, daha gencecikken ve halkı mücadeleye davet eden destanı yazdığında, ve o destan 10.000 adet basılıp dağıtıldığında, bozkırın başkenti yani büyük bir ev gibiyken daha Ankara, kaç nüfusu vardır ki, “mavi gözleri çakmak çakmaktı” demeyi o görüşmede aklına yazmış olmalı Nâzım, Mustafa Kemal Paşa onu kutlayacak ve “hep böyle gayeli şiirler yazınız” diyecektir. Eh Nâzım da bu öğüdü tutacak ve bilindiği gibi hep hep gayeli şiirler yazacak, hatta güttüğü gayeden ötürü de başını sevdaya olduğu kadar derde de salacaktır.” - Haydar Ergülen, Bir Ergenlik Olarak Türk Şiiri (Şiir Niye?) * * * “Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saatı sordu. Paşalar : “Üç,” dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı.” - Nâzım Hikmet, Kuvâyi Milliye (Sekizinci Bap) (Kuvâyi Milliye) - Görsel: Mustafa Kemal Atatürk (Ekin Başak Akgül), Nâzım Hikmet (Veysel Kurucu)
#Mustafa Kemal Atatürk#Nâzım Hikmet#Haydar Ergülen#Bir Ergenlik Olarak Türk Şiiri#Şiir Niye#Şiir#Türk Şiiri#Şair#Mustafa Kemal#Atatürk#Mustafa Kemal Paşa#Nâzım#Nazım Hikmet#Ekin Başak Akgül#Veysel Kurucu#Yürekbalı#Kolaj: Hakan Ercan#Ata#Kuvâyi Milliye#Kocatepe#Mavi Gözlü#Afyon Ovası
24 notes
·
View notes
Text
falanlar
filanlar
yalanlar
dolanlar
neyseler
keşkeler
sanmalar
#kitap ve kahve#kitap alintilari#kitaplar#sözler#spotify#şiir#şarkı sözü#kitap#ask#aşk sevgi#senden kalanlarimla yalnizim#senden önce#niye böyle oldu#beklemek#sevda#bazen olmaz
322 notes
·
View notes
Text
#Şiir oldum dilden döküldüm#En çokta seni severken öldüm#Dört duvar arasında yasıma büründüm#Sevdiğim sen niye gelmedin....
33 notes
·
View notes
Text
Bir gül bana kendini kopardı verdi. Daha dün akşam. Yürek bir kez görür sonra hep gözler görür. Ben onu yüreğimle görmüşüm anlaşılan. Çözüldü artık o büyü.
1 note
·
View note
Text
nolucak bu halimiz amınakoyım
1 note
·
View note
Text
Akşama yemeğim hazır. Pilav ve kurufasulye. Baran da, Umut da çok sever.
Haklısınız.
Kim onlar değil mi?
Baran eşim, Umut oğlum.
Umut sekiz yaşında. Canımın içi, kara gözlü, kıvırcık saçlı, susmak bilmeyen, yerinde duramayan bir çocuk. Hayatımın anlamı...
Geç evlendim ben.
Bizim buralarda alışık bir durum olmasa da, evlenmeden, çoluğa çocuğa karışmadan önce okulumu bitirmek istedim. Hep derim, kız çocukları okumalı, iyi yerlere gelmeli, erkeğin eline bakıp, şiddeti, eziyeti, yokluğu, kader deyip sineye çekmemeli.
Ailem itiraz etse de, inadımı kıramadılar. Laf aramızda, zaten oldum olası, burnumun dikine bir kızdım. Beni Kur'an kursuna yollarlardı, ben sokak aralarında kuşlarla beraber şarkılar söyler, boyumdan büyük hayaller kurardım. Akranlarım, eğlencelerde, doğum günlerinde, düğünlerde, konuşmaya bile çekinirken, ben en güzel elbiselerimi giyer, ter içinde kalana kadar güler, eğlenir, dans ederdim. Arada bir annem beni çekiştirip "Ah be kızım, bir parça hanım hanımcık ol!" dese de, olamazdım. Hanım hanımcık olanların düşleri yoktu, bilirdim.
Ellerime bakıyorum.
Bir zamanlar kınalar yaktığım ufacık ellerim yok artık.
Zaman bir nefeste geçiyor ve sanırım insanın önce elleri yaşlanıyor.
