#Şelaleleri
Explore tagged Tumblr posts
sagocukaan34 · 5 months ago
Text
Cennet Ülkemizin En Güzel Şelaleleri : Türkiye'deki En Güzel Şelaleler
Şelaleler doğanın bize armağan ettiği en güzel doğal güzelliklerden biridir. Akdeniz’in sıcak kıyılarından Karadeniz’in yağışlı iklimine, Ege’nin derin denizlerinden Anadolu’nun farklı ve gizemli dağlarına kadar ülkemizin en güzel şelalelerini beraber keşfedelim. Bu yazımızda her birinin kendine has bir atmosferi ve doğal güzelliği olan ülkemizin şelaleleri, çeşitli bölgelerde bulunan ormanlar…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
amezhu · 5 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
234. BÖLÜM - Yüz Metre Yüksekliğinde Uçurumlar; Lav Şelaleleri Üzerinde Bin Dönüş - 2
Xie Lian'ın sessiz kaldığı süre biraz uzun olmuştu. O uzun kılıcın kabzası kıpkırmızıydı ve yanıyordu, Mu Qing bir elini tutmak için kullanırken diğerini indiriyor, bu şekilde tutunarak yüksek sesle bağırıyordu. Çok uzun süre kendini bu şekilde desteklemeye cesaret edemedi ve hemen tekrardan tutundu. Ancak her iki avcunun içinden de beyaz buhar iplikler gibi yükseliyordu, öyle ki aralarında uzun bir mesafe olmasına rağmen diğer taraftakiler bile yanık et kokusunu alabilirlerdi.
Hua Cheng rastgele bir gümüş kelebeği salıverdi. Gümüş kelebek kanatlarını çırptı ve birkaç yüz metre uçtu ama Mu Qing'e giden yolun üçte birine bile ulaşmadan önce gümüş bir dumana dönüşerek havada yok oldu.
Xie Lian, Hua Cheng’in hayalet kelebeklerin yardım edemeyeceğini gösterdiğini biliyordu. Yolun sonuydu, ölmeye değmez.
Mu‌ Qing‌ de ifadesi yavaş yavaş umutsuzluğa dönüşürken o gümüş kelebeğin yok olma sürecine tanık oldu.
Anladı. Şu an, bir; ona yardım edebilecek kimse yoktu, iki; kimse ona inanmadı, onun Xie Lian’ın duygularını tetiklemesi nedeniyle gelip onu kurtarmaya çalışırken hayatını riske atması için sebep yoktu.
Ancak umutsuzluğa kapılsa da yine de boyun eğmeyi reddetti ve vazgeçmeye istekli değildi. Mu Qing dişlerini gıcırdattı ve bağırdı, “BANA İNANMASANIZ DA SORUN DEĞİL, AMA O KADAR DÜŞMEYECEĞİM!”
Daha sonra kabzayı daha sıkı kavradı, kabzanın üzerinde durmak için havada dönmeye çalışıyor gibi görünüyordu. Ancak beklenmedik şekilde tıpkı vücudu birkaç santim kadar kaldırıldığı gibi, o da şiddetli bir şekilde battı!
Mu Qing aşağıya baktı, gözlerine eriyerek kan kırmızısına dönen sayısız kederli ruhlar yansıdı, yüzleri ve uzuvları onu düşürmek için kendilerini onun ayağına bastırırken döndü ve yamuldular.
Bu kederli ruhlar aslında lavda eridi ama birden dışarı çıkmış birbirleri ardına onun alt bedeninden asılıyorlardı, ateşe yağ eklemek gibi kavurucu ve kaynayan bir sıcaklık vardı, Mu Qing deliriyordu, “KAYBOLUN!”
Geçmişte yüzyıllar boyunca sanki hiç ölümün eşiğiyle karşılaşmamıştı ama bunların hepsi onun ağır yaralandığı durumlardı. Lava gömülerek ölmek yaralar yüzünden ölmekten bin kat daha korkunçtu, kendisini arkada bir iz bırakmadan hayalet kelebek gibi bir tutam dumana dönüştüğünü hayal edince buna daha fazla katlanamadı.
Sonunda Mu Qing'in elleri sınırına ulaştı, on parmağı hafifçe gevşedi, artık kavrayamayacak durumdaydı.
Kılıcın altındaki boşluk boşaldı –düştü!
Bir figürün silueti aşağıya, yanan ateşlere ve aşağıdaki lav havuzuna doğru dalıyordu, “AAAAAAHHHHHHHH!”
Ancak çığlıkları hararetli ve acı verici olsa da vücudu belli bir mesafeye düştükten sonra düşüş şiddetli bir durma noktasına geldi ve o havada asılı kaldı!
Mu Qing henüz kendisine gelmemişti, aklı bulanıktı, ama içgüdüsel tepkisi hâlâ sağlam olduğundan vücudunu hızla hissetti. Görünüşe göre beline sarılan beyaz ipek bir kumaştı.
Doğal olarak o RuoYe’ydi. Xie ‌Lian'ın durduğu saray Mu Qing’in düştüğü uçurumun yakınında değildi ve eğer RuoYe daha erken ulaşamasaydı bir süreliğine düştükten sonra onu nasıl yakalayabilirdi?
Mu Qing yukarıya baktı ve şok içinde Xie Lian’in sarayın çatısının tepesinde olmadığını fark etti –yanı başındaydı.
Daha önce, Mu Qing uzun kılıcı kayalara çivilemiş ve bir süre dayanabilmek için o kılıcın kabzasına tutunmuştu. Tam şu anda ise Xie Lian o kabzanın üzerine yarı çömelmişti!
Xie Lian aşağıya bakarken RuoYe’yi hızla geri çekiyordu ve sadece Mu Qing'in iyi olduğunu gördüğünde rahat bir nefes verdi, “Tanrıya şükür, tanrıya şükür, zamanında gelebildim.”
Mu Qing fısıldadı, “… E... ekselansları?”
O an o kadar uyarıcıydı ki hala zihni bulanık, aklı karışıktı. Bu kadar uzak bir mesafede, geliş yolunda yuvarlanan lavlarla birlikte, başka herhangi bir iniş noktası olmadan Xie ‌Lian‌ en fazla sadece yarı yola kadar atlayabilirdi, peki nasıl gelebildi?
Uzaktan Feng Xin’in sesi duyuldu, “Ekselansları, İKİNİZ DE İYİ MİSİNİZ?”
Mu Qing sese baktı, sarayın çatısında duranlar şu anda sadece Hua Cheng ve Feng Xin idi. Hua Cheng ellerini çaprazlamış, Xie Lian’ın güvenliğini sağlamak dışında hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünüyordu. O sarayın iki noktasının ortasında ve düştüğü uçurumun kenarında durmaksızın akan kızıl sıcak lavın ortasında soğuk bir şekilde sıkışmış ve ayakta duran siyah mürekkep renkli bir kılıç vardı.
Fang Xin!
Demek öyleydi! Mu Qing sonunda Xie Lian'ın nasıl geldiğini anladı.
Xie Lian’in zıplama yeteneği sayesinde sahiden azami yarı yola kadar zıplayabilirdi, asla düştüğü sarayın çatısından tüm yolu güvenli bir şekilde atlayamazdı. Böylece Xie Lian ilk olarak Fang Xin'i dışarı fırlatmış ve onu bir iniş noktası yaratmak için lav akıntısına aşılamıştı ardından Fang Xin'i başka bir başlangıç noktası olarak kullanarak kılıcının üzerine sıçradı ve son anda RuoYe’yi salarak zar zor onu yakaladı.
“Daha önce bir yol düşünmeye çalışıyordum, burada gerçekten kullanılabilecek hiçbir şey yoktu bu yüzden biraz zaman aldı.” Dedi Xie Lian, “Ayrıca çok fazla panik yapıyordun, kendinden geçme aksi halde daha hızlı düşersin.”
Mu Qing Xie Lian’in sessizliğinin onu kurtarsa mı kurtarmasa mı tereddüt ettiğinden olduğunu sanmıştı ama görünüşe göre Xie Lian bunun yerine onu nasıl kurtaracağını düşünmeye çalışıyordu. Tanrıya şükürler olsun ki Xie Lian, daha önce de böylesine zor bir durumdayken, bu kadar net bir kafayla hâlâ düşünebiliyordu. ‌
Alnındaki ter damlacıkları daha da kalınlaşmıştı.
Yukarı baktığı an, Xie Lian gülümseyerek ona elini uzatmıştı, “Her halükarda, her ne kadar biraz geç olsa da, ama, yardım çok geç gelmedi, değil mi?”
“…”
Belki de bunun nedeni daha önce kabzayı çok uzun süre kavramasıydı ama Mu Qing aniden kollarının kıyaslanamayacak kadar ağır olduğunu ve kaldıramadığını hissetti. ‌Xie‌ ‌Lian‌ elini aşağı doğru uzattı, “Gel.”
