#Öyle Küçük Şeyler
Explore tagged Tumblr posts
Text
Mavi dersen aramızda yalnızlıktan başka bir şey yoktu maviye sayılsa da birkaç kelime insan bazen yalnızlığını köpeği gibi gezdirir bazen de köpeği olur yalnızlığının hem insan yaşarken yalnızlıktan severken maviden başka nedir? - Haydar Ergülen, Mavi Yalnızlık (Öyle Küçük Şeyler) - Görsel: Nano Miyahara (宮原ナノ)
#Haydar Ergülen#Mavi Yalnızlık#Öyle Küçük Şeyler#Mavi#Yalnızlık#Hüzün#İnsan#Yaşamak#Yürekbalı#Nano Miyahara#宮原ナノ#Şiir
11 notes
·
View notes
Text
Şu gece gece çöken durgunluktan nefret ediyorum
#az önce kızlar bana küçük bir şeyler yapmışlar#bugün bi onlar kafamı dağıttı sanırım#monoton günlerden nefret ediyorum#gelemiyorum bi yerden sonra#İstanbul a gitmediğim için çok pişmanım#annem bugün gitmek istiyorsan git dedi#adım bile atmak istemiyorum burdan kalkıp oraya gidersem muhtemelen bi sokağın başında çöküp kalırım#öyle bir şey olsa ya keşke#kaybolsam bilmediğim bi şehirde#denizi olan bi şehirde mesela#ne kadar güzel olurdu şimdi sahilde oturuyor olmak
12 notes
·
View notes
Text
Akşama yemeğim hazır. Pilav ve kurufasulye. Baran da, Umut da çok sever.
Haklısınız.
Kim onlar değil mi?
Baran eşim, Umut oğlum.
Umut sekiz yaşında. Canımın içi, kara gözlü, kıvırcık saçlı, susmak bilmeyen, yerinde duramayan bir çocuk. Hayatımın anlamı...
Geç evlendim ben.
Bizim buralarda alışık bir durum olmasa da, evlenmeden, çoluğa çocuğa karışmadan önce okulumu bitirmek istedim. Hep derim, kız çocukları okumalı, iyi yerlere gelmeli, erkeğin eline bakıp, şiddeti, eziyeti, yokluğu, kader deyip sineye çekmemeli.
Ailem itiraz etse de, inadımı kıramadılar. Laf aramızda, zaten oldum olası, burnumun dikine bir kızdım. Beni Kur'an kursuna yollarlardı, ben sokak aralarında kuşlarla beraber şarkılar söyler, boyumdan büyük hayaller kurardım. Akranlarım, eğlencelerde, doğum günlerinde, düğünlerde, konuşmaya bile çekinirken, ben en güzel elbiselerimi giyer, ter içinde kalana kadar güler, eğlenir, dans ederdim. Arada bir annem beni çekiştirip "Ah be kızım, bir parça hanım hanımcık ol!" dese de, olamazdım. Hanım hanımcık olanların düşleri yoktu, bilirdim.
Ellerime bakıyorum.
Bir zamanlar kınalar yaktığım ufacık ellerim yok artık.
Zaman bir nefeste geçiyor ve sanırım insanın önce elleri yaşlanıyor.
Sanki, bir zamanlar, şu sokaklarda koşuşturan, yaramazlık yapan, "Anne n'olur beş dakika daha oynanayım." diye ısrar eden çocuk ben değilmişim gibi.
Nerede şimdi, kırık aynasını eline alıp, saçlarını tarayan ve bir sürü pembe tokalar takan küçük kız?
Garip...
Dışarıda inceden bir Eylül yağmur var. Kasvetli havaya rağmen çocukların kahkahaları duyuluyor.
Aralarından Umut'un sesini ayırabiliyorum. En çok da onun sesi geliyor. Eşek herif!
Yine birazdan üstü başı toz toprak içinde gelecek eve, biliyorum. Nefes nefese ayakkabılarını bir kenara atıp, gözlerimin içine bakacak ve "Anne ben acıktım." diyecek. Sonra ben yine dayanamayıp, onu kollarımın arasına alıp, o kirli yanaklarını, gözlerini, saçlarını öpeceğim, boynunu koklayacağım.
Ah oğlum benim!
Ah Umut'um!
Sen niye hep dağ çiçekleri gibi kokuyorsun, her defasında başımı döndürüyorsun.
Anne olduğumdan beri daha kaygılı biri oldum çıktım. Sizde de öyle mi? Hani, Umut eve biraz geç kalsa ya da ne bileyim, camdan bakıp, yakınlarda göremesem, kalbim yaralı bir kuş gibi kanat çırpmaya başlar. "Ya başına bir şey geldiyse..."
Eşim Baran bu halime üzülür, "Yapma canım, kötüyü çağırma." der ama anneyim işte, ne yapayım.
Baran güzel bir adam. Okulun son yıllarında tanıdım onu. Önce arkadaş olduk. Baktık ki, çok iyi anlaşıyoruz, "hadi öyleyse evlenelim." dedik. Baran bana, kucak dolusu papatya ve Ahmet Arif şiiriyle evlenme teklif etti. Papatya, Ahmet Arif, Şiir, Baran, aşk...Kabul edilmez mi hiç!
Tıpkı hayalimdeki gibi bir evde oturuyorum.
Küçücük, mütevazi, duvarları mavi boyalı, bir köşesi kitaplarla dolu ve güllü dallı perdeleri olan bir ev. İnanın, sevgisiz insan sarayda da otursa, mutsuz olur. Çocukluk arkadaşımlarımdan biliyorum. Yarası çok olana, para merhem olmuyor.
Çok gevezelik ettim değil mi?
Ama ne yapayım, oldum olası konuşmayı seviyorum. Kimseyi bulamazsam, kendimle konuşuyorum. Gülmeyin ya! İnsanın kendi kendine konuşması kadar güzel bir şey yok dünyada. Deneyin, bana hak vereceksiniz.
Ha, bir de çok güzel türkü söylerim ben. Arkadaşlar falan bir araya geldiğimizde, ısrar ederler, "Hadi, bir tane söylemeden olmaz." derler.
Dost kırılır mı hiç!
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzelin derdi serimde tüter
Bu ayrılık bana (bize) ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize zulüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni
Pir Sultan Abdalım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin’ yedim helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni...
Bu türküyü her söylediğimde, gözümden iki damla yaş gelir. Neden bilmem ama sadece iki damla yaş! Sanki bu türküde benden bir şeyler var. Sanki, beni incitmişler, canımı yakmışlar, kalbimi kırmışlar da, ben kimselere söyleyeyemişim gibi...
Duvardaki takvime gözüm takıldı şimdi.
8 Eylül 2051
Off! Ben ne vakit otuz beş yaşında koca bir kadın oldum!
Olsun, her yaşın kendine göre bir güzelliği var. İnşallah çocuklarımız da, otuzları, kırkları, elli, altmış, seksen hatta yüz yaşları görür.
Hah, kapı çaldı, nihayet benim eşek geldi.
Hadi bana müsade. Gideyim de yine bıktırana kadar onu öpüp koklayayım.......diye, bütün bunları yazmak isterdim ama yazamam. Çünkü ben sekiz yaşındayken öldürüldüm.
Ben Narin Güran.
Cesedi on dokuz gün sonra derede bulunan o elleri kınalı kız.
Büyüyemedim ben. Baran ile evlenemedim ve Umut'um hiç olmadı.
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun #naringüran #hepimizincesedinideredebuldular
162 notes
·
View notes
Text
Ölüme bazen anne sevgisi gibi ihtiyaç duyuyorum. Bazen öyle tatlı geliyor ki, sanki sonsuz bir huzur vadediyor, kelimelerle ifade edemem. Ama sonra... İlkbaharların tadına bakmadan, rüzgarın tenime değdiğini hissetmeden, dört tarafı kapalı bir tabuta girmek istemiyorum. Bu dünyanın güzellikleri var, inkar edemem. Bazen yalnızca küçük bir çiçeğin açışında, bazen yağmur sonrası toprağın kokusunda, hayatta kalmaya dair bir şeyler buluyorum.
#aşk şiiri#şiir#şiirheryerde#günün şiiri#şiirler#tumblr şiir#siyah kadar yalniz#ruhun yalnızlığı#sessiz ve yalnız#ölümle yaşam arasında#ölümün kıyısı#ölüm bir varmış bir yokmuş
85 notes
·
View notes
Text
Kocamla Fantazilerimiz! (Sinem 38 Y., İstanbul)
Merhabalar, ben Sinem. 12 senelik evliyiz. 4 yaşında oğlumuz ile güzel bir aile hayatımız var. Mehmet ile birbirimizi severek evlendik. Kendimden bahsedecek olursam, 38 yaşında, açık kumral, hoş bir bayanım. Kocam Mehmet 39 yaşında, 1.85 boyunda, koyu kumral ve çekici bir erkek. Ben bekaretimi kocamda kaybettim. Mehmet'ten önce hiç seks hayatım yoktu. Kocam Mehmet ile seks hayatımız da aslında güzeldi, fakat her evlilikte olduğu gibi biraz monotonlaştı. Biz de biraz eğlence ve heyecan katması için Mehmet ile boş vakitlerimizde internet sitelerinde araştırma yapıp kendimize uygun fantaziler arıyorduk.
Herşey bundan bir sene önce başladı. Mehmet sosyal medayada çift hesabı açtı, ben pek istekli değildim aslında. Ben hayatımda hiç, Swinger, eş değiştirme, üçlü ilişki, grup seks, Cuckold gibi kavramları dahi bilmiyordum. Mehmet ile beraber profilimizi oluşturduk. Mehmet bana, burdan evli çiftleri takip ederek, fotoğraf ve videoları izleyeceğimizi, bunun monotonlaşmış seks hayatımıza heyecan katacağını söyledi. Ben de kabul ettim. Seks yapmadan önce sosyal medyayı açıp önce videoları izliyorduk, sonra da orda gördüklerimizi uygulayarak ateşli anlar geçiriyorduk.