Sanki, bir zamanlar, şu sokaklarda koşuşturan, yaramazlık yapan, "Anne n'olur beş dakika daha oynanayım." diye ısrar eden çocuk ben değilmişim gibi.
Nerede şimdi, kırık aynasını eline alıp, saçlarını tarayan ve bir sürü pembe tokalar takan küçük kız?
Garip...
Dışarıda inceden bir Eylül yağmur var. Kasvetli havaya rağmen çocukların kahkahaları duyuluyor.
Aralarından Umut'un sesini ayırabiliyorum. En çok da onun sesi geliyor. Eşek herif!
Yine birazdan üstü başı toz toprak içinde gelecek eve, biliyorum. Nefes nefese ayakkabılarını bir kenara atıp, gözlerimin içine bakacak ve "Anne ben acıktım." diyecek. Sonra ben yine dayanamayıp, onu kollarımın arasına alıp, o kirli yanaklarını, gözlerini, saçlarını öpeceğim, boynunu koklayacağım.
Ah oğlum benim!
Ah Umut'um!
Sen niye hep dağ çiçekleri gibi kokuyorsun, her defasında başımı döndürüyorsun.
Anne olduğumdan beri daha kaygılı biri oldum çıktım. Sizde de öyle mi? Hani, Umut eve biraz geç kalsa ya da ne bileyim, camdan bakıp, yakınlarda göremesem, kalbim yaralı bir kuş gibi kanat çırpmaya başlar. "Ya başına bir şey geldiyse..."
Eşim Baran bu halime üzülür, "Yapma canım, kötüyü çağırma." der ama anneyim işte, ne yapayım.
Baran güzel bir adam. Okulun son yıllarında tanıdım onu. Önce arkadaş olduk. Baktık ki, çok iyi anlaşıyoruz, "hadi öyleyse evlenelim." dedik. Baran bana, kucak dolusu papatya ve Ahmet Arif şiiriyle evlenme teklif etti. Papatya, Ahmet Arif, Şiir, Baran, aşk...Kabul edilmez mi hiç!
Tıpkı hayalimdeki gibi bir evde oturuyorum.
Küçücük, mütevazi, duvarları mavi boyalı, bir köşesi kitaplarla dolu ve güllü dallı perdeleri olan bir ev. İnanın, sevgisiz insan sarayda da otursa, mutsuz olur. Çocukluk arkadaşımlarımdan biliyorum. Yarası çok olana, para merhem olmuyor.
Çok gevezelik ettim değil mi?
Ama ne yapayım, oldum olası konuşmayı seviyorum. Kimseyi bulamazsam, kendimle konuşuyorum. Gülmeyin ya! İnsanın kendi kendine konuşması kadar güzel bir şey yok dünyada. Deneyin, bana hak vereceksiniz.
Ha, bir de çok güzel türkü söylerim ben. Arkadaşlar falan bir araya geldiğimizde, ısrar ederler, "Hadi, bir tane söylemeden olmaz." derler.
Dost kırılır mı hiç!
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzelin derdi serimde tüter
Bu ayrılık bana (bize) ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize zulüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni
Pir Sultan Abdalım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin’ yedim helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni...
Bu türküyü her söylediğimde, gözümden iki damla yaş gelir. Neden bilmem ama sadece iki damla yaş! Sanki bu türküde benden bir şeyler var. Sanki, beni incitmişler, canımı yakmışlar, kalbimi kırmışlar da, ben kimselere söyleyeyemişim gibi...
Duvardaki takvime gözüm takıldı şimdi.
8 Eylül 2051
Off! Ben ne vakit otuz beş yaşında koca bir kadın oldum!
Olsun, her yaşın kendine göre bir güzelliği var. İnşallah çocuklarımız da, otuzları, kırkları, elli, altmış, seksen hatta yüz yaşları görür.
Hah, kapı çaldı, nihayet benim eşek geldi.
Hadi bana müsade. Gideyim de yine bıktırana kadar onu öpüp koklayayım.......diye, bütün bunları yazmak isterdim ama yazamam. Çünkü ben sekiz yaşındayken öldürüldüm.
Ben Narin Güran.
Cesedi on dokuz gün sonra derede bulunan o elleri kınalı kız.
Büyüyemedim ben. Baran ile evlenemedim ve Umut'um hiç olmadı.
