#üff da
Explore tagged Tumblr posts
Text
Holy frick everyone, be always nice to your servers and cooks
#learning to cook on a line is sooo different from making pizzas on a line#pizzamaking is shit easy just roll dough sauce it and build it right get it done on time for the oven and bam#line cooking is like no. you will hold on to these tickets until every item at your station is done and dont forhet to jump around tickets#firing items that take longer than others and juggling a bunch of shit in limited spaces over hot places with undeveloped motor skills#üff da#love your cooks
1 note
·
View note
Text
İlk haftasonu bitti! Kaldı otuz tane da- asdjdkf. İş arkadaşımdan aldığım gazla konuşma kulübü alamayacağımı patronuma söyledim, anlayışla karşıladı sağolsun.
Düzenli not almaya başlamam şart, biraz karışıyor zira hangi sınıfta ne yaptığım. Yarın kendime bir takvim çıkarmaya niyetliyim bakalım.
Haftasonu sınıflarımla tanışırken haftaiçi kadar gerilmedim, girince alışıyormuşum cidden.
Kendimi öyle stresli hissetmiyorum ama egzamalarım azdı yine ve bu beni mutsuz ediyor. Tekrar dermatoloğa gidip aynı hikayeleri dinlemek istemiyorum. Bu sefer vücudumda da çeşitli yerlerde çıktı ufak ufak pff.
Dramatize sesli kitap dinlemek yeni olayım oldu, hele içerik ve sesler de seksi olunca üff! Sesi etkileyici erkekler kalp ben ya. Güzel ses tonu müthiş bişe.
Her telden çalan postumun sonuna gelmiş bulunmaktasınız, keyifli bir pazar akşamı diliyorum.
21 notes
·
View notes
Text
Bazen düşünüyorum herkesin her isteğine “tamam” demişim…çoğu zaman sırf arkadaşlarım istiyor diye tamam dediğim şeyler oldu ama kimse bana tamam demedi… ya da kimse benim nazımı çekmedi ne zaman birine nazım geçer diye düşünsem “üff bu ne böyle, yok olmaz, saçmalama, çocuk musun, sen kime nazlanıyorsun ya, eee yani” gibi bir sürü şey duydum oysa ben sadece bir kere bile olsa hoş tutulmak istedim…kimse için benim düşüncelerimin, hislerimin, isteklerimin bir önemi olmadı
Muhtemelen onlar için dinlenecek biri olamadım
10 notes
·
View notes
Text
Kızımın telefonu olsa ona seni seviyorum mesajı atardım şu an sabah da nen atmadım site inkar edip ağlatırdım sinirden üff ya ne kadar güzel hayallerin var uğur abi
5 notes
·
View notes
Text
dün ben doğalı 29 yıl oldu. yarın ali doğalı 1 ay olacak. bugün, az evvel kardeşim izmir’e döndü, 1 ayın ardından. çok üzüldüm. şu son 1 ayı düşündü��ümde, kardeşim olmasaydı kafayı net yerdim diye düşünüyorum. beklenmedik bir performans sergiledi. hayatımda hiç böyle bir destek bulduğumu düşünmüyorum. yani insan bir ay boyunca gece gündüz hiçbir lafı bırak ikiletmeyi, bekletmeden, direkt yapar mı? önümdeki suyu elime vermesini istiyorum yapıyor hani o derece. “pastanın içinde keşke muz da olsaymış” diyorum, hani öylesine, “kesip getireyim” diyor. ay yok kız oturrrr. ömer’e dondurma al demiştim. kutu dondurma almış. niye kutu aldın çubuklu alsaydın üff diyorum, kardeşim “ben çıkıp alırım” diyor? onu topla bunu kaldır şunu getir bunu götür kahvaltıda şunu istiyorum akşam yemeğine bunu istiyorum bin tane şey söylemişimdir, hepsini anında yapıyor. gerçekten kardeşimden beklenmedik bir performans. bilirsiniz ablalar kız kardeşlerine genelde bir iş yaptıramazlar, evin en küçüğü evin en az iş yapanıdır, yan gelip yatanıdır. o yüzden ilginç bir deneyimdi haha. elim kolum olmasını geçtim, yerli yersiz sinirlenmelerimi agresif hareketlerimi de hep alttan aldı, sesini çıkarmadı. bu benim kardeşim mi emin olamadım dkckf hayatımda gördüğüm en agresif en tepkisel en beni alttan almayacak kişi kardeşimdi yani nasıl tahammül etti bana bu kadar inanılmaz…. o kavga etmeden üç gün geçiremediğim kardeşimi bir ay boyunca böyle şeker gibi görmek, aman yarabbi. keramet teyzelikteymiş galiba…. bir kız kardeşimin olmasına hiç bu kadar şükretmemiştim. “sen allah’ın bir lütfusun gözlerimin nurusun” diye şarkılar söylüyorum arkasından :Dd hayır ağlamayacağım……..
