#Şelaleleri
Explore tagged Tumblr posts
Text
Cennet Ülkemizin En Güzel Şelaleleri : Türkiye'deki En Güzel Şelaleler
Şelaleler doğanın bize armağan ettiği en güzel doğal güzelliklerden biridir. Akdeniz’in sıcak kıyılarından Karadeniz’in yağışlı iklimine, Ege’nin derin denizlerinden Anadolu’nun farklı ve gizemli dağlarına kadar ülkemizin en güzel şelalelerini beraber keşfedelim. Bu yazımızda her birinin kendine has bir atmosferi ve doğal güzelliği olan ülkemizin şelaleleri, çeşitli bölgelerde bulunan ormanlar…
View On WordPress
#ülkemizin en güzel şelaleleri#en güzel şelaleler#kurşunlu şelalesi 2024 giriş ücreti#kurşunlu şelalesi giriş ücreti#türkiyenin en güzel şelaleleri#tortum şelalesi 2024 giriş ücreti#tortum şelalesi giriş ücreti#yerköprü şelalesi 2024 giriş ücreti#yerköprü şelalesi giriş ücreti#şelale#şelaleler
0 notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
234. BÖLÜM - Yüz Metre Yüksekliğinde Uçurumlar; Lav Şelaleleri Üzerinde Bin Dönüş - 2
Xie Lian'ın sessiz kaldığı süre biraz uzun olmuştu. O uzun kılıcın kabzası kıpkırmızıydı ve yanıyordu, Mu Qing bir elini tutmak için kullanırken diğerini indiriyor, bu şekilde tutunarak yüksek sesle bağırıyordu. Çok uzun süre kendini bu şekilde desteklemeye cesaret edemedi ve hemen tekrardan tutundu. Ancak her iki avcunun içinden de beyaz buhar iplikler gibi yükseliyordu, öyle ki aralarında uzun bir mesafe olmasına rağmen diğer taraftakiler bile yanık et kokusunu alabilirlerdi.
Hua Cheng rastgele bir gümüş kelebeği salıverdi. Gümüş kelebek kanatlarını çırptı ve birkaç yüz metre uçtu ama Mu Qing'e giden yolun üçte birine bile ulaşmadan önce gümüş bir dumana dönüşerek havada yok oldu.
Xie Lian, Hua Cheng’in hayalet kelebeklerin yardım edemeyeceğini gösterdiğini biliyordu. Yolun sonuydu, ölmeye değmez.
Mu Qing de ifadesi yavaş yavaş umutsuzluğa dönüşürken o gümüş kelebeğin yok olma sürecine tanık oldu.
Anladı. Şu an, bir; ona yardım edebilecek kimse yoktu, iki; kimse ona inanmadı, onun Xie Lian’ın duygularını tetiklemesi nedeniyle gelip onu kurtarmaya çalışırken hayatını riske atması için sebep yoktu.
Ancak umutsuzluğa kapılsa da yine de boyun eğmeyi reddetti ve vazgeçmeye istekli değildi. Mu Qing dişlerini gıcırdattı ve bağırdı, “BANA İNANMASANIZ DA SORUN DEĞİL, AMA O KADAR DÜŞMEYECEĞİM!”
Daha sonra kabzayı daha sıkı kavradı, kabzanın üzerinde durmak için havada dönmeye çalışıyor gibi görünüyordu. Ancak beklenmedik şekilde tıpkı vücudu birkaç santim kadar kaldırıldığı gibi, o da şiddetli bir şekilde battı!
Mu Qing aşağıya baktı, gözlerine eriyerek kan kırmızısına dönen sayısız kederli ruhlar yansıdı, yüzleri ve uzuvları onu düşürmek için kendilerini onun ayağına bastırırken döndü ve yamuldular.
Bu kederli ruhlar aslında lavda eridi ama birden dışarı çıkmış birbirleri ardına onun alt bedeninden asılıyorlardı, ateşe yağ eklemek gibi kavurucu ve kaynayan bir sıcaklık vardı, Mu Qing deliriyordu, “KAYBOLUN!”
Geçmişte yüzyıllar boyunca sanki hiç ölümün eşiğiyle karşılaşmamıştı ama bunların hepsi onun ağır yaralandığı durumlardı. Lava gömülerek ölmek yaralar yüzünden ölmekten bin kat daha korkunçtu, kendisini arkada bir iz bırakmadan hayalet kelebek gibi bir tutam dumana dönüştüğünü hayal edince buna daha fazla katlanamadı.
Sonunda Mu Qing'in elleri sınırına ulaştı, on parmağı hafifçe gevşedi, artık kavrayamayacak durumdaydı.
Kılıcın altındaki boşluk boşaldı –düştü!
Bir figürün silueti aşağıya, yanan ateşlere ve aşağıdaki lav havuzuna doğru dalıyordu, “AAAAAAHHHHHHHH!”
Ancak çığlıkları hararetli ve acı verici olsa da vücudu belli bir mesafeye düştükten sonra düşüş şiddetli bir durma noktasına geldi ve o havada asılı kaldı!
Mu Qing henüz kendisine gelmemişti, aklı bulanıktı, ama içgüdüsel tepkisi hâlâ sağlam olduğundan vücudunu hızla hissetti. Görünüşe göre beline sarılan beyaz ipek bir kumaştı.
Doğal olarak o RuoYe’ydi. Xie Lian'ın durduğu saray Mu Qing’in düştüğü uçurumun yakınında değildi ve eğer RuoYe daha erken ulaşamasaydı bir süreliğine düştükten sonra onu nasıl yakalayabilirdi?
Mu Qing yukarıya baktı ve şok içinde Xie Lian’in sarayın çatısının tepesinde olmadığını fark etti –yanı başındaydı.
Daha önce, Mu Qing uzun kılıcı kayalara çivilemiş ve bir süre dayanabilmek için o kılıcın kabzasına tutunmuştu. Tam şu anda ise Xie Lian o kabzanın üzerine yarı çömelmişti!
Xie Lian aşağıya bakarken RuoYe’yi hızla geri çekiyordu ve sadece Mu Qing'in iyi olduğunu gördüğünde rahat bir nefes verdi, “Tanrıya şükür, tanrıya şükür, zamanında gelebildim.”
Mu Qing fısıldadı, “… E... ekselansları?”
O an o kadar uyarıcıydı ki hala zihni bulanık, aklı karışıktı. Bu kadar uzak bir mesafede, geliş yolunda yuvarlanan lavlarla birlikte, başka herhangi bir iniş noktası olmadan Xie Lian en fazla sadece yarı yola kadar atlayabilirdi, peki nasıl gelebildi?
Uzaktan Feng Xin’in sesi duyuldu, “Ekselansları, İKİNİZ DE İYİ MİSİNİZ?”
