#öykü-hikaye
Explore tagged Tumblr posts
elestirmen-46-86 · 2 years ago
Text
Halide HALİD- Araştırmacı yazar- Tahta kapı ve demir kapı
Azerbaycan'lı araştırmacı yazarın kısa #hikayesi yayında okumanız dileğimle #yazar: Halide Halid #hikaye: (kısa hikaye) Tahta Kapı Demir Kapı
(Kısa hikaye) Yıllarca ev sahibine kusursuzca hizmet eden tahta kapı gün gelmiş eskimiş ve bayağa yıpranmış. Bunu farkeden ev sahibi onu kırarak yerine demir kapı takmış. Gel zaman git zaman, demir kapı paslanmış. Ev sahibi onu temizleyip, yeniden boyamış. Tahta kapı ise fırlatıldığı köşeden demir kapıya gülerek böyle söylemiş: -Eyvah senin haline! Baksana, senin gerçek yüzünü nasıl saklıyorlar.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yildirimkemalsworld · 3 days ago
Text
Köle Çocuk Heidi
Tumblr media
Her çocuk çocukluğunu yaşamaya hakkı var!
Verdingkinder… anlamını pek çok İsviçrelinin bile bilmediği, bilenlerin ise konuşmaya çekindiği bir kelime. Verdingkinder kelimesi, “sözleşmeli çocuk” olarak çevrilebilir.
Ancak gerçekte bu kelimenin ardında çok büyük acılar gizli. Bu kelime, İsviçre’nin toplumsal tarihinde hatırlanmak istenmeyen bir gerçeğin simgesidir.
Peyniri, çikolatası, Alp dağları ve bu dağlarda çıplak ayakları ile sağa sola koşuşturan Heidi’si ile meşhur, özgür ve zengin İsviçre, 18. yüzyılın sonundan 1960’lı senelerin başına kadar çocuk emeği sömürüsünün benzerine az rastlanan bir biçiminin uygulama alanı oldu.
Avrupa’nın ortasında çocuklar, özel pazarlar içerisinde, köle ticaretini aratmayacak bir şekilde satılmaktaydı. Batı’nın çok sayıdaki insani eksikliklerinden yalnızca bir tanesi olan bu uygulama, sözde doğrudan demokrasinin olduğu, insan hak ve hürriyetlerinin korunduğu İsviçre gibi bir ülkenin çok yakın tarihinde, bunun bir tür kölelik sistemi olduğu ancak 1974 senesinde idrak edilince, bir yasayla kaldırılmıştır.
Bu konu uzun yıllar İsviçre’nin konuşmaktan dahi kaçındığı bir tabu haline gelmiş, üstü örtülmüş, hâlâ da örtülmeye devam edilen bir konudur. 1800’lü yıllarda tarım henüz makineleşmemiş ve tamamen insan emeğiyle yapılabiliyorken, İsviçre’de çiftliklerin ucuz iş gücü ihtiyacını karşılamak için devlet ve kilise farklı bir yöntem geliştirdi: Verdingkinder, yani sözleşmeli çocuk işçiler.
Devlete borcu olanların, boşanan çiftlerin ve farklı etnik kökenden gelenlerin çocukları, anne babası ölmüş veya ailesi ceza evinde olan çocuklar veya kendisi suç işleyen çocuklar devlet ve kilise onayıyla ve aracılığıyla çalıştırılmak için başka ailelerin yanına yerleştirilirdi. Papazların önderliğinde ailelerden toplanmış olan çocuklar, çiftliklere kiralık olarak verilir veyahut şehirlerde kurulan çocuk pazarlarında 4 yaşındaki çocuklar bile, ev ve çiftlik işlerinde çalıştırılmak için satışa çıkarılırdı.
Genellikle ucuz işi gücü ihtiyacı olan çiftlik sahipleri tarafından satın alınan bu çocuklar, anne ve babalarından bir daha görüşmemek üzere ayrılıyorlardı. Bu andan itibarennartık çocukları arayan, sorunlarını dinleyen, tecavüze uğradıklarında veya işkence gördüklerinde sahip çıkan olmazdı. Bu çocuklar diğer aile bireyleriyle yemek yiyemezlerdi. Dayak, sıradan günlük bir olaydı.
Pek çoğu yeni aileleri tarafından kötü muameleye tabi tutuluyor, psikolojik ve fiziksel olarak istismara uğruyordu. Okul ve eğitim, pek çoğu için hayaldi. İçlerinde küçücük çocukken tecavüze uğramış olanlar, hasta olduğu zaman doktora götürülmediği için ölenler olmuştu.
Böylece ahırlarda hayvanlarla birlikte yaşayan, çoğu kez yalnızca bir çuvaldan ibaret elbiseleri içinde yalın ayak ve hemen her zaman aç olan bu çocuklar toplumsal hayatın, olağan, alışılmış bir parçası olarak kabul gördü.
Çünkü onlar devlet politikasıyla, bu toplumun gözünde suç işleyen, boşanan, fakir ailelerden kurtarılıp özgürlüğe ulaştırılan çocuklardı.
Tarihçi Marco Leuenberger, I. Dünya Savaşı sırasında Bern kantonundaki çocukların yaklaşık %10’unun bu statüde olduğunu belirtiyor. 1930 yılında tüm tarım işçilerinin %20’si 15 yaş altındaki çocuk köle işçilerdi.