13 notes
·
View notes
Note
Yani batıl inançlara inanacak kadar düştün mü? Oldu olacak bir türbeye gidip dilek dile ya da havuza para filan at. Burçlara da inanıyorsundur sen şimdi ahahahahha
üff sanane istediğime inanır istediğimi yaparım sana mı kaldı anonim arkasından eleştirmek
3 notes
·
View notes
Text
HAPPINESS // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb: 7,9 Benim Puanım: 8
Drama: Happiness
Hangul: 해피니스
Director: Ahn Gil-Ho
Writer: Han Sang-Woon
Date: 2021
Genre: Thriller
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Han Hyo-Joo, Park Hyung-Sik, Jo Woo-Jin, Song Ji-Woo, Lee Joon-Hyuk
In the Soop: Friendcation izledikten sonra Park Hyung-Sik’i ne kadar özlediğimi fark ettim. O kadar dizi ve aktör arasında benim için” Strong girl Do Bong Soon” dizisinin Bong Bong & Min Min çiftti hala en birinci çifttir. Her seferinde ikisini de görmekten mutlu oluyorum. ( Park Hyung Shik ve Park Bo Young ). Bu dizide Park Hyung-Sik’e eşlik eden kadın oyuncumuz Han Hyo-Joo oluyor. Kendisini W : Two part apart dizisinden tanıyoruz. Zaten oyuncu, W’den sonra Kore sinemasına dönüşünü Happiness ile yapıyor. W’deki oyunculuğunu hiç beğenmemiştim ama burada role de diziye de cuk oturmuş. Tek eksik Park Hyung-Sik ile aralarında hiç romantizm hissedilmemesiydi. Çift olarak diziye yakışmışlardı ama aralarında hiç romantik çekim yok gibiydi. Abi kardeş rolünde olsalardı aynı havayı bize verebilirlerdi. Hatta belki daha bile farklı şekilde ikna edici olabilirdi. Yoon Sae-Bom (Han Hyo-Joo) dizide terörle mücadele birimindeki bir dedektiftir. Jung Yi-Hyun (Park Hyung-Sik) ise cinayet masası dedektifidir. Liseden beri tanışan çiftimiz, ev alabilmek için anlaşmalı bir evlilik yapmaya karar verirler. Korede ev sahibi olmak, saygın bir muhitte oturmak için evlilik önemli bir rol oynamaktadır.
Bu sıra da korona sonrası Kore’de yeni bir salgın hastalığın ortaya çıktığını tespit ediliyor. Hastalık insanlarda susuzluk ile belirti göstermeye başlıyor. Arkasından ise beyne giden sinyaller bir süreliğine engellenip, kana susamışlığa dönüşüyor. Kuduz mutasyonu olarak betimledikleri bu yeni salgına yakalananlar zaman zaman normale dönüp, susadıklarında ya da kan kokusu aldıklarında tekrar canavarlaşıyorlar. Başka birini ısırmaları veya tırmalamaları hastalığın bulaşmasına neden oluyor.