Mu Qing sese baktı, sarayın çatısında duranlar şu anda sadece Hua Cheng ve Feng Xin idi. Hua Cheng ellerini çaprazlamış, Xie Lian’ın güvenliğini sağlamak dışında hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünüyordu. O sarayın iki noktasının ortasında ve düştüğü uçurumun kenarında durmaksızın akan kızıl sıcak lavın ortasında soğuk bir şekilde sıkışmış ve ayakta duran siyah mürekkep renkli bir kılıç vardı.
Fang Xin!
Demek öyleydi! Mu Qing sonunda Xie Lian'ın nasıl geldiğini anladı.
Xie Lian’in zıplama yeteneği sayesinde sahiden azami yarı yola kadar zıplayabilirdi, asla düştüğü sarayın çatısından tüm yolu güvenli bir şekilde atlayamazdı. Böylece Xie Lian ilk olarak Fang Xin'i dışarı fırlatmış ve onu bir iniş noktası yaratmak için lav akıntısına aşılamıştı ardından Fang Xin'i başka bir başlangıç noktası olarak kullanarak kılıcının üzerine sıçradı ve son anda RuoYe’yi salarak zar zor onu yakaladı.
“Daha önce bir yol düşünmeye çalışıyordum, burada gerçekten kullanılabilecek hiçbir şey yoktu bu yüzden biraz zaman aldı.” Dedi Xie Lian, “Ayrıca çok fazla panik yapıyordun, kendinden geçme aksi halde daha hızlı düşersin.”
Mu Qing Xie Lian’in sessizliğinin onu kurtarsa mı kurtarmasa mı tereddüt ettiğinden olduğunu sanmıştı ama görünüşe göre Xie Lian bunun yerine onu nasıl kurtaracağını düşünmeye çalışıyordu. Tanrıya şükürler olsun ki Xie Lian, daha önce de böylesine zor bir durumdayken, bu kadar net bir kafayla hâlâ düşünebiliyordu.
Alnındaki ter damlacıkları daha da kalınlaşmıştı.
Yukarı baktığı an, Xie Lian gülümseyerek ona elini uzatmıştı, “Her halükarda, her ne kadar biraz geç olsa da, ama, yardım çok geç gelmedi, değil mi?”
“…”
Belki de bunun nedeni daha önce kabzayı çok uzun süre kavramasıydı ama Mu Qing aniden kollarının kıyaslanamayacak kadar ağır olduğunu ve kaldıramadığını hissetti. Xie Lian elini aşağı doğru uzattı, “Gel.”
Mu Qing nihayet elini tuttu.
Kolunun tamamı hafifçe titriyordu ama Xie Lian güçlü bir şekilde onu tuttu ve yukarı çekti. ikisi Mu Qing'in uzun kılıcının kabzasında birlikte durdu. Xie Lian arkasını döndü ve çatıya doğru el salladı, “SAN LANG! BAŞARDIM!”
“Çok iyi, Gege.” Hua Cheng cevapladı, “Şimdi geri gelin, hemen şimdi!”
Xie Lian cevapladı, “Pekala, hemen geliyorum!” ardından Mu Qing’e döndü, “Hala zıplayabilir misin? Yapamazsan seni sırtıma alayım?”
Mu Qing’in dudakları hareket etti, “Ben…”
Xie Lian onun mizacını gözlemledi ve kararlı bir şekilde şunları söyledi, “Seni alayım.” Ardından sırtını tuttu. Geçmişte olsaydı muhtemelen Mu Qing gözlerini devirir ve başkalarına karşı saygısız davrandığından tutuşunu protesto ederdi ama şimdi Mu Qing tek kelime etmedi.
Xie Lian tam da yukarıya sıçramak üzereyken beklenmedik bir anda ikisi de aniden aynı anda ayaklarının yere bastığını hissetti.
Sanki olaylar yeterince talihsiz değilmiş gibi kayalara çivilenmiş uzun kılıç bu sefer gevşeyip kopmak zorundaydı!
Hua Cheng'in yüzünün renkleri anında değişti, “GEGE!”
Bu sefer kızıl kırmızısı lava doğru beraber düşüverenler iki figürdü. Böyle ateşin kıçını yaktığı anlarda, Xie Lian hala hızlı bir şekilde düşünebiliyordu ve bağırdı, “SORUN YOK!” Daha sonra havada bulunan uzun bir kılıcı yakalayarak birkaç kez döndü ve kabzasını iki eliyle kavrayarak kılıcı bir kez daha kayalara çiviledi!
DIRANK! Birkaç parlak ve göz kamaştırıcı kıvılcım topları. Xie Lian'ın koruyucu ruhsal ışığının yüzeyinde bu ateş parçacıkları parçalanmış altın taneleri gibiydi ama bu koruyucu ruhsal ışığı gitmiş olsaydı küçük bir zerresi bir insanda büyük bir delik açarak yanabilirdi!
RuoYe, Mu Qing'i yukarı kaldırdı ve Xie Lian ona ciddiyetle şöyle dedi, “Bu kılıç iki yetişkin erkeğin ağırlığını uzun süre kaldıramayacak. Böyle devam edemeyiz. İkimiz arasında yalnızca bir kişi burada kalabilir.”
Mu Qing yavaş yavaş kendine geldi, “Diyorsun ki…”
“Sen gidebilirsin.” Dedi Xie Lian.
“…???”
Mu Qing'in gözbebekleri yavaş yavaş küçüldü ama daha o konuşamadan Xie Lian onu yakaladı ve bağırarak onu zorla yukarıya fırlattı, “HAZIR OLUN!”
Mu Qing uçurumun üzerinden atıldı ve Fang Xin'in bulunduğu yere doğru uçtuğunu fark etti. Havada takla atarak kendini sabitledi ve Fang Xin'in kabzasının üzerine indi.
Buraya indikten sonra neden Xie Lian’ın ilk önce onu fırlatmak zorunda olduğunu anladı.
Öyleydi çünkü bu mesafeyle belki Xie Lian, onlarca metre aşağıya göç etmiş olan kabzadan atlayabilirdi ama o bunu yapamazdı.
Bu mesafe onun için çok fazlaydı. O ancak Xie Lian'ın fırlatma kuvvetini ödünç alarak bunu başarabilirdi!
Feng Xin soğuk terlerini sildi, “Tanrıya şükür ekselansları hızlı tepki veriyor.”
Ancak Hua Cheng çok ciddi görünüyordu ve aşağıya seslendi, “Gege! Eğer yakında geri gelmezsen, Aşağı gelip seni almam gerekecek!”