Mu Qing nihayet elini tuttu.
Kolunun tamamı hafifçe titriyordu ama Xie Lian güçlü bir şekilde onu tuttu ve yukarı çekti. ikisi Mu Qing'in uzun kılıcının kabzasında birlikte durdu. Xie Lian arkasını döndü ve çatıya doğru el salladı, “SAN LANG! BAŞARDIM!”
“Çok iyi, Gege.” Hua Cheng cevapladı, “Şimdi geri gelin, hemen şimdi!”
Xie Lian cevapladı, “Pekala, hemen geliyorum!” ardından Mu Qing’e döndü, “Hala zıplayabilir misin? Yapamazsan seni sırtıma alayım?”
Mu Qing’in dudakları hareket etti, “Ben…”
Xie‌ Lian onun mizacını gözlemledi ve kararlı bir şekilde şunları söyledi, “Seni alayım.” Ardından sırtını tuttu. Geçmişte olsaydı muhtemelen Mu Qing gözlerini devirir ve başkalarına karşı saygısız davrandığından tutuşunu protesto ederdi ama şimdi Mu Qing tek kelime etmedi.
Xie Lian tam da yukarıya sıçramak üzereyken beklenmedik bir anda ikisi de aniden aynı anda ayaklarının yere bastığını hissetti.
Sanki olaylar yeterince talihsiz değilmiş gibi kayalara çivilenmiş uzun kılıç bu sefer gevşeyip kopmak zorundaydı!
Hua Cheng'in yüzünün renkleri anında değişti, “GEGE!”
Bu sefer kızıl kırmızısı lava doğru beraber düşüverenler iki figürdü. Böyle ateşin kıçını yaktığı anlarda, Xie Lian hala hızlı bir şekilde düşünebiliyordu ve bağırdı, “SORUN YOK!” Daha sonra havada bulunan uzun bir kılıcı yakalayarak birkaç kez döndü ve kabzasını iki eliyle kavrayarak kılıcı bir kez daha kayalara çiviledi! ‌
DIRANK! Birkaç parlak ve göz kamaştırıcı kıvılcım topları. Xie Lian'ın koruyucu ruhsal ışığının yüzeyinde bu ateş parçacıkları parçalanmış altın taneleri gibiydi ama bu koruyucu ruhsal ışığı gitmiş olsaydı küçük bir zerresi bir insanda büyük bir delik açarak yanabilirdi!
RuoYe, Mu Qing'i yukarı kaldırdı ve Xie Lian ona ciddiyetle şöyle dedi, “Bu kılıç iki yetişkin erkeğin ağırlığını uzun süre kaldıramayacak. Böyle devam edemeyiz. İkimiz arasında yalnızca bir kişi burada kalabilir.”
Mu Qing yavaş yavaş kendine geldi, “Diyorsun ki…”
“Sen gidebilirsin.” Dedi Xie Lian.
“…???”
Mu Qing'in gözbebekleri yavaş yavaş küçüldü ama daha o konuşamadan Xie Lian onu yakaladı ve bağırarak onu zorla yukarıya fırlattı, “HAZIR OLUN!”
Mu Qing uçurumun üzerinden atıldı ve Fang Xin'in bulunduğu yere doğru uçtuğunu fark etti. Havada takla atarak kendini sabitledi ve Fang Xin'in kabzasının üzerine indi.
Buraya indikten sonra neden Xie Lian’ın ilk önce onu fırlatmak zorunda olduğunu anladı.
Öyleydi çünkü bu mesafeyle belki Xie Lian, onlarca metre aşağıya göç etmiş olan kabzadan atlayabilirdi ama o bunu yapamazdı.
Bu mesafe onun için çok fazlaydı. O ancak Xie Lian'ın fırlatma kuvvetini ödünç alarak bunu başarabilirdi!
Feng Xin soğuk terlerini sildi, “Tanrıya şükür ekselansları hızlı tepki veriyor.”
Ancak Hua Cheng çok ciddi görünüyordu ve aşağıya seslendi, “Gege! Eğer yakında geri gelmezsen, Aşağı gelip seni almam gerekecek!”
Sesi uyarı tonunu taşıyordu ve ‌Xie‌ ‌Lian‌ hızla cevap verdi, “Şimdi geliyorum! İşler yolunda, halledilemeyecek kadar zor değil, kendim zıplayabilirim aşağıya gelme.”
Ancak o zaman Hua Cheng'in tavrı biraz rahatladı ama o hâlâ gözlerini kırpmadan izliyordu. Feng Xin ona baktı konuşmaktan kendini alamadı, “… Biraz şaşırdım.”
Hua Cheng başını çevirmedi ve hiçbir merak belirtisi olmadan şöyle dedi, “Ne?”
Feng Xin kafasını kaşıdı, “Mu Qing'e karşı bu kadar önyargılı olduğunuz için onun kurtarılmaya değer olmadığını düşündüğünüzü ve ekselanslarının onu kurtarmasına karşı olup gitmesini engelleyeceğinizi düşündüm.”
Ancak o zaman Hua Cheng ona bir bakış attı, “Yarısı doğru yarısı yanlış.”
“Ha?”
Hua Cheng, “İlk kısım yanlış değildi, onun kurtarılmaya değer olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Onun nasıl olduğu beni ilgilendirmez” dedi.
Onun kayıtsız ifadesini görünce, ‌Feng‌ ‌Xin’in alnından‌ ‌ter düştü, “Biraz fazla açık sözlü değil misiniz?!”
Ve bu adamın ona karşı nasıl da kesinlikle aynı tutumu sergilediğini düşündüğünde daha fazla ter döktü.
Hua Cheng pfft’ladı ve homurdandı, biraz duraklamadan sonra ekledi, “Yalnızca ekselansları ne karar vereceğine karar verebilir. Onun kararlarına asla karşı çıkmayacağım.”
“…”
Feng Xin daha önce hiç kimsenin böyle bir şey söylediğini duymamıştı. Ne erkeklerden kadınlara ve ne de kesinlikle bir adamdan diğer adama, o sadece eğer Xie Lian bunu duyarsa bu başka bir büyük olay olacağını düşünebilirdi. Nasıl bir yüz ifadesi yapacağını bilmeden Feng Xin yalnızca cevaplayabildi, “…Ah. Anlıyorum.”
Hua Cheng lava dikkatle bakan, düşünen ve planlar yapan Xie Lian’a bakarak kafasını çevirdi ve gülümsedi, “Ayrıca, zaten bunu yapacağını biliyordum.”
Diğer taraftan Xie Lian seslendi, “Mu Qing, acele et ve koşmayı kesmeden çatıya git. Eğer cidden bir şey varsa sonrasında konuşabiliriz.”
Ancak o zaman Mu Qing hala Fang Xin’in üzerinde olduğunu ve Xie Lian’in bir sonraki adımı için gidecek yeri olmadığını fark etti. Kendini sakince düşünmeye zorlayan Mu Qing, çatıya dönmek üzereydi ki beklenmedik şekilde tam yukarı sıçrarken Xie Lian aniden bağırdı, “KİM VAR ORADA!”
Xie Lian sessizce enerji depolayarak kılıcın üzerinde duruyordu ki aniden arkasındaki lav şelaleleri ayrıldı ve şelalelerden bir çift el uzanarak birdenbire onu yakaladı.
Bu yaratık kesinlikle lavların içinden gelmişti ama buna rağmen elleri korkutucu derecede soğuktu. Xie Lian ürpermişti ve Hua Cheng yukarıdan haykırdı, “Ekselansları??”
Bu eller Xie Lian’i sımsıkı kucakladı ve onu da beraberlerinde alarak kılıçtan düştüler. Xie Lian tamamen sersemlemişti ve yukarıdakiler onu arkadan yakalayan şeyin ne olduğunu açıkça gördüler.
O adam beyaz cübbeler giymişti, sanki zevk alıyor gibi yarısı gülen, sanki yas tutuyormuş gibi yarısı ağlayan maske takıyordu.
Yüzü olmayan beyaz!
RuoYe tehlikeyi sezdi ve kendi başına birdenbire dışarı çıkarak kendini yukarı doğru fırlattı ve Mu Qing'in önüne attı. Mu Qing bilinçsizce yakaladı ama beyaz ipek kumaşın diğer ucundan gelen güç çok büyüktü ve onu zapt etmeyi başaramadığı gibi aynı zamanda onu da aşağı çekti.
Xie‌ Lian‌ ateşli kıvılcımların ortasında hızla‌ aşağıya düşüyordu ve yaratığın kahkahaları kulaklarına doluyordu, “Hahahahahha… toy! Çok toysun XianLe! Mükemmel, mutlu bir sona ulaşmanın bu kadar kolay olduğunu mu düşündün?”