Ordu hastalığın ilk ortaya çıktığı apartmanın olduğu siteyi karantinaya alıyor. Dizide, 15 katlı binalardan oluşan bu sitedeki 101 nolu binada ikamet eden karakterlerimizin hastalık ile olan mücadelesini izliyoruz. Dedektif çiftimizin de aldığı ev bu binada olduğundan olaya birinci elden dahil oluyorlar. Burada kana susamışlık ön planda olduğu için zombiden çok vampiri andıran bir mutasyon söz konusu. Tabi yine, her zaman olduğu gibi Koreliler oyunculuk ve makyajda şov yapmışlar.
Apartmandaki tuhaf karakterleri göstermeye başladığı dakikada aklıma ilk gelen Stephen King’in The Mist filmi ve aynı isimli dizisi oldu. Akabinde yine apartmanda geçmesinden ötürü Sweet Home dizisini çağrıştırdı. Tam beni ufaktan afakanlar basıyordu ki, King’in o insan psikolojisi ile döven tavrı olmadığını fark ettim. The Mist’in dizisini sonuna kadar izleyememiştim. Ruhum daralmıştı. Bu dizide öyle olacak diye çok korktum. Dediğim gibi neyse ki King kadar sert bir giriş yapmadılar. Tabi bu demek değil ki her şey şeker şerbet ilerliyor. Salgın hastalık konusunun hemen arkasından gelen psikolojik gerilim, üzerine eklenen sosyal sınıf ayrımcılıkları derken karanlık bir hava hakim oluyor. İkili ilişkiler ve iç hesaplaşmalar da eklenince fokur fokur bir şey çıkıyor ortaya. Bu kadar mevzunun ortasına da Park Hyung-Sik’i yerleştirmesinler mi! Üff..
Dizi genel olarak benzerlerinden sıyrılmayı başarıyordu. Özellikle zombi gibi başlamasına rağmen aslında temelinde vampire daha yakın bir şekilde salgın bir hastalık olması ve bunun covid gündeminin üzerine gelmesi zekiceydi. İşlenen sınıf ayrımcılığı daha önce görmediğim bir konu değildi ama benim düşündüğüm kadar sert bir dille anlatmamalarını sevdim. Yalnızca yarattıkları o salgın hastalık dünyasını çok daha etkili ve gösterişli ele alabilirlerdi. Kullanılabilir unsurlar daha keskin olmaya müsait görünüyordu. Hastalığın yayılma noktası için güzel çıkış yapıp altını dolduramadıklarını düşünüyorum. Bunlara rağmen dizi seyirciyi bağlamayı başarıyor.
Eksik ve eksi olarak ikiliye çok daha fazla sahne yazılabilirdi. Aralarındaki anlatılmaya çalışılan o bağı göstermeyi çok başaramamışlardı. Ortada bir şey vardı ama aşktan ziyade akraba ilişkisi gibiydi. Salgın üzerinde durulması ve gösterilen neden diziyi fantastik yapıdan çıkarıp daha gerçekçi bir hale sokmuştu. Aparmanda kapalı kaldıkları karantina sürecinde en çok vurgulanan alt metin ise dışardaki canavarlar ile kıyaslandığında kapana kısılmış insanların daha korkutucu olduğu şeklindeydi.
Bir diğer bahsetmek istediğim karakter, Han Tae-Seok (Jo Woo-Jin). Ordudaki konu ile ilgili yetkilendirilen rütbeli abimiz. Jo Woo-Jin ismini; Goblin ve Mr. Sunshine gibi iki inanılmaz diziden tanıyoruz. İkisinde de biraz komik biraz eğlenceli çok da ciddi olmayan rollerdeydi. Bu dizide ise izlediğim diğer rollerine göre çok ciddi ve karizmatik bir karakteri canlandırıyordu. Çok beğendim. Az çok tanıyanlarında benimle aynı fikirde olacağına eminim.