Bunların içinde 35.000’i gün ışığına çıkarılmıştı. Ancak gerçek rakamın bunun 2 katından fazla olduğu tahmin ediliyor. 1920, 1970 yılları arasında bu şekilde yabancı ailelerin yanında yetişmiş sözleşmeli çocuk sayısı yüz binlerle ifade ediliyor. 13 Şubat 2012 tarihinde İsviçre’nin Biel/Bienneşehrinde düzenlenen bir söyleşide, bazı verdingkinder tanıkları yaşamlarını şöyle anlatmışlardı: Yohan: “Benim onlarla birlikte mutfakta yemek yememe asla izin vermezlerdi.
Evin yanındaki penceresiz bir kulübede yaşar, yemeğimi de orada yerdim.” Verner: “Kışın onlar benim pantolon ceplerimi dikerlerdi, ellerimi cebime sokamazdım. Çalışırsan ısınırsın derlerdi.” Alice: “Okula başladığımda çok mutlu oldum. Çünkü burada kimse bana vurmuyordu.” Peter: “4 yaşında verdingkinder olduktan sonra insanlara inancımı kaybettim. Çok kötüydüler.
Her gün sadece çalışmak ve dayak vardı.” 1827-1901 yılları arasında yaşamış olan İsviçreli yazar JohannaSpyri’nin yazmış olduğu bugün bile en çok okunan çocuk kitapları arasında yer alan ve filmleri, çizgi dizileri çekilen Heidi adlı romanında verdingkinder uygulamasına dikkat çektiği belirtilmektedir.
Karda, kışta çıplak ayaklarıyla Alp dağlarında koşuşturan Heidi’nin de aslında bir verdingkinder olduğu söylenmektedir. İsviçre’nin kalkınmasında büyük emeği geçen çiftliklerin asıl mimarı bu çocuklar oldu. Bu çocukların sömürülmesiyle hem devlet, hem de çiftlikler zengin olmuştur. Verdingkinder uygulaması için resmi özür, İsviçre hükümeti tarafından ancak 11 Nisan 2013 tarihinde yapılmıştır.
Yakın zamanda İsviçre’nin Zürih şehrinde açılan, bu çocuklarla ilgili serginin anı defterine bir genç kızın yazdıkları aslında her şeyi anlatıyordu: “Bunlar bizim özgür ve zengin ülkemizde mi olmuş ? Çok üzgünüm.”
9 notes · View notes
denizeyuruyen · 1 year ago
Text
Tumblr media
"Ne adam kadını kendine çekmişti ne de kadın onu, bir fırtınadan kenetlenmişçesine birbirlerinin içine geçmişlerdi, birlikte ve iç içe dipsiz bir bilinmeze doğru düşüyorlardı ve oraya inmek tatlı ve bir o kadar da yakıcı bir şuursuzluktu - uzun zamandır birikmiş duygular beklenmedik bir mıknatısla ateşlenmiş ve tek bir saniyede boşalıvermişti. Kenetlenmiş dudakları yavaş yavaş birbirinden ayrılırken ve ihtimal dışı bu olayın henüz sersemliği sürerken, adam kadının gözlerinin içine bakmıştı; sevgi dolu karanlığın ardında tanımadığı bir ışık vardı bu gözlerde. Adam işte o zaman fark edişin akınına uğramıştı - bu kadın, sevdiği; nicedir, haftalardır, aylardır, yıllardır onu seviyor olmalıydı; yaşanan bu saat, ruhunu delip geçinceye kadar ona coşku içinde ana gibi yaklaşmış, usulca susmuştu. İşte tam da bu, inanması zor olan şey şimdi sarhoşluğa dönüşmüştü: O, o, seviliyordu, hem de o mesafeli kadın seviyordu onu - bir gökyüzü doğmuştu şimdi, ışıl ışıl ve uçsuz bucaksız, yaşamının ışık saçan öğlesi..."
- Stefan Zweig - Geçmişe Yolculuk
57 notes · View notes
zahirevliyasi · 5 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
📚 Öykü ve novella okuma serüvenimin ilk beş basamağı tamamlandı. Okuduğum 5 kitap da birbirinden güzel, özgün ve kıymetliydi. Mahsus O. Henry'nin kısa 6 öyküsünün toplandığı Son Yaprak kitabı ile başlamıştım. Onun eserlerini evvelden tattığım için vereceği umuttan, yaşama sevincinden nasiplenmek istemiştim. Dİğer yandan kısa öyküler olduğu için okumaya alıştıracaklardı ki tasarladığım gibi oldu. Buna mukâbil diğer kitaplar novella olmalarından olacak mevzûlarını daha derin işleyerek beklenileceği gibi düşünme sürecimi bir hayli meşgul etti. Hepsini gerçekten çok beğendim ve herkese gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
📝 Okuduğum kitaplara dâir kendi değerlendirmelerimden oluşan ve Kurgunun Hâsıl-ı Kelâmları adını verdiğim yazı serisini kişisel bloğumdan okuyabilirsiniz. Şimdiden iyi okumalar dilerim ❤️❤️
Bağlantı bio'da: 👉zahirevliyasi.wordpress.com
12 notes · View notes
hicbirseyiolmayan · 2 years ago
Text
Yorgunsun.Anlatmaktan değil, susmaktan. Yaşamaktan değil, yaşamamaktan.O kadar yorgunsun.
