rahatsizedicifikirler
23 posts
Siyonist, yahudi, Amerika ajanı. Dikkat, bu bloga girdiğinizde ahlakınız bozulabilir.
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
İslamda kadının yeri
"Kadınlar aklen ve dînen dün (aşağı) yaratıklardır..." (Muhammed) "Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü... erkekler kadınlar üzerinde hâkimdirler..." (Kur'ân: Nisâ 34) . "Erkeklerin (kadınlardan) bir üstün dereceleri vardır..." (Kur'ân: Bakara 228) "iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir" (Kuran: Bakara 282) "Erkeğin payı, iki dişinin payı kadardır... Erkeğe kadına nispetle iki pay verilir" (Kur'ân: Nisâ11, 176) "Serkeşlik (itaatsizlik inatcılık) etmelerinden endişelendiğiniz (kadınları).. dövün." (Kur'ân: Nisâ 34) "Uğursuzluk üç şeyde vardır: karı 'da ev'de ve at' da..." (Muhammed) "Namazı kat’eden (bozan) şeyler (Kara köpek), eşek, domuz ve KADIN'dır... , (Muhammed) "Kadınlar arasında sâliha (iyi, yararlı) kadın yüz tâne karga arasında alaca bir karga gibidir... “ (Muhammed) "Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım..." (Muhammed) "Bana Cehennem halkı gösterildi; çoğunluğu kadınlardı... Siz kadınların çoğu Cehennem kütüğüdür. " (Muhammed)
2 notes
·
View notes
Text
Bekaretin El Değmemiş Tarihi- İnceleme
Düşüncelerimi ve beni marijinal bulacaklara amme hizmeti (muhafazakar dünyada da pek farklı değil durum, tek fark dürüstlük yok): https://www.kadinlarkulubu.com/...irme&o=relevance
O zaman gelelim incelemeye...
Seks yapmak, biyolojik bir ihtiyaçtır. Su içmek, yemek yemek, uyumaktan da bir farkı yoktur. İşin özü bunun hakkında sayfalarca konuşulacak, çıkarım yapılacak bir yanı da yoktur. Seks, sekstir. Bu kadar. Ama tabii ki de insanların dallanıp budaklandırdığı, kendi kendine anlam yüklediği bu konu artık ciddiye alınıp üzerinde bir şeyler karalanacak bir hal almıştır. Onun toplum üzerindeki etkilerini görmezden gelerek çıkarımlar yapmanın topallayarak yürümekten bir farkı yoktur. Cinsellik hakkındaki önyargılarımız köklü ve sabittir. Uçları tee insanların tarımda alet kullanmasına kadar dayanır. Özel mülkiyet kavramı, mirası; miras bırakma aileyi doğurur. Bekaret de ilk çocuğun kişinin kendisine ait olduğunu kanıtlayan bir senettir nitekim. Geriden ileriye doğru yavaş yavaş şişirilmiştir daha sonra ve toplumun en büyük problemlerinden biri haline dönüşmüştür. Cinsellik diyorum ama konu tabii ki de kadın cinselliği. Çarpık, yoz bir ahlak anlayışı vardır bizim toplumumuzda. İki kişinin birbirini sevmesi ya da birbirini mutlu etmesi gibi masumca şeyleri kendi sevgisiz, pis, kötü zihniyetli kafasında ahlaksızca bir yere oturtur. Ne felsefi ne de ahlaki bir açıklaması olmamasına rağmen kendinden emindir. Çoğunluk ona hak verdiğinden, hiç öyle bir açıklamaya da gerek duymaz zaten. Seks iki kişinin aktivitesinden çok, kadının kendini sunduğu, kullandırdığı edilgen, pasif bir deneyimdir. Kadınların da cinsel arzularının olduğunu belirtmek toplumda gayri ahlaki bulunur. Hele hele seksle ilgili bir konuda kadın fikir belirtmeye görsün, o artık yolludur. Genel söz dinleyen kadın imajından çıkar ve evet, onun vücudu aynı zamanda ortak mülkiyettir de. Eril kişi onun vücudunda hak talep etmekten hiç çekinmez. Hatta öyle ki bazen hemcinslerim tarafından da savunulur bu durum, olası bir tacizde mahkemeler bol keseden indirim dağıtır. "Zaten bakire değildi." indirimi mesela... Konuyu dallandırıp budaklandırmak istemiyorum, hepimizin az çok bildiği konular. Yazdıkça parmaklarım durmuyor zira, söylenecek o kadar çok şey var ki... Bugün tecavüzlerin tacizlerin alıp başını gitmesinin; bir an olsun kadınlar kadın olduğunu erkekler erkek olduğunu unutarak hareket edememesinin en büyük nedeni doğal bir güdü olan cinselliğin uzun yıllar bastırılıp toplumu hastalıklı, sapkın bir ruh haline getirmesidir. Kadınlar usturuplu giyinmelidir, giyinmezse sekse davet eder. Kadın ve erkek arkadaş olmamalıdır, olurlarsa seks yaparlar. Kadın çok fazla gülmemelidir, kadınlı erkekli gezilmemelidir, asansöre binilmemelidir... Toplumu nasıl bir boktanlığa sürüklediğinizi gerçekten göremiyor musunuz? Gündüzleri sporla üreniyor gibi davranılan caanım ülkemde, ışıklar kapanıp, herkes evlerine dağıldığında en çok konuşulan konunun da seks olması da pek tesadüf değil. Bugün 11-12 yaşlarında ergenliğe giren bir çocuğun üniversiteyi bitirme, iş bulma, para biriktirme, kendini keşfetme gibi olgunluklara erişip en erken 25 gibi bir yaşta evlendiğini düşünecek olursak hiçbir mantıklı ahlaki sebebe dayandırmadan cinselliği 14 sene beklemenin aptallık olduğunu öngöremiyor musunuz? İnsanların inşa ettiği bir evlenme dairesine gidip, insanların yazdığı kanunlarla, varoluşumuzdan yüzlerce yıl sonra icat ettiğimiz imzalarla bir söz vermenin o kadar da mühim bir şey olmadığını anlayamıyor musunuz? Bütün bu bir boka yaramayan değer sürüsünün bir sürü kadının ölümüne yol açtığını, seks yaptığı öğrenilmesindense eski sevgilisinin tehditlerini sineye çekip tecavüze uğramayı tercih eden onlarca kızın varlığını... bilmiyor musunuz? Evet, kitap bekaretle ve zarlarla ilgili. Geçmişten bu yana, bacak arasındaki ince bir zara – ki bu zarın varlığından 1800lü yıllara kadar kimsenin haberi bile yoktu- ne gibi işlevler yüklenilmiş, bu nasıl olmuş, tarihçesi anlatılıyor. Bekaret sadece insanlarda önemli, ne yazık ki ilkel sayıp burun kıvırdığımız hayvanlar bunu pek sallamıyor. Erkek fil, dişi filin himen zarı yırtıldı diye ona olan ilgisini azaltmıyor. Evrimsel anlamda hiçbir yararı yok bu zarın. Bekaretini kaybetmiş bir kadın, bekaretini kaybetmemiş bir kadından daha farklı gözükmez, daha farklı davranmaz. Bekaret esasen soyut bir kavramdır. Onu elle tutulur bir hale getirip somutlaştırmak da gülünçlükten öteye geçemez. Ama ne yazık ki insanlar gülünç canlılar... Birçok kişinin bakış açısını değiştireceğine inandığım, içinde güzel bilgiler bulunan bir kitap. Dili pek ağır değil, kitabın en başındaki çevirmenin önsözünü saç baş yolmadan okumaksa pek mümkün değil. Gerçekler birer birer yüzünüze çarpıyor, bu kadar işlevsiz bir zar devlet, tıp ve toplum eliyle nasıl bu kadar önemli hale getirildiğine şaşırıyorsunuz. Okuyun ve okutturun...