Aşağıda kavurucu buhar dalgaları olsa da zihin ürpertici bir soğukla doluydu. Çatışan buz ve ateşin içinde Xie ‌Lian‌ yukarıya baktı ve yukarıda, ateş ve ışıkla sarılmış havada, hızla yaklaşan kırmızı bir siluet vardı.
Hua Cheng de atlamıştı!
Ama aşağısı lav havuzuydu!
18 notes · View notes
noksanmiyim · 4 months ago
Text
ölmek istiyorum. şimdi her zamankinden daha çok ölmek istiyorum. artık dönüş yok. yapabileceğim bir şey yok. hiçbir şey yardımcı olamaz. utançlarımın üstüne daha fazla utanç ekleyebilirim sadece. bisiklete binme ve orman şelaleleri hayalleri bana göre değil. bana düşen, her zamankinden daha şiddetli ıstırap çekmek için pis, aşağılık suçu diğerinin üstüne koymak. ölmek istiyorum. ölmek zorundayım. hayatın kendisi tüm suçların kaynağı.
3 notes · View notes
savasbitti · 2 years ago
Text
"ölmek istiyorum. şimdi her zamankinden daha çok ölmek istiyorum. artık dönüş yok. yapabileceğim bir şey yok. hiçbir şey yardımcı olamaz. utançlarımın üstüne daha fazla utanç ekleyebilirim sadece. bisiklete binme ve orman şelaleleri hayalleri bana göre değil. bana düşen, her zamankinden daha şiddetli ıstırap çekmek için bir pis, aşağılık suçu diğerinin üstüne koymak. ölmek istiyorum. ölmek zorundayım. hayatın kendisi tüm suçların kaynağı." insanlığımı yitirirken, osamu dazai
11 notes · View notes
try2killmebaby · 2 years ago
Text
Elime kalemi aldım ve bir dünya hayal ettim. Bu bizim dünyamız. Ve biz ne istersek o olur. Tek boynuzlu atlarla dolu bir dünya olsun. Aynı çocukken hayal ettiğim gibi. Her elli metre başı bedava pamuk şeker makinaları , sonsuz çikolata şelaleleri olsun. Bu dünyada kilo almayalım. Tartıya bir sayı girelim ve ne girdiysek o kiloya düşelim hemen. Güzellik algıları da olmasın. Sana sadece ben güzel olayım, sadece beni sev. Bizim dünyamızda herkes mutlu. Sonsuz giyinme dolabım var çünkü alışveriş yapmaya bayılırım. Kocaman bahçesi olan ve bir sürü kedi beslediğimiz bir sarayda yaşıyoruz. Koca salondaki koca koltukta uzanıp saatlerce birbirimize sarılıp dev bir kovadan patlamış mısır yiyoruz. Sarayımızın arkasına istediğimiz zaman gitmek için lunapark yaptırmışız. Ayrıca denize on dakika yürüme mesafesi. Çünkü burası bizim dünyamız ve ne istersek o olur. Dönme dolabın tepesinde uzaya kadar çıkıyoruz ve koskoca gezegenimizin pasparlak ışıklarını izliyoruz. Bizim asla sönmeyecek ışıklarımız.. Gezegenimiz çocuklarla dolu çünkü çocukları çok seviyorum. Okul yok ve onlar sadece parkta oynayıp gülüşüyorlar. Uzaya giden tek gürültümüz gülüşme sesleri. Kimse kimseyi yargılamıyor çünkü. Evet. Burası bizim dünyamız. Seni seviyorum çünkü bu gezegende sevmek de sevilmek de sonsuza kadar serbest
3 notes · View notes
pazaryerigundem · 5 days ago
Text
İşte Google Haritalar'da en çok incelenen lokasyonlar...
https://pazaryerigundem.com/haber/206241/iste-google-haritalarda-en-cok-incelenen-lokasyonlar/ -
İşte Google Haritalar'da en çok incelenen lokasyonlar...
Tumblr media
Google Haritalar, 20. yılını kutlarken, dünya çapında en çok incelenen lokasyonları içeren özel listeler hazırladı. En çok ziyaret incelenen ziyaret edilecek müzeler, parklar ve yerler de listelendi.
İSTANBUL (İGFA) – Google Haritalar, 20 yıldır sadece bir harita olarak kullanılmıyor, aynı zamanda dünyayı keşfetme şeklimizi değiştiren de bir platform haline geldi.
Bugün, her ay 2 milyardan fazla kişi Google Haritalar’ı yol tarifi almak, yeni mekanlar keşfetmek, güncel bilgiler edinmek ve deneyimlerini paylaşmak için kullanıyor. Her yıl 500 milyondan fazla kişi Google Haritalar’a yorum, fotoğraf ve puanlama gibi katkılar sağlıyor.
Google Haritalar’ın 20. yılına özel hazırlanan “En çok incelenen 20 lokasyon” listeleri, dünyanın dört bir yanındaki kullanıcıların en çok incelediği yerleri bir araya getirerek, şehirlerin simge noktalarından doğal güzelliklere, tarihi mirastan popüler müzelere kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan özel bir keşif rehberi sunuyor.
Google’ın her yıl büyük ilgi gören “Yılın Arama Trendleri” listesi gibi, bu liste de insanların en çok merak ettiği ve keşfetmek için incelediği yerleri öne çıkarıyor. Türkiye listelerinde de 15 şehirden toplam 60 farklı lokasyon en çok incelenenler arasına girerken; İstanbul, İzmir, Ankara ve Antalya gibi şehirler, tarihi, kültürel ve doğal alanlarıyla listede en fazla yer bulan şehirler oldu.
Tumblr media
GOOGLE HARİTALAR: 20 YILIN ÇARPICI VERİLERİ
Google Haritalar, 20 yıldır yalnızca keşfetmeyi kolaylaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda her gün milyonlarca insanın seyahat planlamasına yardımcı oluyor.
2024 yılında Google Haritalar’da Türkiye’nin en çok incelenen mekanları, tarih, doğa, kültür ve şehir hayatının iç içe geçtiği noktalar oldu.
En çok incelenen 20 lokasyon, “Ziyaret Edilecek Yerler”, “Parklar” ve “Müzeler” olmak üzere üç ana kategoride derlendi. Bu liste, Türkiye’de hem turistlerin hem de yerli keşif meraklılarının Google Haritalar’ı nasıl kullandığını gösteren önemli bir rehber niteliğinde.
“Gezilecek Yerler” kategorisinde listenin başında, Galata Kulesi, Anıtkabir, Yerebatan Sarnıcı, Pamukkale Travertenleri, Side Antik Kenti ve Efes Antik Kenti gibi simge yapılar yer aldı.
“Parklar” kategorisinde ise doğaseverlerin en çok merak ettiği noktalar arasında Gülhane Parkı, Emirgan Korusu, Güvenpark ve Saklıkent Milli Parkı öne çıktı.
Tarihi ve kültürel mirası keşfetmek isteyenlerin ilgisini çeken “Müzeler” kategorisinde ise Topkapı Sarayı, Mevlana Müzesi, Miniatürk, Göbeklitepe, Rahmi Koç Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri en çok incelenenler arasında yer aldı.
EN ÇOK İNCELENEN ZİYARET EDİLECEK YERLER
Galata Kulesi, İstanbul
Anıtkabir, Ankara
Yerebatan Sarnıcı, İstanbul
Pamukkale Travertenleri, Denizli
Taksim Meydanı, İstanbul
Manavgat Şelalesi, Antalya
Side Antik Kenti, Antalya
Apollon Tapınağı, Antalya
Koza Han, Bursa
Düden Şelaleleri, Antalya
Pierre Loti Tepesi, İstanbul
Efes Antik Kenti, İzmir
Çanakkale Şehitler Anıtı, Çanakkale
Kemeraltı Çarşısı, İzmir
İzmir Tarihi Asansör, İzmir
İnkaya Tarihi Çınar Ağacı, Bursa
Beyazıt Meydanı, İstanbul
Eski Foça Sahili, İzmir
Damlataş Mağarası, Antalya
Tophane Saat Kulesi, Bursa
EN ÇOK İNCELENEN PARKLAR
Gülhane Parkı, İstanbul
İBB Emirgan Korusu, İstanbul
Güvenpark, Ankara
Saklıkent Milli Parkı, Antalya
Yıldız Parkı, İstanbul
Trabzon Meydan Parkı, Trabzon
Aşağı Düden Şelalesi, Antalya
Gençlik Parkı, Ankara
İzmir Kordon Alsancak, İzmir
Konya Tropikal Kelebek Bahçesi, Konya
Uludağ Milli Parkı, Bursa
Kuğulu Park, Ankara
Bahçeşehir Göleti, İstanbul
Caddebostan Sahili, İstanbul
Kültürpark, İzmir
Karaalioğlu Parkı, Antalya
Kültür Parkı, Bursa
Maltepe Sahil Parkları, İstanbul
Kyoto Japon Parkı, Konya
Beylikdüzü Yaşam Vadisi, İstanbul
EN ÇOK İNCELENEN MÜZELER
Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul
Mevlana Müzesi, Konya
Miniatürk, İstanbul
Rahmi M. Koç Müzesi, İstanbul
Göbeklitepe, Şanlıurfa
Zeugma Mozaik Müzesi, Gaziantep
Göreme Açık Hava Müzesi, Nevşehir
İstanbul Arkeoloji Müzeleri, İstanbul
Efes Arkeoloji Müzesi, İzmir
Beylerbeyi Sarayı, İstanbul
Harbiye Şelalesi, Hatay
Kaymaklı Yeraltı Şehri, Nevşehir
Ulucanlar Cezaevi Müzesi, Ankara
Atatürk Köşkü, Trabzon
Panorama 1453 Tarih Müzesi, İstanbul
Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Ankara
Antalya Arkeoloji Müzesi, Antalya
Altınköy Açık Hava Müzesi, Ankara
Hierapolis (Pamukkale) Örenyeri, Denizli
Bandırma Vapuru, Samsun
LİSTELER NASIL OLUŞTURULUYOR?