Aradan iki ay gibi bir süre geçtikten sonra artık sadece video izlemek ikimize de yetmiyordu. Mehmet'e, "Biz de sayfamıza güzel fotoğraf çekip koyalım!" diye teklif ettim. Sanırım o da bunu teklif etmemi bekliyordu ki, hemen kabul etti. Hoş bir bayan olduğum için, beğeniler çok, yorumlar da çok sert oluyordu. Her paylaştığımız fotoğrafın altına gelen yorumları okumaktan çok büyük bir zevk alıyorduk. Yorum yapan erkeklerin beni arzulayıp sikmek istemeleri Mehmet'i ayrıca delirtiyordu. O sert yorumları okuduktan sonra Mehmet beni daha ateşli ve istekli sikmeye başladı. Her seksten önce de bana, "Fantezilerinin arasında 3'lü seks, yada eş değiştirme var mı?" diye soruyordu. Ben de her defasında ondan başkası ile olamayacağımı söylüyordum. Ama her kadın gibi başkaları tarafından beğenilmek hoşuma gidiyordu.
Açtığımız sosyal medya hesabımızı ortak kullanıyorduk ve bize özel mesaj atanları ben de takip ediyordum. Birgün Mehmet bir çiftin erkeği ile DM'den konuştuktan sonra mesajı silmeyi unutmuş. Ben de girdiğimde mesajları bir açtım ki, okuduğum şeyler karşısında küçük dilimi yuttum. Karşı çiftin isimleri Cem ve Bahar, bizim gibi İstanbul'da yaşıyorlar. Yaşlarımız aynı sayılır, onlar da evli ve çocuklu bir çift. Profillerine baktığımda, ikisi de kültürlü bakımlı insanlardı. Mesajıın birinde, Mehmet bizim eş değiştirme yapmadığımızı, benim istemediğimi, ama kendisinin çok istediğinden bahsetmiş. Bahar Mehmet'ten çok etkilenmiş. Cem de beni sikmeyi çok istediğini yazmış. Mehmet de Cemin beni sikmesini ve bizi izlemeyi çok istermiş. Cem, Bahar'la birlikte plan yaparak beni ikna edebileceklerini yazmış. Yazılanları okurken ben de çok heyecanlandım. Birisinin beni arzulaması çok hoşuma gitmişti. Ben hiç birşey bilmiyormuş gibi mesajdan çıktım ve beni nasıl ikna edeceklerini beklemeye başladım.
Birgün gündüz Mehmet aradı. Akşama iş yerinden bir arkadaşının eşi ile yemeğe geleceğini söyledi. Ben arkadaşlarının isimlerini sorunca, tahmin ettiğim gibi "Cem ve Bahar!" dedi. Ben de, "Tamam gelsinler, ben güzel bir sofra hazırlarım!" dedim. Mehmet beni başkasına siktirmeyi kafasına koymuştu. Onların planı varsa benim de planım vardı. Ben yemek hazırlıklarımı yaptıktan sonra süslenmeye başladım. Güzelce kuaföre gidip, ağda, saç baş, manikür pedikür işlerimi hallettim. Sonra derin göğüs dekolteli, siyah mini bir elbisem vardı onu giydim. Göğüslerim karşıdakinin ağzına girecek gibi dimdik ve ortadaydı...
Akşam kapı çaldı ve misafirler ile Mehmet geldi. Beni öyle görünce Mehmet'in ağzı yere doğru düştü. Gelen misafirler de ağızları biraz açıktı tabi. Bahar da benim gibi göğüs dekolteli bir bluz ile, mini etek giymiş. Cem de çok yakışıklıydı. Kot pantolonundan kabarık aleti belli oluyordu. İçeride tanışma faslı başladı. Bahar ve Cem beni uzunca süzüyordu. Bütün yemek boyunca Cem beni izledi. Bir an önce beni sikmek için sabırsızlandığından emindim.
Yemek bitince salona geçtik. Ben sofrayı kaldırırken Bahar mutfağa yanıma geldi. Benimle samimi olmaya çalışıyordu. Ben de buna izin veriyordum tabi. Bahar bana yardım ederken mutfağa Cem girdi. Birkaç tabak getirmişti. Mutfak çok büyük olmadığı için zor sığıyorduk. Tabakları bırakırken Cem arkamdan birkaç kere bana abanmıştı. Üzerimizde kıyafetler olsa da, ilk defa Mehmet'tinkinden başka bir alet bana dokunuyordu. Çok heyecanlanmıştım. Herşey baharın önünde oluyordu. Ben Mehmet'in yalnız kaldığını, salona gideceğimi söyleyince, Bahar hemen, "Ben giderim!" dedi. Ben, "Olmaz..." falan dedim, ama Bahar gitti, Cem benim yanımda kaldı. Bana yardım ederken göğüslerimi dikizliyor, fırsat buldukça da bana arkadan sürtünüyordu.
Mutfakta işimiz bitince Cem'le salona geçtik. Baktım ki Mehmet ile Bahar kocaman salonda dib dibe oturmuş muhabbet ediyorlardı. Mehmet'in bakışları Bahar'ın dolgun göğüslerine kilitlenmişti. Ben Mehmet'in yanına oturdum, Cem de Bahar'ın yanına. Sohbetimiz koyulaşmıştı. Cem'le Bahar cinsellik üzerine, seks hayatları ile ilgili konuşmaya başlamışlardı. Ortam iyice yumuşamıştı. Sonra birden Bahar Cem'in fermuarını açıtı, aletini çıkarıp ağzına aldı ve saksoya başladı. Gözlerimi kırpmadan izliyordum. Profilinde yazdığı gibi iri bir aleti vardı. Hem kalın hem uzundu. Profilinde 19 cm yazıyordu. Mehmet'in aleti inceydi ve çok büyük değildi. Ben ölçmedim ama kendi söylemesine göre 15 cm idi.
İlk defa kocamınki harici canlı bir alet görmüştüm ve çok hoşuma gitmişti. Bunu farketen Mehmet bana seslendi, "Gözlerini alamadın Sinem, sen de katıl onlara istersen!" dedi. Ben, "Saçmalama Mehmet!" deyip, onlara da, "Arkadaşlar ne yapıyorsunuz?" dedim. Bahar ile Cem tecrübeli oldukları için çok rahatlardı. Bahar, "Utanma Sinem, gel hadi, böyle bir fırsat herzaman karşına çıkmaz!" dedi. Sonra kalkıp benim yanıma geldiler. Ben oturuyordum, Cem ayakta karşımdaydı, aleti ile burun buruna gelmiştim. Yalan yok, çok güzel ve iri bir aletti. Ama utancımdan donup kalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum. Kafamı yana çevirdiğimde, Bahar Mehmet'in aletini ağzına almıştı bile. Tam ğzımı açıp birşey söylecektim ki, Cem hızlı bir hamle ile aletini ağzıma sokuverdi ve "Artık konuşma zamanı bitti, şimdi eğlence zamanı!" dedi.
Artık iş çığrından çıkmıştı, ağzımdaki aleti yalayıp emmeye başladım. Hatta okadar iştahlı yalıyordum ki, bir an içimden kendime kızdım, Mehmet'in aletini hiç yalamamıştım. Sonra, acaba ben de bir sorun mu var, Mehmet fantazilere dalmakta haklımıydı yoksa diye kendime sordum. Mehmet kocam olmasına rağmen ve onu çok sevmeme rağmen, Cem'in aletini yalamak çok hoşuma gitmişti. Artık Bahar ile Mehmet'e hiç bakmıyordum. Cem'in aleti taş gibi olmuş, ağzıma sığmıyordu. Ben aletini yalamayı bırakınca, bu sefer Cem beni yatırıp külodumu çıkardı ve amımı yalamaya başladı. Mehmet te ara sıra amımı yalardı, ama bu kadar çok zevk aldığımı hiç hatırlamıyorum...
Sonra Cem yavaş yavaş içime girmeye başladı. Aleti okadar büyüktü ki, içime girerken ikimiz de zorlanmıştık. Biraz içimde bekledikten sonra sikmeye başladı. Aynı oda içinde, kocamın gözü önünde başkası ile sex yapmak inanılmaz bir duyguydu. Cem beni pozisyondan pozisyona sokarak yarım saatten fazla sikerken, ben kaç kere orgazm olduğumu sayamadım bile. En son Cem altta ben ben üstte iken Mehmet te arkadan götüme girmiş, beni tost yapmışlardı. Mehmet'in yıllardır beni götten sikmesine alışıktım, ama hem amdan, hem götten aynı anda sikilmek inanılmaz birşeydi. Ben içimden Mehmet'e teşekkür ediyor ve bu zevkli anların keyfini çıkarıyordum.
Gece geç vakte kadar sikiştik. Her sikişte orgazm oluyor, boşalıyorduk, ama biraz dinlenip tekrardan başlıyorduk. Bahar ile Mehmet'in de keyfi yerindeydi. Aynı bana yaptıkları gibi Bahar'ı da bir kere tost yapmışlardı. Hepimizin pili bitince gitmek istediler, ama misafir yatak odamızın müsait olduğunu söyledik, onlar da kabul etti. Odalarımıza çekildiğimizde, Mehmet ile yatakta konuşurken, Mehmet'e, "Çok haklıymışsın, keşke eş değiştirme fantazisini daha önce yapsaydık!" diye itirafta bulundum. Yatağımızda bile halen azgındık, bir posta da Mehmet sikti beni. İlk defa Mehmet ile bukadar ateşli bir sikiş yaşamıştım...
Sabah olduğunda hep beraber dışarda güzel bir kahvaltı yaptık ve tekrar görüşmek üzere sözleştik.