#kitap#seks#bekaret#bakire#bekaretin el değmemiş tarihi#hanne blank#nurettin yıldız#kızlık zarı#himen#virgin the untouched history
4 notes
·
View notes
Text
Uçan Spagetti Canavarının Kutsal Kitabı -İnceleme
Bugün pastafaryanlık dininin kutsal kitabını inceleyeceğiz, hatta eleştireceğiz... Bu kitap, eleştirmeye cesaret bulduğum tek kutsal kitap olma özelliğini taşımakta aynı zamanda. Bunu tabii ki de pastafaryanların sırf kitaplarını eleştirdiği gerekçesiyle insan öldürmeyen temiz siciline borçluyum. Zira bir pastafaryan sizin dininizle pek ilgilenmez. Tanrıları diğer dinlerde olduğu gibi "sırf inanmadığı gerekçesiyle" iyi insanları sonsuz cehennemle tehdit etmez. Sadist değildir anlayacağınız. "Bazı insanlar bana inanmıyorsa, sorun değil. Cidden, o kadar da kibirli değilim ben." diye buyurur. Kutsal ve mükemmel bir varlığa yakışan bir olgunlukta hareket eder.
Pastafaryanlar evrenin yaratıcısının uçan spagetti canavarı(FSM) olduğuna inanırlar, cennetlerinde bira volkanları ve seksi striptizcilerle mümin\müminelerini ödüllendirir. Bira içmek ve korsanlar-çünkü havalı bir yaşam tarzları var kabul edin- kutsal kabul edilir. Diğer kutsal kitapların aksine kadınları ezmez. Birinin diğerinden daha iyi, daha müthiş yaratıldığını falan da savunmaz ya da onların tabiriyle "Kadın kırılgan, ince, güzel bir varlıktır. Bu yüzden onu örtülere sokmalı, fıtratı gereği de erkek egemenliğine bürünmeli." diye dü-şün-mez. Feminist bir tanrıdır. Pastafaryanlık adına milyon dolarlar toplanmasına, görkemli tapınaklar, ibadethaneler yapılmasına da karşıdır. O toplayacağınız parayı daha yararlı işler için kullanabilirsiniz, der. Mesela yoksullara yardım etmek gibi. Günümüzde din adamlarının kazandığı paraları, din adı altında hibe edilen paraları da düşünecek olursanız neden hala ezilen, mağdur edilen inançlıların pastafaryanlar olduğunu anlayabilirsiniz.
Pastafaryanlar açık görüşlü ve dogmayı reddeden insanlardır. Hatta "Uçan Spagetti Canavarı diye bir şey olmayabilir" demeye kadar vardırırlar bu işi. Tartışmaya da bir hayli açıklar. Eğer FSM denilen bir varlığın yokluğunu kanıtlarsanız size neden inanmasınlar :). Öyle "olmayan bir şeyin yokluğunun kanıtı olmaz" gibi ateist zırvalarla gelmeyin ama... Mantıklı her insanın da tercih edeceği gibi eğer bu dine inanırsanız öldükten sonra muhteşem bir cennetle ödüllendirileceksiniz. İnanmayan birinin eğer varsa kaybedeceği çok şey var, inanan birinin eğer yoksa kaybedecek hiçbir şeyi yok.
Peki ya varsa?
Peygamber olan Bobby Henderson, 2015 yılında yazdığı bu kitabı... Yazmak mı dedim? Öhöm indirilen.. Okullarda biyoloji dersinde evrim teorisiyle birlikte, akıllı tasarıma da yer vermesini eleştirmek maksatlı indirmiştir. Kanıtlı, bilimsel deneye, birçok bilime dayandırılarak oluşturulmuş evrim teorisine karşılık olarak; seneler evvel yanlışlanmış ve hiçbir bilimselliği olmayan bizzat hıristiyan misyonerlerinin oluşturduğu -ülkemizde de bunu layıkıyla temsil eden harun yahya namı diğer adnan oktar- akıllı tasarımı okullarda okutuyoruz. Okullarda okutulması ve doğru kabul edilmesi için herhangi bir kanıta hatta yanlışlanmaya bakılmadığını, bunu da belirtmenin kutsala hakaret olarak değerlendirdiğini fark eden Bobby Henderson bunu eleştirmek için muhteşem bir olaya imza attı. Peygamberliğini ilan etti... Korsanlardan türediğimizi, yer çekimi teorisinin yanlış olduğunu - bundan newtonizm diye bahsediyor - uçan spagetti canavarının makarnavi uzuvlarının bizi yere ittiği gibi birçok argümanla geliyor ve ekliyor, seneler evvel yanlışlanan akıllı tasarım okullarda okutuluyorsa bunların da okutulmaması için hiçbir ama hiçbir elle tutulur bir açıklama yok...