Sesi uyarı tonunu taşıyordu ve Xie Lian hızla cevap verdi, “Şimdi geliyorum! İşler yolunda, halledilemeyecek kadar zor değil, kendim zıplayabilirim aşağıya gelme.”
Ancak o zaman Hua Cheng'in tavrı biraz rahatladı ama o hâlâ gözlerini kırpmadan izliyordu. Feng Xin ona baktı konuşmaktan kendini alamadı, “… Biraz şaşırdım.”
Hua Cheng başını çevirmedi ve hiçbir merak belirtisi olmadan şöyle dedi, “Ne?”
Feng Xin kafasını kaşıdı, “Mu Qing'e karşı bu kadar önyargılı olduğunuz için onun kurtarılmaya değer olmadığını düşündüğünüzü ve ekselanslarının onu kurtarmasına karşı olup gitmesini engelleyeceğinizi düşündüm.”
Ancak o zaman Hua Cheng ona bir bakış attı, “Yarısı doğru yarısı yanlış.”
“Ha?”
Hua Cheng, “İlk kısım yanlış değildi, onun kurtarılmaya değer olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Onun nasıl olduğu beni ilgilendirmez” dedi.
Onun kayıtsız ifadesini görünce, Feng Xin’in alnından ter düştü, “Biraz fazla açık sözlü değil misiniz?!”
Ve bu adamın ona karşı nasıl da kesinlikle aynı tutumu sergilediğini düşündüğünde daha fazla ter döktü.
Hua Cheng pfft’ladı ve homurdandı, biraz duraklamadan sonra ekledi, “Yalnızca ekselansları ne karar vereceğine karar verebilir. Onun kararlarına asla karşı çıkmayacağım.”
“…”
Feng Xin daha önce hiç kimsenin böyle bir şey söylediğini duymamıştı. Ne erkeklerden kadınlara ve ne de kesinlikle bir adamdan diğer adama, o sadece eğer Xie Lian bunu duyarsa bu başka bir büyük olay olacağını düşünebilirdi. Nasıl bir yüz ifadesi yapacağını bilmeden Feng Xin yalnızca cevaplayabildi, “…Ah. Anlıyorum.”
Hua Cheng lava dikkatle bakan, düşünen ve planlar yapan Xie Lian’a bakarak kafasını çevirdi ve gülümsedi, “Ayrıca, zaten bunu yapacağını biliyordum.”
Diğer taraftan Xie Lian seslendi, “Mu Qing, acele et ve koşmayı kesmeden çatıya git. Eğer cidden bir şey varsa sonrasında konuşabiliriz.”
Ancak o zaman Mu Qing hala Fang Xin’in üzerinde olduğunu ve Xie Lian’in bir sonraki adımı için gidecek yeri olmadığını fark etti. Kendini sakince düşünmeye zorlayan Mu Qing, çatıya dönmek üzereydi ki beklenmedik şekilde tam yukarı sıçrarken Xie Lian aniden bağırdı, “KİM VAR ORADA!”
Xie Lian sessizce enerji depolayarak kılıcın üzerinde duruyordu ki aniden arkasındaki lav şelaleleri ayrıldı ve şelalelerden bir çift el uzanarak birdenbire onu yakaladı.
Bu yaratık kesinlikle lavların içinden gelmişti ama buna rağmen elleri korkutucu derecede soğuktu. Xie Lian ürpermişti ve Hua Cheng yukarıdan haykırdı, “Ekselansları??”
Bu eller Xie Lian’i sımsıkı kucakladı ve onu da beraberlerinde alarak kılıçtan düştüler. Xie Lian tamamen sersemlemişti ve yukarıdakiler onu arkadan yakalayan şeyin ne olduğunu açıkça gördüler.
O adam beyaz cübbeler giymişti, sanki zevk alıyor gibi yarısı gülen, sanki yas tutuyormuş gibi yarısı ağlayan maske takıyordu.
Yüzü olmayan beyaz!
RuoYe tehlikeyi sezdi ve kendi başına birdenbire dışarı çıkarak kendini yukarı doğru fırlattı ve Mu Qing'in önüne attı. Mu Qing bilinçsizce yakaladı ama beyaz ipek kumaşın diğer ucundan gelen güç çok büyüktü ve onu zapt etmeyi başaramadığı gibi aynı zamanda onu da aşağı çekti.
Xie Lian ateşli kıvılcımların ortasında hızla aşağıya düşüyordu ve yaratığın kahkahaları kulaklarına doluyordu, “Hahahahahha… toy! Çok toysun XianLe! Mükemmel, mutlu bir sona ulaşmanın bu kadar kolay olduğunu mu düşündün?”
Aşağıda kavurucu buhar dalgaları olsa da zihin ürpertici bir soğukla doluydu. Çatışan buz ve ateşin içinde Xie Lian yukarıya baktı ve yukarıda, ateş ve ışıkla sarılmış havada, hızla yaklaşan kırmızı bir siluet vardı.
Hua Cheng de atlamıştı!
Ama aşağısı lav havuzuydu!
#xie lian#tian guan ci fu#jun wu#feng xin#hualian#ling wen#hua cheng#heavenlyblessing#jian lan#heaven official's blessing#xuan zhen#pei su#pei ming#yushi huang#nan yang#junwu#mu qing#m#mingguang#ban yue#mei nianqing
17 notes
·
View notes
Text
Satmadınız mı?
Elma ağaçlarını
Serçeleri
Fırınları
Şelaleleri
Satmadınız mı elinizdeki şiir kitaplarını?
Ve çocukların gülüşlerini
Satmadınız mı ney inlemelerini?
Elbiselerinize kadar işlemiş olan
Ve ezginin vuruşlarını
Satmadınız mı Cenneti?
Bir harabede yaşamak için..
39 notes
·
View notes
Text
ölmek istiyorum. şimdi her zamankinden daha çok ölmek istiyorum. artık dönüş yok. yapabileceğim bir şey yok. hiçbir şey yardımcı olamaz. utançlarımın üstüne daha fazla utanç ekleyebilirim sadece. bisiklete binme ve orman şelaleleri hayalleri bana göre değil. bana düşen, her zamankinden daha şiddetli ıstırap çekmek için pis, aşağılık suçu diğerinin üstüne koymak. ölmek istiyorum. ölmek zorundayım. hayatın kendisi tüm suçların kaynağı.