Ve kötü karakterler… İzlerken hepsini bir odaya kapatıp ateşe veresim gelmedi değil. Hepsinin nedenleri, sonuçları güzel güzel anlatıldı. Boşta kalan bazı detaylar olduğu için izleyici olarak hıncımı alamadım. Yan karakterlerin hikayelerinde sonunu söylemedikleri mevzuları kaldı. İlk üç bölüm tempolu ilerlerken bir noktada merak düşmese de çok durağanlaştı. Bölüm sayısı bence yeterliydi ama boşlukları biraz daha doldurabilirlerdi.
Sonuç olarak bence dizinin artıları eksilerinden daha çoktu. Diziyi beğendim, Park Hyung-Sik’i özlemişim, oynadığı karakter Jung Yi-Hyun ise bence inanılmaz karizmatikti. Verdiği kararlardan emin, aldığı aksiyonlarda gözünü bile kırpmayan waow bir karakter izletti bize. Aldığı kilolarda ayrıca yakışmıştı. Sevdiğimiz canımız Min-Min’imiz bu dizide olmuş Mon-Mon. Ayrıca ufak bir not ile bitireyim; dizide belli periyodlar ile genelde gergin bir sahne sonrasında çıkan “Happiness” yazısının ironisi beni çok eğlendirdi.
OST:
Joe Layne - Portrait
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
#Happiness#kdrama#dizi#inceleme#yorum#eleştiri#Han Hyo-Joo#Park Hyung-Sik#Jo Woo-Jin#Song Ji-Woo#Lee Joon-Hyuk
4 notes
·
View notes
Text
İyileşme yolculuğumda yeni karakter açıldı: bir damla alkol almadan çılgın gibi eğlenebilen kadın! Ay ne oynadık ne oynadık! Yan masaları kaldırdık, doğum günü olan iki kişi daha vardı mekanda onları da kaldırdık beraber oynadık. Biri annemin liseden sınıf arkadaşı çıktı o da 60ını kutluyor, diğeri 22 yaşında gencecik bir kız. Uzaktaki masalarda oturan arkadaşları arasında kendi kendine oynamaya çalışanları aldık aramıza üff ne eğlendik be!
Ve gerçek iyilik halimin nişanesi olarak da oturunca bir burukluk dolmadı içime. Heheyt!
23 notes
·
View notes
Note
Üff nereye gittin ya ne güzel senin flörtözlüğünü çekiştiriyorduk
Duş aldım, kremleniyorum birazdan da maske yapacağım hayatı sevme perileri geldi aniden
9 notes
·
View notes
Text
İçindeki ödlek ile tanışma meselesi
Kelimeleri severim. Onları bir araya getirip birkaç kelam söylemeyi, böylece anlaşılmayı, hele bir de doğru anlaşılmayı, bazen de yanlış anlaşılmayı, çatışmayı, üstüne düşünmeyi, yeniden denemeyi... Hep sevdim. Çünkü kelimeler mevzu bahis olduğunda hassasiyet ayarı benim elimdeydi.
Thomas Jefferson'ın Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi Taslağı
Kompozisyon yazılan o dersleri hatırlar mısınız? Favori derslerimdi. Yazıp yazıp karalamak, kelimelerin arasından oklar çıkarmak, şiir yarışmaları, mahlaslar, lacivert pilot kalemler, Cansev'le Piraye kafede frambuazlı cheesecake sipariş edip birbirimize yazdıklarımızı okumak... Üff tarifsiz coşkular bunlar.