Kitabı okurken yer yer güldüm, yer yer de sıkıldım – ne de olsa bu da din kitabı, tanrısı feminist diye kıyak geçecek halim yok. - . Eğer akıllı tasarım, evrim, tanrının kanıtları, 19 mucizesine benzer konularda az çok okumalar yaptıysanız neyi eleştirdiğini anlarsınız fakat bu konularda hiç fikir sahibi değilseniz "Neyi savundu şimdi bu?" diye düşünüp saçma bulmanız olası. İkna edicilik kısmında diğer dinlerden daha az mantıklı değil kesinlikle. Hatta kitabın içinde referanslı, kaynaklı kanıtlar da mevcut. Kesinlikle dinlerinin bilimle çeliştiğini düşünmüyorlar. Olur ki – bulamazsınız fakat – kitabın içinde bilimle çelişen birkaç şey gördünüz. FSM hiç kuşkusuz imanınızı sınamak için eklemiştir bunları kitabına. Kitabı okudum ve beğendim. Tam ateist bünyem pastafaryanlığa hazırlanıyordu ki FSM'nin küçük insanlar hakkında ufak tefek espriler yaptığını gördüm. Çok affedersiniz cüce demiş... Üzgünüm FSM, 158 boyundaki cüssemle sana tapmayacağım. Sen kaybettin.
#kitap#bobby henderson#fsm#uçan spagetti canavarı#pastafaryan#pastafarian#atheism#ateizm#pastafaryanizm
3 notes
·
View notes
Note
Tanrının olmadığına nasıl emin olabiliyorsun? Yani hiç aklına ya varsa diye bir soru gelmiyor mu ve inanamamak için en temel nedenlerin nelerdir?
Sorundan “Tanrı”yı çıkar yerine Uçan Spagetti Canavarı yaz ve sorunu kendin cevapla. Benim verdiğim cevap da hemen hemen o tarz bir şey olacaktır muhtemelen :)
14 notes
·
View notes
Text
Seks yapmak
Konuya direkt giriyorum. Hepimiz seks yapmak için yaşıyoruz. Hemen recm etmeyin, önce bir dinleyin...
Hayatın bütün amacı ilk başta canlılığını korumak, daha sonra ise türünü devam ettirmektir. İçimizdeki en büyük içgüdülerden biri cinsellik. Yani bu durum, seks yapmak oluyor arkadaşlar. Bu öyle görmezden gelebileceğiniz kadar ufak bir mesele değil. Toplumda cinsellik hala büyük bir tabu olduğundan üst beyin buna şiddetle karşı çıksa da dürüst olunduğunda inkar edemeyeceğiniz bir gerçek bu. Tabii bakterilerin, ineklerin falan biraz daha gelişmiş beyinli ve buna bağlı olarak onların daha duygusalı olduğumuzdan olsa gerek bu durumu baya bir abartıyoruz. Şarkılar, türküler olsun aşk naraları atmak olsun, aşık olmayı konuşulmaya değer bir mesele sanıyoruz. Birine aşık olup hoşlanmanın tek faydası, birbirinden farklı iki karakterin çocuk yapmak için birbirine maksimum derecede tahammül edebilmesini sağlaması. Her şey çok basit gelişiyor, beyindeki çeşitli hormonlar çeşitli duygulara sebebiyet veriyor. Depresyon da aşk da sinir de kimyasal reaksiyonlar sonucu gerçekleşiyor. Bunları bilmek insanı o küçümsediği “hayvanlarla” aynı kefeye koyduğu için müthiş bir rahatsızlık verebilir, ama üzgünüm ki durum böyle.
Seks hayatın yegane amacıdır, bunun için okuyor, bunun için güzel giyiniyor, bunun için kendini geliştiriyorsun. Aşık olmayı “elini tutmaya kıyamayacak kadar sevmek” terimiyle yüceltiyorsun fakat evet, bunun için aşık oluyorsun. Eğer ki aseksüel değilsen belli periyotlarda buna ihtiyaç duyuyorsun, aynı şekilde de arzulandığını bilmek seni daha özgüvenli bir hale getiriyor. Bu ayıp bir durum değil, hayatın ta kendisi.
Doğrusu cinselliği ne rahatça konuşabiliyoruz ne de öğrenebiliyoruz. Hatta öyle ki hırsızlık, yalan, şiddet gibi bir başkasına zarar veren eylemlerden çok, bir başkasına zarar vermeyen bir eylem olan seks daha çok tepki topluyor toplumda. Tabu haline getirdikçe sağlıksız, kendisiyle barışık olmayan insanlar gelişiyor; bu insanların mutlu evlilikleri olmuyor haliyle yetiştirdikleri çocukların da büyük bir kısmı döngüyü kırabilecek kadar şanslı olmuyor. Sanıldığı üzere o anlatılan sapkınlıklar cinselliğin rahat yaşandığı topraklarda değil, tutucu köylerde hayat buluyor. Cinselliği güvenli bölge dediğimiz yerde öğrenemeyen çocuk, neyin ne olduğunu bilmeden sorularına dışarıdan bir cevap arıyor. İstismar ediliyor ve bunu belki de çok ileriki yaşlarda algılayabiliyor. Yıllarca bastırılan doğal bir duygu, yerini anormal ilişkilerin içine bırakıyor. Hiç seks yapamayan ama seksten başka bir şey düşünmeyen insanlar var oluyor. Toplum kısır bir döngünün içerisinde daha yoz, daha çirkin bir hal alıyor. İnsan kendi gerçeklerinden ayrı bir hayat sürmeye kalktıkça daha da batıyor.
1 note
·
View note
Text
İhtiyacın olduğunu sandığın her şeyden kurtulduğunda nasıl da özgürleşeceksin bir bilsen. Peki yapabilir misin bunu? Toplumsal yalnızlığı asla umursamadan, kendin olabilir misin? Hazır yiyecekler tüketmeden, tüm gününü evrimsel olarak fizyolojine asla uymayan bir pozisyonda oturmadan yaşayabilir misin? Sen basit, ucuz canlı; özgürlüğün uğruna ipek rahat kıyafetlerden vazgeçebilir misin? Boyalı suratınla, bir kişinin daha beğenisini kazanabilmek uğruna sosyal medyadan kendini teşhir etmeden durabilir misin?
0 notes
Conversation
Dindarların Nefreti
Soru: Dindarlar neden nefret doludur?
Elele yürüyen, birbirini öpen, çimenlerde uzanan , yıldızları seyreden veya birbiriyle bakışan çiftlerden neden rahatsızdırlar?
Bir kadının kıyafetinden neden rahatsızdırlar? Bacağından veya saçının telinden?
Hatta küpe takan, saçını uzatmış bir erkeğe neden düşmandır?
Oruç tutmayanları neden dövmek isterler?
Peki bu kişilere nefret duyan dindarlar , bu nefretin yarısını bile tecavüzcülere, katillere neden göstermezler? Nedir bu çelişki?