Nazan Bekiroğlu
68 notes · View notes
yildirimkemal · 2 months ago
Text
Ölmek istiyorum
Uyur gibi,
Çekilen acılara inat,
Yavaş yavaş,
Ben bile öldüğümü anlayamadan.
Ölmek istiyorum.
Gitmek istiyorum.
Kimsenin olmadığı bir yere
Belki iyi gelir diyorum
Ruhuma kalbime.
Aklıma geliyor hayat,
Yaşanmışlıklar.
Bir parça akan damla.
Size bırakıyorum.
İğrenç hayatı, yalan, acımasız, hırsız.
Hani bunların olacağını bilsem.
Anne rahiminde yaşam mücadelesi verir miydim bilmem?
Ama işte bir ümittir yaşamak diyorum.
Sonra ümidi çaldıkları aklıma geliyor.
Ebedi susuyorum..
Tumblr media
3 notes · View notes
vinceverbatim · 11 months ago
Text
"
Sokağa çıkmalı, bir kahveye gitmeli, İstanbul'a inmeli mi, inmemeli mi diye düşünmeli. Bir vapur kaçırmalı. Sonra ortalık kararınca bastona dayana dayana eve dönmeli. Oturmalı, okumalı. Hep aşk hikayeleri okumalı. İnsanların birbirini sevmeye buradan başladığını sanmalı. Kapanmalı yalnız kendi kendimizi düşünen varlığımıza, hayatımıza. Dışarıya burnunu bile uzatmamalı. Ne mangallıyı, ne mangalsızı, ne kaloriferliyi, ne ateşsizi, ne hastayı, ne açı düşünmeli; salmalı kendini hülyaya, gerine gerine aşk hikayeleri okumalı..
Sait Faik Abasıyanık, Mahalle Kahvesi/Kış Akşamı, Masa ve Sandalye
7 notes · View notes
maidurak · 2 years ago
Text
Aynı döngüyü yaşıyorum sürekli. Bir bekleyiş hali içindeyim. Beklediğim şeye ulaşamadığım bir bekleyiş bu. Sonunda elde ettiğim şey daha fazla boşluk hissi.
Kalbimin yerinde bir karadelik var. Pozitif duyguların hepsini emiyor. Yanında hiçbir cılız ışıltı barınamıyor. Bana bir süpernova lazım. Ancak o zaman kalbimin amansız derinliği ışıltıya sahip olabilir.
Beni her gün patlamaya hazır bir yıldız gibi asice ve korkusuzca sevebilir misin sevgili? Üzerimdeki siyah bilinmeze dayanabilir misin varlığının ışıltısıyla? Beni yeniden güneşe döndürür müsün?
Sana her yazdığımda umut ediyorum. Her seferinde aynı umutsuzluğu yutuyorum. İlgisizliğin midemde gaz yapıyor artık. Acı su canımı yakıyor. Sessiz reddedişlerin ölmek isteyişlerimi güçlendiriyor. Beni vazgeçirecek sebepler bulmakta artık zorlanıyorum.
Kendi içime doğru patlamak üzereyim. İçin için tütüşlerim içerden püskürmeye hazırlanan bir volkan gibi. Kabuğumu parçalamak için can atan bir lava akıntısına dönüşüyor histerim. Gel kurtar artık beni. Izdırabıma son ver. Beni bana yeniden bağışla varlığınla.
Tumblr media
20 notes · View notes
raconroll · 5 months ago
Text
A-Bacchus - Keşke Bilmeseydim (Bu şarkı ile tüketiniz.)*
Bilal öldü ben hiç ağlamadım. Bilal öldü ben çok ağladım.
Uzun süren bu suskunluğumu bu gece ne yazık ki tam da burada bozmak istiyorum… Yine sıcak bir yaz sabahıydı. Ortak ve yakın bir arkadaşımızın kız kardeşinin düğününde buluştuk. Herkes filinta gibiydi. Keyifler gıcırdı. İçkiler içildi bol bol eğlenildi, danslar edildi, halaylar çekildi. Her şey olması gerektiği gibiydi ve o davette 50'li yaşlarının ortalarında bir abimiz, alkol sofrasında bir cümle kurdu: "Her sabah bir yakın arkadaşımın ölüm haberini alıyorum ve hayatımın geri kalanını böyle yaşıyorum." diye. Kitabın ortasından girmiş bir pasaj gibi değil mi? Aynı benim şu anda kitabın ortasından hikayeye başlamam gibi. Ama merak etmeyin. Hikaye bir anda sona kavuşacak. Çünkü Bilal artık yok. Belki de hiç olmadı…
Gecesinde de bol bol eğlendiğimiz bir günün sonunda herkes bir yana bayılmış bir biçimde sabahı ettik ve sabahında güzel bir kahvaltının sonunda eğlence devam etti. Biz erkekler olarak bir hamam organizasyonu düzenledik yorgunluğumuzu atmak ve rahatlamak için. Toplaşıp gittik. Orada da herkesin keyfi yerindeydi. Ayrıca dünün yorgunluğunu hamam tam anlamıyla almıştı diyebilirim. Bilal'le yaptığımız son organizasyon. Cenazesini ve defnettikten sonra tüm yakın arkadaşlarıyla buluşup şarap içmemizi, onunla geçirdiğimiz güzel anıları birbirimize anlatışımızı saymazsak…
Bu müthiş 2 günde çekildiğimiz fotoğrafları birbirimize atmak için bir whatsapp grubu kurmuştuk. O grup hala var ve çıkamıyorum. Nedenini bilmiyorum.