3 notes
·
View notes
Text
"ölmek istiyorum. şimdi her zamankinden daha çok ölmek istiyorum. artık dönüş yok. yapabileceğim bir şey yok. hiçbir şey yardımcı olamaz. utançlarımın üstüne daha fazla utanç ekleyebilirim sadece. bisiklete binme ve orman şelaleleri hayalleri bana göre değil. bana düşen, her zamankinden daha şiddetli ıstırap çekmek için bir pis, aşağılık suçu diğerinin üstüne koymak. ölmek istiyorum. ölmek zorundayım. hayatın kendisi tüm suçların kaynağı." insanlığımı yitirirken, osamu dazai
2 notes
·
View notes
Text
Elime kalemi aldım ve bir dünya hayal ettim. Bu bizim dünyamız. Ve biz ne istersek o olur. Tek boynuzlu atlarla dolu bir dünya olsun. Aynı çocukken hayal ettiğim gibi. Her elli metre başı bedava pamuk şeker makinaları , sonsuz çikolata şelaleleri olsun. Bu dünyada kilo almayalım. Tartıya bir sayı girelim ve ne girdiysek o kiloya düşelim hemen. Güzellik algıları da olmasın. Sana sadece ben güzel olayım, sadece beni sev. Bizim dünyamızda herkes mutlu. Sonsuz giyinme dolabım var çünkü alışveriş yapmaya bayılırım. Kocaman bahçesi olan ve bir sürü kedi beslediğimiz bir sarayda yaşıyoruz. Koca salondaki koca koltukta uzanıp saatlerce birbirimize sarılıp dev bir kovadan patlamış mısır yiyoruz. Sarayımızın arkasına istediğimiz zaman gitmek için lunapark yaptırmışız. Ayrıca denize on dakika yürüme mesafesi. Çünkü burası bizim dünyamız ve ne istersek o olur. Dönme dolabın tepesinde uzaya kadar çıkıyoruz ve koskoca gezegenimizin pasparlak ışıklarını izliyoruz. Bizim asla sönmeyecek ışıklarımız.. Gezegenimiz çocuklarla dolu çünkü çocukları çok seviyorum. Okul yok ve onlar sadece parkta oynayıp gülüşüyorlar. Uzaya giden tek gürültümüz gülüşme sesleri. Kimse kimseyi yargılamıyor çünkü. Evet. Burası bizim dünyamız. Seni seviyorum çünkü bu gezegende sevmek de sevilmek de sonsuza kadar serbest
3 notes
·
View notes
Text
Kıbrıs'ta Araba Kiralama - Kıbrıs'ta Öncelikli 5 Destinasyon
Kıbrıs, nefes kesen manzaraları, tarihi mekanları ve kıyı harikalarıyla Akdeniz'in mücevheridir. Adayı en iyi şekilde keşfetmek için Kıbrıs Araç Kiralama, bu yerin etrafındaki gizli noktaları ve ünlü simge yapıları dolaşmak için esneklik sağlayan en iyi arkadaş olabilir.
Ayrıca, burası sulak alanların etrafında olmayı sevenler için ideal olan harika turistik yerlerle doludur. Bu makale, en iyi yerleri keşfetmenize yardımcı olacak ve oraya gitmek kesinlikle gününüzü güzelleştirecektir.
Kıbrıs'ta Araba Kiralamanın Seyahat Edenler İçin Neden Önemli Olduğu
Adanın çeşitli yerlerinde manzaralı sürüşlerle, araba kiralamak size seyahatinizi gerçekten heyecan verici hale getirme özgürlüğü sunar. İster plajları, ister gece hayatını veya tarihi ziyaret etmek isteyin, Kıbrıs'ta araba kiralamak adayı keşfetmeniz için açar.
Güvenilir sağlayıcılardan kiralanan bir araba, her gezginin seyahat ihtiyaçlarına uyacak çeşitli araçlarla birlikte gelir.
Seyahat Tutkunları İçin En Ünlü Kıbrıs Noktaları Nelerdir?
Aşağıda çeşitliliği ve doğayı keşfetmeyi seven kişiler için mükemmel olan bazı yerler tartışılmıştır. Hangilerinin olduğunu öğrenin>:
1. Baf – Mitoloji ve Tarihin Ülkesi
UNESCO Dünya Mirası Alanı olan Baf, esas olarak antik mozaikler, kral mezarları ve daha fazlası dahil olmak üzere tarihi önemiyle bilinir. En çok öne çıkan simge yapılar, kalbinizi alacak olan Baf Arkeoloji Parkı, Coral Bay Plajı ve Baf Limanı Kalesi'dir.
2. Limasol – Plajlar, Gece Hayatı ve Kültür
Limasol, hareketli bir kıyı şehridir ve dinlenmeyi canlı gece hayatıyla dengelemeyi tercih edenler için idealdir. Kiralık bir araba, bu bölgenin hem şehir cazibe merkezlerinin hem de dinlendirici plajlarının tadını çıkarmanızı sağlar.
Seyahatinizi daha değerli kılmak için, kıyı manzaralarının tadını çıkarmak için Lady's Mile Plajı'nı ve Castle Old Town'ı keşfetmeyi unutmayın.
3. Troodos Dağları – Doğa ve Macera Sizi Bekliyor
Farklı bir şey deneyimlemek için, pitoresk köyleri, yürüyüş parkurları ve doğa rezervleriyle ünlü Troodos Dağları'na gidin. Araba kiralarken dağ yollarıyla başa çıkabilen ve her anın tadını sorunsuz bir şekilde çıkarmanızı sağlayan bir araba arayın. Kaledonya Şelaleleri Yolu, Kykkos Manastırı ve yakındaki köylerde yürüyüş yaparak dinginliği hissedin.
4. Lefkoşa – Bölünmüş Başkent
Bir sonraki durağımız, benzersiz atmosferi ve Türk ve Yunan karışımıyla Avrupa'nın bölünmüş başkenti olan Lefkoşa.
Lefkoşa'yı keşfetmek için Kıbrıs Araba Kiralama, şehrin her iki tarafını da deneyimlemeniz için size esneklik sağlar. Büyük Han ile bağlantılı Kıbrıs Müzesi'nin yerel tarihini yürüyerek keşfetmeyi düşünün.
5. Ayia Napa – Güneş, Kum ve Muhteşem Deniz Mağaraları
Son olarak, Ayia Napa canlı gece hayatı ve antik plajlarıyla bilinir. Herkesin gözünü kamaştıran güzel deniz mağaralarının merkezidir. Sevdiklerinizle birlikte bu seyahati en iyi kiralık araç hizmetleriyle huzurlu bir şekilde unutulmaz kılın.
En İyi Araç Kiralamalarıyla Kıbrıs Seyahatinizi Mantıklı Hale Getirin!
Kıbrıs, dünyanın farklı köşelerinden insanların bir an yaşamak için geldiği güzel plajları ve tarihi yerleriyle bilinir. Deneyimi daha cazip ve rahat hale getirmek için, her kilometreyi sorunsuz hissettirmek için Kıbrıs'taki en iyi ve konforlu Araç Kiralama hizmetini kiralamak gerekir.