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun #naringüran #hepimizincesedinideredebuldular
163 notes
·
View notes
Text
ya biz temizlik yaparken bile şiir dinleyen kızlardık, niye üzdünüz bizi?
35 notes
·
View notes
Text
bir şiir yazdım, parmak uçlarımı kana bulayan. ve bunu bile bile yaptım kendime. ardından bir sigara yaktım, soğuktan uyuşmuş parmaklarım ile. yağan yağmuru dinledim. dinlemekten öte ona sığındım. sığınacak başka kimse yoktu çünkü. saat on bir suları. eve adım attığımda hüküm süren sessizlik. alışkındım aslında şimdi niye canım böylesine yanıyor, bilmiyorum. bilmek de istemiyorum. ağrıyan gözlerimi kapatıp yalnızca kesintisiz şekilde uyumak istiyorum. anne, diyorum. ama neredesin diyemiyorum. tek izmaritlik yer kalmamış küllüğe bir izmarit daha eklemeye çalışıyorum. tıpkı kendime hayata sığdırmaya çalıştığım gibi,
30 notes
·
View notes
Text
bitiriyorum burada boğazımda patlamamış bir çığlık bağırmak, ağlamak yok artık uzun bir şiirin dizelerini bir bir yaşadım uzun bir şiir oldu hayatım ben niye kimselerin ağlamadığı yerlerde ağladım?
22 notes
·
View notes
Text
- o kıza şiir yazılmaz.
-niye?
-elini sıkmadı senin.
-korktu, herkes gibi.
-herkes gibi olana şiir yazılır mı?
38 notes
·
View notes
Note
Bugün bir şiir kitabı aldım abi. Okumaya anlamaya çalışıyorum. Ama olmuyor. Niye?
80’lerin slow şarkılarıdır sebep biraz da
insanları sömürgecilerine benzeten
keten takımlar, tango, fiyonklu masa örtüleri
dersu uzala’dan dersler çıkarmak
gelin bilkent’te iç mimari, baba koç’ta genel köle
her gramı çok değerli elliiki kilo anne
zaten amaç elliiki yıl sonra
hiç bakılmayacak fotoğraflarda en iyi yeri kapmak
br kutlu hikayesine giremeyecek tipler işte
damat her şeyi kaydediyor
el kamerasıyla gerdeğe girmek deyimini bilmiyor çünkü
oluyor böyle şeyler salaklık endüstrisinde
dilekler tekrarlanır, müzik tekrarlanır
belki yakışırdı beyaz bu kadar tekrarlanmasa
o kötü gülümsemeye verilmez bu kadar para
gelin habersiz; bu düğün daha önce de yapıldı
yeminli örnek deyimini bilmiyor çünkü
benimle tekrar edin!
ik beş sene çocuk istemeyecekler
ikinci beş yıl nasıl geçti anlamadan
üçüncü beş sene de çocuk onları istemez
bir sürü albüm, bir sürü diyet kupürü, bir sürü…
ankastre mutfağında aval aval bakınarak
bu bakınma daha önce de yapıldı
gelinliği faize sevim’den annesi şahit
oysa her şey çok özel olacaktı geline göre
her şey çok genel oldu sonucu niye
bağlam�� farklı ama eren’le konuştuyduk
arjantin’e aşık olur, almanya’yla evleniriz
18 notes
·
View notes
Text
İstediğin kadar kendini geliştir, istediğin kadar elit olmaya uğraş, çevren ve ailen neyse o çukurdan çıkamıyorsun. Ben tv izlemiyorum babam sabah akşam haber dinliyor sanki benim oda da çalıyo o televizyon bütün o saçma salak haberleri duyuyorum mecburen. Eski arkadaşı geliyo adamın iki kelimesinden biri küfür. Aile mi var, kadın mı var, çocuk mu var hiç umurlarında değil. Çocukluğum da böyle geçti. Sadece salonda soba olduğu için mecbur salonda sigara dumanı altında ve tv, küfür eşliğinde ders çalışmaya çalışıyordum. Çok fazla kitap okudum, yazılar yazdım, şiir yazdım ama kurtulamıyorum o çukurdan. Hâlâ o küfürbaz herif geliyor misafirliğe, hâlâ her gün sabah akşam haber dinliyorum. Artık nefret etme sınırlarını da