275 notes
·
View notes
Text
NASIL BAŞLADI 13
Aradan uzun aylar geçti ben 17 yi bitirmeye ramak kalmıştı. Semih abim üniversiteyi başka şehirde okuyordu ve hala bitmemişti. Ara tatil ve yaz tatilleri dışında pek eve gelmez geldiği zaman da dışarda arkadaşlarıyla takılırdı. Benimle hiç konuşmuyordu. Yaşadığımız şeyler ve beni kendi gözünde sürekli arkadaşlarına vermesi herhalde şimdi kafasına dank etmiş yüzüme bile bakmıyordu. Mesut abi ile Ali abi bir şehirde birlikte işe girmiş ve tarihe karışmışlardı. Fikret abi ise karısının oyuncağı kum çuvalı olmuş ne derse yapıyordu. Öyle aslan bşr erkek nasıl bu denli pısırık oldu anlayamadım. Büyük ihtimalle kısır oluşu özgüvenini sarmış evliliği sona ermesin diye her şeyi alttan alıyordu. Bu durum üzücü olsa da bana yaptıklarından sonra hak etmişti. Babam hem Semih abimi hem de küçük kardeşim Selim’i okutmak için harıl harıl çalışıyordu. Fikret abinin babasına olan borcunu bitirmiş ama para tatlı geldiği için başka işlerde de çalışmaya devam etti. Tır şöförlüğü yapıyordu artık. Bazen bir hafta bazense iki hafta sonra eve gelirdi. Küçük kardeşimle beraber yaşıyorduk çoğu zaman. Gözümde çok silik bir çocuktu. Sabah okula gider akşam gelince gecelere kadar çocuklar ile oyun oynar eve yatmaya gelirdi. Bildiğin otel gibi. O yüzden benim sex hayatıma hiçbir zaman şahit olmadı. Dedim ya sadece uyumak ve yemek yemek için eve gelirdi.
Ama aradan geçen zamanda o da artık ergenliğin o yoğun duygularına kapılmış eve sokmadığım çocuk evden çıkmaz olmuştu. 16 sına yeni basmış azgın teke gibi evde dolanıyordu. Abimin laptopunu sahiplenmiş büyük ihtimalle porno izliyordu. Ben de uzun bir süre yarrak yemediğim için amımın ve götümün deliği eski halini almıştı. Dışarı gönlümce çıkamıyordum. Babam eskisi gibi evde olmadığı için yasak koymuştu. Evde temizlik yemek yapmaktan başka bir şey yapmıyordum. Günün geri kalan vakitlerinde televizyon izliyor ordaki erkekleri düşünüp azıyordum. Erkeksizlik çok zordu.
Geçenlerde bir gün kardeşim okuldan sonra eve geldi. Üstü başı pis içinde kıyafetleri yırtılmış. Noldu diye sordum. Arkadaşı ile kavga ettim dedi. O haline çok üzüldüm.
-üstünü çıkar banyo edeyim seni
-abla saçmalama çocuk muyum ben
-çok konuşma elimde büyüdün az yıkamadım seni
Zor bela ikna edip duşa soktum. Ama ayakta duramadığı için tabure getirdim. Üstünde sadece boxerla tabureye oturdu. Bende beyaz bir t-shirt altımda da yine beyaz bir tayt ile yanına geldim. Suya açıp yavaş yavaş yıkamaya başladım. Çok pis dayak yemişti. Her yeri boya ağzı yüzü kan içindeydi.
-nasıl oldu bu
-boşver abla
-söylesene
-kız meselesi abla işte kurcalama
Kardeşimi yıkarken su ister istemez üstüme gelmişti. Evde tek olduğumdan ne kilot ne de sütyen takardım sevmezdim de işin doğrusu. Islanan yerlerde memelerim olduğu gibi belli oluyordu. Nedendir bilmem ama kardeşimi bir tehdit olarak görmüyordum benim gözümde bir çocuktu bir de elimde büyümüştü. Ama herhalde kardeşim böyle düşünmüyor. Göğüslerime kaçamak bakışlar atıyordu. Önünü de eliyle gizliyordu. Ben çok aldırmadım. Çocuk diye. Her yerini yıkadıktan (avret yerleri hariç) sonra
-avret yerlerini yıka sonra üstünü yıka gel de yaralarına merhem süreyim
-tamam abla geliyorum birazdan
Banyodan çıktım. Üstümü değiştirdim atletimsi bir şey giydim salona geçtim. Atlet biraz büyük olduğundan memelerimi zor kapıyordu. Zaten çoğu annemindi. Kardeşim altına şort giyip yanıma geldi ben de yaralarına merhem sürüyor kanamış yerlere yara bandı takıyordum. Bu arada kardeşim kaçamak bakışlarla yine memelerimin yarısını zar zor kapatan atletime kaçamak bakışlar atıyordu.
-bir daha kavga ettiğimi duymucam tamam mı selim
-tamam ablacım
Uzun zaman sonra ablacım demişti. Ben televizyonun karşısına geçtim güzel bir dizi arıyordum kardeşimde tam karşımda duruyordu. Çoktan odasına geçer diye düşünmüştüm ama oturuyor çaktırmadan beni seyrediyordu. Ona da hak vermek lazımdı. Bana hiç o niyetle bakmıyordu ya da görmüyordu beni. Şimdi ise gözleri açılmıştı.
-e ablacım senin sevgilin var mı
-ne sevgilisi be evden çıktığım mı var nerden yapıcam
-çıksan var ya herkes seninle sevgili olmak ister
-diyorsun keşke ama işte çok zor
-boşver ablacım hem olsaydı kıskanırdım seni
-niyeymiş o
Bir an duraksadı. Kekeleyerek
-bir sen varsın yanımda ondan
-ya selimm gel buraya
Yanıma geldi. Sarıldım ben de. Büyük ihtimalle memelerimin yumuşaklığını hissetmişti ve hoşuna da gitti galiba uzun bir süre bırakmadı beni.
-tamam yeter bu kadar duygusallık ödevin yok mu senin
-var ama sana sarılmak bana iyi geliyor
-görende ilk defa sarılıyoruz zanneder eşek sıpası
-nolur biraz böyle yatalım mı
-iyi tamam
Biraz kenara kaydım yanıma geldi sarıldım. Başı göğsümün bir tık üstündeydi. Çataldan her yerim görünüyordu. Memelerim onu baya azdırmış olmalı ki hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. O şekil beraber yattık. Ben uyumuşum. Uyandığım kaşık pozisyonundaydık. Kardeşim siki kalmış amımı zorluyordu. Bir eli de göğsümdeydi. Aha dedim bu da beni sikmek istiyor belli. Bir anda doğrulunca kardeşim koltuktan yere düştü.
-iyi misin selim
-iyiyim ablacım çok iyiyim
Önünü saklamaya çalışıyordu. Sonra odasına doğru gitti. Elimi amımın olduğu yere attığımda bir ıslaklık vardı. Galiba kardeşim götüme sürtünerek oraya boşalmıştı. Odasına doğru giderken. Alıcı göz ile baktım. Gerçekten de büyümüştü. Esmer teni spor yaptığı için hacimli vücudu çok güzel görünüyordu. Belki de erkeksizliğimin ilacı oydu.
97 notes
·
View notes
Text
Ölü gibi uyandım sabah ezanıyla birlikte. önce kefen mi yoksa nevresim takımı mı ayırt edemediğim kumaşlardan kurtulup, sonra üzerimdeki toprağı araladım. çürümeye yüz tutmuş bir ceset gibi görünüyordum aynada. biraz kahvaltı yaptım, biraz kalp masajı ama bir türlü kurtaramadım kendimi. başarısız bir hayat, başarılı bir ölümü hakediyor düşüncesiyle yüksek bir köprüden sallamıştım ayaklarımı bir keresinde. başarısızlığım o zamanda bırakmamıştı peşimi. çünkü ölmekten daha baskındır yükseklik korkusu. bunu her gözden düşen adam bilir. sonra ara verdim ölmelere. ölü gibi uyandım bu sabah. sanırım gecenin geç saatlerinde intihar etmişti birisi benim yerime. bazen öyle şeyler olur da farkında olmaz insanlar. bende başka birisi için ölmeye kalkışmıştım ama o benden önce öldü. ah bu başarısızlıklarım küçük çocuk gibi bırakmaz elimi. tek bildiğim ölmek, öldürmek herkesi. bir seri katil başka ne bilir ki? belki katil olmasaydım aşık olurdum ama onlarda öldürmüyor mu birbirlerini? kusursuz bir cinayet belli kurallar gerektirir. kanlar içinde can çekişen kişinin çığlıklarına ıslık ile eşlik edebilme becerisine sahip olmalısın. bir nevi müzik kulağı işte. ilk cinayetimi işlediğimde henüz 15 yaşımdaydım. bileklerimi kesip, umutlarımı öldürmüştüm. ben insanları öldürmeye kendimden başlamıştım. belki de bu yüzden ölü gibi uyandım bu sabah.
124 notes
·
View notes
Text
Beni küçük şeylerimden tanımanızı isterim.
Elbiselerime eklettirdiğim o küçük kelebek desenlerinden tanıyın isterim.
O ufak çizgiler orada mı dursun yoksa şurada'mıya 3 hafta ayırışımdan tanıyın isterim.
Gülüşümdeki değişimden, ne zaman "heh işte" diye bakışımdan tanıyın isterim. Beni bakışımdan tanısın biri isterim.
Dalıp gidişimi görün ve beni orada bırakın isterim.
Sonra gönlünüz razı olmasın ve beni güldürecek bir şey bulun isterim.
Ağlamaya başlayayım, o aynı anda bir kahkahaya dönüşsün, hıçkırıklarım birbirine karışsın ve siz o iki hıçkırışı birbirinden ayırabilin isterim.
Küçük şeylere takılır, gereksiz mevzu yaparım.
Gereksiz mevzularıma tahammül edin isterim.