Google Haritalar’ın 20. yılına özel hazırlanan “En çok incelenen 20 lokasyon” listesi, dünya çapında en çok hangi lokasyonların merak edildiğini ortaya çıkartıyor.
Liste oluşturulurken Google Haritalar’da en fazla yoruma sahip (4.0 yıldız ve üzeri) olan mekanlar dikkate alındı. Bunun sonucunda da ortaya çıkan listeler, hem dünya çapında hem de ülkesel bazda 2024 yılında en çok incelenen lokasyonları özetler nitelikte oluyor.
Tumblr media
0 notes
sehrikesfet · 1 month ago
Text
0 notes
rayhaber · 1 month ago
Text
Dünya'nın Yakınında Bulunan Şaşırtıcı Küçük Bir Asteroit Keşfi
2022 WJ1 Asteroidinin Keşfi ve Özellikleri 2022 yılı, gökbilim camiasında önemli bir gelişmeye ev sahipliği yaptı. Niagara Şelaleleri üzerinde patlayan bir meteor, şimdiye dek ölçülen en küçük asteroit olarak kayıtlara geçti. Bu olay, gökyüzündeki hareketli yaşamın bir başka ilginç örneği oldu. Gökbilimcilerin, bu küçük uzay kayasını sadece birkaç saat önce tespit etmeleri, bilim dünyasında büyük…
0 notes
teknokusak · 2 months ago
Text
Dünyanın En Büyük Şelalesi: Danimarka Boğazı Şelalesi
Dünyada şelaleleri düşünürken çoğumuzun aklına Angel Falls veya Niagara Şelalesi gibi simgesel yapılar gelir. Bu muazzam doğa harikaları, dram dolu yükseklikleri ve etkileyici akışlarıyla her yıl milyonlarca turisti kendine çeker. Ancak bu tanınmış şelalelerin yanında, gözlerden uzak bir başka devasa doğa olayı var ki, o da Danimarka Boğazı Şelalesi olarak adlandırılıyor. Bu şelale, yalnızca…
0 notes
amezhu · 5 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
233. BÖLÜM - Yüz Metre Yüksekliğinde Uçurumlar; Lav Şelaleleri Üzerinde Bin Dönüş -
Xie Lian gözlerini kırptı, “Bir şey yapmayı planlamıyordum?”
“O zaman neden kılıcını çektin?” Hua Cheng ısrar etti.
“Kendimi… savunmak için.” Xie Lian cevapladı.
Hua Cheng'in ifadesi korkutucu derecede karanlıktı ve daha da sertleşti, “Kendini nasıl savunmayı planladın? Kılıcını indir!”
Hua Cheng ilk kez Xie Lian'la bu tür bir ifade ve tonla konuşuyordu ve Xie Lian tamamen şaşırmıştı. Feng Xin telaşlanmıştı, "Sen kimsin ki ona kılıcını indirtiyorsun? Bırak önce o gitsin!"
Bir savaş baltası uçarak geldi ve Xie Lian hızlı bir tepki vererek kılıcını kaldırdı ve onu keserek uçurdu.
Ancak o zaman Hua Cheng'in tavrı ve ses tonu biraz rahatladı ama yine de gitmesine izin vermedi.
"Kendini savunmana gerek yok, sadece arkamda dur. Kılıcını yere bırak."
Feng Xin yere düşen yayına ayağıyla vurdu ve onu yerden alıp iki eliyle kavradı, kılıç olarak kullanmak üzere kaldırdı, bir meteor çekicini savuşturdu ve bu sırada daha da şüphelenmeye başladı, "Ona bu şekilde tutunarak ne yapıyorsun? Ekselansları, Çiçeğe Uzanan Kızıl Yağmur’un sözlü şifresini sizden başka bilen var mı?"
Bu hatırlatma sayesinde Xie Lian aniden Hua Cheng'in ruhani iletişim sözlü şifresini bilenlerin sadece ikisi olmadığını hatırladı. Bunu daha önce duymuş olan üçüncü bir kişi daha vardı.
Jun Wu!
Xian Le Sarayı'nda, Xie Lian'ın Hua Cheng ile kendi huzurunda bağlantı kurmasını sağladığında, bunu çok net bir şekilde duymuştu!
Ancak Xie Lian karşısındakinin kesinlikle Hua Cheng olduğunu hissetti, sadece... aniden çok tatsız bir şey hatırlamış gibiydi, bu yüzden bu şekilde davrandı.
Xie Lian bir süre düşündükten sonra, "Pekâlâ," dedi ve Fang Xin'i bir kenara bıraktı.
Bir sonraki an, gümüş ışık parladı ve pala kınından çıkarıldı!
E-Ming dışarı çıktığı anda tüm cephanelik anında gümüş bir ışıkla kaplandı, kıvılcımlar durmaksızın uçuştu ve metallerin çatırdama sesi kulaklarda durmaksızın yankılandı. Xie Lian ve Feng Xin bu kaotik, tüyler ürpertici ölüm aurası tarafından merkeze hapsedilmiş halde kıpırdamadan durdular. On darbeden sonra Hua Cheng arkasını döndü ve palasını yeniden kınına soktu. Xie Lian'ın bakışları onun üzerinden yere kaydı.
Daha önceki yüzlerce silahın hepsi E-Ming tarafından toz tanesine dönüştürülmüştü.
Xie Lian yere çömeldi ve büyük bir acıma duygusuyla kılıcın iki parçasını eline aldı.
"Bunların hepsi çok iyi, nadir kılıçlardı.
Peşinden Feng Xin konuştu, “Ekselansları, kapı. Fazladan bir kapı belirdi!”
Xie Lian parçalanmış parçaları bıraktı ve ayağa kalktı, “Anlıyorum. Sadece silahların icabına bakıldığında çıkabiliyoruz.”‌
Aslında kapıların açılması için kan dökülmesi gerekiyordu ama Hua Cheng doğrudan onları açılmaya zorladı. Xie Lian bunu düşünürken Hua Cheng onun elini tuttu ve kapıdan dışarıya zorla çıkartmaya başladı. Öldürme niyetiyle nasıl kaynadığını görünce, Feng Xin sorguladı, “İkiniz de bundan sonra ne yapmayı planlıyorsunuz?”
“Besbelli Guoshi ve Mu Qing’i bulmaya.” Diye cevapladı Xie Lian.
Hua‌‌ Cheng‌ sakin bir şekilde şunları söyledi, “Eğer Mu Qing gerçekten kendini Jun Wu'ya teslim ettiyse ilk olarak onun boktan hayatını alacağım.”
“…”
Üçü cephanelikten çıktılar ve bir süre yürüdüler. Xie Lian bir süre tereddüt etse de yine de sordu, “San Lang, Daha önce kendimi bıçaklayacağımı mı düşündün?”
Hua Cheng yanıt vermedi ama ifadesi hala aşırı derecede buz gibiydi. Xie Lian ekledi, “Yapmazdım.”
Hua Cheng ona bir bakış attı, “Cidden mi?”
Xie Lian bu bakıştan sonra kendini gerçekten suçlu hissetti.
Dürüst olmak gerekirse, eğer bu geçmişte olsaydı, durum gerçekten vahim olsaydı belki de gerçekten bu şekilde çözerdi, ama şimdi, bir daha asla öyle yapmazdı.
Xie Lian cevap verdi, "Evet! Sana söz verdim. Ayrıca, o kadar çok kılıç, mızrak ve balta vardı ki, hepsi beni bıçaklasaydı, pestilim çıkmaz mıydı? Hahahaha..." Gülmeye başladı ama sonra daha fazla gülemedi çünkü 'bıçaklama' kelimesini söylediğinde Hua Cheng aniden dönüp ona baktı. Bu bakışı tarif etmek zordu ama Xie Lian'ın söyleyecek tüm sözlerini bastırdı.