Herifin instagramı hala duruyor. Bazen durup dururken oradan yazabilme ihtimali beni değişik hissettiriyor. Nedenini bilmiyorum.
Bilal iyi adamdı. Dünyaya erken göç eden iyi adamlardan. Görüntü yönetmeniydi. İyi bir fotoğrafçıydı. Siyah-beyaz fotoğraflara sevdiği kadınlardan daha çok inanan bi adamdı. Bir dizi projesinde birlikte çalışma fırsatımız oldu ve 1 seneye yakın da ev arkadaşlığımız. Aynı sofraya oturduğum, yılbaşında bayılana kadar içip aynı koltukta sızdığım, "Abi şöyle bi film var birlikte izlememiz lazım, fikirlerin benim için çok önemli" diyen bi adam. Birlikte saatlerce online oyunlar oynadığım bi adam. Sadece birlikte eğlendiğimiz replikleri birbirimize art arda yapsak dahi sıkılmadan aynı samimiyette ve coşkuyla gülebildiğim adam. Bilal iyi adamdı. Mücadelesi kalmadı. Ben pek iyi bi adam sayılmam. Mücadelem devam ediyor.
Hamam sonrası, benim gece çalışmam gerektiğinden düğün ekibinden erken ayrılmak zorunda kaldım. İşler birikmişti ve yetiştirmem gerektiğinden, yanlarından erken ayrılmak zorunda kaldım. Bir daha onu göremeyeceğimi ve aramızdan zamansız ayrılacağını bilseydim ne yapar ne eder 3 gün uyumadan çalışırım yine de kalırdım diyorum şimdi kendi kendime. Belki son sigaramızı ve biramızı içer, birlikte son müziğimizi dinler, son filmimizi izler, kadınlardan konuşurduk.. Dahasında fotoğraflar, fotoğrafçılar, yönetmenler hakkında uzun uzadıya tartışırdık. Sonra ne mi oldu? Sonra ben eve geldim. O akşam bizimkiler benim işimden dolayı buruk da olsa son kez Bilal'le vakit geçirme fırsatı buldular. Benim Bilal'i gördüğüm son akşam oydu.
Aradan 1 hafta geçti. O gün öğlene doğru yattığımdan geç uyanmıştım fakat başımda inanılmaz bir ağrı ve içimde inanılmaz bir huzursuzlukla ve huysuzlukla uyandım. Kalktım ve "Artık bir şeyler hazırlamalıydım kendime yemek için." dedim söylenerek. Zaten yeni uyandığımda huysuz olurum. 2-3 sigara içmeden bir şey yemem içmem ama bu sefer durum farklı gibiydi. Çok aldırmadım. Televizyondan bir şeyler açtım yemek yerken izleyeyim dedim. Yemekten önce de bir tane ağrı kesici attım iyi gelir belki diye. Fayda etmedi. İlk lokmamı ağzıma atmamla içeride odamda duran telefonumun çalması bir oldu. Lokmamı çiğnerken bir yandan salondaki üçlü koltuktan doğruldum ve içeriye odama gittim telefonu elime aldığımda Tolunay arıyordu. Yakın arkadaşım. Zamanında Bilal'le beni tanıştıran adam. "Efendim" dedim "Ne arıyon lan beni bu saatte?" hafif şakacı hafif dalga geçer bir üslupla. "Abi 4 kere aradım neden açmadın" dedi. Muhtemelen mutfakta yemek yaparken aramıştı. Der demez sesindeki telaşı kalbimi gıcıkladı. "Noldu oğlum? Bişi mi oldu dedim."
Ağlamaklı sesiyle:
"ABİ BİLAL İNTİHAR ETMİŞ" dedi.