Cevap çok basit. ''Ben yapamıyorum, sen de yapamazsın!!'' psikolojisi. Dindar bir yobaz erkek, yolda gördüğü elele genç çifti cehennemlik olarak görür. Aslında bilinçaltında aynen şöyle bir düşünce yatar: '' Ben yapamıyorum, ben kız eli tutamıyorum, günah çünkü günah!! Ama olsun , bu şerefsizler cehenneme gidecek ki, haha ! Ben cennette hurilerle olcam bunlar da yanıp kömür olacaklar haha!!''
Küçük bir benzetmeyle somutlaştırayım. Samimi bir arkadaş grubun var. 5-6 kişi olsun. Matematik sınavından hepsi 80-90 alırken, sen 20 alıyorsun. Onlar birbirleriyle nasıl iyi not aldıklarını güle oynaya konuşurken onlara nasıl bir gözle bakarsın? Onları seviyor olmana rağmen, onlar haklı bir şekilde iyi not almalarına rağmen, o anlık küçük bir nefret kıvılcımı oluşur. İşte dindarlarda hep bu vardır! Kendileri hiçbir zaman yapamayacakları şeyleri başkalarının yaptığını görünce , öfkelenirler. Bu arada belirteyim başta bilinçaltı demiştim , yani bu demek oluyor ki, dindarlar bu nefretlerinin sebebini bilmezler. Kendileri güya çok takvalı olduğu için cehennemliklerden hoşlanmazlar.
Bu yüzdendir ki en dindarların içinden en ahlaksız adamlar çıkar. Bu cinsel gerilimin sonucunda tecavüz vakaları, küçük kızlarla evlenme gibi rezalet sonuçlar görürüz. Oysa ki bu tarz adamlar, bir kız arkadaş yapsa, güzel bir ilişki kursa bu tarz iğrençlikleri ortaya çıkmadan yok edebilirler.
Yılmaz Özdil şöyle bir şey söylemişti: '' Tayyip Erdoğan gençliğinde bir bira içseydi şimdi bu halde olmazdı.'' işte Yılmaz Özdil , benim söylediklerimi özetliyor.
Burada da dinin bir psikolojik rahatlama amacıyla kullanıldığını görüyoruz. Genel olarak dinin insanoğlu üzerindeki güçlü etkisinin sebebi de budur zaten.
94 notes
·
View notes
Text
#2
Gökyüzüne her baktığımda evrenin sonsuzluğu karşısında ufaklığıma şaşırıveriyorum. Beni bu tutsaklıktan kurtaracak olan biri var sanki yukarıda. Bazen sonumu düşünerek mutlu oluyorum. Kendimi değiştiremeyeceğim şeylerin gidişatına bırakıyorum. Mahvoluyorum. Mahvoldukça hafif bir huzur çöküyor, göğsümün en orta yerine. Artık ağlayamıyorum, ne kendim için ne de senin için. Ufacık bir damla süzülebilse gözlerimden aşağı içimdeki bütün her şeyden o damlayla birlikte kurtulacağım. Kurtulamıyorum. Betondan duvarlara baktıkça gülüyorum, buz gibi, kaskatı.
0 notes
Text
Ateistler neden özellikle İslamı eleştirir?
Dinle ilgili bir eleştiri sonrasında eleştirilere cevap veremeyen müslüman genellikle kilit bir soruyla konuyu başka yerlere çeker. “Neden hep islamı eleştiriyorsunuz? Siz ateist değil, islamofobiksiniz.” Buna konuyu asıl özünden uzaklaştırarak değersizleştirmek ve çeşitli komplo teorileriyle kişinin imanını sağlamlaştırma çabası diyorum. Bu yazımızda bu mantıksız soruyu irdeleyeceğiz.
Öncelikle sorgulamak ve dini eleştirmek bir saygısızlık değildir. Ortada dünyanın ve evrenin oluşumuyla ilgili alternatif bir cevap bulduğunu iddia eden bir kitap varsa ve buna inanan milyarca kişi varsa bu kitabı alıp uzun uzadıya tartışmak, saçma ve mantıksız gelen yerlerini açıkça söylemek saygısızlık olamaz. Öğretinizin kusursuzluğundan bu kadar eminseniz eğer, değil bu konu hakkında konuşmayı yasaklamak bizzat sizin tartışmaya açmanız gerekmekte. Tabii ki de bu böyle olmuyor. İnanmayan kişi bu konuları açmaya direttikçe duvar üstüne duvarlar konuluyor, susturuluyor veya niyet okuma yarışlarına giriliyor.
Peki, inanmayan biri neden bu konuda kafa yorar? Cevabı çok basit: Din baskıcı bir politika sergiler. Din; siyasette, sosyal yaşamda, okullarda kısaca her yerdedir. Mevlana, hoşgörü, sevgi, saygı gibi kalıpların altını biraz kazıdığımızda her dinde kendinden olmayanı ötekileştirme mevcuttur. Türkiye’de dinsizliğin bir hakaret olarak kullanılması, dinden çıkan birinin ailesine bu durumu açık ve net söylememesi, farklı dine mensup olmayı geçtim farklı bir meshep olan aleviliğe bile kız alıp verilmemesi vs. Örnekler liste halinde çoğalır gider. Hiçbir zerresine inanmadığınız hayali bir varlığın hayatınıza müdahale ettiğini, televizyonlarda, sokakta ciddi ciddi konuşulduğunu, bu konuda en ufak bir fikir belirttiğinizde topa tutulduğunuzu hayal edin. Hatta öldürüldüğünüzü...
Ateistlerin tabii ki de inanmadığı bir tanrıyla sorunu yoktur, ateistlerin sizin inandığınız tanrının ona olan etkileriyle birtakım sorunları vardır. Türkiye’deki ateistler islamı eleştirir çünkü islam dininin etkisinde yaşamak zorunda bırakılmıştır. ABD’deki hıristiyanlığı çünkü o da onun etkisinde yaşamak zorunda bırakılmıştır. Gidip de kimsenin inanmadığı mormonluk hakkında kafa yormuyorsak bu yüzdendir. Tanrı kavramı bizim için zaten hayalidir, ta ki birileri bize somut duvarlar dikene kadar...
19 notes
·
View notes
Text
Ateizm Korkusu
Dindar insanlar çoğu zaman ateistlerle diyaloğa girmekten kaçınırlar. Ateizm propogandası yapan yayınları izlemezler. Bunların sebebi, bu kişilerden ve ateizmden nefret etmeleri değildir. Asıl sebep, duyacakları karşısında kendilerinin de şüpheye düşeceğini bilmektir.
Öyle ki eğer dindar bir insan, dinin ve tanrının yokluğuna dair birşey duyarsa, derhal, “tövbe tövbe” allahım sen affet’’ gibi sözler sarfeder. Aslında Allahtan affetmesini istediği kişi, dini inkar eden kişi değil, kendisidir. Çünkü şüpheye düşmüştür. Bu yüzden telaşlanır ve dua etmeye başlar.