Sonra, Hua Cheng aniden uzandı ve onu sertçe kollarının arasına aldı, sarıldı.
Feng Xin arkadan geliyordu ve sarsılmıştı, "Lanet olsun? Ben hala buradayım???"
Xie Lian gözlerini kırpıştırdı ve Hua Cheng'in sırtını sıvazladı, "Ne oldu?"
Hua Cheng fısıldadı, "Majesteleri, lütfen artık böyle gülmeyin."
Xie Lian'a sıkıca sarıldı, "Hiç komik değil, gerçekten... hiç komik değil."
“…”
Xie Lian, daha önce ceset zehriyle kaplı kafatası kemiklerini nasıl aldığını ve Hua Cheng'in o zamanki yüzünün ne kadar nahoş olduğunu hatırlayınca özür dilemeye hazır hissetti. "Özür dilerim, bir daha seninle bu konuda şaka yapmayacağım. Sadece endişelenmeni istemedim ama ters etki yapacağını da düşünmemiştim."
Feng Xin bu ruh hali karşısında irkilmiş gibi baktı ve bir süre şaşkınlık içinde kaldı, "Ben de... katılıyorum? Madem bu konuda bu kadar ciddi..."
Hua Cheng sonunda Xie Lian'ın gitmesine izin verdi ve sessizce, "Gidelim," dedi.
Guoshi'nin yol göstericiliği olmadan, sarayın derinliklerine doğru ilerlemek dışında üçünün başka bir seçeneği yoktu.
Ancak dışarı çıkalı çok olmamıştı ki Xie Lian havada olağandışı bir şey hissetti.
"Sizce de... hava daha sıcak değil mi?" diye konuştu Xie Lian.
Grup yeraltı sarayına ilk girdiğinde rahatsız edici ve ürperticiydi. Ancak bir süre yürüdükten sonra etraftaki hava kabarmış, çok daha nemli ve sıcak hale gelmiş gibiydi. Feng Xin de aynı şeyi hissetmiş gibi görünüyordu ve başını çevirdiğinde, eliyle işaret etmeden önce biraz şaşırdı, "Ekselansları, arkaya bakın! Işık var gibi görünüyor."‌ ‌ ‌
Tam da söylediği gibi, arkalarında yavaşça yaklaşan bir ışık vardı.
Zifiri karanlık yeraltında bilinmeyen bir ışık kaynağının belirmesi oldukça tuhaf bir durumdu. Biri mi gelmişti?
Işığın gerçek görünümünü ortaya çıkarmasını beklerken, Xie Lian sonunda yeraltındaki havanın ısınmasının kendi hayal gücü olmadığını fark etti.
Kızıl ve altın rengi lav akıntısı, yuvarlanarak ve köpürerek tepeden aşağıya doğru akıyor ve üçlüye doğru sürünüyordu.
Dışarıdaki lavlar su kanalıyla birlikte yeraltı sarayına akmıştı!
Xie Lian tam "Ah hayır!" diye içten içe ağlıyordu ki, aniden arkasında hızla geçen bir şey hissetti. Anında elini uzattı ve ipek kumaşı dışarı fırladı, "TUTUN! SADECE YOL SORMAMIZ GEREK!"
Adam zar zor kaçtı, şekli bir an için durdu ve çok uzaktaki lav akıntısının ateş ışığından yararlanarak yere döndüklerinde adamın yüzünü gördüler. Feng Xin bağırdı, "MU QİNG! SENİ PİÇ, HEMEN DUR ORADA!”
Sanki Mu Qing duracakmış gibi... Başka bir şey söylemeden koşmaya başladı. Üçü tam peşinden gidip saldıracaktı ki yer şiddetle sarsıldı.‌
Kızıl ve altın rengi lav aniden yükseldi ve su kanalına yayıldı, büyük bir hızla yayılıyor doğrudan onların üzerine geliyordu.
Üçü oldukları yerden zorla çıkarılmak üzereydiler ama Xie Lian öncesinde buraya gelirken böylesi bir problemle karşılaşmıştı, sadece bunun zorluk seviyesi daha yüksekti hepsi bu. “Feng Xin, muhtemelen lavın içinde çok sayıda yüzen boş kabuklu mutantlardan var,‌ onların üstüne basabilirsin, batmayacaksın.” Dedi Xie Lian.
Ardından lav akıntısının arasında kollarıyla güçlü bir şekilde yüzer gibi duran boş kabuklu mutantı hedefledi ve atladı.
Xie Lian üzerine düzgünce indiğinde çok sevindi.  Bu boş kabuklu mutantların kafaları özellikle büyük gibi görünüyordu ve hatta üzerine bastıklarında bile sadece hafifçe eğilip lav akıntısının üzerinde batmadan yüzebilirlerdi. Bir şey başlatmadıkları sürece kolaylıkla kano olarak kullanılabilirlerdi!
Feng Xin de bir tane boş kabuklu mutant hedef alarak atladı ve yayı ile mutantı işaret ederek, “Düzgünce yüz, batma! Silah tehdidiyle, Boş Kabuklu mutant beklendiği gibi onu rahatsız etmeye cesaret edemedi ve daha da sıkı çalıştı. Bu arada, Hua Cheng sadece kollarını kavuşturdu, aşağı bakarak bir bakış attı ve Boş Kabuklu mutant sakinleşti, kötü bir şey yapmaya cesaret edemedi, tam güçle gitti ve en hızlı şekilde yüzdü.
Xie Lian'a gelince, ellerini dua edercesine birbirine çırptı ve Boş Kabuklu mutantla içtenlikle pazarlığa girişti: "Beni bu gezintiye çıkar, lütfen beni bu gezintiye çıkar! Sonrasında sana tütsü yakacağım! Tütsü istemiyor musun? O zaman ne ikram istiyorsun, söyle bana!" Boş Kabuklu mutant belli ki son derece memnuniyetsizdi ve defalarca kollarını sallayarak onu kovalamaya çalıştı ama Xie Lian sakız gibi yapışkandı ve yuvarlansa bile savrulmayı reddetti. Söylemeye gerek yok, Xie Lian bir kez daha başa çıkması en zor olanı bulmuştu!
Üçü mutantlara bindi, akıntıyla birlikte aşağıya doğru aktılar ve sanki rafting yapıyorlarmış gibi, akıntıda ne kadar aşağıya giderlerse, tepeler o kadar dikleşti ve hızları o kadar arttı. Ayrıca defalarca lav akıntısından aniden yükselen engellerden kaçmak zorunda kaldılar ve tüm yolculuk bitmek bilmeyen tehlikelerle doluydu. Bir süre sonra nihayet öndeki Mu Qing'e yetiştiler ve Feng Xin "MU QING! NEREYE KOŞUYORSUN!" diye bağırdı.
Mu Qing'in ayaklarının altında da sörf tahtası olarak kullanılan Boş Kabuklu bir mutant vardı ve arkasına baktı, "NE YANİ, HEPİNİZ BİRLİKTE BANA SALDIRANA KADAR BEKLEMEM Mİ GEREKİYOR?"
Feng Xin'in elinde sadece bir yay vardı ve ok yoktu, bu yüzden sadece havaya doğru bağırabiliyordu. "SANA SALDIRMAYACAĞIZ! ÖNCE SİLAH DEPOSUNDAN NASIL ANİDEN KAYBOLDUĞUNU AÇIKLA!"
Mu Qing arkasına baktı, "Hepiniz..." diye alay etti.
Sözlerini bitirmeden önce, Xie Lian ileride ne olduğunu gördü, gözbebekleri hızla küçüldü ve "ÖNÜNÜZDE!" diye bağırdı.
Mu Qing anında geri döndü ve ancak o zaman önündeki yolun aniden sona erdiğini fark etti.
Muhtemelen burada daha önce bir yeraltı uçurumu vardı ve bu uçurum son derece derindi, devasa bir uçurum gibi en az yüzlerce metre.‌ ‌
Son saniye RuoYe geriye doğru uçtu ve uzaktaki bir saray binasının saçaklarına kendini sardıktan sonra düğümledi. Bir eli RuoYe’yi kavramış diğer eli de Hua Cheng’i yakalamış halde Xie Lian RuoYe'nin diğer ucunu Feng Xin’e doğru fırlattı ve bağırdı, “YAKALA!”
Bağlantı olarak ipek kumaş ile üçü beceriksizce kendilerini sabit tuttular. O sırada o “uçurumdan” en fazla yalnızca yirmi metre kadar uzaktaydılar; başka bir adım için geç kalsalar düşeceklerdi. Kelimenin tam anlamıyla “atlarını uçurumun tam kenarında” durdurdular. Ancak hala durmaksızın aşağıya doğru akın eden lavlar vardı bu yüzden Xie Lian “Geri çekilin!” diye emir verdi.