aştım. Ünlülerin ve başarılı insanların biyografilerini okuyorum bi yerlerden destekleri var. Ya ailelerinde ya çevrelerinde bir şekilde elit insanlar oluyor, ona yardım veya destek olan, fikir veren insanlar oluyor. Bende yok. Ben Türkiye'nin en tehlikeli mahallerinden birinde doğdum büyüdüm. Hayatımda bir kere bile içki veya sigara içmedim. Kendimi hep uzak tutmaya çalıştım ama çok klasik bir şey " coğrafya kaderdir ". Çok doğru bir söz. Benim çevremde arkadaşlarım bile okunacak bir şeyi heceleyerek okuyan insanlardı. Kitap aldığım zaman sen mal mısın kitaba para veriyon diye salak salak sırıtan insanlardı. Ama çıkamıyorsun işte, hayat şartları, pahalılık, sağlık şu bu yani bi şekilde kurtulamıyorsun şu pis düzenden. Duvara tırmanıyosun ama duvar kaygan. Geri aşağı düşüyorsun. Köyde hem çobanlık yapıp hem okuyan insanlar örnek verilir ya, emin olun onlara da en azından fikren destek olan, sevgiyle yaklaşan insanlar olduğu içindir. Yoksa insan kendi kendine bir bok başaramıyor. Çok zorladım, çok denedim, gece gündüz metinler hazırladım, podcastlar yaptım, sayfalar yönettim, dijital kitaplar yazdım, şiirler yazdım, seslendirdim, dublajlar yaptım, mizah sayfaları yaptım. Ya hesaplarım kapandı ya tutmadı. Ama ne yaptıysam emek harcadım kaliteli şeyler yapmaya uğraştım. Gece uyumadım sabahlara kadar bir şeyler yaptım. Sonuç ? Tiktokta götünü sallayan bi kız kadar kimse umursamadı. Gerçekten çok iyi bildiğim bir şey var ki, bu dünyada gerçekten emek veren, gerçekten hakeden insanlar değersiz oluyor. İnsanlar nerde polemik var, nerde ahlaksızlık var onları seviyorlar. Veya sen emek veriyosun vakit harcıyosun ama senden çalıp paylaşan birinin sayfasında daha çok beğeni alıyor içeriğin. Yani hırsız daha değerli. Nefret ediyorum ya herşeyden iliklerime kemiklerime kadar nefret ediyorum. Son olarak bu sitemi yapmama sebep taştığım olay, Twitter da bi hesap çıktı karşıma beni takip etmiş. Sayfanın adı Orospu çocuğuyum. Merak ettim niye kendine böyle diyo diye bi tıkladım herif annesine, kız kardeşine karşı neler neler yazmış, gizlice fotolarını çekip paylaşmış ve takipçi sayısı 38 bin. 38 bin !
Sende salak gibi geceni gündüzüne kat bişeyler üretecem diye ugraş. Gerçekten kendimi çok çaresiz ve salak hissediyorum. Bu pis düzende bu lanet çağda iyi kalmak o kadar zor ki, tarih öncesinde yaşasak bu kadar zorlanmazdım. 2024 değil 2104 de olsa insanlıktan bi bok olmaz..
35 notes
·
View notes
Text
...
#spotify#kitap alintilari#sözler#şiir#kitaplar#şarkı sözü#kitap#ask#aşk sevgi#bazen olmaz#niye böyle oldu#bu şehir bugün sensiz
103 notes
·
View notes
Text
🐺 '' Soğanları pembeleşinceye kadar kavurdu kadın.
Biraz domates rendeledi,
bir kaşık da salça ekledi.
Akşamdan suya ısladığı fasulyeleri döktü üzerine.
Biraz tuz serpti,
çok az da şeker.
Kırsın diye ev yapımı salçanın ekşisini.
Önce harlı ateşte kavurdu biraz,sonra kısık ateşte uzun uzun pişirdi.
Serdi keten masa örtüsünü,
koydu üzerine iki tabak, ortaya da bol soğanlı bir salata.
Keşke sadece soğan doğrarken ağlasaydı…
Dumanı üzerinde koydu yemeği tabaklara, bir ekmeğin ucundan kopardı,
uzattı adama.
Adam kafasını kaldırmadan aldı ekmeği,
bir lokma kopardı,
attı ağzına.
Bir kaşık da yemekten aldı,
sonra çekti örtüyü,
sofranın altını üstüne kattı.