Bugün nişan aldığım kelime ödlek. Kendimi tanımlamak için kullandığım kelimelerden biri bu. Gurur duymadığım ama utancımdan da yerin dibine girmediğim bir kelime. Ödü kolay sıdan, yani patlayan anlamına geliyor. Burada öd-den kasıt safra kesesi. Psikolojik sorunlarla doğrudan ilişkisi olduğu düşünülmüş safranın. Melankoli kelimesi de Yunanca kara safra anlamına gelen Melaina Chole kelimesinden türemiş.
Bugüne dek saframla ilgili bir sorun yaşamasam da ödlekliğin ciddi bir temsilcisi olmaktan geri durmadım. Hep temkinli, hep canı tatlı, hep güvenli bölgede. Hatırladığım en eski korkum bir yerimi kesmek, sakatlanmak ve yanmaktı. Yaralara bakamazdım. Bakarsam da sanki yaralanan benmişim gibi bir can havliyle, o noktayı kendi vücudumda bulup sıkarak tıslardım. Çıkan sesleri hayal gücünüze bırakıyorum.
Hiç unutmam ortaokuldaydık. Cansev'in parmağı kapıya sıkışmıştı da, ben kendi parmağımı sıkıp tıslamaktan kıza yardım edememiştim. Bir seferinde de babamla izlediğimiz filmde adamın kolu kopuyordu. Ben de gözlerimi kapatıp tıslayarak kendi kolumu sıkıyordum. Babam "Yanlış kolunu tutuyorsun, adamın sağ kolu koptu" diyerek hemen oracıkta bir yanlışı düzeltmişti.
Faydasız fiziki empatilerin yanı sıra, bazı kaza senaryolarını gereksiz yere kafamda canlandırma huyum da vardı. Kesme tahtasının önünde sebze doğrarken bıçağın elimden fırlayıp gözüme girdiği, matkapla duvarı delerken elimin parçalandığı, motosikletle seyir halindeyken sağ taraftan gelen kamyonun bizi asfalta halı yaptığı, fırında pişen yemeği kontrol etmek için eğildiğimde ocakta kaynayan sütün kafamdan aşağı döküldüğü deli deli VTRler oynadı beynimde.
Belki bu size de oluyordur ama söylemiyorsunuzdur. Normal olmadığını düşünüyorsunuzdur. Ama belki de normal olan budur. Atalarımız böyle paranoyak düşünceler sayesinde yırtıcı hayvan saldırılarından kurtulmuş ve genlerini sonraki nesillere aktarmışlardır da o genleri ben de taşıyorumdur mesela. Ödleklik genlerini.
Çok yaygın olmamakla birlikte "korkan korkmaz" diye bir söz var. Yani gerçek bir korkak gereken bütün önlemleri alır ve artık korkmasını gerektirecek bir durum kalmaz demek istiyor. No. Yıllarca kendimi korumak için epeyce efor sarfettim. İşe de yaradı. Hiçbir yerimi kırmadım, muhtemelen normal bir insana kıyasla çok daha az fiziki yara aldım. Fakat korkum geçmedi. Belki de pek bilgece bir söz değildir.
Ödlek olan bendim ama ödü patlayan Emek oldu. Onun safra kesesi cortladı. Onun parmağı koptu. Onun bir yerleri kırıldı, kesildi, dikildi, ona epeyce pansuman gerekti. Belki de ödlek olmayanlara daha çok pansuman gerekiyordur. Belki de "korkmayan korkmaz" sözü daha bilgece bir sözdür. Belki de bu yüzden yalnızca cesurların problemidir safra kesesi ağrısı.
Durum böyle olunca ben ödlekliği bir süreliğine rafa kaldırdım. Emek'in yaralarına bakabilmeye karar verdim. Bastım batikonu yaraya oh mis! Ölsün mikroplar. Tıslamadım. Onun yerine "bu yara hızlı iyileşiyor şampiyon" falan dedim. Sonra sardım. Yaralar her iyileştiğinde raftan aldım ödleği her zamanki yerine taktım. Her seferinde biraz hafifliyor küçülüyordu. Ama hala yerine oturuyordu.