Tıpkı ateistlere “ eğer yoksa biz birşey kaybetmeyiz varsa siz yanarsınız” demek kadar sakat bir mantık bu.
Aslında inançlar o kadar zayıf ki, bunu koruyabilmek için, gözlerini ve kulaklarını, bilgiye kapatıyor insanlar. Bazı toplumların gelişememesinde bunun da payı olduğundan eminim.
İnançlı bir kız, ateist bilim adamı Richard Dawkins'e sorar;
-Sade bir cevap almak istersek ; peki ya yanılıyorsanız, ya tanrı varsa?
R.Dawkins: Ya yanılıyorsam…Yani hepimiz yanılıyor olabiliriz.Spagetti Canavarı hakkında , tek boynuzlu pembe at veya uçan çaydanlık hakkında da yanılıyor olabiliriz.Siz örneğin Hıristiyanlık inancına sahip bir çevrede yetiştirildiniz.Diğer inançlara inanmamak nasıl bir şey bilirsiniz.Çünkü siz bir müslüman değilsiniz , siz bir hindu değilsiniz.Neden bir hindu değilsiniz ? Çünkü siz Amerika’da doğup büyüdünüz.Hindistan’da değil.Hindistan’da doğmuş yetişmiş olsaydınız hindu olacaktınız.Danimarka’da Vikingler zamanında yetişmiş olsaydınız Thor’a inanacaktınız.Klasik Yunan zamanında olsaydınız Zeus’a inanacaktınız.Orta Amerika antik dönemde olsaydınız dağdaki ulu CuvCuv’a inanacaktınız.Yani hıristiyanlığın tanrısını seçmek için özel bir sebep yok.Sadece şans eseri çevrenizdeki diğerleri gibi siz de Amerika’da doğdunuz yetiştiniz.Ve şimdi bana soruyorsunuz : “Ya ben yanlış isem?”. Peki ya ulu CuvCuv hakkında ya siz yanılıyorsanız?
423 notes
·
View notes
Text
Bir garip ütopya
Bazen içim dışıma çıkacak gibi oluyor. Sadece dinsizlerin cennete gittiği aşırı manyak bi tanrı tarafından inşa edilen bi paralel evrende elinde değnekle Richard Dawkins amca bana gülümseyerek geliyor. Diyor ki, ne dilersen dile... Hepinizin dnalarıyla oynayacağım, sana söz veriyorum Elif. Herhalde degiştirmeyi istediğim ilk şey homo saphienlerin sosyalleşme ihtiyaçları olurdu. Öylesine iğreniyorum ki bazen iletişim kurmaktan böyle bi ihtiyacım olmasa konuşmayı unuturum gibi sanki.
Aslına bakarsan insanlarla konuşmuyor değilim, hatta gereğinden fazla konuşuyorum. En sonunda delirmemek için konuşabildiğim kadar konuşuyorum. Ne kadar konuşursam konuşayım, yalnız kaldığımda başlıyor sanrılarım. Sanki ben buraya ait değilmişim gibi. Sanki uzaylılar tarafından dünyaya inceleme yapmak için gönderilen bi casusun bedeni içindeyim ama bundan benim de haberim yokmuş gibi.
Çıkıp avaz avaz bağırasım geliyor, bakın diyorum, heyy orta sınıf! Sizin kendi aranızda belirlediğiniz ufak kuralların hiçbir önemi yok. Bunlar sadece içinizi rahatlatmaya yönelik, sizi daha büyük toplumsal olaylara karşı duyarsızlaştıran afyonların bütünü. Ahlak diye bir şey yok. Nasıl büyük ülkeler küçük ülkeleri ezip geçiyorsa, ülkende zenginler fakirleri ezip geçiyorsa, sen ya ikisinden biri olacaksın ya da sistemin dışında yenilip yutulmayı bekleyen belki de bunu değiştirecek olan kişi. Ahlak denilen şey seni yönetebilmek için var. Seni farklı alanlara kanalize edebilmek için var. Sen ufak hesapların içinde yuvarlanıp giderken ne büyük bi ahlaksızlığa çalıştığının farkında bile değilsin. Üzülme diyor richard amca, salla gitsin. Elimde rakı bardağı, olur mu öyle şey, diyorum. Sen öyle yapmadın. Acı acı gülümsüyor bana. Gözümün önünden onlarca kişinin profili geçiyor. Ateşe yürüyen. Hemen susturuyorum kendimi. Devam ediyoruz içmeye.
Hiç sosyalleşme ihtiyacım olmasa özgür olurdum sanırım. Dış dünyayla uyum içinde olabilmek için oluşturduğum persona öyle çok kalınlaştı ki iki farklı karakteri içimde taşıyorum. Bu gitgeller beni öylesine çok yoruyor ki en sonunda dış dünyanın beni sınırladığını düşünmeye başlıyorum. Personam karakterimde iz bırakamıyor. İki uç arasında kalıyorum. Toplumdan uzaklaştıkça aklımdakileri söyleyebilmek içimde garip bi korkuya dönüşüyor. Daha da uzaklaşırlar korkusu. Ama daha çok anlamayacaklarından korkuyorum sanırım. Zaten yalnız olduğumu bir de somut bi yol deneyerek doğrulamak istemiyorum. Bir anda masamızda Jung beliriveriyor. Personayı duymuş gelmiş. Bu sefer onun elinde değnek yok. Sevgi diyor, her şeyin kaynağı. Güzel sözler hazırlıyorum ona. Sevginin hiç olmadığına dair, sen bu masalları kendinin özel olduğunu düşünenlere anlat diyesim geliyor. Açamıyorum ağzımı. Acizlerin ve aşıkların hayatı bunlar olmuş çünkü. Aynı din gibi, ne kadar yanlışlarsam yanlışlayayım bir şey değişmeyecek. Kendi kurdukları pembe evrenlerinde öylesine mutlular ki söylemek istesem de ağzımdan çıkmıyor kelimeler. Sevgi var, ahlak var. Tabi lan. O gemi gelecek ismail abi.
Hasta olan benimdir belki diye de düşünmeden edemiyorum. Pek uzak bi ihtimal değil doğrusu. Belki de kendim gibi insanları yanlış yerlerde arıyorumdur. Sistemin yutmak istediği gençler ufak bi akıl hastanesinde din-bilim hakkında ufak bi sempozyum veriyordur. Asıl dünyanın kalbi oradadır da biz bilmiyormuşuz falan...