1 kelebek için ne kadar çok yürüdüğüme gülmeyin ama saygı duyun isterim.
Ben, ben olmadan mutlu olamıyorum. Beni bulmamda çoğu kez epey zor oluyor.
Ben sık sık kayboluyorum ama en empatik olduğum zamanlar, en çok kaybolduğum zamanlardır.
O zaman kainatın başka bir boyutuna geçer gibi olur, daha derin bakarım. Kaybolma cesaretime saygı duyun isterim.
Neden o elbiseyi seçtiğimi bilin isterim. Güzel olmak istemediğimi, "BEN" olmak istediğimi ama bir biblo olmak istemediğimi; güzel olunca bir parça kötü hissettiğimi görün isterim.
"Bu ben değilim" derken aynada "niye ama çok güzel oldun" demeyin isterim.
Beni bana bırakın, için için sevin, gözlerimin çizgi gibi oluşuna şahitlik edin isterim.
Ne zaman çizgi çizgi olsa gözlerim, şükredecek bir an' ın içindeyimdir zira..
Elbisemi seçtiğimi bilin isterim...
Kelebeklerim kadar, kalbimde uçuş uçuş,
Eskilerden kalmış ekru bir dantel gibi içim,
İşte öyle..
114 notes
·
View notes
Text
Kindarlık üzerine aşırı samimi & dedikodulu dertleşme
Dün gece buradan birisinin kindarlıkla alakalı bi’ yazısını okuyup beğenimi bırakmıştım, beğenim içerikten çok beni düşünmeye sürüklemesinden ileri geliyordu. Bunu hususi olarak belirtiyorum çünkü belki buralarda yazdığınız şeyler üzerine uzun uzun düşünebilen bir Selcan’ınızın olduğu size mutluluk verir, ben böyle şeylere çok mutlu oluyorum.
Hayatım boyunca herkes beni kindar bir insan olarak nitelendirdi, ben de bu sözcüğün anlamına hiç odaklanmadan kendimi öyle bir insan olarak kabullendim. Dün okuduğum yazının başlığı “… kindarlık değildir” olduğu için, “kindarlık ne ki” diye düşündüm. Bir kere kelimenin kökünde “düşmanlık ve öç alma arzusu” yatıyor. İkisi de bana aşırı uzak şeyler, aşırı uzak olduğu da aslında benim kindar olduğumu düşünen insanlar tarafından rahatça gözlemlenebilecek bir durum fakat onlar da bu kelimenin alt metnine pek odaklanmamışlar galiba.
Sene 2019 falan sanırım, akşamüzeri saatleri. Bir baktım, dayımın o zamanlar 20’li yaşlarının başında olan kızı beni her yerden silmiş. Geriye dönük düşünmeye başladım, “Allah Allah, ne yaptım acaba” diye ve farkında olarak hiçbir şey yapmadığıma kanaat getirdim. Son WhatsApp konuşmamıza baktım; bir hafta kadar önce sabahın 04:00’ünde bana bir dizi bölümü gönderip 20. dakikada çalan yabancı bi’ şarkıyı bilip bilmediğimi sormuş. Bilmiyormuşum, sözlerinden çözmeye çalışmışım ama üzerine konuşma denk geldiği için anlamakta zorlanmışım. Neyse baya uğraşmışım, en sonunda bulup göndermişim. O da bana “ya kralsın kral, iyi ki varsın” falan yazmış, hepsi bu. Üzerine sosyal ağlar üzerinden, telefonda veya yüz yüze konuşmamıştık bile - son iletişimimiz bu olmuş.
Zaman aktıkça fark ettim ki kardeşimle yaşıt olan ablası da silmiş beni, iki kuzen aynı anda yok oluvermiş anlayacağınız. Onunla da hiçbir sıkıntı yaşamamışım, en azından benim farkında olduğum herhangi bir problem yoktu yani… O dönemde ikisine de “siz hayırdır ya” demememe Ali çok şaşırmıştı. Annemle kardeşim, hatta iki üç arkadaşım “lan mesaj atsana, ne cevap gelecek çok merak ediyorum” demişlerdi ama hiç “ne oldu” diye sormadım. İşte sene şu an oldu, 2025’e az kaldı, hala bilmem nedenini mesela.
Bana göre, bir insan birisiyle ilgili bir sorunu varsa ve o birisine değer veriyorsa “ben sana kırıldım” der çünkü. Belki benim yapacağım açıklama onun içine sinmez, yine bozuşuruz ama konuşulur. Benim hayatımda “… ama ben artık seninle görüşmek istemiyorum” diyerek sonlandırdığım diyaloglar vardır, ama o diyaloglar vardır yani. Birisini hayatından çıkaracaksan bile bunu ona söylemek önemlidir, söylemediklerim da vardır ve bu, o insanı önemsemediğim anlamına gelir. Önemsemediğim insanla konuşmam ben, dolayısıyla kuzenlerimin beni konuşmaya değer görmediklerini çünkü önemsemediklerini düşündüm ve konuşma adımını atan kişinin ben olmamam gerektiğine kanaat getirdim. İşte insanlar tam olarak böyle huylarıma “kindarlık” diyorlar. Senelerdir iki kelimelik bir soruyu sormamama.
Ama bence neden ben kindar bir insan değilim biliyor musunuz? Geçen sene bu küçük kuzen bana ulaştı, yatay geçiş aşamasında olduğunu, online bir İngilizce sınavına girmesi gerektiğini, çok önemli olduğunu, onun yerine sınava girip giremeyeceğimi falan sordu. Ben de dedim ki “formaliteden bir iki yanlış yapayım mı, yoksa full mü çekeyim?” Sınava girdim, çıktım, o günden sonra bir daha muhatap olmadık yine. Ben o insana “sen hangi yüzle ya” diye sormadım. İlla çıkışma içerikli olmasın, “bu arada sen bana neden böyle bir şey yapmıştın ablacım” diye de sormadım. Bu boş vermişliği de “kindarlık” olarak nitelendirdiler, kindar insan “ooo bunun bana işi düştü, hadi bakalıııım” demez mi?
Aralarda kulağıma bazı şeyler geldi, epey komikti. Ben falanca etkinlikten sonra arkadaşlarımla eğlenmeye gitmişim ve onları çağırmamışım - düşünüyorum hayır abi, öyle bir şey yapmadım. O gün koşa koşa eve gidip çalıştım ben. Başka biri dedi ki onların da yanımda olduğu bir günde arkadaşlarımla fotoğraf paylaşmışım, onlarla paylaşmamışım. Olabilir, bunun birilerinin beni silebileceği kadar büyük bir sorun olduğunu hiç düşünmezdim. Bana söyleseler “özür dilerim” derdim ama. Muhtemelen derdim, hatta belki sevinirdim beni bu kadar önemsediklerinden ötürü. Ama dediğim gibi, bu mevzunun gerçek sebebini hala bilmiyorum ve bu gerçekten kindarlık değil.
Her insanın hayatında yazılı olmayan bazı kuralları olur, yaş ilerledikçe bunlar prensibe falan dönüşür. Benim prensibim de kayıtsızlık olmuş. Bir keresinde Ali bana demişti ki “Allah kimseyi seninle düşman etmesin”, ben de demiştim ki “iyi de ben kimseye düşmanlık beslemem ki”, o da “işte tam da bu yüzden öyle söyledim” demişti. O boş vermişliği ve kayıtsızlığı gözlemlediği bir süreçte söylemişti bana bunu. Şalterleri tamamen kapatıp o insanın varlığını unutmak kindarlık değil, kindarlık aşırı aktif bir eylem. Bilenirsin, kinlenirsin, kötülüğünü istersin, hatta belki bunun için uğraşırsın. Altmış beş senedir bana bu sıfatı yakıştırarak hakkımı yediler - yemişler yani - oysa ben daha ziyade “salak” falan gibi bir sıfatı hak ediyorum. Birisi bana yukarıda anlattığım sınava girme olayını anlatsa, “salak mısın olm sen” derdim çünkü.
51 notes
·
View notes
Text
"YAKAZA" hali nedir bilirmisiniz arkadaşlar, yarı uyku yarı uyanıklık halidir.
98 yılında hacca giderken çok büyük önemli kararlar aldım kendi kendime gerçi uygulayamadım,ne yazık ki tek başına bazı kararları uygulayamıyordu insan.
Hac'dan geldikten sonra yabancı erkeklere el vermeyecektim, tokalaşmayacaktım, çünkü efendimizin bir hadisini okumuştum kızına ithafen.
__Ya Fatıma kızgın bir demir parçasını elinle tutarmısın? Vallahi tutsan daha hayırlıdır bir mahrem eli tutmaktansa!
Maalesef yerine getiremedim ama beni acayip huzursuz ediyordu ızdırap duyuyordum adeta, bir erkekle tokalaştığım zaman.
Başta rahmetli eşim karşı çıkıyordu,"elini mi yiyecekler senin" deyip.
Bir gün akşam namazını kıldım eşim haberleri izliyor ben televizyona doğru oturdum örtümü siper ettim yüzüme gözlerim kapalı.
Her akşam okuduğum sureleri okuyorum ezberimden.
Elimde de tesbih,tabii rahmetli eşim beni televizyon izliyorum zannediyor.
Kendimi küçük yarı loş bir odanın içinde buldum, odaya girer girmez solda küçük bir teneke soba küflü, yer minderinde başında Hacı takkesi olan sakalları bayağı kırlaşmış ekose gömlekli gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmış bir dede oturuyor.
Eğildim elini öpmek istedim,elimi tuttu öyle bir kuvvetle yukarıdan aşağıya defalarca sallayıp elimi savurduki ,sana yüz kere söyledik mahrem diye! Öfkeyle bağırdı yüzüme.
Gözlerimi açtım odadaydım kalbim çarpıyordu, eşime anlatsam inanmazdı ki böyle şeylere.