Bu nedenle, bir dahaki sefere Kıbrıs Araba Kiralama gerektiğinde, doğrudan Falak Rent A Car ile iletişime geçin. Yıllardır bu pazarda en iyi araç modelleriyle yer alıyorlar, hangisini tercih ederseniz edin. Onlar hakkında daha fazla bilgi edinmek için hemen arayın!
Kıbrıs'ta Araba Kiralama - Kıbrıs'ta Öncelikli 5 Destinasyon
0 notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
233. BÖLÜM - Yüz Metre Yüksekliğinde Uçurumlar; Lav Şelaleleri Üzerinde Bin Dönüş -
Xie Lian gözlerini kırptı, “Bir şey yapmayı planlamıyordum?”
“O zaman neden kılıcını çektin?” Hua Cheng ısrar etti.
“Kendimi… savunmak için.” Xie Lian cevapladı.
Hua Cheng'in ifadesi korkutucu derecede karanlıktı ve daha da sertleşti, “Kendini nasıl savunmayı planladın? Kılıcını indir!”
Hua Cheng ilk kez Xie Lian'la bu tür bir ifade ve tonla konuşuyordu ve Xie Lian tamamen şaşırmıştı. Feng Xin telaşlanmıştı, "Sen kimsin ki ona kılıcını indirtiyorsun? Bırak önce o gitsin!"
Bir savaş baltası uçarak geldi ve Xie Lian hızlı bir tepki vererek kılıcını kaldırdı ve onu keserek uçurdu.
Ancak o zaman Hua Cheng'in tavrı ve ses tonu biraz rahatladı ama yine de gitmesine izin vermedi.
"Kendini savunmana gerek yok, sadece arkamda dur. Kılıcını yere bırak."
Feng Xin yere düşen yayına ayağıyla vurdu ve onu yerden alıp iki eliyle kavradı, kılıç olarak kullanmak üzere kaldırdı, bir meteor çekicini savuşturdu ve bu sırada daha da şüphelenmeye başladı, "Ona bu şekilde tutunarak ne yapıyorsun? Ekselansları, Çiçeğe Uzanan Kızıl Yağmur’un sözlü şifresini sizden başka bilen var mı?"
Bu hatırlatma sayesinde Xie Lian aniden Hua Cheng'in ruhani iletişim sözlü şifresini bilenlerin sadece ikisi olmadığını hatırladı. Bunu daha önce duymuş olan üçüncü bir kişi daha vardı.
Jun Wu!
Xian Le Sarayı'nda, Xie Lian'ın Hua Cheng ile kendi huzurunda bağlantı kurmasını sağladığında, bunu çok net bir şekilde duymuştu!
Ancak Xie Lian karşısındakinin kesinlikle Hua Cheng olduğunu hissetti, sadece... aniden çok tatsız bir şey hatırlamış gibiydi, bu yüzden bu şekilde davrandı.
Xie Lian bir süre düşündükten sonra, "Pekâlâ," dedi ve Fang Xin'i bir kenara bıraktı.
Bir sonraki an, gümüş ışık parladı ve pala kınından çıkarıldı!
E-Ming dışarı çıktığı anda tüm cephanelik anında gümüş bir ışıkla kaplandı, kıvılcımlar durmaksızın uçuştu ve metallerin çatırdama sesi kulaklarda durmaksızın yankılandı. Xie Lian ve Feng Xin bu kaotik, tüyler ürpertici ölüm aurası tarafından merkeze hapsedilmiş halde kıpırdamadan durdular. On darbeden sonra Hua Cheng arkasını döndü ve palasını yeniden kınına soktu. Xie Lian'ın bakışları onun üzerinden yere kaydı.
Daha önceki yüzlerce silahın hepsi E-Ming tarafından toz tanesine dönüştürülmüştü.
Xie Lian yere çömeldi ve büyük bir acıma duygusuyla kılıcın iki parçasını eline aldı.
"Bunların hepsi çok iyi, nadir kılıçlardı.
Peşinden Feng Xin konuştu, “Ekselansları, kapı. Fazladan bir kapı belirdi!”
Xie Lian parçalanmış parçaları bıraktı ve ayağa kalktı, “Anlıyorum. Sadece silahların icabına bakıldığında çıkabiliyoruz.”
Aslında kapıların açılması için kan dökülmesi gerekiyordu ama Hua Cheng doğrudan onları açılmaya zorladı. Xie Lian bunu düşünürken Hua Cheng onun elini tuttu ve kapıdan dışarıya zorla çıkartmaya başladı. Öldürme niyetiyle nasıl kaynadığını görünce, Feng Xin sorguladı, “İkiniz de bundan sonra ne yapmayı planlıyorsunuz?”
“Besbelli Guoshi ve Mu Qing’i bulmaya.” Diye cevapladı Xie Lian.
Hua Cheng sakin bir şekilde şunları söyledi, “Eğer Mu Qing gerçekten kendini Jun Wu'ya teslim ettiyse ilk olarak onun boktan hayatını alacağım.”
“…”
Üçü cephanelikten çıktılar ve bir süre yürüdüler. Xie Lian bir süre tereddüt etse de yine de sordu, “San Lang, Daha önce kendimi bıçaklayacağımı mı düşündün?”
Hua Cheng yanıt vermedi ama ifadesi hala aşırı derecede buz gibiydi. Xie Lian ekledi, “Yapmazdım.”
Hua Cheng ona bir bakış attı, “Cidden mi?”
Xie Lian bu bakıştan sonra kendini gerçekten suçlu hissetti.
Dürüst olmak gerekirse, eğer bu geçmişte olsaydı, durum gerçekten vahim olsaydı belki de gerçekten bu şekilde çözerdi, ama şimdi, bir daha asla öyle yapmazdı.
Xie Lian cevap verdi, "Evet! Sana söz verdim. Ayrıca, o kadar çok kılıç, mızrak ve balta vardı ki, hepsi beni bıçaklasaydı, pestilim çıkmaz mıydı? Hahahaha..." Gülmeye başladı ama sonra daha fazla gülemedi çünkü 'bıçaklama' kelimesini söylediğinde Hua Cheng aniden dönüp ona baktı. Bu bakışı tarif etmek zordu ama Xie Lian'ın söyleyecek tüm sözlerini bastırdı.
Sonra, Hua Cheng aniden uzandı ve onu sertçe kollarının arasına aldı, sarıldı.
Feng Xin arkadan geliyordu ve sarsılmıştı, "Lanet olsun? Ben hala buradayım???"
Xie Lian gözlerini kırpıştırdı ve Hua Cheng'in sırtını sıvazladı, "Ne oldu?"