Bir anda uykudan uyanır gibi oluyorum. Bakıyorum dawkins amca dawkins değil, ben de ben değilim. İçtiğim rakı değil, oturduğum yer beyaz bi yatak. Ulan diyorum, Elif sen var ya sen baştan kaybetmişsin de kendin çalıp kendin söylermişsin.
0 notes
Text
#
Gözlerimi dikiyorum, gökten denize yansıyan ufak anlamsız ışık hüzmelerine. Ya diyorum, baksana. Uzay boşluğunda yeryüzündeki bütün canlıları kıskandıracak kadar başına buyruk ve büyükken deniz seni ufacık tasvir ediyor.
0 notes
Text
Başlangıç
Tuttuğu kağıt bomboştu. Hayal edecek, somutlaştıracak, ufak tefek işaretlemelerle bir şeyleri anlamlandıracaktı. Ama yine de denizleri kurutsa da, çölleri orman yapsa da, isayı yeryüzüne indirse dahi bütün bunların boş bi uğraş olmadığını kendine inandıramıyordu. İnansa da bu gerçeklik değişmeyecekti. Yine de topluma inandırabilmek bir şeyleri değiştirir diye düşündü. En kanlı vahşetin kahramanlık olduğuna inandıklarında kahramanlık, en büyük erdemi çıkarla çatıştırdığında ahlaksızlık oluverirdi bir anda. Siyasetçiler ezici çoğunluğu sağlamak uğruna taklalar atar, yalanlar söylerdi. Geçmişte inanılan mitleri, bugünün kutsalı yapan tek şey de sayıydı. Geçmişte seni darağacına götürecek fikir, bugün alkışlanır, yarınsa mizah unsuru olabilirdi. Topluma kendini olumlamaktan geçerdi bütün her şey. İnsanlar maske takınır ve danışıklı dövüşle birbirlerini yüceltirlerdi. Her bir insan, bir yeni yaşama motivasyonu. Çoğunluğa tapınmadan başarı gelmezdi. Yüzlerce algının içinde en genele hitap etmek için bayağılıkta yarışırlardı insanlar. Halbuki kendini başkalarının beğenilerine göre şekillendirenlerden çok azı gerçekte yalnız olduklarını farkederlerdi.
Artık bir şeyler yazması gerekiyordu. Düşünmekten başı ağrıyordu fakat bir arpa boyu kadar bile yol alamamıştı. Kimsenin onu merak etmediği, kimsenin bilmediği bu köhne odada bazen aklını kaçıracak gibi oluyordu. Bir tane arkadaşı olsa yaşadıkları değişir miydi? İnsan gücünü elinde tuttuğunu, algıları yönlendirebildiğini düşündü. İnsanları bütün bu anlamsızlığa anlamlı bi yanıt bulduğuna inandırdığını düşündü. Bir şeylere bağlanmak için yalvaran kitleleri tek bir yumrukta topladığını, bütün insanlığın hatta evrenin sadece kendisine bağlı olduğunu düşündü. Herkesin tartışmasızca beğendiği biri olabilmeyi düşündü. İyi de, bütün bunların ona katacağı hiçbir şey yoktu. Algıları yalnızca kendinin bir bilince sahip olduğunu anlayabilecek kadar gelişmişti. Geri kalan her şeye ise şüpheyle bakıyordu. Kendinden başka bir bilinç yoktu. Buna rağmen aynaya baktığında gördüğü tek şey zavallılıktı. Kocaman bir evrende kusurlu bir vücudun içinde sıkışıp kalmıştı. Keşfedebileceği şeylerin sonsuzluğu karşısında bildiğine emin olduğu hiçbir şey yoktu. Neyse ki onun dışında gerçeği arayan da pek yoktu. Amaçtan ve anlamdan yoksun bi yaşamda intihar etmemek için belirlenen hedefleri yerine getiriyorlardı sadece. İlkellikten doğan yaşama ve üreme içgüdüsü bezeli, ağlak ucuz bi yaşam yaşamdı onlarınki. Anlamlı olabilmesi için tutunmaya değer bir şeyler bulabilmek yeterdi. Kimileri bi Tanrıya tutunurdu, kimileri sevgiye, kimileri de sadece gerçeğe. Bir gün hiç bulamayacağı gerçeğin ve anlamın peşinde ölecekti. Varlığı tanıdığı birkaç kişinin hafızasında anı olarak kalacaktı sadece. O yüzden diye mırıldandı kendi kendine, bir çizik at şu kağıda çünkü bir çizik bir tutam ölümsüzlüğe bedeldi.
0 notes
Text
İnkar
Ellerini avuçlarının arasına alarak, seni seviyorum, dedi. Neydi sevgi? Avuçlarının sıcaklığı yüzüne yavaş yavaş akıyordu. Gözlerinin ta içinden gelen bir ışıltı vardı. Samimiyet. Sıcak bir tebessümle karşısındaydı işte. Bilindik gözler, bilindik bi burun, geçen aylarda sıkmış olduğu sivilcenin kalıntısı. Çok yakındı ama daha da yakınına girip yüzünü incelemek için inanılmaz bi istek duyuyordu. Bütün ayrıntılarını didik didik etmek, tüme varmak istiyordu. Aslında neye bu kadar bakarsa baksın eninde sonunda anlamsızlaşıyordu. Saniyeler ilerliyordu, o ise öylece duruyordu. Olumlu ya da olumsuz, ne hissettiğine karar vermeye çalışırken hissettiği şey hiçlikten başka bir şey değildi. Sahi neydi sevgi? Hiç birini sevip sevmediğini düşündü. Annesini hatırladı. Çocukken onu severdi galiba. Ona aynı şuanda yapmakta olduğu gibi sıkı sıkı sarılırdı. Gözlerini kapattığında ise içini büyük bi huzur kaplardı. Belki de en eski anılarından biriydi, sadece o an hissettiği bu duygu ise ona hafızasından ve atalarından kalan en keskin hediyeydi. Düşündü. Ne zaman kaybetti birini sevmeyi? Annesini bile hala sevip sevmediğine henüz karar verebilmiş değildi. Önceden çok severdi ama şimdi içgüdüden gelen hayvani bencil bi yönelimin takıştırılan masum, temiz, saf pak sevgi anlayışıyla büyük bi çelişkide