Böyle birkaç olay yaşadım arkadaşlar hatırladığım zaman halâ o anları yaşarım sanki.
İyi geceler. 🌛
(Yorumsuz lütfen 😊)
41 notes
·
View notes
Text
sana öyle güzel şeylerle gelmiyorum artık. bileklerimi kanatan, saçlarımı kısaltan acılarla geliyorum. benliğimin en dibine gömdüğüm anılar bir bir ortaya çıkıyor. bir ortama biraz olsun gülmek için giriyorum ama bir şekilde canım yanıyor. bir şeyler sürekli devam ediyor. anlıyorum, anlamaya çalışıyorum. düşünmekten saatlerce başım ağrıyor. gülüşüm artık gözlerimi parlatmıyor. ellerim sigarayı tutarken bile titriyor. uykusuzluğun baş gösterdiği anlarda iki ilaç alıp uzanıyorum. kâbuslarla dost olmaya çalışıyorum ama onlar canıma kast ediyor. bir gece yarısı kayboluyorum. sesimi duyuramıyorum ya da duymak istemiyorlar. bilmiyorum. sigara kokan her bir zerremi parçalamak istiyorum. tüm benliğimi yok etmeyi diliyorum. yeni aldığım pakette bir dal çevirip sanki gerçek olacakmış gibi dilek diliyorum. kendimi kandırıyorum. ben hep bir şeyler yapıyorum. nefes almak için çıktığım yolda yaşlara boğuluyorum. yolun kenarına oturup peşpeşe sigara yakıyorum. sonra. dakikalar saatler gibi geçiyor. yoldan geçen arabaları sayıyorum. düşünmemek için, tekrar güçsüz görünmemek için saçma sapan şeyler yapıyorum. biliyorum, kendimi kandırıyorum. ve biraz da kaçıyorum. ama inan bana, ben başka bir yol bilmiyorum. bazen bir sokak sonunda bazen ise küçük bir balkonda sigaramı yakarken dalıp dalıp gidiyorum. etrafımda ne oluyor, bilmiyorum. sadece boş bir karanlıktayım. yabancı bir ülkede, bilmediğim bir dili konuşuyor gibi herkes. ben anlayamıyorum ve anlatamıyorum. boş gözlerle yalnızca izliyorum. bak, ben bu acıyı koynumda ağırladım. ben bu acıyla büyüdüm. ama alışmak bir yana dursun hâlâ nefesim kesiliyor benim. hâlâ ve hâlâ kaybediyorum. yeniliyorum. zamana yetişemiyor, geçmişte sıkışıp kalıyorum.
20 notes
·
View notes
Text
- Biliyor musun? Hiç kolay biri değilsin.
• Kolay mı? Kimmiş kolay olan? Benim tanıdığım insanlardan hiçbiri kolay değil.
- Senin kaçtığın şeyler beni ilgilendirmiyor. Kaçtığın insanlar... Sorularla rahatını kaçıracak değilim. Yine de elinden bırakıvermek zor gelmiyor mu sana?
• Hayır, aslında zor olan tutunmaya çalışmak. Bunun imkansız olduğuna ikna oldum bu kez. Bu düşünce beni mutlu ediyor
Ya unutuş ve yabancılık gerçeğin kendisiyse? Hakikatin?
Ya insanın hayatı boyunca tanıdığını sandığı kişiler gerçekte tamamen yabancıysalar ve de bunaklık hali vaki olunca insan bunu apaçık görmeye başlıyorsa? Ya insan hayatı boyunca arkadaşı olmuş kişinin veya eşinin gözlerinin içine bakarak “sen kimsin?” diye sorduğunda aslında tamamen aklı başında ise?
Evet zihin üzerindeki kontrolü kaybetmek böyle bir şey olmalı. Sakin sakin oturup artık isimlerini bile bilmediği yabancılara dönüşmüş olan arkadaşlarının kendisiyle irtibatı koparmalarını beklemek.
Her şey kayboluyor gibi oluyor. Bir şeyi yakalamaya çalışıyorsun ama hep elinden kaçırıyorsun, gibi. Yapmak mecburiyetinde olduğun şeyi yapıyorsun. Ama bir şeye tutunmak imkansız. İşin ilginç olan tarafı intihar etmeyi hiç düşünmedim. Zaman zaman acaba ölüm denilen yerde miyim diye aklımdan geçirdiğim oldu. Ölümün kapsadığı odalardan birinde.
Ruh hali? Evet benim de bir ruh halim var. Öyle ki içimdeki bir güç benim dönem dönem tamamen hareketsiz olmamı, çoğu insanların genellikle birlikte olduğu aile ve arkadaşlar gibi çevrelerden uzak durmamı gerektiriyor. Zaman zaman ki buna sık sık da diyebilirim, tamamen tek başıma kalmak isterim.
Ben hiçbir şeyin oradan geliyor, hiçbir şeye doğru gidiyorum, çok fazla yer de kaplamıyorum aslında, birinin benim için hesaplar yapmasına değmeyecek kadar küçük bir alan, yeryüzünde bir gölge yalnızca; geniş perspektiften bakınca topu topu kendi ağırlığım kadar bir şey ve ben de geniş bir kapsamda ele alındığında bir gölge olmak istiyorum, yoksa dar kapsamda bir et parçası olmakta var.
Her şey çok acı verici.
Perişan edici.
Demek istiyorum ki, bütün kozmos, bu sonu gelmez ölüm ve bu...
Hayat denilen şey.
105 notes
·
View notes
Text
NASIL BAŞLADI 1
Takipçi mizden gelen devamı olan bir hikaye
Ben 19, sevgilim 17 yaşındaydı, yaklaşık 1 yıla yakındır sevgiliydik, rahat buluşacağımız ortamlar pek olmuyordu, geceleri parklarda veya piknik yerlerinde tenhalarda sevişiyorduk, bakire değildi, ben de sormamıştım nasıl oldu diye, o konuda sorun yoktu ama yer sorunu vardı.
Bir akşam bir mekânda bira içerken bizden en az 10 yaş kadar büyük birisi sevgilim Derya'ya selam verdi, kısaca hatır sordu, o arada samimi bir şekilde bana da selam verdi, izin isteyip uzaklaştı. Derya'nın bir ara kısa süre sevgilisiymiş, aynı zamanda dershaneden de öğretmeni, çok hoşsohbet kültürlü iyi birisi olduğunu söyledi Derya, ben de "adama ayıp oldu davet etseydin masaya keşke" dedim. Derya "Biz gidelim masasına istersen, çok misafirperverdir" deyince biralarımızı alıp masasına gittik, ayağa kalktı “hoş geldiniz ne iyi ettiniz dedi, gerçekten hoşsohbetmiş devamlı ilginç şeyler anlattı, sorular sordu. Güzel bir sohbet oldu, derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık, o arada kaç bira içtiğimizi sayamadık, Derya'nın da benim de kafalarımız çok iyi olmuştu, masada otururken hafif sallanmaya başlamıştık.
“Çocuklar isterseniz benim eve gidelim, hemen iki sokak arkada evim, orada devam ederiz, isterseniz size kahve konyak ikram ederim, burası az sonra kapanacak” dedi
Derya “aa hocam taşındınız mı? eski evin dekoru çok güzeldi ama dedi,
Hoca Timur Bey, "Buranın dekoru daha da güzel, hadi kalkın" deyince kalktık, bu arada Derya'nın eski eve gittiğini de öğrenmiş oldum, daha o zamanlar, küçük yaşta hocasının evine gidiyormuş yani.
Biz hafif sallanarak iki sokak arkada Timur hocanın evine gittik, ev küçük ama çok iyi, modern dekore edilmiş bir evdi, evin içi ayna doluydu, konyaklarımızı içerken Hoca müzik açtı, ben iyice kafayı bulmuştum bu arada, gözlerim yarı açık durumdaydı. Hoca birden ayağa kalktı Derya'nın elinden tuttu, bana dönüp, "dans için izin var mı" diye sordu, ben ağzımı zor açıp yarım yamalak "aa tabii ne demek buyurun hocam" diye geveledim, konuşacak halim kalmamıştı.Birbirlerine sarılıp dans etmeye başladılar, dans ilerledikçe birbirlerine daha sıkı sarıldılar, Derya’nın kolları hocanın boynuna dolanmıştı, hocanın elleri önce Derya’nın beline dolanmıştı, sonra hocanın elleri Derya’nın kalçalarında doğru kaydı mı? Yoksa ben sarhoşum diye bana mı öyle geliyordu derken, dikkatli bakınca hocanın Derya’nın etekliğini kalçalarını okşayarak yukarı doğru yavaşça sıyırdığını fark ettim. Derya'nın arkası bana dönüktü, etek iyice yukarı sıyrılmış, kalçalarının arasına giren siyah tangası ve yuvarlak iri kalçaları ortaya çıkmıştı.
O kadar sarhoştum ki sadece seyrediyordum, o arada bu manzarayı görünce çok sarhoş olmama rağmen aletimin sertleştiğini fark ettim, hem bir şey diyemeyecek kadar sarhoştum hem de tahrik olduğum için ses etmemiştim.
Benim ses etmeden izlediğimi görünce sanırım cesaret aldılar, ben kalçalara bakarken o arada öpüştüklerini fark ettim, dans ederek yavaş yavaş dönüyorlardı. Derya’nın dudakları hocanın ağzının içindeydi, sarmaş dolaştılar. Nasıl oldu tam fark edemedim, Derya’nın tanga külotu iri kalçalarından aşağı sıyrıldı, Derya bacaklarını hareket ettirerek külotunu ayaklarına kadar indirdi, ayak bileğini sallayarak külotu önce tek ayağından çıkarttı sonra diğer ayağından fırlatıp attı.
Artık bu dans değil, seks şov haline gelmişti ve ben de bu şovu ağzımın suyu akarak izliyordum, onlar da bana aldırış etmeden devam ediyorlardı.