Delphi Apollon Tapınağı'nın girişindeki Gnothi seauton (Yunanca "kendini bil") yazısına ithafen, Madrid Ulusal Antropoloji Müzesinin alınlığında yazan Nosce te ipsum (Latince "kendini bil")
Yine de şunu anlama fırsatı buldum. Korkunç görünen bir şeyden, henüz o gerçekleşmeden korkmak kolay. Gerçekleştiği zaman korkmaya fırsatınız olmuyor. Önce gerekeni yapmak mecburiyetinde kalıyorsunuz. Kanamayı azaltmak için yaraya kompres yapmak bir aptalın da aklına geliyor. Adrenalin enteresan bir hormon. Kaygı, esas her şey yoluna girdiğinde gelip karnınızın üzerindeki koltuğa oturuyor.
Bu ödleklik belki daha ciddi bir durum sonrası ya da zamanla kendiliğinden azalarak yok olur. Belki onun azalma hızı benim yaşama hızıma yetişemez. Belki de bir gün ödleği karşıma alır, veda konuşması yaparım. "Sana güle güle, ben bungee jumping yapacağım" derim. Düşük bir ihtimal olsa da mümkün. Bilemiyorum Altan.
Hepimiz bir şeyiz işte hayatta. Değişken hızlarda başka bir şeylere dönüşmekte olan bir şeyleriz. Buna güveniyorum. Daha iyi bir versiyonuma ulaşmak anlamında söylemiyorum bunu. Her şeyin geçici olduğu bir yerde herkes bir gün kafasına tam uyan bir şapka bulacak diye düşünüyorum sadece.
Belki yıllarca taktıktan sonra bir gün o şapka rüzgarda uçup kaybolacak ama sen onu taktığın günlerin tadını çıkarmayı bildiğin için o kadar da kahrolmayacaksın. Hatta "Üf be! hey gidi ne taktım seni be! Hadi eyvallah" diyip el sallayacaksın arkasından. Belki. Olamaz mı? Olabilir.
10.11.2024
0 notes
Text
üff ne zor bi gündü. dün sabahtan akşama kadar kasıklarımda bir ağrı, yatakta sağdan sola dönemiyorum, kendimi kaldıramıyorum, iki büklüm yürüyorum, bıçaklar saplanıyor. geçer geçer diye bekledim akşama kadar. yok. duramıyorum. geceye doğru sağ kasıkta yoğunlaştı. sol bacağımı rahat oynatıyorum ama sağ bacağı oynatsam direkt bişiler saplanıyo hareket ettiremiyorum. gülerken öksürürken de müthiş ağrıyo. geçecek gibi değil, gidelim artık dedim acile. takside giderken aklıma yoksa apandist mi?!?! diye bi endişe düştü. internette bakıyorum, hakkaten de beni tarif ediyor :d tövbe yarabbim nasıl korktum... acile girdik, önce kadın doğum acil baksın dediler, gittik baktılar şükür bebek iyi. acile geri döndüm. muayene olcam diye bi 1,5 saat bekledik önce -.- sonra kan idrar verdim, onu da 1,5 saat bekledik -.- neticede hiçbişi yok dediler? nasıl ya? normal bir ağrı çekmiyorum ama bak, oturamıyorum, kalkamıyorum, yatamıyorum, gerçekten daha önce çektiğim bir acı gibi değil. bi sebebi olmalı, bişey yapabilmeliyiz yani, öyle düşünüyorum :D yok diyor her şey temiz sadece ağrı kesici yazabilirim :D gerisin geri döndük eve. bu arada dün sol çenemde de bir ağrı başlamıştı. bu sabah kalktım, çenem gitmiş. çenemi oynatırken, dişlerimi azıcık sıkarken müthiş ağrıyor ama onu geç, kafamı oynatırken bile ağrıyor :D iyice çürüğe çıktım. sağ kasığım da aynı durumda, dünkü kadar feci değil ama yine yataktan kalkarken sağa sola dönerken acısı batması devam ediyor. neyse inşallah geçer kendi kendine tez zamanda ne biliyim çok saçma sebebini bilememek.