olduğunu görebiliyordu. Elleri buz gibi oldu ama önceden şimdiye bir derece bile oynamadı. Bir an. Bir an için yazılan o en büyük erdemi yaşayamamasının sebebinin aslında kimsenin yaşamamasından kaynaklı olduğunu düşündü. Hepsinin sadece sanal bi kelime oyunu olduğunu, bu ilizyonda sözcüklerin tam olarak ne anlama geldiğinin kullanıla kullanıla unutulduğunu düşündü. Peki ya gerçekse? Ortada daha büyük bi problem yok muydu? Çıkarsızca kendinden vazgeçebilmenin neresi övülmeye değerdi ki? Bütün bu insanlar ne için kendilerinden vazgeçmişti? Eğer ki cevap daha güzel hislerin vaadi ise burada kendinden vazgeçebilmek neredeydi? Aşkın evrimsel olarak çocuk yapmak için motivasyon toplamak dışında üzerimizde bi önemi yoktu. Aynı bi çiçeğin güzel kokular salgılamasi gibi. Sevgiyi ise çıkarsız düşünemiyordu. Hoş, çıkar gözetmenin ayıplanacak bi durumu yoktu ama sevgi tanımlanırken çıkarı negatif bulmuş ve kendi içine almamıştı. Düşündükçe tek bi neden ağır basıyordu ama insanlar nasıl olur da hiç hissetmedikleri bu ütopik hisleri sadece okuyarak hissettiklerine emin oluyor ve üzerine filmler, kitaplar yazabiliyordu? Şakakları acımaya başladı. İnanmamaya çalışıyordu ama mantıklı tek bi açıklama vardı. Sevgi araçtı! Sadece araç. İçini bir anda kin bürüdü. Evet sevmiyordu ama sevildiğine inandırılmış, kandırılmıştı. Gözlerini sabit bi şekilde karşıya dikti. Ağzını tam açacakken usulca "Ben de" diyebildi. "Ben de seni seviyorum." Dudaklarının yay gibi gerilmiş olduğunu gördü. Mutluluğu onu öylesine çok iğrendiriyordu ki gözlerini kaçırdı. Aptal. Şüphe etmiyor öylece inanıyordu her şeye. Elinden gelse aklından geçenleri bir çırpıda söylerdi. Anlatabilecek kadar enerjisi yoktu, olsa da anlamazdı zaten. Nedensizce kendi de gülümsedi. Diğer her şey gibi bu konuda da kafa yormak anlamsızdı.
0 notes
Text
Tüket, Çalış, Övün
Her şey belgelerin belirlediği başarıyla ölçülür bu hayatta. Belgeleri almak çalışmak demek. Kapitalist sistemde istatiksel sıralamada son sıradaysan mesela bi bok olmaz senden. Sen kocaman bi sıfırsın. Bak yüzüme bak. Bir hiçsin sen. Arabaların, katların, villaların yok. Hayatını hiç de önemli olmayan şeylerin sanal ışıltısının gölgesinde bi büyüye iç geçirmekle sürdüreceksin. Bütün bu olanların anlamsızlığını hissetmeye başladığın anda dingin bir fanus içinde özgür kalabilmeyi amaçlayacak, özgürlüğün ancak ihtiyaçtan arındırıldığında özgürlük olacağını anlamayanlar seni baltalayacaklardır. Bak bana! Sen sistemdeki en başarısız edilgensin. Aslında edilgen bile değilsin, sana yüklenişim bundan. Sistemin başarısızlığını sana yedirip de sunmalı ki s��reklilik olsun. O zincirlerini her kırmaya kalktığında ailen, arkadaşların, sevgililerin, bizler yeni birer halka olalım. Kendi hayatımın iyi mi güzel mi olduğuna ben karar veririm diye uğraşma, veremeyeceksin. Seni önce çirkin olduğuna inandıralım. Estetik ameliyat, makyaj malzemesi, kuaför için çalış. İhtiyacının 10 katı kadar tatlı mı tatlı güzel mi güzel besinler üretelim. Hepsini yiyebilmek için çalış ama spora gidebilmek için daha çok! Modayı oturtalım en baş köşeye, 3 farklı gün için 3 farklı kıyafete ihtiyacın olduğuna inandığın gibi her kıyafetin altına giyilen ayakkabının da farklı olması gerektiğine inan ki başını çalışmaktan kaldırama. Yeni aldığın şeyleri sadece işe giderken gösterebileceğin kadar çalış. Tasmanı öyle sıkı tutalım ki bütün haftayı hafta sonunu düşleyerek, bütün yılı da bir şanslı haftayı düşleyerek geçir. Yalnızlıktan şikayet eder olduğunda ise devlet legal sevişebilmen için sana bazı süprizler hazırladı. Hem de öyle güzel bi süpriz ki ömrünün geri kalanında neredeyse hiç görmeyeceğin insanlardan oluşan 3 saatlik bi geceye sırf gösteriş için çuvalla para akıtacaksın. Sevgi parayla olmaz tabii ki ama yüzüğün sembolü evlilik, parayla ölçülür. En güzeli de ne biliyor musun? Bütün bunları yapman için kimse başına silah dayamayacak. Sorgulamamaktan çürümüş beynin bütün bunlara ihtiyacın olduğunu onaylayacak. Hatta tatlı bi heyecanla yeni küçük halkalar oluşturabilmenin hayaliyle koşturacaksın. Bir şeyler yanlış gittiğinde ise acil durum! Sen üzülmesen de senin adına sahip olamadığın şeylerin acısını çeken yakın dostların olacaktır. Bak çevrene herkes sana acıyor. Lüks bi arabaya sahip olmanın statü olarak görüldüğü şu günlerde senin lüks herhangi bir şeye sahip olmamana kim acınası değil diyebilir ki? Yalnız, hükümsüz prangalı bay takım elbise her geçen gün şükrediyor haline. Ya sadece uyumak için kullandığı bu ev 20 m2 daha küçük olsaydı? Bak daha yakından bak ama görerek. Bu ışıltılı ve uğultulu şehre kulak ver. Ve bir tercih. Sen hangisi olmak istiyorsun? Kaybeden özgür olmak mı kazanan bi sanallığa ait olmak mı?