O an çiğnediğim lokmayı yutkunamadım. Sadece "Ney?!" dediğimi hatırlıyorum yüksek bir sesle. Bir yandan onu dinlerken bir 20-30 saniye durumu idrak etmeye çalışırken; "Nasıl olur amına koyayım" "Ciddi misin ?" "Nasıl olmuş?" "Neredesin şu anda?" sorularım da üst üste geldi. Hemen geliyorum dedim ve telefonu kapattım. Masadaki dolu bardakta olan içeceğimden bir yudum alıp yutkunamadığım son lokmayı da onun yardımıyla yuttuktan sonra ekipmanlarımı giyip yola çıktım. Tolunay'la aramda bir 30 km'lik mesafe vardı. Düşünmemem lazımdı. Düşünmeden Tolunay'a ulaşmam. Sonrasında bakarız diyordum. Kazasız belasız. Müzik dedim. Müzik açayım. Kaskımın interkom'undan rast gele bir şarkı açıp, motorumu çalıştırıp gazlamaya başladım ve hiç bir şey söylemeden. ne çaldığını bilmeden. yola ve müziğe odaklı bir şekilde Tolunay'ın semtine vardım. Nasıl gittiğim konusunda şu an dahi hiç bir bilgim yok. Vardım ve aradım. Caddede Postane'nin karşısında beni bekle dedi. Bilal'in abisinin yanındayım. Cenaze evinde. Beni oraya bırakacaklar. Tamam dedim. Motoru park edip beklemeye başladım. O an. İşte o an müzik sesi kesilmişti. Rüzgar sesi. Motor sesi. Tüm sesler. Artık kafamın içindeki sesle baş başa kalmıştım. Kaçtığım ve ertelediğim. Kapalı bir dükkanın önünde, sadece sokak lambalarının aydınlattığı ve insanların birer birer seyrekleştiği bu matem saatlerinde; tam olarak ne ile baş başa kaldığımı o an yavaş yavaş idrak etmeye başladım. Sonra Tolunay geldi. Sarıldık. Ağladı. Güçlü kalmaya çalıştım. Başaramadım. O ağlayınca ben de kendimi tutamadım. Ağladım. Ağladım. Ama kendimi bırakmadan. Gözyaşlarım birer birer içime aktı. Çaktırmadım. Birinin güçlü kalması lazımdı çünkü. Çünkü Tolunay'ın 2. yakın arkadaş kaybıydı. İlk yakın arkadaşını motosiklet kazasında henüz 20'lerin başındayken kaybetmişti. Biraz da sağ salim beni buraya getiren şey buydu. Tolunay. Açık bir yer aradık. Alkol ayarladık. Tolunaylara geçtik…
Tam 1 ay sonra Bilal'in ölümünün yıl dönümü. Ve ben buradan sonrasına şu an için devam edemiyorum. 1 ay sonrasına kadar yine ara ara yazmaya çalışıp, hikayenin devamını bitirmeye çalışacağım. Umarım başarırım ve tam ölüm yıldönümünde bu hikaye de böylelikle bir şekilde hem ölümsüz olmuş olur hem de canım kardeşimin anısı internetin karanlık boşluğunda oradan oraya savrulur. Çünkü onun isteği de hikayesine yakışan da bu olurdu.
Rest in Peace B. B.
3 notes · View notes
nimhandeee · 2 years ago
Text
31 notes · View notes
halilbstug · 8 months ago
Text
Tumblr media
Yeni bir hikaye doğuyor!
2 notes · View notes
oylesineyazan · 8 months ago
Text
Ellerimi göğsüne koydum ve konuşmaya başladım, uzun zaman sonra ilk konuşmamdı bu. Benim sevdiğim adam nerde, eskiden saçımın teline zarar gelir diye korkan o adam nerde diye bağırmaya başladım, bu adamı sevmedim ben dedim ona beni kırmaktan korkmayan bu adamı sevmedim ben. Gözlerimden yaşlar süzülürken neden diye sordum neden yaktın bu kadar canımı? Kaldıramam ki ben bu yükü, bu ağırlığı ben kaldıramıyorum dedim ağlamamın arasındaki küçük hıçkırıkların arasında ve daha fazla ayakta duramayıp dizlerimin üzerine çöktüm. Ellerimden tuttu ve o da benimle birlikte yere oturdu. Konuşamıyordum artık, o da konuşmadı. Sessizliği bozan tek şey ağlarken tutamadığım hıçkırmalarımdı. Yavaşça sarıldı bana ve saatlerce durduk öyle..
3 notes · View notes
yildirimkemalsworld · 4 days ago
Text
Natascha KAMPUSCH
Tumblr media
Natascha KAMPUSCH
“Ben 18 yaşındayım daha.”
23 Ağustos 2006’da Avusturya’nın Deutsch-Wagram kasabası sakinleri caddede bir şeylerden kaçar gibi koşan bir kız gördüler. 18 yaşlarındaydı, öğlen vakti korkulu gözlerle yarın yokmuşcasınakoşuyordu.
Dakikalar sonra durdu ve yürüyen insanlardan yardım istedi, durumun acil olduğunu polisi aramaları gerektiğini anlattı ama insanların gözünde aklı dengesini yitirmiş saçmalayan birisiydi o yüzden önemsenmedi. Ona kimse yardım etmedi.
Genç kız tutacak bir yardım eli bulamayınca Hemen ilerdeki ev, IngeT, diye bilinen 71 yaşındaki birisinin eviydi. Genç kız kapıyı çaldı ve “Ben Natascha Kampusch, kaçırıldım hemen polisi aramalısınız.” dedi.
Ev sahibi kıza inanmıştı, çaresizliğini gözlerinden okuyabiliyordu. Ekipler kendilerine 13:04’te ulaşan çağrı çareyi yakınlardaki evlerden birisine gitmekte buldu. sonrasında hemen eve geldiler.
Natascha Kampus’un üzerinde yara izleri vardı. Yüzü oldukça solgundu, büyük bir sağlık sorunu görünmese de bir hayli zayıftı. Onun hikayesi oldukça sarsıcıydı, Natascha tam 8 yıl önce kaçırılmış ve kaçtığı güne kadar hücre benzeri bir yerde yaşamak zorunda kalmıştı. Kaçırılmadan önce yani 10 yaşlarındayken sahip olduğu ağırlıktaydı.
8 yılda boyu 15 cm uzamıştı. Genç kızın Natascha Kampus olduğu yapılan dna testleriyle onaylandı. Sabine Freudberger, Natascha ile konuşan ilk polis memuruydu. Natascha ile olan ilk temasında dikkatini sadece bir çekmişti: Natascha’nın zekası. Natascha esareti süresince eline geçen her şeyi okumuş, kısıtlı kanalları çeken bir radyoyu dinlemişti.
Natascha Kampus 1988’de Viyana’da dünyaya gelmişti. Bu karanlık ve etkileyici hikayenin kahramanı ailesinin boşanması sebebiyle stresli bir çocukluk dönemi geçirmişti.