Hua Cheng fısıldadı, "Majesteleri, lütfen artık böyle gülmeyin."
Xie Lian'a sıkıca sarıldı, "Hiç komik değil, gerçekten... hiç komik değil."
“…”
Xie Lian, daha önce ceset zehriyle kaplı kafatası kemiklerini nasıl aldığını ve Hua Cheng'in o zamanki yüzünün ne kadar nahoş olduğunu hatırlayınca özür dilemeye hazır hissetti. "Özür dilerim, bir daha seninle bu konuda şaka yapmayacağım. Sadece endişelenmeni istemedim ama ters etki yapacağını da düşünmemiştim."
Feng Xin bu ruh hali karşısında irkilmiş gibi baktı ve bir süre şaşkınlık içinde kaldı, "Ben de... katılıyorum? Madem bu konuda bu kadar ciddi..."
Hua Cheng sonunda Xie Lian'ın gitmesine izin verdi ve sessizce, "Gidelim," dedi.
Guoshi'nin yol göstericiliği olmadan, sarayın derinliklerine doğru ilerlemek dışında üçünün başka bir seçeneği yoktu.
Ancak dışarı çıkalı çok olmamıştı ki Xie Lian havada olağandışı bir şey hissetti.
"Sizce de... hava daha sıcak değil mi?" diye konuştu Xie Lian.
Grup yeraltı sarayına ilk girdiğinde rahatsız edici ve ürperticiydi. Ancak bir süre yürüdükten sonra etraftaki hava kabarmış, çok daha nemli ve sıcak hale gelmiş gibiydi. Feng Xin de aynı şeyi hissetmiş gibi görünüyordu ve başını çevirdiğinde, eliyle işaret etmeden önce biraz şaşırdı, "Ekselansları, arkaya bakın! Işık var gibi görünüyor."
Tam da söylediği gibi, arkalarında yavaşça yaklaşan bir ışık vardı.
Zifiri karanlık yeraltında bilinmeyen bir ışık kaynağının belirmesi oldukça tuhaf bir durumdu. Biri mi gelmişti?
Işığın gerçek görünümünü ortaya çıkarmasını beklerken, Xie Lian sonunda yeraltındaki havanın ısınmasının kendi hayal gücü olmadığını fark etti.
Kızıl ve altın rengi lav akıntısı, yuvarlanarak ve köpürerek tepeden aşağıya doğru akıyor ve üçlüye doğru sürünüyordu.
Dışarıdaki lavlar su kanalıyla birlikte yeraltı sarayına akmıştı!
Xie Lian tam "Ah hayır!" diye içten içe ağlıyordu ki, aniden arkasında hızla geçen bir şey hissetti. Anında elini uzattı ve ipek kumaşı dışarı fırladı, "TUTUN! SADECE YOL SORMAMIZ GEREK!"
Adam zar zor kaçtı, şekli bir an için durdu ve çok uzaktaki lav akıntısının ateş ışığından yararlanarak yere döndüklerinde adamın yüzünü gördüler. Feng Xin bağırdı, "MU QİNG! SENİ PİÇ, HEMEN DUR ORADA!”
Sanki Mu Qing duracakmış gibi... Başka bir şey söylemeden koşmaya başladı. Üçü tam peşinden gidip saldıracaktı ki yer şiddetle sarsıldı.
Kızıl ve altın rengi lav aniden yükseldi ve su kanalına yayıldı, büyük bir hızla yayılıyor doğrudan onların üzerine geliyordu.
Üçü oldukları yerden zorla çıkarılmak üzereydiler ama Xie Lian öncesinde buraya gelirken böylesi bir problemle karşılaşmıştı, sadece bunun zorluk seviyesi daha yüksekti hepsi bu. “Feng Xin, muhtemelen lavın içinde çok sayıda yüzen boş kabuklu mutantlardan var, onların üstüne basabilirsin, batmayacaksın.” Dedi Xie Lian.
Ardından lav akıntısının arasında kollarıyla güçlü bir şekilde yüzer gibi duran boş kabuklu mutantı hedefledi ve atladı.
Xie Lian üzerine düzgünce indiğinde çok sevindi. Bu boş kabuklu mutantların kafaları özellikle büyük gibi görünüyordu ve hatta üzerine bastıklarında bile sadece hafifçe eğilip lav akıntısının üzerinde batmadan yüzebilirlerdi. Bir şey başlatmadıkları sürece kolaylıkla kano olarak kullanılabilirlerdi!
Feng Xin de bir tane boş kabuklu mutant hedef alarak atladı ve yayı ile mutantı işaret ederek, “Düzgünce yüz, batma! Silah tehdidiyle, Boş Kabuklu mutant beklendiği gibi onu rahatsız etmeye cesaret edemedi ve daha da sıkı çalıştı. Bu arada, Hua Cheng sadece kollarını kavuşturdu, aşağı bakarak bir bakış attı ve Boş Kabuklu mutant sakinleşti, kötü bir şey yapmaya cesaret edemedi, tam güçle gitti ve en hızlı şekilde yüzdü.
Xie Lian'a gelince, ellerini dua edercesine birbirine çırptı ve Boş Kabuklu mutantla içtenlikle pazarlığa girişti: "Beni bu gezintiye çıkar, lütfen beni bu gezintiye çıkar! Sonrasında sana tütsü yakacağım! Tütsü istemiyor musun? O zaman ne ikram istiyorsun, söyle bana!" Boş Kabuklu mutant belli ki son derece memnuniyetsizdi ve defalarca kollarını sallayarak onu kovalamaya çalıştı ama Xie Lian sakız gibi yapışkandı ve yuvarlansa bile savrulmayı reddetti. Söylemeye gerek yok, Xie Lian bir kez daha başa çıkması en zor olanı bulmuştu!
Üçü mutantlara bindi, akıntıyla birlikte aşağıya doğru aktılar ve sanki rafting yapıyorlarmış gibi, akıntıda ne kadar aşağıya giderlerse, tepeler o kadar dikleşti ve hızları o kadar arttı. Ayrıca defalarca lav akıntısından aniden yükselen engellerden kaçmak zorunda kaldılar ve tüm yolculuk bitmek bilmeyen tehlikelerle doluydu. Bir süre sonra nihayet öndeki Mu Qing'e yetiştiler ve Feng Xin "MU QING! NEREYE KOŞUYORSUN!" diye bağırdı.
Mu Qing'in ayaklarının altında da sörf tahtası olarak kullanılan Boş Kabuklu bir mutant vardı ve arkasına baktı, "NE YANİ, HEPİNİZ BİRLİKTE BANA SALDIRANA KADAR BEKLEMEM Mİ GEREKİYOR?"