0 notes
Text
Tanrı’ya Karşı Söylev-İnceleme
Uyarı: Din ve tanrı konusunda hassas olanlar incelememi okumayı şimdiden bırakabilir. Marquis De Sade'ın tanrı, cehennem, cennet gibi ütopik, kutsal kitaplarda bolca sözü edilen kavramlarla maytap geçtiği muhteşem kitaptır kendileri. Sade bu kitabı özel olarak yazmamış, diğer kitaplarındaki tanrıyla ilgili bölümler derlenerek bu hale getirilmiştir. Kitabın üslubu rahatsız edici ve sert. Sonra uyarmadı demeyin. Hiçbir sansür gerektirmeden yazar aklından ne geçiyorsa yazmış. Eh, nedir peki bu tanrı? İnsanın zavallılığının bir göstergesi, sığınacak bir liman mı? Hayatını anlamlandırmaya çalışan acizlerin son durağı mı? Kibrin evrilebildiği nokta mı? Yoksa cehaletten doğan öylesine bir cevap mı? Bilemiyorum. Belki de hepsi. Farklı toplumların kabul ettiği insanoğlunun ortak aptallığı, diye buyuruyor Sade. Bilinmezi başka bir bilinmezle açıklamayı bir cevap sayanların ortak noktası. "Bunlar kendi kendine mii oluştu aklınız yok mu?" diye hönkürürken "Tanrı kendi kendine mi oluştu?" sorusunu soramayanların veya da. Hiçbir kanıtı olmadığı halde dünya üzerinde milyonlarca can alan, milyonlarca beyni uyuşturan kocaman hayali bir katil. Devletlerin halk üzerinde egemen olmak için kullandığı, halkı en çok sömüren bir hırsız. Sefalet içinde yaşayan insanları en kolay mutlu etmenin yolu, bu sayede haklarını aramamalarını sağlayan muhteşem bir panzehir! Nedir tanrı? İnanmak için hiçbir sebep bulamadığım, zaman zaman bilimin en büyük düşmanı, zaman zaman insanlar arasındaki ayrışmaya en büyük sebebiyet veren ak sakallı bir dede. Dokunmanın, hakkında konuşmanın en büyük tabu olduğu, insan canından bile kutsal kabul edilen görünmez bir hayalet. Birkaç bin yıl önce mağaralarda birileriyle konuştuğu söylenen fakat gerçekte kimsenin hakkında bir şey bilmediği. Söylenenin aksine insan ateist doğar, bütün bu olgular ona daha sonradan zorla kabul ettirilir. Zaten bütün bu insanlar öğretilerine sonsuz bir güven içinde olsaydı, din ve tanrı denilen olgu 4-5 yaşlarında akledemeyen bir çocuğa dayatılmak yerine, 15 16 yaşlarında düşünebilen yarı çocuğa kavratılsaydı nüfusun büyük çoğunluğu bütün bunları zaten saçma bulurdu. Böylelikle tartışmalara "tanrının var olması kabulüyle" başlayacak kadar boş özgüven sahibi de olmazlardı. İspat yükümlülüğünün kendilerinde olduğunu baştan kabul ederlerdi. Tanrı nedir? Küçükken, ufak bir çocukken televizyonda gördüğüm hayali kahramanların varlığına inanır, onlarla konuşurdum. İşte tanrı da yetişkin bir insanın çocukluktan devam eden tek hayali kahramanıdır.
2 notes
·
View notes
Text
Görünmez Canavarlar-İnceleme
Nar çiçeği rujlar, ışıldayan farlar, metalik ojeler, sürüldüğünde cildi porselen gibi yapan fondötenler. Ben bir süs bebeğiyim. Güzellik algısının, kişiliği körleştirdiği 21. yy'a hoşgeldiniz... Zamanınızın büyük bir bölümü çalışmakla, arta kalan bölümünüyse bu paralarla kendinizi parlatmakla geçireceksiniz demektir. Şimdiden başarılar. Prada çanta, gucci saat, chanel parfüm. Ben kaliteli bir oyuncağım. Ah, tüm gün çocuğunun eline tablet verip sussun diye televizyon izleten aile. Çikolata, araba, makyaj malzemesi reklamlarıyla büyütülen nesil. Hepiniz birer müşterisiniz. Spor salonlarım, güzellik merkezlerim, alışveriş merkezlerim için hayatınızı hiç edeceksiniz. Daha güzel olabilmek için yarışacaksınız. Daha ufak bir buruna, dolgun dudaklara tapacaksınız. Sosyal düzenin gizli otoritesi, güzellik kavramı için çıldıracaksınız. Normal bir insan fizyolojisinin sahip olamayacağı ölçüler için birbirinizin üzerine basacak, sahip olmak için kuduracaksınız. Kocaman memeler, devasa popolar, incecik beller, uzun bacaklar. Ben bir seks sembolüyüm. 21. yy'da estetik olmak tercihten çok bir gereklilik. Çıkık olmayan elmacık kemikleriniz için üzülecek, avrupai bir görünüm elde edebilmek için saçlarınızı oryalden çıkarmayacaksınız. Güzelliği elde etmekle kalmayıp koruyacaksınız da. Altmış yaşınıza geldiğinizde yüz gerdirme, dudak dolgusu, yağ aldırma, göğüs dikleştirme gibi birçok işlemden geçmiş yeni vücudunuza merhaba deyin. Tüm ömrünüz bunlarla uğraşmakla geçti çünkü. Nemlendiriciler, tonikler, kirpik gürleştiriciler, saç serumları. Bana güzelliğimi geri ver. Peki ya sıfır beden, uzun, güzel bir mankenken, güzelliğin afyonuna kendinizi bu denli kaptırmış ve dikkat çekmek için herhangi bir çaba harcamaya gerek duymuyorken, bir anda yüzünüzde iğrenç, çirkin bir görüntü belirirse? Çeneniz bir daha takılmayacak üzere çıkarsa... Bütün hayatınızı peçe takarak geçirebileceğiniz korkunç bir yüze sahip olursanız? Ne yaparsınız? Evet, karakterimizin başına gelenler bunlar... Güzellik fetişinin en çok sükse yaptığı bir meslekten, bir canavarlığa uzanan yol... Elinde olan tek iyi şeyi kaybettikten sonra kendini bulabilmen gerek. En iyi fikirler acil durumlarda, kaliteli edebiyat zor koşullarda çıkar. Kendini iyi bir şekilde geliştirebilmen de ancak sana sağlanan imtiyazlar ortadan kalktığında tamamen mümkün olur. O yüzden "Yapma denileni yap." diyor Brandy Alexander. Hikayemize tamamen estetikle varolan bir transseksüel olarak dahil oluyor. Kitapta kimlik çatışması, lgbti, dayatılan güzellik algısına yer yer laf sokmalar, eleştiriler mevcut. Kurgusu ise tek kelimeyle ha-ri-ka. Polisiye romanlar kadar sürükleyici. Üslubuna bayıldım... Kitabın arkasını markasını okumadan direkt başlayın, ilk 150 sayfasını kitabın konusu diye yazmışlar çünkü... Şu alıntıyla bitiriyorum... "Sev beni, sev beni, sev beni, sev beni, sev beni, sev beni, sev beni, kim istersen o olurum. Kullan beni. Değiştir beni. Koca memeli, kabarık saçlı ve incecik olurum. Kopart beni. Bana ne istiyorsan yap, yeter ki sev beni"
1 note
·
View note