Karşımdaki kanepeye geçtiler hoca oturup pantolonunu aşağı sıyırdı, ne zaman kemerini açmıştı fark etmemiştim, Derya etekliğinin fermuarını çözüp aşağı yere bırakıp tekmeledi etekliğini, sonra yüzün bana dönüp ama beni görmezden gelerek bacaklarını açtı, Derya’nın bacaklarının arasından hocanın kocaman sikini gördüm, dimdik kazık gibi duruyordu
Derya hocanın kucağına ata biner gibi otururken ustaca bir hareketle hocanın sikini amının dudaklarının arasına yerleştirdi, sanırım çoktan sırılsıklam olmuş amını gömdü sikin üzerine yavaşça oturarak. Üzerindeki tişörtü çabucak çıkarttı attı memelerini de sutyenin dışına çıkartıp avuçlayıp uçlarını sıkmaya başladı, bir yandan da sikin üzerine hafif hafif oturup kalkıyordu
Ben ise gelmek üzereydim, sevgilimi canlı porno film gibi izliyordum. Gözleri kısık bir şekilde bana doğru bakıyordu ama sanırım içkiden ve zevkten beni fark etmiyordu bile, beni fark edemeyecek kadar kendisini kaptırmıştı, belki de fark ediyor, aldırış etmiyordu.
İkisi de inlemeye başlamıştı, hocanın eski öğrencisini sevgilisine izlettirerek sikmesi ikisine de çok zevk veriyor olmalıydı. O anda ben de kendimi tutamadım, elim sikimdeydi ve boşaldım, gelmem uzun sürdü. Giyiniktim, pantolonumun altında külotuma boşaldım tabii.
Boşaldıktan sonra bir rehavet çöktü, gözlerim kapandı, sızarken her ikisinin de inleyerek “geliyorum geliyorum, ben de geliyorum” seslerini duyduğumu hatırlıyorum.
Sabah uyandığımda kalkıp baktım, hoca mutfakta kahvaltı hazırlıyordu eve şöyle bir baktım, Derya hocanın yatağında çırılçıplak uyuyordu ben kanepede sızdığım yerde uyumuşum.
Sabah uyandığımda ilk işim tuvaleti girmek oldu, elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım, o arada Derya uyanıp giyinmişti, hiç bir şey olmamış gibi hocanın hazırladığı kahvaltı çok az konuşarak yaptık ve çıktık, Derya dışarı çıkınca anlattı Hoca 14 yaşından beri ara sıra evine atıp sikiyormuş Derya’yı, kızlığını da hoca bozmuş, sevişirken parmaklayarak bozmuş, hafif bir kan sızmış, sonra da “pardon kaza oldu kasıt yok, parmağım kaydı” filan demiş, biraz teselli edip Derya sakinleşince de devam etmişler sevişmeye. o olaydan birkaç ay sonra da ayrıldık” diye kısaca anlatmıştı. O olaydan hiç bahsetmedik, taa ki Derya bir ay sonra kadar “Timur Hoca’nın takıldığı mekâna gidelim mi?” sorana kadar, önceden böyle bir şey soracağını bilseydim büyük ihtimalle yok derdim ama o anda nasıl oldu bilmiyorum ağzımdan “olabilir” çıkıverdi.
159 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
199. BÖLÜM - Cennete ve Dünya'ya hükmetmek; Ocaktan bir şeyler çıkıyor.
Xie Lian soğuk zeminde öylece uzanıyordu. Hala yarısı ağlayan-yarısı gülen maske yüzündeydi. Beyaz yüzü olmayan ise Xie Lian’in tam yanında durmuş ve onun bu görünüşünden mutluluk duyarmış gibiydi. Çünkü Xie Lian tıpkı onun gibi görünüyordu.
Ağlayan-gülen maske tuhaf bir şekilde Xie Lian’in yüzüne yapıştırılmış gibiydi. Ne kadar denerse denesin çıkartamıyordu.
“Bırak öyle kalsın” dedi Yüzü olmayan beyaz. “Gücünü anlamsız mücadelelere harcamayı bırak. Buradan çıkmak mı istiyorsun? Dediklerimi yaptığın sürece kolayca Ocaktan çıkabilirsin.”
Xie Lian o orada yokmuş gibi davranıyordu.
Yüzü olmayan beyaz Xie Lian’in her zaman onu aşağılayacağını ve vazgeçmeyeceğini biliyordu. İç çekti, “En güçlü usta ve öğrenci, ayrıca en yakın arkadaşlar olabilirdik. Neden bu kadar asi olmak zorundasın?”
Xie Lian yapmakta olduğu şeyi bıraktı, kızgın bir şekilde ve iğrenerek cevap verdi: “İnsanların yaşadığı zorlukları, hayatın iniş çıkışlarını anlamını ve sanki insanların duygularını anlıyormuş gibi konuşmayı kes. Senin gibi birini ne öğretmenim ne de arkadaşım olarak asla istemem.”
Xie Lian’in ondan tiksintisi inkar edilemeyecek kadar açıktı. Yüzü olmayan beyaz aşağılayarak güldü: “Biliyorum, sana göre seni eğitebilecekler sadece Guoshi[1] ve Jun Wu, değil mi?
Ses tonu tuhaftı, küçümseme ve alay doluydu. Xie Lian bu konuyu pek umursamadı ve başka bir soru sordu: “Lang Ying, YongAn’ın ilk veliaht prensi miydi?”
Lang Ying insan yüzü hastalığından acı çekmiş bir YongAn’lıydı. O küçük veliaht prens Xie Lian’in kim olabileceğini düşündüğü tek kişiydi. Beyaz Yüzü olmayan cevapladı: “Doğru bildin. O, alt ettiğin ve sonra binlerce parçaya ayırıp ardından sarayını yaktığın veliaht prensti.
YongAn prensi Lang Ying’in tek yeğeniydi. Bu yüzden muhtemelen o zaman insan yüzü hastalığının kalıntıları ona bulaşmıştı. Xie Lian sordu: “Hastalığından neden başka kimse etkilenmedi?”
Beyaz yüzü olmayan: “Çünkü YongAn sarayındakiler onun çoktan hasta olduğunu anlamıştı. Başkalarına bulaşmasına izin vermemek için, onu bir yorganla sessizce boğması için birini gönderildi, ancak o mücadele ederek karşı koydu ve kaçtı.”
YongAn Krallığı hem YongAn Kralı'nın hem de Veliaht prensin ağır hasta olduğunu ilan ederken, Krallık iç çatışmayla nasıl başa çıkılabileceğini bilemediler dolayısıyla Lang Ying'in soyundan başka birini prens olarak belirlediler. İşte O, Lang Qian Qiu’nin atasıydı.
Xie Lian “Onu kandırmayı nasıl başardın?” diye sordu.
“Onu kandırmadım.” Dedi Beyaz Yüzü olmayan. “Ona sadece gerçeği söyledim, onun böyle bir canavara dönüşmesinden sorumlu olan suçlunun kim olduğunu. Bana kendinden birazcık ödünç verdiği sürece, intikamını almasına yardımcı olacaktım."
“Birazcık mı?” Xie Lian inanamadı. “Onun hepsini besin olarak yuttun!”
Yüzü Olmayan beyaz baygınca: “Ne insan ne de hayalet olan o haliyle kimse ona samimiyetle davranmazdı zaten, onun için bu dünyada kalmak da başlı başına bir acıydı.”
Xie Lian aniden seslendi: “Ekselansları?”
“…”
O anda Xie Lian, yaratığın muhtemelen bu hitaba cevap vermek istediğini anlayabildi ama kendini tuttu.
Bunun üzerine Xie Lian tekrar sordu: "Siz, Siz WuYong'un Veliaht Prensisiniz, değil mi?”
Kelimeler dudaklarından dökülür dökülmez Fırın'ın içindeki boğucu sıcaklığın katılaştığını hissedebiliyordu.
Xie Lian içeriye düştüğü andan itibaren, bu soru hakkında düşünüyordu.
Ceset Yiyen Farelerin ağızlarından dökülen dili anlayabilmesinin sebebi Jun Wu, Guoshi ve Yüzü Olmayan Beyaz’ın aralarından birinin onların anılarının ve duygularının bir kısmını kendisine nakletmiş olması olmalıydı! Bu da üçü arasında en az birinin WuYong'dan olduğu anlamına geliyordu. Jun Wu, WuYong Krallığı'nın çöküşünden sonra doğmuştu, bu yüzden Guoshi ve Yüzü Olmayan beyaz en şüpheli olanlardı.
Hua Cheng neden Ocağın dışında kalmıştı? Bunun nedeni onun bir Yüce olması olamazdı, çünkü Hua Cheng, Xie Lian’a Yüce olan Hayalet Kralların bile Ocağa yeniden girebileceğini söylemişti, tıpkı bir cennet mensubunun yükselişten sonra başka bir cennet musibetinden geçebilmesi gibi. Yine de Hua Cheng yarı yolda ortadan kayboldu. Xie Lian'ın aklına gelen en basit açıklama Ocağın Yüzü olmayan Beyaz’ın emrine itaat etmesiydi.
O halde, Yüzü olmayan Beyaz’ın kimliği olsa olsa ne olabilirdi ki?
Bir an sonra karanlığın içinde ölüm sessizliği oldu ve Xie Lian kesin bir ifadeyle tekrarladı: "Siz WuYong'un Veliaht Prensisiniz."
Artık Yüzü olmayan beyaz sessizliğini bozmuştu.
Xie Lian'a doğru hamle yaptı, avuç içi darbeleri keskin ve güçlüydü. Bu kez kaçma sırası Xie Lian'deydi. Kaçmak için sıçradı ve kaçarken sordu: “Ekselansları, size bir sorum var. Nasıl oluyor da gerçek yüzünüzü kimseye göstermiyorsunuz?”