Feng Xin'in elinde sadece bir yay vardı ve ok yoktu, bu yüzden sadece havaya doğru bağırabiliyordu. "SANA SALDIRMAYACAĞIZ! ÖNCE SİLAH DEPOSUNDAN NASIL ANİDEN KAYBOLDUĞUNU AÇIKLA!"
Mu Qing arkasına baktı, "Hepiniz..." diye alay etti.
Sözlerini bitirmeden önce, Xie Lian ileride ne olduğunu gördü, gözbebekleri hızla küçüldü ve "ÖNÜNÜZDE!" diye bağırdı.
Mu Qing anında geri döndü ve ancak o zaman önündeki yolun aniden sona erdiğini fark etti.
Muhtemelen burada daha önce bir yeraltı uçurumu vardı ve bu uçurum son derece derindi, devasa bir uçurum gibi en az yüzlerce metre.
Son saniye RuoYe geriye doğru uçtu ve uzaktaki bir saray binasının saçaklarına kendini sardıktan sonra düğümledi. Bir eli RuoYe’yi kavramış diğer eli de Hua Cheng’i yakalamış halde Xie Lian RuoYe'nin diğer ucunu Feng Xin’e doğru fırlattı ve bağırdı, “YAKALA!”
Bağlantı olarak ipek kumaş ile üçü beceriksizce kendilerini sabit tuttular. O sırada o “uçurumdan” en fazla yalnızca yirmi metre kadar uzaktaydılar; başka bir adım için geç kalsalar düşeceklerdi. Kelimenin tam anlamıyla “atlarını uçurumun tam kenarında” durdurdular. Ancak hala durmaksızın aşağıya doğru akın eden lavlar vardı bu yüzden Xie Lian “Geri çekilin!” diye emir verdi.
RuoYe hızla küçüldü ve üçünü o saray yönüne geri çekti. Bir müddet sonra üçü sarayın çatısına atladı. Bu saray daha büyüktü dolayısıyla çatısı da oldukça genişti. Temeli taş olduğunda lavın onu yıkıp gitmesinden korkmaya gerek yoktu, burada inerek kısa bir süre rahat nefes aldılar.
Bir anlığına kendini sabit tuttuktan sonra, Feng Xin o boş “uçurumu” şaşkınlıkla izledi ve inanmayarak sordu, “Mu Qing… düştü mü?”
Xie Lian hızla atan kalbini ve derin nefeslerini yavaşlamaya zorladı, alnındaki ter damlalarını silerek, “Düşmedi!” dedi.
Sarayın çatısının en uç noktasından dışarı bakan Xie Lian, uçurumun kenarındaki kayaların üzerinde uzun bir kılıcın çivilenmiş olduğunu gördü.
Bir çift el o uzun kılıcın kabzasını sıkıca kavramıştı. O ellerin altında telaşlı, kıpkırmızı bir yüz dişlerini gıcırdatıyordu.
O anda Mu Qing, aşağı doğru akan şelale benzeri lav akıntısına paralel olarak korkunç bir pozisyonda bulunuyordu.
Ateş tanecikleri yüzünün önüne sıçrıyordu ve gerçekten ecel terleri döküyordu, eğer vücudunu koruyan ve buharın çoğunu engelleyen ruhsal ışık halesi olmasaydı şimdiye kadar tüm görünüşü yanmış ve kafası alevler içinde kalmış olurdu.
Ancak bu koruyucu ruhsal ışık halesi de uzun süre dayanmazdı ve eğer tüm vücudu bir lav havuzuna düşseydi kemikleri yine de havaya karışırdı!
Bu çok korkunç bir manzaraydı ve Feng Xin, "Ne yapmalıyız?! Majesteleri, o beyaz ipek kumaş ona ulaşabilir mi?" diye sordu.
Xie Lian zaten RuoYe’yi geri çekip üzerindeki ateşleri söndürüp bir girişimde bulunmuştu.
Mu Qing’in cübbesinde küçük ateş iplikleri çıtırdıyordu, kılıcın kabzası kavurucu sıcaklıkta olsa da aşağıya bakmak ve düşmekten korkarak kabzayı sıkıca tutuyordu.
Eğer bırakırsa onu aşağıda bekleyen cayır cayır alevler ve lavdan başka bir şey değildi.
Sayısız merhum ruhların aç feryadı da vardı, ağlamaları sanki yukarıda değerli hayatı için mücadele eden kişinin acele edip onlara katılmasını çağırıyor gibi yankılanıyor ve çınlıyordu
Mu Qing o kabzayı ölümcül bir kavramayla tutmuş, solgun alnı yoğun terlerle kaplanmıştı. Uzaktaki üçünü görünce dudakları sanki yardım ister gibi hareket etti. Ama onun kişiliği ile “yardım edin” veya “beni kurtarın” gibi sözlerin dudağından çıkması oldukça zordu.
Bunun yanında Hua Cheng boş olsa da olmasa da gidip onu kurtarmayı umursamazdı. Feng Xin’e demek de zordu. Onu kurtarmak için geride kalan, yardım edebilecek yeteneğe sahip olan ve diğer ikisini ikna edebilecek tek kişi Xie Lian’di.
Sonunda kendini gayretle yukarı çekti ve alnındaki damarlar ortaya çıkarken Xie Lian’a doğru bağırdı, “Ekselansları!”
Xie Lian sadece alanı tarıyor ve hızlı gözlemler yapıyordu, sesini duyduğunda ona baktı. Mu Qing uzun bir süre kendini tuttu, nefesini içeri çekerek kırmızı bir yüzle bağırdı, “… BANA İNANIN! Ekselansları, SANA YALAN SÖYLEMEDİĞİMİ BİLİYORSUN DEĞİL Mİ? HİÇBİRİNİZİ ASLA İNCİTMEYECEĞİMİ BİLİYORSUN, DEĞİL Mİ?”
“…”
Xie Lian’a yalvarma tarzı hayatının son anlarına tutunuyormuş gibi umut doluydu, bu aniden Xie Lian'a başka bir zamandan başka bir sahneyi hatırlattı.
O zamanlar, çok, çok, çok yıllar önce o da aynı çaresiz umutla Mu Qing'e yalvardığında akşam karanlığının çöktüğü bir zamandı–
“Yalan söylemediğimi biliyorsun, değil mi?”
O zaman Mu Qing ona nasıl cevap vermişti?
Yüzlerce yıldır bu şeyleri düşünmemişti ama Mu Qing'in bu cümlesi onları aniden mühürlenip bırakılan tozlu köşelerden dışarı sürükledi.
Zorla çıkmış ve dışarıya sızmıştı; sayısız görüntü ve sesler gözünün önünden geçti, Xie Lian ancak o zaman asla unutmadığı o detayları açıkça hatırlamıştı.