RuoYe hızla küçüldü ve üçünü o saray yönüne geri çekti. Bir müddet sonra üçü sarayın çatısına atladı. Bu saray daha büyüktü dolayısıyla çatısı da oldukça genişti. Temeli taş olduğunda lavın onu yıkıp gitmesinden korkmaya gerek yoktu, burada inerek kısa bir süre rahat nefes aldılar.
Bir anlığına kendini sabit tuttuktan sonra, ‌Feng‌ ‌Xin‌ o boş “uçurumu” şaşkınlıkla izledi ve inanmayarak sordu, “Mu Qing… düştü mü?”
Xie Lian hızla atan kalbini ve derin nefeslerini yavaşlamaya zorladı, alnındaki ter damlalarını silerek, “Düşmedi!” dedi.
Sarayın çatısının en uç noktasından dışarı bakan Xie Lian, uçurumun kenarındaki kayaların üzerinde uzun bir kılıcın çivilenmiş olduğunu gördü.
Bir çift el o uzun kılıcın kabzasını sıkıca kavramıştı. O ellerin altında telaşlı, kıpkırmızı bir yüz dişlerini gıcırdatıyordu.
O anda Mu Qing, aşağı doğru akan şelale benzeri lav akıntısına paralel olarak korkunç bir pozisyonda bulunuyordu.
Ateş tanecikleri yüzünün önüne sıçrıyordu ve gerçekten ecel terleri döküyordu, eğer vücudunu koruyan ve buharın çoğunu engelleyen ruhsal ışık halesi olmasaydı şimdiye kadar tüm görünüşü yanmış ve kafası alevler içinde kalmış olurdu.
Ancak bu koruyucu ruhsal ışık halesi de uzun süre dayanmazdı ve eğer tüm vücudu bir lav havuzuna düşseydi kemikleri yine de havaya karışırdı!
Bu çok korkunç bir manzaraydı ve Feng Xin, "Ne yapmalıyız?! Majesteleri, o beyaz ipek kumaş ona ulaşabilir mi?" diye sordu.‌ ‌
Xie Lian zaten RuoYe’yi geri çekip üzerindeki ateşleri söndürüp bir girişimde bulunmuştu.
Mu Qing’in cübbesinde küçük ateş iplikleri çıtırdıyordu, kılıcın kabzası kavurucu sıcaklıkta olsa da aşağıya bakmak ve düşmekten korkarak kabzayı sıkıca tutuyordu.
Eğer bırakırsa onu aşağıda bekleyen cayır cayır alevler ve lavdan başka bir şey değildi.
Sayısız merhum ruhların aç feryadı da vardı, ağlamaları sanki yukarıda değerli hayatı için mücadele eden kişinin acele edip onlara katılmasını çağırıyor gibi yankılanıyor ve çınlıyordu
Mu Qing o kabzayı ölümcül bir kavramayla tutmuş, solgun alnı yoğun terlerle kaplanmıştı. Uzaktaki üçünü görünce dudakları sanki yardım ister gibi hareket etti. Ama onun kişiliği ile “yardım edin” veya “beni kurtarın” gibi sözlerin dudağından çıkması oldukça zordu.
Bunun yanında Hua Cheng boş olsa da olmasa da gidip onu kurtarmayı umursamazdı. Feng Xin’e demek de zordu. Onu kurtarmak için geride kalan, yardım edebilecek yeteneğe sahip olan ve diğer ikisini ikna edebilecek tek kişi Xie Lian’di.
Sonunda kendini gayretle yukarı çekti ve alnındaki damarlar ortaya çıkarken Xie Lian’a doğru bağırdı, “Ekselansları!”
Xie Lian sadece alanı tarıyor ve hızlı gözlemler yapıyordu, sesini duyduğunda ona baktı. Mu Qing uzun bir süre kendini tuttu, nefesini içeri çekerek kırmızı bir yüzle bağırdı, “… BANA İNANIN! Ekselansları, SANA YALAN SÖYLEMEDİĞİMİ BİLİYORSUN DEĞİL Mİ? HİÇBİRİNİZİ ASLA İNCİTMEYECEĞİMİ BİLİYORSUN, DEĞİL Mİ?”
“…”
Xie Lian’a yalvarma tarzı hayatının son anlarına tutunuyormuş gibi umut doluydu, bu aniden Xie Lian'a başka bir zamandan başka bir sahneyi hatırlattı.
O zamanlar, çok, çok, çok yıllar önce o da aynı çaresiz umutla Mu Qing'e yalvardığında akşam karanlığının çöktüğü bir zamandı–
“Yalan söylemediğimi biliyorsun, değil mi?”
O zaman Mu Qing ona nasıl cevap vermişti?
Yüzlerce yıldır bu şeyleri düşünmemişti ama Mu Qing'in bu cümlesi onları aniden mühürlenip bırakılan tozlu köşelerden dışarı sürükledi.
Zorla çıkmış ve dışarıya sızmıştı; sayısız görüntü ve sesler gözünün önünden geçti, Xie Lian ancak o zaman asla unutmadığı o detayları açıkça hatırlamıştı.
Mu Qing cevap vermemişti ve Xie Lian’ın alışılmamış sessizliğinde o da yavaş yavaş aynı sahneyi hatırlamış gibiydi, yüzünün renkleri yavaş yavaş değişiyordu. Görünüşe göre o da yardım istemek için yanlış kelimeleri kullandığını fark etti ve Xie Lian'a böyle bir zamanda istemeden hatırlatmaması gereken şeyleri hatırlattı.
Tam o sırada, Xie Lian'ın arkasında, Hua Cheng sessizce konuştu, “Gege, sen kararını vermeden önce Sana birkaç şeyi hatırlatmam gerekiyor.”
Ancak o zaman Xie Lian kendine geldi ve “Neymiş?” diye sordu.
“İlk olarak” dedi Hua Cheng, “Lav akıntısı durmadan yardıma kalkışmak hayati tehlike oluşturacak kadar tehlikeli olacak.”
Ama kim bilir ne zaman duracaktı? O kılıcın kabzası zaten kavurucu derecede sıcaktı, Mu Qing’in elleri daha fazla tutamazdı, o zamana kadar nasıl dayanabilirdi?
Xie Lian sessizdi. Hua Cheng devam etti, “İkincisi, eğer Mu Qing çoktan Jun Wu’ya teslim olduysa o zaman Jun Wu kesinlikle onu çıkartmanın bir yolunu bulur. Ama sen, sen kesinlikle tehlikeye düşeceksin. Tüm yol boyunca davranışlarını ve hareketlerini düşün.”
Feng Xin’i itti, onları cephaneliğe çekti, Feng Xin’i ittiğini itiraf etmeyi reddetti ve hatta suçlamalara yanıt vermedi, cephanelik çılgına döndükten sonra aniden ortadan kayboldu, lav akışının tesadüfi zamanlaması onları şimdi bulundukları yere getirerek akışı tersine çevirdi.
Ve şimdi o belki de bir kez daha kasıtlı olarak Xie Lian'ı kendi sonuna kadar götürüyordu.
15 notes · View notes
elazigsurmanset · 2 months ago
Text
TÜRSAB Heyeti Kayseri’de: Başkan Büyükkılıç, Şehrin Turizm Potansiyelini Tanıttı
Tumblr media
Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Yönetim Kurulu Başkanı Firuz Barbaros Bağlıkaya ve beraberindeki heyeti makamında ağırladı.
Tumblr media
Ziyaretin ana gündemi, Kayseri’nin turizm potansiyelini artırmaya yönelik çalışmalar oldu. Başkanlık makamında gerçekleşen görüşmede, Başkan Büyükkılıç heyete Kayseri’nin turistik değerlerini anlatan “Zenginlikler Şehri Kayseri” tanıtım filmini izletti. Ardından Soğanlı Vadisi, Koramaz Vadisi, Erciyes Dağı ve Kapuzbaşı Şelaleleri gibi tarihi ve doğal güzellikler hakkında bilgi verdi. Başkan Büyükkılıç, şehrin turizmdeki gelişimine dair yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Kayseri’mizin sadece endüstri ve ticaret değil, aynı zamanda turizm şehri olarak da ön planda yer almaya başlaması bizi gururlandırıyor. Bu başarı, yaptığımız çalışmaların meyvesini verdiğinin bir göstergesidir. Şehrimizi turizmin merkezi yapmak için gayretle çalışıyoruz. TÜRSAB’ın ve siz değerli ekiplerinizin katkılarını daima takdir ettiğimizi belirtmek isterim.” TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkanı Firuz Barbaros Bağlıkaya ise Başkan Büyükkılıç’a misafirperverliği için teşekkür ederek, Kayseri’nin turizmdeki yükselen değerine dikkat çekti. Ziyaretin sonunda Başkan Büyükkılıç, TÜRSAB heyetine, Kayseri’nin 6 bin yıllık ticari tarihine ışık tutan Kültepe Kaniş-Karum tabletlerinin replikalarını hediye etti. Bu jest, Kayseri’nin tarih ve turizm açısından sahip olduğu zenginliği vurguladı. Ziyaret, Kayseri’nin turizmde daha ileriye taşınması adına iş birliği ve dayanışma mesajlarıyla sona erdi.