6 notes
·
View notes
Text
Bir haftadır ablamlardaydim gunun çoğunluğu da tek basimaydim üff mükemmel bi seydi o kadar sakin ve dingindim ki bugun eve geldim ananı avradını ayak basar basmaz bunyeme oyle bir sinir saplandi ki durduk yere benle konuşan ilk kişinin agzinin ortasina çakabilirim o biçim bir sey
1 note
·
View note
Text
TİLKİuaz Medya’nın Güzeltepe’deki plazasında yazıyorum.
✍🏻 Kadir Veral
Tekneler, yatlar boylarına göre paha ve değer kazanırlar. Yani, “önemli olan boyu değil, işlevi” hikâyesi burada pek geçerli değildir. Teknenizin, yatınızın boyutuna göre konuşmak gerekir. Söylemesi ayıp, benim de rekreasyon amaçlı kullandığım, kırk metrelik Fransız Beneteau üretimi bir yatım var.
Değişikliği severim; hele de pastırma yazlarını… Dün gece sevgilimle baş başa harika bir gece geçirdik. Uyandığımda Vacheron Constantin marka kol saatim 11.00’i gösteriyordu.
Anastasia çoktan kalkmış ama ortalıkta görünmüyor… Kahretsin, başım yine kazan gibi. Bu tür sabahları hiç sevmem.
Kendime gelebilmek için hemen bir duş aldım, çıktım. Üzerime giydiğim gömlek, takım elbise ve parfüm dâhil hepsi Alman moda markası Hugo Boss’tur. Kravatımı ise Cuma gününe özel olsun diye Vitaliano Pancaldi’nin yeşil tonlarından seçtim. Yine çok mütevazı bir marka olan Lanvin’in kol düğmelerini taktım. Tamamen kişiye özel, el yapımı Tanino Crisci ayakkabılarımın bağcıklarını bağladım. Üff, çok havalıyım ya!
Kahvaltı yapmak için güverteye çıktığımda sevgilimin beni beklediğini gördüm. Günaydınlaştık; kuş sütü eksik masadan sadece taze sıkılmış portakal suyumu içip kalktım… Sevgilimle vedalaştık. Artık işe dönme vakti…
Kıyıya yanaştığımda makam aracımın çoktan gelmiş, beni beklediğini gördüm. Biraz ilerideki İngiliz şirketi Royal Dutch Shell PLC’den Irak’tan gelen yakıt ihtiyacımızı karşıladık. ABD üretimi Jeep’leri seviyorum ya! Özellikle koltuklar çok rahat; teknolojik donanımları size birçok fırsat sunuyor. Ben de olan biteni öğrenmek için Takvim, Akşam, Sabah gazetelerine şöyle bir göz gezdirdim. Tanrım, her şey ne kadar da güzel: bolluk, bereket, moda, magazin… GS yine galip gelmiş; yani her şey her günkü gibi harika! AA radyosunda Müslüm Gürses’in “Yakarsa bu dünyayı garipler yakar” parçası çalıyor. Ne garip!
Havuzlu plazamızın önüne geldiğimizde zaman ilerlemiş, öğleden sonrasına dönmüştü. Aklım hep, yarınki köşemde ne yazsam acaba sorunsalında. İşin kötüsü, bu ülkede malzeme bulmak artık hiç de kolay olmuyor. Yirmi üç yıldır bu mesleği icra ederim; hiç bu kadar zorlandığım bir dönem hatırlamıyorum. Yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar, kadın cinayetleri, çocuk istismarları olsa ona göre mevzu bulur, yazarsın. İşsizlik, hayat pahalılığı desen, yok denecek kadar az. Neyse, asistanım Nagehan bir şeyler bulur, halleder.