Yüzü olmayan beyaz karanlık bir şekilde cevapladı: “Ekselansları, bana bu unvanla hitap etmemeniz konusunda sizi uyarıyorum.”
"Siz bana 'Ekselansları' diyorsunuz, ben neden size aynı şekilde hitap edemiyorum?" Xie Lian azarladı, "Cevap vermeyeceksiniz, o yüzden kendim tahmin etmek zorunda kalacağım. Gerçek yüzünüzü kimsenin görmesini istememenizin sadece iki nedeni var. Ya tanıdığım birisiniz ya da tanımasam da gerçek yüzünüzü gördüğümde kim olduğunuzu kolayca anlayabilirim; veyahut gerçek görünümünüz son derece çirkin, o kadar çirkin ki kendinize bile tahammül edemiyorsunuz! Tıpkı..."
İki vınlama sesinin ardından kolu derin bir acıyla sızladı, onu zorla yakalayan Yüzü olmayan Beyazdı.
"Sevgili veliaht prensim, biraz fazla dostça davrandığım için mi artık benden korkmanıza gerek olmadığını düşündünüz?"
Yüzü olmayan beyazın sesi buz gibiydi, acı içinde olmasına rağmen Xie Lian hâlâ bilincini koruyordu. Yüzü olmayan Beyaz gerçekten öfkelenmiş görünüyordu ve siyah kılıcı eline alarak Xie Lian'a doğru itti, "Bu kılıca verdiğin isim Fang Xin mi?"
Tüyler ürpertici bıçağın kendi boğazına giderek yaklaşmasını gözlerini kırpmadan izleyen Xie Lian'ın ifadesi sertleşmeye devam etti, "Bunda bir sorun mu var?"
Yüzü olmayan beyaz hıhladı: "İsim vermeyi bile bilmiyorsun. İyi dinle, bu kılıcın orijinal adı 'Zhu Xin'[2]
Xie Lian aniden gözlerini açtı ve etrafına baktı, "KİM VAR ORADA?!"
Ancak Yüzü olmayan beyaz dönüp bakmaya bile tenezzül etmedi: "Benimle dövüşmek için bir çocuğun numarasını mı kullanmak istiyorsun?"
Xie Lian’in aklı karıştı, "Sen... fark etmedin mi?"
"Hiçbir şey yok, neyi fark edecekmişim?" dedi Beyaz Yüzsüz soğuk bir sesle.
O fark etmemişti ama Xie Lian kesinlikle bir şeyin varlığını hissetmişti.
Az önce Fang Xin yerdeki ateş ışığını yansıtmış ve o ateş ışığı üstlerindeki taş duvarın yanından geçip gitmişti. İşte o anda Xie Lian bir yüz gördü. Xie Lian gördüğü şeyde yanılmadığına yemin edebilirdi. Kesinlikle bir insan yüzü görmüştü, devasa bir insan yüzü!
Yüzü olmayan beyazın hisleri Xie Lian'ınkinden daha güçlü olabilirdi, o halde nasıl fark etmemişti ki?
Tabii... o şey Yüzü olmayan beyazdan daha korkunç bir şey değilse!
O yüze çok uzun bir süre bakamamış olsa da görüntüsü hafızasında kaldı; o yüz bir insandaki tüm şekillere sahipti ve... tanıdık geliyordu. Xie Lian sırtında hafif bir ürperti hissetti.
"Bu ocağın içinde başka bir şey daha var!"
Ancak Yüzü olmayan beyaz şöyle cevap verdi: "Fırının içinde sen ve benden başka sadece kayalar ve lavlar var.”
Xie Lian daha fazla şey söylemek üzereydi ki birden kendi kendine, "Bekle... Taşlar? Yüz? Tanıdık?" diye düşündü.
Işıklar yandı ve kafası dank etti, Xie Lian gördüğü şeyin ne olduğunu anladı. Demek buydu!
Olayı çakar çakmaz, Xie Lian'ın elleri anında arkasından hızla mühürler oluşturmaya başladı. Yüzü olmayan beyaz onun hareketlerini fark etti ve şöyle dedi, "Anlamsız, sen bile..."
ÇITIRT…
Beklenmedik bir şekilde, daha sözünü bitirmeden, arkalarından ve üstlerinden büyük bir çatlama sesi geldi. Kayalar ve toprak bir fırtına gibi aşağıya indi!
Yüzü olmayan beyaz bir şeyin kendisine doğru geldiğini hissetti ve saldırıyı savuşturmak için hızla oradan uzaklaştı. Cidden çok hızlıydı, kimse ondan daha hızlı olamazdı ve böylece mükemmel bir şekilde kaçabilirdi. Ancak, ne yazık ki, ona saldıran şey çok devasaydı.
Bu devasa, parmakları yumruk şeklinde olan bir eldi ve ağır bir şekilde Beyaz Suratsız'ın üzerine düştü!
Bu el taştan yapılmış dev bir eldi.
Gerçekten çok büyüktü; sadece tek bir yumruk bile bir koca bir malikâneye rakip olabilirdi. Ayrıca yerdeki ateş ışığı sadece bu kısmı aydınlatabiliyordu. Bileğin üzerindeki her şey hâlâ karanlığa gömülmüş haldeydi.
Kayaların çatırdama sesleri arasında elini ters çevirdi ve avucunu Xie Lian'a doğru açtı.
Devasa olmasına rağmen parmakları uzun ve ince, eklemleri zarif ve narindi, çiçekleri zarar vermeden tutabilir ve iyi bir şekilde kılıç kullanabilirdi. Xie Lian kılıcını yakaladı, yerden sürünerek kalkarken tökezledi ve avucun kalbine sıçradı. Tam o el onu yukarı kaldıracakken, Xie Lian birden bir şey unuttuğunu hatırladı ve aceleyle bağırdı, "BEKLE!" Tekrar yukarı sıçramadan önce bambu şapkasını almak için aşağı atladı. Sonra o dev el kalktı ve ateş ışığından gittikçe uzaklaştı. Xie Lian da gittikçe daha yükseğe çıktıklarını hissedebiliyordu ve elleri bir kez daha mühür oluşturdu, "KIRIL!"
Bu komutla birlikte, sanki onu tutan dev dizlerini bükmüş ve hazırlanıyormuş gibi hafif bir düşme hissi duydu. Bir sonraki saniye, tüm vücudunun aniden daldığını hissetti; o dev gökyüzüne doğru fırladı ve doğruca Fırın volkanının kapalı ağzına çarptı!
GÜMBÜR! GÜMBÜR! GÜMBÜR!
Xie Lian şiddetli sarsıntıların yanı sıra son derece belirgin bir çatlama sesi de duydu. Bu, böylesine şiddetli çarpışmalara dayanamayan ve parçalanmak üzere olan taş kayaların sesiydi!
Kısa bir süre sonra yukarıdan bir dizi beyaz ışık sızmaya başladı.
Artık dışarı çıkmıştı!
Fırının mühürlü üst kısmı kırıldı ve kasırgalar çığlıklar atarak ve uluyarak içeri girerken, muazzam kör edici beyaz bir ışık akmaya başladı.
Xie Lian o devin avucunun içinde durdu, bir eli başındaki bambu şapkaya bastırırken diğeri yüzüne doğru esen kar fırtınasını engelledi. Boğucu sıcak hava tamamen süpürüldü ve Xie Lian bağırmadan önce bir ağız dolusu dondurucu ve temiz havayı derin derin içine çekti, "SAN LANG--!!!"
İlk hecesi hala yankılanıyordu ki, bir anda bir çift el tarafından arkadan kucaklanarak çekildi. Xie Lian önce kaskatı kesildi ve aşağıya baktı, ancak bunun kırmızı kollar ve beline dolanan gümüş kolluklar olduğunu görünce rahatladı. Kulaklarının dibinden derin, kederli bir ses geldi, "...Deliriyordum!"
Bunu duyan Xie Lian telaşla arkasını döndü ve elleriyle yanaklarını kavrayarak, "Çıldırma, çıldırma, bak! ben çoktan çıktım!" diye yatıştırdı.
Bu Hua Cheng’di. Hua Cheng'in siyah saçları dağılmış, gözleri biraz kaybolmuştu. Xie Lian'ın ne kadar uğraşırsa uğraşsın çıkaramadığı o ağlamaklı gülümseyen maske Hua Cheng tarafından kolayca çıkarılıp atıldı.
Xie Lian içinden gelen bir hisle Hua Cheng’in yanaklarını ellerinin arasına aldı. Neden elleriyle Hua Cheng'in yanaklarını okşamak zorunda kaldığını bilmiyordu ama bunu bilinçaltında yapıyordu, muhtemelen onu rahatlatmak içindi ama aynı zamanda Xie Lian, Hua Cheng'in yüzünün kar fırtınası yüzünden donmasından korkuyordu. Sonuçta, Xie Lian Ocağın içinde ne kadar kaldıysa, Hua Cheng de yanardağın ağzını koruduğu sürece kalmış olmalıydı.
Birlikte mükemmel bir şekilde içeri girdiler. ama biri aniden dışarı atıldı ve içeride neler olup bittiğini bilmiyordu, tabii ki çıldıracaktı!
Hua Cheng Xie Lian'a sımsıkı sarıldı ve umutsuzca şöyle dedi, "...Ne yaparsam yapayım ocağa giremedim ve sen kendi başına ocaktan çıkmak zorunda kaldın! Ben gerçekten çok..."
Xie Lian hemen, "San Lang, sorun yok, gerçekten sorun yok! Ayrıca, ben kendi başıma çıkmadım ki!" dedi.
Hua Cheng sonunda biraz sakinleşti ve "Ne? Gege, nasıl çıktın?" diye sordu.
"Orayı kırıp çıkmama sen yardım ettin." Xie Lian, "Bak," diye yanıtladı.
Yukarı doğru işaret etti ve Hua Cheng onun işaret ettiği yere doğru baktı.