Tumblr media
Read the full article
0 notes
gundemarsivi · 2 months ago
Text
Tumblr media
Güven Tunç – Ay Dilbere (*)
✍🏻 Ali Erkan Güneri
GÜVEN TUNÇ – AY DİLBERE (*)
“Bir tarih sanki gözlerimin önünden akıp giden,
Geçmiş günleriniz, iki, üç, beş oluşunuz, birken
Oğullar, kızlar, yavrularınız, yaşadıklarınız.
Aklıma bugünü hazırlamanız geliyor dünden” (**)
Kasım 2024’te yeni bir kitapla çıktı karşımıza Güven Tunç. 1958 Erzincan doğumlu olan yazarımız, Sosyal Hizmetler Akademisi 1980 yılı mezunudur. Yaşamını Ankara’da sürdürmektedir.
Yazarın basılmış diğer eserleri:
Gökyüzünü Arayan Mavi, Alan Yayınevi, 1992.
Şehrin Zulası Ankara Kalesi (ortak yazar), İletişim Yayınevi, 2005.
Elimsende, Akademi Matbaası, 2009.
Bir Aşk Bir Hayat Bir Şehir, Dipnot Yayınevi, 2011.
Sen Çok Yaşa Babaanne, Ürün Yayınları, 2013.
Ververan’da Bir Hüzzam Şarkı, Ürün Yayınları, 2019.
“Gelmekte olan güneşin tutuşturduğu kızıllıktan hayat dolu bir şafak söküyor.” (s. 11) İşte bu şafakla başlıyoruz romana. Sanki bir fotoğraf gibi geliyor gerçekler gözümün önüne…
Güven Tunç, dört kuşağı ele alıp anlattığı Ay Dilbere’sini “Ya Hızır” deyip salmış memlekete/vatana; oradan kentlere, şehirlere. O gözeleri, akan suları, gümleyen suları, şelaleleri, esen rüzgârları, fırtına ile savura savura vermiş; yönlendirmiş yüreğimize doğru başarıyla… O çapraz bağlantıları, insanlığı, Doğu’yu, Batı’yı, dünyayı gösteriyor okuyucuya… “Âdem ile Havva’nın… dünyada ayak bastıkları ilk yer… İlk buğday, ilk arpa, ilk nar, ilk elma, ilk aşk… ilk aşk şiiri… ilk karanfilli elma” (s. 14) “Uzun yürüyüş” böyle başlıyor.
Acılarla örülmüş, örtülmüş “tehcir”, sürgün günlerine günümüzden bakmak da aynı acıları yaşatıyor insana. Bugün baktığımızda yalnız kalan canlar; bırakılan, savrulan o azgın sularla bir yerlere dağılan insanların acıları, mutlulukları, umutları günümüz koşullarında yoğrulup verilmiş drajeler hâlinde. Herkes ayrı ayrı yaşasa da… Yudum yudum içiyorsunuz ama boğazınızda tıkanıyor su. Oysa kitap su gibi akıyor, acılar takılıp kalıyor boğazınıza. Tıpkı ikizini özleyen kahramanımız Hesen gibi. “Hesen daha çok kendisiyle konuşurdu… Bacısıyla konuşurdu… Çocuklarıyla, akrabalarıyla, keçiyle, kuzuyla, yağmurla, karla, rüzgârla, taşla, canlı cansız tüm varlıklarla konuşurdu.” (s. 20)
Bulaşıcı mıdır ne? Ben de başladım kendimle konuşmaya, Ay Dilbere ile konuşmaya, yokluğunda yazar Güven Tunç’la konuşmaya, arada bir de Hesen’le…
“Mayınlar, dikenli teller olmasa da bu geçilmezlik, o şehre dağlardan bakan insanın yüzüne öylesine keskin ve aşağılayıcı çarpıyordu ki nefesi boğazında kesiliyordu.” (s. 22) “Derin bir nefes aldı. Bir daha, bir daha, bir daha… Toprak kokusuydu bu! Çiğdem mi? Kardelen mi? Nergis mi? Sümbül mü? Kekik mi? Ne kokuyorsa baş döndürücü kokuyordu… Kanla karışmış bu toprak nasıl kan değil de böyle kokabilirdi?” (s. 23)
Gümbür gümbür akan sular almış yazarımızı, rüzgârlar eşliğinde fırtınalarla bir kente, bir dağlara savurmuş. O da muhteşem savrulmalarla bizleri o mis gibi kokan dağların toprağından alıp ilaç kokan huzurevinin boş koridorlarında dolaştırıyor. Hepsi yudum yudum sudur; billur kadehlerle, bülbül seslerinde, yılan ıslıklarında; nergis, sümbül kokularında, kanla yıkanmış topraklarda…
“Tehcir”, “zorunlu göç”, “sürgün”… Adına ne derseniz deyin, acıların kol gezdiği, akıl almaz günler sonunda yurtlarından olan, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan kuşaktan arta kalan insanlar; bu gidenlerin yaşadıklarını görüp bir şekilde oradan kaçıp dönenlerle oralarda yaşayan ikinci kuşak ve kentlere, büyük şehirlere giden, göçen 3. kuşak insanları ve orada en son 4. kuşak… Hepsi yurt hasretiyle tutuşan, yaşamın acılarıyla hemhal olmuş insanlar işleniyor bu romanda çağdaş bir bakışla.
Bağlantılı olarak da kent hayatında hukuk büroları, sinema, ödüllü belgeseller, festivaller ve huzurevleri; çalışanları, üretenleri ile yer alıyor. Bu etkileşimi, bu kurguyu yan ögelerle besleyerek merak uyandıran yazar, çağımızdan geriye bakarak hepsini birbirine bağlamış. Yazar, romanı ayrı ayrı bölümler ve başlıklar hâlinde irdeleyerek yol alıyor. Bölümler adını aldığı fırtınalar, rüzgârlarla örülmüş; ateş, su, toprak, hava, kadın, aşkla işlenmiş. Her işin başı olan aşkla, sevdayla…
Bu yöntem okuyucuya büyük kolaylık sağlıyor, rahat okumasına yardımcı oluyor, eşlik ediyor yazar okura. Aklınıza takılan sorulara anında ya da sonraki bölümlerde yeterli cevabı bulabiliyorsunuz.
Güven Tunç, ilmek ilmek bir kanaviçe işler gibi insanı işlemiş Ay Dilbere’de. Bir yazar olarak üzerine düşen tarihi görevini yerine getirmiş, diğer taraftan bir sosyal hizmet uzmanı olarak mesleki yaklaşımını da kendisine tamamıyla katıldığım şekilde yansıtmış. Bu tavrıyla beni bir insan olarak o vatana, o dağlara, o göl gibi dingin ovalara, o dut ağaçlarına, turnaların peşine aldı götürdü bir seherin yelinde; yetmezmiş gibi bir meslek elemanı olarak da aldı huzurevi nöbetlerime, bir çariçenin peşine götürdü. Aynı duygular, aynı yaklaşımlar ve yaşanmışlıklarla… Buralarda insan olmakla buluştuk, tıpkı Hakan’ın söylediği gibi o yerde… Romanda Sosyal Hizmet Uzmanı Hakan için “yaşlıları seviyordu Hakan. Yuvalardayken çocukları, yurtlarda görevliyken gençleri sevdiği gibi. İnsanı seviyordu aslında. Hocalarının dediği gibi mesleği seviyordu insandan dolayı.” (s. 68) Başka türlüsü olabilir mi?
Bir insanlık dersi daha. Ve aşk! Ve savaş! Şehirde yaşayan Hesen’in kızı Asya, yeğenini sakinleştirmeye çalışırken kendi kendine anasıyla konuşur: “Ah anne! Hep söylüyorsun ‘sana kötülük yapana kızma, öfkelenme’ diye. ‘… kin insanın kalbini karartır. Sen Hızır’a havale et. Düzgün Baba’ya bırak… Sen yola bak. Bizim yolumuz var. Yoksa biz nasıl dayanabilirdik o büyük kırıma? O kırımdan nasıl çıkabilirdik?’ diye dersin.” (s. 44)
Çözüm yolunu bulur rüzgârların savurduğu sokaklardan, savaşlarda yaşanan aşktan oluşturduğu senaryodan Asya: “Bazı yerler var ki oralar savaşın en görülebilir sivil hali. Güya sivil hali tabii. Aslında cepheden beter belki”… “Bazen hakikat, hayal dünyasının yetemediği bir gerçeklilikle ve zenginlikle yaşanır.” (s. 62) der. Aşkın ve savaşın birleştiği yerlerden devam ederek: “… Kadının ruhunda aşkla birlikte, dünyamızı daha yaşanır kılacak ne güneşler doğar.” (s. 63) “Dünya öküzün boynunda durur derler ya… Aslında bir kadının kalbindeki aşkın yörüngesinde durur. Kalbindeki temiz duyguların ışığından doğar.” (s. 64)
Analardır insanı insan eden. Akıldan çıkarlar mı hiç? Ya baba? Baba Hesen de “En özgür canlılar değil midir bizde kadınlar? Bir de yalnızlarsa… Bilirsin… Onlar ceylanlar gibi, onlar rüzgârlar gibi, onlar akıp giden sular gibi özgür ve uludur. Kutsalımızdır…” (s. 82) diyerek oralarda onlara kimsenin dokunamayacağını belirtir.