Çalışma ofisimi çok seviyorum; tamamen İtalyan Visionnaire zevki ile döşenmiş. Fransız model penceresinden dışarıdaki fiskiyeden fışkıran suları gördükçe içimde tarifsiz sevinçler olur, kelebekler uçuşur. Tanrım, hayat ne kadar güzel. Sana şükürler olsun ki böyle bir ülkede, böyle bir iklimde yaşıyorum. Yoksa ben kimim, buralarda olmak kim?
Avrupa’da yaşayanlardan ne farkımız var ki? İstersem akşam yemeğimi üç saat kırk beş dakika sonra Paris’in Kong Bar Restoran’ında yiyebiliyorsam, bununla da yetinmesini bilmek gerekmez mi? Allahtan çok kanaatkâr birisiyim; azla yetinmeyi bilirim. Hennessy marka konyaktan bir yudum aldım, Davidoff marka harika puromu yaktım. Çin malı Lenovo marka bilgisayarımın başına geçtiğimde aklıma orijinal bir başlık geldi: “2028’de Kişi Başına Düşen Milli Gelir 39.999 Dolar Olacak!” Bundan sonrasını yazmak çok kolay…
Yazımı tamamladım, genel yayın yönetmenime gönderdim. Görevimi layıkıyla yapmanın huzuruyla arkama yaslandım ve gayri ihtiyari dudaklarımdan şu sözcükler döküldü: “Durmak yok, yola devam.”
Ben kim miyim?
Sabah Gazetesi’nin hem yerli hem de milli köşe yazarı Süleyman Süslüman. Hürmetlerimle.
Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesi olmaya devam etsin.
Yaşasın Mustafa Kemal,
Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye…
Kadir Veral
0 notes
Text
Şov alevi Ziynet Sali'yi yakıyordu!
https://pazaryerigundem.com/haber/187913/sov-alevi-ziynet-saliyi-yakiyordu/
Şov alevi Ziynet Sali'yi yakıyordu!
Ziynet Sali Ankara Kültür Yolu Festivali kapsamında Başkent Millet Bahçesi’nde konser verdi. Şov için kullanılan sahne alevleri rüzgârın etkisiyle Ziynet Sali’ye doğru gelince, saçlarının ucu alev aldı.
ANKARA (İGFA) – On binlerce kişinin izlediği konserde Sali hit şarkılarının yanı sıra Türkçe popun klasiklerini de seslendirdi.
Sezen Aksu’nun meşhur şarkısı ‘Beni Yak Kendini Yak’ı söylerken şov için kullanılan sahne alevleri rüzgârın etkisiyle Ziynet Sali’ye doğru geldi ve saçlarının ucu alev aldı. Durumu çabuk fark eden Sali hızlı davranarak eliyle alevi söndürdü.
Sonra da seyirciye “Aşk için yanıyoruz, Müzik için yanıyoruz” diye seslenen Ziynet Sali’nin hayranları da cevap olarak üzerinde “Üff, Ziynet Sali’nin aşkı yaktı beni” yazan pankartı kaldırdı. Hazırlıklı gelen Ziynet Sali fanlarının elindeki “Türk işi Jennifer Lopez” yazan pankart da ilgi çekti. Sali, güzelliği ve sahne performansıyla sık sık Amerikalı yıldız Jennifer Lopez’e benzetiliyor.
Ziynet Sali konserinin ilerleyen dakikalarında duygusal anlar da yaşandı. Sali, cuma gecesi ani bir şekilde hayatını kaybeden Metin Arolat’ı andı. Yakın arkadaşı Arolat’ı çok sevdiğini söyleyerek üzüntüsünü dile getirdi. Hayranlarından Metin Arolat için alkış istedi.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Baekhyun un yeni şarkı da varyaaa üff yakıyor be
1 note
·
View note