Natascha kaybolmadan önce annesiyle yaşıyordu. 2 tane de ablası vardı. Kaçırılmadan bir gün önce 1 Mart 1998’de babası Koch ile beraber gittiği tatilden dönmüştü. Tatil için seçtikleri yer Macaristan’dı. Natascha1 Mart günü planlanan saatten biraz daha geç bir saatte eve geldi. Bu gecikme annesiyle ufak bir tartışma yaşamasına sebep oldu. Anne kız bir süre atıştılar.
2 Mart 1998 sabahı Natascha okula gitmek için evden çıkmış olsa da aslında 8 yıllık esaretine ilk adımını attı. Annesi ise evden kızına seslenmiş ve geceden kala küslüğe son vermek istemişti ama Nataschadurmadı ve yoluna devam etti. Nasıl olsa saatler sonra annesini yeniden görecekti ama olmadı.
Öğretmenleri o gün Natascha’yıokulda göremedi. Ailesi durumu öğrendikten sonra polise haber verildi. Tek bir tanık vardı: O da iki adamın Natascha’yı beyaz bir minibüse bindirdiğini söyleyen 12 yaşındaki bir öğrenciydi. Polisler elinde bu detaydan başka hiçbir bilgi yoktu Natascha o gün dersine yetişmek için aceleyle evden ayrılmıştı.
Hızlı adımlarla okuluna giderken omzuna uzanan bir elin sıcaklığını hissetti. Gözlerini açtığında “seni kaçırdım, ailen fidyeyi ödeyince serbest bırakacağım.” Diyen bir adamla aynı arabada olduğunu gördü. Yarım saat süren yolculuk bir evin garajında son buldu. Natascha dolabın arkasına gizlenmiş 5 metrekarelik bir odaya bırakıldı. Betondan yapılmış çelikle güçlendirilmiş bu oda uzun yıllar Natascha’nın evi olacaktı. Odada bir pencere yoktu, dışardaki sesin içeriye, içerdeki sesin dışarıya ulaşmadığı yalıtımlı bir yerdi.
Merdivenlerin altındaki bu yer oldukça karanlık kasvetli bir yerdi. Geçen ilk 6 ayda odadan bir kez bile çıkmasına izin verilmedi sonraki 1 senede geceleri bu odada gündüzleri de evde kalmaya başladı. Onu kaçıran isim Wolfgang Přiklopil’di Geceleri ve Wolfgang’ın işe gittiği saatlerde Ntasacha’nın gizli odadan çıkması yasaktı. Wolfgang Natascha’nınkendisine sahip demesini istiyordu.
Diğer taraftan polisler her şeyden habersiz, ellerindeki az bilgiyle arama çalışmalarına devam ettiler. O dönem Fransız seri katil Michel Fourniretgündemdeydi. Natascha birkaç gün önce Macaristan’dan döndüğü için aralarında bir bağlantı olabileceği düşünüldü.
Wolfgang’ın iş ortağı eve geldiğinde, Natascha’yı görmüş hal ve hareketlerinden gayet mutlu olduğu izlenimine varmış ve hiçbir şeyden şüphelenmemişti. Wolfgang Natascha’yı ölümle tehdit ediyordu, herhangi birisine olanları anlatması durumunda ikisini de acımayacağını söylüyordu.
Natascha ilk zamanlar sadece belirli radyo programlarını izleyebiliyorken daha sonra evin her köşesine gidebilmeye ve televizyon dahi izlemeye başladı Natascha’nın kaldığı oda özenle hazırlanmıştı, Wolfgang onu burada uzun yıllar alıkoyacağını kafasında kararlaştırdığından her şeyi düşünmüştü. İkisi de her sabah erken kalkıp kahvaltı ettiler.
Wolfgang aldığı kitapları Natascha’yaverdi, bu sayede Natascha 8 yılda kendi kendini eğitti. Özgürlüğüne kavuştuktan sonra verdiği ilk ifadede şunları söyledi: “O evde kaldığım 8 yılda, hiçbir şeyden geri kalmadığımı hissediyordum.
Kendimi birçok şeyden sıyırdım, hiç sigaraya başlamadım, içmedim ya da kötü bir şirkette para için zamanımı heba etmedim. Şunu da söylemelimorası kesinlikle umutsuzluğa kapılacağınız bir yerdi.” Onun hikayesi diğer benzer hikayelerden farklıydı.
Natascha, özgürlüğünü elinden alan adama kin beslemiyordu. Zamanın çoğunu ev işi yaparak ve yemek hazırlayarak geçirdi. Daha sonra danışmanı Ecker’a o dönemlerde çok fazla dayak yediğini, bu sebeple yürümekte zorlandığı anların olduğunu söyledi. Wolfgang ona evin kapı ve pencelerinde patlayıcıların ve bubi tuzaklarının olduğunu söylemişti.
Belinde bir silah taşıdığını bu yüzden kaçma teşebbüsünde bulunmamasını tembih etmişti. İkili birkaç kez markete bile gitmişti. O günlerden birinde Natascha gülümseyerek, kayıp ilanı fotoğrafındaki gibi görünmeye çalışmış ama bu planında başarılı olamamıştı. Kasiyer onu tanımamıştı.