Mu Qing cevap vermemişti ve Xie Lian’ın alışılmamış sessizliğinde o da yavaş yavaş aynı sahneyi hatırlamış gibiydi, yüzünün renkleri yavaş yavaş değişiyordu. Görünüşe göre o da yardım istemek için yanlış kelimeleri kullandığını fark etti ve Xie Lian'a böyle bir zamanda istemeden hatırlatmaması gereken şeyleri hatırlattı.
Tam o sırada, Xie Lian'ın arkasında, Hua Cheng sessizce konuştu, “Gege, sen kararını vermeden önce Sana birkaç şeyi hatırlatmam gerekiyor.”
Ancak o zaman Xie Lian kendine geldi ve “Neymiş?” diye sordu.
“İlk olarak” dedi Hua Cheng, “Lav akıntısı durmadan yardıma kalkışmak hayati tehlike oluşturacak kadar tehlikeli olacak.”
Ama kim bilir ne zaman duracaktı? O kılıcın kabzası zaten kavurucu derecede sıcaktı, Mu Qing’in elleri daha fazla tutamazdı, o zamana kadar nasıl dayanabilirdi?
Xie Lian sessizdi. Hua Cheng devam etti, “İkincisi, eğer Mu Qing çoktan Jun Wu’ya teslim olduysa o zaman Jun Wu kesinlikle onu çıkartmanın bir yolunu bulur. Ama sen, sen kesinlikle tehlikeye düşeceksin. Tüm yol boyunca davranışlarını ve hareketlerini düşün.”
Feng Xin’i itti, onları cephaneliğe çekti, Feng Xin’i ittiğini itiraf etmeyi reddetti ve hatta suçlamalara yanıt vermedi, cephanelik çılgına döndükten sonra aniden ortadan kayboldu, lav akışının tesadüfi zamanlaması onları şimdi bulundukları yere getirerek akışı tersine çevirdi.
Ve şimdi o belki de bir kez daha kasıtlı olarak Xie Lian'ı kendi sonuna kadar götürüyordu.
#xie lian#jun wu#feng xin#tian guan ci fu#hualian#ling wen#hua cheng#heavenlyblessing#jian lan#heaven official's blessing#pei su#peiming#pei ming#ban yue#yushi huang#quan yizhen#yin yu#mu qing#he xuan#xuan zhen#nan yang#bai wuxiang#wuyong
15 notes
·
View notes
Text
Seri Katil - Sabrina Kauldhar
Sabrina Kauldhar Kimdir? Sabrina Kauldhar, Ekim 2024’te Ontario, Kanada’da üç kişiyi öldürmekle suçlanan bir seri katildir. Toronto’da ikamet eden Kauldhar, üç günlük bir süre içinde Toronto, Niagara Şelaleleri ve Hamilton’da gerçekleşen cinayetlerden sorumlu tutuluyor. Seri katil Kauldhar’ın kurbanlarını rastgele seçtiği düşünülüyor. Yetkililer, Kauldhar’ı seri katil olarak…
0 notes
Text
Seri Katil - Sabrina Kauldhar
Sabrina Kauldhar Kimdir? Sabrina Kauldhar, Ekim 2024’te Ontario, Kanada’da üç kişiyi öldürmekle suçlanan bir seri katildir. Toronto’da ikamet eden Kauldhar, üç günlük bir süre içinde Toronto, Niagara Şelaleleri ve Hamilton’da gerçekleşen cinayetlerden sorumlu tutuluyor. Seri katil Kauldhar’ın kurbanlarını rastgele seçtiği düşünülüyor. Yetkililer, Kauldhar’ı seri katil olarak…
0 notes
Text
Seri Katil - Sabrina Kauldhar
Sabrina Kauldhar Kimdir? Sabrina Kauldhar, Ekim 2024’te Ontario, Kanada’da üç kişiyi öldürmekle suçlanan bir seri katildir. Toronto’da ikamet eden Kauldhar, üç günlük bir süre içinde Toronto, Niagara Şelaleleri ve Hamilton’da gerçekleşen cinayetlerden sorumlu tutuluyor. Seri katil Kauldhar’ın kurbanlarını rastgele seçtiği düşünülüyor. Yetkililer, Kauldhar’ı seri katil olarak…
0 notes
Text
Seri Katil - Sabrina Kauldhar
Sabrina Kauldhar Kimdir? Sabrina Kauldhar, Ekim 2024’te Ontario, Kanada’da üç kişiyi öldürmekle suçlanan bir seri katildir. Toronto’da ikamet eden Kauldhar, üç günlük bir süre içinde Toronto, Niagara Şelaleleri ve Hamilton’da gerçekleşen cinayetlerden sorumlu tutuluyor. Seri katil Kauldhar’ın kurbanlarını rastgele seçtiği düşünülüyor. Yetkililer, Kauldhar’ı seri katil olarak…
0 notes
Text
Seri Katil - Sabrina Kauldhar
Sabrina Kauldhar Kimdir? Sabrina Kauldhar, Ekim 2024’te Ontario, Kanada’da üç kişiyi öldürmekle suçlanan bir seri katildir. Toronto’da ikamet eden Kauldhar, üç günlük bir süre içinde Toronto, Niagara Şelaleleri ve Hamilton’da gerçekleşen cinayetlerden sorumlu tutuluyor. Seri katil Kauldhar’ın kurbanlarını rastgele seçtiği düşünülüyor. Yetkililer, Kauldhar’ı seri katil olarak…
1 note
·
View note
Text
Seri Katil - Sabrina Kauldhar
Sabrina Kauldhar Kimdir? Sabrina Kauldhar, Ekim 2024’te Ontario, Kanada’da üç kişiyi öldürmekle suçlanan bir seri katildir. Toronto’da ikamet eden Kauldhar, üç günlük bir süre içinde Toronto, Niagara Şelaleleri ve Hamilton’da gerçekleşen cinayetlerden sorumlu tutuluyor. Seri katil Kauldhar’ın kurbanlarını rastgele seçtiği düşünülüyor. Yetkililer, Kauldhar’ı seri katil olarak…
0 notes
Text
Zimbabve: Zengin Bir Tarih ve Karmaşık Bir Günümüz
Zimbabve, Afrika kıtasının güneyinde yer alan, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle dikkat çeken bir ülkedir. Viktorian Şelaleleri gibi doğal harikaların yanı sıra, Büyük Zimbabwe gibi antik şehir kalıntıları da ülkenin turistik cazibesini artırmaktadır. Ancak, Zimbabve aynı zamanda siyasi ve ekonomik zorluklarla da mücadele eden bir ülkedir. Tarihi ve Kültürel Miras Büyük Zimbabwe: Bu antik…
0 notes