Yemeğin tuzu eksikti,
adamın insanlığı…
İçindeki öfkeye eksik olan tuzu bahane etti, hıncını kadından çıkardı.
Taşlar, sopalar, yumruklar kırabilirdi kadının kemiklerini, ama kelimeler kadar canını yakamazdı hiçbiri.
Kemikleri iyileşti zamanla,
ama ruhu hiçbir zaman iyileşmedi kadının.
Kendisine uzanan her ele karşı ürkek kaldı.
Hırpalandı, hor görüldü, aşağılandı, bıçaklandı, öldürüldü kadın ya da kadınlar, bizim kadınlarımız…
İnsan gibi yürüyebilecekleri bir yol bırakılmayınca, kendi içine doğru yürümeye başladı ve sonunda düştü.
Kendi içine düşen insanın orada boğulması kaçınılmazdı zaten...
Sonra bir gün kendisini esir eden bu hayattan kurtulmak istedi.
‘Bu yemeğin tuzu niye eksik,
bu çocuk neden ağlıyor?’
gibi sebeplerle daha fazla ölecek gücü kalmamıştı.
Bir boşanma dilekçesine imza attı, sokağın köşesini döner dönmez iki el silah atıldı.
Belki de hayatında ilk kez kendisi için bir şey yapmaya cesaret eden kadın,
50 metre menzilli bir tabancadan çıkan iki kurşunla kayıplara karıştı.
“Aldılar, götürdüler, namazı kılındı, gömüldü…”
Gazetelerde H.K. diye geçti adı.
Haberini okuyanlar derin bir nefes aldı, böyle bir felaketi kendileri yaşamamış olduğu için.
Sevmediği bir adamla zorla evlendiren babası bile ağladı ardından, ‘Pişmanım’ dedi günah çıkarmak ister gibi.
Asıl darbeyi babasından almıştı aslında kadın, zaten ondan da görmemişti şefkatli bir dokunuş.
Hayatındaki tüm erkekler kırmıştı kolunu kanadını.
Hatta bir kez kendisi kıymak istemişti canına.
Kocasının yumruğuyla kırdığı camın kırıklarını bileklerine gömmüştü.
Yakmıştı canını cam kırıkları, ama canın kırgınlığı daha çok acıtıyordu.
Canına okudular kadının, elbirliğiyle üstelik.
Geçmişine okudular, geleceğine okudular, ama kadına iki dize güzel bir şiir okumadılar.
Kahkahasına bile kulp taktılar kadının, yine elbirliğiyle üstelik.
Ama kulağının arkasına bir çiçek takmadılar.
Yetim yaralarıyla, öksüz hayalleriyle geçti bu dünyanın toprağından kadın.
Biri geçti, diğerleri geçmekte hala…
Biri tacize, biri tecavüze, biri şiddete maruz kalıyor.
Birinin saçının rengine karışılıyor, birinin eteğinin boyuna.
Ve bir diğerinin varlığı bile günah sayılıyor…
İşte tam şu an biri eve mahk��m ediliyor, biri cezaevine kapatılıyor, biri istemediği bir evliliğe zorlanıyor.
Kendinden geriye siyah-beyaz yarım tebessümlü bir fotoğraf kalan, dünyaya ‘ah’ını bırakarak giden tüm kadınların anısına… 🤘
Kadına şiddet hayır 🇹🇷
9 notes
·
View notes
Text
MUHARREM ERTAŞ
(D. 1913 / Ö. 03.12.1984)
Aşık, Bozlak Ustası
“Babam Kerem’in, Pir Sultan Abdal’ın, Karacaoğlan’ın kitaplarını karşısına alır havalandırırdı. Sordum: -Sen niye demiyorsun? diye; -Söyleyecek söz çok, söyleyecek yer yok. Bütün ozanlar hep aynı şeyi söyler, ha onlar, ha ben! dedi. Babam, öyle şiir yazsaydı; kendi üretimlerini çoğaltırdı. Kendi benliğinden söylememek için, yani, -Muharrem Usta şunu şöyle söylüyor lafını kullanmamak için; Karacaoğlan’ın, Kerem’in, Pir Sultan Abdal’ın, ona benzeyenlerin şiirlerinden havalandırırdı.”