23 Ağustos 2006 günü Natascha, Wolfgang’in aracını temizlemek ve bahçeyi süpürmek için dışarıya çıktı. Gölgesi gibi onu takip eden Wolfgang’te yanındaydı. Daha sonra Wolfgang’ın telefonu çaldı. Süpürge sesi karşı taraftan gelen sesi duymasını engelliyordu. Sessiz bir yere geçmek için oradan ayrıldığı sırada, Natascha var gücüyle kendini sokağa attı ve koşmaya başladı. 200 metre koştu çitlerden atladı insanlardan yardım istedi ve en sonunda amacına ulaşıp, özgürlüğe yeniden kavuştu. Wolfgang Natascha’ya 1 yıl evvel şunları söylemişti: “Eğer yaptığım şey ortaya çıkarsa polisler beni asla canlı yakalayamayacaklar. Dediğini yaptı, Natascha kaçarken o sadece arkasından baktı, hiçbir çaba göstermedi. Kafasını toplayıp biraz düşündükten sonra da Viyana’daki Wien Nord tren istasyonuna doğru yola çıktı.
Burası her şeyin bittiği yer olacaktı. İstasyona vardığında gelen ilk treni gördüğünde bu anlarının son anları olduğu biliyordu. Düşünmeden kendini raylara attı ve hayatına son verdi. Çek kökenli Wolfgang Priklopil1962’de doğmuştu. Uzun yıllar bir telekomünikasyon şirketinde teknisyen olarak çalışmıştı. Bir iş ortağının kız kardeşiyle bir ilişki yaşadığı ve bu ilişkinden bir kız evladı olduğu iddia edildi ama doğrulanamadı.
Sicil kaydı temizdi. Ekipler eve gidip inceleme yaptıklarında, 1980’lerden kalma Commodore 64 olduğunu gördü. Yakın bir zaman önce Çek vatandaşı olup ülkeyi terketmeplanları yapıyordu. giderken yanında Natascha’yı da götürecekti ama o gün plan değişti. Ekipler Wolfgang’ın bir suç ortağı olup olmadığını uzun bir zaman araştırdılar ama hiçbir kanıt bulamadılar.
Natascha’da başka bir isim görmemişti, bütün plan tek bir kişiye Wolfgang’a aitti. 3096 gün esaret altında yaşayan Natascha, Wolfgang’iöldüğünü öğrenince ağlamaya başladı. 8 yılın sonunda ona sempati duymaya başlamıştı. Natascha morga gidip onun için bir mum yaktı. Bu durum bir nevi Stokholm Sendromuydu. O ise yıllarca bu sendromu inkar etti. Psikologların onunla ilgili çıkarımlarda bulunmasına kızdı bağırdı isyanlar etti. Karmaşık ilişkisi hakkında bilgilerinin olmadığını, bunun kendisi adına saygısızlık olduğunu hayatını analiz etme hakkını kimseye vermediğini söyledi. Wolfgang’ın ona çok kibar davrandığını anlattı.
Natascha kaçtıktan anca aylar sonra ailesiyle görüşmesine izin verildi. Uzun bir zaman kimseyle görüşmesine izin verilmemişti. Onu korumak adına sadece doktorlarla görüşmesine müsade edilmişti. Natascha yeni hayatında kendini hayvan haklarına adadı. Birçok hayvan derneğine üye oldu ve sözcülük yaptı.
2016 yılında Alman Bild gazetesine verdiği röportajda oldukça ilginç sözler sarfetti: “Bazı günler esir tutulduğum eve gidip kalıyorum, ayrıca çantamda hâlâ Wolfgang’infotoğrafını taşıyorum.” 2013 yılında Natascha’nın esaretini anlatan 3096 isminde bir film çekildi.
Natascha Kampusch, kaçışından bu yana yaşadığı travmayı üç başarılı kitaba dönüştürdü. İlki onun yakalanmasını anlattı; ikincisi, iyileşmesini. Üçüncü kitabı, Kampusch’un son yıllarda hedef haline geldiği çevrimiçi zorbalığı tartıştı.
Garip bir şekilde kendisini esir alan kişinin evini ona miras kaldı ve kendisi o eve bakım yapmaya devam ediyor. “Bana yöneltilen nefreti görmezden gelmeyi ve sadece güzel şeyleri kabul etmeyi öğrendim.”
5 notes · View notes
denizeyuruyen · 7 months ago
Text
"İçinde olamadığı, tek başına izlediği gerçeküstü bir sahne. Hiçbir şeyin içinde değildi zaten. Her şeyi izliyor ama hiçbir şeye müdahale edemiyordu. Yalnızlıktan nefesi kesiliyordu bazen. Bunları anlatınca boş boş bakmışlardı yüzüne."
- Gamze Güller - Zürafanın Bildiği
16 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 2 years ago
Text
Planın Biraz Ötesi
Yeni bir öyküye başlayasım var. Konu seçemiyorum tam olarak. Biliyorum kitap projesi ve blog dururken buraya hikaye yazmak biraz ayıp ama napayım. Her şeyin yeri ve zamanı var, onlara da sıra gelecek. Podcast'e de gelecek inanıyorum. Diğerlerine ayıp olmasın, bunu kısa tutalım olur mu? Bence de olur. Haydi bakalım yola çıkalım!