Karın ve rüzgârın ortasında, dağların taşlarından oyulmuş dev bir insan heykeli, yüzünde uçuşan kırağılarla, sanki gökleri tutuyormuş ve yeryüzüne iniyormuş gibi belli belirsiz duruyordu. Ve o anda, ikisi de o dev heykelin avucunun tam ortasında duruyordu.
Heykelin yüzünün hatları nazik ve güzeldi, uzun kaşlı ve zarif gözler hemen dikkatleri çekiyordu. Dudakları zarifti ve köşeleri hafifçe yukarı doğru kıvrılmıştı, sanki gülümsüyordu ama gülümsemiyordu, sevecen ama anlamsız değildi, ifadesiz ama kaba değildi; merhamet ve güzellik dolu bir yüzdü.
O Xie Lian’in yüzüydü.
Xie Lian başını kaldırarak heykelin yüzüne baktı ve yumuşak bir sesle, "Bana bahsettiğin heykel bu mu? Gurur duyduğun en iyi ilahi heykel?" dedi.
“…”
Hua Cheng de ona baktı ve uzun bir süre sonra gözleri tekrar yanındaki Xie Lian'a kaydı, "En."
Bu devasa taş ilahi heykel, Hua Cheng ocağın içinde sıkışıp kaldığı, ağır darbeler aldığı ve yoğun acılar çektiği sırada yontulmuş olmalı.
Yüzyıllar boyunca her zaman TongLu'nun en derin karanlığının içinde saklanmıştı ve hatta bir kısmı hala sarmaşıklarla kaplıydı. Ocak onun doğal ve tehlikeli mağarasıydı ve bu en görkemli mağaranın tek tanrısıydı.
O ve ocak aynı malzemeden yapılmış tek bir gövdeden oluşuyordu. Aksi takdirde, sıradan kayalardan oyulmuş ilahi bir heykel olsaydı, Fırından hiç çıkamazdı ve sadece parçalara ayrılırdı ve eğer Xie Lian'ın kendisi olmasaydı veya aşağı atlamadan önce Hua Cheng Xie Lian'a yeterince ruhani güç vermemiş olsaydı, Xie Lian bu ilahi heykeli çağıramaz ve hareket ettiremezdi.
Xie Lian, Hua Cheng'e döndü, "Yani, San Lang, ben tek çıkmadım. Bunu beraber atlattık."
[1] imparator hocası
[2] [芳心] Fang Xin “genç bir kadının duyguları”; [誅心] Zhu Xin “infaza niyetlenmek”, “infaz edilmiş kalp” demek
35 notes
·
View notes
Text
600 bin çocuğun umudu!
'Büyüyen ayakkabı' dünyaya yayıldı,
20 dolar yetiyor
Ayakkabınızın olmadığını ve ölünceye dek ayakkabı benzeri bir şeyle tanışmadan her gün yürüdüğünüz yollarda 4 mevsim ilerlediğinizi düşünmek size endişe verici geliyor olabilir.
Dünya üzerindeki 600 bin çocuk az önce kafanızda canlananları yaşamak durumunda kalıyordu.
Ta ki birileri, ‘çünkü’ diyene kadar!
Toplamda 510 milyon 100 bin kilometrekare yüz ölçümüne sahip dünyada ne yazık ki her çocuk aynı şartlara sahip olamıyor.
Bazıları savaşın ortasında dünyaya merhaba derken, bazıları genç yaşta dünya yıldızı olan futbolcuların aksine giyecek ayakkabı bile bulamıyor.
Kenya, Somali ve birçok Afrika ülkesinin ismi bu acı tablonun altına yazılsa hiç de yanlış olmaz.
Diğer çocukların sahip olduklarıyla tanışma şansı bulamayan çocukların hayalleri ve hayatları için ‘1 adım’ atan Kenton Lee’nin, Kenya’da bir yetimhanede çalışırken zihninde doğan fikir 600 binden fazla çocuğa umut oluyor.
ÇOCUKLARIN UMUDU OLDU ÇÜNKÜ...
Yoksulluğu azaltmak misyonuyla yola çıkacak olan Kenton Lee, 2007’de ABD’de okuduğu Nampa Idaho’da Northwest Nazarene Üniversite’sini bitirdikten sonra Nairobi, Kenya’nın yolunu tuttu.
Gittiği yerde çalışacağı yetimhane onu bambaşka bir yola çekecek ve çıplak ayaklarıyla keskin çakıl taşlarına, ıslak toprağa basmak zorunda kalan çocuklara Lee umut olacaktı.
Lee de aynen öyle bir yolda minik bir çocukla yürürken binlercesinin hayatını değiştirecek o fikri bulmuştu.
Tozlu yolda yürürken yanında beyaz elbiseli küçük bir kızın yürüdüğünü fark eden Lee, ayaklarına baktığında ayakkabılarının ayakları için çok küçük olduğunu görünce şokla karışık bir hüzün onu esir aldı.
Ayakkabılar o kadar küçüktü ki ayak parmaklarının dışarı çıkması için ayakkabılarının önünü kesmek zorunda kalmışlardı.
Bir yanda sayısız ayakkabısı olan çocuklar, diğer yanda hayat boyu hiç ayakkabı giyemeyen çocukların olduğu dünyada bir şeyler yapılmalı ve çocuklar artık canları yanmadan yürüyüp koşabilmeliydi.
O gün Kenton Lee şunu düşündü:
Peki ya boyutunu ayarlayabilen ve genişletebilen bir ayakkabı olsaydı?
Ya büyüyebilecek bir ayakkabı olsaydı?
Lee, bu düşüncesinden 1 adım bile uzaklaşmadı ve hiç vazgeçmedi.
Çünkü, ona göre “Bir çift ayakkabı ile hayat değiştirmek büyük bir mutluluktu.”
Lee, ismini ‘Because’ koyduğu projesinde büyüyebilen ve genişleyen ayakkabılar üretip dağıtmayı hedefliyordu.
İngiliz dilinde ‘çünkü’ anlamına gelen ‘because’ Lee için gerçekten de sebebi olan bir mücadeleydi.
80 ÜLKEDE 70 BİN AYAKKABI
Bu fikri alıp gerçeğe dönüştürmek Kenton Lee ve bir grup arkadaşının memleketleri Idaho'ya dönmeleri gerekiyordu.
Bu süreç tahmin ettiklerinden daha uzun sürdü, yani Kenya’dan ABD’ye gidişleri 6 yıldan uzundu.
2009’da ismen kurdukları proje, 2014 yılında her şeyi başardıklarında, tam 5 beden büyüyen ve yıllarca dayanabilecek kadar sağlam bir ayakkabı üretmeleriyle sonuçlandı.
Kenton Lee liderliğindeki grup, ayaklarını korumak için ayakkabıya acil ihtiyaç duyan mümkün olduğunca çok sayıda çocuğa büyüyen ayakkabıyı ulaştırmak amacıyla kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan ‘Because International'ı kurdu.
Bu Kenton ve arkadaşları için fedakar ve duygusal bir hobiydi.
Ancak hiç kimse, onların tutkuyla yaptıkları bu girişimin, bugün olduğu gibi dünya çapında bir dava ve hareket olacağını tahmin etmemişti.
Kenton Lee ve arkadaşları başarmış, binlerce çocuğu da ayakkabıyla tanıştırmıştı.
SADECE 20 DOLAR YETİYOR
Bugünlerde 80 ülkede süren mücadele, 2017 itibarıyla 70 bin ayakkabının çocuklara ulaştırılmasını sağladı.
Kenton Lee, yaptıkları fedakar girişimle ilgili, “Biz ayakkabıları distribütörler aracılığıyla göndermiyoruz.
Çocuklarla çalışan organizasyonlar yoluyla ihtiyacı olanlara iletiyoruz.
6 bin farklı aracıyla bunun için çalıştık” diyor.
Şimdi ise sadece 20 dolarlık bir bağışla bir çocuğun daha ayakkabı sahibi olması için destek çağrısında bulunan Because, bu girişimini her geçen gün daha fazla insana fayda sağlayacak şekilde büyütüyor.
2023’te 40 bin 500 çift büyüyen ayakkabı dağıtan 'Because', 24 girişimciyi eğiten ve yoksulluktan etkilenen topluluklarda yüzlerce istihdam sağlayarak 2024’teki mücadelesine başladı.
Girişimcilerin bu yılki mesajı ise, “Birlikte 2024'te daha fazlasını başarabiliriz!”
Derleyen: Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr
41 notes
·
View notes
Text
01.12.2023
eşimin iş yerinde bi abla mum yapıp satıyormuş eşim ve arkadaşları da destek amaçlı aldılar hatta eşim gecen gün bana hepsinin fotoğrafını yolladı hangisini istersin diye seçtik. muma bayıldık sürekli yakıyoruz, eşim çok mum sevmez o bile bayıldı. ben çok severim her yerde mum var zaten evde. neyse bize yakın oturan bi abi var eşimin iş yerinden onun mumu karakolda kalmış eşime getirir misin demiş eşim eve geldi bunu anlatıyor çok güzel görsen bayılırsın falan diyor eşim aradı abiyi abi fotoğrafını yollar mısın hanım merak etti diyor sen yakıyor musun biz hep yakıyoruz diyor kahkaha attım evde. abi yolladı fotoğrafı bugün de eşime kapıya çık demiş bunu getirdi ay o kadar mutlu olduk ki durup durup bu ne böyle diyip gülüyoruz. bir şeyler hazırlamıştık geçen aylarda abiye götürdü eşim, çok mutlu olmuş hep söylüyormuş. eşimin bu davranışları çok mutlu ediyor beni, bu kadar özenli olması öyle güzel ki maşallah. bir mum deyip bahsetmeyebilirdi bile, bu küçük bir mum olayı ama her konuda böyle Allah ondan razı olsun.
62 notes
·
View notes