Neşet Ertaş
11 notes
·
View notes
Text
Ben hep yalnızdım galiba... Taa küçücük çocukken başladı bu yalnızlık. Mahallede bir iki arkadaşım vardı sadece. Onlarla da onların zoruyla çıkıp oynardım. Tek başıma oyunlar oynamayı daha çok severdim. Okula başlayınca da samimi bir iki arkadaşım oldu,diğerleriyle çok muhatap olmazdım. Sabah erken giderdik okula ve evde ilk babam uyanırdı. Sabah namazı vaktinde uyuduğuna hiç şahit olmadım. Mekanı cennet olsun. Beni babam uyandırırdı. Sessiz sessiz kalkardım, kimse uyanmasın diye parmak uçlarıma basa basa hazırlanıp kahvaltı yapmadan harçlığımı alır çıkardım evden. Kimseye yük olmayı da pek sevmiyorum,bu ailem olsa dahi. Anneme, bana kahvaltı hazırla demeyi hiç düşünmedim bile. Çok erken gidiyorduk çünkü okula. Niye uyansın kadın. Okulda kek meyve suyu idare ederdim. Öğlen gelince yemeğimi yiyip yine çekilirdim köşeme. Hele kışları sobanın yanında belli bir yerim vardı benim,kimse oturmazdı oraya. Ya ödev yapardım ya da oyun oynardım kendi halimde.
Lisede il merkezinde evli olan abimin evinde kaldım. Zaten çok konuşkan bir tip değilim, bir de başkasının evinde kalıyor olmak iyice sıkıntıya sokuyordu beni. Mahallede zaten arkadaş ortamı yok. Okulda da sürekli şiir gecesi düzenleyen bir grubumuz vardı onların dışında kimseyle pek muhatap olmazdım. Zaten herkes kendi aleminde. Kimisi zengin çocuğu, kimisi okulu dersi pek takmayan tipler. Kafama göre olmayan kişilerle zaten mümkün değil merhabadan öteye geçemem.
Bir şekilde lise bitti. Üniversiteyi de Hatay' da okudum. İlk defa başka bir şehirde ailemden hiç kimse olmadan tek başıma yaşamaya başladım. Başlarda çok zorlandım, arkadaşların her biri ayrı şehir ve ayrı kültüre sahip. Hatay zaten başlı başına medeniyetler beşiği. Bir çok kültürün yaşam şeklini bir arada yaşadığım yıllar oldu üniversite. Eskiye nazaran biraz daha kalabalıktı hayatım. Ama taa çocukluktan bu yana kendime dahi itiraf edemediğim bir çok şey vardı kafamın içinde. Ve bunu kabullenmek için de demekki bazı şeyleri yaşayıp kendime gelmem gerekiyormuş. Belli yaşları geçmek,belli sıkıntılara katlanmak, belli acıları yaşamak gerekiyormuş.Kendime geldim mi peki? Tam olarak geldiğimi düşünmüyorum. Ama benim içimde başka bir yaşam arzulayan bir ben var, bunu biliyorum. Peki ne benim istediğim,arzuladığım,kafamın içinde sakladığım şey? Daha modern bir yaşam mı? Hayır. Daha zengin bir hayat mı? Kesinlikle hayır. Daha deli dolu, hiçbir şeyi takmayan bir insan olmak mı? Hayır. Galiba en önemli isteğim benim inancıma ve değerlerime hiç olmazsa saygı duyan, değer verdiğim şeyleri rahat bir şekilde paylaşabileceğim birilerinin var olduğu bir ortam.İnsan hep iyi yönlerini paylaşmak ister, ama ben kötü yönlerimi,eksiklerimi,yanlışlarımı kısaca her şeyi paylaşabileceğim bir ortam aradım. Çoğu insan iyi yönlerinizden, güzel huylarınızdan ziyade kötü yönlerinizi akılda tutup, zamanı gelince çok kötü bir şekilde kullanıyorlar. Şu ana kadar böyle bir ortamı yakalayabilmiş değilim malesef. Çoğu zaman yalnız kalıp kendi kendine muhakeme yapmak dahi bir çok insanla muhatap olmaktan daha iyi geliyor bana. Bu zamana kadar yaşadıklarıma "vardır bunda da bir hayır" demekten başka çarem yok galiba. En büyük pişmanlığım, hak etmeyen insanlara karşı fazla tolerans göstermiş olmam,fazla sabır göstermiş olmam. Olmuyorsa oldurmaya çalışmış olmam. En önemlisi de kendime haksızlık etmiş olmam.
#H.
13 notes
·
View notes