Büyülü trenimiz zaman ve mekanda ağır ağır dumanlarını yukarı doğru yollarken biz de kahve ya da çayımızı yudumlayabiliriz. Bu tercihi sana bırakıyorum, biliyorsun ben ikisini de çokça severim. Bu kez şeker alacağım sanırım, arada ufak sürprizler lazım hayata. Yolculuk için seçtiğin kıyafetlere de bayıldım, orada kesinlikle göze batacağız ve bu çok keyifli olacak. Hmm, trende bir sorun var galiba, tahminimden biraz daha erken ya da biraz daha geç durmamız gerekebilir ve tabi üstünü değiştirmen de gerekebilir. İki kabin geride değiştirebilirsin.
Hmm evet, 3729 yılındayız. Dünyayı tutturmuşuz en azından heheh. Sen üstünü değiştir, bekliyorum. 10 dakika sonra dışarıda buluşalım ve bakalım burada neler bulacağız. Ben de o arada motora bir bakayım...
Eveet geldim ve görüyorum ki sen de yine güzel bir seçim yapmışsın. Tren kendini tamir etmek için çalışmalara başlamış durumdaa, bu da bize birkaç saat veriyor. Paris'e inmişiz galiba, eğer Eyfel Kulesi geçen yıllar içerisinde başka bir yere taşınmadıysa tabii. Sana da uygunsa taksi tutmadan, bu güzel şehrin sokaklarında kaybolarak yürümek istiyorum biraz. Yola çıktığımız yılda öyle diye bahsederlerdi en azından.
'Şurasııı, ı ıh burası da olabilir... ya da olamaz..' Ya hep ben öneriyorum, kabul ediyorum o kadar da güzelliği kalmamış bu sokakların da yapıların da ama yine de Paris diyerek kendimizi avutamaz mıyız? Hİİ EĞ KAFANI REKLAM ROBOTU! peh, bunları da ucuz yapıyorlar yakınlık sensörü falan hak getire...
Uuuu şurada polis sirenleri var, bakalım mı nooluuuurrr? Hehehe hadi gidelim! Tabi bu kadar neşeli durmasam daha iyi olur, cinayet var galiba... Öhm.. pardon ne olmuş acaba gördünüz mü siz? bahsettiler mi hiç? Hemşerim sana diyorum aloo!
Ya bu garibanları da figüran gibi topluyolar mı cinayet olunca anlamadım ki? soru soruyosun cevap yok, cevap verse olay hakkında fikri yok. Npc gibi insanlar yemin ediyorum he...
Aaa dur dur benim şu kimliği kullanalım. Bakalım kim olacağız. Öhm.. Memur bey bakar mısınız? Burada ne oluyor acaba? Evet ben Siber Suçlar Büro'dan Matthew, buradan geçiyordum. 'Matthew de biraz abartı sanki ama olsun'
Hıımm, demek intihardan şüpheleniyorsunuz. Şu dört bıçak yarasına rağmen.. Üstte kendini kesip mi atlamış? 76. kattan bir de. Derdi neymiş ki ya? Hadi atladın niye bıçaklıyosun zaten yere değmeden öleceksin yani, neyin kafası bu eh be çocuğum ya. Neyse ben biz bi' çıkıp şunun odasına falan bakalım, belki not falan bırakmıştır. Siz de gelirsiniz sonra.
Asansör müzikleri hala çok kısık ve berbat seçimlerden oluşuyor... Günün birinde değişir mi dersin? Bin yıldır değişmemiş, böyle hızlı asansörlerde bile.. Neyse en azından çok katlanmak zorunda kalmadık. Gözüne bir şey çarpıyor mu odada? Aaa evet haklısın, şu not olabilir. Ne yazmıış?
'Bu not bir intihar notu değil, son bir haykırıştır... Hayatım boyunca ne sigara, ne alkol ne de uyuşturucu kullandım. Hayalleri peşinde koşmaya çalışan, bol tümsekli bir yola sahip, en büyük tümsekleri ailesi tarafından koyulmuş bir genç olarak yazıyorum bu satırları. Olduğum gibi beni kabullenmeyip, kendilerince doğru olan kalıplarına beni sıkıştırmaya çalışan hayalden yoksun, gelişmekten ve değişmekten korkan kokuşmuş, içinde yaşadıkları binalar gibi betonlaşarak hissizleşmiş herkesin bu ölümde parmağı var. Ancak onların korkarak yapamadıklarını ben hayal etmenin ötesine geçerek, cesaret ederek yapıyorum ve bu eziyeti bitiriyorum. Doğdum, yaşamayı denedim ve öldüm. Fazlasına izin vermediler.'
Benim bi' tadım kaçtı ya... Bin yıldan fazlası geçmiş, hala böyle sorunların olması keyfimi kaçırdı. Bugünlük yolculuğu kısa tutup trene dönelim mi? Bir sonraki seyahatte çok daha güzel bir şey olması için epey ince eleyip sık dokuyacağım söz... Hadi gidelim.
Trenin tamiri bitmek üzere. Hava da kapatıyor, içeri gir istersen. Ben de geleceğim birazdan.
'Hmm, acaba treni geri geri götürmeye çalışırsam neler olur? Deneyerek keşfedebilirim' Iııımm, ufak bir şey deneyeceğim, korkmamaya çalış lütfen. BAŞLIYORUUZ!
18 notes · View notes
hicbirseyiolmayan · 2 years ago
Text
Herkes yaşamış herkes unutmuş hayat böyle de sürüp gidiyormuş dedim.
İzdiham - Tuğba Karademir
64 notes · View notes