Ay Dilbere’de Güven Tunç, bugünden geçmişe bakarken seçtiği, kendine has sözcükler ve betimlemelerle okuyucuya çok güzel çekilmiş bir fotoğraf sunuyor. Okuyucu olarak fotoğrafı izlemekten ziyade etkileyici, insanı sarsan bir filmi izliyor hissine kapılıyoruz. Bizim de kalbimiz, Deniz’in “kırık kalbi” gibi “tüm ince yerlerinden kanıyordu”…
Kitap hakkında genel hatlarıyla bir bilgi sundum sizlere. Okuduğunuzda bana hak vereceğinizi biliyorum. Hep birlikte de Güven Tunç’u anlamış olacağız kanısındayım. Tarihe olan saygısını bize fırtınalar, çağlayan sular eşliğinde, aşkla, çarpıcı sahneleri olan, etkileyici bir film sunulmuş gibi bıraktım elimden Ay Dilbere’yi “Ya Hızır” diyerek.
“Sen yola bak. Bizim yolumuz var.” diyor ya Zerife. Sen de o yola bak.
Ay Dilbere’nin yolu da açık olsun Güven Tunç…
Ali Erkan Güneri
(*) Ay Dilbere, Roman, KKM Yayınları, 1. Baskı, Kasım 2024, 224 sayfa
(**) “Bir Günü Daha Yaşamak” adlı şiirimden alınmıştır.
0 notes
falakrentacar · 3 months ago
Text
Kıbrıs'ta Araba Kiralama - Kıbrıs'ta Öncelikli 5 Destinasyon
Tumblr media
Kıbrıs, nefes kesen manzaraları, tarihi mekanları ve kıyı harikalarıyla Akdeniz'in mücevheridir. Adayı en iyi şekilde keşfetmek için Kıbrıs Araç Kiralama, bu yerin etrafındaki gizli noktaları ve ünlü simge yapıları dolaşmak için esneklik sağlayan en iyi arkadaş olabilir.
Ayrıca, burası sulak alanların etrafında olmayı sevenler için ideal olan harika turistik yerlerle doludur. Bu makale, en iyi yerleri keşfetmenize yardımcı olacak ve oraya gitmek kesinlikle gününüzü güzelleştirecektir.
Kıbrıs'ta Araba Kiralamanın Seyahat Edenler İçin Neden Önemli Olduğu
Adanın çeşitli yerlerinde manzaralı sürüşlerle, araba kiralamak size seyahatinizi gerçekten heyecan verici hale getirme özgürlüğü sunar. İster plajları, ister gece hayatını veya tarihi ziyaret etmek isteyin, Kıbrıs'ta araba kiralamak adayı keşfetmeniz için açar.
Güvenilir sağlayıcılardan kiralanan bir araba, her gezginin seyahat ihtiyaçlarına uyacak çeşitli araçlarla birlikte gelir.
Seyahat Tutkunları İçin En Ünlü Kıbrıs Noktaları Nelerdir?
Aşağıda çeşitliliği ve doğayı keşfetmeyi seven kişiler için mükemmel olan bazı yerler tartışılmıştır. Hangilerinin olduğunu öğrenin>:
1. Baf – Mitoloji ve Tarihin Ülkesi
UNESCO Dünya Mirası Alanı olan Baf, esas olarak antik mozaikler, kral mezarları ve daha fazlası dahil olmak üzere tarihi önemiyle bilinir. En çok öne çıkan simge yapılar, kalbinizi alacak olan Baf Arkeoloji Parkı, Coral Bay Plajı ve Baf Limanı Kalesi'dir.
2. Limasol – Plajlar, Gece Hayatı ve Kültür
Limasol, hareketli bir kıyı şehridir ve dinlenmeyi canlı gece hayatıyla dengelemeyi tercih edenler için idealdir. Kiralık bir araba, bu bölgenin hem şehir cazibe merkezlerinin hem de dinlendirici plajlarının tadını çıkarmanızı sağlar.
Seyahatinizi daha değerli kılmak için, kıyı manzaralarının tadını çıkarmak için Lady's Mile Plajı'nı ve Castle Old Town'ı keşfetmeyi unutmayın.
3. Troodos Dağları – Doğa ve Macera Sizi Bekliyor
Farklı bir şey deneyimlemek için, pitoresk köyleri, yürüyüş parkurları ve doğa rezervleriyle ünlü Troodos Dağları'na gidin. Araba kiralarken dağ yollarıyla başa çıkabilen ve her anın tadını sorunsuz bir şekilde çıkarmanızı sağlayan bir araba arayın. Kaledonya Şelaleleri Yolu, Kykkos Manastırı ve yakındaki köylerde yürüyüş yaparak dinginliği hissedin.
4. Lefkoşa – Bölünmüş Başkent
Bir sonraki durağımız, benzersiz atmosferi ve Türk ve Yunan karışımıyla Avrupa'nın bölünmüş başkenti olan Lefkoşa.
Lefkoşa'yı keşfetmek için Kıbrıs Araba Kiralama, şehrin her iki tarafını da deneyimlemeniz için size esneklik sağlar. Büyük Han ile bağlantılı Kıbrıs Müzesi'nin yerel tarihini yürüyerek keşfetmeyi düşünün.
5. Ayia Napa – Güneş, Kum ve Muhteşem Deniz Mağaraları
Son olarak, Ayia Napa canlı gece hayatı ve antik plajlarıyla bilinir. Herkesin gözünü kamaştıran güzel deniz mağaralarının merkezidir. Sevdiklerinizle birlikte bu seyahati en iyi kiralık araç hizmetleriyle huzurlu bir şekilde unutulmaz kılın.
En İyi Araç Kiralamalarıyla Kıbrıs Seyahatinizi Mantıklı Hale Getirin!
Kıbrıs, dünyanın farklı köşelerinden insanların bir an yaşamak için geldiği güzel plajları ve tarihi yerleriyle bilinir. Deneyimi daha cazip ve rahat hale getirmek için, her kilometreyi sorunsuz hissettirmek için Kıbrıs'taki en iyi ve konforlu Araç Kiralama hizmetini kiralamak gerekir.
Bu nedenle, bir dahaki sefere Kıbrıs  Araba Kiralama gerektiğinde, doğrudan Falak Rent A Car ile iletişime geçin. Yıllardır bu pazarda en iyi araç modelleriyle yer alıyorlar, hangisini tercih ederseniz edin. Onlar hakkında daha fazla bilgi edinmek için hemen arayın!
Kıbrıs'ta Araba Kiralama - Kıbrıs'ta Öncelikli 5 Destinasyon
0 notes
gokyuzumanzarasi · 4 months ago
Text
Seri Katil - Sabrina Kauldhar
Sabrina Kauldhar Kimdir? Sabrina Kauldhar, Ekim 2024’te Ontario, Kanada’da üç kişiyi öldürmekle suçlanan bir seri katildir. Toronto’da ikamet eden Kauldhar, üç günlük bir süre içinde Toronto, Niagara Şelaleleri ve Hamilton’da gerçekleşen cinayetlerden sorumlu tutuluyor. Seri katil Kauldhar’ın kurbanlarını rastgele seçtiği düşünülüyor. Yetkililer, Kauldhar’ı seri katil olarak…
0 notes
gururbenimneyime · 4 months ago
Text
Seri Katil - Sabrina Kauldhar
Sabrina Kauldhar Kimdir? Sabrina Kauldhar, Ekim 2024’te Ontario, Kanada’da üç kişiyi öldürmekle suçlanan bir seri katildir. Toronto’da ikamet eden Kauldhar, üç günlük bir süre içinde Toronto, Niagara Şelaleleri ve Hamilton’da gerçekleşen cinayetlerden sorumlu tutuluyor. Seri katil Kauldhar’ın kurbanlarını rastgele seçtiği düşünülüyor. Yetkililer, Kauldhar’ı seri katil olarak…
0 notes
sehrikesfet · 2 months ago
Text
0 notes